Kanun – Kural ile Kanun Dışı – Kural Dışı Olma, Monotonluk – Değişim ve Sebepler – On Altıncı Söz Küçük Bir Zeyl – Cumartesi Dersleri 16. 5.

Kanun - Kural ile Kanun Dışı - Kural Dışı Olma, Monotonluk - Değişim ve Sebepler - On Altıncı Söz Küçük bir zeyl - Cumartesi Dersleri 16. 5.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Kanun – Kural ile Kanun Dışı – Kural Dışı Olma, Monotonluk – Değişim ve Sebepler” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz Küçük Bir Zeyl.

Kanun - Kural ile Kanun Dışı - Kural Dışı Olma, Monotonluk - Değişim ve Sebepler - On Altıncı Söz Küçük bir zeyl - Cumartesi Dersleri 16. 5.
Kanun – Kural ile Kanun Dışı – Kural Dışı Olma, Monotonluk – Değişim ve Sebepler – On Altıncı Söz Küçük bir zeyl – Cumartesi Dersleri 16. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

Küçük bir zeyl

Kadîr-i Alîm ve Sâni-i Hakîm, kanuniyet şeklindeki âdâtının gösterdiği nizam ve intizamla kudretini ve hikmetini ve hiçbir tesadüf işine karışmadığını izhar ettiği gibi; şuzûzât-ı kanuniye ile, âdetinin harikalarıyla, tagayyürat-ı sûriye ile, teşahhusatın ihtilâfâtıyla, zuhur ve nüzul zamanının tebeddülüyle meşietini, iradetini, fâil-i muhtar olduğunu ve ihtiyarını ve hiçbir kayıt altında olmadığını izhar edip yeknesak perdesini yırtarak ve herşey, her anda, her şe’nde, her şeyinde Ona muhtaç ve rububiyetine münkad olduğunu ilâm etmekle gafleti dağıtıp ins ve cinnin nazarlarını esbabdan Müsebbibü’l-Esbaba çevirir. Kur’ân’ın beyanatı şu esasa bakıyor.


âdât: adetler, kurallar
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
fâil-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
gaflet: umursamazlık; âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hali (bk. ğ-f-l)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihtilâfât: ihtilaflar, uyuşmazlıklar
ihtiyar: irade, seçim, istek (bk. ḫ-y-r)
ilâm: duyurma, bilgilendirme (bk. a-l-m)
ins ve cin: insanlar ve cinler
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iradet: istek, dileme, tercih (bk. r-v-d)
izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)
Kadîr-i Alîm: herşeyi bilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
kanuniyet: kanun haline gelme (bk. ḳ-n-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
meşiet: irade, dileme
münkad: boyun eğen
Müsebbibü’l-Esbâb: sebeplerin yaratıcısı olan Allah (bk. s-b-b)
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nüzul: inme (bk. n-z-l)
rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
şe’n: durum, hal (bk. ş-e-n)
şuzûzât-ı kanuniye: kanun dışılıklar (bk. ḳ-n-n)
tagayyürat-ı sûriye: şekil ve suret değişiklikleri (bk. ṣ-v-r)
tebeddül: değişme
teşahhusat: şahıslanmalar, belirlenmeler
yeknesak: monoton, aynı tarzda
zeyl: ilâve, ek
zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r)

Meselâ, ekser yerlerde bir kısım meyvedar ağaçlar bir sene meyve verir. Yani rahmet hazinesinden ellerine verilir, o da verir. Öbür sene, bütün esbab-ı zahiriye hazırken, meyveyi alıp vermiyor.

Hem meselâ, sair umur-u lâzımeye muhalif olarak, yağmurun evkat-ı nüzulü o kadar mütehavvildir ki, mugayyebat-ı hamsede1 dahil olmuştur. Çünkü vücutta en mühim mevki hayat ve rahmetindir. Yağmur ise, menşe-i hayat ve mahz-ı rahmet olduğu için, elbette o âb-ı hayat, o mâ-i rahmet, gaflet veren ve hicap olan yeknesak kaidesine girmeyecek. Belki, doğrudan doğruya Cenâb-ı Mün’im, Muhyî ve Rahmân ve Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, perdesiz, elinde tutacak, ta her vakit dua ve şükür kapılarını açık bırakacak.

Hem meselâ, rızık vermek ve muayyen bir sima vermek, birer ihsan-ı mahsus eseri gibi ummadığı tarzda olması, ne kadar güzel bir surette meşiet ve ihtiyar-ı Rabbâniyeyi gösteriyor. Daha tasrif-i hava ve teshir-i sehab gibi şuûnât-ı İlâhiye yi bunlara kıyas et.


Dipnot-1

Mugayyebat-ı hamse (beş bilinmeyen şey): “Kıyâmet vaktine dâir bilgi Allah katındadır. Yağmuru O indirir. Rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse nerede öleceğini bilmez. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla bilir, herşeyden hakkıyla haberdardır.” Lokman Sûresi, 31:34.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
Cenâb-ı Mün’im: varlıkları nimetlendiren yüce Allah (bk. n-a-m)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
evkat-ı nüzul: iniş zamanı (bk. n-z-l)
gaflet: umursamazlık; âhirete ve Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hali (bk. ğ-f-l)
hicap: perde
ihsan-ı mahsus: özel iyilik ve bağış (bk. ḥ-s-n)
ihtiyar-ı Rabbâniye: Rab olan Allah’ın iradesi, dilemesi (bk. ḫ-y-r; r-b-b)
kaide: kural
mâ-i rahmet: rahmet suyu (bk. r-ḥ-m)
mahz-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi (bk. r-ḥ-m)
menşe-i hayat: hayatın kaynağı (bk. ḥ-y-y)
meşiet: irade, dileme
meyvedar: meyveli
muayyen: belirli
mugayyebat-ı hamse: beş bilinmeyen şey (bk. ğ-y-b)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
mütehavvil: değişken
Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)
Rahmân: rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
şuûnat-ı İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın işleri ve icraatları (bk. ş-e-n; e-l-h)
tasrif-i hava: havanın idaresi ve kullanılması (bk. ṣ-r-f)
teshir-i sehab: bulutların emre boyun eğdirilmesi
umur-u lâzıme: gerekli işler
yeknesak: monoton, aynı tarzda
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, Dördüncü Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.281


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Liselere Geçiş Sistemi (LGS) Matematik Mucize Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Allahu Ekber’in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar – On Altıncı Söz Dördüncü Şua – Cumartesi Dersleri 16. 4.

Allahu ekber'in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar - Cumartesi Dersleri 16. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Allahu ekber’in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz Dördüncü Şua.

Allahu ekber'in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar - Cumartesi Dersleri 16. 4.
Allahu ekber’in Manası, Hac, Kabe ve Namaz, Cemaatle Yapılan İbadetler ve Kılınan Namazlar – Cumartesi Dersleri 16. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

DÖRDÜNCÜ ŞUA

İşte, ey tenbel nefsim! Bir nevi mirac hükmünde olan namazın hakikati, sabık temsilde bir nefer mahz-ı lütuf olarak huzur-u şahaneye kabulü gibi, mahz-ı rahmet olarak Zât-ı Celîl-i Zülcemâl ve Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâlin huzuruna kabulündür. Allahu ekber deyip, mânen ve hayalen veya niyeten iki cihandan geçip, kayd-ı maddiyattan tecerrüd edip, bir mertebe-i külliye-i ubûdiyete veya küllînin bir gölgesine veya bir suretine çıkıp, bir nevi huzura müşerref olup,

اِيَّاكَ نَعْبُدُ 

hitabına—herkesin kabiliyeti nisbetinde—bir mazhariyet-i azîmedir. Adeta, harekât-ı salâtiyede tekrarla Allahu ekber, Allahu ekber demekle kat’-ı meratip ve terakkiyat-ı mâneviyeye ve cüz’iyattan devâir-i külliyeye çıkmasına


Dipnot-1

“Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-2

“Yalnız Sana ibadet ederiz.” Fâtiha Sûresi, 1:5.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)
cezb: çekme
cilve: yansıma, görünüş (bk. c-l-y)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
cüz’iyat: küçüklük ve ferdî şeyler (bk. c-z-e)
dellâl: ilan edici, duyurucu
devâir-i külliye: geniş ve kapsamlı daireler (bk. k-l-l)
ferik: general
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
harekât-ı salâtiye: namazın hareketleri (bk. ṣ-l-v)
hususiyet: özellik
huzur-u şahane: padişahın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r)
iftikar: fakirliğini gösterme (bk. f-ḳ-r)
ihtar: hatırlatma, ikaz
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kat’-ı meratip: mertebeleri aşma
kayd-ı maddiyat: maddi kayıt, bağ
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)
Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve güzellik sahibi, kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d; c-m-l; ẕü; c-l-l)
mahz-ı lütuf: ikram ve iyiliğin tâ kendisi (bk. l-ṭ-f)
mahz-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi (bk. r-ḥ-m)
mazhariyet-i azîme: büyük mazhariyet, nailiyet (bk. ẓ-h-r; a-z-m)
meratib: mertebeler, dereceler
mertebe-i külliye-i ubûdiyet: Allah’a kulluğun büyük ve kapsamlı mertebesi (bk. k-l-l; a-b-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mirac: yükseliş, Allah’ın huzuruna çıkma (bk. a-r-c)
muîn: yardımcı
münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)
müşerref: şereflenme
müşir: mareşal
müstağni: ihtiyacı olmama (bk. ğ-n-y)
nefer: asker, er
nisbet: oran (bk. n-s-b)
perde-i izzet ve azamet: izzet ve büyüklüğün önündeki perde (bk. a-z-z; a-ẓ-m)
sabık: önceki
saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
şerik-i saltanat-ı Rububiyet: Cenab-ı Hakkın Rablık saltanatına ortak (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
sülûk etmek: yol almak
tecerrüd: sıyrılma
temâşâger: seyirci
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerleme, yükselme (bk. a-n-y)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
uruc etmek: yükselmek (bk. a-r-c)
zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
Zât-ı Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve haşmet sahibi Zât, Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)zıll: gölge

bir işarettir ve marifetimiz haricindeki kemâlât-ı kibriyâsının mücmel bir ünvanıdır. Güya herbir Allahu ekber bir basamak-ı miraciyeyi kat’ına işarettir. İşte, şu hakikat-i salâttan mânen veya niyeten veya tasavvuren veya hayalen bir gölgesine, bir şuâına mazhariyet dahi büyük bir saadettir.

İşte, hacda pek kesretli Allahu ekber denilmesi şu sırdandır. Çünkü, hacc-ı şerif, bil’asale herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubûdiyettir. Nasıl ki bir nefer, bayram gibi bir yevm-i mahsusta, ferik dairesinde, bir ferik gibi padişahın bayramına gider ve lütf una mazhar olur. Öyle de, bir hacı, ne kadar âmi de olsa, kat’-ı meratip etmiş bir velî gibi, umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir, bir ubûdiyet-i külliye ile müşerreftir. Elbette, hac miftahıyla açılan meratib-i külliye-i Rububiyet ve dürbünüyle nazarına görünen âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet ve şeâiriyle kalbine ve hayaline gittikçe genişlenen devâir-i ubûdiyet ve meratib-i kibriyâ ve ufk-u tecelliyatın verdiği hararet, hayret ve dehşet ve heybet-i Rububiyet Allahu ekber, Allahu ekber ile teskin edilebilir. Ve onunla, o meratib-i münkeşife-i meşhude veya mutasavvere ilân edilebilir.

Hacdan sonra, şu mânâ-yı ulvî ve küllî muhtelif derecelerde, bayram namazında, yağmur namazında, husuf, küsuf namazında, cemaatle kılınan namazda bulunur. İşte, şeâir-i İslâmiyenin, velev sünnet kabilinden dahi olsa ehemmiyeti şu sırdandır.

سُبْحَانَ مَنْ جَعَلَ خَزَۤائِنُهُ بَيْنَ الْكَافِ وَالنُّونِ 1     فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ


Dipnot-1

Kudretinin hazinelerini bir “Ol” emriyle var eden Zât-ı Zülcelâl her türlü kusurdan münezzehtir.


âfâk-ı azamet-i Ulûhiyet: Cenab-ı Allah’ın ilâhlığının büyüklüğünün ufukları, sınırları (bk. a-z-m; e-l-h)
aktâr-ı arz: dünyanın dört bir yanı
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
âmi: cahil
basamak-ı miraciye: mirac basamağı (bk. a-r-c)
bil’asale: bizzat
devâir-i ubûdiyet: kulluk daireleri (bk. a-b-d)
ferik: general
hacc-ı şerif: şerefli hac ibadeti
hakikat-i salât: namazın hakikati (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ṣ-l-v)
hararet: sıcaklık, ısı
haricinde: dışında
heybet-i Rububiyet: Allah’ın rububiyetinin heybeti (bk. r-b-b)
husuf: ay tutulması
kabil: gibi
kat’: aşma, yükselme
kat’-ı meratip etmek: mertebeleri aşmak, mânen yükselmek
kemâlât-ı kibriya: Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünün mükemmelliği (bk. k-m-l; k-b-r)
kesretli: çoklukla (bk. k-s̱-r)
küsuf: güneş tutulması
lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)
mânâ-yı ulvî ve küllî: yüce ve umumî mânâ (bk. a-n-y; k-l-l)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
marifet: bilgi (bk. a-r-f)
mazhar olmak: erişmek, nail olmak (bk. ẓ-h-r)
mazhariyet: nail olma, erişme (bk. ẓ-h-r)
meratib-i kibriyâ: Cenab-ı Allah’ın büyüklüğünün mertebeleri (bk. k-b-r)
meratib-i külliye-i Rububiyet: Rububiyetin geniş, kapsamlı mertebeleri; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesinin, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurmasının mertebeleri (bk. k-l-l; r-b-b)
meratib-i münkeşife-i meşhude: bizzat görerek açığa çıkmış mertebeler (bk. k-ş-f; ş-h-d)
mertebe-i külliye: geniş ve kapsamlı mertebe (bk. k-l-l)
miftah: anahtar
mücmel: kısa, öz (bk. c-m-l)
muhtelif: çeşitli
müşerref: şereflenmiş
mutasavvere: hayalen, tasavvur ederek (bk. ṣ-v-r)
müteveccih: yönelmiş
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nefer: asker, er
Rabb-i Azîm: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b; a-z-m)
saadet: mutluluk
şeâir: işaretler (bk. ş-a-r)
şeâir-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş işaretler, iş ve ibadetler (bk. ş-a-r; s-l-m)
şuâ: ışık, parıltı
sünnet: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
tasavvuren: hayal ederek, düşünerek (bk. ṣ-v-r)
teskin: yatıştırma, sakinleştirme
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
ubûdiyet-i külliye: büyük ve umumî kulluk (bk. a-b-d; k-l-l)
ufk-u tecelliyat: tecellilerin, yansımaların ufku (bk. c-l-y)
umum: bütün
velev: hatta
velî: Allah dostu (bk. v-l-y)
yevm-i mahsus: özel gün

شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ 1    سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ 2    رَبَّنَا لاَ تُؤٰاخِذْنَۤا اِنْ نَسِينَۤا اَوْ اَخْطَاْنَا 3    رَبَّناَ لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ 4    وَصَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى رَسُولِكَ اْلاَ كْرَمِ مَظْهَرِ اِسْمِكَ اْلاَعْظَمِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَاَصْحَابِهِ وَاِخْواَنِهِ وَاَتْبَاعِهِ اٰمِينَ يَۤا اَرْحَمَ الرَّاحِمِين َ    5


Dipnot-1

“Kusurdan münezzehtir o Zât ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-2

“(Ey Rabbimiz!) Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.

Dipnot-3

“Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme.” Bakara Sûresi, 2:286.

Dipnot-4

“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dua edip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:8.

Dipnot-5

İsm-i Âzamının mazharı olan Resul-i Ekremine, âl ve ashabına, ihvânına ve ona tâbi olanlara salât ve selâm olsun. Âmin, ey Erhamürrâhimîn.

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, Dördüncü Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.279


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Liselere Geçiş Sistemi (LGS) Matematik Mucize Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O’ndan uzak olması ne demek? – Cumartesi Dersleri 16. 3.

Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O'ndan uzak olması ne demek - Cumartesi Dersleri 16. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O’ndan uzak olması ne demek?” sorusu ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz Üçüncü Şua.

Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O'ndan uzak olması ne demek - Cumartesi Dersleri 16. 3.
Allah şah damarından daha yakın olduğu halde varlıkların son derece O’ndan uzak olması ne demek – Cumartesi Dersleri 16. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Ey haddinden tecavüz etmiş nefs-i pürvesvas! Diyorsun ki:

بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ 1  

مَا مِنْ دَۤابَّةٍ اِلاَّ هُوَ اٰخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا     2

وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَرِيدِ     3

gibi âyetler, nihayet derecede kurbiyet-i İlâhiyeyi gösteriyor .

وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ     

تَعْرُجُ الْمَلٰۤئِكَةُ وَالرُّوحُ اِلَيْهِ فِى يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُ خَمْسِينَ اَلْفَ سَنَةٍ     5

ve hadiste varid olan “Cenâb-ı Hak yetmiş bin hicab arkasındadır”6 ve Mirac gibi hakikatler, nihayet derecede bu’diyetimizi gösteriyor. Şu sırr-ı gâmızı fehme takrip edecek bir izah isterim.

Elcevap: Öyle ise dinle.

Evvelâ: Birinci Şuâın âhirinde demiştik: Nasıl ki güneş, kayıtsız nuruyla ve maddesiz aksi cihetiyle sana, senin ruhun penceresi ve onun âyinesi olan gözbebeğinden daha yakın olduğu halde, sen mukayyet ve maddede mahpus olduğun için ondan gayet uzaksın. Onun yalnız bir kısım akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin. Ve bir nevi cilveleriyle ve cüz’î tecellîleriyle görüşebilirsin. Ve bir sınıf sıfatları hükmünde olan elvanlarına ve bir taife isimleri hükmünde olan şualarına ve mazharlarına yanaşabilirsin. Eğer güneşin mertebe-i aslîsine yanaşmak ve bizzat, doğrudan doğruya, güneşin zatıyla görüşmek istersen, o vakit pek çok kayıtlardan tecerrüd etmekliğin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliğin lâzım gelir. Âdeta sen, mânen tecerrüd cihetiyle küre-i arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat edip ve kamer kadar yükselip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzat perdesiz onunla görüşüp bir derece yanaşmak dâvâ edebilirsin.


Dipnot-1

“Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-2

“Hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu alnından tutup kudretine boyun eğdirmiş olmasın.” Hûd Sûresi, 11:56.

Dipnot-3

“Biz ona şahdamarından daha yakınız.” Kaf Sûresi, 50:16.

Dipnot-4

“Siz de Ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-5

“Melekler ve Cebrail, ellibin sene uzunluğundaki bir günde Ona yükselirler.” Meâric Sûresi, 70:4.

Dipnot-6

bk. İmam Gazâlî, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn, 1:101; Ebû Ya’lâ, el-Müsned 13:520; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-Evsat 6:278, 8:382; er-Rûyânî, el-Müsned 2:212; İbni Ebî Âsım, es-Sünne 2:367.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âyine: ayna
bedir: dolunay, ayın en parlak hali
bu’diyet: uzaklık
cihet: yön
cilve: yansıma, akis (bk. c-l-y)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
elvan: renkler
fehm: anlayış
haddinden tecavüz etmek: çizgiyi aşmak, ileri gitmek
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hicab: perde
inbisat etme: genişleme, yayılma
kamer: ay
kurbiyet-i İlâhiye: Allah’a yakınlık (bk. e-l-h)
küre-i arz: yerküre, dünya
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)mazhar: yansıma ve görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
meratib-i külliyet: büyük mertebeler (bk. k-l-l)
mertebe-i aslî: asıl mertebe
Mirac: Peygamberimizin Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c)
mukabil: karşılık
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
nefs-i pürvesvas: çok vesveseli nefis (bk. n-f-s)
nevi: çeşit
nihayet: son
sırr-ı gâmız: anlaşılması zor mesele
şua: ışık, parıltı
taife: topluluk
takrip: yakınlaştırma
tecellî: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
tecerrüd: soyutlanma, sıyrılma
varid olan: söylenen

Öyle de, o Celîl-i Pürkemâl, o Cemîl-i Bîmisâl, o Vâcibü’l-Vücud, o Mûcid-i Küll-i Mevcud, o Şems-i Sermed, o Sultan-ı Ezel ve Ebed, sana senden yakındır. Sen Ondan nihayetsiz uzaksın. Kuvvetin varsa, temsildeki dekaiki tatbik et.

Saniyen: Meselâ, 

وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 

bir padişahın çok isimleri içinde Kumandan ismi çok mütedahil dairelerde tezahür eder. Serasker daire-i külliyesinden tut, müşiriyet ve ferikiyet, ta yüzbaşı, ta onbaşıya kadar, geniş ve dar, küllî ve cüz’î dairelerde de zuhur ve tecellîsi vardır. Şimdi, bir nefer, hizmet-i askeriyesinde, onbaşı makamında tezahür eden cüz’î kumandanlık noktasını merci tutar, kumandan-ı âzamına şu cüz’î cilve-i ismiyle temas eder ve münasebettar olur. Eğer asıl ismiyle temas etmek, ona o ünvanla görüşmek istese, onbaşılıktan ta serasker mertebe-i külliyesine çıkmak lâzım gelir.

Demek padişah, o nefere ismiyle, hükmüyle, kanunuyla ve ilmiyle, telefonuyla ve tedbiriyle ve—eğer o padişah, evliya-i abdaliyeden nuranî olsa—bizzat huzuruyla gayet yakındır. Hiçbir şey mâni olup hâil olamaz. Halbuki o nefer gayet uzaktır. Binler mertebeler hâil, binler hicaplar fâsıldır. Fakat bazan merhamet eder; hilâf-ı âdet, bir neferi huzuruna alır, lütf una mazhar eder.

Öyle de, emr-i كُنْ فَيَكُونُ 2 ‘a mâlik, güneşler ve yıldızlar emirber nefer hükmünde olan Zât-ı Zülcelâl, herşeye herşeyden daha ziyade yakın olduğu halde, herşey Ondan nihayetsiz uzaktır. Onun huzur-u kibriyâsına perdesiz girmek istenilse, zulmanî ve nuranî, yani maddî ve ekvânî ve esmâî ve sıfâtî yetmiş binler hicaptan geçmek, her ismin binler hususî ve küllî derecât-ı tecellîsinden çıkmak, gayet yüksek tabakat-ı sıfâtında mürur edip ta İsm-i Âzamına mazhar olan


Dipnot-1

“En yüce misaller Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.

Dipnot-2

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.


Celîl-i Pürkemâl: sonsuz kemâl ve haşmet sahibi Allah (bk. c-l-l; k-m-l)
Cemîl-i Bîmisâl: benzersiz güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l; m-s̱-l)
cilve-i isim: ismin cilvesi, görüntüsü (bk. c-l-y; s-m-v)
cüz’î: küçük, dar (bk. c-z-e)
daire-i külliye: büyük ve geniş daire (bk. k-l-l)
dekaik: incelikler
derecât-ı tecellî: yansıma dereceleri (bk. c-l-y)
ekvânî: varlıklarla ilgili (bk. k-v-n)
emirber nefer: emre hazır asker
esmâî: isimlerlehhhhh ilgili (bk. s-m-v)
evliya-i abdaliye: bir anda birkaç yerde görülebilen veliler (bk. v-l-y)
fâsıl: ara, ayırıcı
ferikiyet: generallik
hâil: engel
hicap: perde
hilâf-ı âdet: kuraldışı olarak
hizmet-i askeriye: askerlik hizmeti
huzur-u kibriyâ: sonsuz büyüklük sahibi Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; k-b-r)
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-z-m)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)
lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
mazhar: sahip olma, erişme (bk. ẓ-h-r)
merci: kaynak, başvurulacak yer
mertebe-i külliye: büyük ve kapsamlı mertebe (bk. k-l-l)
Mûcid-i Küll-i Mevcud: bütün varlıkları yoktan var eden Allah (bk. v-c-d; k-l-l)
mürur etme: geçme
müşiriyet: mareşallik
mütedahil: birbiri içinde
nefer: asker, er
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
saniyen: ikinci olarak
Şems-i Sermed: Sonsuz Güneş; bu tâbir herşeyi nurlandıran Allah için bir benzetme olarak kullanılır
serasker: ordu komutanı
sıfâtî: sıfatlarla ilgili (bk. v-ṣ-f)
Sultan-ı Ezel ve Ebed: başlangıç ve sonu olmaksızın, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. s-l-ṭ; e-z-l; e-b-d)
tabakat-ı sıfât: sıfat tabakaları (bk. v-ṣ-f)
tecelli: yansıma, görünme (bk. c-l-y)
tedbir: idare etme (bk. d-b-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tezahür: görünme (bk. ẓ-h-r)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
ziyade: çok, fazla
zuhur: görünme (bk. ẓ-h-r)
zulmanî: karanlık (bk. ẓ-l-m)

Copyright © Söz Basım Yayın


Arş-ı Âzamına uruc etmek, eğer cezb ve lütfu olmazsa binler seneler çalışmak ve sülûk etmek lâzım gelir. Meselâ, sen Ona Hâlık ismiyle yanaşmak istersen, senin Hâlıkın hususiyetiyle, sonra bütün insanların Hâlıkı cihetiyle, sonra bütün zîhayatların Hâlıkı ünvanıyla, sonra bütün mevcudatın Hâlıkı ismiyle münasebettarlık lâzım gelir. Yoksa zıllde kalırsın, yalnız cüz’î bir cilveyi bulursun.

Bir ihtar: Temsildeki padişah, aczi için, kumandanlık isminin meratibinde müşir ve ferik gibi vasıtalar koymuştur. Fakat بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ 1 olan Kadîr-i Mutlak, vasıtalardan müstağnidir. Vasıtalar sırf zahirîdirler. Perde-i izzet ve azamettirler. Ubûdiyet ve hayret ve acz ve iftikar içinde saltanat-ı Rububiyetine dellâldırlar, temâşâgerdirler. Muîni değiller; şerik-i saltanat-ı Rububiyet olamazlar.


Dipnot-1

“Herşeyin hüküm ve tasarrufu Onun elindedir.” Yâsin Sûresi, 36:83.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
Allahu ekber: Allah en büyüktür (bk. k-b-r)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)
cezb: çekmecilve: yansıma, görünüş (bk. c-l-y)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
cüz’iyat: küçüklük ve ferdî şeyler (bk. c-z-e)
dellâl: ilan edici, duyurucu
devâir-i külliye: geniş ve kapsamlı daireler (bk. k-l-l)
ferik: general
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: yaratıcı, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
harekât-ı salâtiye: namazın hareketleri (bk. ṣ-l-v)
hususiyet: özellik
huzur-u şahane: padişahın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r)
iftikar: fakirliğini gösterme (bk. f-ḳ-r)
ihtar: hatırlatma, ikaz
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kat’-ı meratip: mertebeleri aşma
kayd-ı maddiyat: maddi kayıt, bağ
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
lütuf: iyilik, ikram, bağış (bk. l-ṭ-f)
Mâbûd-u Cemîl-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve güzellik sahibi, kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d; c-m-l; ẕü; c-l-l)
mahz-ı lütuf: ikram ve iyiliğin tâ kendisi (bk. l-ṭ-f)
mahz-ı rahmet: rahmetin tâ kendisi (bk. r-ḥ-m)
mazhariyet-i azîme: büyük mazhariyet, nailiyet (bk. ẓ-h-r; a-z-m)
meratib: mertebeler, dereceler
mertebe-i külliye-i ubûdiyet: Allah’a kulluğun büyük ve kapsamlı mertebesi (bk. k-l-l; a-b-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mirac: yükseliş, Allah’ın huzuruna çıkma (bk. a-r-c)
muîn: yardımcı
münasebettar: ilişkili, bağlantılı (bk. n-s-b)
müşerref: şereflenme
müşir: mareşal
müstağni: ihtiyacı olmama (bk. ğ-n-y)
nefer: asker, er
nisbet: oran (bk. n-s-b)
perde-i izzet ve azamet: izzet ve büyüklüğün önündeki perde (bk. a-z-z; a-ẓ-m)
sabık: önceki
saltanat-ı Rububiyet: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
şerik-i saltanat-ı Rububiyet: Cenab-ı Hakkın Rablık saltanatına ortak (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
sülûk etmek: yol almak
tecerrüd: sıyrılma
temâşâger: seyirci
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
terakkiyat-ı mâneviye: mânevî ilerleme, yükselme (bk. a-n-y)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
uruc etmek: yükselmek (bk. a-r-c)
zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
Zât-ı Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve haşmet sahibi Zât, Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)zıll: gölge

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, Üçüncü Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.277


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

13. 3. On Üçüncü Söz – Birkaç biçare gençlere verilen bir tenbih, bir ders, bir ihtardır

13. 2. On Üçüncü Sözün İkinci Makamı

13.1. On Üçüncü Söz Ders – i İbret

12. 3. On İkinci Söz – Dördüncü Esas

12. 2. On İkinci Söz – İkinci ve Üçüncü Esas

12. 1. On İkinci Söz – Birinci Esas

11. 3. Onbirinci Söz Hakikatin Yüzü 2

10.16. Onuncu Söz Hatime

10.15. Onuncu Söz Onikinci Hakikat

10.14. Onuncu Söz Onbirinci Hakikat

10.13. Onuncu Söz Onuncu Hakikat

10.12. Onuncu Söz Dokuzuncu Hakikat

10.11. Onuncu Söz Sekizinci Hakikat

10.10. Onuncu Söz Yedinci Hakikat

10.9. Onuncu Söz Altıncı Hakikat

10.8. Onuncu Söz Beşinci Hakikat

10.7. Onuncu Söz Dördüncü Hakikat

10.6. Onuncu Söz Üçüncü Hakikat

10.5. Onuncu Söz İkinci Hakikat

10.4. Onuncu Söz 3. ve 4. İşaret ile 1. Hakikat

10.3. Onuncu Söz Mukaddime İkinci İşaret .

10.2. Onuncu Söz Mukaddime Birinci İşaret

10.1. Onuncu Söz Temsili Hikayecik 1-12. Suretler

9.2. Dokuzuncu Söz Beşinci Nükte

9. 1. Dokuzuncu Söz 1.-4. Nükteler

8. Sekizinci Söz

7. Yedinci Söz

6. Altıncı Söz

5. Beşinci Söz

4. Dördüncü Söz

3. Üçüncü Söz

2. İkinci Söz

1. Birinci Söz


8. sınıf fen konuları Bediüzzaman Cumartesi Dersleri EĞİTİM Eğitim Eğitim Haberleri Eğitim ve Öğretim Fen Bilimleri Fen Bilimleri 8 Fen Bilimleri 8 Yaprak Test Fen Bilimleri 8 Yaprak Testler fen bilimleri 8. sınıf test çöz fiziksel olaylar Kur'an Kur'an-ı Kerim Kur'ân-ı Hakîm Liselere Geçiş Sistemi (LGS) Matematik Mucize Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân On Dokuzuncu Söz On Dokuzuncu Söz – Risalet-i Ahmediyeye dairdir On Dördüncü Söz On Yedinci Söz On Üçüncü Söz Ortaokul Ortaokul Fen Bilimleri 8 Ortaokul Fen Bilimleri 8 Yaprak Test ORTAÖĞRETİM Partilerin Eğitim Programları POSTERLER Risale-i Nur Külliyatı Said Nursi Svenska Sözler SİYASİ PARTİLERİN EĞİTİM PROGRAMLARI Yirmi Birinci Söz Yirminci Söz Yirminci Sözün İkinci Makamı Yirminci Söz İkinci Makam ÇALIŞMA YAPRAĞI Üstad İLKOKUL İSVEÇÇE / SWEDISH / SVENSKA Şeytan

Kur’an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî – Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir? – Cumartesi Dersleri 16. 2.

Kur'an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî - Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir? - Cumartesi Dersleri 16. 2.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Kur’an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî – Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir?” sorusu cevaplandırılmaya çalışılıyor. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz İkinci Şua.

Kur'an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî - Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir? - Cumartesi Dersleri 16. 2.
Kur’an ve Kainat Kitabına Göre Varlıkların Ani veya Tedricî – Yavaş Yavaş Derecelerle Yaratılmasının Sırrı ve Hikmeti Nedir? – Cumartesi Dersleri 16. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

İKİNCİ ŞUA

Ey nefs-i bîhuş! Diyorsun ki:

 اِنَّمَۤا اَمْرُهُۤ اِذَۤا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ 

hem 

اِنْ كَانَتْ اِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ 

gibi âyetler, vücud-u eşya sırf bir emirle ve def’î olduğunu; ve

 صُنْعَ اللهِ الَّذِۤى اَتْقَنَ كُلَّ شَىْءٍ 

hem

 اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ 

gibi âyetler, vücud-u eşya ilim içinde azîm bir kudretle, hikmet içinde dakik bir san’atla, tedricî olduğunu gösteriyorlar. Vech-i tevfiki nedir?

Elcevap: Kur’ân’ın feyzine istinaden deriz:


Dipnot-1

“Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2

“Tek bir sesledir ki, hepsi birden toplanıp huzurumuza getirilirler.” Yâsin Sûresi, 36:53.

Dipnot-3

“Allah’ın san’atıdır ki, herşeyi hikmetle, yerli yerinde ve sapa sağlam yaratmıştır.” Neml Sûresi, 27:88.

Dipnot-4

“O herşeyi en güzel şekilde yarattı.” Secde Sûresi, 32:7.


âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
âyine-i cemâl: güzelliğin aynası (bk. c-m-l)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)
Cemîl-i Zülkemâl: kemâl ve güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l; ẕü; k-m-l)
cilve-i ef’âl: İlâhî fiillerin yansıması (bk. c-l-y; f-a-l)
dakik: pek ince, nazik
def’î: birden bire
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ilm-i muhit: her şeyi kuşatan ilim (bk. a-l-m)
irade-i külliye: herşeyi kuşatan irade (bk. r-v-d; k-l-l)
istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)
kamer: ay
kesb etmek: kazanmak
kudret: kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kudret-i mutlaka: sınırsız güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
külliye: kapsamlı (bk. k-l-l)
külliyet: genellik; istidatların tamamını geliştirme (bk. k-l-l)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
merâtib-i külliye: büyük ve kalabalık mertebeler (bk. k-l-l)
mertebe-i asliye: asıl mertebe
muhîta: kuşatıcı
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
nefs-i bîhuş: akılsız nefis (bk. n-f-s)
nim-şeffaf: yarı şeffaf
sıfât: vasıflar, nitelikler (bk. v-ṣ-f)
şuûnat: işler, faaliyetler (bk. ş-e-n)
tecellî-i sıfât: sıfâtın görünmesi (bk. c-l-y; v-ṣ-f)
tecerrüd: sıyrılma, arınma
tedricî: yavaş yavaş
temsil: kıyaslama tarzında benzetme (bk. m-s̱-l)
teveccüh-ü ehadiyet: Allah’ın herbir varlığa ayrı ayrı ve doğrudan teveccühü (bk. v-ḥ-d)
ulviyet: yücelik
umum: bütün
vech-i tevfik: uygunluk yönü
vücud-u eşya: varlıkların yaratılması (bk. v-c-d)
Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)
zılâl: gölgeler

Evvelâ: Münâfat yoktur. Bir kısım öyledir; iptidadaki icad gibi. Bir kısmı böyledir; mislini iade gibi.

Saniyen: Mevcudatta meşhud olan suhulet ve sür’at ve kesret ve vüs’at içinde nihayet intizam, gayet ittikan ve hüsn-ü san’at ve kemâl-i hilkat, şu iki kısım âyetlerin vücud-u hakikatlerine kat’iyen şehadet eder. Öyle ise, şunların hariçte tahakkukları medar-ı bahis olması lüzumsuzdur. Belki yalnız “Sırr-ı hikmeti nedir?” denilebilir. Öyle ise, biz dahi, bir kıyas-ı temsilî ile şu hikmete işaret ederiz.

Meselâ, nasıl ki terzi gibi bir san’atçı, birçok külfetler, maharetlerle musannâ birşeyi icad eder ve ona bir model yapar. Sonra onun emsalini külfetsiz, çabuk yapabilir. Hattâ bazan öyle bir derece suhulet peyda eder ki, güya emreder, yapılır. Ve öyle kuvvetli bir intizam kesbeder—saat gibi—güya bir emrin dokunmasıyla işlenir ve işler.

Öyle de, Sâni-i Hakîm ve Nakkâş-ı Alîm, şu âlem sarayını müştemilâtıyla beraber bedi’ bir surette yaptıktan sonra, cüz’î ve küllî, cüz ve küll herşeye bir model hükmünde bir nizam-ı kaderî ile bir miktar-ı muayyen vermiştir. İşte, bak, o Nakkâş-ı Ezelî, herbir asrı bir model yaparak mu’cizat-ı kudretiyle murassâ, taze bir âlemi ona giydiriyor. Herbir seneyi bir mikyas ederek havârık-ı rahmetiyle musannâ, taze bir kâinatı o kamete göre dikiyor. Herbir günü bir satır yaparak dekaik-i hikmetiyle müzeyyen, mücedded mevcudatı onda yazıyor.

Hem o Kadîr-i Mutlak, herbir asrı, herbir seneyi, herbir günü bir model yaptığı gibi, rû-yi zemini, herbir dağ ve sahrâyı, bağ ve bostanı, herbir ağacı birer model yapmıştır. Vakit bevakit, taze taze birer kâinatı zeminde kuruyor, birer yeni dünyayı icad ediyor, birer âlemi alıp da diğer muntazam bir âlemi getiriyor. Mevsim bemevsim, her bağ ve bostanda taze taze mu’cizât-ı kudretini ve hedâyâ-yı rahmetini gösterir, yeni birer kitab-ı hikmetnümâ yazıyor, taze taze birer


âlem: dünya (bk. a-l-m)
bedi’: güzel, eşsiz (bk. b-d-a)
bostan: bahçe
cüz: kısım, parça (bk. c-z-e)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
dekaik-i hikmet: hikmet incelikleri (bk. ḥ-k-m)
emsal: benzer (bk. m-s̱-l)
evvelâ: ilk olarak
hariç: dış
havârık-ı rahmet: rahmet harikaları (bk. r-ḥ-m)
hedâyâ-yı rahmet: rahmet hediyeleri (bk. r-ḥ-m)
hüsn-ü san’at: sanatın güzelliği (bk. ḥ-s-n, ṣ-n-a)
icad: var etme, yoktan yaratma; yapma, meydana getirme (bk. v-c-d)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iptida: başlangıç
ittikan: sağlamlık
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey, (bk. k-v-n)
kamet: biçim ve boy, endam
kat’iyen: kesinlikle
kemâl-i hilkat: yaratılışın mükemmelliği (bk. k-m-l; ḫ-l-ḳ)
kesbetme: kazanma
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kitab-ı hikmetnümâ: hikmetli kitap (bk. k-t-b; ḥ-k-m)
kıyas-ı temsilî: kıyaslamaya dayanan benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
külfet: zorluk
küll: hep, bütün (bk. k-l-l)
küllî: çok, tür, topluluk (bk. k-l-l)
maharet: beceri, yetenek
medar-ı bahis: sözkonusu
meşhud olan: görünen (bk. ş-h-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
miktar-ı muayyen: belirlenmiş miktar (bk. ḳ-d-r)
mikyas: ölçek
misil: benzer (bk. m-s̱-l)
mu’cizât-ı kudret: Allah’ın kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mücedded: yenilenen
münâfat: zıtlık, terslik
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
murassâ: süslenmiş
musannâ: sanatlı (bk. ṣ-n-a)
müştemilât: içindekiler
müzeyyen: zinetli, süslenmiş (bk. z-y-n)
Nakkaş-ı Alîm: her şeyi bilen ve her şeyi san’atlı bir şekilde işleyen Allah (bk. n-ḳ-ş; a-l-m)
Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi san’atlı bir şekilde işleyen, varlığının başlangıcı olmayıp sonradan var olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)
nihayet: son derece
nizam-ı kaderî: kader ölçüsü (bk. n-ẓ-m; ḳ-d-r)
rû-yi zemin: yeryüzü
sahrâ: ova
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
saniyen: ikinci olarak
sırr-ı hikmet: hikmetin sırrı (bk. ḥ-k-m)
suhulet: kolaylık
suhulet peyda etmek: kolaylık kazanmak
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
vücud-u hakikat: gerçek varlık (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ)
vüs’at: genişlik

matbaha-i rahmetini kuruyor, mücedded bir hulle-i san’atnümâ giydiriyor. Her baharda, herbir ağaca sündüs-misal taze bir çarşaf giydiriyor, lü’lü’-misal yeni bir murassaatla süslendiriyor, yıldız-misal rahmet hediyeleriyle ellerini dolduruyor.

İşte, şu işleri nihayet hüsn-ü san’at ve kemâl-i intizamla yapan ve şu birbiri arkasında gelen ve zaman ipine takılan seyyar âlemleri nihayet hikmet ve inâyet ve kemâl-i kudret ve san’atla değiştiren Zat, elbette gayet Kadîr ve Hakîmdir, nihayet derecede Basîr ve Alîmdir. Tesadüf onun işine karışamaz. İşte, o Zât-ı Zülcelâldir ki, şöyle ferman ediyor:

اِنَّمَۤا اَمْرُهُۤ اِذَۤا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ     1

وَمَۤا اَمْرُ السَّاعَةِ اِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ اَوْ هُوَ اَقْرَبُ     2

deyip, hem kemâl-i kudretini ilân, hem kudretine nisbeten haşir ve kıyamet gayet sehl ve külfetsiz olduğunu beyan ediyor. Emr-i tekvinîsi kudret ve iradeyi tazammun ettiğini ve bütün eşya, evâmirine gayet musahhar ve münkad olduklarını ve mübaşeretsiz, muâlecesiz halk ettiği için icadındaki suhulet-i mutlakayı ifade için, sırf bir emirle işler yaptığını, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan ile ferman ediyor.

Hasıl-ı kelâm: Bir kısım âyetler, eşyada, hususan bidayet-i icadında gayet derecede hüsn-ü san’atı ve nihayet derecede kemâl-i hikmeti ilân ediyor. Diğer kısmı, eşyada, hususan tekrar icadında ve iadesinde gayet derecede suhulet ve sür’atini, nihayet derecede inkıyad ve külfetsizliğini beyan eder.


Dipnot-1

“Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2

“Kıyametin gerçekleşmesi göz açıp kapayıncaya kadar, yahut ondan da yakındır.” Nahl Sûresi, 16:77.


Alîm: herşeyi bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)
Basîr: herşeyi gören Allah (bk. b-ṣ-r)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
bidayet-i icad: yaratılışın başlangıcı (bk. v-c-d)
emr-i tekvinî: yaratma emri (bk. k-v-n)
eşya: şeyler, varlıklar
evâmir: emirler
ferman etmek: buyurmak
Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hasıl-ı kelâm: sözün özü (bk. k-l-m)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hulle-i san’atnümâ: san’atlı elbise (bk. ṣ-n-a)
hüsn-ü san’at: güzel san’at (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)
hususan: özellikle
icad: yoktan yaratma (bk. v-c-d)
inayet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)
inkıyad: itaat etme
irade: dileme, tercih (bk. r-v-d)
Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
kemâl-i hikmet: hikmetin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizam: mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemâl-i kudret ve san’at: kudret ve san’atın mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r; ṣ-n-a)kıyamet: varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
külfetsiz: zahmetsiz, kolay
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lü’lü’-misal: inci gibi (bk. m-s̱-l)
matbaha-i rahmet: rahmet mutfağı (bk. r-ḥ-m)
muâlecesiz: doğrudan doğruya
mübaşeretsiz: temas etmeksizin
mücedded: yenilenen
münkad: itaat etmiş
murassaât: mücevherlerle süslü
musahhar: boyun eğmiş
nihayet: son derece; son
nisbeten: oranla, kıyasla (bk. n-s-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sehl: kolay
seyyar: hareketli, gezici
suhulet: kolaylık
suhulet-i mutlaka: sınırsız kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)
sündüs-misal: ipekli kumaş gibi (bk. m-s̱-l)
tazammun: kapsama, içine alma
yıldız-misal: yıldız gibi (bk. m-s̱-l)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, İkinci Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.274

Allah’ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması – On Altıncı Söz – Birinci Şua – Cumartesi Dersleri 16. 1.

Allah'ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması - Cumartesi Dersleri 16. 1.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Allah’ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması” konusu ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Altıncı Söz Birinci Şua.

Allah'ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması - Cumartesi Dersleri 16. 1.
Allah’ın herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması – Cumartesi Dersleri 16. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

On Altıncı Söz

اِنَّمَۤا اَمْرُهُۤ اِذَۤا اَرَادَ شَيْئًا اَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ
فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ     1

 İtminan-ı nefsime medar olacak, zulmeti dağıtacak şu âyetin nurundan Dört Şuâı göstermekle kör nefs ime bir basiret vermek için yazılmıştır.

BİRİNCİ ŞUA

Ey nefs-i nadan! Diyorsun ki: “Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye ile külliyet-i ef’âli; ve vahdet-i şahsiyesiyle muinsiz umumiyet-i Rububiyeti; ve ferdâniyeti ile şeriksiz şümul-ü tasarrufatı; ve mekândan münezzehiyetiyle her yerde hazır bulunması; ve nihayetsiz ulviyetiyle herşeye yakın olması; ve birliği ile her işi bizzat elinde tutması, hakaik-ı Kur’âniyedendir. Kur’ân ise hakîmdir. Hakîm ise, akıl kabul etmeyen şeyleri akla tahmil etmez. Akıl ise, zahirî bir münâfâtı görüyor. Aklı teslime sevk edecek bir izah isterim.

Elcevap: Madem öyledir; itminan için istersen, biz de Kur’ân’ın feyzine istinaden diyoruz: İsm-i Nur çok müşkilâtımızı halletmiş; inşaallah bunu da halleder. Akla vâzıh, kalbe nuranî olacak temsil yolunu ihtiyar ile, İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi deriz:


Dipnot-1

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir. Şanı ne yücedir Onun ki, herşeyin hüküm ve tasarrufu elindedir. Siz de ona döneceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:82-83.


basiret: görüş ve seziş (bk. b-ṣ-r)
Ehadiyet-i Zât-ı İlâhiye: Allah’ın Zâtının birliği (bk. v-ḥ-d; e-l-h)
ferdâniyet: birlik ve teklik (bk. f-r-d)
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
hakaik-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakîm: hikmet sahibi (bk. ḥ-k-m)
ihtiyar: irade, seçme, tercih (bk. ḫ-y-r)
İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)
ism-i Nur: Allah’ın Nur ismi (bk. s-m-v; n-v-r)
istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)
itminan: inanma, tatmin olma
itminan-ı nefis: nefsin tam kanaatle inanması (bk. n-f-s)
külliyet-i ef’âl: işlerin çokluğu ve kapsamlılığı (bk. k-l-l; f-a-l)
medar: sebep, vesile
muinsiz: yardımcısız
münâfât: tezat, zıtlık
münezzehiyet: arınmış ve yüce olma (bk. n-ẓ-h)
müşkilât: zorluklar
nefis: kişinin kendisi; insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nefs-i nadan: cahil nefis (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
şeriksiz: ortaksız
şuâ: ışık, parıltı
şümul-ü tasarrufat: tasarrufların her şeyi kaplaması (bk. ṣ-r-f)
tahmil etmek: yüklemek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
ulviyet: yücelik
umumiyet-i Rububiyet: Cenab-ı Hakkın idare ve terbiye ediciliğinin ve egemenliğinin her şeyi kuşatması (bk. r-b-b)
vahdet-i şahsiye: şahsın birliği (bk. v-h-d)
vâzıh: açık, âşikar
zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r)
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)

  نَه شَبَمْ نَه شَبْ پَرَسْتَمْ مَنْ     غُلاٰمِ شَمْسَمْ اَزْشَمْسِ مِى گُويَمْ خَبَرْ     1

Temsil, i’câz-ı Kur’ân’ın en parlak bir âyinesi olduğundan, biz dahi bir temsille şu sırra bakacağız. Şöyle ki:

Birtek zat, muhtelif merâyâ vasıtasıyla külliyet kesb eder. Cüz’î-yi hakikî iken, umumî şuûnâta mâlik bir küllî hükmüne geçer. Meselâ, şems, bir cüz’î-yi müşahhas iken, eşya-yı şeffâfe vasıtasıyla öyle bir küllî hükmüne geçer ki, rû-yi zemini timsalleriyle, akisleriyle dolduruyor. Hattâ katarat ve parlak zerrat adedince cilveleri bulunuyor. Güneşin harareti ve ziyası ve ziyasının içinde olan yedi renkli elvân-ı seb’ası, herbirisi, mukabilindeki eşyaya muhit, âmm ve şamil oldukları halde, herbir şeffaf şey dahi güneşin timsaliyle beraber harareti, hem ziyayı, hem elvân-ı seb’ayı gözbebeğinde saklıyor ve sâfi kalbini ona bir taht yapıyor.

Demek, şems, vâhidiyet haysiyetiyle ona mukabil umum eşyaya muhit olduğu gibi; ehadiyet cihetiyle, herbir şeyde güneş çok vasıflarıyla beraber, bir nevi cilve-i zatıyla bulunur. Madem temsilden temessül bahsine geçtik. Temessülün çok envâından şu meseleye medar olacak üç nev’ine işaret ederiz.

Birincisi: Kesif, maddî şeylerin akisleridir. O akisler hem gayrdır, ayn değil; hem mevattır, ölüdür. Hüviyet-i suriyesinden başka hiçbir hâsiyete mâlik değil. Meselâ sen âyineler mahzenine girsen, bir Said binler Said olur. Fakat zîhayat yalnız sensin. Ötekiler ölüdürler; hayat hassaları onlarda yoktur.

İkincisi: Maddî nuranînin akisleridir. Şu akis ayn değil, fakat gayr da değil. Mahiyeti tutmuyor; fakat o nurânînin ekser hâsiyetlerine mâliktir, onun gibi hayy sayılıyor.

Meselâ, şems dünyaya girdi, herbir âyinede aksini gösterdi. O akislerin herbirinde, güneşin hassaları hükmünde olan hararet, ziya ve ziyadaki elvân-ı seb’a bulunuyor. Eğer, faraza, güneş zîşuur olsaydı—harareti ayn-ı kudreti, ziyası ayn-ı ilmi, elvân-ı seb’ası sıfât-ı seb’ası olsaydı—o vakit, o tek ve yekta bir


Dipnot-1

“Ben ne geceyim, ne de geceye kulluk ederim. Ben bir hakikat güneşinin hâdimiyim ki, size ondan haber getiriyorum.” İmam-ı Rabbânî, el-Mektûbât 1:124 (130. Mektup).


âmm: umumî, genel
âyine: ayna
ayn: aslı, kendisi
ayn-ı ilmi: ilmin kendisi (bk. a-l-m)
ayn-ı kudret: kudretin kendisi (bk. ḳ-d-r)
cilve: yansıma (bk. c-l-y)
cilve-i zât: zâtın görüntüsü (bk. c-l-y)
cüz’î-yi hakikî: gerçek fert, tek kişi (bk. c-z-e; ḥ-ḳ-ḳ)
cüz’î-yi müşahhas: somut bir fert, birey (bk. c-z-e)
ehadiyet: her bir varlıkta görünen birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
elvân-ı seb’a: yedi renk
envâ: çeşitler, türler
eşya-yı şeffâfe: şeffaf şeyler
faraza: varsayalım ki
gayr: diğeri, başkası
hararet: sıcaklık, ısı
hâsiyet: özellik, hususiyet
hassa: özellik
hayy: diri, canlı (bk. ḥ-y-y)
hüviyet-i suriye: görünüşteki şahsiyet
i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
katarat: damlalar
kesb etmek: kazanmak
kesif: yoğun, şeffaf olmayan
küllî: fertlerden oluşan topluluk, bireyler topluluğu (bk. k-l-l)
külliyet: fertlerden oluşan topluluk hâli (bk. k-l-l)
mahiyet: özellik, nitelik, iç yapı
mahzen: depo
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
medar: dayanak, vesile
merâyâ: aynalar
mevat: ölmüş (bk. m-v-t)
muhit: kapsayıcı, kuşatıcı
mukabil: karşılık
nev’: çeşit
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
rû-yi zemin: yeryüzü
sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)
şamil: kapsamlı
şems: güneş
sıfât-ı seb’a: yedi sıfat (bk. v-ṣ-f)
şuûnât: özellikler, haller ve işler (bk. ş-e-n)
temessül: görüntünün belirmesi (bk. m-s̱-l)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
umumî: genel
vâhidiyet: varlıkları kaplayan birlik tecellisi (bk. v-ḥ-d)
yekta: tek, eşsiz
zerrat: zerreler, atomlar
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
ziya: ışık

güneş, bir anda herbir âyinede bulunur, herbirisini kendine bir nevi arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mâni olmazdı. Herbirimizle, âyinemiz vasıtasıyla görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.

Üçüncüsü: Nuranî ruhların aksidir. Şu akis hem hayydır, hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsü’l-emriyesini tamamen tutmuyor.

Meselâ, Hazret-i Cebrail aleyhisselâm, Dıhye suretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu1 bir anda, huzur-u İlâhîde, haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzamın önünde secdeye gider,2 hem o anda hesapsız yerlerde bulunur, evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş bir işe mâni olmazdı.

İşte, şu sırdandır ki, mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirine mâni olmaz. Hattâ, evliyadan, ziyade nuraniyet kesb eden ve abdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş.

Evet, nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyir ve seyahat suretine geçerler. Ve o ruhanîler, hayal sür’atiyle o merâyâ-yı nazifede, o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.

Madem güneş gibi âciz ve musahhar mahlûklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyet nim-nuranî masnular, nuraniyet sırrıyla, bir yerde iken pek çok yerlerde bulunabilirler. Mukayyet bir cüz’î iken mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz’î bir ihtiyar ile pek çok muhtelif işleri yapabilirler. Acaba, maddeden mücerred ve muallâ; ve tahdid-i kayıt ve zulmet-i kesafetten münezzeh ve müberrâ; ve şu umum envar ve bütün nuraniyat Onun envâr-ı kudsiye-i esmâsının bir kesif


Dipnot-1

bk. Buharî, Menâkıb 25, Fezâilü’l-Kur’ân 1; Müslim, Îmân 271, Fezâili’s-Sahabe 100.

Dipnot-2

bk. Buharî, Bed’ü’l-Halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Îmân 346; Tirmizî, Tefsîru Sûre (16) 6.


abdal: Allah’a yönelmiş kimse, derviş
âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l)
arş: taht (bk. a-r-ş)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)
asfiya: Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi kimseler (bk. ṣ-f-y)
âyine: ayna
ayn: aslı, kendisi
berk: şimşek
Cebrâil: (bk. bilgiler)
cismaniyat: maddî varlıklar
cüz’î: fert, birey; az (bk. c-z-e)
Dıhye: (bk. bilgiler)
envar: nurlar (bk. n-v-r)
envâr-ı kudsiye-i esmâ: Allah’ın isimlerinin mukaddes nurları (bk. n-v-r; ḳ-d-s; s-m-v)
esir: kâinatı kapladığına inanılan ince ve lâtif madde
evâmir-i İlâhiye: Allah’ın emirleri (bk. e-l-h)
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hayy: diri, canlı (bk. ḥ-y-y)
huzur-u İlâhi: Cenab-ı Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; e-l-h)
huzur-u Nebevî: Hz. Peygamberin huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; n-b-e)
ihtiyar: irade, tercih (bk. ḫ-y-r)
kesb etmek: kazanmak
kesif: yoğun, şeffaf olmayan
küllî: bireyler topluluğu (bk. k-l-l)
mahiyet-i nefsü’l-emir: birşeyin gerçek niteliği (bk. n-f-s)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnu: sanat eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
menâzil-i lâtife: güzel yerler (bk. n-z-l; l-ṭ-f)
merâyâ-yı nazife: temiz aynalar
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muallâ: yüce
müberrâ: temiz, pâk
mücerred: soyutlanmış
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)
müşahede: görme (bk. ş-h-d)
musahhar: boyun eğmiş
mutlak: sınrsız, kayıtsız (bk. ṭ-l-ḳ)
nevi: çeşit, tür
nim-nuranî: yarı parlak (bk. n-v-r)
nisbet: oran, ölçü (bk. n-s-b )
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
nuraniyat: nurdan varlıklar (bk. n-v-r)
nuraniyet: nur özelliği (bk. n-v-r)
ruhaniyat: ruhanîler (bk. r-v-ḥ)
salâvat: Peygamberimize rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
tahdid-i kayıt: kayıt altına alınma
tezahür: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r)
vasıta-i seyir ve seyahat: seyir ve yolculuk vasıtası
zulmet-i kesafet: madde ve yoğunluğun karanlığı (bk. ẓ-l-m)

zılâli; ve umum vücut ve bütün hayat ve âlem-i ervah ve âlem-i misal nim-şeffaf bir âyine-i cemâli; ve sıfâtı muhîta; ve şuûnâtı külliye olan bir Zât-ı Akdesin irade-i külliye ve kudret-i mutlaka ve ilm-i muhitle tecellî-i sıfâtı ve cilve-i ef’âli içindeki teveccüh-ü ehadiyetinden hangi şey saklanabilir, hangi iş ağır gelebilir, hangi şey gizlenebilir, hangi fert uzak kalabilir, hangi şahıs külliyet kesb etmeden ona yanaşabilir?

Evet, nasıl güneş kayıtsız nuru, maddesiz aksi vasıtasıyla sana senin gözbebeğinden daha yakın olduğu halde, sen mukayyet olduğun için ondan gayet uzaksın. Ona yanaşmak için çok kayıtlardan tecerrüd etmek, çok merâtib-i külliyeden geçmek lâzım gelir. Adeta, mânen yer kadar büyüyüp, kamer kadar yükselip, sonra doğrudan doğruya güneşin mertebe-i asliyesine bir derece yanaşabilir ve perdesiz görüşebilirsin. Öyle de, Celîl-i Zülcemâl, Cemîl-i Zülkemâl sana gayet yakındır; sen Ondan gayet uzaksın. Kalbin kuvveti, aklın ulviyeti varsa, temsildeki noktaları hakikate tatbike çalış.

âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
âyine-i cemâl: güzelliğin aynası (bk. c-m-l)
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
Celîl-i Zülcemâl: sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)
Cemîl-i Zülkemâl: kemâl ve güzellik sahibi Allah (bk. c-m-l; ẕü; k-m-l)
cilve-i ef’âl: İlâhî fiillerin yansıması (bk. c-l-y; f-a-l)
dakik: pek ince, nazik
def’î: birden bire
feyz: ilham, bereket ve ilim bolluğu (bk. f-y-ḍ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ilm-i muhit: her şeyi kuşatan ilim (bk. a-l-m)
irade-i külliye: herşeyi kuşatan irade (bk. r-v-d; k-l-l)
istinaden: dayanarak (bk. s-n-d)
kamer: ay
kesb etmek: kazanmak
kudret: kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kudret-i mutlaka: sınırsız güç ve iktidar (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
külliye: kapsamlı (bk. k-l-l)
külliyet: genellik; istidatların tamamını geliştirme (bk. k-l-l)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
merâtib-i külliye: büyük ve kalabalık mertebeler (bk. k-l-l)
mertebe-i asliye: asıl mertebe
muhîta: kuşatıcı
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
nefs-i bîhuş: akılsız nefis (bk. n-f-s)
nim-şeffaf: yarı şeffaf
sıfât: vasıflar, nitelikler (bk. v-ṣ-f)
şuûnat: işler, faaliyetler (bk. ş-e-n)
tecellî-i sıfât: sıfâtın görünmesi (bk. c-l-y; v-ṣ-f)
tecerrüd: sıyrılma, arınma
tedricî: yavaş yavaş
temsil: kıyaslama tarzında benzetme (bk. m-s̱-l)
teveccüh-ü ehadiyet: Allah’ın herbir varlığa ayrı ayrı ve doğrudan teveccühü (bk. v-ḥ-d)
ulviyet: yücelik
umum: bütün
vech-i tevfik: uygunluk yönü
vücud-u eşya: varlıkların yaratılması (bk. v-c-d)
Zât-ı Akdes: her türlü kusur ve noksandan yüce olan Zât, Allah (bk. ḳ-d-s)zılâl: gölgeler

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Altıncı Söz, Birinci Şua, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.271