Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Firkatli ve gurbetli bir esarette, fecir vaktinde ağlayan bir kalbin ağlayan ağlamalarıdır” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Sekizinci Söz Üçüncü Nokta.
Firkatli ve gurbetli bir esarette, fecir vaktinde ağlayan bir kalbin ağlayan ağlamalarıdır – Cumartesi Dersleri 18. 4.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Sekizinci Söz
Firkatli ve gurbetli bir esarette, fecir vaktinde ağlayan bir kalbin ağlayan ağlamalarıdır
Seher bir haşirdir. Uyanık ve uyuyan herşey tesbihdedir. Ey sersem nefsim, ne zaman uyanacaksın? Ömür bir asır da olsa her canlının kabre seferi gerekiyor. Namaza kalk, ney avazı gibi niyaz eyle. Yâ Rab! pişmanım; utanıyorum, sayısız günahımdan ar ediyorum. Zelîlim, istikrarsız yaşamaktan göz yaşı döküyorum. Garibim, kimsesizim, yalnızım, zayıfım, güçsüzüm, sakatım, âcizim, hem ihtiyarım, hem irâdesizim. El-amân diyorum, İlâhî dergâhından yardım istiyorum.
bâd-ı tecellî: tecellî rüzgârı (bk. c-l-y) bicû gufran: bağışlanma iste (bk. ğ-f-r) bikün tevbe: tevbe et ehl-i zenb: günah işleyenler
fecir: tan yerinin ağarması, sabah firkat: ayrılık (bk. f-r-ḳ) inâyethah: yardım isteyen (bk. a-n-y) tevbegâh: tevbe etme ve bağışlanma yeri
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Ey sevgili Peygamberim De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” ayetinin kısa bir tefsiri işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Sekizinci Söz Üçüncü Nokta.
“Ey sevgili Peygamberim De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” – Cumartesi Dersleri 18. 3.
Madem kâinatta hüsn-ü san’at, bilmüşahede vardır ve kat’îdir. Elbette, risalet-i Ahmediye (a.s.m.), şuhud derecesinde bir kat’iyetle sübutu lâzım gelir. Zira, şu güzel masnuattaki hüsn-ü san’at ve ziynet-i suret gösteriyor ki, onların San’atkârında ehemmiyetli bir irade-i tahsin ve kuvvetli bir taleb-i tezyin vardır. Ve şu irade ve talep ise, o Sânide ulvî bir muhabbet ve masnularında izhar ettiği kemâlât-ı san’atına karşı kudsî bir rağbet var olduğunu gösteriyor. Ve şu muhabbet ve rağbet ise, masnuat içinde en münevver ve mükemmel fert olan insana daha ziyade müteveccih olup temerküz etmek ister.
İnsan ise, şecere-i hilkatin zîşuur meyvesidir. Meyve ise, en cemiyetli ve en uzak ve en ziyade nazarı âmm ve şuuru küllî bir cüz’îdir. Nazarı âmm ve şuuru küllî zat ise, o San’atkâr-ı Zülcemâle muhatap olup görüşen ve küllî şuurunu ve âmm nazarını tamamen Sâniinin perestişliğine ve san’atının istihsanına ve nimetinin şükrüne sarf eden en yüksek, en parlak bir fert olabilir.
Şimdi iki levha, iki daire görünüyor:
Biri, gayet muhteşem, muntazam bir daire-i Rububiyet ve gayet musannâ, murassâ bir levha-i san’at.
Diğeri, gayet münevver, müzehher bir daire-i ubûdiyet ve gayet vâsi, câmi’ bir levha-i tefekkür ve istihsan ve teşekkür ve iman vardır—ki, ikinci daire, bütün kuvvetiyle birinci dairenin namına hareket eder.
İşte, o Sâniin bütün makàsıd-ı san’atperverânesine hizmet eden o daire reisinin ne derece o Sâni ile münasebettar ve onun nazarında ne kadar mahbup ve makbul olduğu bilbedâhe anlaşılır.
Dipnot-1
“Ey sevgili Peygamberim De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.
bilbedâhe: ap açık bir şekilde bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d) câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a) cemiyetli: geniş kapsamlı (bk. c-m-a) cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e) daire-i Rububiyet: Rububiyet dairesi (bk. r-b-b) daire-i ubûdiyet: kulluk dairesi (bk. a-b-d) hüsn-ü san’at: san’atın güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a) irade: dileme, tercih (bk. r-v-d) irade-i tahsin: güzelleştirme kastı (bk. r-v-d; ḥ-s-n) istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n) izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kat’î: kesin kemâlât-ı san’at: san’attaki mükemmellik (bk. k-m-l; ṣ-n-a) kudsî: kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s) levha-i san’at: san’at tablosu (bk. ṣ-n-a)
levha-i tefekkür: tefekkür levhası (bk. f-k-r) mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b) makàsıd-ı san’atperverâne: san’ata olan düşkünlüğü ortaya koyan maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d; ṣ-n-a) masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a) masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) münasebettar: ilişkili (bk. n-s-b) münevver: nurlanmış, aydınlanmış (bk. n-v-r) muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) murassâ: mücevherlerle süslü musannâ: san’atlı (bk. ṣ-n-a) müteveccih olmak: yönelmek müzehher: çiçeklerle bezenmiş nazar: bakış dikkat (bk. n-ẓ-r) nazarı âmm: bakışı geniş ve kuşatıcı (bk. n-ẓ-r) perestiş: kulluk, tapınma risalet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği (bk. r-s-l; ḥ-m-d)
San’atkâr-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi olan ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-m-l) Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ) sübut: gerçekleşme şuhud: gözle görme (bk. ş-h-d) şuuru küllî: bilgi ve kavrayışı kapsamlı (bk. ş-a-r; k-l-l) taleb-i tezyin: süsleme isteği (bk. ṭ-l-b; z-y-n) talep: istek (bk. ṭ-l-b) temerküz etmek: odaklaşmak ulvî: yüce vâsi: geniş zîşuur: şuurlu (bk. ẕî; ş-a-r) ziynet-i suret: süslü görünüm (bk. z-y-n; ṣ-v-r)
Acaba hiç akıl kabul eder mi ki, şu güzel masnuâtın bu derece san’atperver, hattâ ağzın her çeşit tadını nazara alan in’âmperver San’atkârı, Arş ve ferşi çınlattıracak bir velvele-i istihsan ve takdir içinde, ber ve bahri cezbeye getirecek bir zemzeme-i şükran ve tekbirle, perestişkârâne Ona müteveccih olan en güzel masnuuna karşı lâkayt kalsın ve onunla konuşmasın ve alâkadarâne onu resul yapıp güzel vaziyetinin başkalara da sirayet etmesini istemesin?
Kellâ! Konuşmamak ve onu resul yapmamak mümkün değil…
“Şüphesiz ki, Allah katında makbul olan din, İslâm dinidir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:19.
Dipnot-2
“Muhammed, Allah’ın resulüdür. Onunla beraber olanlar da, kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise pek merhametlidirler.” Fetih Sûresi, 48:29.
alâkadarâne: ilgilenmek suretiyle Arş: göğün en yüksek katı; Cenab-ı Allah’ın büyüklük ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş) bahr: deniz ber: kara cezbeye getirmek: kendinden geçirmek ferş: yer in’amperver: nimetlendirmeyi seven (bk. n-a-m)
kellâ: asla lâkayt: duyarsız masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a) masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) müteveccih: yönelme nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r) perestişkârâne: taparcasına resul: peygamber, elçi (bk. r-s-l) san’atperver: san’ata düşkün (bk. ṣ-n-a)
sirayet: bulaşma tekbir: Allah’ın büyüklüğünü dile getirme (bk. k-b-r) velvele-i istihsan: güzellikleri pek çok dille bir arada haykıran sesler (bk. ḥ-s-n) zemzeme-i şükran: teşekkür ifade eden nağmeler (bk. ş-k-r)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Sekizinci Söz, Üçüncü Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Sekizinci Söz İkinci Nokta.
Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır – Cumartesi Dersleri 18. 2.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Sekizinci Söz
İKİNCİ NOKTA
اَحْسَنَ كُلَّ شَىْءٍ خَلَقَهُ 1
âyetinin bir sırrını izah eder. Şöyle ki:
Herşeyde, hattâ en çirkin görünen şeylerde, hakikî bir hüsün ciheti vardır. Evet, kâinattaki herşey, her hadise, ya bizzat güzeldir, ona hüsn-ü bizzat denilir; veya neticeleri cihetiyle güzeldir ki, ona hüsn-ü bilgayr denilir. Bir kısım hadiseler var ki, zahiri çirkin, müşevveştir. Fakat o zahirî perde altında gayet parlak güzellikler ve intizamlar var. Ezcümle:
Bahar mevsiminde fırtınalı yağmur, çamurlu toprak perdesi altında, nihayetsiz güzel çiçek ve muntazam nebâtâtın tebessümleri saklanmış. Ve güz mevsiminin haşin tahribatı, hazin firak perdeleri arkasında, tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniyenin
Dipnot-1
“O Allah herşeyi en güzel şekilde yarattı.” Secde Sûresi, 32:7.
bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k) cihet: yön fâil: işi yapan, özne (bk. f-a-l) firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ) güz: sonbahar hakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık: her şeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) hâşâ: asla, öyle değil haşin: kırıcı, sert haşiye: dipnot, açıklayıcı not hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r) hayr-ı mutlak: tam ve kesin hayır, iyilik (bk. ḫ-y-r; ṭ-l-ḳ) hazin: hüzünlü, acıklı hüsn-ü bilgayr: dolayısıyla güzel (bk. ḥ-s-n) hüsn-ü bizzat: bizzat güzel (bk. ḥ-s-n) hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n) ilzam etme: susturma
intihap edilmek: seçilmek intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m) iskât etme: susturma isnad: dayandırma (bk. s-n-d) iştirak: ortaklık kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalb etmek: dönüştürmek mahal: yer, mekan masdar: kaynak mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r) memer: geçilecek yer, köprü merci: kaynak meziyet: üstün özellik müflis: iflas etmiş münazara: tartışma (bk. n-ẓ-r) münfail: fiilden etkilenen (bk. f-a-l) muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) müşevveş: karışık, düzensiz müteellim: acı çeken nebâtât: bitkiler nefisperest: nefsini seven, nefsine tapan (bk. n-f-s)
şer: kötülük tabiatperest: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden, tabiata tapan (bk. ṭ-b-a) tahribat: yıkıp bozmalar tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniye: kusur ve eksiklikten yüce olan Allah’ın haşmet ve büyüklüğünün görünümleri (bk. c-l-y; c-l-l; s-b-ḥ) temessül: yansıma, şekillenme (bk. m-s̱-l) tenzih: noksan ve çirkinliklerden yüce tutma (bk. n-z-h) vazife-i fıtrat: yaratılış görevi (bk. f-ṭ-r) zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r) Zât-ı Mukaddese-i İlâhiye: Allah’ın mukaddes zâtı (bk. ḳ-d-s; e-l-h) ziyade: çok, fazla
mazharı olan kış hadiselerinin tazyikinden ve tâzibinden muhafaza etmek için, nazdar çiçeklerin dostları olan nazenin hayvancıkları vazife-i hayattan terhis etmekle beraber, o kış perdesi altında nazenin, taze, güzel bir bahara yer ihzar etmektir. Fırtına, zelzele, veba gibi hadiselerin perdeleri altında gizlenen pek çok mânevî çiçeklerin inkişafı vardır. Tohumlar gibi neşvünemasız kalan birçok istidat çekirdekleri, zahiri çirkin görünen hadiseler yüzünden sünbüllenip güzelleşir. Güya umum inkılâplar ve küllî tahavvüller birer mânevî yağmurdur.
Fakat insan, hem zahirperest, hem hodgâm olduğundan, zahire bakıp çirkinlikle hükmeder. Hodgâmlık cihetiyle, yalnız kendine bakan netice ile muhakeme ederek şer olduğuna hükmeder. Halbuki, eşyanın insana ait gayesi bir ise, Sâniinin esmâsına ait binlerdir. Meselâ, kudret-i fâtıranın büyük mu’cizelerinden olan dikenli otları ve ağaçları muzır, mânâsız telâkki eder. Halbuki onlar, otların ve ağaçların mücehhez kahramanlarıdırlar. Meselâ, atmaca kuşu serçelere tasliti, zahiren rahmete uygun gelmez. Halbuki, serçe kuşunun istidadı, o taslitle inkişaf eder. Meselâ, “kar”ı pek bâridâne ve tatsız telâkki ederler. Halbuki, o bârid, tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.
Hem insan, hodgâmlık ve zahirperestliğiyle beraber, herşeyi kendine bakan yüzüyle muhakeme ettiğinden, pek çok mahz-ı edebî olan şeyleri hilâf-ı edep zanneder. Meselâ, alet-i tenasül-ü insan, insan nazarında bahsi hacâlet-âverdir. Fakat şu perde-i hacâlet, insana bakan yüzdedir. Yoksa, hilkate, san’ata ve gayât-ı fıtrata bakan yüzler öyle perdelerdir ki, hikmet nazarıyla bakılsa ayn-ı edeptir, hacâlet ona hiç temas etmez.
İşte, menba-ı edep olan Kur’ân-ı Hakîmin bazı tâbirâtı bu yüzler ve perdelere göredir. Nasıl ki, bize görünen çirkin mahlûkların ve hadiselerin zahirî yüzleri altında gayet güzel ve hikmetli san’at ve hilkatine bakan güzel yüzler var ki, Sâniine bakar; ve çok güzel perdeler var ki, hikmetleri saklar; ve pek çok zahirî intizamsızlıklar ve karışıklıklar var ki, pek muntazam bir kitabet-i kudsiyedir.
alet-i tenasül-ü insan: insanın üreme organı ayn-ı edep: edebin tâ kendisi bârid: soğuk bâridâne: soğukça esmâ: isimler (bk. s-m-v) eşya: şeyler, varlıklar gayât-ı fıtrat: yaratılış gayeleri (bk. f-ṭ-r) hacâlet: utanç hacâlet-âver: utanç verici hararetli: sıcak hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hilâf-ı edep: edebe aykırı hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ) hodgâm: kendi keyfini düşünen, bencil ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r) inkişaf: açılma, gelişme (bk. k-ş-f) inkılâp: değişim, dönüşüm intizamsızlık: düzensizlik (bk. n-ẓ-m) istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kitabet-i kudsiye: kutsal yazılımlar, yazılar (bk. k-t-b; ḳ-d-s) kudret-i fâtıra: yaratıcı kudret (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r) küllî: büyük, genel (bk. k-l-l) Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mahz-ı edebî: edebin tâ kendisi mânâsız: anlamsız (bk. a-n-y) mazhar: görünme yeri (bk. ẓ-h-r) menba-ı edep: edep kaynağı mücehhez: cihazlanmış, donanmış muhakeme: değerlendirme (bk. ḥ-k-m) muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) muzır: zararlı nazar: bakış, düşünce (bk. n-ẓ-r) nazdar: nazlı, cilveli nazenin: ince, nazik, nazlı neşvünema: büyüyüp gelişme
perde-i hacâlet: utanç perdesi rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) şer: kötü tâbirât: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r) tahavvül: değişim, başkalaşma taslit: musallat olma, sataşma tâzib: azap, eziyet tazyik: baskı telâkki etmek: kabul etmek terhis: vazifeye son verme vazife-i hayat: hayat vazifesi (bk. ḥ-y-y) zahir: dış görünüş (bk. ẓ-h-r) zahiren: görünüş itibariyle (bk. ẓ-h-r) zahiri: görünürde (bk. ẓ-h-r) zahirperest: dış görünüşe önem veren (bk. ẓ-h-r) zahirperestlik: dış görünüşe önem verme (bk. ẓ-h-r) zelzele: deprem, sarsıntı
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Sekizinci Söz, İkinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Sekizinci Söz Birinci Nokta.
Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip – On Sekizinci Söz Birinci Nokta – Cumartesi Dersleri 18. 1.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Sekizinci Söz
Bu Sözün iki makamı var. İkinci Makamı daha yazılmamıştır. Birinci Makamı Üç Noktadır.
Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu, bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var.
Halbuki sen, daim zemme müstehaksın. Zira o çekirdek ve o çubuk gibi değilsin. Senin bir cüz-i ihtiyar ın bulunmakla, o nimetlerin kıymetlerini fahrinle tenkis ediyorsun, gururunla tahrip ediyorsun ve küfranınla iptal ediyorsun ve temellükle gasp ediyorsun.
Senin vazifen fahir değil, şükürdür. Sana lâyık olan şöhret değil, tevazudur, hacâlettir. Senin hakkın medih değil, istiğfardır, nedâmettir. Senin kemâlin hodbinlik değil, hüdâbinliktedir.
Evet, sen, benim cismimde, âlemdeki tabiata benzersin. İkiniz hayrı kabul etmek,
Dipnot-1
“Yaptıkları kötülüklerle sevinen ve yapmadıkları hayırla övülmekten hoşlanan kimseleri, sakın azaptan kurtulurlar zannetme. Onlar için pek acı bir azap vardır.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:188.
bîhemtâ: eşsiz, benzersiz cüz-i ihtiyarî: insandaki çok az irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r) fahr: gurur, övünme hacâlet: utanç hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r) hodbin: bencil, kibirli hüdâbinlik: Allah’ı tanımak istiğfar: af dileme, tevbe (bk. ğ-f-r)
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l) küfran: nankörlük (bk. k-f-r) medih: övgü meftun: tutkun, düşkün menşe: kaynak, esas müptelâ: bağımlı, tutulmuş müstehak: layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ) nedâmet: pişmanlık nefs-i emmare: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu (bk. n-f-s)
şerre merci olmak için yaratılmışsınız. Yani, fâil ve masdar değilsiniz; belki münfail ve mahalsiniz. Yalnız bir tesiriniz var. O da, hayr-ı mutlaktan gelen hayrı güzel bir surette kabul etmemenizden, şerre sebep olmanızdır.
Hem siz birer perde yaratılmışsınız, tâ güzelliği görülmeyen zahirî çirkinlikler size isnad edilip, Zât-ı Mukaddese-i İlâhiyenin tenzihine vesile olasınız. Halbuki, bütün bütün vazife-i fıtratınıza zıt bir suret giymişsiniz. Kabiliyetsizliğinizden hayrı şerre kalb ettiğiniz halde, Hâlıkınızla güya iştirak edersiniz! Demek nefisperest, tabiatperest gayet ahmak, gayet zalimdir.
Hem deme ki, “Ben mazharım. Güzele mazhar ise güzelleşir.” Zira, temessül etmediğinden, mazhar değil, memer olursun.
Hem deme ki, “Halk içinde ben intihap edildim. Bu meyveler benimle gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.” Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi. HAŞİYE-1
Haşiye-1
Hakikaten, ben de bu münazarada Yeni Said nefsini bu derece ilzam ve iskât etmesini çok beğendim ve “Bin bârekâllah” dedim.
bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k) cihet: yön fâil: işi yapan, özne (bk. f-a-l) firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ) güz: sonbahar hakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık: her şeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) hâşâ: asla, öyle değil haşin: kırıcı, sert haşiye: dipnot, açıklayıcı not hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r) hayr-ı mutlak: tam ve kesin hayır, iyilik (bk. ḫ-y-r; ṭ-l-ḳ) hazin: hüzünlü, acıklı hüsn-ü bilgayr: dolayısıyla güzel (bk. ḥ-s-n) hüsn-ü bizzat: bizzat güzel (bk. ḥ-s-n) hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n) ilzam etme: susturma
intihap edilmek: seçilmek intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m) iskât etme: susturma isnad: dayandırma (bk. s-n-d) iştirak: ortaklık kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalb etmek: dönüştürmek mahal: yer, mekan masdar: kaynak mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r) memer: geçilecek yer, köprü merci: kaynak meziyet: üstün özellik müflis: iflas etmiş münazara: tartışma (bk. n-ẓ-r) münfail: fiilden etkilenen (bk. f-a-l) muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) müşevveş: karışık, düzensiz müteellim: acı çeken nebâtât: bitkiler nefisperest: nefsini seven, nefsine tapan (bk. n-f-s)
şer: kötülük tabiatperest: herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia eden, tabiata tapan (bk. ṭ-b-a) tahribat: yıkıp bozmalar tecelliyât-ı celâliye-i Sübhâniye: kusur ve eksiklikten yüce olan Allah’ın haşmet ve büyüklüğünün görünümleri (bk. c-l-y; c-l-l; s-b-ḥ) temessül: yansıma, şekillenme (bk. m-s̱-l) tenzih: noksan ve çirkinliklerden yüce tutma (bk. n-z-h) vazife-i fıtrat: yaratılış görevi (bk. f-ṭ-r) zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r) Zât-ı Mukaddese-i İlâhiye: Allah’ın mukaddes zâtı (bk. ḳ-d-s; e-l-h) ziyade: çok, fazla
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Sekizinci Söz, Birinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Yıldızları konuşturan bir yıldızname” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.
Yıldızları konuşturan bir yıldızname – Cumartesi Dersleri 17. 9.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Yedinci Sözün İkinci Makamı
Yıldızları konuşturan bir yıldızname
Bir vakit Barla’da, Çam Dağında, yüksek bir mevkide, gecede semanın yüzüne baktım. Gelecek fıkralar birden hutur etti. Yıldızların lisan-ı hâl ile konuşmalarını hayalen işittim gibi bu yazıldı. Nazım ve şiir bilmediğim için, şiir kaidesine girmedi. Tahattur olduğu gibi yazılmış. Dördüncü Mektup ile Otuz İkinci Sözün Birinci Mevkıfının âhirinden alınmıştır.
Yıldızları konuşturan bir yıldızname
Dinle de yıldızları, şu hutbe-i şirinine,
Nâme-i nurîn-i hikmet bak ne takrir eylemiş.
Hep beraber nutka gelmiş, hak lisanıyla derler:
“Bir Kadîr-i Zülcelâlin haşmet-i sultanına,
Birer burhan-ı nurefşânız vücud-u Sânia,
Hem vahdete, hem kudrete şahitleriz biz.
Şu zeminin yüzünü yaldızlayan
Nazenin mu’cizâtı çün melek seyranına,
Bu semânın arza bakan, Cennete dikkat eden
Binler müdakkik gözleriz biz. HAŞİYE-1
Haşiye-1
Yani, Cennet çiçeklerinin fidanlık ve mezraacığı olan zeminin yüzünde hadsiz mu’cizât-ı kudret teşhir edildiğinden, semâvat âlemindeki melâikeler, o mu’cizâtı ve o harikaları temâşâ ettikleri gibi, ecrâm-ı semâviyenin gözleri hükmünde olan yıldızlar dahi, güya melâikeler gibi, zemin yüzündeki nazenin masnuatı gördükçe, Cennet âlemine bakıyorlar. O muvakkat harikaları bâki bir surette Cennette dahi müşahede ediyorlar gibi, bir zemine, bir Cennete bakıyorlar; yani o iki âleme nezaretleri var demektir.
âhir: son (bk. e-ḫ-r) arz: yer, dünya bâki: devamlı, sonsuz (bk. b-ḳ-y) Barla: (bk. bilgiler) burhan-ı nurefşân: nur saçan delil (bk. n-v-r) Çam Dağı: (bk. bilgiler) çün: için ecrâm-ı semâviye: gök cisimleri (bk. s-m-v) fıkra: bölüm, kısım hadsiz: sayısız haşmet-i sultan: sultanın haşmeti (bk. s-l-ṭ) hutbe-i şirin: sevimli ve tatlı hutbe (bk. ḫ- ṭ-b) hutur: hatıra gelme Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kaide: kural kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) lisan: dil lisan-ı hâl: hal ve beden dili masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) melâike: melekler (bk. m-l-k) mezraa: tarla mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z) mu’cizât-ı kudret: kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r) müdakkik: dikkatli muvakkat: geçici nâme-i nurîn-i hikmet: hikmetin nurlu mektubu (bk. n-v-r; ḥ-k-m) nazenin: ince, nazik, narin nazım: vezinli söz, şiir (bk. n-ẓ-m)
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r) nutk: konuşma sema: gök (bk. s-m-v) semâvât: gökler (bk. s-m-v) seyran: seyretme tahattur: hatıra gelme takrir eylemek: bildirmek temâşâ: seyretme teşhir edilmek: sergilenmek vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) vücud-u Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah’ın varlığı (bk. v-c-d; ṣ-n-a) zemin: yer
Tûbâ-yı hilkatten semâvât şıkkına
Hep kehkeşan ağsânına,
Bir Cemîl-i Zülcelâlin dest-i hikmetle takılmış
Pek güzel meyveleriyiz biz.
Şu semâvât ehli ne birer mescid-i seyyar
Birer hane-i devvar, birer ulvî âşiyâne,
Birer misbah-ı nevvar, birer gemi-i cebbar
Birer tayyareleriz biz.
Bir Kadîr-i Zülkemâlin, bir Hakîm-i Zülcelâlin
Birer mu’cize-i kudret, birer harika-i san’at-ı Hâlıkane,
Kehkeşanın halka-i kübrâsına mensup birer meczuplarız biz” dediklerini hayalen dinledim.
âbidâne: kulluğa yaraşır bir şekilde (bk. a-b-d) ağsân: dallar âşiyâne: yuva âyet: delil burhan: delil Cemîl-i Zülcelâl: heybeti ve yüceliği sınırsız, güzelliği sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l) dâhiye-i hilkat: yaratılış harikası (bk. ḫ-l-ḳ) dest-i hikmet: hikmet eli (bk. ḥ-k-m) gemi-i cebbar: büyük ve azametli gemi (bk. c-b-r) hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve heybet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l) halka-i kübrâ: büyük halka (bk. k-b-r)
hane-i devvar: dönen ev harika-i san’at-ı Hâlıkane: Allah’ın yarattığı san’at harikası (bk. ṣ-n-a; ḫ-l-ḳ) Kadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz mükemmellik sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; k-m-l) kehkeşan: samanyolu meczup: cezbeye gelmiş mensup: bağlı (bk. n-s-b) mescid-i seyyar: gezici mescid misbah-ı nevvar: nurlu kandil (bk. n-v-r) mu’cize-i kudret: kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r) müsebbih: tesbih eden, Allah’ı şânına layık ifadelerle anan (bk. s-b-ḥ) nadire-i hikmet: bir gaye için benzersiz yaratılan (bk. ḥ-k-m)
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r) Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) semâvât: gökler (bk. s-m-v) semâvat ehli: semâda yaşayan varlıklar; melekler, ruhaniler (bk. s-m-v) sikke: damga, mühür tayyare: uçak tûbâ-yı hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ) turra: nişan, mühür ulvî: yüce
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.
Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir – Cumartesi Dersleri 17. 8.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Yedinci Sözün İkinci Makamı
Barla Yaylası, çam, katran, ardıç, karakavağın bir meyvesidir
Makam münasebetiyle buraya alınmış. On Birinci Mektubun bir parçasıdır.
Bir vakit, esaretimde, dağ başında, azametli çam ve katran ve ardıç ağaçlarının heybetnümâ suretlerini, hayretfezâ vaziyetlerini temâşâ ederken, pek lâtif bir rüzgâr esti. O vaziyeti, pek muhteşem ve şirin, velvele-âlûd bir zelzele-i raksnümâ, bir tesbihat-ı cezbe-edâ suretine çevirdiğinden, eğlence temâşası nazar-ı ibrete ve sem’-i hikmete döndü. Birden, Ahmed-i Cizrî’nin Kürtçe şu fıkrası:
raks: dans sadâ: ses şevk: şiddetli arzu ve istek Şeyh Geylânî: (bk. bilgiler) temâşâ: seyretme tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ) ulvî: yüce zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) zülüfvâri: saç lülesi gibi
Aşkın “Hay Huy” perdelerinden en hassas tellere, damarlara dokunuyor gibi sadâ veriyorlar. HAŞİYE-1
Dünyevî sadâların ve sözlerin dinlemesinden kesilmiş olan ölmüşlere ezelî nağmeleri, hüzün-engiz sadâları işittiriyor gibi bir vazifesi var görünüyorlar.
Kalb ise, şu herbiri birer âyet-i mücesseme hükmünde olan şu ağaçlardan sırr-ı tevhidi, bu i’câzın ulüvv-ü nazmından okuyor. Yani, hilkatlerinde o derece harika bir intizam, bir san’at, bir hikmet vardır ki, bütün esbab-ı kâinat birer fâil-i muhtar farz edilse ve toplansalar, taklit edemezler.
âyet-i mücesseme: cisimleşmiş âyet elem: acı, üzüntü enîn: inilti esbab-ı kâinat: kâinattaki sebepler (bk. s-b-b; k-v-n) eşya: şeyler, varlıklar ezelî: başlangıcı olmayan, (bk. e-z-l) fâil-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r) farz edilmek: varsayılmak hazin: hüzünlü hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ) hüzün-âlûd: hüzünle karışık
hüzün-engiz: hüzün veren i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z) ihtar: hatırlatma intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m) mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b) mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z) muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) mukabele: karşılık verme nağme: ahenk, güzel ses naz-niyaz: dua, yalvarışn efis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s) rû-yi zemin: yeryüzü sadâ: ses Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve her şeyi san’atla yaratan Allah (bk. s-n-a; ẕü; c-l-l)
Akıl ise, şu zemzeme-i hayvan ve eşcardan ve demdeme-i nebat ve havadan gayet mânidar bir intizam-ı hilkat, bir nakş-ı hikmet, bir hazine-i esrar buluyor. Herşey çok cihetlerle Sâni-i Zülcelâli tesbih ettiğini anlıyor.
Heva-yı nefis ise, şu hemheme-i hava ve hevheve-i yapraktan öyle bir lezzet alıyor ki, bütün ezvâk-ı mecazîyi ona unutturup o heva-yı nefsin hayatı olan zevk-i mecazîyi terk etmekle bu zevk-i hakikatte ölmek istiyor.
Hayal ise görüyor: Güya şu ağaçların müekkel melâikeleri içlerine girip herbir dalında çok neyler takılan ağaçları ceset olarak giymişler. Güya Sultan-ı Sermedî, binler ney sadâsıyla muhteşem bir resm-i küşatta onlara onları giydirmiş ki, o ağaçlar câmid, şuursuz cisim gibi değil, belki gayet şuurkârâne, mânidar vaziyetleri gösteriyorlar.
İşte, o neyler, semâvî, ulvî bir musikîden geliyor gibi sâfi ve müessirdirler. Fikir, o neylerden, başta Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî olarak bütün âşıkların işittikleri elemkârâne teşekkiyât-ı firâkı işitmiyor. Belki, Zât-ı Hayy-ı Kayyûma karşı takdim edilen teşekkürat-ı Rahmâniyeyi ve tahmidat-ı Rabbâniyeyi işitiyor.
câmid: cansız demdeme-i nebat ve hava: bitki ve havanın sesleri dünyaperestlik: dünyayı taparcasına sevme elemkârâne: acılı bir şekilde ezvâk-ı mecazî: gerçek olmayan aldatıcı zevkler (bk. c-v-z) hazine-i esrar: sırlar hazinesi hemheme-i hava: havanın çıkardığı ses, uğultu heva-yı nefis: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y; n-f-s) hevheve-i yaprak: yaprağın rüzgarın esmesi ile çıkardığı ses intizam-ı hilkat: yaratılıştaki düzenlilik (bk. n-ẓ-m; ḫ-l-ḳ) mânidar: anlamlı (bk. a-n-y) melâike: melekler (bk. m-l-k) Mevlânâ Celâleddin-i Rumî: (bk. bilgiler)
müekkel: vazifeli müessir: tesirli, etkili nakş-ı hikmet: hikmetin nakşı (bk. n-ḳ-ş; ḥ-k-m) resm-i küşat: açılış merasimi sadâ: ses sâfi: temiz, arınmış (bk. ṣ-f-y) Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve her şeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l) semâvî: vahiyle gelmiş (bk. s-m-v) Sultan-ı Sermedî: egemenliğinin sonu olmayan Allah (bk. s-l-ṭ) şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r) şuurkârâne: şuurlu bir şekilde, bilerek ve anlayarak (bk. ş-a-r) tahmidat-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’a yapılan şükür ve övgüler (bk. ḥ-m-d; r-b-b) tesbih: Allah’ı, yüce şanına lâyık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşekkiyât-ı firâk: ayrılıktan gelen şikayetler (bk. f-r-ḳ) teşekkürat-ı Rahmâniye: sonsuz rahmet sahibi Allah’a yapılan teşekkürler (bk. ş-k-r; r-ḥ-m) ulvî: yüce Zât-ı Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Zât, Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m) zemzeme-i hayvan ve eşcar: hayvan ve ağaçların nağmeleri zevk-i bâki: sonsuz zevk (bk. b-ḳ-y) zevk-i hakikat: gerçek zevk (bk. ḥ-ḳ-ḳ) zevk-i mecazî: gerçek olmayan, yalan ve aldatıcı zevk (bk. c-v-z)
Madem ağaçlar birer ceset oldu. Bütün yapraklar dahi diller oldu. Demek herbiri, binler dilleriyle, havanın dokunmasıyla Hu, Hu zikrini tekrar ediyorlar. Hayatlarının tahiyyâtıyla, Sâniinin Hayy-ı Kayyûm olduğunu ilân ediyorlar.
Vakit-be-vakit, lisan-ı istidat ile, Cenâb-ı Haktan hukuk-u hayatını “Yâ Hak” deyip hazine-i rahmetten istiyorlar. Baştan başa da, hayata mazhariyetleri lisanıyla “Yâ Hayy” ismini zikrediyorlar.
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Haşir Sûresi, 59:22.
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) eşya: varlıklar Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) halka-i zikir: zikir halkası Hayy: gerçek hayat sahibi olan Allah (bk. ḥ-y-y) Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m) Hu: O, Allah hukuk-u hayat: hayat hakkı (bk. ḥ-ḳ-ḳ) kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n) Lâ ilâhe illâ Hû: Allah’tan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h) lisan: dil lisan-ı istidat: istidat dili (bk. a-d-d) mazhariyet: nail olma, ayna olma (bk. ẓ-h-r)
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) tahiyyat: selamlar, dualar, yaşasınlar (bk. ḫ-y-y) vakit-be-vakit: vakit vakit, zaman zamanzikretmek: Allah’ı anmak
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Fâniyim, fâni olanı istemem. Âcizim, âciz olanı istemem.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.
Yirmi beş sene evvel Ramazan’da, ikindiden sonra Şeyh Geylânî’nin (k.s.) Esmâ-i Hüsnâ manzumesini okudum. Bana bir arzu geldi ki, Esmâ-i Hüsnâ ile bir münacat yazayım. Fakat o vakit bu kadar yazıldı. O kudsî üstadımın mübarek Münâcât-ı Esmâiyesine bir nazire yapmak istedim. Heyhat! Nazma istidadım yok. Yapamadım, noksan kaldı. Bu münacat, Otuz Üçüncü Sözün Otuz Üçüncü Mektubu olan Pencereler Risalesine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.
ODUR BÂKÎ.O, hükmünü hikmetle icrâ eden Hakîmdir; biz de Onun hükmünün elindeyiz. Hakem olan O, Adl olan O; arz ve semâ Onundur. Mülkünde gizli olanı, gaip olanı O hakkıyla bilir. Kàdir olan O, Kayyûm olan O; Arş da, yer de Onundur. San’atının nakışlarında ve vasıflarında görünen Onun lûtfudur. Fâtır Odur, Vedûd O; mahlûkattaki bütün hüsün ve güzellikler Onundur. Mevcudat aynalarında ve mahlûkatının keyfiyâtında tezahür eden Onun celâlidir. Melik Odur, Kuddûs O; izzet ve kibriyâ da Ona aittir. Mahlûkatını acaib-i san’at içinde icad eden Odur; biz de Onun san’atının nakışlarıyız. Dâim Odur, Bâkî O; mülk ve bekà Onundur. O atâsında pek kerîmdir; biz de Onun misafir kàfilelerindeniz. Rezzâk Odur, her hâcete Kâfi O; hamd ve senâ Ona mahsustur. Rahmet hediyelerinde görünen Onun cemâlidir. Biz de Onun ilminin mensucatındanız. Hâlık Odur, Vâfî O; cûd ve atâ Onundur.
Esmâ-i Hüsnâ: Cenab-ı Hakkın en güzel isimleri (bk. ḥ-s-n) ilhak edilmek: eklenmek istidat: kabiliyet (bk. a-d-d) kudsî: mukaddes, her türlü kusur ve noksandan uzak (bk. ḳ-d-s)
manzume: vezinli ve kafiyeli söz, şiir (bk. n-ẓ-m) mübarek: bereketli (bk. b-r-k) münacat: dua, yakarış (bk. n-c-v) Münâcât-ı Esmâiye: Cenab-ı Hakkın isimleriyle yapılan dualar (bk. n-c-v; s-m-v)
münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b) nazire: benzer (bk. n-ẓ-r) nazım: vezinli söz, şiir (bk. n-ẓ-m) Şeyh Geylânî: (bk. bilgiler)
Hiç ender hiçim, fakat bu mevcudatı umumen isterim.
Dipnot-1
Mahlûkatının şikâyet ve duâlarını işiten Odur. Merhamet eden O, şifâ veren O; şükür ve senâ Ona mahsustur. Kullarının hatâ ve günahlarını bağışlayan da Odur. Gaffâr Odur, Rahîm O; af da, rızâ da Ondandır.
âciz: güçsüz (bk. a-c-z) fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y) gayr: başkası hiç ender hiç: hiç içinde hiç mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
Rahmân: kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m) şems-i sermed: Sonsuz Güneş; bu tabir, her şeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır
umumen: bütünüyle yâr-ı bâki: ebedî dost, sonsuz sevgili (bk. b-ḳ-y) zerre: atom, en küçük madde parçası
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Kalbe Hutur Eden İki Levha” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.
Kalbe Hutur Eden İki Levha – On Yedinci Sözün İkinci Makamı – Cumartesi Dersleri 17. 6.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Yedinci Sözün İkinci Makamı
Kalbe Hutur Eden İki Levha
Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yuşa Tepesinde, dünyanın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyaya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler. Dedim: “Yarına kadar beni bırakınız; istihare edeyim.” Sabahleyin kalbime bu iki levha hutur etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübarek hatıranın hatırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhafaza edildi. Yirmi Üçüncü Sözün âhirine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.
Birinci Levha
Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır.
Beni dünyaya çağırma, …. Ona geldim fenâ gördüm.
Demâ gaflet hicab oldu …. Ve nur-u Hak nihan gördüm.
Bütün eşya u mevcudat …. Birer fâni muzır gördüm.
Vücut desen, onu giydim, …. Ah, ademdi, çok belâ gördüm.
Hayat desen onu tattım …. Azap-ender azap gördüm.
Akıl ayn-ı ikab oldu, …. Bekàyı bir belâ gördüm.
Ömür ayn-ı heva oldu, …. Kemâl ayn-ı heba gördüm.
Amel ayn-ı riya oldu, …. Emel ayn-ı elem gördüm.
Visal nefs-i zevâl oldu, …. Devâyı ayn-ı dâ gördüm.
Bu envar zulümat oldu, …. Bu ahbabı yetim gördüm.
Bu savtlar nây-ı mevt oldu, … Bu ahyâyı mevat gördüm.
Ulûm evhâma kalb oldu, …. Hikemde bin sekam gördüm.
Lezzet ayn-ı elem oldu, …. Vücutta bin adem gördüm.
Habib desen onu buldum, …. Ah, firakta çok elem gördüm.
adem: yokluk, hiçlik ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b) âhir: son (bk. e-ḫ-r) ahyâ: canlılar (bk. ḥ-y-y) ayn-ı dâ: hastalığın tâ kendisi ayn-ı elem: acının tâ kendisi ayn-ı heba: zararın tâ kendisi ayn-ı heva: boş istek ve arzunun tâ kendisi ayn-ı ikab: azabın tâ kendisi ayn-ı riya: gösterişin tâ kendisi azap-ender azap: azap içinde azap bekà: devamlılık, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y) demâ: her zaman, dâima ehl-i gaflet: âhiretten habersiz, mânevî sorumluluklarına karşı duyarsız kimseler (bk. ğ-f-l) elem: acı, üzüntü emel: arzu, istek envar: nurlar, aydınlıklar (bk. n-v-r)
eşya u mevcudat: var olan şeyler, varlıklar (bk. v-c-d) evhâm: vehimler, kuruntular fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y) fenâ: yokluk, ölümlülük (bk. f-n-y) firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ) gaflet: umursamazlık, duyarsızlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli (bk. ğ-f-l) habib: sevgili (bk. ḥ-b-b) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hicab: perde hikem: hikmetler (bk. ḥ-k-m) hutur etme: hatıra gelme ilhak: ekleme istihare: bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak niyetiyle abdest alıp, dua edip, rüya görmek üzere uykuyu yatma
kalb olmak: dönüşmek kemâl: mükemmellik, olgunluk (bk. k-m-l) mevat: ölmüş (bk. m-v-t) mübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k) muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b) muzır: zararlı nây-ı mevt: ölüm haberi (bk. m-v-t) nefs-i zevâl: sona ermenin kendisi (bk. n-f-s; z-v-l) nihan: gizli, saklı nur-u Hak: Cenab-ı Hakkın nuru (bk. n-v-r; ḥ-ḳ-ḳ) savt: ses sekam: hastalık tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r) ulûm: ilimler (bk. a-l-m) visal: kavuşma Yûşâ Tepesi: (bk. bilgiler)zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
İkinci Levha
Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder levhadır.
Demâ gaflet zevâl buldu, …. Ve nur-u Hak ayan gördüm.
Vücut burhan-ı Zât oldu, …. Hayat, mir’ât-ı Haktır, gör.
Akıl miftah-ı kenz oldu, …. Fenâ, bâb-ı bekàdır, gör.
Kemâlin lem’ası söndü, …. Fakat şems-i cemâl var, gör.
Zevâl ayn-ı visal oldu, …. Elem ayn-ı lezzettir, gör.
Ömür nefs-i amel oldu, …. Ebed ayn-ı ömürdür, gör.
Zalâm zarf-ı ziya oldu, …. Bu mevtte hak hayat var, gör.
Bütün eşya enîs oldu, …. Bütün asvat zikirdir, gör.
Bütün zerrat-ı mevcudat…. Birer zâkir, müsebbih gör.
Fakrı kenz-i gınâ buldum, …. Aczde tam kuvvet var, gör.
Eğer Allah’ı buldunsa…… Bütün eşya senindir, gör.
Eğer Mâlik-i Mülke memlûk isen…. Onun mülkü senindir, gör.
Eğer hodbin ve kendi nefsine mâliksen… Bilâ-addin belâdır, gör,
Bilâ-haddin azaptır, tad, …. Bilâ gayet ağırdır, gör.
Eğer hakikî abd-i hüdâbin isen, …. Hudutsuz bir safâdır, gör,
Hesapsız bir sevap var, tad, …. Nihayetsiz saadet gör.
abd-i hüdâbin: Cenab-ı Hakkı tanıyan kul (bk. a-b-d) acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) asvat: sesler ayan: aşikâr, belli ayn-ı lezzet: lezzetin tâ kendisi ayn-ı ömür: hayatın tâ kendisi ayn-ı visal: kavuşmanın tâ kendisi bâb-ı bekà: sonsuzluk kapısı (bk. b-ḳ-y) bilâ-addin: sayısız (bk. lâ) bilâ-haddin: sınırsız (bk. lâ) burhan-ı Zât: Cenab-ı Allah’ın varlığının delili demâ: her zaman ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d) ehl-i hidayet ve huzur: doğru ve hak yolda ve huzurda olanlar (bk. h-d-y; ḥ-ḍ-r) elem: acı, üzüntü enîs: canayakın, dost eşya: şeyler, varlıklar
fenâ: yokluk, ölümlülük (bk. f-n-y) gaflet: umursamazlık, duyarsızlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli (bk. ğ-f-l) hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i dünya: dünyanın gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hodbin: bencil kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l) kenz-i gınâ: zenginliğin hazinesi (bk. ğ-n-y) lem’a: parıltı mâlik: sahip (bk. m-l-k) Mâlik-i Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi olan Allah (bk. m-l-k) memlûk: köle, kul (bk. m-l-k) mevt: ölüm (bk. m-v-t) miftah-ı kenz: hazinenin anahtarı
mir’ât-ı Hak: Hakkın aynası (bk. ḥ-ḳ-ḳ) mülk: sahip olunan ve hükmedilen yer (bk. m-l-k) müsebbih: tesbih eden (bk. s-b-ḥ) nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) nefs-i amel: amelin kendisi (bk. n-f-s) nihayetsiz: sonsuz nur-u Hak: Cenab-ı Hakkın nuru (bk. n-v-r; ḥ-ḳ-ḳ) saadet: mutluluk safâ: gönül hoşnutluğu şems-i cemâl: güzelliğin güneşi (bk. c-m-l) vücut: varlık (bk. v-c-d) zâkir: zikreden zalâm: karanlıklar (bk. ẓ-l-m) zarf-ı ziya: ışığın kılıfı zerrat-ı mevcudat: varlıkların zerreleri (bk. v-c-d) zevâl: sona erme (bk. z-v-l)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediiğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; – konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Hakikati. KISA VİDEODA Abdullah Yeğin Ağabeyin seslendirmesiyle açıklanmadan kısa ve düz olarak okunmaktadır. Dersin açıklamalı bölümünü UZUN VİDEODAN izleyebilirsiniz.
“Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)- Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle; – Cumartesi Dersleri 17. 5.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
On Yedinci Sözün İkinci Makamı
“Batıp gidenleri sevmem” Hz. İbrahim (A.S.)-
Yalnız Biri iste; Biri çağır; Biri talep et; Biri gör; Biri bil; Biri söyle;
Onun için kalb gözü ağladı ve ağlayıcı katreleri döktü. Kalb gözü ağladığı gibi, döktüğü herbir damlası da o kadar hazindir; ağlattırıyor, güya kendisi de ağlıyor. O damlalar, gelecek Farisî fıkralardır.
Güzel değil batmakla kaybolan bir mahbup. Çünkü zevâle mahkûm, hakikî güzel olamaz. Aşk-ı ebedî için yaratılan ve âyine-i Samed olan kalb ile sevilmez ve sevilmemeli.
Bir matlup ki gurupta gaybûbet etmeye mahkûmdur; kalbin alâkasına, fikrin merakına değmiyor. Âmâle merci olamıyor. Arkasında gam ve kederle teessüf etmeye lâyık değildir. Nerede kaldı ki, kalb ona perestiş etsin ve ona bağlansın, kalsın!
aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) âmâl: ameller, işler aşk-ı ebedî: sonsuzluk aşkı (bk. e-b-d) âyine-i Samed: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herşey Kendisine muhtaç olan Allah’ın eserlerini gösteren ayna (bk. ṣ-m-d) Farisî: Farsça fıkra: bölüm, kısım gaybûbet: kaybolma (bk. ğ-y-b) gurup: batış
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakîm-i İlâhî: aklıyla Allah’ı bulmaya çalışan hikmet sahibi zât (bk. ḥ-k-m; e-l-h) hazin: hüzünlü, üzüntü veren İbrahim (a.s.): (bk. bilgiler) kâinat: evren, yaratılmış herşey, bütün âlemler (bk. k-v-n) katre: damla kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m) Kelâmullah: Allah’ın kelamı, Kur’ân (bk. k-l-m)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b) matlup: istek (bk. ṭ-l-b) merci: kaynak nây: ölüm haberini verme Nebiyy-i Peygamber: Peygamberin Peygamberi, Hz. İbrahim (bk. n-b-e) nevi: çeşit, tür perestiş: taparcasına sevme sudur: çıkma teessüf: üzülme tefsir: yorum, açıklama (bk. f-s-r) zevâl: sona erme (bk. z-v-l)
Bir maksut ki fenâda mahvoluyor; o maksudu istemem. Çünkü fâniyim. Fâni olanı istemem, neyleyeyim?
Bir mâbud ki zevâlde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem. Çünkü nihayetsiz muhtacım ve âcizim. Âciz olan, benim pek büyük dertlerime devâ bulamaz, ebedî yaralarıma merhem süremez. Zevâlden kendini kurtaramayan nasıl mâbud olur?
Evet, zahire müptelâ olan akıl, şu keşmekeş kâinatta perestiş ettiği şeylerin zevâlini görmekle meyusâne feryad eder. Ve bâki bir mahbubu arayan ruh dahi,
Der-akap zevâlle acılanan mülâkatlar, keder ve meraka değmez; iştiyaka hiç lâyık değildir. Çünkü zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i lezzetin tasavvuru dahi bir elemdir. Bütün mecazî âşıkların divanları, yani aşknameleri olan manzum kitapları, şu tasavvur-u zevâlden gelen elemden birer feryattır. Herbirinin bütün divan-ı eş’ârının ruhunu eğer sıksan, elemkârâne birer feryat damlar.
Dünyaperestlik esasatı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fâni ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı Mahbub-u Hakikî yolunda feda et. Mevcudatın ademnümâ akıbetlerini gör. Çünkü şu dünyadan bekàya giden yol, fenâdan gidiyor.
Ey nâdan nefsim! Bil ki, çendan dünya ve mevcudat fânidir; fakat her fâni şeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can ve canan olan Mahbub-u Lâyezâlin tecellî-i cemâlinden iki lem’ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen…
Evet, nimet içinde in’âm görünür, Rahmân’ın iltifatı hissedilir. Nimetten in’âma geçsen, Mün’imi bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla Müsemmâyı
Dipnot-1
“Batıp gidenleri sevmem” En’âm Sûresi, 6:76.
ademnümâ: yokluğu gösteren ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ) akıbet: netice, son bâki: sürekli, sonsuz (bk. b-ḳ-y) bekà: süreklilik, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y) çendan: gerçi, her ne kadar daire-i mülk: sahip olunan şeylerin dairesi (bk. m-l-k) dünyaperestlik: dünyayı taparcasına sevmek enîn: inilti esasat: esaslar, prensipler esbab: sebepler (bk. s-b-b) eser-i Samedânî: Samed olan Allah’ın eseri (bk. ṣ-m-d) esmâ: isimler (bk. s-m-v) fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y) fenâ: yokluk, yok oluş (bk. f-n-y) fikr-i insanî: insan fikri (bk. f-k-r) fîzar etmek: ağlayıp inlemek İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi in’am: nimetlendirme (bk. n-a-m)
îsal etmek: ulaştırmak kat-ı alâka etmek: ilgiyi kesmek lem’a: parıltı Mahbub-u Hakikî: gerçek sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; ḥ-ḳ-ḳ) Mahbub-u Lâyezâl: yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; z-v-l)Mahbub-u Sermedî: varlığı sürekli olan sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b) mahbubat-ı mecaziye: gerçek sevgiye layık olmadıkları halde sevilenler (bk. ḥ-b-b; c-v-z) Mevcud-u Hakikî: gerçek varlık sahibi Allah (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mevcudat-ı zâile: yok olup giden, sona eren varlıklar (bk. v-c-d; z-v-l) meyusâne: ümitsizce Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)Müsemmâ: güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v)
nâdan: cahil nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) Rahmân: rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah (bk. r-ḥ-m) Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l) sır: gizli gerçek, gizem suret-i fâniye: geçici suret (bk. ṣ-v-r; f-n-y) tecellî-i cemâl: güzelliğin yansıması (bk. c-l-y; c-m-l) tecerrüd: soyutlanma, sıyrılma vücud-u hakikî: gerçek vücut (bk. v-c-d; ḥ-ḳ-ḳ) zelzele-i zevâl-i dünya: dünyayı yok eden sarsıntı (bk. z-v-l)
bulursun. Madem şu masnuat-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu, kışrını acımadan fenâ seyline atabilirsin.
Evet, masnuatta hiçbir eser yok ki, çok mânâlı bir lâfz-ı mücessem olmasın, Sâni-i Zülcelâlin çok esmâsını okutturmasın. Madem şu masnuat elfazdır, kelimat-ı kudrettir; mânâlarını oku, kalbine koy, mânâsız kalan elfâzı bilâpervâ zevâlin havasına at. Arkalarından alâkadarâne bakıp meşgul olma.
İşte, zahirperest ve sermayesi âfâkî malûmattan ibaret olan akl-ı dünyevî, böyle silsile-i efkârı hiçe ve ademe incirar ettiğinden, hayretinden ve haybetinden meyusâne feryad ediyor. Hakikate giden bir doğru yol arıyor. Madem uful edenlerden ve zevâl bulanlardan ruh elini çekti. Kalb dahi mecazî mahbuplardan vaz geçti. Vicdan dahi fânilerden yüzünü çevirdi. Sen dahi, biçare nefsim, İbrahimvâri
1. Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.
2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.
3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.
Dipnot-1
“Batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.
Haşiye-1
Yalnız bu satır Mevlânâ Câmî’nin kelâmıdır.
adem: yokluk, hiçlik âfâkî: dış dünyaya ait akl-ı dünyevî: dünyaya ait akıl alâkadarane: ilgili bir şekilde biçare: çaresiz bilâpervâ: pervasız, korkusuz elfaz: lafızlar, sözler esmâ: isimler (bk. s-m-v) fâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y) fenâ: yokluk, yok oluş (bk. f-n-y) fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r) gıyâs: yardım nidâsı haşiye: dipnot, açıklayıcı not haybet: muhrumiyet, istediğini elde edememe, ümitsiz olma İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi incirar etme: çekip sona erdirme
kelâm: söz (bk. k-l-m) kelimat-ı kudret: Allah’ın kudret kelimeleri (bk. k-l-m; ḳ-d-r) kesret: çokluk (bk. k-s̱-r) kışr: kabuk, dış lâfz-ı mücessem: cisimleşmiş kelime mağz: öz, iç mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b) malûmat: bilgiler (bk. a-l-m) masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) masnuat-ı fâniye: gelip geçici olan sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a; f-n-y) mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z) Mevlânâ Câmi: (bk. bilgiler) meyusâne: ümitsizce nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l) sermest-i câm-ı aşk: Allah aşkıyla kendinden geçmek seyl: sel, akıntı silsile-i efkâr: fikirler zinciri, fikir halkaları (bk. f-k-r) uful etmek: batmak, kaybolmak vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) zahirperest: dış görünüşe ehemmiyet veren (bk. ẓ-h-r) zevâl: sona erme (bk. z-v-l)
4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.
5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.
6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.
Çünkü bu âlem, bütün mevcudatıyla, muhtelif dilleriyle, ayrı ayrı nağamâtıyla, zikr-i İlâhînin halka-i kübrâsında beraber
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1
der, vahdâniyete şehadet eder.
لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 2
‘in açtığı yaraya merhem sürüyor ve alâkayı kestiği mecazî mahbuplara bedel bir Mahbub-u Lâyezâlîyi gösteriyor.
Dipnot-1
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Haşir Sûresi, 59:22.
Dipnot-2
“Batıp gidenleri sevmem” En’âm Sûresi, 6:76.
Câmi: (bk. bilgiler – Mevlânâ Câmi) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) halka-i kübrâ: en büyük halka (bk. k-b-r) mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d) mahbub: sevgili (bk. ḥ-b-b) Mahbub-u Lâyezâlî: sürekli var olan, asla yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah (bk. ḥ-b-b; lâ; z-v-l)
maksud: kastedilen, istek (bk. ḳ-ṣ-d) mâlâyâni: boş, lüzumsuz marifet: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f) matlup: istenilen (bk. ṭ-l-b) mecazî: gerçek olmayan (bk. c-v-z) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik – Kalbe Farisî olarak tahattur eden bir münacat” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözleri isimli eserinden On Yedinci Sözün İkinci Makamı.
Buradaki KISA videoda Abdullah Yeğin Ağabeyin seslendirmesi ile yorumsuz okunmaktadır. Dersin uzun ve açıklamalı bölümü UZUN videoda yer almaktadır.
Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik – Kalbe Farisî olarak tahattur eden bir münacat – Cumartesi Dersleri 17. 4.
Yâ Rab! Tevekkülsüz, gafletle, iktidar ve ihtiyarıma dayanıp derdime derman aramak için cihât-ı sitte denilen altı cihette nazar gezdirdim. Maatteessüf derdime derman bulamadım. Mânen bana denildi ki: “Yetmez mi dert, derman sana.”
Evet, gafletle sağımdaki geçmiş zamandan teselli almak için baktım. Fakat gördüm ki, dünkü gün, pederimin kabri; ve geçmiş zaman, ecdadımın bir mezar-ı ekberi suretinde göründü. Teselli yerine vahşet verdi. Haşiye-1
Haşiye-1: İman, o vahşetli mezar-ı ekberi, ünsiyetli bir meclis-i münevver ve bir mecma-ı ahbap gösterir.
وَدَرْ چَپْ دِيدَمْ كِه: فَرْدَا قَبْرِ مَنْست
Sonra soldaki istikbale baktım, derman bulamadım. Belki yarınki gün, benim kabrim; ve istikbal ise, emsalimin ve nesl-i âtinin bir kabr-i ekberi suretinde görünüp, ünsiyet değil, belki vahşet verdi. Haşiye-2
Haşiye-2: İman ve huzur-u iman, o dehşetli kabr-i ekberi, sevimli saadet saraylarında bir davet-i Rahmâniye gösterir.
cihât-ı sitte: altı yöncihet: yöndavet-i Rahmâniye: Rahmânî davet (bk. r-ḥ-m)derc edilmek: yerleştirilmekecdad: atalar, dedeleremsal: benzerler (bk. m-s̱-l)evvelce: daha önceFarisî: Farsçagaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)haşiye: dipnot, açıklayıcı nothuzur-u iman: imanın verdiği huzur (bk. ḥ-ḍ-r; e-m-n)ihtiyar: irade, dileme, tercih (bk. ḫ-y-r)
istikbal: gelecek zamankabr-i ekber: en büyük kabir (bk. k-b-r)maatteessüf: üzülerek, ne yazık kimânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)matbu olan: basılanmeclis-i münevver: nurlu meclis (bk. n-v-r)mecma-ı ahbap: dostların toplandığı yer (bk. c-m-a; ḥ-b-b)mezar-ı ekber: en büyük mezar (bk. k-b-r)münacat: dua, Allah’a yakarış (bk. n-c-v)nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)nesl-i âti: gelecek nesil
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)saadet: mutluluksuret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tahattur: hatıra gelmetevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)ünsiyet: dostluk, canayakınlıkvahşet: ürküntü, korku
Soldan dahi hayır görünmediği için, hazır güne baktım. Gördüm ki, şu gün, güya bir tabuttur. Hareket-i mezbuhânede olan cismimin cenazesini taşıyor. Haşiye-1
Haşiye-1: İman, o tabutu, bir ticaretgâh ve şaşaalı bir misafirhane gösterir.
بَرْ سَرِ عُمُرْ جَنَازَۂِ مَنْ اِيسْتَادَه اَسْت
İşbu cihetten dahi devâ bulamadım. Sonra başımı kaldırıp şecere-i ömrümün başına baktım. Gördüm ki, o ağacın tek meyvesi benim cenazemdir ki, o ağacın üstünde duruyor, bana bakıyor. Haşiye-2
Haşiye-2: İman, o ağacın meyvesini cenaze değil, belki ebedî hayata mazhar ve ebedî saadete namzet olan ruhumun eskimiş yuvasından yıldızlarda gezmek için çıktığını gösterir.
O cihetten dahi meyus olup başımı aşağıya eğdim. Baktım ki, aşağıda, ayak altında, kemiklerimin toprağı ile mebde-i hilkatimin toprağı birbirine karışmış gördüm. Derman değil, derdime dert kattı. Haşiye-3
Haşiye-3: İman, o toprağı, rahmet kapısı ve Cennet salonunun perdesi olduğunu gösterir.
Ondan dahi nazarı çevirip arkama baktım. Gördüm ki, esassız, fâni bir dünya, hiçlik derelerinde ve adem zulümatında yuvarlanıp gidiyor. Derdime merhem değil, belki vahşet ve dehşet zehrini ilâve etti. Haşiye-4
Haşiye-4: İman, o zulümatta yuvarlanan dünyayı, vazifesi bitmiş, mânâsını ifade etmiş, neticelerini kendine bedel vücutta bırakmış mektubât-ı Samedâniye ve sahâif-i nukuş-u Sübhâniye olduğunu gösterir.
Onda dahi hayır görmediğim için ön tarafıma, ileriye nazarımı gönderdim. Gördüm ki, kabir kapısı yolumun başında açık görünüp, onun arkasında ebede giden cadde, uzaktan uzağa nazara çarpıyor. Haşiye-5
Haşiye-5: İman, o kabir kapısını âlem-i nur kapısı ve o yol dahi saadet-i ebediye yolu olduğunu gösterdiğinden, dertlerime hem derman, hem merhem olur.
adem: yokluk, hiçlikâlem-i nur: nur âlemi (bk. a-l-m; n-v-r)cihet: yönebed: sonu olmayan, sonsuzluk (bk. e-b-d)ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)hareket-i mezbuhâne: can çekişme halihaşiye: dipnot, açıklayıcı nothayır: iyilik (bk. ḫ-y-r)mazhar: nail olma, kazanma (bk. ẓ-h-r)
mebde-i hilkat: yaratılışın başlangıcı (bk. ḫ-l-ḳ)mektubat-ı Samedâniye: Samed olan Allah’a ait herbiri birer mektup gibi mânâlar ifade eden varlıklar (bk. k-t-b; ṣ-m-d)meyus: ümitsiznamzet: adaynazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)saadet: mutluluksaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sahâif-i nukuş-u Sübhâniye: her türlü kusur ve noksandan uzak olan Allah’ın nakışlarını gösterdiği sayfalar (bk. n-ḳ-ş; s-b-ḥ)şaşaalı: gösterişli, göz alıcışecere-i ömür: ömür ağacıticaretgâh: ticaret yerivahşet: ürküntü, korkuvücut: varlık (bk. v-c-d)zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
İşte şu altı cihette ünsiyet ve teselli değil, belki dehşet ve vahşet aldığım onlara mukabil, benim elimde bir cüz-i ihtiyarîden başka hiçbir şey yoktur ki, ona dayanıp onunla mukabele edeyim. Haşiye-1
Haşiye-1: İman, o cüz-i lâyetecezzâ hükmündeki cüz-ü ihtiyarî yerine, gayr-ı mütenâhi bir kudrete istinad etmek için bir vesika verir. Ve belki iman bir vesikadır.
Halbuki o cüz-i ihtiyarî denilen silâh-ı insanî hem âciz, hem kısadır. Hem ayarı noksandır. İcad edemez. Kisbden başka hiçbir şey elinden gelmez. Haşiye-2
Haşiye-2: İman, o cüz-i ihtiyarîyi, Allah namına istimal ettirip, her şeye karşı kâfi getirir. Bir askerin cüzî kuvvetini devlet hesabına istimal ettiği vakit, binler kuvvetinden fazla işler görmesi gibi…
Ne geçmiş zamana hulûl edebilir, ne de gelecek zamana nüfuz edebilir. Mazi ve müstakbele ait emellerime ve elemlerime faidesi yoktur. Haşiye-3
Haşiye-3: İman, dizginini cism-i hayvanînin elinden alıp kalbe, ruha teslim ettiği için, maziye nüfuz ve müstakbele hulûl edebilir. Çünkü kalb ve ruhun daire-i hayatı geniştir.
İşte, şu bütün ihtiyaçlarımla ve zayıflığımla ve fakr ve aczimle beraber, altı cihetten gelen dehşetler ve vahşetlerle perişan bir halde iken, kalem-i kudretle sahife-i fıtratımda ebede uzanan arzular ve sermede yayılan emeller âşikâre bir surette yazılmıştır, mahiyetimde derc edilmiştir.
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)ân-ı seyyal: bir anda akıp giden zaman dilimiâşikâre: açıkçacihet: yöncism-i hayvanî: hayvanî cisim, beden (bk. ḥ-y-y)cüz-i ihtiyarî: insandaki az bir irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)cüz-i lâyetecezzâ: bölünemeyen en küçük parça; atom (bk. c-z-e; lâ)cüzî: küçük, az (bk. c-z-e)daire-i hayat: hayat dairesi (bk. ḥ-y-y)derc edilmek: yerleştirilmek
mazi: geçmiş zamanmeydan-ı cevelân: hareket ve faaliyet meydanımukabele: karşılıkmukabil: karşılıkmüstakbel: gelecek zamannüfuz: geçme, işlemesahife-i fıtrat: yaratılış sayfası (bk. f-ṭ-r)sermed: süreklilik, devamlılıksilâh-ı insanî: insana ait silahünsiyet: dostluk, canayakınlıkvesika: belgezaman-ı hazır: şimdiki zaman
بَلْكِه هَرْچِه هَسْت، هَسْت
Belki dünyada ne varsa, nümuneleri fıtratımda vardır. Umum onlara karşı alâkadarım. Onlar için çalıştırıyorum, çalışıyorum.
Hattâ, hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider; orada da hâcet vardır. Belki, her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan ihtiyaçta vardır; elde bulunmayan ise hadsizdir.
İşte, şu cihan kadar ve milyarlar ile ancak istihsal edilen hâcet nerede? Ve bu beş paralık cüz-ü ihtiyarî nerede? Bununla onların mübayaasına gidilmez, bununla onlar kazanılmaz. Öyle ise başka bir çare aramak gerektir.
O çare ise şudur ki: O cüz-i ihtiyarîden dahi vaz geçip, irade-i İlâhiyeye işini bırakıp, kendi havl ve kuvvetinden teberri edip, Cenâb-ı Hakkın havl ve kuvvetine iltica ederek hakikat-i tevekküle yapışmaktır. Yâ Rab! Madem çare-i necat budur; Senin yolunda o cüz-i ihtiyarîden vaz geçiyorum ve enaniyetimden teberri ediyorum.
çare-i necat: kurtuluş çaresi (bk. n-c-v)cihan: dünyacüz-i ihtiyarî: insandaki az bir irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)cüz-i lâyetecezzâ: parçalanmayan parça; zerre, atom (bk. c-z-e; lâ)cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)daire-i iktidar: iktidar dairesi (bk. ḳ-d-r)
mübayaa: satın almanazar: bakış (bk. n-ẓ-r)Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)teberri: uzaklaşma
Ta, Senin inâyetin, acz ve zaafıma merhameten elimi tutsun. Hem, ta Senin rahmetin, fakr ve ihtiyacıma şefkat edip bana istinadgâh olabilsin, kendi kapısını bana açsın.
Evet, her kim ki rahmetin nihayetsiz denizini bulsa, elbette bir katre serap hükmünde olan cüz-i ihtiyarına itimat etmez, rahmeti bırakıp ona müracaat etmez.
Eyvah, aldandık! Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur; bir rüya gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi bir rüzgâr gibi uçar, gider.
Kendine güvenen ve ebedî zanneden mağrur insan zevâle mahkûmdur, sür’atle gidiyor. Hane-i insan olan dünya ise, zulümat-ı ademe sukut eder. Emeller bekàsız, elemler ruhta bâki kalır.
Madem hakikat böyledir. Gel, ey hayata çok müştak ve ömre çok talip ve dünyaya çok âşık ve hadsiz emellerle ve elemlerle müptelâ bedbaht nefsim! Uyan, aklını başına al! Nasıl ki yıldızböceği kendi ışıkçığına itimat eder, gecenin hadsiz zulümatında kalır. Balarısı kendine güvenmediği için gündüzün güneşini bulur; bütün dostları olan çiçekleri, güneşin ziyasıyla yaldızlanmış müşahede eder.
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)bâki: sonsuz, devamlı (bk. b-ḳ-y)bedbaht: talihsizbekàsız: devamsız, geçici (bk. b-ḳ-y)cüz-i ihtiyarî: insandaki az bir irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)elem: acı, üzüntü, kederemel: arzu, istekgüzerân-ı hayat: hayatın geçmesi (bk. ḥ-y-y)
hadsiz: sınırsızhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hane-i insan: insanın evihayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)inayet: yardım, bağış (bk. a-n-y)istinadgâh: dayanak (bk. s-n-d)itimat: güvenmekatre: damlamağrur: gururlumüptelâ: bağımlı, tutulmuşmüşahede etmek: görmek (bk. ş-h-d)müştak: düşkün, aşık
Öyle de, kendine, vücuduna ve enaniyetine dayansan, yıldızböceği gibi olursun. Eğer sen fâni vücudunu, o vücudu sana veren Hâlıkın yolunda feda etsen, balarısı gibi olursun, hadsiz bir nur-u vücut bulursun. Hem feda et. Çünkü şu vücut sende vedia ve emanettir.
Hem Onun mülküdür, hem O vermiştir. Öyle ise, minnet etmeyerek ve çekinmeyerek fena et, feda et, ta bekà bulsun. Çünkü nefy-i nefy ispattır. Yani, yok yok ise, o vardır. Yok, yok olsa, var olur.
Hâlık-ı Kerîm, kendi mülkünü senden satın alıyor; Cennet gibi büyük bir fiyatı verir. Hem o mülkü senin için güzelce muhafaza ediyor, kıymetini yükselttiriyor. Yine sana hem bâki, hem mükemmel bir surette verecektir. Öyle ise, ey nefsim, hiç durma. Birbiri içinde beş kârlı bu ticareti yap. Ta beş hasâretten kurtulup, beş ribhi birden kazanasın.1
Dipnot-1
Buradaki beş kâr ve beş hasâret için Altıncı Söze bakınız.
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)bekà: devamlılık, süreklilik (bk. b-ḳ-y)enaniyet: benlikfâni: ölümlü, geçici (bk. f-n-y)hadsiz: sınırsızHâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Hâlık-ı Kerîm: ikramı bol ve her şeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-r-m)hasâret: zararmülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k)nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.