Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

Dersdunyasi.net olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas İkinci Nükte.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.
Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

İKİNCİ NÜKTE

İnsanda iki vecih var. Birisi, enâniyet cihetinde şu hayat-ı dünyeviyeye nâzırdır. Diğeri, ubûdiyet cihetinde hayat-ı ebediyeye bakar.

Evvelki vecih itibarıyla öyle bir biçare mahlûktur ki, sermayesi, yalnız, ihtiyardan bir şa’re (saç) gibi cüz’î bir cüz-ü ihtiyarî; ve iktidardan zayıf bir kesb; ve hayattan, çabuk söner bir şule; ve ömürden çabuk geçer bir müddetçik; ve mevcudiyetten çabuk çürür küçük bir cisimdir. O haliyle beraber, kâinatın tabakatında serilmiş hadsiz envâın hesapsız efradından nazik, zayıf bir fert olarak bulunuyor.

İkinci vecih itibarıyla ve bilhassa ubûdiyete müteveccih acz ve fakr cihetinde, pek büyük bir vüs’ati var, pek büyük bir ehemmiyeti bulunuyor. Çünkü, Fâtır-ı Hakîm, insanın mahiyet-i mâneviyesinde nihayetsiz azîm bir acz ve hadsiz cesîm bir fakr derc etmiştir—tâ ki, kudreti nihayetsiz bir Kadîr-i Rahîm ve gınâsı nihayetsiz bir Ganiyy-i Kerîm bir Zâtın hadsiz tecelliyâtına cami’ geniş bir âyine olsun.

Evet, insan bir çekirdeğe benzer. Nasıl ki o çekirdeğe kudretten mânevî ve ehemmiyetli cihazat ve kaderden ince ve kıymetli program verilmiş; tâ ki toprak altında çalışıp, tâ o dar âlemden çıkıp, geniş olan hava âlemine girip, Hâlıkından istidat lisanıyla bir ağaç olmasını isteyip, kendine lâyık bir kemâl bulsun. Eğer o çekirdek, sû-i mizacından dolayı, ona verilen cihâzât-ı mâneviyeyi toprak altında bazı mevadd-ı muzırrayı celbine sarf etse, o dar yerde, kısa bir zamanda, faidesiz tefessüh edip çürüyecektir. Eğer o çekirdek, o mânevî cihâzâtını, 

فَالِقُ الْحَبِّ وَالنَّوٰى 

‘nın emr-i tekvînîsini imtisal edip hüsn-ü istimal etse, o dar âlemden çıkacak, meyvedar koca bir ağaç olmakla, küçücük cüz’î hakikati ve ruh-u mânevîsi büyük bir hakikat-i külliye suretini alacaktır.


Dipnot-1

Taneleri ve çekirdekleri çatlatan (Şüphesiz Allah’tır).


acz: güçsüzlük (bk. a-c-z)
azîm: çok büyük (bk. a-z-m)
biçare: çaresiz
bilhassa: özellikle
cami’: toplayan, kapsamlı (bk. c-m-a)
celb etmek: çekmek
cesîm: büyük
cihâzât: donanımlar
cihâzât-ı mâneviye: mânevî donanım, cihazlar (bk. a-n-y)
cihet: yön, taraf
cüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
derc etmek: içine yerleştirmek
efrad: fertler, bireyler (bk. f-r-d)
ehemmiyet: önem
emr-i tekvinî: yaratılışa dair emir (bk. k-v-n)
enaniyet: benlik
envâ: türler
evvelki: önceki
fakr: ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve benzersiz şeyleri üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Ganiyy-i Kerîm: sonsuz cömertlik ve zenginlik sahibi olan Allah (bk. ğ-n-y; k-r-m)
gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)
hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i külliye: kapsamlı hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-l)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hüsn-ü istimal etmek: güzel kullanmak (bk. ḥ-s-n)
ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
imtisal: yerine getirme
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
itibariyle: özelliğiyle
kader: Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
Kadîr-i Rahîm: gücü her şeye yeten, rahmeti her şeyi kuşatan Allah (bk. ḳ-d-r; r-ḥ-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kesb: kazanma
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
mahiyet-i mâneviye: mânevî yapı (bk. a-n-y)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mevadd-ı muzırra: zararlı maddeler
mevcudiyet: varlık (bk. v-c-d)
müteveccih: yönelik
nazik: ince, zarif
nâzır: bakan (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sonsuz
ruh-u mânevî: mânevî ruh (bk. r-v-ḥ; a-n-y)
sû-i mizaç: kötü huy
şule: alev
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tabakat: tabakalar
tecelliyât: yansımalar (bk. c-l-y)
tefessüh etmek: bozulmak
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vecih: yön, yüz
vüs’at: genişlik

İşte, aynen onun gibi, insanın mahiyetine, kudretten ehemmiyetli cihazat ve kaderden kıymetli programlar tevdi edilmiş. Eğer insan, şu dar âlem-i arzîde, hayat-ı dünyeviye toprağı altında o cihâzât-ı mâneviyesini nefsin hevesâtına sarf etse; bozulan çekirdek gibi, bir cüz’î telezzüz için, kısa bir ömürde, dar bir yerde ve sıkıntılı bir halde çürüyüp tefessüh ederek, mes’uliyet-i mâneviyeyi bedbaht ruhuna yüklenecek, şu dünyadan göçüp gidecektir.

Eğer o istidat çekirdeğini İslâmiyet suyuyla, imanın ziyasıyla, ubûdiyet toprağı altında terbiye ederek, evâmir-i Kur’âniyeyi imtisal edip cihâzât-ı mâneviyesini hakikî gayelerine tevcih etse; elbette âlem-i misal ve berzahta dal ve budak verecek ve âlem-i âhiret ve Cennette hadsiz kemâlât ve nimetlere medar olacak bir şecere-i bâkiyenin ve bir hakikat-i daimenin cihâzâtına cami’, kıymettar bir çekirdek ve revnakdâr bir makine ve bu şecere-i kâinatın mübarek ve münevver bir meyvesi olacaktır.

Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur.

Şu hakikati, bir vakıa-i hayaliyede şöyle bir temsilde gördüm ki: Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bazı sarayların kapısına bakıyorum; gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi nazar-ı dikkati celb eder, herkesi eğlendirir bir cazibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, itle oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar yabanî gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahi çocukların oynamasını


âlem-i âhiret: âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-ḫ-r)
âlem-i arzî: dünya âlemi (bk. a-l-m)
âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l)
bedbaht: talihsiz
berzah: kabir âlemi
cami’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a)
cazibedarlık: çekicilik
celb etmek: çekmek
cihazat: cihazlar, donanım
cihâzât-ı mâneviye: mânevî duygular (bk. a-n-y)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
ehemmiyetli: önemli
ehl-i dalâlet: sapıklık ve inkâr ehli (bk. ḍ-l-l)
evâmir-i Kur’âniye: Kur’ân’ın emirleri
hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i daime: devamlı hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hevesât: hevesler, gelip geçici arzular
hususî: özel
imtisal: yerine getirme
istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d)
kader: Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
kıymettar: değerli
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kuvve: duyu
letâif: insanın mânevi yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
mahiyet: öz nitelik, asıl yapı
medar: eksen, vesile
mes’uliyet-i maneviye: mânevî sorumluluk (bk. a-n-y)
mübarek: bereketli (bk. b-r-k)
münevver: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
musahhar etmek: boyun eğdirmek, hizmetine vermek
nazar-ı dikkat: dikkatle bakış (bk. n-ẓ-r)
nefis: can, kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i emmâre: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden güç (bk. n-f-s)
revnaktar: süslü, hoş, güzel
sair: diğer
şecere-i bâkiye: ölümsüz ağaç (bk. b-ḳ-y)
şecere-i kâinat: kainat ağacı, evren (bk. k-v-n)
süflî: aşağı
sukut: düşüş, alçalma
tefessüh: bozulma, kokuşma
telezzüz: lezzetlenme, tad alma
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
terakkî: ilerleme
tevcih: yöneltme
tevdi etmek: emânet vermek
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vakıa-i hayaliye: hayalî olay (bk. ḥ-y-l)
vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d)
yabanî: yabancı
ziya: ışık

tanzim ediyorlar. Kapıcı da onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bom boş, hep nazik vazifeler muattal kalmış, ahlâkları sukut etmiş ki, kapıda bu sureti almışlardır.

Sonra geçtim, bir büyük saraya daha rast geldim. Gördüm ki, kapıda uzanmış vefadar bir it ve kaba, sert, sakin bir kapıcı ve sönük bir vaziyet vardı. Merak ettim, niçin o öyle, bu böyle? İçeriye girdim. Baktım ki, içerisi çok şenlik. Daire daire üstünde, ayrı ayrı nazik vazifelerle saray ehli meşguldürler. Birinci dairedeki adamlar, sarayın idaresini, tedbirini görüyorlar. Üstündeki dairede kızlar, çocuklar ders okuyorlar. Daha üstünde hanımlar, gayet lâtif san’atlar, güzel nakışlarla iştigal ediyorlar. En yukarıda efendi, padişahla muhabere edip halkın istirahatini temin için ve kendi kemâlâtı ve terakkiyâtı için, kendine has ve ulvî vazifelerle iştigal ediyor gördüm. Ben onlara görünmediğim için, yasak demediler, gezebildim.

Sonra çıktım, baktım. O şehrin her tarafında bu iki kısım saraylar var. Sordum.

Dediler: “O kapısı şenlik ve içi boş saraylar, kâfirlerin ileri gelenlerinindir ve ehl-i dalâletindir. Diğerleri, namuslu Müslüman büyüklerinindir.”

Sonra bir köşede bir saraya rast geldim. Üstünde “Said” ismini gördüm. Merak ettim. Daha dikkat ettim, suretimi üstünde gördüm gibi bana geldi. Kemâl-i taaccübümden bağırarak aklım başıma geldi, ayıldım.

İşte, o vakıa-i hayaliyeyi sana tabir edeceğim. Allah hayır etsin.

İşte, o şehir ise, hayat-ı içtimaiye-i beşeriye ve medine-i medeniyet-i insaniyedir. O saraylar, herbirisi birer insandır. O saray ehli ise, insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letâif ve nefis ve hevâ ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye gibi şeylerdir. Herbir insanda herbir lâtifenin ayrı ayrı vazife-i ubûdiyetleri var. Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve hevâ, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler. İşte o yüksek letâifi nefis ve hevâya musahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakki değildir.

Sair cihetleri sen tabir edebilirsin.


âciz: zayıf, güçsüz (bk. a-c-z)
amel: davranış, iş
ehl-i dalâlet: sapıklık ve inkâr ehli (bk. ḍ-l-l)
elem: acı, sıkıntı
fiil: iş, hareket (bk. f-a-l)
has: özel
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların toplumsal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hevâ: kabiliyet ve duyguları nefsin yasak arzu ve isteklerinin emrine verme (bk. h-v-y)
iştigal etmek: meşgul olmak
istirahat: rahatlık, huzur
itibar: özellik
kâfir: Allah’ı veya Onun kesin olarak emrettiği şeylerden birini inkâr eden kimse (bk. k-f-r)
kemâl-i taaccüp: tam bir şaşkınlık (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar (bk. k-m-l)
kuvve-i gadabiye: öfke gücü
kuvve-i şeheviye: şehvet gücü
lâtif: ince, hoş (bk. l-ṭ-f)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
medine-i medeniyet-i insaniye: insanlığın uygarlık şehri
muattal kalma: kullanılmaz olma
muhabere: haberleşme
musahhar etmek: boyun eğdirmek, hizmetine vermek
nazik: ince, zarif
nefis: can, bir kimsenin kendisi (bk. n-f-s)
sa’y-i maddî: maddi çalışma
sair: diğer
sukut: düşme, alçalma
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tabir: yorumlama (bk. a-b-r)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
terakki: ilerleme
terakkiyât: ilerlemeler
ulvî: yüce
vakıa-i hayaliye: hayalî olay (bk. ḫ-y-l)
vazife-i asliye: esas vazife
vazife-i ubûdiyet: kulluk görevi (bk. a-b-d)
vefadar: vefalı

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, İkinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.431

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/431


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.
İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” – Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır – Gençlik Rehberi Okumaları 7

“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” - Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır - Gençlik Rehberi Okumaları 7

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi okumalarında bu derste “Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.’ – Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır” bölümü yer almaktadır.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler 11 yaşındaki Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.

“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” - Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır - Gençlik Rehberi Okumaları 7
“Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” – Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır – Gençlik Rehberi Okumaları 7

Risale-i Nur Külliyatı’ndan

GENÇLİK REHBERİ

Müellifi

Bedîüzzaman Said Nursî

SHORTS

Birkaç Bîçare Gençlere Verilen Bir Tenbih, Bir Ders, Bir İhtardır

Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben de eskiden Risale-i Nur’dan meded isteyen gençlere dediğim gibi dedim ki:

Sizdeki gençlik kat’iyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız o gençlik zayi olup başınıza hem dünyada hem kabirde hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek. Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarf etseniz o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebep olacak.

Hayat ise eğer iman olmazsa veyahut isyan ile o iman tesir etmezse hayat, zahirî ve kısacık bir zevk ve lezzetle beraber, binler derece o zevk ve lezzetten ziyade elemler, hüzünler, kederler verir. Çünkü insanda akıl ve fikir olduğu için hayvanın aksine olarak hazır zamanla beraber geçmiş ve gelecek zamanlarla da fıtraten alâkadardır. O zamanlardan dahi hem elem hem lezzet alabilir. Hayvan ise fikri olmadığı için hazır lezzetini, geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen korkular, endişeler bozmuyor. İnsan ise eğer dalalet ve gaflete düşmüş ise hazır lezzetine geçmişten gelen hüzünler ve gelecekten gelen endişeler o cüz’î lezzeti cidden acılaştırıyor, bozuyor. Hususan gayr-ı meşru ise bütün bütün zehirli bir bal hükmündedir. Demek hayvandan yüz derece, lezzet-i hayat noktasında aşağı düşer.

Belki ehl-i dalaletin ve gafletin hayatı belki vücudu belki kâinatı, bulunduğu gündür. Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalaleti noktasında ma’dumdur, ölmüştür. Akıl alâkadarlığı ile ona zulmetler, karanlıklar veriyor. Gelecek zamanlar ise itikadsızlığı cihetiyle yine ma’dumdur. Ve ademle hasıl olan ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına zulmetler veriyorlar.

Eğer iman, hayata hayat olsa o vakit hem geçmiş hem gelecek zamanlar imanın nuruyla ışıklanır ve vücud bulur. Zaman-ı hazır gibi ruh ve kalbine iman noktasında ulvi ve manevî ezvakı ve envar-ı vücudiyeyi veriyor. Bu hakikatin İhtiyar Risalesi’nde Yedinci Rica’da izahı var, ona bakmalısınız.

İşte hayat böyledir. Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle ziynetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza ediniz.

Her gün ve her yerde ve her vakit vefiyatların gösterdikleri dehşetli hakikat-i mevt ise size –başka gençlere söylediğim gibi– bir temsil ile beyan ediyorum:

Mesela, burada gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş. Onun yanında bir piyango –fakat pek büyük bir ikramiye biletleri veren– dairesi var. Biz buradaki on kişi alâküllihal, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edileceğiz, bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli olmasından her dakika, ya “Gel, idam biletini al, darağacına çık!” veyahut “Gel, milyonlar altın kazandıran bir ikramiye bileti sana çıkmış gel, al!” demelerini beklerken birden kapıya iki adam geldi.

Biri yarı çıplak güzel ve aldatıcı bir kadın, elinde zahiren gayet tatlı fakat zehirli bir helva getirip yedirmek istiyor.

Diğer biri de aldatmaz ve aldanmaz ciddi bir adam, o kadının arkasından girdi. Dedi ki: “Size bir tılsım, bir ders getirdim. Bunu okusanız o helvayı yemezseniz o darağacından kurtulursunuz. Bu tılsım ile o emsalsiz ikramiye biletinizi alırsınız. İşte bu darağacında zaten gözünüzle görüyorsunuz ki bal yiyenler oraya giriyorlar ve oraya girinceye kadar o helvanın zehirinden dehşetli karın sancısı çekiyorlar ve o büyük ikramiye biletini alanlar çendan görünmüyorlar ve zahiren onlar da o darağacına çıktıkları görünüyor. Fakat onlar asılmadıklarını, belki oradan kolayca ikramiye dairesine girmek için basamak yaptıklarını milyonlar şahitler var, haber veriyorlar. İşte pencerelerden bakınız. En büyük memurlar ve bu işle alâkadar büyük zatlar, yüksek sesle ilan ediyorlar ve haber veriyorlar ki o darağacına gidenleri aynelyakîn gözünüz ile gördüğünüz gibi bu ikramiye biletini tılsımcılar aldıklarını hiç şek ve şüphesiz, gündüz gibi kat’î biliniz.” dedi.

İşte bu temsil gibi zehirli bir bal hükmünde olan gayr-ı meşru dairedeki gençliğin sefahetkârane zevkleri, hazine-i ebediyenin ve saadet-i sermediyenin bileti ve vesikası olan imanı kaybettiği için darağacı hükmünde olan ölüm ve ebedî zulümat kapısı olan kabrin musibetine, aynen zahiren göründüğü gibi düşer. Ve ecel gizli olduğu için genç, ihtiyar fark etmeyerek her vakit ecel celladı, başını kesmek için gelebilir.

Eğer o zehirli bal hükmünde olan hevesat-ı gayr-ı meşruayı terk edip tılsım-ı Kur’anî olan iman ve feraizi elde etmekle ve fevkalâde mukadderat-ı beşer piyangosundan çıkan saadet-i ebediye hazinesi biletini alacağına, yüz yirmi dört bin enbiya aleyhimüsselâm ile beraber hadd ü hesaba gelmeyen ehl-i velayet ve ehl-i hakikat, müttefikan haber veriyorlar ve âsârını gösteriyorlar.

Elhasıl: Gençlik gidecek. Sefahette gitmiş ise hem dünyada hem âhirette, binler bela ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle sû-i istimal ile israfat ile gelen evhamlı hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve manevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz; hastahanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz.

Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı halinden, gençlik sâikasıyla israfat ve sû-i istimalden gelen hastalıktan enînler, eyvahlar işittiğiniz gibi; hapishanelerden dahi ekseriyetle gençliğin taşkınlık sâikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta –ehl-i keşfe’l-kuburun müşahedatıyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehadetiyle– ekser azaplar, gençlik sû-i istimalatının neticesi olduğunu bileceksiniz.

Hem nev-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretler ile “Eyvah gençliğimizi bâd-i heva, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız.” diyecekler. Çünkü beş on senelik gençliğin gayr-ı meşru zevki için dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta azap ve zarar ve âhirette cehennem ve sakar belasını çeken adam, en acınacak bir halde olduğu halde

اَلرَّاضٖى بِالضَّرَرِ لَا يُنْظَرُ لَهُ

sırrıyla hiç acınmaya müstahak olamaz. Çünkü zarara rızasıyla girene merhamet edilmez ve lâyık değildir.

Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitnesinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmin!

***

KAYNAK

https://www.risalekulliyati.com/kulliyat/genclik-rehberi/birkac-bicare-genclere-verilen-bir-tenbih–bir-ders–bir-ihtardir


GENÇLİK REHBERİ OKUMALARI – RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI’NDAN – ÜSTAD BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ – OKUYAN: HÜMA

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Gençlik Rehberi Okumalarında Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ında Gençlik Rehberinde yer alan bölümler Hüma kızımız tarafından okunmaktadır.






“Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.

"Biz öyle bir zâtın san'atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır." - Cumartesi Dersleri 22. 3.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Üçüncü Burhan.

"Biz öyle bir zâtın san'atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır." - Cumartesi Dersleri 22. 3.
“Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

ÜÇÜNCÜ BURHAN

Gel, bu müteharrik antika HAŞİYE-3 san’atlarına bak. Herbirisi öyle bir tarzda yapılmış; adeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor.

Hiç mümkün müdür ki, bu sarayın ustasından başka birisi gelip, bu acip sarayı küçük bir makinede derc etsin? Hem hiç mümkün müdür ki, bir kutu kadar bir makine, bütün bir âlemi içine aldığı halde, tesadüfî veyahut abes bir iş, içinde bulunsun?

Demek, bütün gözün gördüğü ne kadar antika makineler var, o gizli zâtın birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer ilânnâme hükmündedirler. Lisan-ı hâlleriyle derler ki: “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.”


Haşiye-3

Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zira hayvan, şu âlemin küçük bir fihristesi; ve mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musağğarı olduğundan, adeta âlemde ne varsa insanda nümunesi vardır.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
büzr: tohum
cism-i hayvanî: canlı bedeni (bk. ḥ-y-y)
çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş
dellâl: rehber, ilan edici
derc etmek: içine yerleştirmek
dirhem: eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
fihriste: indeks, plân
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ilânnâme: duyuru
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
leziz: lezzetli
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası
menzil: yer, mekan (bk. n-z-l)
misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cize-i kuvvet: kuvvet mu’cizesi (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z)
müteharrik: hareketli
nümune: örnek
nüsha: kopya
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
nüvat: çekirdek
patiska: pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez
râm olmak: boyun eğmek
safsata: yalan, uydurma
sikke: madenî para gibi şeyler üstüne vurulan damga, mühür
suhulet: kolaylık
tesadüfî: tesadüfen, rastgele
turra: padişah mührü, imzası
unsur: element
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, ÜÇÜNCÜ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.377

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/377


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ