On İki Lem’ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, “Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur.” de. – Cumartesi Dersleri 22. 26.

On İki Lem'ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur'âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur. de. - Cumartesi Dersleri 22. 26.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“On İki Lem’ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, “Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur.” de.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Hâtime.

On İki Lem'ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur'âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur. de. - Cumartesi Dersleri 22. 26.
On İki Lem’ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur. de. – Cumartesi Dersleri 22. 26.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Söz

Hâtime

EY AKLI HÜŞYAR, kalbi müteyakkız arkadaş! Eğer şu Yirmi İkinci Sözün başından buraya kadar fehmetmişsen, On İki Lem’ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık,

 اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّۤ اَنْتَ وَحْدَكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ 

de.

لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُ الْحَمْدُ يُحْيِى وَيُمِيتُ وَهُوَ حَىٌّ لاَ يَمُوتُ بِيَدِهِ الْخَيْرُ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ     2

diyerek, bütün mevcudat-ı kâinatın başları üstünde ve mescid-i kebir-i âlemde vahdâniyeti ilân et.

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَاعَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ     3

رَبَّنَا لاَ تُؤاَخِذْنَۤا اِنْ نَسِينَۤا اَوْ اَخْطَاْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَۤا اِصْرًا كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَالاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا اَنْتَ مَوْلٰينَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ     4

رَبَّناَ لاَ تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةً اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ     رَبَّنَۤا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لاَ رَيْبَ فِيهِ اِنَّ اللهَ لاَ يُخْلِفُ الْمِيعَادَ     5


Dipnot-1

Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur.

Dipnot-2

Allah’tan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. O birdir. Onun hiçbir ortağı yoktur. Mülk Onundur. Her türlü hamd ve övgü de Ona aittir. Hayatı veren de, ölümü veren de Odur. O, kendisine ölümün hiçbir çeşidi hiçbir zaman ârız olmayan ezelî hayat sahibidir. Her hayır Onun elindedir. Onun kudreti herşeye yeter. (Bu hadisin kaynakları için bk. Söz Basım Yayın, Mektubat, sh. 317.)

Dipnot-3

Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, ilmi ve hikmeti herşeyi kuşatan Alîm-i Hakîmsin. (Bakara Sûresi, 2:32.)

Dipnot-4

Ey Rabbimiz! Unutur veya hataya düşer de bir kusur işlersek, bizi onunla hesaba çekme. Ey Rabbimiz! Bizden evvelkilere yüklediğin gibi bize de ağır vazifeler ve musibetler verme. Ey Rabbimiz! Bize güç yetiremeyeceğimiz şeyi de yükleme. Günahlarımızı affet. Bizi bağışla. Bize merhamet et. Bizim dostumuz ve yardımcımız Sensin. Kâfirler güruhuna karşı Sen bize yardım et. (Bakara Sûresi, 2:286.)

Dipnot-5

Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalblerimizi sapıklığa meylettirme. Yüce katından bize bir rahmet bağışla. Muhakkak ki veren Sensin, dualara cevap verip istediklerimizi bize bağışlayan Sensin. Ey Rabbimiz! Geleceğinde şüphe olmayan hesap gününde insanları huzuruna toplayacak olan da muhakkak ki Sensin. Hiç şüphe yok ki Allah va’dinden dönmez. (Âl-i İmrân Sûresi, 3:8-9.)


Arş-ı Âzam: Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-ẓ-m)
arş-ı marifetullah: Allah’ı hakkıyla tanımanın ve bilmenin en yüksek derecesi (bk. a-r-ş; a-r-f)
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân âyetleri
burak-ı tevhid: tevhid bineği (bk. v-ḥ-d)
fehmetmek: anlamak
hâtime: sonuç
hüşyar: uyanık
mescid-i kebir-i âlem: büyük âlem mescidi (bk. k-b-r; a-l-m)
mevcudat-ı kâinat: kâinattaki bütün varlıklar (bk. v-c-d; k-v-n)
müteyakkız: uyanık ve dikkatli
semâvât-ı hakaik: hakikatlerin semâsı, yüceliği (bk. s-m-v; ḥ-ḳ-ḳ)
sirac-ı hakikat: hakikat lambası (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
urûc etmek: yükselmek (bk. a-r-c)
vahdâniyet: Allah’ın bir ve benzersiz oluşu (bk. v-ḥ-d)

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ اَرْسَلْتَهُ رَحْمَةً لِلْعَالَمِينَ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِۤ اَجْمَعِينَ. وَارْحَمْنَا وَارْحَمْ اُمَّتَهُ بِرَحْمَتِكَ يَۤا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ     1

وَ اٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ     2


Allahım! Âlemlere rahmet olarak gönderdiğin zâta ve onun bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et. Bize ve onun ümmetine, rahmetinle merhamet et, ey Erhamürrâhimîn. Âmin

“Onların duâları şu sözlerle sona erer: Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Yunus Sûresi, 10:10.)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime Hâtime, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.415

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/415


CUMARTESİ DERSLERİ

Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun - Cumartesi Dersleri 22. 25
Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun – Cumartesi Dersleri 22. 25

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun? – Cumartesi Dersleri 22. 25.

Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun - Cumartesi Dersleri 22. 25

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun?”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam On İkinci Lem’a.

Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun - Cumartesi Dersleri 22. 25
Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun – Cumartesi Dersleri 22. 25

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

GÜNEŞLER KUVVETİNDE ON İKİNCİ LEM’A

Şu Yirmi İkinci Sözün On İkinci Lem’ası öyle bir bahr-i hakaiktir ki, bütün yirmi iki Söz, ancak onun yirmi iki katresi; ve öyle bir menba-ı envardır ki, şu yirmi iki Söz, o güneşten ancak yirmi iki lem’asıdır. Evet, o yirmi iki adet Sözlerin herbirisi, semâ-i Kur’ân’da parlayan birtek necm-i âyetin bir lem’ası ve bahr-i Furkan’dan akan bir âyetin ırmağından tek bir katresi ve bir kenz-i âzam-ı Kitabullahta herbiri bir sandukça-i cevahir olan âyetlerin birtek âyetinin birtek incisidir.

İşte, On Dokuzuncu Sözün On Dördüncü Reşhasında bir nebze tarif edilen o kelâmullah İsm-i Âzamdan, Arş-ı Âzamdan, Rububiyetin tecellî-i âzamından nüzul edip, ezeli ebede raptedecek, ferşi Arşa bağlayacak bir vüs’at ve ulviyet içinde, bütün kuvvetiyle ve âyâtının bütün kat’iyetiyle, mükerreren Lâ ilâhe illâ Hû der, bütün kâinatı işhad eder ve şehadet ettirir. Evet, Lâ ilâhe illâ Hû beraber mîzened âlem.

Evet, o Kur’ân’a selim bir kalb gözüyle baksan göreceksin ki, cihât-ı sittesi öyle parlıyor, öyle şeffaftır ki, hiçbir zulmet, hiçbir dalâlet, hiçbir şüphe ve rayb, hiçbir hile içine girmeye ve daire-i ismetine duhule fürce bulamaz. Çünkü üstünde sikke-i i’câz, altında burhan ve delil, arkasında nokta-i istinadı mahz-ı vahy-i Rabbânî, önünde saadet-i dâreyn, sağında aklı istintak edip tasdikini temin, solunda vicdanı istişhad ederek teslimini tesbit, içi bilbedâhe sâfi hidayet-i Rahmâniye, üstü bilmüşahede halis envâr-ı imaniye, meyveleri biaynilyakîn kemâlât-ı insaniye ile müzeyyen asfiya ve muhakkıkîn-i evliya ve sıddıkîn olan o


arş: göğün en yüksek katı (bk. a-r-ş)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)
asfiya: Hz. Peygamber yolundan giden yüksek ilim ve velâyet sahibi hâlis kullar (bk. ṣ-f-y)
âyât: âyetler
bahr-i Furkan: hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ın denizi (bk. f-r-ḳ)
bahr-i hakaik: hakikatler, gerçekler denizi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
biaynilyakîn: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bilbedâhe: açık bir şekilde
bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
burhan: güçlü delil, kanıt
cihât-ı sitte: altı yön
daire-i ismet: masumluk dairesi
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
duhul: girme
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
envâr-ı imaniye: iman nurları (bk. n-v-r; e-m-n)
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzluk (bk. e-z-l)
ferş: yer
fürce: girilecek yer, delik
halis: katıksız, saf (bk. ḫ-l-ṣ)
hidayet-i Rahmâniye: Allah’ın hidayeti (bk. h-d-y; r-ḥ-m)
işhad: şahid gösterme (bk. ş-h-d)
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-z-m)
istintak: konuşturma
istişhad: şahid olmasını isteme (bk. ş-h-d)
kat’iyet: kesinlik
katre: damla
kelâmullah: Allah’ın kelâmı, Kur’an (bk. k-l-m)
kemâlât-ı insaniye: insanî mükemmellikler (bk. k-m-l)
kenz-i âzam-ı Kitabullah: bir hazine olan Allah’ın kitabı (bk. a-z-m; k-t-b)
Lâ ilâhe illâ Hû beraber mîzened âlem: bütün âlem hep beraber “Allah’tan başka ilâh yoktur” der (bk. e-l-h)
lem’a: parıltı
mahz-ı vahy-ı Rabbânî: Allah’ın vahyinin bizzat kendisi (bk. v-ḥ-y; r-b-b)
menba-ı envar: nurlar kaynağı (bk. n-v-r)
muhakkıkîn-i evliya: evliyadan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; v-l-y)
mükerreren: defalarca
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nebze: az miktar
necm-i âyet: âyet yıldızı
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
nüzul: inme (bk. n-z-l)
rapt: bağlama
rayb: şüphe
reşha: sızıntı
Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu
sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)
sandukça-i cevahir: cevherler sandığı
şeffaf: saydam, parlak
selim: sağlam, temiz (bk. s-l-m)
semâ-i Kur’ân: Kur’an’ın semâsı, yüceliği (bk. s-m-v)
sikke-i i’câz: mu’cizelik mührü (bk. a-c-z)
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
tasdik: doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
tecellî-i âzam: en büyük tecellî, görünüm (bk. c-l-y; a-ẓ-m)
ulviyet: yücelik
vüs’at: genişlik
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)

lisan-ı gaybın sinesine kulağını yapıştırıp dinlesen; derinden derine, gayet mûnis ve mukni, nihayet ciddî ve ulvî ve burhanla mücehhez bir sadâ-yı semâvî işiteceksin ki, öyle bir kat’iyetle Lâ ilâhe illâ Hû der ve tekrar eder ki, hakkalyakîn derecesinde söylediğini, aynelyakîn gibi bir ilm-i yakîni sana ifade ve ifaza ediyor.

Elhasıl: Herbirisi birer güneş olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ile Furkan-ı Ahkem ki;

Biri: Âlem-i Şehadetin lisanı olarak bin mu’cizat içinde bütün enbiya ve asfiyanın taht-ı tasdiklerinde İslâmiyet ve risalet parmaklarıyla işaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdiği bir hakikati,

Diğeri: Âlem-i Gaybın lisanı hükmünde, kırk vücuh-u i’câz içinde, kâinatın bütün âyât-ı tekvîniyesinin taht-ı tasdiklerinde, hakkaniyet ve hidayet parmaklarıyla işaret edip bütün ciddiyetle gösterdiği aynı hakikati, acaba o hakikat, güneşten daha bâhir, gündüzden daha zâhir olmaz mı?

Ey dalâlet-âlûd mütemerrid insancık! HAŞİYE-1 Ateşböceğinden daha sönük kafa fenerinle nasıl şu güneşlere karşı gelebilirsin, onlardan istiğnâ edebilirsin, üflemekle onları söndürmeye çalışırsın? Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun?


Haşiye-1

Bu hitap, Kur’ân’ı kaldırmaya çalışanadır.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i gayb: görünmeyen alem (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i şehadet: görünen alem (bk. a-l-m; ş-h-d)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
âyât-ı tekvîniye: kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar (bk. k-v-n)
aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bâhir: açık, âşikar
biçare: çaresiz, zavallı
burhan: güçlü, mantıkî delil
dalâlet-âlûd: sapıklık ve inkârla bulaşık (bk. ḍ-l-l)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
Furkan-ı Ahkem: doğruyu yanlıştan en hikmetli ve sağlam şekilde ayıran Kur’ân-ı Kerim (bk. f-r-ḳ; ḥ-k-m)
hakikat: gerçek, en hikmetli ve sağlam şekilde ayıran (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakir: hor ve değersiz
hakkalyakin: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
hakkaniyet: doğruluk, gerçeklik (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hidayet: doğru ve hak yolu gösterme (bk. h-d-y)
ifaza: feyizlendirme (bk. f-y-ḍ)
ilm-i yakîn: ilmî delillere dayanan kesin bilgi (bk. a-l-m; y-ḳ-n)
istiğna etme: yüz çevirip bakmama, eldekini yeter bulma, tokgönüllülük (bk. ğ-n-y)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kat’iyet: kesinlik
Lâ ilâhe illâ Hû: Ondan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h)
lisan-ı gayb: görünmeyen âlemin dili (bk. ğ-y-b)
lisan-ı gayb ve şehadet: görünen ve görünmeyen âlemlerin dili (bk. ğ-y-b; ş-h-d)
mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mücehhez: cihazlanmış, donanmış
mukni: iknâ edici
mûnis: canayakın, dost
münkir: inkârcı (bk. n-k-r)
mütemerrid: inatçı
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
sadâ-yı semâvî: semâvî ses (bk. s-m-v)
Sahib-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi ve herşeyin sahibi Allah (bk. ẕü; c-l-l)
taht-ı tasdikinde: doğrulaması, onayı altında (bk. ṣ-d-ḳ)
tekzib: yalanlama
ulvî: yüce, yüksek
vücuh-u i’câz: mu’cizelik yönleri (bk. a-c-z)
zâhir: açık, gözle görünür (bk. ẓ-h-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ON İKİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.413

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/413


CUMARTESİ DERSLERİ

Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü'minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed'in üzerine olsun. - Cumartesi Dersleri 22. 24. 
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24. 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24. 

Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü'minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed'in üzerine olsun. - Cumartesi Dersleri 22. 24. 

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta: “Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam On Birinci Lem’a.

Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü'minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed'in üzerine olsun. - Cumartesi Dersleri 22. 24. 
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24. 

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

GÜNEŞLER KUVVETİNDE ON BİRİNCİ LEM’A

On Dokuzuncu Sözde tarif edilen ve kitab-ı kebirin âyet-i kübrâsı ve o Kur’ân-ı Kebirdeki ism-i âzamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve en münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve âlem-i İslâmiyetin bedr-i münevveri ve rububiyet-i İlâhiyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı kâinatın keşşâf-ı zîhikmeti


âlem-i İslâmiyet: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
âsâr-ı meşhude-i âlem: âlemdeki görünen eserler (bk. ş-h-d; a-l-m)
âyât-ı kemâl: mükemmelliğin delilleri (bk. k-m-l)
âyet-i kübrâ: en büyük delil (bk. k-b-r)
bedr-i münevver: parlak dolunay (bk. n-v-r)
bihakkılyakîn: yaşamış gibi birşeyi kesin olarak bilme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
bilbedâhe: açık bir şekilde
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
bilyakîn: kesinlikle (bk. y-ḳ-n)
bizzarure: zorunlu olarak
delâlet: işaret etme, delil olma
dellâl-ı saltanat: saltanatın ilancısı (bk. s-l-ṭ)
envâ-ı kemâlât: mükemmelliklerin türleri, çeşitleri (bk. k-m-l)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Fâil-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Fâil, Allah (bk. f-a-l; ẕü; c-l-l)
fütursuz: usanmadan
işârât-ı cemâl: sonsuz güzelliğin işaretleri (bk. c-m-l)
ism-i âzam: en büyük isim (bk. s-m-v; a-z-m)
istidad-ı zâtiye: zâtındaki istidat, kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i ef’âl: fiillerdeki mükemmellik (bk. k-m-l; f-a-l)
kemâl-i esmâ: isimlerin mükemmelliği (bk. k-m-l; s-m-v)
kemâl-i sıfat: sıfatların mükemmelliği (bk. k-m-l; v-ṣ-f)
kemâl-i şuûn: zâtî niteliklerin mükemmelliği; yaratıcılık ve rızık vericilik gibi Cenâb-ı Hakkın Zâtında bulunan kutsal özelliklerin mükemmelliği (bk. k-m-l; ş-e-n)
kemâl-i Zât: Zâtın kemâli, mükemmelliği (bk. k-m-l)
keşşâf-ı zîhikmet: hikmet sahibi keşfedici (bk. k-ş-f; ẕî; ḥ-k-m)
kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r)
Kur’ân-ı Kebir: büyük Kur’an (bk. k-b-r)
mahiyet-i zâtiye: zâtının niteliği, özelliği
mazhar: ayna olma (bk. ẓ-h-r)
mevcudat-ı muntazama-i kâinat: kâinattaki düzenli varlıklar (bk. v-c-d; n-ẓ-m; k-v-n)
Mevsûf-u Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve mükemmel sıfatlarla vasıflanan Allah (bk. v-ṣ-f; ẕü; k-m-l)misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
Müessir-i Zi’l-iktidar: güç ve iktidar sahibi Yaratıcı (bk. ẕî; ḳ-d-r)
münevver: nurlu (bk. n-v-r)
Müsemmâ-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve en güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v; ẕü; c-m-l)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; e-l-h)
rumûz-u celâl: sonsuz haşmet ve görkemin işaretleri (bk. c-l-l)
saray-ı âlem: dünya sarayı (bk. a-l-m)
şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n)
şehâdet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şuûn ve kabiliyet-i zâtiye: zâti nitelikler; istidatlar ve kabiliyetler (bk. ş-e-n)
şuûn-u zâtiye: zâtî nitelikler, özellikler (bk. ş-e-n)
tılsım-ı kâinat: kâinatın tılsımı, gizemi (bk. k-v-n)
Zât-ı Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; k-m-l)
zîşuûn: şuûn sahibi
zıll-i zâif: zayıf gölge

olan Seyyidimiz Muhammedü’l-Emin aleyhissalâtü vesselâm, bütün enbiyayı sâyesi altına alan risalet cenâhı ve bütün âlem-i İslâmı himayesine alan İslâmiyet cenahlarıyla, hakikatin tabakatında uçan ve bütün enbiya ve mürselîni, bütün evliya ve sıddıkîni ve bütün asfiya ve muhakkıkîni arkasına alıp, bütün kuvvetiyle vahdâniyeti gösterip, arş-ı ehadiyete yol açıp gösterdiği iman-ı billâh ve ispat ettiği vahdâniyet-i İlâhiyeye, hiç vehim ve şüphenin haddi var mı ki kapatabilsin ve perde olabilsin?

Madem On Dokuzuncu Sözde ve On Dokuzuncu Mektupta o burhan-ı kàtıın âbülhayat-ı marifetinden On Dört Reşha ve On Dokuz İşârât ile o zât-ı mu’ciznümânın envâ-ı mu’cizâtıyla beraber icmâlen bir derece tarif ve beyan etmişiz. Şurada, şu işaretle iktifa edip, o vahdâniyetin burhan-ı kàtıını tezkiye eden ve sıdkına şehadet eden esâsâta işaret suretinde bir salâvat-ı şerife ile hatm ederiz:


âbülhayat-ı marifet: hayat suyu gibi, kan gibi insana lâzım olan Allah’ı tanıtıcı bilgi (bk. ḥ-y-y; a-r-f)
âlem-i İslâm: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
Aleyhissalâtü vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
arş-ı ehadiyet: Allah’ın birliğinin en azami mertebede göründüğü makam (bk. a-r-ş; v-ḥ-d)
asfiya: Hz. Peygamber yolundan giden yüksek ilim ve velâyet sahibi halis kullar (bk. ṣ-f-y)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
burhan-ı katı’: sağlam, keskin delil
cenâh: taraf, kanat
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
envâ-ı mu’cizât: mu’cizelerin çeşitleri (bk. a-c-z)
esâsât: esaslar, temeller
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hatmetme: bitirme, son verme
himaye: koruma
icmâlen: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)
iktifa: yetinme
iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n)
işârât: işaretler
muhakkıkîn: gerçeği bulup araştıran İslam âlimleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Muhammedü’l-Emin: “güvenilir Muhammed” mânâsında Peygamberimize verilen bir ünvan (bk. ḥ-m-d; e-m-n)
mürselîn: peygamberler (bk. r-s-l)
reşha: sızıntı
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
salâvat-ı şerife: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
sâye: koruma
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
seyyid: efendi
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sıdk: doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabakat: tabakalar, dereceler
tezkiye: iyi hal üzere şahitlik etme
vahdâniyet: Allah’ın birliği ve tekliği (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet-i İlâhiye: Allah’ın bir ve tek olması (bk. v-ḥ-d; e-l-h)
vehim: kuruntu
zât-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren zât (bk. a-c-z)

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مَنْ دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِكَ وَوَحْدَانِيَّتِكَ وَشَهِدَ عَلٰى اَوْصَافِ جَلاَلِكَ وَجَمَالِكَ وَكَمَالِكَ الشَّاهِدُ الصَّادِقُ الْمُصَدَّقُ وَالْبُرْهَانُ النَّاطِقُ الْمُحَقَّقُ     سَيِّدُ اْلاَنْبِيَۤاءِ وَالْمُرْسَلِينَ، اَلْحَامِلُ سِرَّ اِجْمَاعِهِمْ وَتَصْدِيقِهِمْ وَمُعْجِزَاتِهِمْ.. وَاِمَامُ اْلاَوْلِيَۤاءِ وَالصِّدِّيقِينَ، اَلْحَاوِى سِرَّ اِتِّفَاقِهِمْ وَتَحْقِيقِهِمْ وَكَرَامَاتِهِمْ.. ذُوالْمُعْجِزَاتِ الْبَاهِرَةِ وَالْخَوَارِقِ الظَّاهِرَةِ وَالدَّلاَئِلِ الْقَاطِعَةِ الْمُحَقَّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ لَهُ.. ذُوالْخِصَالِ الْغَالِيَةِ فِى ذَاتِهِ، وَاْلاَخْلاَقِ الْعَالِيَةِ فِى وَظِيفَتِهِ، وَالسَّجَايَا السَّامِيَةِ فِى شَرِيعَتِهِ الْمُكَمَّلَةِ الْمُنَزَّهَةِ عَنِ الْخِلاَفِ، مَهْبِطُ الْوَحْىِ الرَّبَّانِّىِ بِاِجْمَاعِ الْمُنْزِلِ وَالْمُنْزَلِ وَالْمُنَزَّلِ عَلَيْهِ، سَيَّارُ عَالَمِ الْغَيْبِ وَالْمَلَكُوتِ، مُشَاهِدُ اْلاَرْوَاحِ وَمُصَاحِبُ الْمَلٰۤئِكَةِ، اَنْمُوذَجُ كَمَالِ الْكَۤائِنَاتِ شَخْصًا وَنَوْعًا وَجِنْسًا، اَنْوَرُ ثَمَرَاتِ شَجَرَةِ الْخِلْقَةِ، سِرَاجُ الْحَقِّ، بُرْهَانُ الْحَقِيقَةِ، تِمْثَالُ الرَّحْمَةِ، مِثَالُ الْمَحَبَّةِ، كَشَّافُ طِلْسِمِ الْكَۤائِنَاتِ، دَلاَّلُ سَلْطَنَةِ الرُّبُوبِيَّةِ، الْمُرْمِزُ بِعُلْوِيَّةِ شَخْصِيَّتِهِ الْمَعْنَوِيَّةِ اِلٰۤى اَنَّهُ نَصْبُ عَيْنِ فَاطِرِ الْعَالَمِ فِى خَلْقِ الْكَۤائِنَاتِ، ذُو الشَّرِيعَةِ الَّتِى هِىَ بِوُسْعَةِ دَسَاتِيرِهَا وَقُوَّتِهَا تُشِيرُ اِلٰۤى اَنَّهَا نِظَامُ نَاظِمِ الْكَوْنِ وَوَضْعُ خَالِقِ الْكَۤائِنَاتِ     نَعَمْ، اِنَّ نَاظِمَ الْكَۤائِنَاتِ بِهٰذَا النِّظَامِ اْلاَتَمِّ اْلاَكْمَلِ هُوَ نَاظِمُ هٰذَا الدِّينِ بِهٰذَا النِّظَامِ اْلاَحْسَنِ اْلاَجْمَلِ، سَيِّدُنَا نَحْنُ مَعَاشِرَ بَنِۤى اٰدَمَ وَمُهْدِينَۤا اِلَى اْلاِيمَانِ نَحْنُ مَعَاشِرَ الْمُؤْمِنِينَ، مُحَمَّدٌ بْنُ عَبْدِ اللهِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلَوَاتِ وَاَتَمُّ التَّسْلِيمَاتِ مَادَامَتِ اْلاَرْضُ وَالسَّمٰوَاتُ. فَاِنَّ ذٰلِكَ الشَّاهِدَ الصَّادِقَ الْمُصَدَّقَ يَشْهَدُ عَلٰى رُؤُوسِ اْلاَشْهَادِ مُنَادِيًا، وَمُعَلِّمًا ِلاَجْيَالِ الْبَشَرِ خَلْفَ اْلاَعْصَارِ وَاْلاَقْطَارِ، نِدَۤاءً عُلْوِيًّا بِجَمِيعِ قُوَّتِهِ وَبِغَايَةِ جِدِّيَّتِهِ وَبِنِهَايَةِ وُثُوقِهِ وَبِقُوَّةِ اِطْمِئْنَانِهِ وَبِكَمَالِ اِيمَانِهِ: (اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ).    

 1


Allahım! Vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine delâlet ve celâline ve cemâline ve kemâline şehadet eden o zâta rahmet et ki, o, bütün kâinatın ve bütün enbiya ve evliyanın tasdikiyle musaddak şahid-i sadık ve bütün ehl-i tahkikin tahkikatıyla müeyyed burhan-ı nâtık, bütün enbiya ve mürselînin icmâ ve tasdik ve mu’cizelerinin sırrına mazhar olan efendisi, bütün evliya ve sıddıkînin ittifak ve tahkikat ve kerametlerini hâvi olan imamı, hakkaniyeti hadsiz tahkikatla teyid ve tasdik edilen mu’cizât-ı bâhire ve havârık-ı zâhire ve delâil-i kàtıa sahibi, zâtında güzel hasletlerin en nihayet merâtibini, vazifesinde ahlâk-ı ulviyeyi, hilâftan münezzeh olan şeriat-i mükemmelesinde en yüksek seciyeleri câmi’, Kur’ân’ı indirenin, indirilen Kur’ân’ın ve kendisine Kur’ân indirilen zâtın ittifakıyla vahy-i Rabbânînin mazharı, âlem-i gayb ve âlem-i melekûtu seyr ü seyahat ve temâşâ eden, ervâhı müşahede ve melâikeye refakat eden, şahsen ve nev’en ve cinsen kâinatın bütün kemâlâtının fihristesi, şecere-i hilkatin en münevver meyvesi, hakkın sirâcı, hakikatin burhanı, rahmetin timsali, muhabbetin misali, kâinat tılsımının keşşâfı, saltanat-ı Rububiyetin dellâlı, şahsiyet-i mâneviyesinin remz-i ulviyetiyle, Fâtır-ı Âlemin bu kâinatı onu nazara alarak halk ettiği anlaşılan, düsturlarının vüs’ati ve kuvvetinin işaretiyle Kâinat Nâzımının nizâmı olduğu ve Hâlık-ı Kâinat tarafından vaz edildiği zahir olan şeriatin sahibidir-evet, bu nizâm-ı ahsen ve ecmeli câmi’ olan bu dinin nâzımı, ancak bu nizâm-ı etem ve ekmel olan bu kâinatın Nâzımı olabilir. Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. Bu doğru söyleyen ve doğrulanan vahdâniyet şahidi, bütün şahitlerin başları üzerinde bir nidâ edici ve beşer taifelerine bir muallim olarak, bütün kuvvetiyle ve gayet-i ciddiyetiyle ve nihayet-i vusukuyla ve kuvvet-i itmi’nânı ve kemâl-i imânıyla, asırların ve kıt’aların gerisinden ulvî bir nidâ ile seslenip, “Allah’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığına şehadet ederim. O birdir ve Onun hiçbir şeriki yoktur” diye ilân ediyor.


âbülhayat-ı marifet: hayat suyu gibi, kan gibi insana lâzım olan Allah’ı tanıtıcı bilgi (bk. ḥ-y-y; a-r-f)
âlem-i İslâm: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
Aleyhissalâtü vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
arş-ı ehadiyet: Allah’ın birliğinin en azami mertebede göründüğü makam (bk. a-r-ş; v-ḥ-d)
asfiya: Hz. Peygamber yolundan giden yüksek ilim ve velâyet sahibi halis kullar (bk. ṣ-f-y)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
burhan-ı katı’: sağlam, keskin delil
cenâh: taraf, kanat
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
envâ-ı mu’cizât: mu’cizelerin çeşitleri (bk. a-c-z)
esâsât: esaslar, temeller
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hatmetme: bitirme, son verme
himaye: koruma
icmâlen: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)
iktifa: yetinme
iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n)
işârât: işaretler
muhakkıkîn: gerçeği bulup araştıran İslam âlimleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Muhammedü’l-Emin: “güvenilir Muhammed” mânâsında Peygamberimize verilen bir ünvan (bk. ḥ-m-d; e-m-n)
mürselîn: peygamberler (bk. r-s-l)
reşha: sızıntı
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
salâvat-ı şerife: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
sâye: koruma
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
seyyid: efendi
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sıdk: doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabakat: tabakalar, dereceler
tezkiye: iyi hal üzere şahitlik etme
vahdâniyet: Allah’ın birliği ve tekliği (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet-i İlâhiye: Allah’ın bir ve tek olması (bk. v-ḥ-d; e-l-h)
vehim: kuruntu
zât-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren zât (bk. a-c-z)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ON BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.410

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/411


CUMARTESİ DERSLERİ

Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü'l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü'l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. - Cumartesi Dersleri 22. 23.
Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Risale-i Nur Talebeleri Tarafından Sorulan Bir Suale Cevap – “Âlem-i İslâmın mukadderatıyla ciddi alâkadar olan bu Cihan Harbi’nin dehşetli zamanlarında, iki sene –şimdi on sene kadar oldu– ne bizden ve ne de her gün hizmetinizde bulunan Emin’den bir defacık olsun sormadınız, ehemmiyet vermediniz. Acaba bu büyük hâdiseden daha büyük diğer bir hakikat mı hükmediyor ki bunu ehemmiyetten ıskat ediyor; yahut onun ile meşgul olmanın bir zararı mı var?” – Gençlik Rehberi Okumaları 8

Risale-i Nur Talebeleri Tarafından Sorulan Bir Suale Cevap - “Âlem-i İslâmın mukadderatıyla ciddi alâkadar olan bu Cihan Harbi’nin dehşetli zamanlarında, iki sene –şimdi on sene kadar oldu– ne bizden ve ne de her gün hizmetinizde bulunan Emin’den bir defacık olsun sormadınız, ehemmiyet vermediniz. Acaba bu büyük hâdiseden daha büyük diğer bir hakikat mı hükmediyor ki bunu ehemmiyetten ıskat ediyor; yahut onun ile meşgul olmanın bir zararı mı var” - Gençlik Rehberi Okumaları 8

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi okumalarında bu derste:

Risale-i Nur Talebeleri Tarafından Sorulan Bir Suale Cevap –

“Âlem-i İslâmın mukadderatıyla ciddi alâkadar olan bu Cihan Harbi’nin dehşetli zamanlarında, iki sene –şimdi on sene kadar oldu– ne bizden ve ne de her gün hizmetinizde bulunan Emin’den bir defacık olsun sormadınız, ehemmiyet vermediniz. Acaba bu büyük hâdiseden daha büyük diğer bir hakikat mı hükmediyor ki bunu ehemmiyetten ıskat ediyor; yahut onun ile meşgul olmanın bir zararı mı var?”

bölümü yer almaktadır.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 11 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.

Risale-i Nur Talebeleri Tarafından Sorulan Bir Suale Cevap - “Âlem-i İslâmın mukadderatıyla ciddi alâkadar olan bu Cihan Harbi’nin dehşetli zamanlarında, iki sene –şimdi on sene kadar oldu– ne bizden ve ne de her gün hizmetinizde bulunan Emin’den bir defacık olsun sormadınız, ehemmiyet vermediniz. Acaba bu büyük hâdiseden daha büyük diğer bir hakikat mı hükmediyor ki bunu ehemmiyetten ıskat ediyor; yahut onun ile meşgul olmanın bir zararı mı var” - Gençlik Rehberi Okumaları 8
Risale-i Nur Talebeleri Tarafından Sorulan Bir Suale Cevap – “Âlem-i İslâmın mukadderatıyla ciddi alâkadar olan bu Cihan Harbi’nin dehşetli zamanlarında, iki sene –şimdi on sene kadar oldu– ne bizden ve ne de her gün hizmetinizde bulunan Emin’den bir defacık olsun sormadınız, ehemmiyet vermediniz. Acaba bu büyük hâdiseden daha büyük diğer bir hakikat mı hükmediyor ki bunu ehemmiyetten ıskat ediyor; yahut onun ile meşgul olmanın bir zararı mı var” – Gençlik Rehberi Okumaları 8

Risale-i Nur Talebeleri Tarafından Sorulan Bir Suale Cevap

“Âlem-i İslâmın mukadderatıyla ciddi alâkadar olan bu Cihan Harbi’nin dehşetli zamanlarında, iki sene –şimdi on sene kadar oldu– ne bizden ve ne de her gün hizmetinizde bulunan Emin’den bir defacık olsun sormadınız, ehemmiyet vermediniz. Acaba bu büyük hâdiseden daha büyük diğer bir hakikat mı hükmediyor ki bunu ehemmiyetten ıskat ediyor; yahut onun ile meşgul olmanın bir zararı mı var?” diye Üstadımızdan sorduk.

O da elcevap diyor ki: Evet, bu Cihan Harbi’nden daha büyük bir hakikat, daha azîm bir hâdise hükmettiği için Cihan Harbi ona nisbeten çok ehemmiyetsiz düşüyor. Çünkü bu Cihan Harbi’nde iki hükûmet küre-i arzın hâkimiyeti için mürafaa ve muhakeme davasında bulunmaları içinde iki muazzam dinin musalaha ve sulh mahkemesine barışmak davaları açılarak ve dinsizliğin dehşetli cereyanı da semavî dinler ile mücadele-i azîmesi başladığı hengâmda, nev-i beşerin sosyalist tabakası ile burjuvalar taifesinin mahkeme-i kübralarında açılan büyük davalarından çok mühim öyle bir dava açılmış ve öyle muazzam bir hakikat meydana çıkmış ki o davanın tek bir adama isabet eden miktarı bu Cihan Harbi’nden daha büyüktür. İşte o dava da budur ki:

Şu zamanda her mü’min için belki herkes için küre-i arz kadar bir bâki tarla ve o tarla baştan başa bahçeler ve kasırlarla müzeyyen ebedî bir mülk almak ve o mülkü kazanmak veya kaybetmek davası açılmış. Demek, her bir tek adamın başına öyle bir dava açılmış ki eğer İngiliz ve Alman kadar serveti ve kuvveti olsa ve aklı da varsa, yalnız o davayı kazanmak için bütününü sarf edecek. Elbette o davayı kazanmadan evvel başka şeylere ehemmiyet veren, divanedir. Hattâ o dava o derece tehlikeye düşmüş ki bir ehl-i keşfin müşahedesiyle, bir yerde ecel elinden terhis tezkeresi alan kırk adamdan bir adam kazanabilmiş, otuz dokuzu kaybetmiş.

İşte bu ehemmiyetli, azîm davayı kazandıracak ve yirmi senedir tecrübelerle onda sekizine o davayı kazandıran bir dava vekili bulunsa elbette aklı başında her adam, o davayı kazandıracak öyle bir dava vekilini vazifeye sevk edecek bir hizmete her hâdisenin fevkinde ehemmiyet vermeye mükelleftir. İşte o dava vekilinin birisi belki birincisi, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan’ın i’caz-ı manevîsinden süzülen ve çıkan ve tevellüd eden Risale-i Nur olduğuna, binler onunla o davayı kazananlar şahittir.

Evet, bu küre-i arza memuriyetle gönderilen her insan, burada misafir ve fâni olduğu ve mahiyeti bir hayat-ı bâkiyeye müteveccih bulunduğu kat’iyen tahakkuk etmiştir. O her bir insan, bu zamanda hayat-ı ebediyesini kurtaracak olan istinad kaleleri sarsıldığından bu dünyasını ve içindeki bütün alâkadar ahbabını ebedî terk etmekle beraber, bu dünyadan binler derece daha mükemmel bâki bir mülkü de kaybetmek veya kazanmak davası başına açılmış. Eğer iman vesikası olmazsa ve beratı ve senedi olan itikadı sağlam bir surette elde etmezse o davayı kaybeder. Acaba bu kaybettiği şeyin yerini hangi şey doldurabilir?

İşte bu hakikate binaen, benim ve kardeşlerimin her birimizin yüz derece aklımız ve fikrimiz ziyadeleşse de bu muazzam vazife-i kudsiyenin hizmetine ancak kâfi gelebilir. Sair mesaile bakmak, bize fuzulî ve malayani olur. Yalnız bu kadar var ki Risale-i Nur şakirdlerinin bir kısmı öteki davalar içinde bulunduğu ve lüzumsuz, sebepsiz bazen bize akılsızların tecavüzleri ve taarruzları zamanlarında zaruret derecesinde, istemeyerek bakmışız. (*[3])

Hem de bu hakiki ve pek büyük dava haricindeki davalara ve boğuşmalara alâkadarane fikren, kalben karışmak zararlıdır. Çünkü böyle geniş, siyasî ve heyecan veren dairelere dikkat eden ve onlarla meşgul olan bir adam, kısa bir daire içinde vazifedar olduğu ehemmiyetli hizmetlerden geri kalır veya şevki kırılır.

Hem de o geniş, cazibedar siyaset ve boğuşma dairelerine dikkat eden bazen kapılır, vazifesini yapamadığı gibi selâmet-i kalbini ve hüsn-ü niyetini ve istikamet-i fikrini ve hizmetteki ihlasını kaybetmese de o ittiham altında kalabilir. Hattâ bu noktada bana mahkemede hücum ettikleri zaman dedim:

Güneş gibi hakikat-i imaniye ve Kur’aniye, yerdeki muvakkat ışıkların cazibesine tabi ve âlet olmadığı gibi o hakikati cidden tanıyan, değil küre-i arzdaki hâdisata, belki kâinata da âlet edemez, diye onları susturdum.

İşte Üstadımızın cevabı bitti, biz de bütün kuvvetimizle tasdik ettik.

Risale-i Nur Şakirdleri

***

KAYNAKLAR

https://www.risalekulliyati.com/kulliyat/genclik-rehberi/risale-i-nur-talebeleri-tarafindan-sorulan-bir-suale-cevap


GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI – RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ – OKUYAN: HÜMA

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi Okumalarında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.

Önsöz - Gençlik Rehberi Okumaları 1

Önsöz – Gençlik Rehberi Okumaları 1


Birinci Söz - Gençlik Rehberi Okumaları 2 - Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.

Birinci Söz – Gençlik Rehberi Okumaları 2 – Bismillah her hayrın başıdır. Biz dahi başta ona başlarız.


Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir. - On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı - GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI 3

Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmeyen bazı gençlerle bir muhaveredir. – On Üçüncü Söz’ün İkinci Makamı – GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI 3


Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum - Gençlik Rehberi Okumaları 4

Bir Zaman Eskişehir Hapishanesinin Penceresinde Oturmuştum – Gençlik Rehberi Okumaları 4


Gençlik Rehberi’ne İlâve Edilmesi Lâzım Gelen Üstadımızın Bir Fıkrasıdır - Gençlik Rehberi Okumaları 5

Gençlik Rehberi’ne İlâve Edilmesi Lâzım Gelen Üstadımızın Bir Fıkrasıdır – Gençlik Rehberi Okumaları 5


Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme - Her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez - Gençlik Rehberi Okumaları 6

Birden İhtar Edilen Bir Mesele-i Mühimme – Her güzel, güzelliğini sever ve elinden geldiği kadar muhafaza etmek ister ve bozulmasını istemez – Gençlik Rehberi Okumaları 6


“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” - Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır - Gençlik Rehberi Okumaları 7

“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” – Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır – Gençlik Rehberi Okumaları 7

Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.

Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü'l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü'l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. - Cumartesi Dersleri 22. 23.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Onuncu Lem’a.

Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü'l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü'l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. - Cumartesi Dersleri 22. 23.
Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

ONUNCU LEM’A

Tecellî-i cemâliyeyi gösteren hayat nasıl bir burhan-ı ehadiyettir, belki bir çeşit tecellî-i vahdettir. Tecellî-i celâli izhar eden memat dahi bir burhan-ı vâhidiyettir.

Evet, meselâ,

 وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 

nasıl ki güneşe karşı parlayan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmi şeffâfâtı, güneşin aksini ve ışığını göstermek suretiyle güneşe şehadet ettikleri gibi; o katarâtın ve şeffâfâtın gurubuyla, gitmeleriyle beraber, arkalarından yeni gelen katarat taifeleri ve şeffâfat kabileleri üstünde yine güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellîsi ve noksansız istimrarı kat’iyen şehadet eder ki, sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlayan misalî güneşçikler ve ışıklar ve nurlar bir bâki, daimî, âli, tecellîsi zevâlsiz birtek güneşin cilveleridir. Demek o parlayan kataratlar, zuhuruyla ve gelmeleriyle güneşin vücudunu gösterdikleri gibi; guruplarıyla, zevâlleriyle güneşin bekàsını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.

Aynen öyle de, şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l-Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler.


Dipnot-1

“En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl Sûresi, 16:60.


adem: yokluk
akis: yansıma
âli: yüce, yüksek
bâki: sürekli, kalıcı (bk. b-ḳ-y)
bekà: devamlılık (bk. b-ḳ-y)
burhan-ı ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görünen birlik delili (bk. v-ḥ-d)
burhan-ı vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik delili (bk. v-ḥ-d)
Cenâb-ı Hakk: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cilve: yansıma (bk. c-l-y)
daimî: devamlı
ehadiyet: birlik (bk. v-ḥ-d)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
eşya: şeyler, varlıklar
ezeliyet: varlığının başlangıcı olmaması, sonsuzluk (bk. e-z-l)
fevkalâde: olağanüstü
gurub: batma
hadsiz: sınırsız
haşmet: göz kamaştırıcı büyüklük, görkem
imtinâ: imkansızlık
in’idâm: yok olma
isnad edilmek: dayandırılmak (bk. s-n-d)
istimrar: devamlılık
izhar eden: gösteren (bk. ẓ-h-r)
kabile: topluluk
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kat’iyen: kesinlikle
katarât: damlalar
mebzûliyet: bolluk
memat: ölüm (bk. m-v-t)
mevcudat-ı seyyâle: devamlı akıp giden varlıklar (bk. v-c-d)
mütelemmi: parıldayan
nev’: tür
şeffâfât: şeffaf şeyler
sermediyet: daimîlik, süreklilik
sikke-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
suubet: zorluk
suubet peydâ etmek: zorluk kazanmak
taife: topluluk, grup
tecellî: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
tecellî-i celâli: büyüklük ve haşmetin yansıması (bk. c-l-y; c-l-l)
tecellî-i cemâl: güzelliğin yansıması (bk. c-l-y; c-m-l)
tecellî-i vahdet: Allah’ın birlik tecellisi (bk. c-l-y; v-ḥ-d)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
velhasıl: kısacası
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
zemin: yer
zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l)
zevâlsiz: batmayan (bk. z-v-l)
zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r)

Evet, gece-gündüz, kış ve yaz, asırlar ve devirlerin değişmesiyle gurup ve ufûl içinde teceddüd eden ve tazelenen masnûât-ı cemile, mevcudat-ı lâtife, elbette bir âli ve sermedî ve dâimü’t-tecellî bir Cemâl Sahibinin vücud ve bekà ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-ı zahiriye-i süfliyeleriyle beraber zevâl bulup ölmeleri, o esbabın hiçliğini ve bir perdeolduğunu gösteriyorlar. Şu hal kat’iyen ispat eder ki, şu san’atlar, şu nakışlar, şu cilveler, bütün esmâsı kudsiye ve cemîle olan bir Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin tazelenen san’atlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir.

Elhâsıl: Şu kitab-ı kebir-i kâinat, nasıl ki vücud ve vahdete dair âyât-ı tekvîniyeyi bize ders veriyor. Öyle de, o Zât-ı Zülcelâlin bütün evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliyesine de şehadet eder ve kusursuz ve noksansız kemâl-i Zâtîsini ispat ederler. Çünkü, bedihîdir ki:

· Bir eserde kemâl, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder.

· Fiilin kemâli ise, ismin kemâline,

· ve ismin kemâli, sıfatın kemâline,

· ve sıfatın kemâli, şe’n-i zâtînin kemâline,

· ve şe’nin kemâli, o zât-ı zîşuûnun kemâline, hadsen ve zarureten ve bedâheten delâlet eder.

Meselâ, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinatı, arkalarında bir usta ef’âlinin mükemmeliyetini gösterir. O ef’âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san’atına dair sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir. Ve o san’at ve sıfatların mükemmeliyeti, o


âli: yüce, yüksek
âyât-ı tekvîniye: yaratılışa ait âyetler, deliller (bk. k-v-n)
âyine: ayna
bedâheten: ap açık bir şekilde
bedihî: açık, aşikâr
bekà: süreklilik, kalıcılık (bk. b-ḳ-y)
Cemâl Sahibi: sonsuz derecede güzellik sahibi, Allah (bk. c-m-l)
cemîle: çok güzel (bk. c-m-l)
cilve: yansıma, görünme (bk. c-l-y)
dâimü’t-tecellî: sürekli tecellî eden (bk. c-l-y)
delâlet: işaret etme, delil olma
devir: çağ
ef’âl: fiiller (bk. f-a-l)
elhâsıl: özetle, sonuç olarak
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esbab-ı zahiriye-i süfliye: görünürdeki alçak ve bayağı sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliye: Cenâb-ı Allah’ın mükemmel, güzel ve haşmetli vasıfları, sıfatları (bk. v-ṣ-f; k-m-l; c-m-l; c-l-l)
fâil: işi yapan (bk. f-a-l)
gurup: batma
hadsen: sezgiyle (bk. ḥ-d-s̱)
hatem: mühür, damga
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
kasr: saray, köşk
kat’iyen: kesinlikle
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kemâl-i Zâtî: Allah’ın zâtının mükemmelliği, kusursuzluğu (bk. k-m-l)
kitab-ı kebir-i kâinat: büyük kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-b-r; k-v-n)
kudsiye: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
masnûât-ı cemile: güzel sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a; c-m-l)
mebde’: başlangıç
menşe: kaynak
mevcudat-ı lâtife: çok hoş ve güzel varlıklar (bk. v-c-d; l-ṭ-f)
nakış: işleme (bk. n-ḳ-ş)
nukuş: işlemeler (bk. n-ḳ-ş)
şe’n: istidat ve kabiliyet; mimarlık, marangozluk ve ressamlık gibi (bk. ş-e-n)
şe’n-i zâtî: zâtında olan istidat ve kabiliyet (bk. ş-e-n)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sermedî: daimi, sürekli
sikke: mühür, işaret
sıfat: özellik, vasıf (bk. v-ṣ-f)
taharrük: hareket etme
tahavvül: değişme
teceddüd etme: yenilenme
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)
ufûl: batma
vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
zarureten: zorunlu olarak
Zât-ı Cemîl-i Zülcelâl: sınırsız yücelik ve haşmet ve sonsuz güzellik sahibi olan Zât, Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)
zât-ı zîşuûn: zâtî özellik ve niteliklere sahip olan zât (bk. ẕî; ş-e-n)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zevâl bulma: gelip geçme (bk. z-v-l)

san’at sahibinin “şuûn-u zâtiye” denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o şuûn ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misillü, aynen öyle de:

Şu kusursuz, fütursuz,

 هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ 

sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudat-ı muntazama-i kâinatta olan san’at ise, bilmüşahede, bir Müessir-i Zi’l-iktidarın kemâl-i ef’âline delâlet eder. O kemâl-i ef’âl ise, bilbedâhe, o Fâil-i Zülcelâlin kemâl-i esmâsına delâlet eder. O kemâl-i esma ise, bizzarure, o esmânın Müsemmâ-i Zülcemâlinin kemâl-i sıfatına delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i sıfat ise, bilyakîn, o Mevsûf-u Zülkemâlin kemâl-i şuûnuna delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i şuûn ise, bihakkılyakîn, o zîşuûnun kemâl-i Zâtına öyle delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün envâ-ı kemâlât, Onun kemâline nisbeten sönük bir zıll-i zâif suretinde bir Zât-ı Zülkemâlin âyât-ı kemâli ve rumûz-u celâli ve işârât-ı cemâli olduğunu gösterir.


Dipnot-1

“En küçük bir kusur görüyor musun?” Mülk Sûresi, 67:3.


âlem-i İslâmiyet: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
âsâr-ı meşhude-i âlem: âlemdeki görünen eserler (bk. ş-h-d; a-l-m)
âyât-ı kemâl: mükemmelliğin delilleri (bk. k-m-l)
âyet-i kübrâ: en büyük delil (bk. k-b-r)
bedr-i münevver: parlak dolunay (bk. n-v-r)
bihakkılyakîn: yaşamış gibi birşeyi kesin olarak bilme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
bilbedâhe: açık bir şekilde
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
bilyakîn: kesinlikle (bk. y-ḳ-n)
bizzarure: zorunlu olarak
delâlet: işaret etme, delil olma
dellâl-ı saltanat: saltanatın ilancısı (bk. s-l-ṭ)
envâ-ı kemâlât: mükemmelliklerin türleri, çeşitleri (bk. k-m-l)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Fâil-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Fâil, Allah (bk. f-a-l; ẕü; c-l-l)
fütursuz: usanmadan
işârât-ı cemâl: sonsuz güzelliğin işaretleri (bk. c-m-l)
ism-i âzam: en büyük isim (bk. s-m-v; a-z-m)
istidad-ı zâtiye: zâtındaki istidat, kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i ef’âl: fiillerdeki mükemmellik (bk. k-m-l; f-a-l)
kemâl-i esmâ: isimlerin mükemmelliği (bk. k-m-l; s-m-v)
kemâl-i sıfat: sıfatların mükemmelliği (bk. k-m-l; v-ṣ-f)
kemâl-i şuûn: zâtî niteliklerin mükemmelliği; yaratıcılık ve rızık vericilik gibi Cenâb-ı Hakkın Zâtında bulunan kutsal özelliklerin mükemmelliği (bk. k-m-l; ş-e-n)
kemâl-i Zât: Zâtın kemâli, mükemmelliği (bk. k-m-l)
keşşâf-ı zîhikmet: hikmet sahibi keşfedici (bk. k-ş-f; ẕî; ḥ-k-m)
kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r)
Kur’ân-ı Kebir: büyük Kur’an (bk. k-b-r)
mahiyet-i zâtiye: zâtının niteliği, özelliği
mazhar: ayna olma (bk. ẓ-h-r)
mevcudat-ı muntazama-i kâinat: kâinattaki düzenli varlıklar (bk. v-c-d; n-ẓ-m; k-v-n)
Mevsûf-u Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve mükemmel sıfatlarla vasıflanan Allah (bk. v-ṣ-f; ẕü; k-m-l)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
Müessir-i Zi’l-iktidar: güç ve iktidar sahibi Yaratıcı (bk. ẕî; ḳ-d-r)
münevver: nurlu (bk. n-v-r)
Müsemmâ-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve en güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v; ẕü; c-m-l)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; e-l-h)
rumûz-u celâl: sonsuz haşmet ve görkemin işaretleri (bk. c-l-l)
saray-ı âlem: dünya sarayı (bk. a-l-m)
şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n)
şehâdet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şuûn ve kabiliyet-i zâtiye: zâti nitelikler; istidatlar ve kabiliyetler (bk. ş-e-n)
şuûn-u zâtiye: zâtî nitelikler, özellikler (bk. ş-e-n)
tılsım-ı kâinat: kâinatın tılsımı, gizemi (bk. k-v-n)
Zât-ı Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; k-m-l)
zîşuûn: şuûn sahibi
zıll-i zâif: zayıf gölge

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ONUNCU LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.408

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/408


CUMARTESİ DERSLERİ

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san'atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. - Cumartesi Dersleri 22. 22.
Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Risale-i Nur Külliyatı’nda Ahirzaman Kıyamet Alâmetleri ve Olayları Hakkında Hadislerin Yorumu

Risale-i Nur Külliyatı'nda Ahirzaman Kıyamet Alâmetleri ve Olayları Hakkında Hadislerin Yorumu

Bu sayfada Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’nda yer alan ahirzaman alâmetler ve olayları hakkındaki hadislerin ve anlatımların yorumları yer almaktadır.

Risale-i Nur Külliyatı'nda Ahirzaman Kıyamet Alâmetleri ve Olayları Hakkında Hadislerin Yorumu
Risale-i Nur Külliyatı’nda Ahirzaman Kıyamet Alâmetleri ve Olayları Hakkında Hadislerin Yorumu

Yirmi Dördüncü Söz

ÜÇÜNCÜ DAL

Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a’mâlin fazilet ve sevaplarından bahseden ehâdis-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu demişler. İmanı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da inkâra kadar gitmişler. Şimdi tafsile girişmeyeceğiz. Yalnız “On İki Asıl”ı beyan ederiz.

BİRİNCİ ASIL:

Yirminci Sözün âhirindeki sual ve cevapta izah ettiğimiz meseledir. İcmâli şudur ki:


a’mâl: ameller, işler
âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r)
alâmet: işaret
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
âzam: en büyük (bk. a-ẓ-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
derecât-ı ârifîn: ariflerin dereceleri (bk. a-r-f)
derece-i âzam: en büyük derece (bk. a-ẓ-m)
ehâdis-i şerife: Peygamberimizin yüce sözleri (bk. ḥ-d-s̱)
ehl-i ilim: ilim ehli, âlimler (bk. a-l-m)
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
ekmel: en mükemmel (bk. k-m-l)
enâniyet: benlik, gurur
erkân-ı imaniye: imanın esasları (bk. r-k-n; e-m-n)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
esrar: sırlar
fazilet: erdem, üstünlük (bk. f-ḍ-l)
fevkinde: üstünde
hadd: yetki
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-ı haşir ve kıyamet: kıyamet ve haşir gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-ş-r; ḳ-v-m)
haşr-i âzam/haşir: en büyük haşir; öldükten sonra âhirette yeniden diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r; a-ẓ-m)
hikmet-i irşad: olması gereken keyfiyette doğru yolu gösterme ve yaşatmanın gayesi (bk. ḥ-k-m; r-ş-d)
icmâl: özet, kısaltılmış (bk. c-m-l)
ihsas: hissettirme
iktifa: yetinme
iktiza: bir şeyin gereği
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f)
iptidaî: ilkel
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
itminan-ı kalb: kalben tam kanaatle inanma
kavî: kuvvetli
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
kıyamet-i kübrâ: büyük kıyâmet, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m; k-b-r)
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. r-k-n; a-r-f)
mazhar: görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
mertebe: derece
mertebe-i uzma: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m)
mevzu: uydurma hadis
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
tafsil: ayrıntı
tafsilât: ayrıntılar
takat: güç, kuvvet
tefavüt etmek: farklılık göstermek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
vukuat: olaylar
zikretmek: bildirmek, hatırlatmak

Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur.

İşte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyât dahi çok muhteliftir; birbirine zıt hükümler olmuş.

İKİNCİ ASIL: 

Mesâil-i İslâmiyenin tabakatı vardır. Biri bir burhan-ı kat’î istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder, başkası yalnız bir kabul-u teslimi ve reddetmemek ister. Öyle ise, esâsât-ı imaniyeden olmayan mesâil-i fer’iye veya vukuat-ı zamaniyenin herbirinde bir iz’ân-ı yakîn ile bir burhan-ı kat’î istenilmez. Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir.

ÜÇÜNCÜ ASIL: 

Zaman-ı Sahabede Benî İsrail ve Nesârâ ulemalarından çoğu İslâmiyete girdiler. Eski malûmatları dahi onlarla beraber Müslüman oldu; bazı hilâf-ı vaki malûmât-ı sâbıkaları, İslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.

DÖRDÜNCÜ ASIL: 

Ehâdis-i şerife râvilerinin bazı kavilleri veyahut istinbat ettikleri mânâları, metn-i hadisten telâkki ediliyordu. Halbuki, insan hatadan hâli olmadığı için, hilâf-ı vaki bazı istinbatları veya kavilleri hadis zannedilerek zaafına hükmedilmiş.

BEŞİNCİ ASIL:

 اِنَّ فِى اُمَّتِى مُحَدَّثُونَ 

yani

 مُلْهَمُونَ 

sırrınca, bazı ehl-i keşif ve ehl-i velâyet olan muhaddisîn-i muhaddesun ilhamlarıyla gelen bazı maânî, hadis telâkki edilmiş. Halbuki ilham-ı evliya, bazı ârızalarla hata olabilir. İşte, bu neviden bir kısım hilâf-ı hakikat çıkabilir.


Dipnot-1

“Ümmetimin içinde muhaddesûn vardır.” Buhari, Fadâilü’s-Sahâbe: 6, Enbiyâ: 54; Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe: 23; Tirmizi, Menâkıb: 17; Müsned, 6:55; el-Kurtubî, el-Câmi’li Ahkâm’l-Kur’ân 13:174.

Dipnot-2

Kendilerine ilhâm olunan kimseler.


alâmet-i kıyamet: kıyâmet alâmeti, işareti (bk. ḳ-v-m)
ârıza: aksama
bedâhet: ap açıklık
bedihî: açık, âşikar
Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler
burhan-ı kat’î: kesin delil
ehâdis-i şerife: Peygamberimizin yüce sözleri (bk. ḥ-d-s̱)
ehl-i keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar (bk. k-ş-f)
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
ervâh-ı âliye: yüksek ruhlar (bk. r-v-ḥ)
ervâh-ı sâfile: alçak ruhlar (bk. r-v-ḥ)
esâsât-ı imaniye: imanın esasları (bk. e-m-n)
hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)
hâli: uzak, boş
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hilâf-ı vaki: gerçeğe aykırı
ihtilâf: uyuşmazlık, ayrılık
ihtiyar: irade, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
iktifa: yetinme
ilham: Allah’tan kalbe gelen ve doğan mânâlar
ilham-ı evliya: evliyanın kalbine doğan mânâ (bk. v-l-y)
istidat: kabiliyet, meziyet (bk. a-d-d)
istinbat: gizli bir mânâyı ortaya çıkarma
iz’ân-ı yakîn: kesin delile dayalı olan sağlam inanç (bk. y-ḳ-n)
kabul-u teslim: teslimiyet ile kabul etmek (bk. s-l-m)
kavil: söz, görüş
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
malûmat: bilgiler (bk. a-l-m)
malûmat-ı sâbıka: geçmişteki bilgiler (bk. a-l-m)
meçhul: bilinmeyen
Mehdî: âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât (bk. h-d-y)
mesâil-i fer’iye: teferruata dair olan meseleler (bk. m-s̱-l)
mesâil-i İslâmiye: İslâmî meseleler (bk. s-l-m)
metn-i hadis: hadisin metni, sözel kısım (bk. ḥ-d-s̱)
muhaddisîn-i muhaddesun: Allah tarafından ilhama mazhar olan hadisçiler (bk. ḥ-d-s̱)
muhtelif: değişik, çeşitli
muztar: mecbur, çaresiz
Nesârâ: Hıristiyanlar
netice-i imtihan: imtihan neticesi
nevi: tür, çeşit
râvi: rivâyet eden, nakleden
rivâyât: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
sırr-ı teklif: sorumluluk ve imtihan sırrı
Süfyan: âhirzamanda gelip İslâm dinini yıkmak için çalışacak olan dinsiz ve münafık şahıs
tabakat: tabakalar
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tefrik: ayırma
telâkki: kabul etme
telâkki etmek: kabul etmek
teslimiyet: bir görüşe, bir fikre teslim olma, onu kabul etme (bk. s-l-m)
tevehhüm edilmek: sanılmak
ulema: âlimler (bk. a-l-m)
vukuat: olaylar
vukuat-ı zamaniye: zamanın olayları
zaaf: zayıflık
zaman-ı Sahabe: Sahabelerin zamanı
zann-ı galibî: üstün gelen kanaat
zayi olmak: kaybolmak

ALTINCI ASIL: 

Beynennas iştihar bulmuş bazı hikâyeler bulunuyor ki, durub-u emsal hükmüne geçer, hakikî mânâsına bakılmaz. Ne maksat için sevk edilir, ona bakılır. İşte, bu neviden, beynennas teârüf etmiş bazı kıssa ve hikâyâtı, Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bir maksad-ı irşadî için temsil ve kinaye nev’inden zikredivermiş. Şu nevi meselelerin mânâ-yı hakikîsinde kusur varsa, örf ve âdât-ı nâsa aittir ve teârüf ve tesâmu-u umumîye râcidir.

YEDİNCİ ASIL:

Pek çok teşbih ve temsiller bulunuyor ki, mürur-u zamanla veya ilmin elinden cehlin eline geçmesiyle hakikat-i maddiye telâkki ediliyor, hataya düşer. Meselâ, “Sevr” ve “Hut” isminde ve âlem-i misalde sevr ve hut timsalinde, berrî ve bahrî hayvânat nâzırlarından iki melâiketullah, adeta bir koca öküz ve cismanî bir balık zannedilerek hadîse ilişilmiş.

Hem meselâ, bir vakit huzur-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti ki: “Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, tâ ancak bu dakika Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.”1 İşte bu hadisi işiten, hakikate vasıl olmayan, inkâra sapar. Halbuki, yirmi dakika o hadisten sonra kat’iyen sabittir ki, biri geldi, Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâma dedi ki: “Meşhur münafık yirmi dakika evvel öldü.” Yetmiş yaşına giren o münafık, Cehennemin bir taşı olarak, bütün müddet-i ömrü tedennîde, esfel-i sâfilîne, küfre sukuttan ibaret olduğunu, gayet beliğane bir surette, Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm beyan etmiştir. Cenâb-ı Hak, o vefat dakikasında o sesi işittirip ona alâmet etmiştir.


Dipnot-1

bk. Müslim, Cennet, 31; Müsned, 3:341, 346.


âdât-ı nâs: insanların adetleri
alâmet: işaret
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ârıza: aksama
bahrî: denize ait
beliğane: beliğ bir şekilde (bk. b-l-ğ)
berrî: karaya ait
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
beynennas: insanlar arasında
cehl: cahillik, bilgisizlik
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cismanî: maddi yapısı olan
durub-u emsal: atasözleri (bk. m-s̱-l)
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
ferman etmek: buyurmak
hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i maddiye: maddî gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikâyât: hikâyeler
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hut: büyük balık
huzur-u Nebevî: Peygamberin huzuru, yanı (bk. ḥ-ḍ-r; n-b-e)
ilham: Allah’tan kalbe gelen ve doğan mânâlar
ilham-ı evliya: evliyanın kalbine doğan mânâ (bk. v-l-y)
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
iştihar: meşhur olma
kat’iyen: kesinlikle
kinaye: bir sözü üstü kapalı olarak ifade etme
kıssa: ibretli hikâye
küfür: inkar, inançsızlık (bk. k-f-r)
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
maksad-ı irşadî: yol gösterme gayesi (bk. ḳ-ṣ-d; r-ş-d)
maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
mânâ-yı hakikî: gerçek mânâ (bk. a-n-y; ḥ-ḳ-ḳ)
melâiketullah: Allah’ın melekleri (bk. m-l-k)
müddet-i ömür: ömür süresi
muhaddisîn-i muhaddesun: Allah tarafından ilhama mazhar olan hadisçiler (bk. ḥ-d-s̱)
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişi
mürur-u zaman: zamanın geçmesi
nâzır: gözlemci (bk. n-ẓ-r)
nev’: tür
nevi: tür, çeşit
râci: ait
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
sevr: öküz
sukut: düşme, alçalma
teârüf etmek: bilinmek (bk. a-r-f)
tedennî: alçalma, gerileme
telâkki: kabul etme
telâkki etmek: kabul etmek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tesâmu-u umumîye: genel duyuş, halkta oluşmuş yaygın kanaat (bk. s-m-a)
teşbih: benzetme
timsal: suret, görüntü (bk. m-s̱-l)
vasıl olma: ulaşma, kavuşma
zikretmek: bildirmek

SEKİZİNCİ ASIL: 

Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı tecrübe ve meydan-ı imtihanda, çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklamakla, çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır. Meselâ, Leyle-i Kadri umum Ramazan’da, saat-i icâbe-i duayı Cuma gününde, makbul velîsini insanlar içinde, eceli ömür içinde ve kıyametin vaktini ömr-ü dünya içinde saklamış.

Zira, ecel-i insan muayyen olsa, yarı ömrüne kadar gaflet-i mutlaka, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki, âhiret ve dünya muvazenesini muhafaza etmek ve her vakit havf ve recâ ortasında bulunmak maslahatı, iktiza eder ki, her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde, müphem tarzdaki yirmi sene müphem bir ömür, bin sene muayyen bir ömre müreccahtır.

İşte, kıyamet dahi, şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti taayyün etseydi, bütün kurun-u ûlâ ve vustâ gaflet-i mutlakaya dalacak idiler ve kurun-u uhrâ dehşette kalacaktı. İnsan nasıl hayat-ı şahsiyesiyle, hanesinin ve köyünün bekàsıyla alâkadardır. Öyle de, hayat-ı içtimaiye ve nev’iyesiyle, küre-i arzın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur’ân

 اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ 

der, “Kıyamet yakındır” ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya iki bin sene, bir seneye nisbetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Saat-i kıyamet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün. İşte bunun içindir ki, Hakîm-i Mutlak, kıyameti, Mugayyebât-ı Hamseden olarak ilminde saklıyor. İşte, bu ipham sırrındandır ki, her asır, hattâ asr-ı hakikatbîn olan Asr-ı Saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hattâ bazıları “Şerâiti hemen hemen çıkmış” demişler.


Dipnot-1

Kamer Sûresi, 54:1.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
alâkadar: alâkalı, ilgili
asr-ı hakikatbîn: gerçeği gören asır (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Asr-ı Saadet: Peygamberimizin yaşadığı dönem, mutluluk asrı
baîd: uzak
bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)
Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
dâr-ı tecrübe: deneme yeri
darağacı: idam sehpası
dehşet: korku, ürküntü
ecel: ölüm vakti
ecel-i insan: insanın ölüm vakti
ferman etmek: buyurmak
gaflet-i mutlaka: sınırsız bir şekilde umursamazlık; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l; ṭ-l-ḳ)
Hakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
halel: zarar, eksiklik
hane: evhavf: korku
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayat-ı şahsiye: özel hayat (bk. ḥ-y-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
iktiza: gerektirme
insan-ı ekber: en büyük insan (bk. k-b-r)
insaniyet: insanlık
ipham: gizleme
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
küre-i arz: yeryüzü, dünya
kurun-u uhrâ: yakın çağ (bk. e-ḫ-r)
kurun-u ûlâ ve vusta: ilk ve orta çağ
Leyle-i Kadr: Kadir gecesi (bk. ḳ-d-r)
makbul: kabul görmüş; değer ve itibar sahibi
maslahat: gaye, fayda (bk. ṣ-l-ḥ)
meydan-ı imtihan: sınav meydanı
muayyen: belli
Mugayyebât-ı Hamse: beş bilinmeyen şey (bk. ğ-y-b)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
mühim: önemli
müphem: belirsiz
müreccah: tercih edilme
muvazene: denge
nev’i: tür
nisbet edilmek: bağ kurulmak (bk. n-s-b)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
ömr-ü dünya: dünyanın ömrü
recâ: ümit
saat-i icâbe-i dua: duaların kabul edildiği saat (bk. c-v-b; d-a-v)
saat-i kıyamet: kıyâmet vakti (bk. ḳ-v-m)
şerâit: şartlar, belirtiler
taayyün: belirlenme
umum: bütün
velî: Allah dostu (bk. v-l-y)
zira: çünkü

İşte bu hakikati bilmeyen insafsız insanlar derler ki: “Âhiretin tafsilâtını ders alan müteyakkız kalbli, keskin nazarlı olan Sahabelerin fikirleri, niçin bin sene hakikatten uzak olarak fikirleri düşmüş gibi, istikbal-i dünyevîde bin dört yüz sene sonra gelecek bir hakikati asırlarında karib zannetmişler?”

Elcevap: Çünkü, Sahabeler, feyz-i sohbet-i Nübüvvetten, herkesten ziyade dâr-ı âhireti düşünerek, dünyanın fenâsını bilerek, kıyametin ipham vaktindeki hikmet-i İlâhiyeyi anlayarak, ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima muntazır bir vaziyet alarak, âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm “Kıyameti bekleyiniz, intizar ediniz” tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir irşad-ı Nebevîdir. Yoksa vuku-u muayyene dair bir vahyin hükmüyle değildir ki hakikatten uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte, Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın bu nevi sözleri, hikmet-i iphamdan ileri geliyor.

Hem şu sırdandır ki, Mehdî, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları, çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velâyet “Onlar geçmiş” demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlâhiye iktiza eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaytlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, maslahat-ı irşad-ı umumî zayi olurdu.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
dâr-ı âhiret: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r)
ecel: ölüm zamanı
ecel-i şahsi: kişinin ölüm vakti
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
eşhas: şahıslar
fenâ: gelip geçicilik; kötü (bk. f-n-y)
feyz-i sohbet-i Nübüvvet: Peygamberimizin (a.s.m.) sohbetinin feyzi, bereketi (bk. f-y-ḍ; n-b-e)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i İlâhiye: İlâhî hikmet; Allah’ın gözettiği fayda ve gaye (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
hikmet-i ipham: bir şeyi gizlemenin hikmeti (bk. ḥ-k-m)
ihtilâfât: farklılıklar, ihtilaflar
iktiza: gerektirme
illet: esas sebep
intizar etmek: beklemek
ipham: gizli bırakmak
irşad-ı Nebevî: Peygamberin doğru yolu göstermesi (bk. r-ş-d; n-b-e)
istikbal-i dünyevî: dünyanın geleceği
karib: yakın
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
kuvve-i mâneviye: mânevî kuvvet, moral gücü (bk. a-n-y)
lâkayt: duyarsız, ilgisiz
maslahat-ı irşad-ı umumî: herkese doğru yolu göstermenin gerektirdiği hikmet (bk. ṣ-l-ḥ; r-ş-d)
medar: sebep, dayanak
Mehdî: âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât (bk. h-d-y)
muntazır: bekleyen, hazır
müteyakkız: uyanık, gözü açık
müthiş: dehşet veren, korkutan
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nifak: münafıklık, ikiyüzlülük
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
rivâyât: rivâyetler, Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
Sahabe: Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenlersır: gizem, gizli gerçek
Süfyan: âhirzamanda gelip İslâm dinini yıkmak için çalışacak olan dinsiz ve münafık şahıs
taayyün: belirlenme
Tâbiin: sahabeleri gören mü’minler
tafsilât: ayrıntılar
takviye: kuvvetlendirme, güçlendirme
vahy: bir emrin veya hakikatin Allah tarafından Peygambere bildirilmesi (bk. v-ḥ-y)
vuku-u muayyen: belirlenmiş olayyeis: ümitsizlik
zayi olmak: kaybolmak
ziyade: fazla, çok

Şimdi, Mehdî gibi eşhasın hakkındaki rivâyâtın ihtilâfâtı ve sırrı şudur ki:

Ehâdisi tefsir edenler, metn-i ehâdisi tefsirlerine ve istinbatlarına tatbik etmişler. Meselâ, merkez-i saltanat o vakit Şam’da veya Medine’de olduğundan, vukuat-ı Mehdiye veya Süfyâniyeyi, merkez-i saltanat civarında olan Basra, Kûfe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek öyle tefsir etmişler. Hem de o eşhasın şahs-ı mânevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi o eşhasın zatlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı harika çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. Halbuki, demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman tanınabilir.

Alâmet-i kıyametten olan Deccal hakkındaki hadis-i şerifte “Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyâm-ı saire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer”1 rivâyet ediliyor. İnsafsız insanlar bu rivâyete muhal demişler—hâşâ—şu rivâyetin inkâr ve iptaline gitmişler. Halbuki, ve’l-ilmü indallah, hakikati şu olmak gerektir ki:

Âlem-i küfrün en kesafetlisi olan şimalde, tabiiyyunun fikr-i küfrîsinden süzülen bir cereyan-ı azîmin başına geçecek ve Ulûhiyeti inkâr edecek bir şahsın şimal tarafından çıkmasına işaret ve şu işaret içinde bir remz-i hikmet vardır ki, kutb-u şimalîye yakın dairede bütün sene, bir gece bir gündüzdür; altı ayı gece, altı ayı gündüzdür. “Deccalın bir günü bir senedir” o daire yakınında zuhuruna işarettir. “İkinci günü bir aydır” demekten murat, şimalden bu tarafa geldikçe bazan olur, yazın bir ayında güneş gurub etmez. Şu dahi, Deccal şimalden çıkıp âlem-i medeniyet tarafına tecavüzüne işarettir; günü Deccala isnat etmekle şu işarete işaret eder. Daha bu tarafa geldikçe, bir haftada güneş gurub etmiyor.


Dipnot-1

bk. Müslim, Fiten: 110; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Tirmizi, Fiten: 59; İbn-i Mâce, Fiten: 33; Müsned, 4:181.


ehâdis: hadisler, Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
alâmet-i kıyamet: kıyametin alâmetleri (bk. ḳ-v-m)
âlem-i küfr: küfür ve inkâr dünyası (bk. a-l-m; k-f-r)
âlem-i medeniyet: medenî dünya (bk. a-l-m)
âsâr-ı azîme: büyük eserler (bk. a-ẓ-m)
Basra: (bk. bilgiler)
bidâyeten: başlangıçta
cereyan-ı azîm: büyük akım (bk. a-ẓ-m)
Deccal: kıyamet kopmadan önce gelen, İslâmı kaldırmaya kalkan, dinlere savaş açan yalancı ve aldatıcı kimse
eşhas: şahıslar
eşhas-ı âhirzaman: âhirzamanda etkin olan şahıslar (bk. e-ḫ-r)
eşhas-ı harika: harika, olağanüstü şahıslar
eyyâm-ı saire: diğer günler
fikr-i küfrî: küfür felsefesi, düşüncesi (bk. f-k-r; k-f-r)
gurub: batma
hadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
ihtilâfât: farklılıklar, ihtilaflar
ihtiyar: irade, seçim gücü (bk. ḫ-y-r)
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
isnat: dayandırma (bk. s-n-d)
istinbat: bir söz veya bir işten gizli bir mana ve hüküm çıkarma, içtihad etme
kesafetli: yoğun, katı
Kûfe: (bk. bilgiler)
kutb-u şimalî: kuzey kutbu
Medine: (bk. bilgiler)
Mehdî: âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât (bk. h-d-y)
merkez-i saltanat: saltanatın merkezi (bk. s-l-ṭ)
metn-i ehâdis: hadislerin metni, sözleri (bk. ḥ-d-s̱)
muhal: imkânsız
murat: kasıt, amaç (bk. r-v-d)
nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n)
remz-i hikmet: bilimsel işaret (bk. ḥ-k-m)
rivâyât: rivâyetler,
rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
sır: gizem, gizli gerçek
şahs-ı mânevi: mânevî şahıs, kollektif kişilik (bk. a-n-y)
Şam: (bk. bilgiler)
şimal: kuzey
tabiiyyun: tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle var olduğunu iddia edenler (bk. ṭ-b-a)
tasavvur: düşünme (bk. ṣ-v-r)
tatbik: uygulama
tecavüz: saldırma
tefsir: yorumlama (bk. f-s-r)
Ulûhiyet: Cenab-ı Allah’ın ilâhlığı (bk. e-l-h)
ve’l-ilmü indallah: bilgi Allah katındadır (bk. a-l-m)
vukuat-ı Mehdiye ve Süfyaniye: Mehdinin ve Süfyanın gelmesiyle ortaya çıkacak olaylar (bk. h-d-y)
zuhur: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r)

Daha gele gele, tulû ve gurub ortasında üç saat devam ediyor. Ben Rusya’da esarette iken böyle bir yerde bulundum. Bize yakın, bir hafta güneş gurub etmeyen bir yer vardı; seyir için oraya gidiyorlardı. “Deccalın çıktığı vakit umum dünya işitecek” olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir. Kırk günde gezmesini de, merkebi olan şimendifer ve tayyare halletmiştir. Eskiden bu iki kaydı muhal gören mülhidler şimdi âdi görüyorlar.

Alâmet-i kıyametten olan Ye’cüc ve Me’cüce ve Sedde dair bir risalede bir derece tafsilen yazdığımdan, ona havale edip şurada yalnız şunu deriz ki: Eskiden Mançur, Moğol ünvanıyla içtimaat-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden taifeler ve Sedd-i Çinînin yapılmasına sebebiyet verenler, kıyamete yakın, yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zîrüzeber edecekleri, rivâyetlerde vardır.

Bazı mülhidler derler: “Bu kadar acaibi yapan ve yapacak taifeler nerede?”

Elcevap: Çekirge gibi bir âfat, bir mevsimde pek çok kesretle bulunur. Mevsim değiştikçe, memleketi fesada veren kesretli o taifelerin hakikatleri, mahdut bazı fertlerde saklanıyor. Yine zamanı geldikçe, emr-i İlâhî ile, o mahdut fertlerden gayet kesretli aynı fesat yine başlar. Güya onların hakikat-i milliyetleri inceliyor, kopmuyor; yine mevsimi geldikçe zuhur ediyor.

Aynen öyle de, bir zaman dünyayı hercümerc eden o taifeler, izn-i İlâhî ile, mevsimi geldiği vakit, aynı o taife, medeniyet-i beşeriyeyi hercümerc edecekler. Fakat onların muharrikleri başka bir surette tezahür eder.

 لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ 1


Dipnot-1

“Gaybı ancak Allah bilir.” Neml Sûresi, 27:65; Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 7; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân: 21.


acaib: şaşırtıcı, garip şeyler
âdi: basit, sıradan
âfat: bela, büyük felaket
alâmet-i kıyamet: kıyamet alâmeti (bk. ḳ-v-m)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)
amel: davranış, iş
belâğat: maksada ve hale uygun güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)
ehâdis-i şerife: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
fazilet: değer, üstün (bk. f-ḍ-l)
fesat: bozgunluk
gurub: güneşin batışı
güya: sanki
hakikat: asıl, esas, mahiyet (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i milliyet: millî yapıları (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hercümerc: karma karışık
içtimaat-ı beşeriye: insanlığın toplumsal hayatı (bk. c-m-a)
izn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
mahdut: sınırlı
Mançur: Asya’nın kuzeydoğusunda yaşayan bir kavim
medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti
mesâil-i imaniye: imanî meseleler (bk. m-s̱-l; e-m-n)
muhal: imkansız
muharrik: harekete geçirici, tahrik edici
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
mülhid: dinsiz
münasip: uygun (bk. n-s-b)
mutlak: kayıtsız, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ)
netâic: neticeler, sonuçlar
risale: küçük kitap (bk. r-s-l)
Rusya: (bk. bilgiler)
Sed: (Sedd-i Zülkarneyn) Zülkarneyn’in Yecüc ve Mecüc kavminden korunmak isteyenler için yaptırdığı çok büyük ve sağlam set, kale
Sedd-i Çinî: Çin Seddi (bk. bilgiler – Çin)
seyir: bakma
şimendifer: tren
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tafsilen: ayrıntılı olarak
taife: grup, topluluk
tayyare: uçak
tergib: şevklendirme, isteklendirme
terhîb: korkutma
tezahür: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r)
tulû: güneşin doğuşu
umum: bütün
üslûp: tarz, biçim
Ye’cüc ve Me’cüc: Kur’ân-ı Kerimde bahsi geçen ve ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacak olan kavimler, anarşist topluluk
zîrüzeber: alt üst, darma dağınık
zuhur: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)

KAYNAK

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, ÜÇÜNCÜ DAL, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.456

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/457


NOT: Devam edecek!..

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san'atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. - Cumartesi Dersleri 22. 22.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dokuzuncu Lem’a.

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san'atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. - Cumartesi Dersleri 22. 22.
Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

DOKUZUNCU LEM’A

Cüzde, cüz’îde, küllde, küllîde, küll-i âlemde, hayatta, zîhayatta, ihyâda olan sikkelerden, hâtemlerden, turralardan bazılarına işaret ettik. Şimdi, nevilerde hesapsız sikkelerden bir sikkeye işaret edeceğiz.

Evet, nasıl ki meyvedar bir ağacın hesapsız semereleri, bir terbiye-i vâhide, bir kanun-u vahdetle, birtek merkezden idare edildiklerinden, külfet ve meşakkat ve masraf o kadar suhulet peydâ eder ki, kesretle terbiye edilen tek bir semereye müsâvi olurlar. Demek kesret ve taaddüd-ü merkez, her semere için, kemiyetçe bütün ağaç kadar külfet ve masraf ve cihazat ister. Fark yalnız keyfiyetçedir. Nasıl ki, birtek nefere lâzım techizat-ı askeriyeyi yapmak için, orduya lâzım bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzımdır. Demek, iş vahdetten kesrete geçse, efrad adedince, kemiyet cihetiyle külfet ziyadeleşir. İşte, her nevide bilmüşahede görünen suhulet-i fevkalâde, elbette vahdetten, tevhidden gelen bir yüsr ve suhulet eseridir.

Elhasıl: Bir cinsin bütün envâı, bir nev’in bütün efradı, âzâ-yı esasîde muvafakat ve müşabehetleri nasıl ispat ederler ki, tek bir Sâniin masnularıdır. Çünkü vahdet-i kalem ve ittihad-ı sikke öyle ister. Öyle de, bu meşhud suhulet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücub derecesinde icab eder ki, bir Sâni-i Vâhidin eserleri olsun.

Yoksa, imtinâ derecesine çıkan bir suubet, o cinsi in’idâma ve o nev’i ademe götürecekti.

Velhasıl, Cenâb-ı Hakka isnad edilse, bütün eşya birtek şey gibi bir suhulet peydâ eder. Eğer esbaba isnad edilse, herbir şey bütün eşya kadar suubet peydâ eder. Madem öyledir; kâinatta şu görünen fevkalâde ucuzluk ve şu göz önündeki hadsiz mebzûliyet, sikke-i vahdeti güneş gibi gösterir. Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik.


adem: yokluk
âzâ-yı esasî: temel organlar
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
Cenâb-ı Hakk: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cihazat: donanım
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: ferd (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
envâ: çeşitler, türler
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
eşya: şeyler, varlıklar
faraza: varsayalım ki
fevkalâde: olağanüstü
hadsiz: sınırsız
hatem: mühür, damga
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hedâyâ-yı Rahmâniye: çok şefkatli ve merhametli olan Allah’ın hediyeleri (bk. r-ḥ-m)
hemcins: aynı cinsten olan
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
imtinâ: imkansızlık
in’idâm: yok olma
isnad edilmek: dayandırılmak (bk. s-n-d)
ittihad-ı sikke: mühür birliği
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kanun-u vahdet: birlik kanunu (bk. ḳ-n-n; v-ḥ-d)
kemiyetçe: sayıca
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
keyfiyet: nitelik, özellik
külfet: güçlük
küll: bütün (bk. k-l-l)
küll-i âlem: âlemin bütünü (bk. k-l-l; a-l-m)
küllî: fertlerden oluşan topluluk, tür, cins (bk. k-l-l)
lisan-ı hâl: hâl ve beden dili
masnu: sanat eseri (bk. ṣ-n-a)
mebzûliyet: bolluk
meşakkat: zahmet, zorluk
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
meyvedar: meyveli
muktedir: gücü yeten, güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
münteşir: yayılmış olan
müşabehet: benzeme
müsâvi: eşit, denk
mutasarrıf: tasarruf sahibi (bk. ṣ-r-f)
muvafakat: uygunluk
nefer: asker, er
nev’: tür
nevi: tür, çeşit
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; v-ḥ-d)
sefine: gemi
semere: meyve
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
sikke-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
suhulet: kolaylık
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
suhulet-i fevkalâde: olağanüstü kolaylık
suhulet-i mutlaka: tam bir kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)
suubet: zorluk
suubet peydâ etmek: zorluk kazanmak
taaddüd-ü merkez: merkezin çokluğu
techizat-ı askeriye: askerî donanım
terbiye-i vâhide: tek terbiye (bk. v-ḥ-d)
teşkil: oluşma
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
turra: padişah mührü, imzası
vahdet: birlik, teklik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i kalem: kalem birliği (bk. v-ḥ-d)
Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
velhasıl: kısacası
vücub: zorunluluk (bk. v-c-b)yüsr: kolaylık
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
ziyadeleşme: fazlalaşma, artma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DOKUZUNCU LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.407

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/407


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. - Cumartesi Dersleri 22. 21.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Sekizinci Lem’a.

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. - Cumartesi Dersleri 22. 21.
Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

SEKİZİNCİ LEM’A

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de, şu anâsır denilen mezraa-i masnuat, vâhidiyet ve besâtetle beraber külliyet ve ihâtaları; ve şu mahlûkat denilen semerât-ı rahmet ve mu’cizât-ı kudret ve kelâmât-ı hikmet olan nebatat ve hayvanat, mümaselet ve müşabehetleriyle beraber çok yerlerde intişarı, her tarafta bulunup tavattunları, tek bir Sâni-i Mu’ciznümânın taht-ı tasarrufunda olduklarını öyle bir tarzda gösteriyor ki, güya herbir çiçek, herbir semere, herbir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasıdır. Her nerede bulunsa, lisan-ı hâliyle herbirisi der ki: “Ben kimin sikkesiyim; bu yer dahi Onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim; bu mekân dahi Onun mektubudur. Ben kimin turrasıyım; bu vatanım dahi onun mensucudur.”

Demek, en ednâ bir mahlûka rububiyet, bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur. Ve en basit bir hayvanı tedbir ve tedvir etmek, bütün hayvânâtı, nebâtâtı, masnûâtı kabza-i rububiyetinde terbiye edene has olduğunu, kör olmayan görür.

Evet, herbir fert, sair efrada mümaselet ve misliyet lisanıyla der: “Kim bütün nev’ime mâlik ise, bana mâlik olabilir. Yoksa, yok.” Her nevi, sair nevilerle beraber yeryüzünde intişarı lisanıyla der: “Kim bütün sath-ı arza mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa yok.”

Arz, sair seyyârât ile bir güneşe irtibatı ve semâvât ile tesânüdü lisanıyla der: “Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik O olabilir. Yoksa, yok.”


anâsır: unsurlar, elementler
arz: yeryüzü, dünya
besâtet: basitlik, sâdelik
delâlet: işaret etme, delil olma
ednâ: en basit, en küçük
efrad: fertler (bk. f-r-d)
has: özel
hatem: mühür, damga
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
iâne-i gaybiye: görünmeyen âlemden gelen yardım (bk. ğ-y-b)
ihâta: kuşatma, kapsama
intişar: yayılma
irtibat: bağ
kabza-i rububiyet: rububiyet eli (bk. r-b-b)
kabza-i tasarruf: tasarrufu altında bulundurma (bk. ṣ-r-f)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kelâmât-ı hikmet: hikmet kelimeleri, sözleri (bk. k-l-m; ḥ-k-m)
külliyet: genellik, kapsamlılık (bk. k-l-l)
lisan-ı hâl: hâl ve beden dili
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özgü
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
masnu: san’at eseri (bk. ṣ-n-a)
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mekân: yer (bk. m-k-n)
mensuc: dokunmuş, örülmüş
mezraa-i masnuat: san’at eseri varlıkların tarlası (bk. ṣ-n-a)
misliyet: benzerlik, misliyet (bk. m-s̱-l)
mu’cizât-ı kudret: kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi, herşeyi şefkat ve merhametle sevk ve idare eden Allah (bk. d-b-r; r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
mümaselet: benzerlik (bk. m-s̱-l)
Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâl: herşeyi hikmetle yapan ve terbiye eden, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. r-b-b; ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
müşabehet: benzerlik
mutasarrıf: tasarruf eden (bk. ṣ-r-f)
nebatat: bitkilernev’: tür
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
sair: diğer
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Mu’ciznümâ: mu’cize gösteren ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; a-c-z)
sath-ı arz: yeryüzü, dünya
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
semerât-ı rahmet: rahmet meyveleri (bk. r-ḥ-m)
semere: meyve
seyyârât: gezegenler
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
taht-ı tasarruf: tasarrufu altında (bk. ṣ-r-f)
tavattun: vatan edinme, yerleşme
tedbir: idare etme, ihtiyacını karşılama (bk. d-b-r)
tedvir: çekip çevirme, idare etme
tesânüd: dayanışma (bk. s-n-d)
turra: padişah mührü, imzası
vâhidiyet: birlik (bk. v-ḥ-d)

Evet, faraza zîşuur bir elmaya biri dese, “Sen benim san’atımsın”; o elma lisan-ı hâl ile ona “Sus,” diyecek. “Eğer bütün yeryüzünde bütün elmaların teşkiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde münteşir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki bütün bahar sefinesiyle hazine-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-yı Rahmâniyeye mutasarrıf olabilirsen, bana rububiyet dâvâ et.” O elma böyle diyecek ve o ahmağın ağzına bir tokat vuracak.


âzâ-yı esasî: temel organlar
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
cihazat: donanım
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: ferd (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
envâ: çeşitler, türler
faraza: varsayalım ki
hatem: mühür, damga
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hedâyâ-yı Rahmâniye: çok şefkatli ve merhametli olan Allah’ın hediyeleri (bk. r-ḥ-m)
hemcins: aynı cinsten olan
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
ittihad-ı sikke: mühür birliği
kanun-u vahdet: birlik kanunu (bk. ḳ-n-n; v-ḥ-d)
kemiyetçe: sayıca
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
keyfiyet: nitelik, özellik
külfet: güçlük
küll: bütün (bk. k-l-l)
küll-i âlem: âlemin bütünü (bk. k-l-l; a-l-m)
küllî: fertlerden oluşan topluluk, tür, cins (bk. k-l-l)
lisan-ı hâl: hâl ve beden dili
masnu: sanat eseri (bk. ṣ-n-a)
meşakkat: zahmet, zorluk
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
meyvedar: meyveli
muktedir: gücü yeten, güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
münteşir: yayılmış olan
müşabehet: benzeme
müsâvi: eşit, denk
mutasarrıf: tasarruf sahibi (bk. ṣ-r-f)
muvafakat: uygunluk
nefer: asker, er
nevi: tür, çeşit
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; v-ḥ-d)
sefine: gemi
semere: meyve
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
suhulet: kolaylık
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
suhulet-i fevkalâde: olağanüstü kolaylık
suhulet-i mutlaka: tam bir kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)
taaddüd-ü merkez: merkezin çokluğu
techizat-ı askeriye: askerî donanım
terbiye-i vâhide: tek terbiye (bk. v-ḥ-d)
teşkil: oluşma
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
turra: padişah mührü, imzası
vahdet: birlik, teklik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i kalem: kalem birliği (bk. v-ḥ-d)
vücub: zorunluluk (bk. v-c-b)
yüsr: kolaylık
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
ziyadeleşme: fazlalaşma, artma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime SEKİZİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.406

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/406


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. – Cumartesi Dersleri 22. 20.

Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. - Cumartesi Dersleri 22. 20.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Yedinci Lem’a.

Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. - Cumartesi Dersleri 22. 20.
Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. – Cumartesi Dersleri 22. 20.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

YEDİNCİ LEM’A

Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. Çünkü şu mevcudat bir fabrikanın, bir kasrın, bir muntazam şehrin eczaları ve efradları gibi bel bele verip, birbirine karşı muavenet elini uzatıp, birbirinin sual-i hâcetine “Lebbeyk, başüstüne” derler. El ele verip bir intizamla çalışırlar. Baş başa verip zevilhayata hizmet ederler. Omuz omuza verip, bir gayeye müteveccihen bir Müdebbir-i Hakîme itaat ederler.

Evet, güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebâtâtın muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde; ve hayvanların zayıf, şerif


bağıstan-ı kerem: cömertlik ve ikram bahçesi (bk. k-r-m)
bedîa: beğenilen ve çok takdir edilen güzel şey (bk. b-d-a)
daim: devamlı
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
faaliyet-i mu’ciznümâ: mu’cizeli faaliyet (bk. f-a-l; a-c-z)
hararet: sıcaklık
hatem: mühür, damga
hâtem-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
imdad: yardım isteme
intizam: düzenlilik, disiplin (bk. n-ẓ-m)
kadir: her şeye gücü yeten (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasr: saray, köşk
kifayet etme: yeterli olma
kitab-ı kebir: büyük kitap (bk. k-t-b; k-b-r)
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lebbeyk: “buyurun, emredin”
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
muavenet: yardım
Müdebbir-i Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve idare eden Allah (bk. d-b-r; ḥ-k-m)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müsavi: eşit
müteveccihen: yönelmiş olarak
muvafakat: uygunluk
nazır: bakan, gözeten (bk. n-ẓ-r)
nebâtât: bitkiler
nisbet: oran (bk. n-s-b)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)
rutubet: nemlilik, ıslaklık
sahife-i arz: yeryüzü sahifesi
san’at-ı hârika: hârika sanat (bk. ṣ-n-a)
san’atkarane: san’atlı bir şekilde (bk. ṣ-n-a)
şerif: şerefli, değerli
sual-i hâcet: ihtiyacını isteme (bk. h-v-c)
suhulet: kolaylık
vuzuh: açıklık
Zat-ı Ehad-i Samed: her şeyin Kendisine muhtaç olduğu fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve tek olan Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)
zerre: atom
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)

insanların imdadına koşmalarında; hattâ mevadd-ı gıdâiyenin lâtif, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında; tâ zerrât-ı taamiyenin hüceyrât-ı beden imdadına geçmelerinde câri olan bir düstur-u teâvünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki, gayet kerîm birtek Mürebbînin kuvvetiyle, gayet hakîm birtek Müdebbirin emriyle hareket ediyorlar.

İşte, şu kâinat içinde câri olan bu tesânüd, bu teâvün, bu tecâvüb, bu teanuk, bu musahhariyet, bu intizam, birtek Müdebbirin tertibiyle idare edildiklerine ve birtek Mürebbînin tedbiriyle sevk edildiklerine kat’iyen şehadet etmekle beraber; şu bilbedâhe san’at-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inâyet-i tamme ve o inâyet içinde parlayan rahmet-i vâsia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç herbir zîhayatı onun hâcetine lâyık bir tarzda iâşe etmek için serpilen erzak ve iâşe-i umumî, öyle parlak bir hâtem-i tevhiddir ki, bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür.

Evet,

· kast ve şuur ve iradeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış,

· ve o perde-i hikmet üstünde, lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inâyet serilmiştir,

· ve o müzeyyen perde-i inâyet üstünde, kendini sevdirmek ve tanıttırmak ve in’âm ve ikram etmek lem’alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır,

· ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemâl-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi ve lütf-u Rububiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir.


bilbedâhe: ap açık bir şekilde
câri: geçerli, yürürlükte
düstur-u teâvün: yardımlaşma prensibi
erzak: rızıklar, yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hakîm: hikmetle iş yapan (bk. ḥ-k-m)
hâtem-i tevhid: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
hikmet-i âmme: herşeyi kuşatan hikmet (bk. ḥ-k-m)
hüceyrât-ı beden: beden hücreleri
hulle-i rahmet: rahmet elbisesi (bk. r-ḥ-m)
hüsn-ü terbiye: güzel terbiye (bk. ḥ-s-n; r-b-b)
iâşe etmek: beslemek (bk. a-y-ş)
iâşe-i umumî: herkesi besleyip geçimini sağlama (bk. a-y-ş)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
in’am: nimetlendirme (bk. n-a-m)
inâyet-i tamme/inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
irade: istek, tercih, dileme (bk. r-v-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kast: bilerek ve isteyerek yapma (bk. ḳ-s-d)
kat’iyen: kesin olarak
kemâl-i şefkat: tam ve mükemmel şefkat (bk. k-m-l; ş-f-ḳ)
kerîm: ikram sahibi, cömert (bk. k-r-m)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
lem’a: parıltı
lütf-u Rububiyet: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah‘ın iyilik ve bağışı (bk. l-ṭ-f; r-b-b)
lütuf: iyilik, ihsan (bk. l-ṭ-f)
mevadd-ı gıdâiye: gıda maddeleri
Müdebbir: ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)
münevver: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
Mürebbî: herşeyi terbiye eden, eğiten, yetiştiren Allah (bk. r-b-b)
musahhariyet: boyun eğmişlik
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nahif: zayıf
perde-i hikmet: hikmet perdesi (bk. ḥ-k-m)
perde-i inâyet: inayet perdesi (bk. a-n-y)
perde-i rahmet-i âmme: herşeyi kaplayan rahmet perdesi (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)
rahmet-i vâsia: geniş rahmet (bk. r-ḥ-m)
san’at-ı eşya: varlıkların san’atlı oluşu (bk. ṣ-n-a)
sofra-i erzak-ı umumiye: herkesin yararlandığı rızık sofrası (bk. r-z-ḳ)
şuur: bilinç, idrak, anlayış (bk. ş-a-r)
tahsin: güzelleştirme (bk. ḥ-s-n)
teanuk: birbirine sarılma
teâvün: yardımlaşma
tecâvüb: birbirinin ihtiyacına cevap verme (bk. c-v-b)
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
terahhum: merhamet etme (bk. r-ḥ-m)
tertib: düzenleme
tesânüd: dayanışma (bk. s-n-d)
tezyin: süsleme (bk. z-y-n)
umum: bütün
zerrât-ı taamiye: yiyecek zerreleri
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

Evet, şu mevcudata; zerrelerden güneşlere kadar, fertler olsun, neviler olsun, küçük olsun, büyük olsun,

· semerat ve gayatla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten muhteşem bir gömlek giydirilmiş,

· ve o hikmetnümâ suret gömleği üstünde, lütuf ve ihsan çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inâyet, herşeyin kametine göre biçilmiş,

· ve o müzeyyen hulle-i inâyet üzerine, tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in’âm lem’alarıyla münevver rahmet nişanları takılmış,

· ve o münevver ve murassâ nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin yüzünde bütün zevilhayatın taifelerine kâfi, bütün hâcetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî kurulmuştur.

İşte şu iş, güneş gibi âşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzâk bir Zât-ı Zülcemâle işaret edip gösteriyor.

Öyle mi? Herşey rızka muhtaç mıdır?

Evet. Bir fert, rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi, görüyoruz ki, bütün mevcudat-ı âlem, bahusus zîhayat olsa, küllî olsun, cüz’î olsun, küll olsun, cüz olsun, vücudunda, bekàsında, hayatında ve idame-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzımâtı var. İftikarâtı ve ihtiyâcâtı öyle şeylere var ki, en ednâsına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlubuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde, görüyoruz ki, bütün metâlibi ve erzak-ı maddiye ve mâneviyesi,

 مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ 

ummadığı yerlerden kemâl-i intizamla ve vakt-i münasipte ve lâyık bir tarzda, kemâl-i hikmetle ellerine veriliyor. İşte bu iftikar ve ihtiyac-ı mahlûkat ve bu tarzda imdad ve iâne-i gaybiye, acaba güneş gibi bir Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâli, bir Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâli göstermiyor mu?


Dipnot-1

“Hiç ummadığı yerlerden…” Talâk Sûresi, 65:3.


âşikâre: açıkça
bahusus: özellikle
bekà: süreklilik (bk. b-ḳ-y)
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: ferd, birey (bk. c-z-e)
devam-ı hayat: hayatın devamı (bk. ḥ-y-y)
ednâ: en aşağı
erzak-ı maddiye ve mâneviye: maddi ve mânevî rızıklar (bk. r-z-ḳ; a-n-y)
gayat: gayeler
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)
hikmetnümâ: hikmetli (bk. ḥ-k-m)
hulle-i inâyet: inâyet elbisesi (bk. a-n-y)
iâne-i gaybiye: görünmeyen âlemden gelen yardım (bk. ğ-y-b)
idame-i hayat: hayatı devam ettirme (bk. ḥ-y-y)
iftikar: fakirlik (bk. f-ḳ-r)
iftikarât: fakirlik, yoksulluk (bk. f-ḳ-r)
ihsan: iyilik, bağış (bk. ḥ-s-n)
ihtiyac-ı mahlûkat: yaratıkların ihtiyacı (bk. ḥ-v-c; ḫ-l-ḳ)
ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. h-v-c)
ikram: bağış, ihsan (bk. k-r-m)
in’am: nimetlendirme (bk. n-a-m)
kâfi: yeterli
kamet: boy, endam
kemâl-i hikmet: mükemmel, tam bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
Kerîm: sınırsız ikram, ihsan ve cömertlik sahibi Allah (bk. k-r-m)
küll: bütün (bk. k-l-l)
küllî: fertlerden oluşan topluluk, tür, cins (bk. k-l-l)
kumaş-ı hikmet: hikmet kumaşı (bk. ḥ-k-m)
lem’a: parıltı
levâzımat: gerekli olan şeyler
lütuf: iyilik, ikram (bk. l-ṭ-f)
maddeten: maddî olarak
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
maslahat: fayda, gaye (bk. ṣ-l-ḥ)
matlub: istek (bk. ṭ-l-b)
metâlib: istekler (bk. ṭ-l-b)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudat-ı âlem: kâinattaki varlıklar (bk. v-c-d; a-l-m)
min haysü lâ yahtesib: umulmadık bir şekilde
muhteşem: görkemli, ihtişamlı
münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş)
münevver: nurlu, aydınlanmış (bk. n-v-r)
murassâ: süslenmiş

Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi, herşeyi şefkat ve merhametle sevk ve idare eden Allah (bk. d-b-r; r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâl: herşeyi hikmetle yapan ve terbiye eden, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. r-b-b; ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nevi: tür
nihayetsiz: sonsuz
nişan: işaret
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün canlıların rızkını veren Allah (bk. r-z-ḳ)
semerat: meyveler, neticeler
sofra-i rızk-ı umumî: herkesin yararlandığı rızık sofrası (bk. r-z-ḳ)
suret: görüntü (bk. ṣ-v-r)
tahabbüb: kendini sevdirme (bk. ḥ-b-b
)tahannün: şefkat etme (bk. ḥ-n-n)
taife: topluluk
vâfi: yeterli
vakt-i münasip: uygun zamanda (bk. n-s-b)
Zât-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-m-l)
zemin: yer
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime YEDİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.403

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/403


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” – Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır – Gençlik Rehberi Okumaları 7

“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” - Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır - Gençlik Rehberi Okumaları 7

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi okumalarında bu derste “Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.’ – Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır” bölümü yer almaktadır.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 11 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.

“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” - Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır - Gençlik Rehberi Okumaları 7
“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” – Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır – Gençlik Rehberi Okumaları 7

Risale-i Nur Külliyatı’ndan

GENÇLİK REHBERİ

Müellifi

Bedîüzzaman Said Nursî

SHORTS

Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır

Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben de eskiden Risale-i Nur’dan meded isteyen gençlere dediğim gibi dedim ki:

Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada hem kabirde hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.

Hayat ise eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü insanda akıl ve fikir olduğu için hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem hem lezzet alabilir. Hayvan ise fikri olmadığı için hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer.

Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı belki vücudu belki kâinatı, bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalaleti noktasında ma’dumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise itikadsızlığı cihetiyle yine ma’dumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar.

Eğer iman, hayata hayat olsa o vakit hem geçmiş hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Zaman-ı hazır gibi ruh ve kalbine iman noktasında ulvi ve manevî ezvakı ve envar-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatin İhtiyar Risalesi’nde Yedinci Rica’da izahı var, ona bakmalısınız.

İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.

Her gün ve her yerde ve her vakit vefiyatların gösterdikleri dehşetli hakikat-i mevt ise size –başka gençlere söylediğim gibi– bir temsil ile beyan ediyorum:

Mesela, burada gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş. Onun yanında bir piyango –fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren– dairesi var. Biz buradaki on kişi alâküllihal, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edileceğiz, bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli olmasından her dakika, ya “Gel, idam biletini al, darağacına çık!” veyahut “Gel, milyonlar altın kazandıran bir ikramiye bileti sana çıkmış gel, al!” demelerini beklerken birden kapıya iki adam geldi.

Biri yarı çıplak güzel ve aldatıcı bir kadın, elinde zahiren gayet tatlı fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor.

Diğer biri de aldatmaz ve aldanmaz ciddi bir adam, o kadının arkasından girdi. Dedi ki: “Size bir tılsım, bir ders getirdim. Bunu okusanız o helvayı yemezseniz o darağacından kurtulursunuz. Bu tılsım ile o emsalsiz ikramiye biletinizi alırsınız. İşte bu darağacında zaten gözünüzle görüyorsunuz ki bal yiyenler oraya giriyorlar ve oraya girinceye kadar o helvanın zehirinden dehşetli karın sancısı çekiyorlar ve o büyük ikramiye biletini alanlar çendan görünmüyorlar ve zahiren onlar da o darağacına çıktıkları görünüyor. Fakat onlar asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptıklarını milyonlar şahitler var, haber veriyorlar. İşte pencerelerden bakınız. En büyük memurlar ve bu işle alâkadar büyük zatlar, yüksek sesle ilan ediyorlar ve haber veriyorlar ki o darağacına gidenleri aynelyakîn gözünüz ile gördüğünüz gibi bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını hiç şek ve şüphesiz, gündüz gibi kat’î biliniz.” dedi.

İşte bu temsil gibi zehirli bir bal hükmünde olan gayr-ı meşru dairedeki gençliğin sefahetkârane zevkleri, hazine-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesikası olan imanı kaybettiği için darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapısı olan kabrin musibetine, aynen zahiren göründüğü gibi düşer. Ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar fark etmeyerek her vakit ecel celladı, başını kesmek için gelebilir.

Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesat-ı gayr-ı meşruayı terk edip tılsım-ı Kur’anî olan iman ve feraizi elde etmekle ve fevkalâde mukadderat-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazinesi biletini alacağına, yüz yirmi dört bin enbiya aleyhimüsselâm ile beraber hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velayet ve ehl-i hakikat, müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gösteriyorlar.

Elhasıl: Gençlik gidecek. Sefahette gitmiş ise hem dünyada hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i istimal ile israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.

Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı halinden, gençlik sâikasıyla israfat ve sû-i istimalden gelen hastalıktan enînler, eyvahlar işittiğiniz gibi; hapishanelerden dahi ekseriyetle gençliğin taşkınlık sâikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta –ehl-i keşfe’l-kuburun müşahedatıyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehadetiyle– ekser azaplar, gençlik sû-i istimalatının neticesi olduğunu bileceksiniz.

Hem nev-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile “Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” diyecekler. Çünkü beş on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azap ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belasını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde

اَلرَّاضٖى بِالضَّرَرِ لَا يُنْظَرُ لَهُ

sırrıyla hiç acınmaya müstahak olamaz. Çünkü zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.

Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmin!

***

KAYNAK

https://www.risalekulliyati.com/kulliyat/genclik-rehberi/birkac-bicare-genclere-verilen-bir-tenbih–bir-ders–bir-ihtardir


GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI – RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ – OKUYAN: HÜMA

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi Okumalarında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.