Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var: Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 3.

Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var: Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Üçüncü Dal Dokuzuncu Asıl.

Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 3.
Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

ÜÇÜNCÜ DAL

DOKUZUNCU ASIL: 

Mesâil-i imaniyeden bir kısmın netâici, şu mukayyet ve dar âleme bakar. Diğer bir kısmı, geniş ve mutlak olan âlem-i âhirete bakar. Amellerin fazilet ve sevabına dair ehâdis-i şerifenin bir kısmı, tergib ve terhîbe münasip bir tesir vermek için belâğatli bir üslûpta geldiğinden, dikkatsiz insanlar onları mübalâğalı zannetmişler. Halbuki, bütün onlar ayn-ı hak ve mahz-ı hakikat olduklarından, mücazefe ve mübalâğa, içlerinde yoktur.

Ezcümle, en ziyade insafsızların zihnini kurcalayan şu hadistir ki:

لَوْ وَزِنَتِ الدُّنْيَا عِنْدَ اللهِ جَنَاحَ بَعُوضَةٍ مَا شَرِبَ الْكَافِرُ مِنْهَا جُرْعَةَ مَۤاءٍ     1

ev kemâ kàl. Meâl-i şerifi: “Dünyanın, Cenâb-ı Hakkın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirler bir yudum suyu ondan içmeyecek idiler.” Hakikati şudur ki:

 عِنْدَ اللهِ 

tabiri, “âlem-i bekàdan” demektir. Evet, âlem-i bekàdan bir sinek kanadı kadar bir nur, madem ebedîdir, yeryüzünü dolduracak muvakkat bir nurdan daha çoktur. Demek koca dünyayı bir sinek kanadıyla muvazene değil; belki herkesin kısacık ömrüne yerleşen hususî dünyasını, âlem-i bekàdan bir sinek kanadı kadar daimî bir feyz-i İlâhîye ve bir ihsan-ı İlâhîye muvazeneye gelmediği demektir.

Hem dünyanın iki yüzü var, belki üç yüzü var: Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. Demek, Esmâ-i Hüsnânın âyineleri ve mektubât-ı Samedâniye ve âhiretin mezraası olan koca dünya değil; belki âhirete zıt ve bütün hatîâtın menşei ve beliyyâtın menbaı olan, dünyaperestlerin dünyasının, âlem-i âhirette ehl-i imana verilen sermedî bir zerresine değmediğine işarettir.

İşte, en doğru ve ciddî şu hakikat nerede? Ve insafsız ehl-i ilhâdın fehmettikleri mânâ nerede? O insafsız ehl-i ilhâdın en mübalâğa, en mücazefe zannettikleri mânâ nerede?

Hem meselâ, insafsız ehl-i ilhâdın mübalâğa zannettikleri, hattâ muhal bir mübalâğa ve mücazefe tevehhüm ettikleri biri de, amellerin sevabına dair ve bazı


Dipnot-1

bk. Tirmizi, Zühd: 13; el-Hâkim, el-Müstedrek, 4:306; Ebû Naîm el-Isbahânî, Hilyetü’l-Evliyâ, 3:253.


adem: yokluk, hiçlik
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)
âlem-i bekà: devamlı ve kalıcı olan âhiret âlemi (bk. a-l-m; b-ḳ-y)
amel: davranış, iş
âyine: ayna
ayn-ı hak: hakkın, doğrunun ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
belâğat: maksada ve hale uygun güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)
beliyyât: belâlar, musibetler
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
dünyaperest: dünyaya düşkün
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
ehâdis-i şerife: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
ehl-i dalâlet: hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
ehl-i ilhâd: inkârcılar, dinsizler
ehl-i iman: iman edenler, inananlar (bk. e-m-n)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
ev kemâ kâl: veya nasıl söylemiş ise…
ezcümle: meselâ, örneğin
fazilet: değer, üstün (bk. f-ḍ-l)
fehmetmek: anlamak
fena: gelip geçicilik, yok oluş (bk. f-n-y)
feyz-i İlâhiye: Allah’ın feyzi, lütfu (bk. f-y-ḍ; e-l-h)
hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hatîât: hatalarhususî: özelihsan-ı İlâhî: Allah’ın ihsanı, ikramı, bağışı (bk. ḥ-s-n; e-l-h)mahz-ı hakikat: gerçeğin ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
marzî-i İlâhî: Allah’ın rızasına uygun olan iş (bk. e-l-h)
meâl-i şerif: şerefli, yüce mânâ
mektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
menba: kaynak
menşe: kaynak
mesâil-i imaniye: imanî meseleler (bk. m-s̱-l; e-m-n)
mezraa: tarla
mübalağa: abartı (bk. b-l-ğ)
mücazefe: aldatma
münasip: uygun (bk. n-s-b)
muhal: imkansız
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
mutlak: kayıtsız, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ)
muvakkat: geçici
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
netâic: neticeler, sonuçlar
sermedî: daimi, sürekli
tabir: ifade (bk. a-b-r)
tergib: şevklendirme, isteklendirme
terhîb: korkutma
tevehhüm etmek: zannetmek, sanmak
üslûp: tarz, biçim
zerre: atom, maddenin en küçük parçası
ziyade: çok, fazla

surelerin faziletleri hakkında gelen rivâyetlerdir. Meselâ, Fâtiha’nın Kur’ân kadar sevabı vardır;1 Sûre-i İhlâs, sülüs-ü Kur’ân;2 Sûre-i İzâ Zülzileti’l-Ardu, rub’u;3 Sûre-i Kul Yâ Eyyühe’l-Kâfirûn, rub’u;4 Sûre-i Yâsin, on defa Kur’ân kadar olduğuna rivâyet vardır. İşte, insafsız ve dikkatsiz insanlar demişler ki: “Şu muhaldir. Çünkü Kur’ân içinde Yâsin ve öteki faziletli olanlar da vardır. Onun için mânâsız olur.”

Elcevap: Hakikati şudur ki: Kur’ân-ı Hakîmin herbir harfinin bir sevabı var, bir hasenedir. Fazl-ı İlâhîden, o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş, bazan yedi yüz (Âyetü’l-Kürsî harfleri gibi), bazan bin beş yüz (Sûre-i İhlâsın harfleri gibi), bazan on bin (Leyle-i Beratta okunan âyetler ve makbul vakitlere tesadüf edenler gibi) ve bazan otuz bin (meselâ, haşhaş tohumunun kesreti misillü, Leyle-i Kadîrde okunan âyetler gibi). Ve “O gece bin aya mukabil” işaretiyle, bir harfinin o gecede otuz bin sevabı olur, anlaşılır. İşte, Kur’ân-ı Hakîm, tezâuf-u sevabıyla beraber, elbette muvazeneye gelmez ve gelemiyor. Belki asıl sevabıyla, bazı surelerle muvazeneye gelebilir.

Meselâ, içinde mısır ekilmiş bir tarla farz edelim ki, bin tane ekilmiş. Bazı habbeleri yedi sünbül vermiş farz etsek, herbir sünbülde yüzer dane olmuşsa, o vakit tek bir habbe, bütün tarlanın iki sülüsüne mukabil oluyor. Meselâ birisi de on sünbül vermiş, herbirinde iki yüz dane vermiş. O vakit bir tek habbe, asıl tarladaki habbelerin iki misli kadardır. Ve hâkezâ, kıyas et.

Şimdi, Kur’ân-ı Hakîmi, nuranî, mukaddes bir mezraa-i semâviye tasavvur ediyoruz. İşte, herbir harfi, asıl sevabıyla birer habbe hükmündedir. Onların sünbülleri nazara alınmayacak. Sûre-i Yâsin, İhlâs, Fâtiha, Kul Yâ Eyyühe’l-Kâfirûn, İzâ Zülzileti’l-Ardu gibi, sair faziletlerine dair rivâyet edilen sûre ve âyetlerle muvazene edilebilir. Meselâ, Kur’ân-ı Hakîmin üç yüz bin altı yüz yirmi harfi olduğundan, Sûre-i İhlâs, Besmeleyle beraber altmış dokuzdur. Üç defa altmış dokuz, iki yüz yedi harftir. Demek, Sûre-i İhlâsın herbir harfinin haseneleri bin beş yüze yakındır. İşte, Sûre-i Yâsinin hurufatı hesap edilse, Kur’ân-ı Hakîmin mecmu-u hurufatına nisbet edilse ve on defa muzaaf olması nazara alınsa, şöyle bir netice çıkar ki: Yâsin-i Şerifin herbir harfi, takriben beş yüze yakın sevabı vardır, yani o kadar hasene sayılabilir. İşte, buna kıyasen başkalarını dahi tatbik etsen, ne kadar lâtif ve güzel ve doğru ve mücazefesiz bir hakikat olduğunu anlarsın.


Dipnot-1

bk. Buhari, Tefsîru Sûreti: 1:1, 15:3, Fedâilü’l-Kur’ân: 9; Tirmizi, Sevâbu’l-Kur’ân: 1; Nesâî, İftitâh: 26; Muvatta, Nidâ: 38; Müsned, 4:211, 5:114.

Dipnot-2

bk. Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 10, 11; İbn-i Mâce, Edeb: 52; Ebû Dâvud, Vitir: 18; Nesâî, İftitah: 69; Muvatta’, Kur’ân: 17, 19.

Dipnot-3

bk. Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 9; Müsned, 3:147, 221.

Dipnot-4

bk. Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 9; Müsned, 3:147, 221.


Âyetü’l-Kürsî: Allah’ın varlığından ve bir kısım mühim sıfatlarından bahseden Bakara Sûresinin 255. âyeti
farz etmek: varsaymak
fazilet: değer ve üstünlük (bk. f-ḍ-l)
fazl-ı İlahî: Allah’ın lütfu, ihsanı (bk. f-ḍ-l; e-l-h)
habbe: dane, tohum
hâkezâ: bunun gibi
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasene: sevap, iyilik (bk. ḥ-s-n)
hurufat: harfler
iki sülüs: üçte iki
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
Leyle-i Berat: Berat Gecesi
Leyle-i Kadir: Kadir Gecesi (bk. ḳ-d-r)
makbul: kabul görmüş
mecmu-u hurufat: harflerin toplamı (bk. c-m-a)
mezraa-i semâviye: semâvi tarla (bk. s-m-v)
muhal: imkânsız
mukabil: karşılık
mukaddes: her türlü çirkinlikten ve eksiklikten arınmış, kutsal (bk. ḳ-d-s)
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
muzaaf: kat kat
mücazefe: abartma, mübalağa
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
netice: sonuç
nisbet: kıyas, ölçü (bk. n-s-b)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
rub’: dörtte bir
sair: diğer
sülüs-ü Kur’ân: Kur’ân’ın üçte biri
takriben: yaklaşık olarak
tasavvur: düşünme, hayal etme (bk. ṣ-v-r)
tatbik: uygulama
tesadüf etme: rastgelme
tezâuf-u sevab: sevabın katlanması

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, Dokuzuncu Asıl, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.462

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/462


CUMARTESİ DERSLERİ

Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 2.
Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 2.

Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Üçüncü Dal Sekizinci Asıl.

Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 2.
Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

ÜÇÜNCÜ DAL

SEKİZİNCİ ASIL: 

Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı tecrübe ve meydan-ı imtihanda, çok mühim şeyleri, kesretli eşya içinde saklıyor. O saklamakla, çok hikmetler, çok maslahatlar bağlıdır. Meselâ, Leyle-i Kadri umum Ramazan’da, saat-i icâbe-i duayı Cuma gününde, makbul velîsini insanlar içinde, eceli ömür içinde ve kıyametin vaktini ömr-ü dünya içinde saklamış.

Zira, ecel-i insan muayyen olsa, yarı ömrüne kadar gaflet-i mutlaka, yarıdan sonra darağacına adım adım gitmek gibi bir dehşet verecek. Halbuki, âhiret ve dünya muvazenesini muhafaza etmek ve her vakit havf ve recâ ortasında bulunmak maslahatı, iktiza eder ki, her dakika hem ölmek, hem yaşamak mümkün olsun. Şu halde, müphem tarzdaki yirmi sene müphem bir ömür, bin sene muayyen bir ömre müreccahtır.

İşte, kıyamet dahi, şu insan-ı ekber olan dünyanın ecelidir. Eğer vakti taayyün etseydi, bütün kurun-u ûlâ ve vustâ gaflet-i mutlakaya dalacak idiler ve kurun-u uhrâ dehşette kalacaktı. İnsan nasıl hayat-ı şahsiyesiyle, hanesinin ve köyünün bekàsıyla alâkadardır. Öyle de, hayat-ı içtimaiye ve nev’iyesiyle, küre-i arzın ve dünyanın yaşamasıyla alâkadardır. Kur’ân

 اِقْتَرَبَتِ السَّاعَةُ 

der, “Kıyamet yakındır” ferman ediyor. Bin bu kadar sene geçtikten sonra gelmemesi, yakınlığına halel vermez. Zira kıyamet dünyanın ecelidir. Dünyanın ömrüne nisbeten bin veya iki bin sene, bir seneye nisbetle bir iki gün veya bir iki dakika gibidir. Saat-i kıyamet yalnız insaniyetin eceli değil ki, onun ömrüne nisbet edilip baîd görülsün. İşte bunun içindir ki, Hakîm-i Mutlak, kıyameti, Mugayyebât-ı Hamseden olarak ilminde saklıyor. İşte, bu ipham sırrındandır ki, her asır, hattâ asr-ı hakikatbîn olan Asr-ı Saadet dahi daima kıyametten korkmuşlar. Hattâ bazıları “Şerâiti hemen hemen çıkmış” demişler.


Dipnot-1

Kamer Sûresi, 54:1.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
alâkadar: alâkalı, ilgili
asr-ı hakikatbîn: gerçeği gören asır (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Asr-ı Saadet: Peygamberimizin yaşadığı dönem, mutluluk asrı
baîd: uzakbekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)
Cenâb-ı Hakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
dâr-ı tecrübe: deneme yeri
darağacı: idam sehpası
dehşet: korku, ürküntü
ecel: ölüm vakti
ecel-i insan: insanın ölüm vakti
ferman etmek: buyurmak
gaflet-i mutlaka: sınırsız bir şekilde umursamazlık; âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l; ṭ-l-ḳ)
Hakîm-i Mutlak: sınırsız hikmet sahibi olan Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
halel: zarar, eksiklik
hane: ev
havf: korku
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayat-ı şahsiye: özel hayat (bk. ḥ-y-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
iktiza: gerektirme
insan-ı ekber: en büyük insan (bk. k-b-r)
insaniyet: insanlık
ipham: gizleme
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
küre-i arz: yeryüzü, dünya
kurun-u uhrâ: yakın çağ (bk. e-ḫ-r)
kurun-u ûlâ ve vusta: ilk ve orta çağ
Leyle-i Kadr: Kadir gecesi (bk. ḳ-d-r)
makbul: kabul görmüş; değer ve itibar sahibi
maslahat: gaye, fayda (bk. ṣ-l-ḥ)
meydan-ı imtihan: sınav meydanı
muayyen: belli
Mugayyebât-ı Hamse: beş bilinmeyen şey (bk. ğ-y-b)
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
mühim: önemli
müphem: belirsiz
müreccah: tercih edilme
muvazene: denge
nev’i: tür
nisbet edilmek: bağ kurulmak (bk. n-s-b)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
ömr-ü dünya: dünyanın ömrü
recâ: ümit
saat-i icâbe-i dua: duaların kabul edildiği saat (bk. c-v-b; d-a-v)
saat-i kıyamet: kıyâmet vakti (bk. ḳ-v-m)
şerâit: şartlar, belirtiler
taayyün: belirlenme
umum: bütün
velî: Allah dostu (bk. v-l-y)
zira: çünkü

İşte bu hakikati bilmeyen insafsız insanlar derler ki: “Âhiretin tafsilâtını ders alan müteyakkız kalbli, keskin nazarlı olan Sahabelerin fikirleri, niçin bin sene hakikatten uzak olarak fikirleri düşmüş gibi, istikbal-i dünyevîde bin dört yüz sene sonra gelecek bir hakikati asırlarında karib zannetmişler?”

Elcevap: Çünkü, Sahabeler, feyz-i sohbet-i Nübüvvetten, herkesten ziyade dâr-ı âhireti düşünerek, dünyanın fenâsını bilerek, kıyametin ipham vaktindeki hikmet-i İlâhiyeyi anlayarak, ecel-i şahsî gibi dünyanın eceline karşı dahi daima muntazır bir vaziyet alarak, âhiretlerine ciddî çalışmışlar. Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm “Kıyameti bekleyiniz, intizar ediniz” tekrar etmesi, şu hikmetten ileri gelmiş bir irşad-ı Nebevîdir. Yoksa vuku-u muayyene dair bir vahyin hükmüyle değildir ki hakikatten uzak olsun. İllet ayrıdır, hikmet ayrıdır. İşte, Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın bu nevi sözleri, hikmet-i iphamdan ileri geliyor.

Hem şu sırdandır ki, Mehdî, Süfyan gibi âhirzamanda gelecek eşhasları, çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında onları beklemişler, yetişmek emelinde bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velâyet “Onlar geçmiş” demişler. İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlâhiye iktiza eder ki, vakitleri taayyün etmesin. Çünkü her zaman, her asır, kuvve-i mâneviyenin takviyesine medar olacak ve yeisten kurtaracak Mehdî mânâsına muhtaçtır. Bu mânâda her asrın bir hissesi bulunmak lâzımdır. Hem gaflet içinde fenalara uymamak ve lâkaytlıkta nefsin dizginini bırakmamak için, nifakın başına geçecek müthiş şahıslardan her asır çekinmeli ve korkmalı. Eğer tayin edilseydi, maslahat-ı irşad-ı umumî zayi olurdu.

Şimdi, Mehdî gibi eşhasın hakkındaki rivâyâtın ihtilâfâtı ve sırrı şudur ki:


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
dâr-ı âhiret: âhiret yurdu (bk. e-ḫ-r)
ecel: ölüm zamanı
ecel-i şahsi: kişinin ölüm vakti
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
eşhas: şahıslar
fenâ: gelip geçicilik; kötü (bk. f-n-y)
feyz-i sohbet-i Nübüvvet: Peygamberimizin (a.s.m.) sohbetinin feyzi, bereketi (bk. f-y-ḍ; n-b-e)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i İlâhiye: İlâhî hikmet; Allah’ın gözettiği fayda ve gaye (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
hikmet-i ipham: bir şeyi gizlemenin hikmeti (bk. ḥ-k-m)
ihtilâfât: farklılıklar, ihtilaflar
iktiza: gerektirme
illet: esas sebep
intizar etmek: beklemek
ipham: gizli bırakmak
irşad-ı Nebevî: Peygamberin doğru yolu göstermesi (bk. r-ş-d; n-b-e)
istikbal-i dünyevî: dünyanın geleceği
karib: yakın
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
kuvve-i mâneviye: mânevî kuvvet, moral gücü (bk. a-n-y)
lâkayt: duyarsız, ilgisiz
maslahat-ı irşad-ı umumî: herkese doğru yolu göstermenin gerektirdiği hikmet (bk. ṣ-l-ḥ; r-ş-d)
medar: sebep, dayanak
Mehdî: âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât (bk. h-d-y)
muntazır: bekleyen, hazır
müteyakkız: uyanık, gözü açık
müthiş: dehşet veren, korkutan
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nefis: insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nifak: münafıklık, ikiyüzlülük
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
rivâyât: rivâyetler, Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
Sahabe: Peygamberimizi (a.s.m.) dünya gözüyle görüp onun yolundan gidenler
sır: gizem, gizli gerçek
Süfyan: âhirzamanda gelip İslâm dinini yıkmak için çalışacak olan dinsiz ve münafık şahıs
taayyün: belirlenme
Tâbiin: sahabeleri gören mü’minler
tafsilât: ayrıntılar
takviye: kuvvetlendirme, güçlendirme
vahy: bir emrin veya hakikatin Allah tarafından Peygambere bildirilmesi (bk. v-ḥ-y)
vuku-u muayyen: belirlenmiş olay
yeis: ümitsizlik
zayi olmak: kaybolmak
ziyade: fazla, çok

Ehâdisi tefsir edenler, metn-i ehâdisi tefsirlerine ve istinbatlarına tatbik etmişler. Meselâ, merkez-i saltanat o vakit Şam’da veya Medine’de olduğundan, vukuat-ı Mehdiye veya Süfyâniyeyi, merkez-i saltanat civarında olan Basra, Kûfe, Şam gibi yerlerde tasavvur ederek öyle tefsir etmişler. Hem de o eşhasın şahs-ı mânevîsine veya temsil ettikleri cemaate ait âsâr-ı azîmeyi o eşhasın zatlarında tasavvur ederek öyle tefsir etmişler ki, o eşhas-ı harika çıktıkları vakit bütün halk onları tanıyacak gibi bir şekil vermişler. Halbuki, demiştik: Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman tanınabilir.

Alâmet-i kıyametten olan Deccal hakkındaki hadis-i şerifte “Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyâm-ı saire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer”1 rivâyet ediliyor. İnsafsız insanlar bu rivâyete muhal demişler—hâşâ—şu rivâyetin inkâr ve iptaline gitmişler. Halbuki, ve’l-ilmü indallah, hakikati şu olmak gerektir ki:

Âlem-i küfrün en kesafetlisi olan şimalde, tabiiyyunun fikr-i küfrîsinden süzülen bir cereyan-ı azîmin başına geçecek ve Ulûhiyeti inkâr edecek bir şahsın şimal tarafından çıkmasına işaret ve şu işaret içinde bir remz-i hikmet vardır ki, kutb-u şimalîye yakın dairede bütün sene, bir gece bir gündüzdür; altı ayı gece, altı ayı gündüzdür. “Deccalın bir günü bir senedir” o daire yakınında zuhuruna işarettir. “İkinci günü bir aydır” demekten murat, şimalden bu tarafa geldikçe bazan olur, yazın bir ayında güneş gurub etmez. Şu dahi, Deccal şimalden çıkıp âlem-i medeniyet tarafına tecavüzüne işarettir; günü Deccala isnat etmekle şu işarete işaret eder. Daha bu tarafa geldikçe, bir haftada güneş gurub etmiyor.


Dipnot-1

bk. Müslim, Fiten: 110; Ebû Dâvud, Melâhim: 14; Tirmizi, Fiten: 59; İbn-i Mâce, Fiten: 33; Müsned, 4:181.


ehâdis: hadisler, Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
alâmet-i kıyamet: kıyametin alâmetleri (bk. ḳ-v-m)
âlem-i küfr: küfür ve inkâr dünyası (bk. a-l-m; k-f-r)
âlem-i medeniyet: medenî dünya (bk. a-l-m)
âsâr-ı azîme: büyük eserler (bk. a-ẓ-m)
Basra: (bk. bilgiler)
bidâyeten: başlangıçta
cereyan-ı azîm: büyük akım (bk. a-ẓ-m)
Deccal: kıyamet kopmadan önce gelen, İslâmı kaldırmaya kalkan, dinlere savaş açan yalancı ve aldatıcı kimse
eşhas: şahıslar
eşhas-ı âhirzaman: âhirzamanda etkin olan şahıslar (bk. e-ḫ-r)
eşhas-ı harika: harika, olağanüstü şahıslar
eyyâm-ı saire: diğer günler
fikr-i küfrî: küfür felsefesi, düşüncesi (bk. f-k-r; k-f-r)
gurub: batma
hadis-i şerif: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâşâ: asla, kesinlikle öyle değil
ihtiyar: irade, seçim gücü (bk. ḫ-y-r)
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
isnat: dayandırma (bk. s-n-d)
istinbat: bir söz veya bir işten gizli bir mana ve hüküm çıkarma, içtihad etme
kesafetli: yoğun, katı
Kûfe: (bk. bilgiler)
kutb-u şimalî: kuzey kutbu
Medine: (bk. bilgiler)
merkez-i saltanat: saltanatın merkezi (bk. s-l-ṭ)
metn-i ehâdis: hadislerin metni, sözleri (bk. ḥ-d-s̱)
muhal: imkânsız
murat: kasıt, amaç (bk. r-v-d)
nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n)
remz-i hikmet: bilimsel işaret (bk. ḥ-k-m)
rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
şahs-ı mânevi: mânevî şahıs, kollektif kişilik (bk. a-n-y)
Şam: (bk. bilgiler)
şimal: kuzey
tabiiyyun: tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle var olduğunu iddia edenler (bk. ṭ-b-a)
tasavvur: düşünme (bk. ṣ-v-r)
tatbik: uygulama
tecavüz: saldırma
tefsir: yorumlama (bk. f-s-r)
Ulûhiyet: Cenab-ı Allah’ın ilâhlığı (bk. e-l-h)
ve’l-ilmü indallah: bilgi Allah katındadır (bk. a-l-m)
vukuat-ı Mehdiye ve Süfyaniye: Mehdinin ve Süfyanın gelmesiyle ortaya çıkacak olaylar (bk. h-d-y)
zuhur: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r)

Daha gele gele, tulû ve gurub ortasında üç saat devam ediyor. Ben Rusya’da esarette iken böyle bir yerde bulundum. Bize yakın, bir hafta güneş gurub etmeyen bir yer vardı; seyir için oraya gidiyorlardı. “Deccalın çıktığı vakit umum dünya işitecek” olan kaydı, telgraf ve radyo halletmiştir. Kırk günde gezmesini de, merkebi olan şimendifer ve tayyare halletmiştir. Eskiden bu iki kaydı muhal gören mülhidler şimdi âdi görüyorlar.

Alâmet-i kıyametten olan Ye’cüc ve Me’cüce ve Sedde dair bir risalede bir derece tafsilen yazdığımdan, ona havale edip şurada yalnız şunu deriz ki: Eskiden Mançur, Moğol ünvanıyla içtimaat-ı beşeriyeyi zîrüzeber eden taifeler ve Sedd-i Çinînin yapılmasına sebebiyet verenler, kıyamete yakın, yine anarşistlik gibi bir fikirle medeniyet-i beşeriyeyi zîrüzeber edecekleri, rivâyetlerde vardır.

Bazı mülhidler derler: “Bu kadar acaibi yapan ve yapacak taifeler nerede?”

Elcevap: Çekirge gibi bir âfat, bir mevsimde pek çok kesretle bulunur. Mevsim değiştikçe, memleketi fesada veren kesretli o taifelerin hakikatleri, mahdut bazı fertlerde saklanıyor. Yine zamanı geldikçe, emr-i İlâhî ile, o mahdut fertlerden gayet kesretli aynı fesat yine başlar. Güya onların hakikat-i milliyetleri inceliyor, kopmuyor; yine mevsimi geldikçe zuhur ediyor.

Aynen öyle de, bir zaman dünyayı hercümerc eden o taifeler, izn-i İlâhî ile, mevsimi geldiği vakit, aynı o taife, medeniyet-i beşeriyeyi hercümerc edecekler. Fakat onların muharrikleri başka bir surette tezahür eder.

 لاَ يَعْلَمُ الْغَيْبَ اِلاَّ اللهُ 1


Dipnot-1

“Gaybı ancak Allah bilir.” Neml Sûresi, 27:65; Tirmizi, Sevâbü’l-Kur’ân: 7; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân: 21.


acaib: şaşırtıcı, garip şeyler
âdi: basit, sıradan
âfat: bela, büyük felaket
alâmet-i kıyamet: kıyamet alâmeti (bk. ḳ-v-m)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)
amel: davranış, iş
belâğat: maksada ve hale uygun güzel söz söyleme (bk. b-l-ğ)
ehâdis-i şerife: Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
fazilet: değer, üstün (bk. f-ḍ-l)
fesat: bozgunluk
gurub: güneşin batışı
güya: sanki
hakikat: asıl, esas, mahiyet (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i milliyet: millî yapıları (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hercümerc: karma karışık
içtimaat-ı beşeriye: insanlığın toplumsal hayatı (bk. c-m-a)
izn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
mahdut: sınırlı
Mançur: Asya’nın kuzeydoğusunda yaşayan bir kavim
medeniyet-i beşeriye: insanlık medeniyeti
mesâil-i imaniye: imanî meseleler (bk. m-s̱-l; e-m-n)
muhal: imkansız
muharrik: harekete geçirici, tahrik edici
mukayyet: kayıtlı, sınırlı
mülhid: dinsiz
münasip: uygun (bk. n-s-b)
mutlak: kayıtsız, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ)
netâic: neticeler, sonuçlar
risale: küçük kitap (bk. r-s-l)
Rusya: (bk. bilgiler)
Sed: (Sedd-i Zülkarneyn) Zülkarneyn’in Yecüc ve Mecüc kavminden korunmak isteyenler için yaptırdığı çok büyük ve sağlam set, kale
Sedd-i Çinî: Çin Seddi (bk. bilgiler – Çin)
seyir: bakma
şimendifer: tren
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tafsilen: ayrıntılı olarak
taife: grup, topluluk
tayyare: uçak
tergib: şevklendirme, isteklendirme
terhîb: korkutma
tezahür: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r)
tulû: güneşin doğuşu
umum: bütün
üslûp: tarz, biçim
Ye’cüc ve Me’cüc: Kur’ân-ı Kerimde bahsi geçen ve ortalığı fitne, fesat ve anarşiye boğacak olan kavimler, anarşist topluluk
zîrüzeber: alt üst, darma dağınık
zuhur: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, Sekizinci Asıl, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.459

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/459


CUMARTESİ DERSLERİ

Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 1.
Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 1.

Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Üçüncü Dal 1, 2, 3, 4, 5, 6 ve 7. Asıl.

Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 1.
Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

ÜÇÜNCÜ DAL

Kıyamet alâmetlerinden ve âhirzaman vukuatından ve bazı a’mâlin fazilet ve sevaplarından bahseden ehâdis-i şerife güzelce anlaşılmadığından, akıllarına güvenen bir kısım ehl-i ilim, onların bir kısmına zayıf veya mevzu demişler. İmanı zayıf ve enâniyeti kavî bir kısım da inkâra kadar gitmişler. Şimdi tafsile girişmeyeceğiz. Yalnız “On İki Asıl”ı beyan ederiz.

BİRİNCİ ASIL:

Yirminci Sözün âhirindeki sual ve cevapta izah ettiğimiz meseledir. İcmâli şudur ki:


a’mâl: ameller, işler
âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r)
alâmet: işaret
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
âzam: en büyük (bk. a-ẓ-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
derecât-ı ârifîn: ariflerin dereceleri (bk. a-r-f)
derece-i âzam: en büyük derece (bk. a-ẓ-m)
ehâdis-i şerife: Peygamberimizin yüce sözleri (bk. ḥ-d-s̱)
ehl-i ilim: ilim ehli, âlimler (bk. a-l-m)
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
ekmel: en mükemmel (bk. k-m-l)
enâniyet: benlik, gurur
erkân-ı imaniye: imanın esasları (bk. r-k-n; e-m-n)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
esrar: sırlar
fazilet: erdem, üstünlük (bk. f-ḍ-l)
fevkinde: üstünde
hadd: yetki
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-ı haşir ve kıyamet: kıyamet ve haşir gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-ş-r; ḳ-v-m)
haşr-i âzam/haşir: en büyük haşir; öldükten sonra âhirette yeniden diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r; a-ẓ-m)
hikmet-i irşad: olması gereken keyfiyette doğru yolu gösterme ve yaşatmanın gayesi (bk. ḥ-k-m; r-ş-d)
icmâl: özet, kısaltılmış (bk. c-m-l)
ihsas: hissettirme
iktifa: yetinme
iktiza: bir şeyin gereği
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f)
iptidaî: ilkel
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
itminan-ı kalb: kalben tam kanaatle inanma
kavî: kuvvetli
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
kıyamet-i kübrâ: büyük kıyâmet, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m; k-b-r)
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. r-k-n; a-r-f)
mazhar: görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
mertebe: derece
mertebe-i uzma: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m)
mevzu: uydurma hadis
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
tafsil: ayrıntı
tafsilât: ayrıntılar
takat: güç, kuvvet
tefavüt etmek: farklılık göstermek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
vukuat: olaylar
zikretmek: bildirmek, hatırlatmak

Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur.

İşte, bunun için, Mehdî ve Süfyan meseleleri gibi çok meselelerde çok ihtilâf olmuş. Hem rivâyât dahi çok muhteliftir; birbirine zıt hükümler olmuş.

İKİNCİ ASIL: 

Mesâil-i İslâmiyenin tabakatı vardır. Biri bir burhan-ı kat’î istese, diğeri bir zann-ı galibî ile iktifa eder, başkası yalnız bir kabul-u teslimi ve reddetmemek ister. Öyle ise, esâsât-ı imaniyeden olmayan mesâil-i fer’iye veya vukuat-ı zamaniyenin herbirinde bir iz’ân-ı yakîn ile bir burhan-ı kat’î istenilmez. Belki yalnız reddetmemek ve teslimiyetle ilişmemektir.

ÜÇÜNCÜ ASIL: 

Zaman-ı Sahabede Benî İsrail ve Nesârâ ulemalarından çoğu İslâmiyete girdiler. Eski malûmatları dahi onlarla beraber Müslüman oldu; bazı hilâf-ı vaki malûmât-ı sâbıkaları, İslâmiyetin malı olarak tevehhüm edildi.

DÖRDÜNCÜ ASIL: 

Ehâdis-i şerife râvilerinin bazı kavilleri veyahut istinbat ettikleri mânâları, metn-i hadisten telâkki ediliyordu. Halbuki, insan hatadan hâli olmadığı için, hilâf-ı vaki bazı istinbatları veya kavilleri hadis zannedilerek zaafına hükmedilmiş.

BEŞİNCİ ASIL: 

اِنَّ فِى اُمَّتِى مُحَدَّثُونَ 

yani 

مُلْهَمُونَ 

sırrınca, bazı ehl-i keşif


Dipnot-1

“Ümmetimin içinde muhaddesûn vardır.” Buhari, Fadâilü’s-Sahâbe: 6, Enbiyâ: 54; Müslim, Fadâilü’s-Sahâbe: 23; Tirmizi, Menâkıb: 17; Müsned, 6:55; el-Kurtubî, el-Câmi’li Ahkâm’l-Kur’ân 13:174.

Dipnot-2

Kendilerine ilhâm olunan kimseler.


alâmet-i kıyamet: kıyâmet alâmeti, işareti (bk. ḳ-v-m)
bedâhet: ap açıklık
bedihî: açık, âşikar
Benî İsrail: İsrailoğulları, Yahudiler
burhan-ı kat’î: kesin delil
ehâdis-i şerife: Peygamberimizin yüce sözleri (bk. ḥ-d-s̱)
ehl-i keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar (bk. k-ş-f)
ervâh-ı âliye: yüksek ruhlar (bk. r-v-ḥ)
ervâh-ı sâfile: alçak ruhlar (bk. r-v-ḥ)
esâsât-ı imaniye: imanın esasları (bk. e-m-n)
hâli: uzak, boş
hilâf-ı vaki: gerçeğe aykırı
ihtilâf: uyuşmazlık, ayrılık
ihtiyar: irade, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
iktifa: yetinme
istidat: kabiliyet, meziyet (bk. a-d-d)
istinbat: gizli bir mânâyı ortaya çıkarma
iz’ân-ı yakîn: kesin delile dayalı olan sağlam inanç (bk. y-ḳ-n)
kabul-u teslim: teslimiyet ile kabul etmek (bk. s-l-m)
kavil: söz, görüş
malûmat: bilgiler (bk. a-l-m)
malûmat-ı sâbıka: geçmişteki bilgiler (bk. a-l-m)
meçhul: bilinmeyen
Mehdî: âhirzamanda gelip dini takviye edecek ve Müslümanların imanlarını yenileyecek olan zât (bk. h-d-y)
mesâil-i fer’iye: teferruata dair olan meseleler (bk. m-s̱-l)
mesâil-i İslâmiye: İslâmî meseleler (bk. s-l-m)
metn-i hadis: hadisin metni, sözel kısım (bk. ḥ-d-s̱)
muhtelif: değişik, çeşitli
muztar: mecbur, çaresiz
Nesârâ: Hıristiyanlar
netice-i imtihan: imtihan neticesi
râvi: rivâyet eden, nakleden
rivâyât: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
sırr-ı teklif: sorumluluk ve imtihan sırrı
Süfyan: âhirzamanda gelip İslâm dinini yıkmak için çalışacak olan dinsiz ve münafık şahıs
tabakat: tabakalar
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tefrik: ayırma
telâkki etmek: kabul etmek
teslimiyet: bir görüşe, bir fikre teslim olma, onu kabul etme (bk. s-l-m)
tevehhüm edilmek: sanılmak
ulema: âlimler (bk. a-l-m)
vukuat: olaylar
vukuat-ı zamaniye: zamanın olayları
zaaf: zayıflık
zaman-ı Sahabe: Sahabelerin zamanı
zann-ı galibî: üstün gelen kanaat
zayi olmak: kaybolmak

ve ehl-i velâyet olan muhaddisîn-i muhaddesun ilhamlarıyla gelen bazı maânî, hadis telâkki edilmiş. Halbuki ilham-ı evliya, bazı ârızalarla hata olabilir. İşte, bu neviden bir kısım hilâf-ı hakikat çıkabilir.

ALTINCI ASIL: 

Beynennas iştihar bulmuş bazı hikâyeler bulunuyor ki, durub-u emsal hükmüne geçer, hakikî mânâsına bakılmaz. Ne maksat için sevk edilir, ona bakılır. İşte, bu neviden, beynennas teârüf etmiş bazı kıssa ve hikâyâtı, Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm bir maksad-ı irşadî için temsil ve kinaye nev’inden zikredivermiş. Şu nevi meselelerin mânâ-yı hakikîsinde kusur varsa, örf ve âdât-ı nâsa aittir ve teârüf ve tesâmu-u umumîye râcidir.

YEDİNCİ ASIL:

Pek çok teşbih ve temsiller bulunuyor ki, mürur-u zamanla veya ilmin elinden cehlin eline geçmesiyle hakikat-i maddiye telâkki ediliyor, hataya düşer. Meselâ, “Sevr” ve “Hut” isminde ve âlem-i misalde sevr ve hut timsalinde, berrî ve bahrî hayvânat nâzırlarından iki melâiketullah, adeta bir koca öküz ve cismanî bir balık zannedilerek hadîse ilişilmiş.

Hem meselâ, bir vakit huzur-u Nebevîde derin bir ses işitildi. Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ferman etti ki: “Bu gürültü, yetmiş senedir yuvarlanıp, tâ ancak bu dakika Cehennemin dibine düşen bir taşın gürültüsüdür.”1 İşte bu hadisi işiten, hakikate vasıl olmayan, inkâra sapar. Halbuki, yirmi dakika o hadisten sonra kat’iyen sabittir ki, biri geldi, Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâma dedi ki: “Meşhur münafık yirmi dakika evvel öldü.” Yetmiş yaşına giren o münafık, Cehennemin bir taşı olarak, bütün müddet-i ömrü tedennîde, esfel-i sâfilîne, küfre sukuttan ibaret olduğunu, gayet beliğane bir surette, Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâm beyan etmiştir. Cenâb-ı Hak, o vefat dakikasında o sesi işittirip ona alâmet etmiştir.


Dipnot-1

bk. Müslim, Cennet, 31; Müsned, 3:341, 346.


âdât-ı nâs: insanların adetleri
alâmet: işaret
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ârıza: aksama
bahrî: denize ait
beliğane: beliğ bir şekilde (bk. b-l-ğ)
berrî: karaya ait
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
beynennas: insanlar arasında
cehl: cahillik, bilgisizlik
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cismanî: maddi yapısı olan
durub-u emsal: atasözleri (bk. m-s̱-l)
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
ferman etmek: buyurmak
hadis: Peygamberimize ait söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i maddiye: maddî gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikâyât: hikâyeler
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hut: büyük balık
huzur-u Nebevî: Peygamberin huzuru, yanı (bk. ḥ-ḍ-r; n-b-e)
ilham: Allah’tan kalbe gelen ve doğan mânâlar
ilham-ı evliya: evliyanın kalbine doğan mânâ (bk. v-l-y)
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
iştihar: meşhur olma
kat’iyen: kesinlikle
kinaye: bir sözü üstü kapalı olarak ifade etme
kıssa: ibretli hikâye
küfür: inkar, inançsızlık (bk. k-f-r)
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
maksad-ı irşadî: yol gösterme gayesi (bk. ḳ-ṣ-d; r-ş-d)
maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
mânâ-yı hakikî: gerçek mânâ (bk. a-n-y; ḥ-ḳ-ḳ)
melâiketullah: Allah’ın melekleri (bk. m-l-k)
müddet-i ömür: ömür süresi
muhaddisîn-i muhaddesun: Allah tarafından ilhama mazhar olan hadisçiler (bk. ḥ-d-s̱)
münafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen kişi
mürur-u zaman: zamanın geçmesi
nâzır: gözlemci (bk. n-ẓ-r)
nev’: tür
nevi: tür, çeşit
râci: ait
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
sevr: öküz
sukut: düşme, alçalma
teârüf etmek: bilinmek (bk. a-r-f)
tedennî: alçalma, gerileme
telâkki: kabul etme
telâkki etmek: kabul etmek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tesâmu-u umumîye: genel duyuş, halkta oluşmuş yaygın kanaat (bk. s-m-a)
teşbih: benzetme
timsal: suret, görüntü (bk. m-s̱-l)
vasıl olma: ulaşma, kavuşma
zikretmek: bildirmek

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, 1, 2, 3, 4, 5, 6 ve 7. Asıl, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.456

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/457


CUMARTESİ DERSLERİ

Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz. - Cumartesi Dersleri 24. 2.
Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz. – Cumartesi Dersleri 24. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. – Cumartesi Dersleri 24. 1.

Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe'nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. - Cumartesi Dersleri 24. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Birinci Dal.

Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe'nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. - Cumartesi Dersleri 24. 1.
Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. – Cumartesi Dersleri 24. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

Şu Söz Beş Daldır. Dördüncü Dala dikkat et. Beşinci Dala yapış, çık, meyvelerini kopar, al.

 اَللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ لَهُ اْلاَسْمَۤاءُ الْحُسْنٰى     1

ŞU ÂYET-İ CELÎLENİN şecere-i nuraniyesinin çok hakikatlerinden bir hakikatinin Beş Dalına işaret ederiz.

BİRİNCİ DAL

Nasıl ki bir sultanın kendi hükûmetinin dairelerinde ayrı ayrı ünvanları ve raiyetinin tabakalarında başka başka nam ve vasıfları ve saltanatının mertebelerinde çeşit çeşit isim ve alâmetleri vardır. Meselâ, adliye dairesinde hâkim-i âdil; ve mülkiyede sultan; ve askeriyede kumandan-ı âzam; ve ilmiyede halife—daha buna kıyasen sair isim ve ünvanlarını bilsen anlarsın ki, birtek padişah, saltanatının dairelerinde ve tabaka-i hükûmet mertebelerinde bin isim ve ünvana sahip olabilir. Güya o hâkim, herbir dairede şahsiyet-i mâneviye haysiyetiyle ve telefonuyla mevcut ve hazırdır; bulunur ve bilir. Ve her tabakada kanunuyla, nizamıyla, mümessiliyle meşhud ve nâzırdır; görünür, görür. Ve herbir mertebede, perde arkasında hükmüyle, ilmiyle, kuvvetiyle mutasarrıf ve basîrdir; idare eder, bakar.

Öyle de, Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbü’l-Âlemîn için, rububiyetinin mertebelerinde ayrı ayrı, fakat birbirine bakar şe’n ve namları; ve ulûhiyetinin


Dipnot-1

“O Allah ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler Onundur.” Tâhâ Sûresi, 20:8.


alâmet: işaretâyet-ı celîle: yüce âyet (bk. c-l-l)basîr: gören (bk. b-ṣ-r)Ezel-Ebed Sultanı: hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hâkim: hükmeden, hükümdâr (bk. ḥ-k-m)hâkim-i âdil: adaletli hâkim (bk. ḥ-k-m; a-d-l)halife: Müslümanların dini reisi (bk. ḫ-l-f)haysiyetiyle: özelliğiylehükûmet: idare, yönetim (bk. ḥ-k-m)kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)mertebe: derecemeşhud: görünen, bilinen (bk. ş-h-d)mevcut: var olma (bk. v-c-d)mülkiye: yönetim daireleri ve kadroları (bk. m-l-k)mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l)mutasarrıf: dilediği gibi idare eden (bk. ṣ-r-f)nâzır: bakan, gözlemci (bk. n-ẓ-r)nizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m)Rabbü’l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; a-l-m)raiyet: halkrububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)şahsiyet-i mâneviye: mânevî kişilik (bk. a-n-y)saltanat: egemenlik (bk. s-l-ṭ)şe’n/şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)şecere-i nuraniye: nurlu ağaç (bk. n-v-r)sultan: hükümdâr, yönetici (bk. s-l-ṭ)tabaka: kat, sınıftabaka-i hükûmet: yönetim tabakası (bk. ḥ-k-m)ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)vasıf: özellik, sıfat (bk. v-ṣ-f)

dairelerinde başka başka, fakat birbiri içinde görünür isim ve nişanları; ve haşmetnümâ icraatında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer temessül ve cilveleri; ve kudretinin tasarrufâtında başka başka, fakat birbirini ihsas eder ünvanları var. Ve sıfatlarının tecelliyâtında başka başka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhurâtı var. Ve ef’âlinin cilvelerinde çeşit çeşit, fakat birbirini ikmal eder hikmetli tasarrufâtı var. Ve rengârenk san’atında ve mütenevvi masnuâtında çeşit çeşit, fakat birbirini temâşâ eder haşmetli rububiyâtı vardır.

Bununla beraber, kâinatın herbir âleminde, herbir taifesinde Esmâ-i Hüsnâdan bir ismin ünvanı tecellî eder. O isim o dairede hâkimdir; başka isimler orada ona tâbidirler, belki onun zımnında bulunurlar.

Hem mahlûkatın herbir tabakasında, az ve çok, küçük ve büyük, has ve âmm, herbirisinde has bir tecellî, has bir rububiyet, has bir isimle cilvesi vardır. Yani, o isim herşeye muhit ve âmm olduğu halde, öyle bir kast ve ehemmiyetle birşeye teveccüh eder; güya o isim yalnız o şeye hastır.

Hem, bununla beraber, Hâlık-ı Zülcelâl herşeye yakın olduğu halde, yetmiş bine yakın nuranî perdeleri vardır. Meselâ, sana tecellî eden Hâlık isminin, mahlûkıyetindeki cüz’î mertebesinden tut, tâ bütün kâinatın Hâlıkı olan mertebe-i kübrâ ve ünvan-ı âzama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin. Demek, bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla mahlûkıyetin kapısından Hâlık isminin müntehâsına yetişirsin, daire-i sıfâta yanaşırsın.

Madem perdelerin birbirine temâşâ eder pencereleri var. Ve isimler birbiri içinde görünüyor. Ve şuûnât birbirine bakar. Ve temessülât birbiri içine girer. Ve ünvanlar birbirini ihsas eder. Ve zuhurat birbirine benzer. Ve tasarrufat birbirine yardım edip itmam eder. Ve rububiyetin mütenevvi terbiyeleri birbirine imdat edip muavenet eder. Elbette gerektir ki, Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri


âlem: dünya (bk. a-l-m)âmm: genelcilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)cüz’î: küçük (bk. c-z-e)daire-i sıfât: sıfat dairesi (bk. v-ṣ-f)ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)hâkezâ: böylece, bunun gibihâkim: hüküm sahibi, hükmeden, galip (bk. ḥ-k-m)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve şeref sahibi yaratıcı, Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)has: özelhaşmet: heybet, görkemhaşmetnümâ: ihtişamlı, görkemlihikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)ihsas: hissettirme, hatırlatmaikmal etme: tamamlama (bk. k-m-l)imdat: yardıma yetişmeitmam: tamamlamakâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kast: amaç, hedef (bk. ḳ-ṣ-d)kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)mahlûkıyet: yaratılmışlık (bk. ḫ-l-ḳ)masnuât: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mertebe-i kübrâ: en büyük mertebe (bk. k-b-r)muavenet: yardımmuhit: kuşatan, kapsayıcımukaddes: kutsal, her türlü kusur ve eksiklikten yüce (bk. ḳ-d-s)müntehâ: en son noktamütenevvi: çeşitlinuranî: nurlu (bk. n-v-r)rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)şe’n/şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)tâbi: uyantaife: topluluk, gruptasarrufât: tasarruflar, dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)tecellî: yansıma (bk. c-l-y)tecelliyât: tecellîler, yansımalar (bk. c-l-y)temâşâ etmek: bakmak, seyretmektemessül: görüntünün belirmesi (bk. m-s̱-l)temessülât: görüntülerin belirmesi (bk. m-s̱-l)terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma (bk. r-b-b)teveccüh: yönelmeünvan-ı âzam: en büyük ünvan (bk. a-ẓ-m)zımn: iç tarafzuhurât: görünümler, meydana çıkmalar (bk. ẓ-h-r)

içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. Belki lâzım gelir ki, onun nazarı, daima karşısında Hüve, Hüvallah okusun, görsün. Onun kulağı herşeyden

 قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ 

dinlesin, işitsin. Onun lisanı Lâ ilâhe illâhû beraber mîzened âlem desin, ilân etsin.

İşte, Kur’ân-ı Mübîn,

 اَللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ لَهُ اْلاَسْمَۤاءُ الْحُسْنٰى 

fermanıyla, zikrettiğimiz hakikatlere işaret eder.

Eğer o yüksek hakikatleri yakından temâşâ etmek istersen, git, fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. “Ne diyorsunuz?” de. Elbette “Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr” dediklerini işiteceksin.

Sonra, deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor. “Ne diyorsunuz?” de. Elbette “Yâ Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyecekler. HAŞİYE-1


Dipnot-1

“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.

Dipnot-2

“O Allah ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler Onundur.” Tâhâ Sûresi, 20:8.

Haşiye-1

Hattâ birgün kedilere baktım. Yalnız yemeklerini yediler, oynadılar, yattılar. Hatırıma geldi: “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübarek denilir?”

Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi, sarih bir surette “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyerek, güya hatırıma gelen itirazı ve tahkiri, taifesi namına reddedip yüzüme çarptı.

Aklıma geldi: “Acaba şu zikir bu ferde mi mahsustur, yoksa taifesine mi âmmdır? Ve işitmek yalnız benim gibi haksız bir muterize mi münhasırdır, yoksa herkes dikkat etse bir derece işitebilir mi?”

Sonra, sabahleyin başka kedileri dinledim. Çendan onun gibi sarih değil; fakat mütefavit derecede aynı zikri tekrar ediyorlar. Bidâyette hırhırları arkasında “Yâ Rahîm” fark edilir. Git gide hırhırları, mırmırları aynı “Yâ Rahîm” olur; mahreçsiz, fasih bir zikr-i hazîn olur. Ağzını kapar, güzel “Yâ Rahîm” çeker.

Yanıma gelen ihvanlara hikâye ettim. Onlar dahi dikkat ettiler, “Bir derece işitiyoruz” dediler. Sonra kalbime geldi: “Acaba şu ismin vech-i tahsisi nedir? Ve niçin insan şivesiyle zikrederler, hayvan lisanıyla etmiyorlar?”

Kalbime geldi: Şu hayvanlar çocuk gibi çok nazdar ve nazik ve insana karışık bir arkadaş olduğundan, çok şefkat ve merhamete muhtaçtırlar. Okşandığı vakit, hoşlarına giden taltifleri gördükleri zaman, o nimete bir hamd olarak, kelbin hilâfına olarak esbabı bırakıp, yalnız kendi Hâlık-ı Rahîminin rahmetini kendi âleminde ilân ile, nevm-i gaflette olan insanları ikaz ve “Yâ Rahîm” nidâsıyla, kimden medet gelir ve kimden rahmet beklenir, esbap-perestlere ihtar ediyorlar.


Alîm: herşeyi sonsuz ilmiyle bilen Allah (bk. a-l-m)âmm: genelAzîz: izzet, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. a-z-z)bidâyet: başlangıçCebbâr: azamet ve yücelik sahibi, yarattıklarına istediğini yaptıran Allah (bk. c-b-r)Celîl: sonsuz derecede haşmet, yücelik ve azamet sahibi Allah (bk. c-l-l)Cemîl: sonsuz güzellik sahibi olan Allah (bk. c-m-l)çendan: gerçicilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)dalâlet: inançsızlık, hak yoldan sapkınlık (bk. ḍ-l-l)esmâ: isimler (bk. s-m-v)fasih: güzel, açık ve düzgün konuşan (bk. f-s-ḥ)ferman: buyrukgaflet: umursamazlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız davranma hali (bk. ğ-f-l)güya: sankihakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâlık: herşeyi var eden, yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)haşiye: dipnot, açıklayıcı nothayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-yHüvallah: “O Allah’tır”Hüve: O, Allahihvan: kardeşlerinkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)intikal: geçme, farkına varmaKadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)Kur’ân-ı Mübîn: hak ve hakikati açıklayan Kur’ân (bk. b-y-n)Lâ ilâhe illâ Hû beraber mîzened âlem: bütün âlem hep beraber “Allah’tan başka ilâh yoktur” der (bk. e-l-h)mahreçsiz: harfleri doğru çıkarmadanmahsus: özel, hasmübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k)münhasır: ait, sınırlımütefavit: farklı farklımuteriz: itiraz edennazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)sair: diğersarih: açıkşefkat: karşılıksız sevgi ve merhamet (bk. ş-f-ḳ)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)tahkir: hor görmetaife: kavim, gruptemâşâ etmek: seyretmekvech-i tahsis: tahsis yönü, has kılma sebebizelzele: deprem, sarsıntızemin: yeryüzüzikir: Allah’ı anmazikr-i hazîn: içli zikir, mânevî hüzün veren zikirzikretmek: bildirmek, anmak

Semâyı dinle. Nasıl “Yâ Celîl-i Zülcemâl” diyor. Ve arza kulak ver. Nasıl “Yâ Cemîl-i Zülcelâl”diyor. Ve hayvanlara dikkat et. Nasıl “Yâ Rahmân, yâ Rezzâk” diyorlar. Bahardan sor. Bak, nasıl “Yâ Hannân, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Lâtif, yâ Atûf, ya Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin” gibi çok esmâyı işiteceksin. Ve insan olan bir insandan sor. Bak, nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve cephesinde yazılı; sen de dikkat etsen okuyabilirsin. Güya kâinat azîm bir musika-i zikriyedir. En küçük nağme, en gür nağamâta karışmakla, haşmetli bir letâfet veriyor. Ve hâkezâ, kıyas et.

Fakat, çendan insan bütün esmâya mazhardır; fakat kâinatın tenevvüünü ve melâikenin ihtilâf-ı ibâdâtını intaç eden tenevvü-ü esmâ, insanların dahi bir derece tenevvüüne sebep olmuştur. Enbiyanın ayrı ayrı şeriatleri, evliyanın başka başka tarikatleri, asfiyanın çeşit çeşit meşrepleri şu sırdan neş’et etmiştir. Meselâ, İsâ aleyhisselâm, sair esmâ ile beraber, Kadîr ismi onda daha galiptir. Ehl-i aşkta Vedûd ismi ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyade hâkimdir.


âlem: dünya (bk. a-l-m)Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)arz: yer, dünyaasfiya: Hz. Peygamber yolundan giden yüksek ilim ve velâyet sahibi hâlis kullar (bk. ṣ-f-y)Atûf: çok şefkatli, pek merhametli olan Allah (bk. a-ṭ-f)azîm: çok büyük (bk. a-ẓ-m)Celîl-i Zülcemâl: sınırsız güzelliğiyle beraber, sonsuz yücelik ve haşmetiyle sahibi olan Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)Cemîl-i Zülcelâl: sınırsız yücelik ve haşmetiyle beraber, sonsuz güzel-lik sahibi Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)çendan: gerçiehl-i aşk: kalpleri Allah sevgisiyle dolu olanlarehl-i tefekkür: varlıklar üzerinde Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünenler (bk. f-k-r)enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)esbab: sebepler (bk. s-b-b)esbap-perest: Allah’ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren (bk. s-b-b)esmâ: isimler (bk. s-m-v)Esmâ-yi Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)hâkezâ: bunun gibiHakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)hâkim: hüküm sahibi, hükmeden, galip (bk. ḥ-k-m)Hâlık-ı Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yaratıcı, Allah (bk. ḫ-l-ḳ; r-ḥ-m)hamd: şükür, övgü (bk. ḥ-m-d)Hannân: rahmetlerinin en hoş cilvesini gösteren Allah (bk. ḥ-n-n)haşmetli: görkemli, heybetlihilâf: ters, aksiihtar: hatırlatma, uyarma, ikazihtilâf-ı ibâdât: ibadetlerin farklı farklı olması (bk. a-b-d)intaç eden: sonuç verenİsâ: (bk. bilgiler)Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kelb: köpekKerîm: cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Lâtif: çok lütuf ve ihsanda bulunan Allah (bk. l-ṭ-f)letâfet: hoşluk, güzellik (bk. l-ṭ-f)mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)medet: yardımmelâike: melekler (bk. m-l-k)meşrep: mânevî haz ve feyiz alınan yol, usülMuhsin: yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah (bk. ḥ-s-n)Münevvir: herşeyi maddî ve manevî nurlandıran, sonsuz nur sahibi Allah (bk. n-v-r)Musavvir: herşeyi istediği sıfat ve surette yaratan Allah (bk. ṣ-v-r)musika-i zikriye: zikir musikîsiMüzeyyin: herşeyi eşsiz sanatıyla süsleyen, güzelleştiren Allah (bk. z-y-n)nağamat: nağmeler, güzel seslernağme: ahenk, güzel sesnazdar: nazlınazik: ince, zarifneş’et: doğma, ortaya çıkmanevm-i gaflet: gaflet uykusu (bk. ğ-f-l)nidâ: seslenişRahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)Râhman: çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah (bk. r-ḥ-m)rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)Rezzak: bütün canlıların rızkını veren Allah (bk. r-z-ḳ)sair: diğerşefkat: karşılıksız sevgi ve merhamet (bk. ş-f-ḳ)semâ: gökyüzü (bk. s-m-v)şeriat: yol, İlâhî kanun (bk. ş-r-a)sır: gizem, gizli gerçektaltif: lütuf ve ihsanda bulunma (bk. l-ṭ-f)tarikat: mânevî yol (bk. ṭ-r-ḳ)tenevvü: çeşitliliktenevvü-ü esmâ: isimlerin çeşitliliği (bk. s-m-v)Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah (bk. v-d-d)ziyade: fazla

İşte, nasıl eğer bir adam hem hoca, hem zâbit, hem adliye kâtibi, hem mülkiye müfettişi olsa, onun herbir dairede birer nisbeti, birer vazifesi, birer hizmeti, birer maaşı, birer mes’uliyeti, birer terakkiyâtı; ve muvaffakiyetsizliğine sebep birer düşman ve rakipleri oluyor. Ve padişaha karşı çok ünvanlarla görünüyor ve görür. Ve çok lisanlarla ondan medet ister ve âmirinin çok ünvanlarına müracaat eder. Ve düşmanların şerrinden kurtulmak için, muavenetini çok suretlerle talep eder.

Öyle de, çok esmâya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptelâ olan insan, münâcâtında, istiâzesinde çok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medâr-ı fahri ve elhak en hakikî insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, Cevşenü’l-Kebîr namındaki münâcâtında bin bir ismiyle dua ediyor, ateşten istiâze ediyor.

İşte, şu sırdandır ki, Sûre-i

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ     مَلِكِ النَّاسِ     اِلٰهِ النَّاسِ     مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ     1

de üç ünvan ile istiâzeyi emrediyor ve Bismillâhirrahmânirrahîm’de üç ismiyle istiâneyi gösteriyor.


Dipnot-1

“De ki: Sığınırım insanların Rabbine, insanların Mâlikine, insanların İlâhına. Sinsice vesvese verenlerin şerrinden…” Nâs Sûresi, 114:1-4.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)beyan: açıklama (bk. b-y-n)Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)burhan: kesin delilCevşenü’l-Kebir: Peygamberimize Cebrâil’in (a.s.) getirdiği ve “Zırhı çıkar, bu duâyı oku” dediği meşhur duâ (bk. k-b-r)efkâr: fikirler, düşünceler (bk. f-k-r)ehl-i fikir ve nazar: fikir ve dikkat sahipleri (bk. f-k-r; n-ẓ-r)elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)esmâ: isimler (bk. s-m-v)esrar: sırlar, gizli gerçeklerevliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hilâf-ı vaki: gerçeğe aykırıinsan-ı kâmil: mükemmel insan (bk. k-m-l)istiâne: yardım istemeistiâze: Allah’a sığınmaittifak: birleşme, birlikkat’î: kesinkâtib: yazıcı (bk. k-t-b)keşfiyat: keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme (bk. k-ş-f)lisan: dilmazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)medâr-ı fahr: övünç vesilesimedet: yardımmes’uliyet: sorumlulukmeşhudat: kalb gözüyle görülen şeyler (bk. ş-h-d)muavenet: yardımmuhalif-i hak: gerçeğe zıt (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) (bk. ḥ-m-d)mükellef: yükümlümülkiye müfettişi: devletin idarî işlerini ve heyetlerini denetleyen müfettiş, denetçi (bk. m-l-k)münâcât: Allah’a yalvarış, dua (bk. n-c-v)müptelâ: bağımlı, tutulmuşmüracaat: başvurmamütenakız: birbirine zıt, çelişenmuvaffakiyet: başarınam: adnev-i insan: insanlıknisbet: bağ (bk. n-s-b)şer: kötülükşuhud: gözle görme (bk. ş-h-d)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)talep: isteme (bk. ṭ-l-b)tazammun eden: içine alantehalüf: birbirine zıt olmatelâkki: kabul etmeterakkiyât: ilerlemeler, yükselmelerusul-i imaniye: iman esasları (bk. e-m-n)zâbit: subayzikretmek: anmak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Birinci Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.445

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/444


CUMARTESİ DERSLERİ

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.
Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 6.

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. ”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Beşinci Nükte son bölüm ile On Yedinci Söz, On Yedinci Sözün İkinci Makamı, Birinci Levha, İkinci Levha.

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.
Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

BEŞİNCİ NÜKTE

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör.

Birinci levha: Ehl-i dalâlet gibi, fakat sarhoş olmadan, gaflet perdesiyle eskiden gördüğüm ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder.

İkinci levha: Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder. Eskiden ne tarzda yazılmış, o tarzda bıraktım. Şiire benzer, fakat şiir değillerdir.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat (bk. e-ḫ-r)
ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
ehl-i dalâlet: sapıklık ve inkâr ehli (bk. ḍ-l-l)
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar (bk. ğ-f-l)
ehl-i hidayet ve huzur: doğru ve hak yolda ve huzurda olanlar (bk. h-d-y; ḥ-ḍ-r)
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
gaflet: umursamazlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsızlık (bk. ğ-f-l)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i dünya: dünyanın gerçek mâhiyeti, içyüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
insan-ı gafil: sorumsuz, âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan (bk. ğ-f-l)
levha-i hakikat: hakikat levhası (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
müteveccih: yönelik
sû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma (bk. ḫ-y-r)
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)

On Yedinci Söz

On Yedinci Sözün İkinci Makamı

Bundan yirmi beş sene kadar evvel İstanbul Boğazındaki Yuşa Tepesinde, dünyanın terkine karar verdiğim bir zamanda, bir kısım mühim dostlarım beni dünyaya, eski vaziyetime döndürmek için yanıma geldiler.

Dedim: “Yarına kadar beni bırakınız; istihare edeyim.” Sabahleyin kalbime bu iki levha hutur etti. Şiire benzer, fakat şiir değiller. O mübarek hatıranın hatırı için ilişmedim. Geldiği gibi muhafaza edildi.

Yirmi Üçüncü Sözün âhirine ilhak edilmişti. Makam münasebetiyle buraya alındı.

Birinci Levha

Ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder levhadır.


Beni dünyaya çağırma, …. Ona geldim fenâ gördüm.

Demâ gaflet hicab oldu …. Ve nur-u Hak nihan gördüm.

Bütün eşya u mevcudat …. Birer fâni muzır gördüm.

Vücut desen, onu giydim, …. Ah, ademdi, çok belâ gördüm.

Hayat desen onu tattım …. Azap-ender azap gördüm.

Akıl ayn-ı ikab oldu, …. Bekàyı bir belâ gördüm.

Ömür ayn-ı heva oldu, …. Kemâl ayn-ı heba gördüm.

Amel ayn-ı riya oldu, …. Emel ayn-ı elem gördüm.

Visal nefs-i zevâl oldu, …. Devâyı ayn-ı dâ gördüm.

Bu envar zulümat oldu, …. Bu ahbabı yetim gördüm.

Bu savtlar nây-ı mevt oldu, … Bu ahyâyı mevat gördüm.

Ulûm evhâma kalb oldu, …. Hikemde bin sekam gördüm.

Lezzet ayn-ı elem oldu, …. Vücutta bin adem gördüm.

Habib desen onu buldum, …. Ah, firakta çok elem gördüm.  


adem: yokluk, hiçlikahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)âhir: son (bk. e-ḫ-r)ahyâ: canlılar (bk. ḥ-y-y)ayn-ı dâ: hastalığın tâ kendisiayn-ı elem: acının tâ kendisiayn-ı heba: zararın tâ kendisiayn-ı heva: boş istek ve arzunun tâ kendisiayn-ı ikab: azabın tâ kendisiayn-ı riya: gösterişin tâ kendisiazap-ender azap: azap içinde azapbekà: devamlılık, sonsuzluk (bk. b-ḳ-y)demâ: her zaman, dâimaehl-i gaflet: âhiretten habersiz, mânevî sorumluluklarına karşı duyarsız kimseler (bk. ğ-f-l)elem: acı, üzüntüemel: arzu, istekenvar: nurlar, aydınlıklar (bk. n-v-r)eşya u mevcudat: var olan şeyler, varlıklar (bk. v-c-d)evhâm: vehimler, kuruntularfâni: geçici, ölümlü (bk. f-n-y)fenâ: yokluk, ölümlülük (bk. f-n-y)firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)gaflet: umursamazlık, duyarsızlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli (bk. ğ-f-l)habib: sevgili (bk. ḥ-b-b)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hicab: perdehikem: hikmetler (bk. ḥ-k-m)hutur etme: hatıra gelmeilhak: eklemeistihare: bir işin hayırlı olup olmayacağını anlamak niyetiyle abdest alıp, dua edip, rüya görmek üzere uykuyu yatmakalb olmak: dönüşmekkemâl: mükemmellik, olgunluk (bk. k-m-l)mevat: ölmüş (bk. m-v-t)mübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k)muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)muzır: zararlınây-ı mevt: ölüm haberi (bk. m-v-t)nefs-i zevâl: sona ermenin kendisi (bk. n-f-s; z-v-l)nihan: gizli, saklınur-u Hak: Cenab-ı Hakkın nuru (bk. n-v-r; ḥ-ḳ-ḳ)savt: sessekam: hastalıktasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)ulûm: ilimler (bk. a-l-m)visal: kavuşmaYûşâ Tepesi: (bk. bilgiler)zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

İkinci Levha

Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder levhadır.


Demâ gaflet zevâl buldu, …. Ve nur-u Hak ayan gördüm.

Vücut burhan-ı Zât oldu, …. Hayat, mir’ât-ı Haktır, gör.

Akıl miftah-ı kenz oldu, …. Fenâ, bâb-ı bekàdır, gör.

Kemâlin lem’ası söndü, …. Fakat şems-i cemâl var, gör.

Zevâl ayn-ı visal oldu, …. Elem ayn-ı lezzettir, gör.

Ömür nefs-i amel oldu, …. Ebed ayn-ı ömürdür, gör.

Zalâm zarf-ı ziya oldu, …. Bu mevtte hak hayat var, gör.

Bütün eşya enîs oldu, …. Bütün asvat zikirdir, gör.

Bütün zerrat-ı mevcudat…. Birer zâkir, müsebbih gör.

Fakrı kenz-i gınâ buldum, …. Aczde tam kuvvet var, gör.

Eğer Allah’ı buldunsa…… Bütün eşya senindir, gör.

Eğer Mâlik-i Mülke memlûk isen…. Onun mülkü senindir, gör.

Eğer hodbin ve kendi nefsine mâliksen… Bilâ-addin belâdır, gör,

Bilâ-haddin azaptır, tad, …. Bilâ gayet ağırdır, gör.

Eğer hakikî abd-i hüdâbin isen, …. Hudutsuz bir safâdır, gör,

Hesapsız bir sevap var, tad, …. Nihayetsiz saadet gör.


abd-i hüdâbin: Cenab-ı Hakkı tanıyan kul (bk. a-b-d)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
asvat: sesler
ayan: aşikâr, belli
ayn-ı lezzet: lezzetin tâ kendisi
ayn-ı ömür: hayatın tâ kendisi
ayn-ı visal: kavuşmanın tâ kendisi
bâb-ı bekà: sonsuzluk kapısı (bk. b-ḳ-y)
bilâ-addin: sayısız (bk. lâ)
bilâ-haddin: sınırsız (bk. lâ)
burhan-ı Zât: Cenab-ı Allah’ın varlığının delili
demâ: her zaman
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
ehl-i hidayet ve huzur: doğru ve hak yolda ve huzurda olanlar (bk. h-d-y; ḥ-ḍ-r)
elem: acı, üzüntü
enîs: canayakın, dost
eşya: şeyler, varlıklar
fenâ: yokluk, ölümlülük (bk. f-n-y)
gaflet: umursamazlık, duyarsızlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli (bk. ğ-f-l)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i dünya: dünyanın gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hodbin: bencil
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kenz-i gınâ: zenginliğin hazinesi (bk. ğ-n-y)
lem’a: parıltı
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
Mâlik-i Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi olan Allah (bk. m-l-k)
memlûk: köle, kul (bk. m-l-k)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
miftah-ı kenz: hazinenin anahtarı
mir’ât-ı Hak: Hakkın aynası (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
mülk: sahip olunan ve hükmedilen yer (bk. m-l-k)
müsebbih: tesbih eden (bk. s-b-ḥ)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i amel: amelin kendisi (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
nur-u Hak: Cenab-ı Hakkın nuru (bk. n-v-r; ḥ-ḳ-ḳ)
saadet: mutluluk
safâ: gönül hoşnutluğu
şems-i cemâl: güzelliğin güneşi (bk. c-m-l)
vücut: varlık (bk. v-c-d)
zâkir: zikreden
zalâm: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)
zarf-ı ziya: ışığın kılıfı
zerrat-ı mevcudat: varlıkların zerreleri (bk. v-c-d)
zevâl: sona erme (bk. z-v-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Beşinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Yedinci Söz, On Yedinci Sözün İkinci Makamı, Birinci Levha, Şkşncş Levha, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.443

http://www.erisale.com/#content.tr.1.301

http://www.erisale.com/#content.tr.1.302

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/442

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/on-yedinci-soz/on-yedinci-sozun-ikinci-makami/301


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.
İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Beşinci Nükte.

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.
İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

BEŞİNCİ NÜKTE

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. Başka yerde izah ettiğimiz vazife-i insaniyetin ve ubûdiyetin esâsâtını şurada icmal edeceğiz, tâ ki “ahsen-i takvim” sırrı anlaşılsın.


abdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
âlem: dünya (bk. a-l-m)
belâğat: maksada ve hale uygun söz söyleme (bk. b-l-ğ)
cihet: yön
cismaniyet: maddi yapıya sahip olma
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e)
cüz’iyet: fertlik, bireylik (bk. c-z-e)
daire-i nezaret: gözetim dairesi (bk. n-ẓ-r)
ehemmiyetli: önemli
esâsât: esaslar
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaret: küçüklük, değersizlik
hakir: küçük, ehemmiyetsiz
hane: ev
haşmet: görkem, heybet
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hizmetkâr: hizmetçi
hürmetli: saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)
icmal: özetleme (bk. c-m-l)
istidâdât: kabiliyetler, yetenekler (bk. a-d-d)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
izah: açıklama
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kitab-ı âlem: âlem kitabı, kâinat (bk. k-t-b; a-l-m)
küllî: bireylerden oluşan topluluk, tür (bk. k-l-l)
levazımat: gerekli şeyler
lisan-ı nâtık: konuşan dil
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mertebe: derece
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudât-ı seyyâle: akıp giden varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisi (bk. ḥ-b-b; e-l-h)
münevver: nurlanmış, aydınlanmış (bk. n-v-r)
mütalâacı: okuyucu, tetkik edici
nâzır: gözlemci, gözetici (bk. n-ẓ-r)
nebâtât: bitkiler
nebatî: bitkisel
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
netice-i kelâm: sözün özü (bk. k-l-m)
Rabb-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m)
sağir: küçük
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
takvim: program
tazammun: içine alma, içerme
tehdit: korkutma
tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l)
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşvik: şevklendirme, cesaretlendirme
tevdi: bırakma, emanet etme
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vazife-i insaniyet: insanlığın vazifesi
ziya: ışık
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

İşte, insan, şu kâinata geldikten sonra iki cihetle ubûdiyeti var. Bir ciheti, gaibâne bir surette bir ubûdiyeti, bir tefekkürü var. Diğeri, hâzırâne, muhâtaba suretinde bir ubûdiyeti, bir münâcâtı vardır.

Birinci vecih şudur ki: Kâinatta görünen saltanat-ı Rububiyeti, itaatkârâne tasdik edip kemâlâtına ve mehâsinine hayretkârâne nezaretidir.

Sonra, esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin nukuşlarından ibaret olan bedî san’atları, birbirinin nazar-ı ibretlerine gösterip dellâllık ve ilâncılıktır.

Sonra, herbiri birer gizli hazine-i mâneviye hükmünde olan esmâ-i Rabbâniyenin cevherlerini idrak terazisiyle tartmak, kalbin kıymetşinaslığıyla takdirkârâne kıymet vermektir.

Sonra, kalem-i kudretin mektubatı hükmünde olan mevcudat sahifelerini, arz ve semâ yapraklarını mütalâa edip hayretkârâne tefekkürdür.

Sonra, şu mevcudattaki ziynetleri ve lâtif san’atları istihsankârâne temâşâ etmekle, onların Fâtır-ı Zülcemâlinin marifetine muhabbet etmek ve onların Sâni-i Zülkemâlinin huzuruna çıkmaya ve iltifatına mazhar olmaya bir iştiyaktır.

İkinci vecih huzur ve hitap makamıdır ki, eserden müessire geçer. Görür ki, bir Sâni-i Zülcelâl, kendi san’atının mu’cizeleriyle kendini tanıttırmak ve bildirmek ister. O da iman ile, marifet ile mukabele eder.

Sonra görür ki, bir Rabb-i Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da Ona hasr-ı muhabbetle, tahsis-i taabbüdle kendini Ona sevdirir.

Sonra görüyor ki, bir Mün’im-i Kerîm, maddî ve mânevî nimetlerin lezizleriyle


arz: yeryüzü, dünya
bedî: güzel (bk. b-d-a)
cevher: değerli şey, öz
cihet: yön
dellâllık: ilâncılık, rehberlik
esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusurdan uzak, kutsal isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)
esmâ-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; r-b-b)
Fâtır-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi hârika, üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-m-l)
gaibâne: yüzyüze olmadan, gizlice
hasr-ı muhabbet: sevgiyi yöneltme, sadece onu sevme (bk. ḥ-b-b)
hayretkârâne: hayret ederek
hazine-i mâneviye: manevi hazine (bk. a-n-y)
hâzırâne: hazırcasına
idrak: anlayış, kavrayış
iltifat: iyilik ve güzellikle muamele etme
istihsankârâne: beğenerek (bk. ḥ-s-n)
iştiyak: fazla arzu ve istek
itaatkârane: itaat ederek
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
kıymetşinaslık: kadir kıymet bilmek
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
leziz: lezzetli
marifet: tanıma, bilme (bk. a-r-f)
mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
mektubat: şuur sahiplerine hitap eden birer mektup gibi anlamlı şekilde yaratılmış varlıklar (bk. k-t-b)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
müessir: tesir eden
muhabbet: sevme (bk. ḥ-b-b)
muhâtab: hitap edilen, kendisine karşı konuşulan (bk. ḫ-ṭ-b)
mukabele: karşılık verme
Mün’im-i Kerîm: kerem sahibi ve nimet verici Allah (bk. n-a-m; k-r-m)
münâcât: Allah’a yalvarma, yakarma (bk. n-c-v)
mütalâa: okuma, inceleme
nazar-ı ibret: ibretli bakış (bk. n-ẓ-r)
nezaret: bakış, seyir (bk. n-ẓ-r)
nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)
Rabb-i Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyin rabbi olan Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
saltanat-ı Rububiyet: Rablık saltanatı; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
Sâni-i Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; k-m-l)
semâ: gökyüzü (bk. s-m-v)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tahsis-i taabbüd: ibadeti ve kulluğu sadece Allah için yapma (bk. a-b-d)
takdirkârâne: takdir edercesine (bk. ḳ-d-r)
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme (bk. f-k-r)
temâşâ: hoşlanarak bakma
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
vecih: yön
ziynet: süs (bk. z-y-n)

onu perverde ediyor. O da, ona mukabil fiiliyle, hâliyle, kàliyle, hattâ elinden gelse bütün hasseleriyle, cihâzâtıyla şükür ve hamd ü senâ eder.

Sonra görüyor ki, bir Celîl-i Cemîl, şu mevcudatın âyinelerinde kibriyâ ve kemâlini ve celâl ve cemâlini izhar edip nazar-ı dikkati celb ediyor. O da, ona mukabil, “Allahu ekber, Sübhânallah” deyip, mahviyet içinde, hayret ve muhabbetle secde eder.

Sonra görüyor ki, bir Ganiyy-i Mutlak, bir sehâvet-i mutlak içinde nihayetsiz servetini, hazinelerini gösteriyor. O da, ona mukabil, tâzim ve senâ içinde, kemâl-i iftikarla sual eder ve ister.

Sonra görüyor ki, o Fâtır-ı Zülcelâl, yeryüzünü bir sergi hükmünde yapmış, bütün antika san’atlarını orada teşhir ediyor. O da, ona mukabil, “Mâşaallah” diyerek takdir ile, “Bârekâllah” diyerek tahsin ile, “Sübhânallah” diyerek hayret ile, “Allahu ekber” diyerek istihsan ile mukabele eder.

Sonra görüyor ki, bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında taklit edilmez sikkeleriyle, Ona mahsus hâtemleriyle, Ona münhasır turralarıyla, Ona has fermanlarıyla, bütün mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını nakşediyor. Ve âfâk-ı âlemin aktârında vahdâniyetin bayrağını dikiyor ve rububiyetini ilân ediyor. O da, ona mukabil, tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz’ân ile, şehadet ile, ubûdiyet ile mukabele eder.

İşte, bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakikî insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir, imanın yümniyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.


âfâk-ı âlem: âlemin ufukları (bk. a-l-m)
ahsen-i takvim: insanın en güzel bir şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
aktâr: her taraf
Allahu ekber: “Allah en büyüktür” (bk. k-b-r)
âyât: deliller
âyine: ayna
Bârekâllah: “Allah ne mübarek yaratmış” (bk. b-r-k)
celâl: heybet, yücelik, haşmet (bk. c-l-l)
celb: çekme
Celîl-i Cemîl: sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. c-l-l; c-m-l)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cihâzât: cihazlar, organlar
damga-i vahdet: birlik damgası (bk. v-ḥ-d)
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi hârika, üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
ferman: buyruk
fiil: iş, hareket (bk. f-a-l)
Ganiyy-i Mutlak: sınırsız zenginliğe sahip olan Allah (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâl: tavır, davranış
halife-i arz: yeryüzünün halifesi, yöneticisi (bk. ḫ-l-f)
hamd ü senâ: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hasse: duyu
hâtem: mühür, damga
ibadat: ibadetler (bk. a-b-d)
istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)
iz’ân: kesin şekilde inanma
izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kàl: söz, konuşma
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i iftikar: Allah’a karşı fakirliğini tam hissetme (bk. k-m-l; f-ḳ-r)
kibriyâ: büyüklük (bk. k-b-r)
mahsus: özgü
mahviyet: tevazu, alçak gönüllülük
Mâşaallah: “Allah ne güzel dilemiş ve yapmış”
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukabil/mukabele: karşılık verme
münhasır: ait olan
nakş etmek: işlemek (bk. n-ḳ-ş)
nazar-ı dikkat: dikkatle bakış (bk. n-ẓ-r)
perverde: beslenmiş, eğitilmiş
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sehâvet-i mutlak: sınırsız cömertlik (bk. c-v-d; ṭ-l-ḳ)
senâ: övme, yüceltme
sikke: mühür, işaret
sual etmek: istemek
Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” (bk. s-b-ḥ)
tahsin: beğenme, birşeyin güzelliğini ilân etme (bk. ḥ-s-n)
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tâzim: Allah’ın sonsuz büyüklüğünü dile getirme (bk. a-z-m)
tefekkürat: tefekkürler, düşünmeler (bk. f-k-r)
teşhir: sergileme
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
turra: mühür, nişan
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
yümn: uğur, bereket

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör.

Birinci levha: Ehl-i dalâlet gibi, fakat sarhoş olmadan, gaflet perdesiyle eskiden gördüğüm ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder.

İkinci levha: Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder. Eskiden ne tarzda yazılmış, o tarzda bıraktım. Şiire benzer, fakat şiir değillerdir.

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ     1

رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى     وَيَسِّرْ لِىۤ اَمْرِى     وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى     يَفْقَهُوا قَوْلِى     2

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى الذَّاتِ الْمُحَمَّدِيَّةِ اللَّطِيفَةِ اْلاَحَدِيَّةِ شَمْسِ سَمَۤاءِ اْلاَسْرَارِ وَمَظْهَرِ اْلاَنْوَارِ وَمَرْكَزِ مَدَارِ الْجَلاَلِ وَقُطْبِ فَلَكِ الْجَمَالِ     اَللّٰهُمَّ بِسِرِّهِ لَدَيْكَ     وَبِسَيْرِهِۤ اِلَيْكَ     اٰمِنْ خَوْفِى     وَاَقِلْ عُثْرَتِى     وَاذْهِبْ حُزْنِى وَحِرْصِى     وَكُنْ لِى وَخُذْنِى اِلَيْكَ مِنِّى     وَارْزُقْنِى الْفَنَۤاءَ عَنِّى وَلاَ تَجْعَلْنِى مَفْتُونًا بِنَفْسِى     مَحْجُوبًا بِحِسِّى     وَاكْشِفْ لِى عَنْ كُلِّ سِرِّ مَكْتُومٍ     يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ     يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ     يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ     وَارْحَمْنِى وَارْحَمْ رُفَقَۤائِى     وَارْحَمْ اَهْلَ


Dipnot-1

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” (Bakara Sûresi, 2:32.)

Dipnot-2

“Ey Rabbim, gönlüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz—tâ ki sözümü iyice anlasınlar.” (Tâhâ Sûresi, 20:25-28.)


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat (bk. e-ḫ-r)
ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
ehl-i dalâlet: sapıklık ve inkâr ehli (bk. ḍ-l-l)
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar (bk. ğ-f-l)
ehl-i hidayet ve huzur: doğru ve hak yolda ve huzurda olanlar (bk. h-d-y; ḥ-ḍ-r)
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
gaflet: umursamazlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsızlık (bk. ğ-f-l)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i dünya: dünyanın gerçek mâhiyeti, içyüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
insan-ı gafil: sorumsuz, âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan (bk. ğ-f-l)
levha-i hakikat: hakikat levhası (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
müteveccih: yönelik
sû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma (bk. ḫ-y-r)
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)

اْلاِيمَانِ وَالْقُرْاٰنِ     اٰمِينَ يَۤا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ وَيَۤا اَكْرَمَ اْلاَكْرَمِينَ     1

وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ     2


Allahım! Sırlar semâsının güneşi, nurların mazharı, celâl dairesinin merkezi ve cemâl sahibinin kutbu olan Muhammed’in biricik, lâtif zâtına rahmet et. Allahım! Onun, Senin katındaki sırrı ve Sana olan seyri hürmetine, beni korkularımdan emin kıl, hatalarımı gider, hüznümü ve hırsımı benden gider. Varlığın ve huzurunla beni müşerref kıl. Beni benden kurtarıp kendine al. Kendi varlığımı Sana feda etmekle beni rızıklandır. Beni nefsime düşkün ve hissimle kör eyleme. Herbir gizli sırrı bana aç. Yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm! Bana, arkadaşlarıma ve ehl-i iman ve Kur’ân’a merhamet et. Âmin, ey merhametlilerin en merhametlisi ve kerem sahiplerinin en kerîmi olan Allahım!

“Onların duâları şu sözlerle sona erer: Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Yunus Sûresi, 10:10.)


KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Beşinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.440

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/440


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.
İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Dördüncü Nükte.

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.
İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. Yalnız, bazı vakit lisan-ı hâl duasıyla hasılolan bir matlubunu, yanlış olarak kendi iktidarına haml eder.

Meselâ, tavuğun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip, onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte câ-yı dikkat, zaaftaki bir kuvvet ve şâyân-ı temâşâ bir cilve-i rahmet…

Nasıl ki, nazdar bir çocuk, ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin haliyle matluplarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki, o matluplardan binden birisine bin defa kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himayeti tahrik ettikleri için, küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi, böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himayeti ithametmek suretiyle, ahmakâne bir gururla, “Ben kuvvetimle bunları teshir ediyorum” dese, elbette bir tokat yiyecektir.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
ahmakâne: ahmakça
aşr-i mişâr: yüzde bir
câ-yı dikkat: dikkat edilecek nokta
cilve-i rahmet: rahmet görüntüsü (bk. c-l-y; r-ḥ-m)
dua: Allah’a yalvarma, niyaz (bk. d-a-v)
eda: yerine getirme
elem: acı, keder
hademe: hizmetçi
halen: hareket ve davranışla
haml etme: yüklenme, üstlenme
haram: dinen yasaklanmış (bk. ḥ-r-m)
hasıl olma: meydana gelme
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hazin: hüzünlü, üzüntülü
helâl: dinen yapılmasına izin verilen
himayet: koruma
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
iktidar-ı zâtî: kendi zâtının kudreti, kişisel güç (bk. ḳ-d-r)
İstanbul: (bk. bilgiler)
istimdad: yardım dileme
itham: suçlama
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalen: sözle
kavî: güçlü, kuvvetli
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lehviyât-ı muharreme: haram kılınmış eğlenceler (bk. ḥ-r-m)
lezâiz-i nâmeşru: haram olan lezzetler (bk. ş-r-a)
lisan-ı hâl: hal ve davranış dili
maksat: gaye, istek (bk. ḳ-ṣ-d)
matlub: istek, arzu (bk. ṭ-l-b)
meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
mülâkat: buluşma, karşılaşma
musahhar: boyun eğme, itaat etme
muvaffak: başarılı
nazdar: nazlı
nazenin: ince, narin, duyarlı
nazik: ince, zarif
sa’y: çalışma, emek
sair: diğer
şâyân-ı temâşâ: seyretmeye değer
şefkat: içten ve karşılıksız sevgi (bk. ş-f-ḳ)
şimendifer: tren
tabir: yorumlama, açıklama (bk. a-b-r)
tahrik: harekete getirme
tasavvur-u zevâl: gelip geçiciliği düşünme (bk. ṣ-v-r; z-v-l)
tavren: tavırla
teshir: boyun eğdirme
zaaf: zayıflık

İşte, insan dahi, Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini itham edecek bir tarzda, küfran-ı nimet suretinde, Karun gibi

 اِنَّمَۤا اُو تِيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ 1 

yani “Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım” dese, elbette sille-i azâba kendini müstehakeder.

Demek, şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyât-ı beşeriye ve kemâlât-ı medeniyet, celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki ona onun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsanedilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. Ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil, belki şefkat ve re’fet-i Rabbâniye ve rahmet ve hikmet-i İlâhiyedir ki, eşyayı ona teshir etmiştir. Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlûp olan insana bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshir-i Rabbânî ve ikram-ı Rahmânîdir.

Ey insan! Madem hakikat böyledir. Gururu ve enâniyeti bırak. Ulûhiyetin dergâhında acz ve zaafını, istimdat lisanıyla; fakr ve hâcâtını, tazarru ve dua lisanıyla ilân et ve abd olduğunu göster. Ve 

 حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 2 

de, yüksel.

Hem deme ki: “Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat bir Hakîm-i Mutlaktarafından kasdî olarak bana teshir edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?”

Çünkü, sen çendan nefsin ve suretin itibarıyla hiç hükmündesin. Fakat vazife 


Dipnot-1

Kasas Sûresi, 28:78

Dipnot-2

“Allah bize yeter. O ne güzel Vekîl’dir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.


abd: kul (bk. a-b-d)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
belki: aslında, gerçekte
cehl: cahillik, bilgisizlik
celb: çekme
çendan: gerçi, her ne kadar
cidal: mücadele, kavga
dergâh: makam, huzur
dua: Allah’a yalvarma, niyaz (bk. d-a-v)
ehemmiyet: değer, önem
enâniyet: kendini beğenme, benlik
eşya: şeyler, varlıklar
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
galebe: üstünlük
hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
haşerat: zararlı hayvanlar
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i İlâhiye: Allah’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
ihsan edilmek: bağışlanmak (bk. ḥ-s-n)
ikram-ı Rahmânî: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah’ın ikramı (bk. k-r-m; r-ḥ-m)
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
iktidar-ı ilmî: ilmi güç (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
ilham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ
istimdat: medet isteme
itham: suçlama
itibarıyla: özelliğiyle
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
Karun: (bk. bilgiler)
kasdî: bilerek, isteyerek (bk. ḳ-ṣ-d)
kemâlât-ı medeniyet: medeniyetin mükemmellikleri, üstünlükleri (bk. k-m-l)
küfran-ı nimet: nimete karşı nankörlük (bk. k-f-r; n-a-m)
mağlûp: yenilmiş
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
muavenet: yardım
müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nefis: can, kişinin kendisi (bk. n-f-s)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
re’fet-i Rabbâniye: Allah’ın acıması (bk. r-b-b)
saltanat: egemenlik, hükümranlık (bk. s-l-ṭ)
saltanat-ı insaniyet: insanlık saltanatı, egemenliği (bk. s-l-ṭ)
şefkat: içten ve karşılıksız merhamet, sevgi (bk. ş-f-ḳ)
semere: meyve, netice
sille-i azâb: azap tokadı
şükr-ü küllî: bütün nimetler için varlıkların tamamı adına yapılan şükür (bk. ş-k-r; k-l-l)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tazarru: dua, yakarış
terekkiyât-ı beşeriye: insanlığa ait terakkiler, ilerlemeler
teshir: boyun eğdirme
teshir-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın herşeye boyun eğdirmesi (bk. r-b-b)
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
zaaf: zayıflık

ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâğatli bir lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalâacısı ve şu tesbih eden mahlûkatın hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuâtın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.

Evet, ey insan! Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibarıyla sağîr bir cüz, hakir bir cüz’î, fakir bir mahlûk, zayıf bir hayvansın ki, bütün dehşetli mevcudat-ı seyyâlenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat muhabbet-i İlâhiyenin ziyasını tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip, insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın; ve cüz’iyetin içinde bir küllîsin; küçüklüğün içinde bir âlemsin; ve hakaretin içinde öyle makamın büyük ve daire-i nezaretin geniş bir nâzırsın ki, diyebilirsin: “Benim Rabb-i Rahîmim dünyayı bana bir hane yaptı. Ay ve güneşi o haneme bir lâmba; ve baharı, bir deste gül; ve yazı, bir sofra-i nimet; ve hayvanı bana hizmetkâryaptı. Ve nebâtâtı o hanemin ziynetli levazımatı yapmıştır.”

Netice-i kelâm: Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i sâfilîne düşersin. Eğer hak ve Kur’ân’ı dinlersen, âlâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.


abdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
âlem: dünya (bk. a-l-m)
belâğat: maksada ve hale uygun söz söyleme (bk. b-l-ğ)
cihet: yön
cismaniyet: maddi yapıya sahip olma
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e)
cüz’iyet: fertlik, bireylik (bk. c-z-e)
daire-i nezaret: gözetim dairesi (bk. n-ẓ-r)
ehemmiyetli: önemli
esâsât: esaslar
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaret: küçüklük, değersizlik
hakir: küçük, ehemmiyetsiz
hane: ev
haşmet: görkem, heybet
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hizmetkâr: hizmetçi
hürmetli: saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)
icmal: özetleme (bk. c-m-l)
istidâdât: kabiliyetler, yetenekler (bk. a-d-d)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
izah: açıklama
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kitab-ı âlem: âlem kitabı, kâinat (bk. k-t-b; a-l-m)
küllî: bireylerden oluşan topluluk, tür (bk. k-l-l)
levazımat: gerekli şeyler
lisan-ı nâtık: konuşan dil
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mertebe: derece
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudât-ı seyyâle: akıp giden varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisi (bk. ḥ-b-b; e-l-h)
münevver: nurlanmış, aydınlanmış (bk. n-v-r)
mütalâacı: okuyucu, tetkik edici
nâzır: gözlemci, gözetici (bk. n-ẓ-r)
nebâtât: bitkiler
nebatî: bitkisel
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
netice-i kelâm: sözün özü (bk. k-l-m)
Rabb-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m)
sağir: küçük
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
takvim: program
tazammun: içine alma, içerme
tehdit: korkutma
tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l)
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşvik: şevklendirme, cesaretlendirme
tevdi: bırakma, emanet etme
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vazife-i insaniyet: insanlığın vazifesi
ziya: ışık
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Dördüncü Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.438

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/438


CUMARTESİ DERSLERİ

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü'l-âbâd tarafına bir yolculuktur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.
O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü'l-âbâd tarafına bir yolculuktur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Üçüncü Nükte.

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü'l-âbâd tarafına bir yolculuktur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.
O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

ÜÇÜNCÜ NÜKTE

İnsan, fiil ve amel cihetinde ve sa’y-i maddî itibarıyla zayıf bir hayvandır, âciz bir mahlûktur. Onun o cihetteki daire-i tasarrufâtı ve mâlikiyeti o kadar dardır ki, elini uzatsa ona yetişebilir. Hattâ, insanın eline dizginini veren hayvânât-ı ehliye, insanın zaaf ve acz ve tembelliğinden birer hisse almışlardır ki, yabanîemsallerine kıyas edildikleri vakit, azîm fark görünür (ehlî keçi ve öküz, yabanî keçi ve öküz gibi).

Fakat o insan, infial ve kabul ve dua ve sual cihetinde, şu dünya hanında aziz bir yolcudur. Ve öyle bir Kerîme misafir olmuş ki, nihayetsiz rahmet hazinelerini ona açmış; ve hadsiz bedî masnuâtını ve hizmetkârlarını ona musahhar etmiş; ve o misafirin tenezzühüne ve temâşâsına ve istifadesine öyle büyük bir daire açıp müheyyâ etmiştir ki, o dairenin nısf-ı kutru, yani merkezden muhit hattına kadar, gözün kestiği miktar, belki hayalin gittiği yere kadar geniştir ve uzundur.

İşte, eğer insan enâniyetine istinad edip, hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek, derd-i maişet içinde, muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur, gider. Ona verilen bütün cihazat ve âlât ve letâif, ondan şikâyet ederek haşirde onun aleyhinde şehadet edeceklerdir ve dâvâcı olacaklardır. Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerîmin izni dairesinde sermaye-i ömrünü sarf etse, öyle geniş bir daire içinde uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirahat eder, sonra âlâ-yı illiyyîne kadar gidebilir. Hem de bu insana verilen bütün cihazat ve âlât, ondan memnun olarak âhirette lehinde şehadet ederler.

Evet, insana verilen bütün cihâzât-ı acîbe, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil, belki pek ehemmiyetli bir hayat-ı bâkiye için verilmişler. Çünkü, insanı hayvana nisbet etsek görüyoruz ki, insan, cihazat ve âlât itibarıyla çok zengindir, yüz derece hayvandan daha ziyadedir. Hayat-ı dünyeviyelezzetinde ve hayvanî yaşayışında, yüz derece aşağı düşer. Çünkü her gördüğü lezzetinde binler elem izi vardır. Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve herbir lezzetin dahi elem-i zevâli, onun zevklerini bozuyor ve lezzetinde bir iz bırakıyor. Fakat hayvan öyle değil; elemsiz bir lezzet alır, kedersiz bir zevk eder.


âciz: zayıf, güçsüz (bk. a-c-z)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
âlât: âletler, organlar
amel: davranış, iş
azîm: büyük (bk. a-z-m)
aziz: izzetli, değerli (bk. a-z-z)
bedî: güzel (bk. b-d-a)
cihazat: cihazlar, duyu ve organlar
cihâzât-ı acîbe: şaşırtıcı ve hayret verici cihazlar, duyu ve organlar
cihet: yön
daire-i tasarrufât: tasarruf etme dairesi, hareket alanı (bk. ṣ-r-f)
derd-i maişet: geçim derdi (bk. a-y-ş)
dua: Allah’a yalvarma, isteme (bk. d-a-v)
ehlî: evcil
elem: acı, keder
elem-i zevâl: sona erme elemi (bk. z-v-l)
emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
enâniyet: benlik
fiil: iş, hareket (bk. f-a-l)
gaye-i hayal: hayal edilen gaye, hedef (bk. ḫ-y-l)
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hayat-ı bâkiye: sürekli ve kalıcı olan hayat (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hayvan: canlı
hayvânât-ı ehliye: evcil hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hayvanî: hayvanca (bk. ḥ-y-y)
hizmetkâr: hizmetçi
infial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme (bk. f-a-l)
istifade: yararlanma
istinad: dayanma, güvenme (bk. s-n-d)
itibar: özellik
Kerîm: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlikiyet: sahiplik (bk. m-l-k)
masnuât: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
müheyyâ: hazırlamamuhit: çevre
musahhar: emre verme
muvakkat: geçici
nihayetsiz: sınırsız
nisbet etme: kıyaslama (bk. n-s-b)
nısf-ı kutr: yarı çap
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sarf etmek: harcamak
sa’y-i maddî: maddi çalışma
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sermaye-i ömür: ömür sermayesi
temâşâ: seyretme
teneffüs: nefeslenme, rahatlama
tenezzüh: seyir ve gezinti (bk. n-z-h)
yabanî: vahşi, evcil olmayan
zaaf: zayıflık
Zât-ı Kerîm: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Zât, Allah (bk. k-r-m)
ziyade: çok, fazla

Ne geçmiş zamanın elemleri onu incitir, ne gelecek zamanın korkuları onu ürkütür. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder.

Demek, ahsen-i takvim suretinde yaratılan insan, hayat-ı dünyeviyeye hasr-ı fikir etse, yüz derece sermayece hayvandan yüksek olduğu halde, yüz derece serçe kuşu gibi bir hayvandan aşağı düşer. Başka bir yerde bir temsille bu hakikati beyan etmiştim. Münasebet geldi, yine o temsili tekrar ediyorum. Şöyle ki:

Bir adam, bir hizmetkârına on altın verip “Mahsus bir kumaştan bir kat elbise yaptır” emreder. İkincisine bin altın verir, bir pusula içinde bazı şeyler yazılı o hizmetkârın cebine koyar, bir pazara gönderir.

Evvelki hizmetkâr, on altınla âlâ kumaştan mükemmel bir elbise alır. İkinci hizmetkâr, divanelik edip, evvelki hizmetkâra bakıp, cebine konulan hesap pusulasını okumayarak, bir dükkâncıya bin altın vererek bir kat elbise istedi. İnsafsız dükkâncı da kumaşın en çürüğünden bir kat elbise verdi. O bedbaht hizmetkâr, seyyidinin huzuruna geldi ve şiddetli bir tedip gördü ve dehşetli bir azap çekti.

İşte, ednâ bir şuuru olan anlar ki, ikinci hizmetkâra verilen bin altın, bir kat elbise almak için değildir. Belki mühim bir ticaret içindir.

Aynen onun gibi, insandaki cihâzât-ı mâneviye ve letâif-i insaniye ki, herbirisi hayvana nisbeten yüz derece inbisatetmiş. Meselâ, güzelliğin bütün merâtibini fark eden insan gözü; ve taamların bütün çeşit çeşit ezvâk-ı mahsusalarını temyiz eden insanın zâika-i lisaniyesi; ve hakaikın bütün inceliklerine nüfuz eden insanın aklı; ve kemâlâtın bütün envâına müştak insanın kalbi gibi sair cihazları, âletleri nerede; hayvanın pek basit, yalnız bir iki mertebe inkişafetmiş âletleri nerede? Yalnız şu kadar fark var ki, hayvan kendine has bir amelde-münhasıran o hayvanda bir cihaz-ı mahsus-ziyade inkişaf eder. Fakat o inkişaf hususîdir.

İnsanın cihazat cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle, insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peydâ etmiştir. Ve ihtiyâcâtın kesreti sebebiyle, çok çeşit çeşit hissiyat peydâ olmuştur. Ve hassasiyeti çok


ahsen-i takvim: insanın en güzel bir şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
âlâ: en üstün
amel: iş, fiil
bedbaht: talihsiz
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cihaz-ı mahsus: özel duyu veya organ
cihazat: organlar, duyular
cihâzât-ı mâneviye: manevi duygular (bk. a-n-y)
cihet: yön
dehşetli: korkunç
divanelik: akılsızlık
ednâ: en aşağı, en küçük
envâ: çeşitler, türler
evvelki: önceki
ezvâk-ı mahsusa: kendisine has, özel zevkler
hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
has: özel
hasr-ı fikir: fikir ve düşünceyi sadece birşeye yöneltme (bk. f-k-r)
hasse: duyu
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hissiyat: hisler, duygular
hizmetkâr: hizmetçi
hususî: özel
ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
inbisat: genişleme, yayılma
inkişaf: gelişme, açılma (bk. k-ş-f)
kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
letâif-i insaniye: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
mahsus: özel
merâtib: mertebeler, dereceler
münhasıran: buna has olarak
müştak: düşkün, iştiyaklı
nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b)
nüfuz: etki
peydâ etme: meydana ve açığa çıkma
pusula: küçük not kağıdı
sair: diğer
seyyid: efendi
şuur: bilinç, anlayış, idrak (bk. ş-a-r)
taam: yiyecek
tedip: edeplendirme, ceza
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
temyiz: ayırd etme
zâika-i lisaniye: dilin tad alma duyusu
ziyade: çok, fazla

tenevvü etmiş ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle pek çok makàsıda mütevecciharzulara medar olmuş; ve pek çok vazife-i fıtriyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihâzâtı ziyade inbisat peydâ etmiştir. Ve ibâdâtın bütün envâına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için, bütün kemâlâtın tohumlarına câmi’ bir istidat verilmiştir

İşte, şu derece cihazatça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz, muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsili için verilmemiştir. Belki, şöyle bir insanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makàsıda müteveccih vezâifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubûdiyet suretinde ilân etmek; ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek; ve nimetler içinde imdâdât-ı Rahmâniyeyi görüp şükretmek; ve masnuatta kudret-i Rabbâniyenin mu’cizâtını temâşâ ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.

Ey dünyaperest ve hayat-ı dünyeviyeye âşık ve sırr-ı ahsen-i takvimden gafilinsan! Şu hayat-ı dünyeviyenin hakikatini bir vakıa-i hayaliyede Eski Said görmüş. Onu Yeni Said’e döndürmüş olan şu vakıa-i temsiliyeyi dinle:

Gördüm ki, ben bir yolcuyum. Uzun bir yola gidiyorum, yani gönderiliyorum. Seyyidim olan zat, bana tahsis ettiği altmış altından, tedricen birer miktar para veriyordu. Ben de sarf edip pek eğlenceli bir hana geldim. O handa, bir gece içinde on altını kumara mumara, eğlencelere ve şöhretperestlik yoluna sarf ettim. Sabahleyin elimde hiçbir para kalmadı. Bir ticaret edemedim. Gideceğim yer için bir mal alamadım. Yalnız o paradan bana kalan elemler, günahlar ve eğlencelerden gelen yaralar, bereler, kederler benim elimde kalmıştı.

Birden, ben o hazin hâlette iken, orada bir adam peydâ oldu. Bana dedi:

“Bütün bütün sermayeni zayi ettin, tokada da müstehak oldun. Gideceğin yere de müflis olarak elin boş gideceksin. Fakat aklın varsa tevbe kapısı açıktır.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âlât: âletler, organlar
câmi’: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a)
câmiiyet: genişlik, kapsamlılık (bk. c-m-a)
cihâzât: organlar, duyular
dünyaperest: dünyaya aşırı düşkün
ehemmiyet: önem
elem: acı, keder, sıkıntı
envâ: çeşitler, türler
Eski Said: (bk. bilgiler)
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gafil: duyarsız, umursamaz (bk. ğ-f-l)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlet: durum, hal
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hazin: hüzün veren, acıklı
ibâdât: ibâdetler (bk. a-b-d)
imdâdât-ı Rahmâniye: sonsuz rahmet sahibi Allah’ın yardımları (bk. r-ḥ-m)
inbisat: genişleme, yayılma
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
kudret-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın sonsuz kudreti (bk. ḳ-d-r; r-b-b)
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)
masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
medar: eksen, vesile
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
müflis: iflas etmiş
müşahede etmek: görmek, gözlemlemek (bk. ş-h-d)
müstaid: istidatlı, kabiliyetli (bk. a-d-d)
müstehak olma: hak etme (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
müteveccih: yönelik
muvakkat: geçici
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı ibret: ibretle bakış (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sonsuz
peydâ etme: meydana ve açığa çıkma
sarf etmek: harcamak
şehadet: şahidlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sermaye: servet, varlık
seyyid: efendi
sırr-ı ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olmasının sırrı (bk. ḥ-s-n)
söhretperestlik: şöhret tutkunluğu
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahsil: elde etme, kazanma
tahsis etmek: ait kılmak, ayırmak
tedricen: azar azar
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r)
temâşâ: seyretme, ibretle bakma
tenevvü: çeşitlenme
tesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vakıa-i hayaliye: hayâli olay (bk. ḫ-y-l)
vakıa-i temsiliye: örnek olay (bk. m-s̱-l)
vazife-i asliye: asıl vazife
vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev (bk. f-ṭ-r)
vezâif: vazifeler
Yeni Said: (bk. bilgiler)
zayi etmek: kaybetmek
ziyade: çok, fazla

Bundan sonra sana verilecek bâki kalan on beş altından, her eline geçtikçe, yarısını ihtiyaten muhafaza et. Yani, gideceğin yerde sana lâzım olacak bazı şeyleri al.”

Baktım, nefsim razı olmuyor. “Üçte birisini” dedi. Ona da nefsim itaat etmedi. Sonra “Dörtte birisini” dedi. Baktım, nefsim müptelâ olduğu âdetini terk edemiyor. O adam hiddetle yüzünü çevirdi, gitti.

Birden o hal değişti. Baktım ki, ben tünel içinde sukut eder gibi bir sür’atle giden bir şimendifer içindeyim. Telâş ettim. Fakat ne çare ki hiçbir tarafa kaçılmaz. Garaipten olarak, o şimendiferin iki tarafında pek cazibedar çiçekler, leziz meyveler görünüyordu. Ben de akılsız acemiler gibi onlara bakıp elimi uzattım. O çiçekleri koparmak, o meyveleri almak için çalıştım. Fakat o çiçekler ve meyveler dikenli mikenli; mülâkatında elime batıyor, kanatıyor, şimendiferin gitmesiyle mufarakatinden elimi parçalıyorlar, bana pek pahalı düşüyorlardı.

Birden, şimendiferdeki bir hademe dedi: “Beş kuruş ver; sana o çiçek ve meyvelerden istediğin kadar vereceğim. Beş kuruş yerine, elin parçalanmasıyla yüz kuruş zarar ediyorsun. Hem de ceza var; izinsiz koparamazsın.”

Birden, sıkıntıdan, ne vakit tünel bitecek diye, başımı çıkarıp ileriye baktım. Gördüm ki, tünel kapısı yerine çok delikler görünüyor. O uzun şimendiferden o deliklere adamlar atılıyorlar. Bana mukabil bir delik gördüm; iki tarafında iki mezar taşı dikilmiş. Merakla dikkat ettim. O mezar taşında büyük harflerle “Said” ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden “Eyvah!” dedim. Birden, o han kapısında bana nasihat eden zâtın sesini işittim. Dedi:

“Aklın başına geldi mi?”

Dedim: “Evet, geldi. Fakat kuvvet kalmadı, çare yok.”

Dedi: “Tevbe et, tevekkül et.”

Dedim: “Ettim.”

Ayıldım. Eski Said kaybolmuş; Yeni Said olarak kendimi gördüm.

İşte, o vakıa-i hayaliyeyi, Allah hayretsin, bir iki kısmını ben tabir edeceğim; sair cihetleri sen kendin tabir et.

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. O altmış altın ise, altmış sene ömürdür ki, bu vakıayı gördüğüm vakit kendimi kırk beş yaşında tahmin ediyordum. Senedim yok; fakat bâki kalan on beşinden yarısını âhirete sarf etmek için, Kur’ân-ı Hakîmin hâlis bir tilmizi beni irşad etti.


âdet: alışkanlık, huy
âhiret: öteki hayat (bk. e-ḫ-r)
âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ)
bâki: arta kalan; devamlı, sürekli (bk. b-ḳ-y)
berzah: kabir âlemi
cazibedar: cazibeli, çekici
ebedü’l-âbâd: sonsuzlukların sonsuzluğu olan âhiret (bk. e-b-d)
Eski Said: (bk. bilgiler)
garaib: tuhaf, şaşılacak şey
hademe: hizmetçi
hâlis: samimi, saf, temiz (bk. ḫ-l-ṣ)
haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hiddet: öfke
ihtiyaten: ilerisini düşünerek
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
leziz: lezzetli
mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
muhafaza: saklama (bk. ḥ-f-ẓ)
mukabil: karşılık
mülâkat: kavuşma
müptelâ: bağımlı, tutkun
nasihat: öğüt
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
rahm-ı mâder: ana rahmi (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
sarf etmek: harcamak
şimendifer: tren
sukut: düşme, alçalma
tabir: yorumlama, açıklama (bk. a-b-r)
teessüf: üzüntü
tevbe: pişmanlık duyarak günahtan dönüş
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)
tilmiz: öğrenci
vakıa: olay
vakıa-i hayaliye: hayalî olay (bk. ḫ-y-l)
Yeni Said: (bk. bilgiler)

O han ise, benim için İstanbul imiş. O şimendifer ise zamandır; herbir yıl bir vagondur. O tünel ise, hayat-ı dünyeviyedir. O dikenli çiçekler ve meyveler ise, lezâiz-i nâmeşruadır ve lehviyât-ı muharremedir ki, mülâkat esnasında tasavvur-u zevâldeki elem kalbi kanatıyor, mufarakatinde parçalıyor, cezayı dahi çektiriyor.

Şimendifer hademesi demişti: “Beş kuruş ver; onlardan istediğin kadar vereceğim.” Onun tabiri şudur ki: İnsanın helâl sa’yiyle, meşru dairede gördüğü zevkler, lezzetler, keyfine kâfidir; harama girmeye ihtiyaç bırakmaz.

Sair kısımları sen tabir edebilirsin.


KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Üçüncü Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.433

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/434


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.


Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır. 

Ayrıca; http://www.erisale.com/#homeadresinde ve https://sorularlarisale.com/adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

Dersdunyasi.net olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas İkinci Nükte.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.
Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

İKİNCİ NÜKTE

İnsanda iki vecih var. Birisi, enâniyet cihetinde şu hayat-ı dünyeviyeye nâzırdır. Diğeri, ubûdiyet cihetinde hayat-ı ebediyeye bakar.

Evvelki vecih itibarıyla öyle bir biçare mahlûktur ki, sermayesi, yalnız, ihtiyardan bir şa’re (saç) gibi cüz’î bir cüz-ü ihtiyarî; ve iktidardan zayıf bir kesb; ve hayattan, çabuk söner bir şule; ve ömürden çabuk geçer bir müddetçik; ve mevcudiyetten çabuk çürür küçük bir cisimdir. O haliyle beraber, kâinatın tabakatında serilmiş hadsiz envâın hesapsız efradından nazik, zayıf bir fert olarak bulunuyor.

İkinci vecih itibarıyla ve bilhassa ubûdiyete müteveccih acz ve fakr cihetinde, pek büyük bir vüs’ati var, pek büyük bir ehemmiyeti bulunuyor. Çünkü, Fâtır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i mâneviyesinde nihayetsiz azîm bir acz ve hadsiz cesîm bir fakr derc etmiştir—tâ ki, kudreti nihayetsiz bir Kadîr-i Rahîm ve gınâsı nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerîm bir Zâtın hadsiz tecelliyâtına cami’ geniş bir âyine olsun.

Evet, insan bir çekirdeğe benzer. Nasıl ki o çekirdeğe kudretten mânevî ve ehemmiyetli cihazat ve kaderden ince ve kıymetli program verilmiş; tâ ki toprak altında çalışıp, tâ o dar âlemden çıkıp, geniş olan hava âlemine girip, Hâlıkından istidat lisanıyla bir ağaç olmasını isteyip, kendine lâyık bir kemâl bulsun. Eğer o çekirdek, sû-i mizacından dolayı, ona verilen cihâzât-ı mâneviyeyi toprak altında bazı mevadd-ı muzırrayı celbine sarf etse, o dar yerde, kısa bir zamanda, faidesiz tefessüh edip çürüyecektir. Eğer o çekirdek, o mânevî cihâzâtını, 

فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى 

‘nın emr-i tekvînîsini imtisal edip hüsn-ü istimal etse, o dar âlemden çıkacak, meyvedar koca bir ağaç olmakla, küçücük cüz’î hakikati ve ruh-u mânevîsi büyük bir hakikat-i külliye suretini alacaktır.


Dipnot-1

Taneleri ve çekirdekleri çatlatan (Şüphesiz Allah’tır).


acz: güçsüzlük (bk. a-c-z)
azîm: çok büyük (bk. a-z-m)
biçare: çaresiz
bilhassa: özellikle
cami’: toplayan, kapsamlı (bk. c-m-a)
celb etmek: çekmek
cesîm: büyük
cihâzât: donanımlar
cihâzât-ı mâneviye: mânevî donanım, cihazlar (bk. a-n-y)
cihet: yön, taraf
cüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
derc etmek: içine yerleştirmek
efrad: fertler, bireyler (bk. f-r-d)
ehemmiyet: önem
emr-i tekvinî: yaratılışa dair emir (bk. k-v-n)
enaniyet: benlik
envâ: türler
evvelki: önceki
fakr: ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Ganiyy-i Kerîm: sonsuz cömertlik ve zenginlik sahibi olan Allah (bk. ğ-n-y; k-r-m)
gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)
hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i külliye: kapsamlı hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-l)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hüsn-ü istimal etmek: güzel kullanmak (bk. ḥ-s-n)
ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
imtisal: yerine getirme
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
itibariyle: özelliğiyle
kader: Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
Kadîr-i Rahîm: gücü her şeye yeten, rahmeti her şeyi kuşatan Allah (bk. ḳ-d-r; r-ḥ-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kesb: kazanma
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
mahiyet-i mâneviye: mânevî yapı (bk. a-n-y)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mevadd-ı muzırra: zararlı maddeler
mevcudiyet: varlık (bk. v-c-d)
müteveccih: yönelik
nazik: ince, zarif
nâzır: bakan (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sonsuz
ruh-u mânevî: mânevî ruh (bk. r-v-ḥ; a-n-y)
sû-i mizaç: kötü huy
şule: alev
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tabakat: tabakalar
tecelliyât: yansımalar (bk. c-l-y)
tefessüh etmek: bozulmak
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vecih: yön, yüz
vüs’at: genişlik

İşte, aynen onun gibi, insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edilmiş. Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında o cihâzât-ı mâneviyesini nefsin hevesâtına sarf etse; bozulan çekirdek gibi, bir cüz’î telezzüz için, kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mes’uliyet-i mâneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidat çekirdeğini İslâmiyet suyuyla, imanın ziyasıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisal edip cihâzât-ı mâneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i daimenin cihâzâtına cami’, kıymettar bir çekirdek ve revnakdâr bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur.

Şu hakikati, bir vakıa-i hayaliyede şöyle bir temsilde gördüm ki: Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bazı sarayların kapısına bakıyorum; gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi nazar-ı dikkati celb eder, herkesi eğlendirir bir cazibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, itle oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar yabanî gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahi çocukların oynamasını


âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)
âlem-i arzî: dünya âlemi (bk. a-l-m)
âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l)
bedbaht: talihsiz
berzah: kabir âlemi
cami’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a)
cazibedarlık: çekicilik
celb etmek: çekmek
cihazat: cihazlar, donanım
cihâzât-ı mâneviye: mânevî duygular (bk. a-n-y)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
ehemmiyetli: önemli
ehl-i dalâlet: sapıklık ve inkâr ehli (bk. ḍ-l-l)
evâmir-i Kur’âniye: Kur’ân’ın emirleri
hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i daime: devamlı hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hevesât: hevesler, gelip geçici arzular
hususî: özel
imtisal: yerine getirme
istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d)
kader: Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
kıymettar: değerli
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kuvve: duyu
letâif: insanın mânevi yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
mahiyet: öz nitelik, asıl yapı
medar: eksen, vesile
mes’uliyet-i maneviye: mânevî sorumluluk (bk. a-n-y)
mübarek: bereketli (bk. b-r-k)
münevver: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
musahhar etmek: boyun eğdirmek, hizmetine vermek
nazar-ı dikkat: dikkatle bakış (bk. n-ẓ-r)
nefis: can, kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç (bk. n-f-s)
revnaktar: süslü, hoş, güzel
sair: diğer
şecere-i bâkiye: ölümsüz ağaç (bk. b-ḳ-y)
şecere-i kâinat: kainat ağacı, evren (bk. k-v-n)
süflî: aşağı
sukut: düşüş, alçalma
tefessüh: bozulma, kokuşma
telezzüz: lezzetlenme, tad alma
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
terakkî: ilerleme
tevcih: yöneltme
tevdi etmek: emânet vermek
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vakıa-i hayaliye: hayalî olay (bk. ḥ-y-l)
vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d)
yabanî: yabancı
ziya: ışık

tanzim ediyorlar. Kapıcı da onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bom boş, hep nazik vazifeler muattal kalmış, ahlâkları sukut etmiş ki, kapıda bu sureti almışlardır.

Sonra geçtim, bir büyük saraya daha rast geldim. Gördüm ki, kapıda uzanmış vefadar bir it ve kaba, sert, sakin bir kapıcı ve sönük bir vaziyet vardı. Merak ettim, niçin o öyle, bu böyle? İçeriye girdim. Baktım ki, içerisi çok şenlik. Daire daire üstünde, ayrı ayrı nazik vazifelerle saray ehli meşguldürler. Birinci dairedeki adamlar, sarayın idaresini, tedbirini görüyorlar. Üstündeki dairede kızlar, çocuklar ders okuyorlar. Daha üstünde hanımlar, gayet lâtif san’atlar, güzel nakışlarla iştigal ediyorlar. En yukarıda efendi, padişahla muhabere edip halkın istirahatini temin için ve kendi kemâlâtı ve terakkiyâtı için, kendine has ve ulvî vazifelerle iştigal ediyor gördüm. Ben onlara görünmediğim için, yasak demediler, gezebildim.

Sonra çıktım, baktım. O şehrin her tarafında bu iki kısım saraylar var. Sordum.

Dediler: “O kapısı şenlik ve içi boş saraylar, kâfirlerin ileri gelenlerinindir ve ehl-i dalâletindir. Diğerleri, namuslu Müslüman büyüklerinindir.”

Sonra bir köşede bir saraya rast geldim. Üstünde “Said” ismini gördüm. Merak ettim. Daha dikkat ettim, suretimi üstünde gördüm gibi bana geldi. Kemâl-i taaccübümden bağırarak aklım başıma geldi, ayıldım.

İşte, o vakıa-i hayaliyeyi sana tabir edeceğim. Allah hayır etsin.

İşte, o şehir ise, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve medine-i medeniyet-i insaniyedir. O saraylar, herbirisi birer insandır. O saray ehli ise, insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letâif ve nefis ve hevâ ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye gibi şeylerdir. Herbir insanda herbir lâtifenin ayrı ayrı vazife-i ubûdiyetleri var. Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve hevâ, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler. İşte o yüksek letâifi nefis ve hevâya musahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakki değildir.

Sair cihetleri sen tabir edebilirsin.


âciz: zayıf, güçsüz (bk. a-c-z)
amel: davranış, iş
ehl-i dalâlet: sapıklık ve inkâr ehli (bk. ḍ-l-l)
elem: acı, sıkıntı
fiil: iş, hareket (bk. f-a-l)
has: özel
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların toplumsal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hevâ: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y)
iştigal etmek: meşgul olmak
istirahat: rahatlık, huzur
itibar: özellik
kâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden birini inkâr eden kimse (bk. k-f-r)
kemâl-i taaccüp: tam bir şaşkınlık (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)
kuvve-i gadabiye: öfke gücü
kuvve-i şeheviye: şehvet gücü
lâtif: ince, hoş (bk. l-ṭ-f)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
medine-i medeniyet-i insaniye: insanlığın uygarlık şehri
muattal kalma: kullanılmaz olma
muhabere: haberleşme
musahhar etmek: boyun eğdirmek, hizmetine vermek
nazik: ince, zarif
nefis: can, bir kimsenin kendisi (bk. n-f-s)
sa’y-i maddî: maddi çalışma
sair: diğer
sukut: düşme, alçalma
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tabir: yorumlama (bk. a-b-r)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
terakki: ilerleme
terakkiyât: ilerlemeler
ulvî: yüce
vakıa-i hayaliye: hayalî olay (bk. ḫ-y-l)
vazife-i asliye: esas vazife
vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d)
vefadar: vefalı

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, İkinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.431

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/431


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.
İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Birinci Nükte.

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.
İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

İnsanın saadet ve şekavetine medar Beş Nükteden ibarettir.

İNSAN ahsen-i takvimde yaratıldığı ve ona gayet cami’ bir istidat verildiği için, esfel-i sâfilînden tâ âlâ-yı illiyyîne, ferşten tâ Arşa, zerreden tâ şemse kadar dizilmiş olan makamâta, merâtibe, derecâta, derekâta girebilir ve düşebilir (1) bir meydan-ı imtihana atılmış, nihayetsiz sukut ve suûda giden iki yol onun önünde açılmış bir mu’cize-i kudret ve netice-i hilkat ve acube-i san’at olarak şu dünyaya gönderilmiştir. İşte, insanın şu dehşetli terakkî ve tedennîsinin sırrını Beş Nüktede beyan edeceğiz.

BİRİNCİ NÜKTE

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. Başka bir menzilde duran bir sevdiğini ziyaret etmek için o menzilin kapısını açmaya muhtaç olduğu gibi; berzaha göçmüş yüzde doksan dokuz ahbabını ziyaret etmek ve firâk-ı ebedîden kurtulmak için, koca dünyanın kapısını kapayacak ve bir mahşer-i acaip olan âhiret kapısını açacak, dünyayı kaldırıp âhireti yerine kuracak ve koyacak bir Kadîr-i Mutlakın dergâhına ilticaya muhtaçtır.

İşte, şu vaziyette bir insana hakikî mâbud olacak, yalnız, herşeyin dizgini elinde, herşeyin hazinesi yanında, herşeyin yanında nâzır, her mekânda hazır, mekândan münezzeh, aczden müberrâ, kusurdan mukaddes, nakstan muallâ bir


Dipnot-1

bk. Tîn Sûresi, 95:4-6.


acube-i san’at: san’at yönüyle hayret verici olan (bk. ṣ-n-a)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
ahbap: sevilenler, dostlar (bk. ḥ-b-b)
âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r)
ahsen-i takvim: insanın en güzel suret ve kıvamda yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
alâkadar: alâkalı, ilgili
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
berzah: kabir âlemi
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cami’: kapsamlı (bk. c-m-a)
Cemîl-i Zülcelâl: heybet ve yücelik sahibi, güzelliği sonsuz olan Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)
derecât: dereceler
derekât: aşağı mertebeler
dergâh: huzur, makam
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
envâ: neviler, türler
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
ferş: yer
firâk-ı ebedî: sonsuz ayrılık (bk. f-r-ḳ; e-b-d)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
iltica: sığınma
istidat: potansiyel kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
mâbud: ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r)
makamât: dereceler, makamlar
mebhas: bölüm, konu
medar: sebep, vesile
menzil: ev, mekân (bk. n-z-l)
merâtib: mertebeler
meydan-ı imtihan: imtihan meydanı
muallâ: yüksek, yüce
müberrâ: arınmış, uzak
mucize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mukaddes: kusur ve eksiklikten yüce, kutsal (bk. ḳ-d-s)
münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)
müştak: arzulu, çok istekli
naks: noksanlık, eksiklik
nâzır: bakan, gözlemci (bk. n-ẓ-r)
netice-i hilkat: yaratılış neticesi (bk. ḫ-l-ḳ)
nihayetsiz: sınırsız
nükte: ince anlamlı söz
saadet: mutluluk
şekavet: mutsuzluk, sıkıntı
şems: güneş
sır: gizem, gizli gerçek
sukut: düşüş, alçalış
suûd: yükseliş
tedennî: gerileme, alçalma
terakkî: ilerleme, yükselme
zerre: atom

Kadîr-i Zülcelâl, bir Rahîm-i Zülcemâl, bir Hakîm-i Zülkemâl olabilir. Çünkü, nihayetsiz hâcât-ı insaniyeyi ifa edecek, ancak nihayetsiz bir kudret ve muhit bir ilim sahibi olabilir. Öyle ise, mâbudiyete lâyık yalnız O’dur.

İşte, ey insan! Eğer yalnız Ona abd olsan, bütün mahlûkat üstünde bir mevki kazanırsın. Eğer ubûdiyetten istinkâf etsen, âciz mahlûkata zelil bir abd olursun. Eğer enâniyetine ve iktidarına güvenip, tevekkül ve duayı bırakıp, tekebbür ve dâvâya sapsan, o vakit iyilik ve icad cihetinde arı ve karıncadan daha aşağı, örümcek ve sinekten daha zayıf düşersin; şer ve tahrip cihetinde dağdan daha ağır, tâundan daha muzır olursun.

Evet, ey insan, sende iki cihet var: Birisi, icad ve vücut ve hayır ve müsbet ve fiil cihetidir. Diğeri, tahrip, adem, şer, nefy, infial cihetidir. Birinci cihet itibarıyla arıdan, serçeden aşağı, sinekten, örümcekten daha zayıfsın. İkinci cihet itibarıyla dağ, yer, göklerden geçersin. Onların çekindiği ve izhar-ı acz ettikleri bir yükü kaldırırsın. Onlardan daha geniş, daha büyük bir daire alırsın. Çünkü sen iyilik ve icad ettiğin vakit, yalnız vüs’atin nisbetinde, elin ulaşacak derecede, kuvvetin yetişecek mertebede iyilik ve icad edebilirsin. Eğer fenalık ve tahrip etsen, o vakit fenalığın tecavüz ve tahribin intişar eder.

Meselâ küfür bir fenalıktır, bir tahriptir, bir adem-i tasdiktir. Fakat o tek seyyie, bütün kâinatın tahkirini ve bütün esmâ-i İlâhiyenin tezyifini, bütün insaniyetin terzilini tazammun eder. Çünkü şu mevcudatın âli bir makamı, ehemmiyetli bir vazifesi vardır. Zira onlar mektubât-ı Rabbâniye ve merâyâ-yı Sübhâhiye ve memurîn-i İlâhiyedirler. Küfür ise, onları âyinedarlık ve vazifedarlık ve mânidarlık makamından düşürüp, abesiyet ve tesadüfün oyuncağı derekesine ve zevâl ve firâkın tahribiyle çabuk bozulup değişen mevadd-ı fâniyeye ve


abd: kul (bk. a-b-d)
abesiyet: faydasız ve gayesiz oluş
âciz: güçsüz, zavallı (bk. a-c-z)
adem: yokluk
adem-i tasdik: doğruyu kabul etmeme, tasdik etmeme (bk. ṣ-d-ḳ)
âli: yüksek, yüce
âyinedarlık: aynalık, ayna tutucu
cihet: yön, taraf
dâvâ: iddia
dereke: aşağı derece
enâniyet: benlik, gurur
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
fenâlık: kötülük (bk. f-n-y)
fiil: hareket, iş, etki (bk. f-a-l)
firâk: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
hâcât-ı insaniye: insanın ihtiyaçları (bk. ḥ-v-c)
Hakîm-i Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi, herşeyi hikmetle yaratan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; k-m-l)
hayır: iyilik (bk. ḫ-y-r)
icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d)
ifa etme: yerine getirme
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
infial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme (bk. f-a-l)
insaniyet: insanlık
intişar: yayılma
istinkâf: kabul etmeme, çekimserlik
izhar-ı acz: âcizliğini ortaya koyma (bk. ẓ-h-r; a-c-z)
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
mâbudiyet: ibadet edilmeye layık olma (bk. a-b-d)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mânidarlık: anlamlılık (bk. a-n-y)
mektubât-ı Rabbâniye: Allah’ın birer mektup gibi yazdığı ve san’atla yarattığı eserler, varlıklar (bk. k-t-b; r-b-b)
memurîn-i İlâhiye: Allah’ın emriyle hareket eden memurlar (bk. e-l-h)
merâyâ-yı Sübhâniye: Allah’ın isim ve sıfatlarını gösteren aynalar, varlıklar (bk. s-b-ḥ)
mevadd-ı fâniye: geçici maddeler (bk. f-n-y)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhit: herşeyi kuşatan, kapsamlı
müsbet: olumlu
muzır: zararlı
nefy: olumsuzluk
nihayetsiz: sınırsız
nisbet: ölçü (bk. n-s-b)
Rahîm-i Zülcemâl: güzelliği ve rahmeti sınırsız olan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
şer: kötülük
seyyie: kötülük, günah
tahkir: hakaret, aşağılama
tahrip: yıkıp bozma, yok etme
tâun: salgın ve ölümcül hastalık
tazammun: içine alma, içerme
tecavüz: haddi aşma, ileri gitme
tekebbür: büyüklenme, gururlanma (bk. k-b-r)
terzil: rezil ve alçak gösterme
tesadüf: rastlantı
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)
tezyif: hakaret, küçük düşürme
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
vüs’at: genişlik
zelil: alçak
zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l)

ehemmiyetsizlik, kıymetsizlik, hiçlik mertebesine indirdiği gibi; bütün kâinatta ve mevcudatın âyinelerinde nakışları ve cilveleri ve cemâlleri görünen esmâ-i İlâhiyeyi inkâr ile tezyif eder. Ve insanlık denilen, bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin cilvelerini güzelce ilân eden bir kaside-i manzume-i hikmet ve bir şecere-i bâkiyenin cihâzâtını cami’ çekirdek-misal bir mu’cize-i kudret-i bâhire ve emanet-i kübrâyı uhdesine almakla yer, gök, dağa tefevvuk eden ve melâikeye karşı rüçhâniyet kazanan bir sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziyeyi, en zelil bir hayvan-ı fâni-i zâilden daha zelil, daha zayıf, daha âciz, daha fakir bir derekeye atar ve mânâsız, karma karışık, çabuk bozulur bir âdi levha derekesine indirir.

Elhasıl: Nefs-i emmâre, tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz cinayet işleyebilir. Fakat icad ve hayırda iktidarı pek azdır ve cüz’îdir. Evet, bir haneyi bir günde harap eder, yüz günde yapamaz. Lâkin, eğer enâniyeti bıraksa, hayrı ve vücudu tevfik-i İlâhiyeden istese, şer ve tahripten ve nefse itimattan vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa, o vakit

 يُبَدِّلُ اللهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ 

sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabiliyet-i hayra inkılâb eder. Ahsen-i takvim kıymetini alır, âlâ-yı illiyyîne çıkar.

İşte, ey gafil insan! Bak Cenab-ı Hakkın fazlına ve keremine: Seyyieyi bir iken bin yazmak, haseneyi bir yazmak veya hiç yazmamak adalet olduğu halde, bir seyyieyi bir yazar; bir haseneyi on, bazan yetmiş, bazan yedi yüz, bazan yedi bin yazar. Hem şu Nükteden anla ki, o müthiş Cehenneme girmek ceza-yı ameldir, ayn-ı adldir; fakat Cennete girmek mahz-ı fazldır.


Dipnot-1

“Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” Furkan Sûresi, 25:70.


abd: kul (bk. a-b-d)
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
âdi: değersiz, basit
ahsen-i takvim: insanın en güzel bir şekilde ve tam kıvamında yaratılması (bk. ḥ-s-n)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
âyine: ayna
ayn-ı adl: adeletin ta kendisi (bk. a-d-l)
cami’: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)
çekirdek-misal: çekirdek gibi (bk. m-s̱-l)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
ceza-yı amel: amelin cezası
cihâzât: cihazlar, donanım
cihet: yön, taraf
cilve: yansıma, akis (bk. c-l-y)
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
dereke: aşağı derece
ehemmiyetsizlik: önemsizlik
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emanet-i kübrâ: en büyük emânet, halifelik (bk. e-m-n; k-b-r)
enâniyet: benlik, gurur
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusur ve noksandan uzak isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)
fazl: cömertlik, ihsan (bk. f-ḍ-l)
gafil: duyarsız, sorumsuz, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranan (bk. ğ-f-l)
hane: ev
harap etme: yıkma, yok etme
hasene: iyilik (bk. ḥ-s-n)
hayır: iyilik (bk. ḫ-y-r)
hayvan-ı fâni-i zâil: yok olup giden hayvan (bk. ḥ-y-y; f-n-y; z-v-l)
icad: yapma, meydana getirme (bk. v-c-d)
inkılâb etmek: dönüşmek
istiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme (bk. ğ-f-r)
itimat: güvenme
kabiliyet-i hayr: hayır kabiliyeti (bk. a-d-d; ḫ-y-r)
kabiliyet-i şer: kötülük kabiliyeti (bk. a-d-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kaside-i manzume-i hikmet: hikmetle ve düzenli bir şekilde yazılmış kaside, şiir (bk. n-ẓ-m; ḥ-k-m)
kerem: ikram, iyilik, bağış (bk. k-r-m)
kıymetsizlik: değersizlik
lâkin: fakat
mahz-ı fazl: iyilik ve bağışın ta kendisi (bk. f-ḍ-l)
mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mertebe: derece
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
mucize-i kudret-i bâhire: ap açık kudret mucizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
nakış: işleme, süsleme (bk. n-ḳ-ş)
nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sınırsız
nükte: ince ve derin mânâ
rüçhâniyet: üstünlük
sahib-i mertebe-i hilâfet-i arziye: yeryüzü halifeliğinin mertebesinin sahibi (bk. ḫ-l-f)
şecere-i bâkiye: devamlı ve kalıcı ağaç (bk. b-ḳ-y)
şer: kötülük
seyyie: kötülük
tahrip: bozup yıkma
tefevvuk: üstün gelme
tevfik-i İlâhiye: Allah’ın yardımı (bk. e-l-h)
tezyif: hakaret, küçük düşürme
uhde: üstüne alma, sorumluluk
vücud: varlık (bk. v-c-d)
zelil: aşağı, alçak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Birinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.428

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/428


CUMARTESİ DERSLERİ

Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var - De ki “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 2577), Bana dua edin, size cevap vereyim. (Mü'min Sûresi, 4060.) - Cumaretsi Dersleri 23. 1. 5.
Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var – De ki “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 2577), Bana dua edin, size cevap vereyim. (Mü’min Sûresi, 4060.) – Cumaretsi Dersleri 23. 1. 5.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ