Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal Üçüncü Meyve.

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

ÜÇÜNCÜ MEYVE:

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor.

Meselâ birşeyi satın aldın. İcab ve kabul-ü şer’îyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î, bir tasavvur-u vahiy verir. O dahi, Şârii düşünmekle, bir teveccüh-ü İlâhî verir. O dahi bir huzur verir. Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fâni ömür, bâki meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.

فَاٰمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ     3

fermanını dinle. Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden Esmâ-i Hüsnânın herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış.


Dipnot-3

“Siz de Allah’a ve Resulüne iman edin ki, o ümmî peygamber de Allah’a ve Onun sözlerine iman etmiştir. Ve ona uyun-tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız.” A’râf Sûresi, 7:158.


âdet: her vakit yapılan iş, davranış
âdi: basit, sıradan
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âlâkadar: alakalı, ilgili
amel-i uhrevî: âhirete ait iş (bk. e-ḫ-r)
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
dakika-i ömr: ömür dakikası
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)
ferman: emir, buyruk
feyz-i tecellî: yansımadan doğan feyiz, bereket (bk. f-y-ḍ; c-l-y)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sayısız
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icab ve kabul-ü şer’î: şeriata göre “verdim” ve “aldım” ifadesi, ilkeleri (bk. c-v-b; ş-r-a)
intişar etme: yayılma
ittibâ etmek: tabi olmak, uymak
kalb etmek: dönüştürmek
mazhar-ı câmi’: kapsamlı bir görüntü yeri (bk. ẓ-h-r; c-m-a)
medar: vesile
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muamele-i şer’iye: dinle ilgili davranış (bk. ş-r-a)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nur-u Ahmedî: Peygamberimizin (a.s.m.) nuru (bk. n-v-r; ḥ-m-d)
salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
Şâri: kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah (bk. ş-r-a)
şeriat: İlahî kanun, İslâmiyet (bk. ş-r-a)
tahattur-u hükm-ü şer’î: dini hükmün hatırlanması (bk. ḥ-k-m; ş-r-a)
tasavvur-u vahiy: vahyi düşünme (bk. ṣ-v-r; v-ḥ-y)
tatbik etmek: uygulamak
tatbik-i amel: işin uygulanması, şeriat ve sünnete uyarlanması
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teveccüh-ü İlâhî: Allah’a yöneliş (bk. e-l-h)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Üçüncü Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.485

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/485


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.
Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle: “Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle: ‘Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal İkinci Meyve.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.
Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

İKİNCİ MEYVE:

Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız.

Çünkü, ey nefis, hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle, bütün mat’umâtı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.

Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rû-yi zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.

Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.

Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddî eden ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.


âlem-i mülk ve melekût: varlığın dış ve iç yüzü (bk. a-l-m; m-l-k)
câmi’: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a)
cismanî: vücutla alakalı
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
daire-i mümkinat: imkân alemi; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n)
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fermân-ı ezelî: ezelî buyruk (bk. e-z-l)
fethetmek: açmak
habîb: sevgili (bk. ḥ-b-b)
hadsiz: sınırsız
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hassasiyetli: duyarlı, hassas
hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibaret (bk. ḫ-y-r)
hazine-i ihsan ve kerem: iyilik ve bağış hazinesi (bk. ḥ-s-n; k-r-m)
hevesât: hevesler, arzular
ihsânât: iyilikler, bağışlar (bk. ḥ-s-n)
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
insaniyet-i kübrâ: en büyük insanlık (bk. k-b-r)
iştiha: iştah, fazla istek ve arzu
ittibâ etmek: uymak
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
Mahbûb-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l)
mânevî: mânâya ait (bk. a-n-y)
mat’umât: yenecek şeyler
mesken: ev, mekân (bk. s-k-n)
mide-i insaniyet: insanlık midesi, insanî değerlerle doyan mide
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika: sonradan verilecek olan mükafatın başlangıcı (bk. ḳ-d-m)
muvazzaf: vazifeli
müheyyâ etme: hazırlama
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
netice-i nimet-i sabıka: geçmişte verilmiş nimetin sonucu (bk. n-a-m)
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
rahmet: merhamet, şefkat, ihsan (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün canlıların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ)
rû-yi zemin: yeryüzü
saadet: mutluluk
sair: diğer
sıfât-ı mukaddese: mukaddes sıfatlar (bk. v-ṣ-f; ḳ-d-s)
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
şamil: içine alan, kapsayıcı
tagaddî etmek: beslenmek
tecellî-i muhabbet: sevginin yansıması (bk. c-l-y; ḥ-b-b)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zerre: atom, maddenin en küçük parçası

Sonra, imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir.

Yani, cismâniyetin itibarıyla küçük, zayıf, âciz, zelil, mukayyet, mahdut bir cüzsün. Onun ihsanıyla, cüz’î bir cüzden, küllî bir küll-ü nuranî hükmüne geçtin. Zira, hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete; ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nuranî bir külliyete; ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.

İşte, ey nefis, sen bu ücreti almışsın. Ubûdiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki buna da tembellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem “Niçin duam kabul olmadı?” diye nazlanıyorsun.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle:

قُلْ بِفَضْلِ اللهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذٰ لِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ     1

Eğer desen: “Şu küllî, hadsiz nimetlere karşı nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”

Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikadla. Meselâ, nasıl ki bir adam, beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer. Ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.”

İşte, hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet


Dipnot-1

“Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
alâmet: işaret
cismâniyet: bedenle, maddî vücutla ilgili oluş
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e)
cüz’iyet: parça olma hali, küçüklük (bk. c-z-e)
derece-i sadakat: bağlılık derecesi (bk. ṣ-d-ḳ)
ferman: emir, buyruk
gayr-ı mütenâhi: sonu olmayan
hadsiz: sayısız
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
iktidar: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)
iltica etmek: sığınmak
insaniyet: insanlık
itikad: inanç
kâfi: yeterli
kerem: cömertlik, ikram, bağış (bk. k-r-m)
kıymettar: kıymetli, değerli
küll-ü nuranî: nurlu bir küll, bütün varlıklarla ilgisi olan bir kapsamlılık (bk. k-l-l; n-v-r)
küllî: kapsamlı, insanlık gibi bir tür hükmünde (bk. k-l-l)
külliyet: büyüklük, genellik (bk. k-l-l)
mahdut: sınırlanmış
mahz-ı fazl ve kerem: cömertlik ve ikramın ta kendisi (bk. f-ḍ-l; k-r-m)
makbul: kabul görmüş, değer ve itibar sahibi
marifet: Allah’ı bilme, tanıma (bk. a-r-f)
misil: benzer, eşdeğer (bk. m-s̱-l)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhit: herşeyi içine alan, kuşatan
mukabele etmek: karşılık vermek
mukayyet: kayıt altında, bağlı
mükellef: yükümlü
mütehakkimâne: zorbaca (bk. ḥ-k-m)
nam: ad
nevi: tür, çeşit
niyaz: dua, yalvarma, yakarma
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
raiyet: halk
saadet: mutluluk
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
seyyidim: efendim
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
takdim etmek: sunmak (bk. m-s̱-l)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
ulvî: yüce
zelil: hor, hakir
zira: çünkü

olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o biçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder.

Aynen öyle de, âciz bir abd, namazında “Ettahiyyâtü lillâh” der. Yani, “Bütün mahlûkatın hayatlarıyla Sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu Sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler Sana takdim edecektim. Hem Sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın.” İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir.

Nebâtâtın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir. Meselâ, kavun, kalbinde, nüveler suretinde bin niyet eder ki, “Yâ Hâlıkım! Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilân etmek isterim.” Cenâb-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır”1 şu sırra işaret eder.

Hem

سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ عَدَدَ خَلْقِكَ وَرِضَۤاءَ نَفْسِكَ وَزِنَةَ عَرْشِكَ وَمِدَادَ كَلِمَاتِكَ وَنُسَبِّحُكَ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ اَنْبِيَۤائِكَ وَاَوْلِيَۤائِكَ وَمَلٰۤئِكَتِكَ     2

gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti şu sırdan anlaşılır.

Hem nasıl bir zabit bütün neferâtının yekûn hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder. Öyle de, mahlûkata zabitlik eden ve hayvânat ve nebâtâta kumandanlık yapan ve mevcudat-ı arziyeye halifelik etmeye kabil olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telâkki eden insan, 

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 

der, bütün halkın ibadetlerini ve istiânelerini kendi namına Mâbûd-u Zülcelâle takdim eder.


Dipnot-1

bk. el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:291.

Dipnot-2

“Mahlûkatının sayısınca, Zâtına lâyık şekilde, Arşının ağırlığınca ve kelimelerinin mürekkebi miktarınca hamdinle Seni her türlü noksandan tenzih ederiz.” (Müslim, Zikir: 79; Ebû Dâvud, Vitir: 24; Tirmizi, Daavât: 103; Nesâî, Sehv: 94; Müsned, 1:258, 353, 6:325, 430.)Bütün peygamberlerinin, evliyalarının ve meleklerinin tesbihatlarıyla Seni kusurdan tenzih ederiz.

Dipnot-3

“Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.” Fatiha Sûresi, 1:5.


abd: kul (bk. a-b-d)
âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
amel: iş, fiil, davranış
biçare: çaresiz
bilfiil: fiilen, gerçekte (bk. f-a-l)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
hadsiz: sayısız
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f)
hayvanât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hediye-i ubûdiyet: kulluk hediyesi (bk. a-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hususî: özel
istiâne: yardım dileme
itikad: inanç
kabil: kabiliyetli
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
liyakat: layık olma
Mâbûd-u Zülcelâl: sonsuz haşmet ve heybet sahibi ve herşeyin kendisine ibadet ettiği Allah (bk. a-b-d; ẕü; c-l-l)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mevcudât-ı arziye: dünyadaki varlıklar (bk. v-c-d)
mü’min: inanan (bk. e-m-n)
nakış: işleme, dokuma (bk. n-ḳ-ş)
nam: ad
nebâtât: bitkiler
neferât: askerler, erler
nüve: çekirdek
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şükr-ü küllî: umumî ve kapsamlı bir şükür (bk. ş-k-r; k-l-l)
tahiyye: selam, hediye (bk. ḥ-y-y)
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
telâkki etmek: kabul etmek
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
umum: bütün
yekûn: bütün, toplam
zabit: subay

Hem

سُبْحَانَكَ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَبِاَلْسِنَةِ جَمِيعِ مَصْنُوعَاتِكَ     1

der, bütün mevcudatı kendi hesabına söylettirir.

Hem 

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَۤائِنَاتِ وَمُرَكَّبَاتِهَا 

der, herşey namına bir salâvat getirir. Çünkü herşey nur-u Ahmedî (a.s.m.) ile alâkadardır. İşte, tesbihatta, salâvatlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla.


âdet: her vakit yapılan iş, davranış
âdi: basit, sıradan
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âlâkadar: alakalı, ilgili
amel-i uhrevî: âhirete ait iş (bk. e-ḫ-r)
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
dakika-i ömr: ömür dakikası
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)
ferman: emir, buyruk
feyz-i tecellî: yansımadan doğan feyiz, bereket (bk. f-y-ḍ; c-l-y)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sayısız
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icab ve kabul-ü şer’î: şeriata göre “verdim” ve “aldım” ifadesi, ilkeleri (bk. c-v-b; ş-r-a)
intişar etme: yayılma
ittibâ etmek: tabi olmak, uymak
kalb etmek: dönüştürmek
mazhar-ı câmi’: kapsamlı bir görüntü yeri (bk. ẓ-h-r; c-m-a)
medar: vesile
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muamele-i şer’iye: dinle ilgili davranış (bk. ş-r-a)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nur-u Ahmedî: Peygamberimizin (a.s.m.) nuru (bk. n-v-r; ḥ-m-d)
salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
Şâri: kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah (bk. ş-r-a)
şeriat: İlahî kanun, İslâmiyet (bk. ş-r-a)
tahattur-u hükm-ü şer’î: dini hükmün hatırlanması (bk. ḥ-k-m; ş-r-a)
tasavvur-u vahiy: vahyi düşünme (bk. ṣ-v-r; v-ḥ-y)
tatbik etmek: uygulamak
tatbik-i amel: işin uygulanması, şeriat ve sünnete uyarlanması
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teveccüh-ü İlâhî: Allah’a yöneliş (bk. e-l-h)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, İkinci Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.482

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/482


CUMARTESİ DERSLERİ

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

Kur'ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Dördüncü Dal.

Kur'ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.
Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

DÖRDÜNCÜ DAL

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِى اْلاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَۤابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ اِنَّ اللهَ يَفْعَلُ مَايَشَۤاءُ     1

Şu büyük ve geniş âyetin hazinesinden yalnız birtek cevherini göstereceğiz. Şöyle ki:

Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. Biz, onların ibadetlerinin tenevvüünün bir nev’ini, bir temsille beyan ederiz.

Meselâ, 

وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 

azîm bir mâlikü’l-mülk, büyük bir şehri veya muhteşem bir sarayı bina ettiği vakit, o zat dört nevi ameleyi onun binasında istihdam ve istimal eder.

Birinci nevi: Onun memlük ve köleleridir. Bu nev’in ne maaşı var ve ne de ücreti var. Belki onlar, seyyidlerinin emriyle işledikleri her amelde, onların gayet lâtif bir zevk ve hoş bir şevkleri vardır. Seyyidlerinin medhinden ve vasfından ne deseler, onların zevkini ve şevkini ziyade eder. Onlar, o mukaddes seyyidlerine intisaplarını büyük bir şeref bilerek onunla iktifa ediyorlar. Hem o seyyidin namıyla, hesabıyla, nazarıyla işlere bakmalarından da mânevî lezzet buluyorlar; ücret ve rütbeye ve maaşa muhtaç olmuyorlar.

İkinci kısım ki, bazı âmi hizmetkârlardır. Bilmiyorlar, niçin işliyorlar. Belki o mâlik-i zîşan onları istimal ediyor, kendi fikriyle ve ilmiyle onları çalıştırıyor. Onlara lâyık bir cüz’î ücret dahi veriyor. O hizmetkârlar bilmiyorlar ki, amellerine ne çeşit küllî gayeler, âli maslahatlar terettüp ediyor. Hattâ bazıları tevehhüm ediyorlar ki, onların amelleri yalnız kendilerine ait o ücret ve maaşından başka gayesi yoktur.


Dipnot-1

“Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde eder. Birçoğu da vardır ki, onlar üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, ona ikramda bulunup şerefli hâle getirecek kimse yoktur. Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar.” Hacc Sûresi, 22:18. (Bu âyet secde âyetidir.)

Dipnot-2

“En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl Sûresi, 16:60.


âli: yüksek, yüce
amel: iş, fiil
amele: işçiler
âmi: basit, sıradan
Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m)
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
bina etmek: yapmak
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cevher: asıl, öz
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
ferş: yer
hamd: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hizmetkâr: hizmetç
iibadet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
iktifa etme: yetinme
intisap: bağlanma, mensup olma (bk. n-s-b)
istihdam: çalıştırma
istimal: kullanma
küllî: çok, büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mâlik-i zîşan: şanlı ve şerefli sahip (bk. m-l-k; ẕî)
mâlikü’l-mülk: bütün mülkün sahibi (bk. m-l-k)
maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
medh: övgü
memluk: köle (bk. m-l-k)
mukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış (bk. ḳ-d-s)
nam: ad, şan
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nev’: tür, çeşit
semek: balık
şevk: çok arzu, şiddetli istek
seyyarat: gezegenler
seyyid: efendi
tasrih etmek: açık şekilde bildirmek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)tenevvü: çeşitlilik
terettüp: gerekme
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tevehhüm: olmayan birşeyi varsaymak
vasıf: sıfat, nitelik (bk. v-ṣ-f)
zerre: atom
ziyade etmek: artırmak, çoğaltmak

Üçüncü kısım: O mâlikü’l-mülkün bir kısım hayvânâtı var. Onları o şehrin, o sarayın binasında bazı işlerde istihdam ediyor. Onlara yalnız bir yem veriyor. Onların da istidatlarına muvafık işlerde çalışmaları, onlara bir telezzüz veriyor. Çünkü, bilkuvve bir kabiliyet ve bir istidat, fiil ve amel suretine girse, inbisat ile teneffüs eder, bir lezzet verir. Ve bütün faaliyetlerdeki lezzet bu sırdandır. Şu kısım hizmetkârların ücret ve maaşları, yalnız yem ve şu lezzet-i mâneviyedir; onunla iktifa ederler.

Dördüncü kısım: Öyle amelelerdir ki, biliyorlar ne işliyorlar ve niçin işliyorlar ve kimin için işliyorlar ve sair ameleler niçin işliyorlar ve o mâlikü’l-mülkün maksadı nedir, niçin işlettiriyor? İşte bu nevi amelelerin sair amelelere bir riyaset ve nezaretleri var. Onların derecat ve rütbelerine göre, derece derece maaşları var.

Aynen bunun gibi, semâvât ve arzın Mâlik-i Zülcelâli ve dünya ve âhiretin Bâni-i Zülcemâli olan Rabbü’l-Âlemîn—değil ihtiyaç için, çünkü herşeyin Hâlıkı Odur; belki izzet ve azamet ve rububiyetin şuûnâtı gibi bazı hikmetler için—şu kâinat sarayında, şu daire-i esbab içinde, hem melâikeyi, hem hayvânâtı, hem cemâdat ve nebâtâtı, hem insanları istihdam ediyor, onlara ibadet ettiriyor. Şu dört nev’i, ayrı ayrı vezâif-i ubûdiyetle mükellef etmiştir.

Birinci kısım: Temsilde memlüklere misal melâikelerdir. Melâikeler ise, onlarda mücahede ile terakkiyat yoktur. Belki herbirinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır. Fakat onların nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var, nefs-i ibadetlerinde derecatlarına göre tefeyyüzleri var. Demek, o hizmetkârlarının mükâfatı, hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava ve ziya ve gıda ile tagaddî edip telezzüz eder. Öyle de, melekler zikir ve tesbih ve hamd ve ibadet ve marifet ve muhabbetin envarıyla tagaddî edip telezzüz ediyorlar.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
amel: iş, fiil
amele: işçiler
arz: yer, dünya
azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m)
Bâni-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi, herşeyin yapıcısı olan Allah (bk. ẕü; c-m-l)
bilkuvve: potansiyel olarak
cemâdat: cansız varlıklar
daire-i esbab: sebepler dairesi (bk. s-b-b)
derecat: dereceler
envar: nurlar (bk. n-v-r)
Hâlık: yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hamd: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)
ibadet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
iktifa etme: yetinme
inbisat: genişleme, yayılma
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istihdam: çalıştırma
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)
lezzet-i mâneviye: manevi lezzet (bk. a-n-y)
: sumaksat: istek (bk. ḳ-ṣ-d)
Mâlik-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyin sahibi olan Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l)
mâlikü’l-mülk: bütün mülkün sahibi (bk. m-l-k)
marifet: Allah’ı tanıma, bilme (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
memlük: köle (bk. m-l-k)
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
muayyen: belirlenmiş
mücahede: mücadele (bk. c-h-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mükâfat: ödül
mükellef: yükümlü
muvafık: uygun
nebâtât: bitkiler
nefs-i amel: işin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i ibadet: ibâdetin kendisi (bk. n-f-s; a-b-d)
nev’: çeşit, tür
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
Rabbü’l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; a-l-m)
riyaset: başkanlık
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
sair: diğer
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuûnât: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)
tagaddî: gıdalanma, beslenme
tefeyyüz: feyizlenme (bk. f-y-ḍ)telezzüz: lezzetlenme
temsil: örnek
teneffüs: nefes alma, soluklanma
terakkiyat: ilerleme, yükselme
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
vezâif-i ubûdiyet: kulluk görevleri (bk. a-b-d)
zevk-i mahsusa: özel zevk
zikir: Allah’ı anma
ziya: ışık

Çünkü onlar nurdan mahlûk oldukları için, gıdalarına nur kâfidir. Hattâ nura yakın olan râyiha-i tayyibe dahi onların bir nevi gıdalarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Evet, ervâh-ı tayyibe, revâyih-i tayyibeyi sever.

Hem melekler, Mâbudlarının emriyle işledikleri işlerde ve Onun hesabıyla işledikleri amellerde ve Onun namıyla ettikleri hizmette ve Onun nazarıyla yaptıkları nezarette ve Onun intisabıyla kazandıkları şerefte ve Onun mülk ve melekûtunun mütalâasıyla aldıkları tenezzühte ve Onun tecelliyât-ı cemâliye ve celâliyesinin müşahedesiyle kazandıkları tena’umda öyle bir saadet-i azîme vardır ki, akl-ı beşer anlamaz, melek olmayan bilemez.

Meleklerin bir kısmı âbiddirler. Diğer bir kısmının ubûdiyetleri, ameldedir. Melâike-i arziyenin amele kısmı, bir nevi insan gibidir, tabir caizse bir nevi çobanlık ederler. Bir nev’i de çiftçilik ederler.

Yani rû-yi zemin umumî bir mezraadır. İçindeki bütün hayvânâtın taifelerine, Hâlık-ı Zülcelâlin emriyle, izniyle, hesabıyla, havl ve kuvvetiyle bir melek-i müekkel nezaret eder. Ondan daha küçük, herbir nevi hayvânâta mahsus, bir nevi çobanlık edecek bir melâike-i müekkel var.

Hem de rû-yi zemin bir tarladır; umum nebâtat onun içinde ekilir. Umumuna, Cenâb-ı Hakkın namıyla, kuvvetiyle nezaret edecek müekkel bir melek vardır. Ondan daha aşağı bir melek, bir taife-i mahsusaya nezaret etmekle Cenâb-ı Hakka ibadet ve tesbih eden melekler var. Rezzâkıyet arşının hamelesinden olan Hazret-i Mikail aleyhisselâm, şunların en büyük nâzırlarıdır.

Meleklerin çoban ve çiftçiler mesabesinde olanlarının insanlara müşabehetleri yoktur. Çünkü onların nezaretleri sırf Cenâb-ı Hakkın hesabıyladır ve Onun namıyla ve kuvvetiyle ve emriyledir. Belki nezaretleri, yalnız Rububiyetin tecelliyâtını, memur olduğu nevide müşahede etmek ve kudret ve rahmetin cilvelerini o nevide mütalâa etmek ve evâmir-i İlâhiyeyi o nev’e bir nevi ilham etmek ve o


âbid: ibadet eden (bk. a-b-d)
akl-ı beşer: insan aklı
Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
amel: iş, fiil
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
ervâh-ı tayyibe: temiz ve iyi ruhlar (bk. r-v-h)
evâmir-i İlâhiye: Allah’ın emirleri (bk. e-l-h)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hamele: taşıyıcılar
havl: güç
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
Hazret-i Mikâil: (bk. bilgiler)
ilham etmek: kalb yoluyla bildirmek
intisab: bağlanma, mensup olma (bk. n-s-b)
kâfi: yeterli
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
Mâbud: Kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: has, özel
melâike-i arziye: dünyadaki işlerle meşgul olan melekler (bk. m-l-k)
melek-i müekkel: vekil tayin edilmiş, görevli melek (bk. m-l-k; v-k-l)
melekût: varlığın iç yüzü, hakikati (bk. m-l-k)
mesabe: derece
mezraa: tarla
müekkel: vazifeli, görevli (bk. v-k-l)
mülk: varlığın dış yüzü, maddî âlem (bk. m-l-k)
müşabehet: benzeyiş
müşahede: gözlemleme (bk. ş-h-d)
mütalâa: etraflıca inceleyip düşünme
nam: ad, şan
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nâzır: bakan, gözetici (bk. n-ẓ-r)
nebâtat: bitkiler
nevi: tür, çeşit
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)
râyiha-i tayyibe: güzel, hoş koku
revâyih-i tayyibe: temiz ve güzel kokular
rezzâkiyet arşı: rızık vericilik makamı (bk. r-z-ḳ; a-r-ş)
rû-yi zemin: yeryüzü
Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
saadet-i azîme: büyük mutluluk (bk. a-ẓ-m)
taife: topluluk
taife-i mahsusa: özel topluluk
tecelliyât: tecelliler, yansımalar (bk. c-l-y)
tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye: Allah’ın güzellik ve yücelik sıfatlarının yansımaları (bk. c-l-y; c-m-l; c-l-l)
tena’um: nimetlenme (bk. n-a-m)
tenezzüh: ferahlama, rahatlama (bk. n-z-h)
tesbih: Allah’ı yüce şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
umum: bütün
umumî: genel

nev’in ef’âl-i ihtiyariyesini bir nevi tanzim etmekten ibarettir. Ve bilhassa zeminin tarlasındaki nebâtâta nezaretleri, onların tesbihat-ı mâneviyelerini melek lisanıyla temsil etmek ve onların hayatlarıyla Fâtır-ı Zülcelâle karşı takdim ettiği tahiyyât-ı mâneviyelerini melek lisanıyla ilân etmek, hem onlara verilen cihâzâtı hüsn-ü istimal etmek ve bazı gayelere tevcih etmek ve bir nevi tanzim etmekten ibarettir.

Melâikelerin şu hizmetleri, cüz-ü ihtiyarîleriyle bir nevi kisbdir. Belki bir nevi ubûdiyet ve ibadettir. Tasarruf-u hakikîleri yoktur. Çünkü herşeyde Hâlık-ı Külli Şeye has bir sikke vardır; başkaları parmağını icada karıştıramaz. Demek melâikelerin şu nevi amelleri ise onların ibadetidir; insan gibi âdetleri değildir.


âdet: alışkanlık
amel: iş, fiil
amele: işçiler
bahis: konu
cihâzât: donanım, cihazlar
cüz-ü ihtiyarî: çok az irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
ef’âl-i ihtiyariye: iradeyle yapılan davranışlar, fiiller (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve eşsiz üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
hakikat: gerçek (bk.ḥ-ḳ-ḳ)
hâlisen: katıksız, samimi olarak (bk. ḫ-l-ṣ)
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
has: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatib-i Rabbânî: Allah’ın bir hutbecisi, Onun adına koşan (bk. ḫ-ṭ-b; r-b-b)
hayvânat: hayvanlar
hüsn-ü istimal: güzel ve iyi kullanma (bk. ḥ-s-n)
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ilân-ı sürur: sevincin duyurulması
iştiha: iştah, fazla arzu ve istek
istihdam etmek: çalıştırmak
istimal etmek: kullanmak
kabile: topluluk
kerîm: cömertlik ve ikram sahibi (bk. k-r-m)
kisb: kazanma, edinme
lisan: dil
livechillah: Allah için
Mâlikü’l-Mülki Zü’l-Celâli ve’l-İkram: bütün mülkün sahibi, sonsuz haşmet ve ikram sahibi Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l; k-r-m)
maruf: bilinen, tanınan (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
memur: görevli
münasebât-ı şedide: kuvvetli bağlantılar (bk. n-s-b)
muvazzaf: vazifeli, görevl
inam: ad
nebâtât: bitkiler
nefis: kendisi; maddî lezzetlere düşkün olan güç (bk. n-f-s)
nev’: çeşit, tür
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan ve merhametin eserleri bütün varlıkları kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
Rezzâk-ı Kerîm: bütün yaratılmışların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah (bk. r-z-ḳ; k-r-m)
şairâne: şairce, şair gibi
saray-ı kâinat: kâinat sarayı (bk. k-v-n)
sikke: varlıkların Allah’a ait olduklarını gösteren üstlerindeki mühür, damga
tahiyyât-ı mâneviye: mânevi selâm ve dualar (bk. ḥ-y-y; a-n-y)
taife: topluluk
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tasarruf-u hakikî: gerçek anlamda dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f; ḥ-ḳ-ḳ)
tesbihat-ı mâneviye: sözle değil de mânâ ile yapılan tesbihat (bk. s-b-ḥ; a-n-y)
tevcih etmek: yöneltmek
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zemin: yeryüzü
zımn: iç

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.470

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/471


CUMARTESİ DERSLERİ

Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san'aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu'cizât-ı san'atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür'atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.
Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” – De ki: “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 25:77), “Bana dua edin, size cevap vereyim.” (Mü’min Sûresi 40:60.) – Cumartesi Dersleri 23. 1. 5.

Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var - De ki “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 2577), Bana dua edin, size cevap vereyim. (Mü'min Sûresi, 4060.) - Cumaretsi Dersleri 23. 1. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“‘Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?’ – De ki: ‘Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin!’ (Furkân Sûresi 25:77), ‘Bana dua edin, size cevap vereyim.’ (Mü’min Sûresi, 40:60.)”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas Beşinci Nokta.

Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var - De ki “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 2577), Bana dua edin, size cevap vereyim. (Mü'min Sûresi, 4060.) - Cumaretsi Dersleri 23. 1. 5.
Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var – De ki “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 2577), Bana dua edin, size cevap vereyim. (Mü’min Sûresi, 4060.) – Cumaretsi Dersleri 23. 1. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

Birinci Mebhas

BEŞİNCİ NOKTA

İman, duayı bir vesile-i kat’iye olarak iktiza ettiği ve fıtrat-ı insaniye onu şiddetle istediği gibi, Cenâb-ı Hak dahi, “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” meâlinde,

 قُلْ مَا يَعْبَؤُا بِكُمْ رَبِّى لَوْلاَ دُعَۤاؤُكُمْ 

ferman ediyor.

Hem

 اُدْعُونِىۤ اَسْتَجِبْ لَكُمْ 

emrediyor.

Eğer desen: Birçok defa dua ediyoruz, kabul olmuyor. Halbuki âyet umumîdir; ‘Her duaya cevap var’ ifade ediyor.”

Elcevap: Cevap vermek ayrıdır, kabul etmek ayrıdır. Her dua için cevap vermek var. Fakat kabul etmek, hem ayn-ı matlubu vermek, Cenâb-ı Hakkın hikmetine tâbidir.

Meselâ, hasta bir çocuk çağırır: “Ya hekim, bana bak.”

Hekim “Lebbeyk,” der. “Ne istersin?” Cevap verir.

Çocuk “Şu ilâcı ver bana” der.


Dipnot-1

Furkan Sûresi, 25:77.

Dipnot-2

“Bana dua edin, size cevap vereyim.” Mü’min Sûresi, 40:60.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
ahmak: sersem
âyet: Kur’an’ın herbir cümlesi
ayn-ı matlub: istenilen şeyin kendisi (bk. ṭ-l-b)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
dergâh: Allah’ın yüce katı
dua: Allah’a yalvarma, niyaz (bk. d-a-v)
eda etmek: yerine getirmek
fakr: fakirlik, ihtiyaç hâli (bk. f-ḳ-r)
ferman etmek: buyurmak
fiilî: fiilen, çalışarak (bk. f-a-l)
fıtrat-ı asliye: esas yaratılış gayesi (bk. f-ṭ-r)
fıtrat-ı insaniye: insanın yaratılışı, tabiatı (bk. f-ṭ-r)
haylaz: yaramaz
hekim: doktor
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihtiyacat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
iktiza: gerektirme
kabil-i teshir olmayan: boyun eğdirilmesi mümkün olmayan
kavlî: sözlü olarak
küfran-ı nimet: nimete karşı nankörlük (bk. k-f-r; n-a-m)
lebbeyk: buyurunuz
lisan-ı acz: âcizlik dili (bk. a-c-z)
makàsıd: gayeler, istenilen şeyler (bk. ḳ-s-d)
maksud: istek (bk. ḳ-s-d)
meâl: anlam
meram: arzu, istek
musahhar: boyun eğmiş
müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muvaffak olmak: başarmak
nazdar: nazlı
nazenin: ince, nazik, duyarlı
nazik: zarif, ince
Rahmânü’r-Rahîm: sonsuz merhamet sahibi, her yaratığa uygun rızık veren ve yarattıklarına karşı çok şefkat eden Allah (bk. r-ḥ-m)
tâbi: uyan
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
teshir: boyun eğdirme
umumî: genel
vâveylâ: feryad
vesile-i kât’iye: kesin aracı
zaaf: zayıflık
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

Hekim ise, ya aynen istediğini verir, yahut onun maslahatına binaen ondan daha iyisini verir, yahut hastalığına zarar olduğunu bilir, hiç vermez.

İşte, Cenâb-ı Hak, Hakîm-i Mutlak, hazır, nazır olduğu için, abdin duasına cevap verir. Vahşet ve kimsesizlik dehşetini, huzuruyla ve cevabıyla ünsiyete çevirir. Fakat insanın hevâperestâne ve heveskârâne tahakkümüyle değil, belki hikmet-i Rabbâniyenin iktizasıyla, ya matlubunu veya daha evlâsını verir veya hiç vermez.

Hem dua bir ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, semerâtı uhreviyedir. Dünyevî maksatlar ise, o nevi dua ve ibadetin vakitleridir. O maksatlar, gayeleri değil.

Meselâ, yağmur namazı ve duası bir ibadettir. Yağmursuzluk, o ibadetin vaktidir. Yoksa, o ibadet ve o dua, yağmuru getirmek için değildir. Eğer sırf o niyetle olsa, o dua, o ibadet hâlis olmadığından kabule lâyık olmaz.

Nasıl ki, güneşin gurubu, akşam namazının vaktidir. Hem güneşin ve ayın tutulmaları, “küsuf ve husuf namazları” denilen iki ibadet-i mahsusanın vakitleridir. Yani, gece ve gündüzün nuranî âyetlerinin nikaplanmasıyla bir azamet-i İlâhiyeyi ilâna medar olduğundan, Cenâb-ı Hak, ibâdını o vakitte bir nevi ibadete davet eder. Yoksa o namaz, açılması ve ne kadar devam etmesi müneccim hesabıyla muayyen olan ay ve güneşin husuf ve küsuflarının inkişafları için değildir.

Aynı onun gibi, yağmursuzluk dahi, yağmur namazının vaktidir. Ve beliyyelerin istilâsı ve muzır şeylerin tasallutu, bazı duaların evkat-ı mahsusalarıdır ki, insan o vakitlerde aczini anlar; dua ile, niyaz ile Kadîr-i Mutlakın dergâhına iltica eder. Eğer dua çok edildiği halde beliyyeler def’ olunmazsa, denilmeyecek ki, “Dua kabul olmadı.” Belki denilecek ki, “Duanın vakti kaza olmadı.” Eğer Cenâb-ı Hak, fazl ve keremiyle belâyı ref etse, nurun alâ nur, o vakit dua vakti biter, kaza olur.

Demek, dua bir sırr-ı ubûdiyettir. Ubûdiyet ise, hâlisen livechillâh olmalı.


abd: kul (bk. a-b-d)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âyet: Kur’ân’ın herbir cümlesi
azamet-i İlâhiye: Allah’ın azameti, büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; e-l-h)
beliyye: belâ, musibet
binaen: –dayanarak
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
def’: ortadan kaldırma, savma
dergâh: huzur, rahmet kapısı
dua: Allah’a yalvarma (bk. d-a-v)
dünyevî: dünyaya ait
evkat-ı mahsusa: özel vakitler
evlâ: daha iyi
fazl: ihsan, yardım (bk. f-ḍ-l)
gurub: batış
Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
hâlis: samimi, içten (bk. ḫ-l-ṣ)
hâlisen: katıksız, samimi olarak (bk. ḫ-l-ṣ)
hevâperestâne: nefsin isteklerine düşkün bir şekilde (bk. h-v-y)
heveskârâne: hevesine düşkün bir şekilde
hikmet-i Rabbâniye: Allah’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m; r-b-b)
husuf: ay tutulması
huzur: yakınında olma (bk. h-ḍ-r)
ibâd: kullar (bk. a-b-d)
ibadet-i mahsusa: özel ibadet (bk. a-b-d)
iktiza: gerektirme
iltica: sığınma
inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f)
istilâ: işgal
Kadîr-i Mutlak: herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kaza: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y)
kerem: ikram, iyilik, bağış (bk. k-r-m)
küsuf: güneş tutulması
livechillâh: Allah için
maksat: gaye, istenilen şey (bk. ḳ-s-d)
maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)
matlub: istek (bk. ṭ-l-b)
medar: sebep, vesile
muayyen: belirli
müneccim: astrolog, yıldızların konum ve hareketlerinden mânâ çıkaran
muzır: zararlı
nazır: bakan, gözeten (bk. n-ẓ-r)
nevi: tür, çeşit
nikap: örtü
niyaz: dua, yakarış
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
nurun alâ nur: nur üstüne nur (bk. n-v-r)
ref etmek: kaldırmak
semerât: meyveler, neticeler
sırr-ı ubûdiyet: kulluk sırrı (bk. a-b-d)
tahakküm: baskı, zorbalık (bk. ḥ-k-m)
tasallut: sataşma
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
uhreviye: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)
ünsiyet: dostluk, yakınlık
vahşet: yalnızlık

Yalnız aczini izhar edip, dua ile Ona iltica etmeli, rububiyetine karışmamalı. Tedbiri Ona bırakmalı, hikmetine itimad etmeli, rahmetini itham etmemeli.

Evet, hakikat-i halde, âyât-ı beyyinâtın beyanıyla sabit olan: Bütün mevcudat, herbirisi birer mahsus tesbih ve birer hususî ibadet, birer has secde ettikleri gibi, bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye giden, bir duadır:

Ya istidat lisanıyladır—bütün nebâtat ve hayvanâtın duaları gibi ki, herbiri lisan-ı istidadıyla Feyyâz-ı Mutlaktan bir suret talep ediyorlar ve esmâsına bir mazhariyet-i münkeşife istiyorlar.

Veya ihtiyac-ı fıtrî lisanıyladır—bütün zîhayatların, iktidarları dahilinde olmayan hâcât-ı zaruriyeleri için dualarıdır ki, herbirisi o ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla Cevâd-ı Mutlaktan idame-i hayatları için bir nevi rızık hükmünde bazı metâlibi istiyorlar.

Veya lisan-ı ıztırariyle bir duadır ki, muztar kalan herbir zîruh, kat’î bir iltica ile dua eder, bir hâmî-i meçhulüne iltica eder, belki Rabb-i Rahîmine teveccüh eder.

Bu üç nevi dua, bir mâni olmazsa, daima makbuldür.

Dördüncü nevi ki, en meşhurudur, bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri fiilî ve hâlî, diğeri kalbî ve kàlîdir.

Meselâ, esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hâl ile müsebbebi Cenâb-ı Haktan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. Hattâ çift sürmek, hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nevi dua-yı fiilî, Cevâd-ı Mutlakın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âyât-ı beyyinât: ap açık âyetler (bk. b-y-n)
belki: aslında, işin doğrusu
beyan: açıklama, izah (bk. b-y-n)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Cevâd-ı Mutlak: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Allah (bk. c-v-d; ṭ-l-ḳ)
dergâh-ı İlâhiye: İlâhî rahmet kapısı (bk. e-l-h)
dua: Allah’a yalvarma (bk. d-a-v)
dua-yı fiilî: fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirerek yapılan dua (bk. d-a-v; f-a-l)
ekseriyet-i mutlaka: büyük çoğunluk (bk. k-s̱-r; ṭ-l-ḳ)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Feyyâz-ı Mutlak: pekçok feyiz, bolluk ve bereket veren Allah (bk. f-y-ḍ; ṭ-l-ḳ)
hâcât-ı zaruriye: zarurî ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hakikat-i hal: gerçek hal (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlî: hal ve hareketle
hâmî-i meçhul: bilinmeyen koruyucu
has: özel
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
içtima: toplanma, bir araya gelme (bk. c-m-a)
idame-i hayat: hayatı devam ettirme (bk. ḥ-y-y)
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen ihtiyaç (bk. ḥ-v-c; f-ṭ-r)
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
iltica: sığınma
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
itham: suçlama
itimad: güvenme
izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalbî: kalben, içten
kâlî: sözle
kat’i: kesin
lisan-ı hâl: hal dili
lisan-ı istidad: kabiliyet dili (bk. a-d-d)
lisan-ı ıztırar: çaresizlik ve mecburiyet dili
mahsus: özel
makbul: kabul gören, geçerli
mâni: engel
mazhariyet: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mazhariyet-i münkeşife: bir görünüme sahip olmak (bk. ẓ-h-r; k-ş-f)
meşhur: bilinen
metâlib: istekler (bk. ṭ-l-b)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
müsebbib: sebep olan (bk. s-b-b)
müteveccih: yönelik
muztar: çaresiz, zorda kalan
nebâtat: bitkiler
nevi: çeşit, tür
Rabb-i Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyi terbiye ve idare eden Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
suret: şekil, görünüş (bk. ṣ-v-r)
tedbir: idare (bk. d-b-r)
tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşebbüs: başvurma
teveccüh: yönelme
vaziyet-i marziye: razı olunacak hal
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)

İkinci kısım, lisanla, kalble dua etmektir. Eli yetişmediği bir kısım metâlibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi şudur ki: Dua eden adam anlar ki, Birisi var, onun hâtırât-ı kalbini işitir, herşeye eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir, aczine merhamet eder, fakrına medet eder.

İşte, ey âciz insan ve ey fakir beşer! Dua gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medârı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış, âlâ-yı illiyyîn-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını kendi duan içine al, bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi

 اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 

de, kâinatın güzel bir takvimi ol.


Dipnot-1

“Ancak Senden yardım dileriz.” Fâtiha Sûresi 1:5.


abd-i küllî: bütün varlıkların ibadetlerini içine alan ve temsil eden kul (bk. a-b-d; k-l-l)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âlâ-yı illiyyîn-i insaniyet: insanlığın en yüksek derecesi
beşer: insan
cihet: yön, taraf
dua: Allah’a yalvarma (bk. d-a-v)
fakr: fakirlik, muhtaçlık (bk. f-ḳ-r)
hâtırât-ı kalb: kalbden geçen şeyler, kalbin hâtıraları
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lisan: dil
medâr: sebep, dayanak
medet: yardım
metâlib: istekler, arzular (bk. ṭ-l-b)
mühim: önemli
takvim: program
vekil-i umumî: genel vekil (bk. v-k-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas, Beşinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.424

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/424


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum bilmektir. - Cumartesi Dersleri 23. 1. 4.
İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum bilmektir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? – Cumartesi Dersleri 21. 5.

Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? - Cumartesi Dersleri 21. 5.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam Beşinci İkaz.

Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? - Cumartesi Dersleri 21. 5.
Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? – Cumartesi Dersleri 21. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Birinci Söz

Birinci Makam

BEŞİNCİ İKAZ

Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgıl-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?

Sen istidat cihetiyle bütün hayvânâtın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedarikte iktidar cihetiyle bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakikî bir insan gibi hakikî bir hayat-ı daime için sa’y etmektir?

Bununla beraber, meşâgıl-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyâni meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi, en lüzumsuz malûmatla vakit geçiriyorsun. Meselâ “Zuhal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle, kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun!

Eğer desen, “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.” Öyle ise, ben de sana derim ki:

Eğer yüz kuruş bir gündelikle çalışsan, sonra biri gelse, dese ki: “Gel, on dakika kadar şurayı kaz; yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak” desen, ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.

Aynen onun gibi, sen şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen, o vakit, bereketli


derd-i maişet: geçim derdi (bk. a-y-ş)
divanece: akılsızca
dünyaperest: dünyaya tutkun
dünyevî: dünyaya ait
elzem: çok gerekli olan
fen: bilim
fevkinde: üstünde
fütur: usanç
fütursuz: usanmadan
fuzulî: lüzumsuz
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haps-i ebedi: sonsuz hapis (bk. e-b-d)
havf: korku
hayat-ı daime: devamlı hayat (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
iktidar: kuvvet, güç (bk. ḳ-d-r)
istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d)
istihfaf: hafife alma
itham: suçlama
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
keyfiyet: nitelik, özellik
kıymettar: kıymetli, değerli
kozmoğrafya: gökbilimi, astronomi
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
levâzımat: gerekli şeyler
mâlâyâni: anlamsız, faydasız (bk. mâ-lâ)
malûmat: bilgiler (bk. a-l-m)
medar: sebep, vesile
meşâgıl-i dünyeviye: dünya meşguliyetleri
meşgale: meşguliyet, iş
münhasır: sınırlı
müstehak: hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nafaka: geçim için gerekli olan şey
sa’y: çalışma
semere: ürün
suhre: zoraki, angarya iş gören
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tâzip: azap verme, cezalandırma
tedarik: elde etme
tedip: edeplendirme, haddini bildirme
vazife-i asliye: asıl görev
Zuhal: Satürn gezegeni

nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki maden-i mânevî bulursun.

Birinci maden: Bütün bağındaki HAŞİYE-1 yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyetle, bir hisse alıyorsun.

İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulâttan kim yese-hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun-sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şartla ki, sen Rezzâk-ı Hakikî namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan…

İşte, bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder. Ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder. Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım,” der. “Ben zaten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti niçin çekeceğim?” diyecek, kendini tembelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ kabrime daha ziyade ışık göndereceğim, âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.”

Elhasıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil; lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.

Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var.

Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki, âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise siyah görünür; kırmızı ise kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgünse, sarayı güzel gösterir. Düzgün değilse çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi


Haşiye-1

Bu Makam, bir bağda, bir zâta bir derstir ki, bu tarzla beyan edilmiş.


âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l)
amel: iş, fiil
âyine: ayna
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
elhasıl: kısaca, özetle
fütur: usanç
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasâret: ziyan
haşiye: dipnot açıklayıcı not
ihtiyat akçesi: tedbir akçesi, yedek para
istikbal: gelecek
keyfiyet: nitelik, özellik
kuvve-i mânevî: mânevî kuvvet (bk. a-n-y)
lâakal: en az
maden-i mânevî: mânevî kaynak (bk. a-n-y)
mahlukât: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsulât: ürünler
mahsus: özel
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
menba: kaynak
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
nafaka-i dünyeviye: dünya hayatında geçinmek için lüzumlu olan şey
nafaka-i uhreviye: âhiret hayatında geçinmek için lüzumlu olan şey (bk. e-ḫ-r)
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nebat: bitki
Rezzâk-ı Hakikî: gerçek rızık verici olan Allah (bk. r-z-ḳ; ḥ-ḳ-ḳ)sa’y: çalışma
sa’y-i helâl: helâl çalışma
sandukça-i uhreviye: âhiret sandığı (bk. e-ḫ-r)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şevk: şiddetli arzu ve istek
tâbi: uyan
tasarruf etmek: kullanmak (bk. ṣ-r-f)
tedarik: elde etme
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
teşkil olunmak: oluşturulmak
tevziat: dağıtım
zâd-ı âhiret: âhiret azığı (bk. e-ḫ-r)
zahîre: azık
ziyade: çok, fazla
zulümatlı: karanlık (bk. ẓ-l-m)

âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazınla o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Adeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümâtını dağıtır ve o hercümerc-i dünyeviyedeki karma karışık perişaniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.

اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 

âyet-i pür-envârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikâsıyla ışıklandırır, senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.

Sakın deme, “Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede?” Zira, bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir âmînin—velev hissetmezse—namazı, büyük bir velînin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır—velev şuurun taallûk etmezse. Fakat derecâta göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar, ne kadar merâtip bulunur. Öyle de, namazın derecatında da daha fazla meratip bulunabilir. Fakat bütün o merâtipte, o hakikat-i nuraniyenin esası bulunur.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ قَالَ ﴿ اَلصَّلٰوةُ عِمَادُ الدِّينِ ﴾ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِۤ اَجْمَعِينَ     2


Dipnot-1

“Allah göklerin ve yerin nurudur.” Nur Sûresi, 24:35.

Dipnot-2

Allahım! “Namaz dinin direğidir”(Tirmizî, İmân: 8; İbni Mâce, Fiten: 12; Müsned, 5:231, 237; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:76.) buyuran zâta ve bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et.


âmî: cahil
âyet-i pür-envâr: nurlarla dolu âyet (bk. n-v-r)
derecât: dereceler
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i namaz: gerçek namaz; namazın gerçek mahiyeti, esası (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i nuraniye: parlak hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; n-v-r)
harekât: hareketler
hercümerc-i dünyeviye: dünyanın kargaşaları
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icmal: özet (bk. c-m-l)
in’ikâs: yansıma
inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
kitabet-i kudret: kudret yazması (bk. k-t-b; ḳ-d-r)
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
merâtip: mertebeler
müteveccih: yönelme
nuraniyet: parlaklık, aydınlık (bk. n-v-r)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
taallûk etmek: ilgili olmak
tafsil: ayrıntılandırma
tavsif etmek: özelliklerini anlatmak (bk. v-ṣ-f)
tebeddülât: değişiklikler
tenevvür: nurlanma, aydınlanma (bk. n-v-r)velev: eğer, gerçi
velî: Allah dostu (bk. v-l-y)
zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, Beşinci İkaz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.365

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-birinci-soz/365