İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Beşinci Nükte.

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.
İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

BEŞİNCİ NÜKTE

İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. Başka yerde izah ettiğimiz vazife-i insaniyetin ve ubûdiyetin esâsâtını şurada icmal edeceğiz, tâ ki “ahsen-i takvim” sırrı anlaşılsın.


abdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
âlem: dünya (bk. a-l-m)
belâğat: maksada ve hale uygun söz söyleme (bk. b-l-ğ)
cihet: yön
cismaniyet: maddi yapıya sahip olma
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e)
cüz’iyet: fertlik, bireylik (bk. c-z-e)
daire-i nezaret: gözetim dairesi (bk. n-ẓ-r)
ehemmiyetli: önemli
esâsât: esaslar
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaret: küçüklük, değersizlik
hakir: küçük, ehemmiyetsiz
hane: ev
haşmet: görkem, heybet
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hizmetkâr: hizmetçi
hürmetli: saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)
icmal: özetleme (bk. c-m-l)
istidâdât: kabiliyetler, yetenekler (bk. a-d-d)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
izah: açıklama
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kitab-ı âlem: âlem kitabı, kâinat (bk. k-t-b; a-l-m)
küllî: bireylerden oluşan topluluk, tür (bk. k-l-l)
levazımat: gerekli şeyler
lisan-ı nâtık: konuşan dil
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mertebe: derece
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudât-ı seyyâle: akıp giden varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisi (bk. ḥ-b-b; e-l-h)
münevver: nurlanmış, aydınlanmış (bk. n-v-r)
mütalâacı: okuyucu, tetkik edici
nâzır: gözlemci, gözetici (bk. n-ẓ-r)
nebâtât: bitkiler
nebatî: bitkisel
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
netice-i kelâm: sözün özü (bk. k-l-m)
Rabb-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m)
sağir: küçük
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
takvim: program
tazammun: içine alma, içerme
tehdit: korkutma
tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l)
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşvik: şevklendirme, cesaretlendirme
tevdi: bırakma, emanet etme
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vazife-i insaniyet: insanlığın vazifesi
ziya: ışık
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

İşte, insan, şu kâinata geldikten sonra iki cihetle ubûdiyeti var. Bir ciheti, gaibâne bir surette bir ubûdiyeti, bir tefekkürü var. Diğeri, hâzırâne, muhâtaba suretinde bir ubûdiyeti, bir münâcâtı vardır.

Birinci vecih şudur ki: Kâinatta görünen saltanat-ı Rububiyeti, itaatkârâne tasdik edip kemâlâtına ve mehâsinine hayretkârâne nezaretidir.

Sonra, esmâ-i kudsiye-i İlâhiyenin nukuşlarından ibaret olan bedî san’atları, birbirinin nazar-ı ibretlerine gösterip dellâllık ve ilâncılıktır.

Sonra, herbiri birer gizli hazine-i mâneviye hükmünde olan esmâ-i Rabbâniyenin cevherlerini idrak terazisiyle tartmak, kalbin kıymetşinaslığıyla takdirkârâne kıymet vermektir.

Sonra, kalem-i kudretin mektubatı hükmünde olan mevcudat sahifelerini, arz ve semâ yapraklarını mütalâa edip hayretkârâne tefekkürdür.

Sonra, şu mevcudattaki ziynetleri ve lâtif san’atları istihsankârâne temâşâ etmekle, onların Fâtır-ı Zülcemâlinin marifetine muhabbet etmek ve onların Sâni-i Zülkemâlinin huzuruna çıkmaya ve iltifatına mazhar olmaya bir iştiyaktır.

İkinci vecih huzur ve hitap makamıdır ki, eserden müessire geçer. Görür ki, bir Sâni-i Zülcelâl, kendi san’atının mu’cizeleriyle kendini tanıttırmak ve bildirmek ister. O da iman ile, marifet ile mukabele eder.

Sonra görür ki, bir Rabb-i Rahîm, rahmetinin güzel meyveleriyle kendini sevdirmek ister. O da Ona hasr-ı muhabbetle, tahsis-i taabbüdle kendini Ona sevdirir.

Sonra görüyor ki, bir Mün’im-i Kerîm, maddî ve mânevî nimetlerin lezizleriyle


arz: yeryüzü, dünya
bedî: güzel (bk. b-d-a)
cevher: değerli şey, öz
cihet: yön
dellâllık: ilâncılık, rehberlik
esmâ-i kudsiye-i İlâhiye: Allah’ın her türlü kusurdan uzak, kutsal isimleri (bk. s-m-v; ḳ-d-s; e-l-h)
esmâ-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; r-b-b)
Fâtır-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi hârika, üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-m-l)
gaibâne: yüzyüze olmadan, gizlice
hasr-ı muhabbet: sevgiyi yöneltme, sadece onu sevme (bk. ḥ-b-b)
hayretkârâne: hayret ederek
hazine-i mâneviye: manevi hazine (bk. a-n-y)
hâzırâne: hazırcasına
idrak: anlayış, kavrayış
iltifat: iyilik ve güzellikle muamele etme
istihsankârâne: beğenerek (bk. ḥ-s-n)
iştiyak: fazla arzu ve istek
itaatkârane: itaat ederek
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
kıymetşinaslık: kadir kıymet bilmek
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
leziz: lezzetli
marifet: tanıma, bilme (bk. a-r-f)
mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
mektubat: şuur sahiplerine hitap eden birer mektup gibi anlamlı şekilde yaratılmış varlıklar (bk. k-t-b)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
müessir: tesir eden
muhabbet: sevme (bk. ḥ-b-b)
muhâtab: hitap edilen, kendisine karşı konuşulan (bk. ḫ-ṭ-b)
mukabele: karşılık verme
Mün’im-i Kerîm: kerem sahibi ve nimet verici Allah (bk. n-a-m; k-r-m)
münâcât: Allah’a yalvarma, yakarma (bk. n-c-v)
mütalâa: okuma, inceleme
nazar-ı ibret: ibretli bakış (bk. n-ẓ-r)
nezaret: bakış, seyir (bk. n-ẓ-r)
nukuş: nakışlar, işlemeler (bk. n-ḳ-ş)
Rabb-i Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi ve herşeyin rabbi olan Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
saltanat-ı Rububiyet: Rablık saltanatı; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
Sâni-i Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; k-m-l)
semâ: gökyüzü (bk. s-m-v)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tahsis-i taabbüd: ibadeti ve kulluğu sadece Allah için yapma (bk. a-b-d)
takdirkârâne: takdir edercesine (bk. ḳ-d-r)
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde düşünme (bk. f-k-r)
temâşâ: hoşlanarak bakma
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
vecih: yön
ziynet: süs (bk. z-y-n)

onu perverde ediyor. O da, ona mukabil fiiliyle, hâliyle, kàliyle, hattâ elinden gelse bütün hasseleriyle, cihâzâtıyla şükür ve hamd ü senâ eder.

Sonra görüyor ki, bir Celîl-i Cemîl, şu mevcudatın âyinelerinde kibriyâ ve kemâlini ve celâl ve cemâlini izhar edip nazar-ı dikkati celb ediyor. O da, ona mukabil, “Allahu ekber, Sübhânallah” deyip, mahviyet içinde, hayret ve muhabbetle secde eder.

Sonra görüyor ki, bir Ganiyy-i Mutlak, bir sehâvet-i mutlak içinde nihayetsiz servetini, hazinelerini gösteriyor. O da, ona mukabil, tâzim ve senâ içinde, kemâl-i iftikarla sual eder ve ister.

Sonra görüyor ki, o Fâtır-ı Zülcelâl, yeryüzünü bir sergi hükmünde yapmış, bütün antika san’atlarını orada teşhir ediyor. O da, ona mukabil, “Mâşaallah” diyerek takdir ile, “Bârekâllah” diyerek tahsin ile, “Sübhânallah” diyerek hayret ile, “Allahu ekber” diyerek istihsan ile mukabele eder.

Sonra görüyor ki, bir Vâhid-i Ehad, şu kâinat sarayında taklit edilmez sikkeleriyle, Ona mahsus hâtemleriyle, Ona münhasır turralarıyla, Ona has fermanlarıyla, bütün mevcudata damga-i vahdet koyuyor ve tevhidin âyâtını nakşediyor. Ve âfâk-ı âlemin aktârında vahdâniyetin bayrağını dikiyor ve rububiyetini ilân ediyor. O da, ona mukabil, tasdik ile, iman ile, tevhid ile, iz’ân ile, şehadet ile, ubûdiyet ile mukabele eder.

İşte, bu çeşit ibadat ve tefekküratla hakikî insan olur, ahsen-i takvimde olduğunu gösterir, imanın yümniyle emanete lâyık, emin bir halife-i arz olur.


âfâk-ı âlem: âlemin ufukları (bk. a-l-m)
ahsen-i takvim: insanın en güzel bir şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
aktâr: her taraf
Allahu ekber: “Allah en büyüktür” (bk. k-b-r)
âyât: deliller
âyine: ayna
Bârekâllah: “Allah ne mübarek yaratmış” (bk. b-r-k)
celâl: heybet, yücelik, haşmet (bk. c-l-l)
celb: çekme
Celîl-i Cemîl: sonsuz güzellik, haşmet ve yücelik sahibi olan Allah (bk. c-l-l; c-m-l)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cihâzât: cihazlar, organlar
damga-i vahdet: birlik damgası (bk. v-ḥ-d)
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi hârika, üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
ferman: buyruk
fiil: iş, hareket (bk. f-a-l)
Ganiyy-i Mutlak: sınırsız zenginliğe sahip olan Allah (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâl: tavır, davranış
halife-i arz: yeryüzünün halifesi, yöneticisi (bk. ḫ-l-f)
hamd ü senâ: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hasse: duyu
hâtem: mühür, damga
ibadat: ibadetler (bk. a-b-d)
istihsan: beğenme, güzel bulma (bk. ḥ-s-n)
iz’ân: kesin şekilde inanma
izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kàl: söz, konuşma
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i iftikar: Allah’a karşı fakirliğini tam hissetme (bk. k-m-l; f-ḳ-r)
kibriyâ: büyüklük (bk. k-b-r)
mahsus: özgü
mahviyet: tevazu, alçak gönüllülük
Mâşaallah: “Allah ne güzel dilemiş ve yapmış”
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukabil/mukabele: karşılık verme
münhasır: ait olan
nakş etmek: işlemek (bk. n-ḳ-ş)
nazar-ı dikkat: dikkatle bakış (bk. n-ẓ-r)
perverde: beslenmiş, eğitilmiş
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sehâvet-i mutlak: sınırsız cömertlik (bk. c-v-d; ṭ-l-ḳ)
senâ: övme, yüceltme
sikke: mühür, işaret
sual etmek: istemek
Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” (bk. s-b-ḥ)
tahsin: beğenme, birşeyin güzelliğini ilân etme (bk. ḥ-s-n)
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tâzim: Allah’ın sonsuz büyüklüğünü dile getirme (bk. a-z-m)
tefekkürat: tefekkürler, düşünmeler (bk. f-k-r)
teşhir: sergileme
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
turra: mühür, nişan
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
Vâhid-i Ehad: bir olan ve birliği herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
yümn: uğur, bereket

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör.

Birinci levha: Ehl-i dalâlet gibi, fakat sarhoş olmadan, gaflet perdesiyle eskiden gördüğüm ehl-i gaflet dünyasının hakikatini tasvir eder.

İkinci levha: Ehl-i hidayet ve huzurun hakikat-i dünyalarına işaret eder. Eskiden ne tarzda yazılmış, o tarzda bıraktım. Şiire benzer, fakat şiir değillerdir.

سُبْحَانَكَ لاَعِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ     1

رَبِّ اشْرَحْ لِى صَدْرِى     وَيَسِّرْ لِىۤ اَمْرِى     وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِنْ لِسَانِى     يَفْقَهُوا قَوْلِى     2

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَى الذَّاتِ الْمُحَمَّدِيَّةِ اللَّطِيفَةِ اْلاَحَدِيَّةِ شَمْسِ سَمَۤاءِ اْلاَسْرَارِ وَمَظْهَرِ اْلاَنْوَارِ وَمَرْكَزِ مَدَارِ الْجَلاَلِ وَقُطْبِ فَلَكِ الْجَمَالِ     اَللّٰهُمَّ بِسِرِّهِ لَدَيْكَ     وَبِسَيْرِهِۤ اِلَيْكَ     اٰمِنْ خَوْفِى     وَاَقِلْ عُثْرَتِى     وَاذْهِبْ حُزْنِى وَحِرْصِى     وَكُنْ لِى وَخُذْنِى اِلَيْكَ مِنِّى     وَارْزُقْنِى الْفَنَۤاءَ عَنِّى وَلاَ تَجْعَلْنِى مَفْتُونًا بِنَفْسِى     مَحْجُوبًا بِحِسِّى     وَاكْشِفْ لِى عَنْ كُلِّ سِرِّ مَكْتُومٍ     يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ     يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ     يَا حَىُّ يَا قَيُّومُ     وَارْحَمْنِى وَارْحَمْ رُفَقَۤائِى     وَارْحَمْ اَهْلَ


Dipnot-1

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Muhakkak ki Sen, herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” (Bakara Sûresi, 2:32.)

Dipnot-2

“Ey Rabbim, gönlüme genişlik ver. İşimi kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz—tâ ki sözümü iyice anlasınlar.” (Tâhâ Sûresi, 20:25-28.)


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat (bk. e-ḫ-r)
ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
ehl-i dalâlet: sapıklık ve inkâr ehli (bk. ḍ-l-l)
ehl-i gaflet: âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olanlar (bk. ğ-f-l)
ehl-i hidayet ve huzur: doğru ve hak yolda ve huzurda olanlar (bk. h-d-y; ḥ-ḍ-r)
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
gaflet: umursamazlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsızlık (bk. ğ-f-l)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i dünya: dünyanın gerçek mâhiyeti, içyüzü (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
insan-ı gafil: sorumsuz, âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız olan insan (bk. ğ-f-l)
levha-i hakikat: hakikat levhası (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
müteveccih: yönelik
sû-i ihtiyar: iradeyi kötüye kullanma (bk. ḫ-y-r)
tasvir: anlatma, ifade etme (bk. ṣ-v-r)

اْلاِيمَانِ وَالْقُرْاٰنِ     اٰمِينَ يَۤا اَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ وَيَۤا اَكْرَمَ اْلاَكْرَمِينَ     1

وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ     2


Allahım! Sırlar semâsının güneşi, nurların mazharı, celâl dairesinin merkezi ve cemâl sahibinin kutbu olan Muhammed’in biricik, lâtif zâtına rahmet et. Allahım! Onun, Senin katındaki sırrı ve Sana olan seyri hürmetine, beni korkularımdan emin kıl, hatalarımı gider, hüznümü ve hırsımı benden gider. Varlığın ve huzurunla beni müşerref kıl. Beni benden kurtarıp kendine al. Kendi varlığımı Sana feda etmekle beni rızıklandır. Beni nefsime düşkün ve hissimle kör eyleme. Herbir gizli sırrı bana aç. Yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm, yâ Hayyu yâ Kayyûm! Bana, arkadaşlarıma ve ehl-i iman ve Kur’ân’a merhamet et. Âmin, ey merhametlilerin en merhametlisi ve kerem sahiplerinin en kerîmi olan Allahım!

“Onların duâları şu sözlerle sona erer: Ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet, Âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.” (Yunus Sûresi, 10:10.)


KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Beşinci Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.440

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/440


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.
İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Dördüncü Nükte.

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.
İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

İkinci Mebhas

DÖRDÜNCÜ NÜKTE

İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. Yalnız, bazı vakit lisan-ı hâl duasıyla hasılolan bir matlubunu, yanlış olarak kendi iktidarına haml eder.

Meselâ, tavuğun yavrusunun zaafındaki kuvvet, tavuğu arslana saldırtır. Yeni dünyaya gelen arslanın yavrusu, o canavar ve aç arslanı kendine musahhar edip, onu aç bırakıp kendi tok oluyor. İşte câ-yı dikkat, zaaftaki bir kuvvet ve şâyân-ı temâşâ bir cilve-i rahmet…

Nasıl ki, nazdar bir çocuk, ağlamasıyla, ya istemesiyle, ya hazin haliyle matluplarına öyle muvaffak olur ve öyle kavîler ona musahhar olurlar ki, o matluplardan binden birisine bin defa kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek zaaf ve acz, onun hakkında şefkat ve himayeti tahrik ettikleri için, küçücük parmağıyla kahramanları kendine musahhar eder. Şimdi, böyle bir çocuk, o şefkati inkâr etmek ve o himayeti ithametmek suretiyle, ahmakâne bir gururla, “Ben kuvvetimle bunları teshir ediyorum” dese, elbette bir tokat yiyecektir.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
ahmakâne: ahmakça
aşr-i mişâr: yüzde bir
câ-yı dikkat: dikkat edilecek nokta
cilve-i rahmet: rahmet görüntüsü (bk. c-l-y; r-ḥ-m)
dua: Allah’a yalvarma, niyaz (bk. d-a-v)
eda: yerine getirme
elem: acı, keder
hademe: hizmetçi
halen: hareket ve davranışla
haml etme: yüklenme, üstlenme
haram: dinen yasaklanmış (bk. ḥ-r-m)
hasıl olma: meydana gelme
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hazin: hüzünlü, üzüntülü
helâl: dinen yapılmasına izin verilen
himayet: koruma
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
iktidar-ı zâtî: kendi zâtının kudreti, kişisel güç (bk. ḳ-d-r)
İstanbul: (bk. bilgiler)
istimdad: yardım dileme
itham: suçlama
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalen: sözle
kavî: güçlü, kuvvetli
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lehviyât-ı muharreme: haram kılınmış eğlenceler (bk. ḥ-r-m)
lezâiz-i nâmeşru: haram olan lezzetler (bk. ş-r-a)
lisan-ı hâl: hal ve davranış dili
maksat: gaye, istek (bk. ḳ-ṣ-d)
matlub: istek, arzu (bk. ṭ-l-b)
meşru: helâl, dine uygun (bk. ş-r-a)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
mülâkat: buluşma, karşılaşma
musahhar: boyun eğme, itaat etme
muvaffak: başarılı
nazdar: nazlı
nazenin: ince, narin, duyarlı
nazik: ince, zarif
sa’y: çalışma, emek
sair: diğer
şâyân-ı temâşâ: seyretmeye değer
şefkat: içten ve karşılıksız sevgi (bk. ş-f-ḳ)
şimendifer: tren
tabir: yorumlama, açıklama (bk. a-b-r)
tahrik: harekete getirme
tasavvur-u zevâl: gelip geçiciliği düşünme (bk. ṣ-v-r; z-v-l)
tavren: tavırla
teshir: boyun eğdirme
zaaf: zayıflık

İşte, insan dahi, Hâlıkının rahmetini inkâr ve hikmetini itham edecek bir tarzda, küfran-ı nimet suretinde, Karun gibi

 اِنَّمَۤا اُو تِيتُهُ عَلٰى عِلْمٍ 1 

yani “Ben kendi ilmimle, kendi iktidarımla kazandım” dese, elbette sille-i azâba kendini müstehakeder.

Demek, şu meşhud saltanat-ı insaniyet ve terakkiyât-ı beşeriye ve kemâlât-ı medeniyet, celb ile değil, galebe ile değil, cidal ile değil, belki ona onun zaafı için teshir edilmiş, onun aczi için ona muavenet edilmiş, onun fakrı için ona ihsanedilmiş, onun cehli için ona ilham edilmiş, onun ihtiyacı için ona ikram edilmiş. Ve o saltanatın sebebi, kuvvet ve iktidar-ı ilmî değil, belki şefkat ve re’fet-i Rabbâniye ve rahmet ve hikmet-i İlâhiyedir ki, eşyayı ona teshir etmiştir. Evet, bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerata mağlûp olan insana bir küçük kurttan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, onun iktidarı değil, belki onun zaafının semeresi olan teshir-i Rabbânî ve ikram-ı Rahmânîdir.

Ey insan! Madem hakikat böyledir. Gururu ve enâniyeti bırak. Ulûhiyetin dergâhında acz ve zaafını, istimdat lisanıyla; fakr ve hâcâtını, tazarru ve dua lisanıyla ilân et ve abd olduğunu göster. Ve 

 حَسْبُنَا اللهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ 2 

de, yüksel.

Hem deme ki: “Ben hiçim; ne ehemmiyetim var ki, bu kâinat bir Hakîm-i Mutlaktarafından kasdî olarak bana teshir edilsin, benden bir şükr-ü küllî istenilsin?”

Çünkü, sen çendan nefsin ve suretin itibarıyla hiç hükmündesin. Fakat vazife 


Dipnot-1

Kasas Sûresi, 28:78

Dipnot-2

“Allah bize yeter. O ne güzel Vekîl’dir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.


abd: kul (bk. a-b-d)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
belki: aslında, gerçekte
cehl: cahillik, bilgisizlik
celb: çekme
çendan: gerçi, her ne kadar
cidal: mücadele, kavga
dergâh: makam, huzur
dua: Allah’a yalvarma, niyaz (bk. d-a-v)
ehemmiyet: değer, önem
enâniyet: kendini beğenme, benlik
eşya: şeyler, varlıklar
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
galebe: üstünlük
hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
haşerat: zararlı hayvanlar
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i İlâhiye: Allah’ın hikmeti (bk. ḥ-k-m; e-l-h)
ihsan edilmek: bağışlanmak (bk. ḥ-s-n)
ikram-ı Rahmânî: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah’ın ikramı (bk. k-r-m; r-ḥ-m)
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
iktidar-ı ilmî: ilmi güç (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
ilham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ
istimdat: medet isteme
itham: suçlama
itibarıyla: özelliğiyle
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
Karun: (bk. bilgiler)
kasdî: bilerek, isteyerek (bk. ḳ-ṣ-d)
kemâlât-ı medeniyet: medeniyetin mükemmellikleri, üstünlükleri (bk. k-m-l)
küfran-ı nimet: nimete karşı nankörlük (bk. k-f-r; n-a-m)
mağlûp: yenilmiş
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
muavenet: yardım
müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nefis: can, kişinin kendisi (bk. n-f-s)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
re’fet-i Rabbâniye: Allah’ın acıması (bk. r-b-b)
saltanat: egemenlik, hükümranlık (bk. s-l-ṭ)
saltanat-ı insaniyet: insanlık saltanatı, egemenliği (bk. s-l-ṭ)
şefkat: içten ve karşılıksız merhamet, sevgi (bk. ş-f-ḳ)
semere: meyve, netice
sille-i azâb: azap tokadı
şükr-ü küllî: bütün nimetler için varlıkların tamamı adına yapılan şükür (bk. ş-k-r; k-l-l)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
tazarru: dua, yakarış
terekkiyât-ı beşeriye: insanlığa ait terakkiler, ilerlemeler
teshir: boyun eğdirme
teshir-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın herşeye boyun eğdirmesi (bk. r-b-b)
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
zaaf: zayıflık

ve mertebe noktasında, sen şu haşmetli kâinatın dikkatli bir seyircisi, şu hikmetli mevcudatın belâğatli bir lisan-ı nâtıkı ve şu kitab-ı âlemin anlayışlı bir mütalâacısı ve şu tesbih eden mahlûkatın hayretli bir nâzırı ve şu ibadet eden masnuâtın hürmetli bir ustabaşısı hükmündesin.

Evet, ey insan! Sen, nebatî cismaniyetin cihetiyle ve hayvanî nefsin itibarıyla sağîr bir cüz, hakir bir cüz’î, fakir bir mahlûk, zayıf bir hayvansın ki, bütün dehşetli mevcudat-ı seyyâlenin dalgaları içinde çalkanıp gidiyorsun. Fakat muhabbet-i İlâhiyenin ziyasını tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip, insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın; ve cüz’iyetin içinde bir küllîsin; küçüklüğün içinde bir âlemsin; ve hakaretin içinde öyle makamın büyük ve daire-i nezaretin geniş bir nâzırsın ki, diyebilirsin: “Benim Rabb-i Rahîmim dünyayı bana bir hane yaptı. Ay ve güneşi o haneme bir lâmba; ve baharı, bir deste gül; ve yazı, bir sofra-i nimet; ve hayvanı bana hizmetkâryaptı. Ve nebâtâtı o hanemin ziynetli levazımatı yapmıştır.”

Netice-i kelâm: Sen eğer nefis ve şeytanı dinlersen, esfel-i sâfilîne düşersin. Eğer hak ve Kur’ân’ı dinlersen, âlâ-yı illiyyîne çıkar, kâinatın bir güzel takvimi olursun.


abdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n)
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi
âlem: dünya (bk. a-l-m)
belâğat: maksada ve hale uygun söz söyleme (bk. b-l-ğ)
cihet: yön
cismaniyet: maddi yapıya sahip olma
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e)
cüz’iyet: fertlik, bireylik (bk. c-z-e)
daire-i nezaret: gözetim dairesi (bk. n-ẓ-r)
ehemmiyetli: önemli
esâsât: esaslar
esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaret: küçüklük, değersizlik
hakir: küçük, ehemmiyetsiz
hane: ev
haşmet: görkem, heybet
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hizmetkâr: hizmetçi
hürmetli: saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)
icmal: özetleme (bk. c-m-l)
istidâdât: kabiliyetler, yetenekler (bk. a-d-d)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
izah: açıklama
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kitab-ı âlem: âlem kitabı, kâinat (bk. k-t-b; a-l-m)
küllî: bireylerden oluşan topluluk, tür (bk. k-l-l)
levazımat: gerekli şeyler
lisan-ı nâtık: konuşan dil
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mertebe: derece
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudât-ı seyyâle: akıp giden varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbet-i İlâhiye: Allah sevgisi (bk. ḥ-b-b; e-l-h)
münevver: nurlanmış, aydınlanmış (bk. n-v-r)
mütalâacı: okuyucu, tetkik edici
nâzır: gözlemci, gözetici (bk. n-ẓ-r)
nebâtât: bitkiler
nebatî: bitkisel
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
netice-i kelâm: sözün özü (bk. k-l-m)
Rabb-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; r-ḥ-m)
sağir: küçük
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
takvim: program
tazammun: içine alma, içerme
tehdit: korkutma
tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l)
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşvik: şevklendirme, cesaretlendirme
tevdi: bırakma, emanet etme
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
vazife-i insaniyet: insanlığın vazifesi
ziya: ışık
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Dördüncü Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.438

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/438


CUMARTESİ DERSLERİ

O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü'l-âbâd tarafına bir yolculuktur. - Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.
O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ