Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum – Gençlik Rehberi Okumaları 4

Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum - Gençlik Rehberi Okumaları 4

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi okumalarında bu derste “Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum” bölümü yer almaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 10 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.

Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum - Gençlik Rehberi Okumaları 4
Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum – Gençlik Rehberi Okumaları 4

Risale-i Nur Külliyatı’ndan

GENÇLİK REHBERİ

Müellifi

Bedîüzzaman Said Nursî

Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum

Karşısında bulunan lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ederken onları, o dünya cennetinde cehennem hurileri hükmünde gördüm. Fakat birden elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Onların gülmeleri elîm ağlamaları suretini aldı. Ondan bu gelen hakikat inkişaf etti. Yani, elli sene sonraki hallerini manevî ve hayalî bir sinema ile gördüm ki o gülen altmış kızdan ellisi; kabirde azap çekiyorlar, toprak olmuşlar. Ve on tanesi, yetmiş yaşında çirkinleşmiş, herkesin nazar-ı nefretini celbediyorlar. Ben de onlara ağladım.

Fitne-i âhir zamanın mahiyeti bana göründü ki o fitnenin en dehşetlisi ve cazibedarı, kadınların yüzsüz yüzünden çıkıyor. İhtiyarı selbedip pervane gibi sefahet ateşine atıyor. Ve bir dakika hayat-ı dünyeviyeyi, senelerle hayat-ı bâkiyeye tercih ettiriyor.

Ben bir gün sokağa bakarken o fitnenin tesirli bir numunesini hissettim. Gençlere çok acıdım. Dedim: “Bu bîçareler kendilerini, bu mıknatıs gibi cezbedici fitnenin ateşinden kurtaramazlar.” diye düşünürken birden, o fitneyi ateşlendiren ve talim eden irtidadkâr bir şahs-ı manevî önümde tecessüm etti. Ben de ona ve ondan ders alan mülhidlere dedim:

Ey cehennem hurileri ile zevklenmek yolunda dinini feda eden ve sefihane dalaleti severek irtikâb eden ve hevesat-ı nefsiye lezzeti yolunda dinsizliği ve ilhadı kabul eden ve hayatı perestiş edip ölümden şiddetli korkan ve kabri hatırına getirmek istemeyen ve irtidada yüz tutan bedbaht! Kat’iyen bil ki dinsizlik cihetiyle senin bu koca dünyan; bu saatten evvel ve bu dakikadan sonra, bilumum senin bu kâinatın ve mazi ve müstakbelin ve geçmiş nev’in ve cinsin ve gelecek mahluklar ve nesiller ve gitmiş dünyalar ve milletler ve gelen insanlar ve taifeler tamamen ma’dum ve ölüdürler. İşte insaniyet ve akıl cihetiyle alâkadar olduğun bütün o seyyar dünyalar ve seyyal kâinatlar, mütemadiyen senin dalaletin suretiyle, senin başına dünya dolusu dehşetli ve hadsiz ölümlerin şiddetli elemlerini yağdırıyor. Senin şuurun varsa kalbini yakıyor. Ruhun varsa yandırıyor. Aklın sönmemiş ise gamlar içinde boğuyor.

Eğer bir saatçik sarhoşça sefahetin ve pis lezzetin bu nihayetsiz gamlara, hüzünlere, elemlere mukabil gelebilirse o sefahette kal. Yoksa aklını başına al! O manevî cehennemden kurtulmak ve imanın bu dünyada dahi temin ettiği bir manevî cennete girmek ve saadet-i hayatiyeyi tatmak için Kur’an’ın dersini dinle. Cüz’î, fâni bir dakika lezzeti; küllî, bâki, daimî, imanî (*[2]) lezzetler ile mübadele et.

Hem deme ki: “Ben hayvan gibi hayatımı geçireceğim.” Çünkü hayvana nisbeten mazi, müstakbel, gayb hükmündedir. Cenab-ı Hakîm-i Rahîm o gaybı onlara bildirmemekle, onları hadsiz elemlerden kurtarmış. Hattâ kesilmek için yatırılan bir tavuk, hiçbir elem ve hüzün hissetmez. Bıçak kestiği vakit hissetmek ister fakat his gider, o elemden de kurtulur. Demek, Cenab-ı Hakk’ın gayet büyük ve mükemmel bir rahmeti, re’feti ve şefkati, gaybı bildirmemektedir. Bilhassa masum hayvanlar hakkında daha tamdır. Demek, sefihane lezzette sen hayvanlara yetişemezsin. Binler derece aşağı düşersin. Çünkü hayvana nisbeten gaybî olan şeyleri senin aklın görüyor, elemini alıyor. Setr-i gaybda bulunan istirahat-i tammeden bi’l-külliye mahrumsun.

Hem senin medar-ı fahrin olan uhuvvet ve hürmet ve hamiyet gibi güzel hasletlerin; incecik bir zamana, büyük bir sahradan bir parmak kadar yere inhisar ve hadsiz zamanda yalnız hazır saate mahsus olduğundan, sun’î ve muvakkat ve sahtekâr ve asılsız ve gayet cüz’î olup senin insaniyetin ve kemalâtın o nisbette küçülür, hiçe iner. Fakat iman ehlinin uhuvveti ve hürmeti ve muhabbeti ve hamiyeti, iman cihetiyle mevcud bulunan mazi ve müstakbeli ihata ettiğinden, insaniyeti ve kemalâtı o nisbette teali eder.

Hem senin dünyaca muvaffakıyetin, elmasçı ve divane olmuş bir Yahudi’nin cam parçalarını elmas fiyatıyla aldığı gibi; sen de küçücük, kısacık bir zamana, bir hayata, uzun ve daimî ve geniş bir hayatın fiyatını verdiğin için elbette o had dairesinde galebe edersin. Bir dakikaya bir sene kadar şiddetli hırs, muhabbet, intikam gibi hissiyatla müteveccih olduğun için ehl-i diyanete muvakkaten tefevvuk edersin.

Hem senin aklın, ruhun, kalbin, duyguların ulvi vazifelerini bırakıp süflî nefsin ve pis hevesin rezil işlerine iştirak ve yardım ettiklerinden, ehl-i imana dünyada galebe edersin. Ve zahirde daha sevimli görünürsün. Çünkü senin akıl ve kalp ve ruhun gayet derecede tedenni ve tereddi ve sukut edip pis heves ve rezil nefse inkılab etmişler, mesholmuşlar. Elbette bu cihette, sana cehennemi ve mazlum ehl-i imana cenneti kazandıran bir muvakkat galeben olacak.

***

[2]      * Evet iman, bu dünyada dahi cennet lezaizini manen verebilir. Yüzer lezzetli ışıklarından bu tek faydasına bak:

Nasıl ki senin gayet sevdiğin bir zatı bir tehlikede ölüyorken gördüğün dakikasında, Hekim-i Lokman ve Hızır gibi bir doktor geldi. Birden dirildi. Ne kadar sevinç hissediyorsun…

Öyle de sen, sevdiğin ve alâkadar olduğun ölmüşlerin adedince sevinçleri, sürurları iman veriyor. Çünkü mazi mezaristanında milyonlarla sence mahbub zatlar; mahvdan ve ölümden, birden iman nuruyla senin karşında diriliyorlar. “Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz.” deyip hayat buluyorlar. O hadsiz firaklardan gelen hadsiz elemler yerine, visal ve hayat bulmalarından nihayetsiz lezzetler ve sevinçler, iman noktasından bu dünyada dahi geldiğini gösteriyor ki: İman öyle bir çekirdektir ki ehl-i imana cenneti, bütün lezaiz ve mehasiniyle sümbül veriyor ve verecektir.

KAYNAK


GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI – RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ – OKUYAN: HÜMA (10 YAŞINDA)

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi Okumalarında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 10 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.



Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir. – On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı – GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI 3

Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir. - On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı - GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI 3

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi okumalarında bu derste On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı “Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir.” konusu yer almaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 10 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.

Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir. - On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı - GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI 3
Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir. – On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı – GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI 3

Risale-i Nur Külliyatı’ndan

GENÇLİK REHBERİ

Müellifi

Bedîüzzaman Said Nursî


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحٖيمِ

On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı

(Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir.)

Bir kısım gençler tarafından şimdiki aldatıcı ve cazibedar lehviyat ve hevesatın hücumları karşısında “Âhiretimizi ne suretle kurtaracağız?” diye Risale-i Nur’dan meded istediler. Ben de Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi namına onlara dedim ki:

Kabir var, hiç kimse inkâr edemez. Herkes ister istemez oraya girecek. Ve oraya girmek için de üç tarzda üç yoldan başka yol yok.

Birinci yol: O kabir, ehl-i iman için bu dünyadan daha güzel bir âlemin kapısıdır.

İkinci yol: Âhireti tasdik eden fakat sefahet ve dalalette gidenlere bir haps-i ebedî ve bütün dostlarından bir tecrit içinde bir haps-i münferid, yalnız başına bir hapis kapısıdır. Öyle gördüğü ve itikad ettiği ve inandığı gibi hareket etmediği için öyle muamele görecek.

Üçüncü yol: Âhirete inanmayan ehl-i inkâr ve dalalet için bir idam-ı ebedî kapısı yani hem kendisini hem bütün sevdiklerini idam edecek bir darağacıdır. Öyle bildiği için cezası olarak aynını görecek. Bu iki şık bedihîdir, delil istemiyor, göz ile görünür.

Madem ecel gizlidir; her vakit ölüm, başını kesmek için gelebiliyor ve genç ihtiyar farkı yoktur. Elbette daima gözü önünde öyle büyük dehşetli bir mesele karşısında bîçare insan; o idam-ı ebedî, o dipsiz, nihayetsiz haps-i münferidden kurtulmak çaresini aramak ve kabir kapısını bir âlem-i bâkiye, bir saadet-i ebediyeye ve âlem-i nura açılan bir kapıya kendi hakkında çevirmek hâdisesi; o insanın dünya kadar büyük bir meselesidir.

Bu kat’î hakikat, bu üç yol ile bulunduğunda ve bu üç yolun da mezkûr üç hakikat ile olacağını ihbar eden yüz yirmi dört bin muhbir-i sadık, ellerinde nişane-i tasdik olan mu’cizeler bulunan enbiyalar ve o enbiyaların haber verdikleri aynı haberleri, keşif ve zevk ve şuhud ile tasdik eden ve imza basan yüz yirmi dört milyon evliyanın aynı hakikate şehadetleri ve hadd ü hesaba gelmeyen muhakkiklerin kat’î delilleriyle o enbiya ve evliyanın verdikleri aynı haberleri aklen, ilmelyakîn derecesinde (*[1]) ispat ettikleri ve yüzde doksan dokuz ihtimal-i kat’î ile “İdam ve zindan-ı ebedîden kurtulmak ve o yolu saadet-i ebediyeye çevirmek, yalnız iman ve itaat iledir.” diye ittifaken haber veriyorlar.

Acaba yüzde bir ihtimal-i helâket bulunan bir tehlike yolunda gitmemek için bir tek muhbirin sözü nazara alınsa ve onun sözünü dinlemeyip o yolda giden adamın, endişe-i helâketten gelen elem-i manevî, onun yemek iştihasını kaçırdığı halde; böyle yüz binler sadık ve musaddak muhbirlerin yüzde yüz ihtimal ile dalalet ve sefahet göz önündeki kabir darağacına ve ebedî haps-i münferidine kat’î sebep olduğunu ve iman, ubudiyet yüzde yüz ihtimal ile o darağacını kaldırıp o haps-i münferidi kapatıp şu göz önündeki kabri, bir hazine-i ebediyeye, bir saray-ı saadete açılan bir kapıya çeviriyor diye ihbar eden ve emarelerini ve âsârlarını gösterdikleri halde, bu acib ve garib ve dehşetli ve azametli mesele karşısında bulunan bîçare insan ve bâhusus Müslüman eğer iman ve ubudiyeti olmazsa, bütün dünya saltanatı ve lezzeti bir tek insana verilse; acaba o göz önündeki, her vakit oraya çağrılmasına nöbetini bekleyen bir insana verdiği o endişeden gelen elîm elemi kaldırabilir mi? Sizden soruyorum.

Madem ihtiyarlık, hastalık, musibet ve her tarafta vefiyatlar o dehşetli elemi deşiyorlar ve ihtar ediyorlar. Elbette o ehl-i dalalet ve sefahet, yüz bin lezzeti ve zevki alsa da yine o manevî bir cehennem kalbinde yaşar ve yakar. Fakat pek kalın gaflet sersemliği muvakkaten hissettirmez.

Madem ehl-i iman ve taat, göz önünde gördüğü kabri bir hazine-i ebediyeye, bir saadet-i lâyezalîye kendisi hakkında bir kapı olduğunu ve o ezelî mukadderat piyangosundan milyarlar altın ve elmasları kazandıracak bir bilet dahi iman vesikasıyla ona çıkmış. Her vakit “Gel biletini al!” diye beklemesinden derin, esaslı, hakiki lezzet ve zevk-i manevî öyle bir lezzettir ki eğer tecessüm etse ve o çekirdek bir ağaç olsa o adama hususi bir cennet hükmüne geçtiği halde; o zevk ve lezzet-i azîmeyi terk edip gençlik sâikasıyla, o hadsiz elemler ile âlûde zehirli bir bala benzeyen sefihane ve heveskârane muvakkat bir lezzet-i gayr-ı meşruayı ihtiyar eden, hayvandan yüz derece aşağı düşer.

Ecnebi dinsizleri gibi de olamaz. Çünkü onlar, peygamberi inkâr etseler diğerlerini tanıyabilirler. Peygamberleri bilmeseler de Allah’ı tanıyabilirler. Allah’ı bilmeseler de kemalâta medar olacak bazı güzel hasletler bulunabilir. Fakat bir Müslüman hem enbiyayı hem Rabb’ini hem bütün kemalâtı Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm vasıtasıyla biliyor. Onun terbiyesini bırakan ve zincirinden çıkan daha hiçbir peygamberi (as) tanımaz ve Allah’ı da tanımaz. Ve ruhunda kemalâtı muhafaza edecek hiçbir esasatı bilemez. Çünkü peygamberlerin en âhiri ve en büyükleri ve dini ve daveti umum nev-i beşere baktığı için ve mu’cizatça ve dince umuma faik ve bütün nev-i beşere bütün hakaikte üstadlık edip on dört asırda parlak bir surette ispat eden ve nev-i beşerin medar-ı iftiharı bir zatın terbiye-i esasiyelerini ve usûl-ü dinini terk eden, elbette hiçbir cihette bir nur, bir kemal bulamaz. Sukut-u mutlaka mahkûmdur.

İşte ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine müptela ve endişe-i istikbal ile istikbalini ve hayatını temin için çabalayan bîçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz meşru dairedeki keyfe iktifa ediniz. O, keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı meşru dairedeki bir lezzetin içinde bin elem olduğunu sâbık beyanatta elbette anladınız.

Eğer mazi, yani geçmiş zamanın hâdisatını, sinema ile halihazırda gösterdikleri gibi istikbaldeki ahval dahi mesela elli sene sonraki halleri bir sinema ile gösterilse idi, ehl-i sefahet şimdiki güldüklerine yüz binlerce nefrin ve nefret edip ağlayacaktılar.

Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru isteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (asm) kendine rehber etmek gerektir.

***

[1] * Onlardan birisi Risale-i Nur’dur, meydandadır.

âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i bâkî: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y)
bedihî: ap açık, âşikar
biçare: çaresiz
cazibedar: cazibeli, çekici
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
darağacı: idam sehpası
dehşetli: korkunç
ecel: ölüm vakti
ehl-i iman: iman edenler, inananlar (bk. e-m-n)
ehl-i inkâr ve dalâlet: hak yoldan sapmış, inançsız kimseler (bk. n-k-r; ḍ-l-l)
fitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkarma
haps-i ebedî: sonsuz bir hapis, Cehennem (bk. e-b-d)
haps-i münferit: tek başına hapis, hücre hapsi (bk. f-r-d)
hevesat: nefsin hoşuna giden yasak istek ve arzular
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş (bk. e-b-d)
inkâr etmek: kabul etmemek, reddetmek (bk. n-k-r)
itikad etme: inanma
lehviyat: haram eğlenceler, oyunlar
medet: yardım
muamele: davranış; karşılık
muhavere: karşılıklı konuşma
nihayetsiz: sonsuz
şahs-ı mânevî: mânevî kişilik (bk. a-n-y)
sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük; beyinsizlik
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tarz: şekil
tasdik etmek: kabul etmek, doğrulamak (bk. ṣ-d-ḳ)tecrit: yalnız başına bırakma
acip: hayret verici, şaşırtıcı
âlem-i bâkî: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y)
âlem-i nur: nur âlemi (bk. a-l-m; n-v-r)
âsar: eserler
azametli: büyük (bk. a-ẓ-m)
bahusus: özellikle
biçare: çaresiz
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
darağacı: idam sehpası
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
elem-i mânevî: mânevî acı, vicdan azabı (bk. a-n-y)
emare: işaret, belirti
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
endişe-i helâket: yok olma endişesi
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hadd ü hesaba gelmemek: sonsuz ve sınırsız olmak
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haps-i münferit: tek başına hapis, hücre hapsi (bk. f-r-d)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hazine-i ebediye: sonu olmayan hazine (bk. e-b-d)
ihbar eden: haber veren
ihtimal-i helâket: yok olma ihtimali
ihtimal-i kat’î: kesin ihtimal, olabilirlik
ilmelyakin: kesin bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme (bk. a-l-m; y-ḳ-n)
itaat: Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından sakınma
ittifakan: birlik halinde, birleşerek
kat’î: kesin
keşif: Allah tarafından ilham olunmasıyla gizli bir şeyin meydana çıkarılması (bk. k-ş-f)
mezkûr: sözü geçen
mu’cize: peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan ve imana gelmelerine sebep olan olağanüstü hal ve hareketler (bk. a-c-z)
muhakkik: gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhbir: haber veren
muhbir-i sadık: doğru sözlü haber verici, peygamber (bk. ṣ-d-ḳ)
musaddak: doğrulanan, onaylanan (bk. ṣ-d-ḳ)
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
nişane-i tasdik: doğrulayıcı nişan, alamet (bk. ṣ-d-ḳ)
saadet-i ebediye: sonu olmayan, sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sadık: doğru (bk. ṣ-d-ḳ)
saray-ı saadet: mutluluk sarayı
sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük; beyinsizce davranış, budalalık
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şuhud: kalp gözüyle görme (bk. ş-h-d)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
zevk: mânevî âlemlerde iman hakikatlerinin hazzına erişme
zindan-ı ebedî: sonsuz hapis (bk. e-b-d)
âhiri: sonuncusu (bk. e-ḫ-r)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
âlûde: bulaşmış, karışmış
ecnebî: yabancı
ehl-i dalâlet ve sefahet: doğru ve hak yoldan sapmış ve yasak zevk ve eğlenceye düşkün kimseler (bk. ḍ-l-l)
ehl-i iman ve taat: iman eden ve dinin emirlerine uyanlar (bk. e-m-n)
elem: acı, sıkıntı
elîm: elemli, acı verici
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
esasat: esaslar, prensiplerezelî: başlangıcı olmayan, sonsuzluk (bk. e-z-l)faik: üstüngaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sınırsız
hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haslet: huy, özellik
hazine-i ebediye: sonu olmayan hazine (bk. e-b-d)
heveskârâne: hevesine, gelip geçici istek ve arzularına düşkün bir şekilde
ihtar: hatırlatma
ihtiyar: seçme, tercih etme, irade (bk. ḫ-y-r)
inkâr: inanmama, reddetme (bk. n-k-r)
kemâlât: faziletler, iyilikler, ahlâk ve huy güzellikleri (bk. k-m-l)
lezzet ve zevk-i mânevî: mânevî lezzet ve zevk (bk. a-n-y)
lezzet-i gayr-ı meşrua: dinen helâl olmayan, yasaklanmış lezzet (bk. ş-r-a)
medar: sebep, vesile
mu’cizatça: mu’cizeler açısından (bk. a-c-z)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) (bk. ḥ-m-d)
mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş işler, başa gelecek olaylar, kader (bk. ḳ-d-r)
musibet: belâ, felaket
muvakkat: geçici
muvakkaten: geçici olarak
nev-i beşer: insanlık, insan türü
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
saadet-i lâyezâlî: hiç bitmeyen mutluluk, tükenmez saadet
saika: sevk etme
saltanat: egemenlik, hükümranlık (bk. s-l-ṭ)
sefihâne: yasak zevk ve eğlencelere düşkün bir şekilde; beyinsizce
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tecessüm: cisimleşme, cisim halinde belirme
umum: bütün, genel
üstad: hoca, öğretmen
vefiyat: vefatlar, ölümler
vesika: belge
zevk ve lezzet-i azîme: büyük zevk ve lezzet (bk. a-ẓ-m)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. eḫ-r)
ahval: haller, vaziyetler
bâki: kalıcı ve devamlı (bk. b-ḳ-y)
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
biçare: çaresiz, zavallı
cihet: yön
daire-i meşrua: dinin uygun gördüğü helâl daire (bk. ş-r-a)
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
ehl-i sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olan kimseler
elem: acı, keder, üzüntü
endişe-i istikbal: gelecek endişesi
gayr-i meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)
hadisat: hadiseler, olaylar
halihazırda: şimdi, şu anda
haricinde: dışında
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hevesat: nefsin hoşuna giden gelip geçici istek ve arzular
iffet: namus
ihtar: hatırlatma
iktifa: yetinme
istikbal: gelecek
kâfi: yeterli
kat’iyen: kesinlikle
kemâl: mükemmellik, fazilet, erdem (bk. k-m-l)
mazi: geçmiş
medar-ı iftihar: övünme vesilesi, övünç kaynağı
medet: yardım
meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)
müptelâ: düşkün, tutulmuş
nefrin/nefret etmek: tiksinmek
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
saadet: mutluluk
sabık: geçen
sarf etmek: harcamak, kullanmak
sukut-u mutlak: kesin bir şekilde düşüş, alçalış (bk. ṭ-l-ḳ)sürur: sevinç, mutluluk
taat: itaat, Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınma
tenbih: ikaz, uyarı
terbiye-i esasiye: esas terbiye, temel eğitim (bk. r-b-b)
terbiye-i İslâmiye: İslâm terbiyesi (bk. r-b-b; s-l-m)
terbiye-i Muhammediye: Hz. Muhammed’in insanlığa getirdiği terbiye (bk. r-b-b; ḥ-m-d)
usul-ü din: dinin usulü, temel prensipleri
zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zayi: kaybolup gitme
ziyade: çok, fazla

KAYNAK


GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI – RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ – OKUYAN: HÜMA (10 YAŞINDA)

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi Okumalarında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 10 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.



GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI – RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ – OKUYAN: HÜMA (10 YAŞINDA)

Önsöz - Gençlik Rehberi Okumaları 1

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi Okumalarında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 10 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.






Önsöz – Gençlik Rehberi Okumaları 1

Önsöz - Gençlik Rehberi Okumaları 1

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi okumalarında bu derste Önsöz yer almaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 10 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.

Önsöz - Gençlik Rehberi Okumaları 1
Önsöz – Gençlik Rehberi Okumaları 1

Risale-i Nur Külliyatı’ndan

GENÇLİK REHBERİ

Müellifi

Bedîüzzaman Said Nursî

ÖN SÖZ

Önsöz – Gençlik Rehberi Okumaları 1

Bu Gençlik Rehberi, yeni harfle basıldığı gibi eski harfle Isparta’da dahi teksir edilip hükûmetin ve zabıtanın ilişmemesi ve her tarafta iştiyakla okunması ve intişarı gösteriyor ki bu Rehber’in millete, hususan gençlere çok menfaati var.

Yalnız Ankara’nın Emniyet Müdürü elli ikinci sahifede beşinci satırında “dinî tedrisat için hususi dershaneler açılmaya izin verilmesine binaen…” cümlesini okumadan, sekizinci satırdaki “mümkün olduğu kadar her yerde küçük birer dershane-i Nuriye açmak lâzımdır” cümlesine ilişmişti. Demek, sonra hakikatini anlamış ki daha intişarına mani olmadı.

***

“Hüve Nüktesi” gerçi derindir, herkes birden kavramaz.

Fakat o nükte, tabiiyyunun ve ehl-i küfrün temel taşını parça parça ettiği gibi muannid feylesofları hayretler içinde bırakıp çoklarını imana getirmiş.

Hem o nükte anahtarıyla açılan âlem-i misaldeki seyahat-i maneviye miftahı ile âhiretin bir sineması aynelyakîn görülmüş.

Fakat çok ince olmasından neşredilmedi.

Bedîüzzaman Said Nursî

KAYNAK


HAYAT BOYU ÖĞRENME




HAPİS, MAHPUS VE GENÇLİK – Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir – Cumartesi Dersleri 13. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta hapis, mahpus ve gençlik ile ilgili Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden “Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir” bölümü işlenmektedir.

HAPİS, MAHPUS VE GENÇLİK - Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir - Cumartesi Dersleri 13. 4.
HAPİS, MAHPUS VE GENÇLİK – Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir – Cumartesi Dersleri 13. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün
İkinci Makamının haşiyesidir

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 3

Risale-i Nur’daki hakikî teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar. Hususan gençlik darbesini yiyip taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyaçları var.

Evet, gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder. Bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker.


Dipnot-1

bk. Kamer Sûresi, 54:48; Müddessir Sûresi, 74:26, 27, 42.

Dipnot-2

Şer’î bir kaidedir. “Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez.”

Dipnot-3

Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.


âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
âkıbet: netice, son
âlem-i berzah: kabir âlemi, dünya ile âhiret arası âlem (bk. a-l-m)
âmin: “Allahım kabul eyle” (bk. e-m-n)
bâd-ı heva: boşu boşuna, faydasız
batman: yaklaşık sekiz kg. ağırlığında bir ağırlık ölçüsü
bedbaht: talihsiz
berzah: kabir âlemi
cazibedar: cazibeli, çekici
dirhem: yaklaşık üç grama denk olan bir ağırlık ölçüsü
ehl-i hakikat: hak ve doğru yolda olan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i keşfü’l-kubur: mânen kabirdeki ölülerin hallerini anlayanlar (bk. k-ş-f)
ekser: daha çok (bk. k-s̱-r)
ekseriyet-i mutlaka: kesin çoğunluk (bk. k-s̱-r; ṭ-l-ḳ)
ekseriyetle: çoğunlukla (bk. k-s̱-r)
elem: acı, keder, sıkıntı
esef: üzüntü, acı
fitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkarma
gam: üzüntü
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)
hakiki: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harekât: hareketler, davranışlar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hissiyat: hisler, duygular
hususan: özellikle
katletmek: öldürmek
keder: sıkıntı
mahpus: hapsedilmiş olan
mizan: ölçü (bk. v-z-n)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
müşahedât: gözlemler (bk. ş-h-d)
müstehak: layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
mütemadiyen: sürekli
nev-i insan: insanlık, insan türü
saika: sevk
sakar: yedi Cehennemden birinin ismi
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
suiistimalât: kötü kullanımlar
tasdik: onay, doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
teessüf: üzüntü, acı, hayıflanma
teşkil eden: oluşturan
ziyade: çok, fazla

Ve bir saat sefahet keyfiyle, bir namus meselesinde binler gün, hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.

Bunlara kıyasen, biçare gençlerin çok vartaları var ki, en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar. Ve bilhassa şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünkü akıbeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibâha eder. Belki hamamlarında erkek kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder. Hem serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder ki, bütün beşer bu musibete karşı titriyor.

İşte bu asırda İslâm ve Türk gençleri kahramanâne davranıp, iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karşı, Risale-i Nur’un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılıçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir. Yoksa, o biçare genç, hem dünya istikbalini, hem mes’ut hayatını, hem âhiretteki saadetini ve hayat-ı bâkiyesini azaplara, elemlere çevirip mahveder ve suiistimal ve sefahetle hastahanelere ve hissiyatın taşkınlıklarıyla hapishanelere düşer. Eyvahlar, eseflerle ihtiyarlığında çok ağlayacak. Eğer terbiye-i Kur’âniye ve Nurun hakikatleriyle kendini muhafaza eylese, tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mes’ut bir Müslüman ve sair zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.

Evet, bir genç, hapiste yirmi dört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarf etse ve, ekser günahlardan hapis mâni olduğu gibi, o musibete sebebiyet veren hatadan dahi tevbe edip sair zararlı, elemli günahlardan çekilse, hem hayatına, hem istikbaline, hem vatanına, hem milletine, hem akrabasına büyük bir faidesi olması gibi, o on, on beş senelik fâni gençlikle ebedî parlak bir gençliği kazanacağını, başta Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, bütün kütüb ve suhuf-u semaviye kat’î haber verip müjde ediyorlar.

Evet, o şirin, güzel gençlik nimetine istikametle, taatle şükretse, hem ziyadeleşir, hem bâkileşir, hem lezzetlenir. Yoksa hem belâlı olur, hem elemli, gamlı, kâbuslu olur, gider. Hem akrabasına, hem vatanına, hem milletine muzır bir serseri hükmüne geçirmeye sebebiyet verir.


âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
bâkileşmek: devamlı ve kalıcı hale gelmek (bk. b-ḳ-y)
beşer: insanlık
biçare: çaresiz
cihet: yön
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
ehl-i namus: namus sahibi
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
elem: acı, sıkıntı
elzem: çok gerekli
esef: üzüntü, acı
fâni: gelip geçici, yok olucu (bk. f-n-y)
fuhşiyat: çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler
gam: üzüntü
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayat-ı bâkiye: kalıcı ve devamlı âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
hevesat: hevesler, arzu ve istekler
hissiyat: hisler, duygular
ibâha: serbest bırakma, helâl gösterme
istikamet: doğruluk
istikbal: gelecek
kahramanâne: kahramanca
kat’î: kesin
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
kütüb ve suhuf-u semaviye: Allah tarafından bazı peygamberlere gönderilen kitaplar ve sahifeler (bk. k-t-b; s-m-v)
mahvetmek: yok etmek
mâni: engel
mes’ut: mutlu
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
mukabele etmek: karşılık vermek
musibet: belâ, felaket, sıkıntı
muzır: zararlı
nevi: çeşit, tür
saadet: mutluluk
sair: diğer
sarf etmek: harcamak
sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük; beyinsizlik
şimal: kuzey
suiistimal: kötü kullanım
taat: Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma
terbiye-i Kur’âniye: Kur’ân’ın terbiyesi (bk. r-b-b)
varta: tehlike
zîhayat: canlı, hayat sahibi (bk. ḥ-y-y)
ziyadeleşmek: fazlalaşmak

Eğer mahpus zulmen mahkûm olmuşsa, farz namazını kılmak şartıyla, herbir saati bir gün ibadet olduğu gibi, o hapis onun hakkında bir çilehane-i uzlet olup, eski zamanda mağaralara girerek ibadet eden münzevî salihlerden sayılabilirler.

Eğer fakir ve ihtiyar ve hasta ve iman hakikatlerine müştak ise, farzını yapmak ve tevbe etmek şartıyla, herbir saatleri yirmişer saat ibadet olup, hapis ona bir istirahathane ve merhametkârâne ona bakan dostlar için bir muhabbethane, bir terbiyehane, bir dershane hükmüne geçer. O hapiste durmakla, hariçteki müşevveş, her taraftaki günahların hücumuna maruz serbestiyetten daha ziyade hoşlanabilir. Hapisten tam terbiye alır. Çıktığı zaman, bir kàtil, bir müntakim olarak değil, belki tevbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çıkar. Hattâ Denizli hapsindeki zatların az zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarını gören bazı alâkadar zatlar demişler ki: “Terbiye için on beş sene hapse atmaktansa, on beş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.”

Madem ölüm ölmüyor. Ve ecel gizlidir, her vakit gelebilir. Ve madem kabir kapanmıyor; kafile kafile arkasında gelenler oraya girip kayboluyorlar. Ve madem ölüm, ehl-i iman hakkında idam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiği, hakikat-i Kur’âniye ile gösterilmiş; ve ehl-i dalâlet ve sefahet hakkında, gözle göründüğü gibi, bir idam-ı ebedîdir, bütün mahbubâtından ve mevcudattan bir firâk-ı lâyezâlîdir. Elbette ve elbette, hiç şüphe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki, sabır içinde şükretmek ve hapis müddetinden tam istifade ederek Nurların dersini alarak istikamet dairesinde imanına ve Kur’ân’a hizmete çalışmaktır.

Ey zevk ve lezzete müptelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynelyakîn bildim ki, hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.

Ey hapis musibetine düşen biçareler! Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı. Çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün,


âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r
)aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bahtiyar: talihli
biçare: çaresiz
çilehane-i uzlet: yalnız başına ve çile içinde ibadet edilen yer
Denizli: (bk. bilgiler)
ecel: ölüm vakti
ehl-i dalâlet ve sefahet: doğru ve hak yoldan sapan, inançsız kimseler ve zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar (bk. ḍ-l-l)
ehl-i iman: iman edenler, mü’minler (bk. e-m-n)
elem: acı, sıkıntı
farz: Allah’ın kesin emirleri
fevkalâde: olağanüstü
firâk-ı lâyezâlî: sonu olmayan ayrılık (bk. f-r-ḳ; z-v-l)
hakikat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hariçteki: dışarıdaki
hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
hüccet: delil
hüsn-ü ahlâk: güzel ahlâk (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)
idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş (bk. e-b-d)
istikamet: doğruluk
istirahathane: rahat edilecek, dinlenilecek yer
ıslah: iyileştirme, düzeltme
kafile: grup
kàtil: adam öldüren
keder: sıkıntı, üzüntü
mahbubât: sevilenler, sevgililer (bk. ḥ-b-b)
mahpus: hapsedilmiş olan
maruz: tesiri altında olma
menfaat: yarar, fayda
merhametkârâne: merhametli bir şekilde (bk. r-ḥ-m)
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbethane: sevgi yeri, muhabbet evi (bk. ḥ-b-b)
müntakim: intikam alan
münzevî: bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçiren
müptelâ: düşkün, tutulmuş
müşevveş: düzensiz, karma karışık
musibet: belâ, felaket
müştak: düşkün, istekli
saadet: mutluluk
salih: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu (bk. ṣ-l-ḥ)
terhis: göreve son verme
tevbe etmek: pişmanlık duyup bağışlanma dilemek
tevbekâr: pişmanlık duyup bağışlanma dileyen
tezkere: belge
ziyade: çok, fazla

tatlılaşsın. Hapisten istifade ediniz. Nasıl bazan ağır şerâit altında, düşman karşısında bir saat nöbet bir sene ibadet hükmüne geçebilir.1 Öyle de, sizin bu ağır şerâit altında herbir saat ibadet zahmeti, çok saatler olup o zahmetleri rahmetlere çevirir.


Dipnot-1

bk. Buharî, Cihâd 5, 73; Müslim, İmâret 112-115, 163; Tirmizî, Fezâilü’l-Cihâd 26.


istifade etmek: faydalanmak, yararlanmak

şerâit: şartlar


KAYNAK

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Üçüncü Söz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.213