Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
“Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29.
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi– İkinci Şule – İKİNCİ NUR.
“Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29. – Sözler 25. 2. 2. 1.
SHORTS
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
İkinci Şule
İkinci Şulenin Üç Nuru var.
…
İKİNCİ NURU
Kur’ân-ı Hakîmin, âyetlerinin hâtimelerinde gösterdiği fezlekeler ve Esmâ-i Hüsnâ cihetindeki üslûb-u bediîsinde olan meziyet-i i’câziyeye dairdir.
İhtar: Şu İkinci Nurda çok âyetler gelecektir. O âyetler, yalnız İkinci Nurun misalleri değil, belki geçmiş mesâil ve Şuaların misalleri dahi olurlar. Bunları hakkıyla izah etmek çok uzun gelir. Şimdilik ihtisar ve icmâle mecburum. Onun için, gayet muhtasar bir tarzda, şu sırr-ı azîm-i i’câzın misallerinden olan âyetlere birer işaret edip, tafsilâtını başka vakte tâlik ettik.
İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, âyetlerin hâtimelerinde galiben bazı fezlekeleri zikreder ki, o fezlekeler, ya Esmâ-i Hüsnâyı veya mânâlarını tazammun ediyor; veyahut, aklı tefekküre sevk etmek için akla havale eder, veyahut makàsıd-ı Kur’âniyeden bir kaide-i külliyeyi tazammun eder ki, âyetin tekid ve teyidi için fezlekeler yapar. İşte o fezlekelerde Kur’ân’ın hikmet-i ulviyesinden bazı işarat ve hidayet-i İlâhiyenin âb-ı hayatından bazı reşaşat, i’câz-ı Kur’ân’ın berklerinden bazı şerarat vardır. Şimdi, pek çok o işarattan yalnız on tanesini icmalen zikrederiz. Hem pek çok misallerinden birer misal ve herbir misalin pek çok hakaikından yalnız herbirinde bir hakikatin meâl-i icmâlîsine işaret ederiz. Bu on işaretin ekserîsi, ekser âyetlerde müctemian beraber bulunup hakikî bir nakş-ı i’câzî teşkil ederler. Hem misal olarak getirdiğimiz âyetlerin ekserîsi, ekser işârâta misaldir. Biz yalnız her âyetten bir işaret göstereceğiz. Misal getireceğimiz âyetlerden, eski Sözlerde bahsi geçenlerin yalnız meâline bir hafif işaret ederiz.
BİRİNCİ MEZİYET-İ CEZÂLET:
Kur’ân-ı Hakîm, i’cazkâr beyanatıyla Sâni-i Zülcelâlin ef’al ve eserlerini nazara karşı serer, bast eder. Sonra, o âsar ve
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)âsar: eserlerbast etmek: yaymak, genişlemekberk: şimşekbeyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)cihet: yön, tarafef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)fezleke: özet, neticegaliben: çoğunluklahakaik: gerçekler, doğrular (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hâtime: sonhidayet-i İlâhiye: Allah’ın doğru yola erdirmesi (bk. h-d-y; e-l-h)hikmet-i ulviye: yüce hikmet (bk. ḥ-k-m)i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cize oluşu (bk. a-c-z)i’cazkâr: mu’cizeli (bk. a-c-z)icmâl: özetleme (bk. c-m-l)icmalen: kısaca (bk. c-m-l)ihtar: hatırlatmaihtisar: özetleme, kısaltma
iktifa: yetinmeişârât: işaretlerizah etmek: açıklamakizahat: izahlar, açıklamalarkaide-i külliye: genel kural (bk. k-l-l)Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)makàsıd-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın maksatları (bk. ḳ-ṣ-d)meâl: kısaca anlammeâl-i icmâlî: kısaca mânâ (bk. c-m-l)mecmu-u Kur’ân: Kur’ân’ın tamamı (bk. c-m-a)mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)meziyet-i cezâlet: ifade güzelliğindeki üstünlük (bk. c-z-l)meziyet-i i’câziye: mu’cizelik meziyeti, üstünlüğü (bk. a-c-z)muhtasar: kısaca, özetle
müctemian: topluca, beraber (bk. c-m-a)nakş-ı i’câz: mu’cizelik nakşı (bk. n-ḳ-ş; a-c-z)nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)reşaşat: sızıntılar, serpintilerSâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atla yapan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)sırr-ı azîm-i i’câz: mu’ceziliğin büyük sırrı (bk. a-ẓ-m; a-c-z)şerarat: parlak kıvılcımlarşua: parıltıtafsilât: ayrıntılartâlik: sonraya bırakmatazammun etmek: içine almaktefekkür: düşünme (bk. f-k-r)tekid: sağlamlaştırma, kuvvetlendirmeteşkil etmek: meydana getirmekteyid: destekleme, kuvvetlendirmeüslûb-u bedî: eşsiz güzellikteki ifade tarzı (bk. b-d-a)
ef’âlinde esmâ-i İlâhiyeyi istihraç eder; veya haşir ve tevhid gibi bir makàsıd-ı asliye-i Kur’âniyeyi ispat ediyor.
Birinci âyette âsârı bast edip, bir neticenin, bir mühim maksudun mukaddemâtı gibi, ilim ve kudrete gayat ve nizâmâtıyla şehadet eden en azîm eserleri serd eder, Alîm ismini istihraç eder. İkinci âyette, Birinci Şulenin Birinci Şuaının Üçüncü Noktasında bir derece izah olunduğu gibi, Cenâb-ı Hakkın büyük ef’âlini, azîm âsârını zikrederek, neticesinde, yevm-i fasl olan haşri, netice olarak zikrediyor.
Dipnot-1 “Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29.
Dipnot-2 “Yeryüzünü bir döşek, dağları birer kazık yapmadık mı? Sizi de çift çift yarattık. Uykunuzu bir dinlenme vasıtası kıldık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü bir maişet vakti kıldık. Üzerinizde yedi sağlam semâ kurduk. Gökyüzüne parıl parıl parlayan bir kandil astık. Yağışa hazır bulutlardan, bol bol su indirdik. Onunla yerden daneler ve bitkiler, gür ağaçlı bahçeler çıkardık. Şüphesiz, hüküm günü belirlenmiş bir vakittir.” Nebe’ Sûresi, 78:6-17.
Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)âsar: eserlerazîm: büyük (bk. a-ẓ-m)bast etmek: yaymakbeşer: insanCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)esmâ: isimler (bk. s-m-v)esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)fezleke: netice, özetgayat: gayelerhaşir: öldükten sonra yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)istihraç etmek: meydana çıkarmakizah: açıklamakudret: Allah’ın sonsuz güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r)makàsıd-ı asliye-i Kur’âniye: Kur’ân’ın asıl maksatları, gayeleri (bk. ḳ-ṣ-d)maksud: maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d)mensucat: dokumalarmukaddemât: önsözler, başlangıçlar (bk. ḳ-d-m)mühim: önemlinazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)netice: sonuçnizâmât: nizamlar, düzenler (bk. n-ẓ-m)nükte-i belâğat: belâğat inceliği (bk. b-l-ğ)
san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h)serd etmek: sözü peş peşe ve güzel bir edâ ile söylemekşehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)tayyetme: sarıp dürme, yerleştirmetevhid: birleme, Allah’ın birliğine inanma (bk. v-ḥ-d)yevm-i fasl: iyi insanların kötülerden kısım kısım ayrıldığı ve dâvâların halledildiği kıyâmet günü
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi– İkinci Şule – İKİNCİ NUR, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz İkinci Mebhas Üçüncü Nükte.
O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Üçüncü Söz
İkinci Mebhas
ÜÇÜNCÜ NÜKTE
İnsan, fiil ve amel cihetinde ve sa’y-i maddî itibarıyla zayıf bir hayvandır, âciz bir mahlûktur. Onun o cihetteki daire-i tasarrufâtı ve mâlikiyeti o kadar dardır ki, elini uzatsa ona yetişebilir. Hattâ, insanın eline dizginini veren hayvânât-ı ehliye, insanın zaaf ve acz ve tembelliğinden birer hisse almışlardır ki, yabanîemsallerine kıyas edildikleri vakit, azîm fark görünür (ehlî keçi ve öküz, yabanî keçi ve öküz gibi).
Fakat o insan, infial ve kabul ve dua ve sual cihetinde, şu dünya hanında aziz bir yolcudur. Ve öyle bir Kerîme misafir olmuş ki, nihayetsiz rahmet hazinelerini ona açmış; ve hadsiz bedî masnuâtını ve hizmetkârlarını ona musahhar etmiş; ve o misafirin tenezzühüne ve temâşâsına ve istifadesine öyle büyük bir daire açıp müheyyâ etmiştir ki, o dairenin nısf-ı kutru, yani merkezden muhit hattına kadar, gözün kestiği miktar, belki hayalin gittiği yere kadar geniştir ve uzundur.
İşte, eğer insan enâniyetine istinad edip, hayat-ı dünyeviyeyi gaye-i hayal ederek, derd-i maişet içinde, muvakkat bazı lezzetler için çalışsa, gayet dar bir daire içinde boğulur, gider. Ona verilen bütün cihazat ve âlât ve letâif, ondan şikâyet ederek haşirde onun aleyhinde şehadet edeceklerdir ve dâvâcı olacaklardır. Eğer kendini misafir bilse, misafir olduğu Zât-ı Kerîmin izni dairesinde sermaye-i ömrünü sarf etse, öyle geniş bir daire içinde uzun bir hayat-ı ebediye için güzel çalışır ve teneffüs edip istirahat eder, sonra âlâ-yı illiyyîne kadar gidebilir. Hem de bu insana verilen bütün cihazat ve âlât, ondan memnun olarak âhirette lehinde şehadet ederler.
Evet, insana verilen bütün cihâzât-ı acîbe, bu ehemmiyetsiz hayat-ı dünyeviye için değil, belki pek ehemmiyetli bir hayat-ı bâkiye için verilmişler. Çünkü, insanı hayvana nisbet etsek görüyoruz ki, insan, cihazat ve âlât itibarıyla çok zengindir, yüz derece hayvandan daha ziyadedir. Hayat-ı dünyeviyelezzetinde ve hayvanî yaşayışında, yüz derece aşağı düşer. Çünkü her gördüğü lezzetinde binler elem izi vardır. Geçmiş zamanın elemleri ve gelecek zamanın korkuları ve herbir lezzetin dahi elem-i zevâli, onun zevklerini bozuyor ve lezzetinde bir iz bırakıyor. Fakat hayvan öyle değil; elemsiz bir lezzet alır, kedersiz bir zevk eder.
âciz: zayıf, güçsüz (bk. a-c-z) âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi âlât: âletler, organlar amel: davranış, iş azîm: büyük (bk. a-z-m) aziz: izzetli, değerli (bk. a-z-z) bedî: güzel (bk. b-d-a) cihazat: cihazlar, duyu ve organlar cihâzât-ı acîbe: şaşırtıcı ve hayret verici cihazlar, duyu ve organlar cihet: yön daire-i tasarrufât: tasarruf etme dairesi, hareket alanı (bk. ṣ-r-f) derd-i maişet: geçim derdi (bk. a-y-ş) dua: Allah’a yalvarma, isteme (bk. d-a-v) ehlî: evcil elem: acı, keder elem-i zevâl: sona erme elemi (bk. z-v-l) emsal: benzerler (bk. m-s̱-l) enâniyet: benlik fiil: iş, hareket (bk. f-a-l) gaye-i hayal: hayal edilen gaye, hedef (bk. ḫ-y-l) haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hayat-ı bâkiye: sürekli ve kalıcı olan hayat (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y) hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d) hayvan: canlı hayvânât-ı ehliye: evcil hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hayvanî: hayvanca (bk. ḥ-y-y) hizmetkâr: hizmetçi infial: fiilden etkilenme, bir tesirin gücü altında hareket etme (bk. f-a-l) istifade: yararlanma istinad: dayanma, güvenme (bk. s-n-d) itibar: özellik Kerîm: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m) letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f) mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mâlikiyet: sahiplik (bk. m-l-k) masnuât: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
müheyyâ: hazırlamamuhit: çevre musahhar: emre verme muvakkat: geçici nihayetsiz: sınırsız nisbet etme: kıyaslama (bk. n-s-b) nısf-ı kutr: yarı çap rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) sarf etmek: harcamak sa’y-i maddî: maddi çalışma şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) sermaye-i ömür: ömür sermayesi temâşâ: seyretme teneffüs: nefeslenme, rahatlama tenezzüh: seyir ve gezinti (bk. n-z-h) yabanî: vahşi, evcil olmayan zaaf: zayıflık Zât-ı Kerîm: sınırsız cömertlik ve ikram sahibi Zât, Allah (bk. k-r-m) ziyade: çok, fazla
Ne geçmiş zamanın elemleri onu incitir, ne gelecek zamanın korkuları onu ürkütür. Rahatla yaşar, yatar, Hâlıkına şükreder.
Demek, ahsen-i takvim suretinde yaratılan insan, hayat-ı dünyeviyeye hasr-ı fikir etse, yüz derece sermayece hayvandan yüksek olduğu halde, yüz derece serçe kuşu gibi bir hayvandan aşağı düşer. Başka bir yerde bir temsille bu hakikati beyan etmiştim. Münasebet geldi, yine o temsili tekrar ediyorum. Şöyle ki:
Bir adam, bir hizmetkârına on altın verip “Mahsus bir kumaştan bir kat elbise yaptır” emreder. İkincisine bin altın verir, bir pusula içinde bazı şeyler yazılı o hizmetkârın cebine koyar, bir pazara gönderir.
Evvelki hizmetkâr, on altınla âlâ kumaştan mükemmel bir elbise alır. İkinci hizmetkâr, divanelik edip, evvelki hizmetkâra bakıp, cebine konulan hesap pusulasını okumayarak, bir dükkâncıya bin altın vererek bir kat elbise istedi. İnsafsız dükkâncı da kumaşın en çürüğünden bir kat elbise verdi. O bedbaht hizmetkâr, seyyidinin huzuruna geldi ve şiddetli bir tedip gördü ve dehşetli bir azap çekti.
İşte, ednâ bir şuuru olan anlar ki, ikinci hizmetkâra verilen bin altın, bir kat elbise almak için değildir. Belki mühim bir ticaret içindir.
Aynen onun gibi, insandaki cihâzât-ı mâneviye ve letâif-i insaniye ki, herbirisi hayvana nisbeten yüz derece inbisatetmiş. Meselâ, güzelliğin bütün merâtibini fark eden insan gözü; ve taamların bütün çeşit çeşit ezvâk-ı mahsusalarını temyiz eden insanın zâika-i lisaniyesi; ve hakaikın bütün inceliklerine nüfuz eden insanın aklı; ve kemâlâtın bütün envâına müştak insanın kalbi gibi sair cihazları, âletleri nerede; hayvanın pek basit, yalnız bir iki mertebe inkişafetmiş âletleri nerede? Yalnız şu kadar fark var ki, hayvan kendine has bir amelde-münhasıran o hayvanda bir cihaz-ı mahsus-ziyade inkişaf eder. Fakat o inkişaf hususîdir.
İnsanın cihazat cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle, insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peydâ etmiştir. Ve ihtiyâcâtın kesreti sebebiyle, çok çeşit çeşit hissiyat peydâ olmuştur. Ve hassasiyeti çok
ahsen-i takvim: insanın en güzel bir şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olması (bk. ḥ-s-n) âlâ: en üstün amel: iş, fiil bedbaht: talihsiz beyan: açıklama (bk. b-y-n) cihaz-ı mahsus: özel duyu veya organ cihazat: organlar, duyular cihâzât-ı mâneviye: manevi duygular (bk. a-n-y) cihet: yön dehşetli: korkunç divanelik: akılsızlık ednâ: en aşağı, en küçük envâ: çeşitler, türler evvelki: önceki ezvâk-ı mahsusa: kendisine has, özel zevkler hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ) has: özel hasr-ı fikir: fikir ve düşünceyi sadece birşeye yöneltme (bk. f-k-r) hasse: duyu hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) hissiyat: hisler, duygular hizmetkâr: hizmetçi hususî: özel ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) inbisat: genişleme, yayılma inkişaf: gelişme, açılma (bk. k-ş-f) kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l) kesret: çokluk (bk. k-s̱-r) letâif-i insaniye: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
mahsus: özel merâtib: mertebeler, dereceler münhasıran: buna has olarak müştak: düşkün, iştiyaklı nisbeten: kıyasla, oranla (bk. n-s-b) nüfuz: etki peydâ etme: meydana ve açığa çıkma pusula: küçük not kağıdı sair: diğer seyyid: efendi şuur: bilinç, anlayış, idrak (bk. ş-a-r) taam: yiyecek tedip: edeplendirme, ceza temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) temyiz: ayırd etme zâika-i lisaniye: dilin tad alma duyusu ziyade: çok, fazla
tenevvü etmiş ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle pek çok makàsıda mütevecciharzulara medar olmuş; ve pek çok vazife-i fıtriyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihâzâtı ziyade inbisat peydâ etmiştir. Ve ibâdâtın bütün envâına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için, bütün kemâlâtın tohumlarına câmi’ bir istidat verilmiştir
İşte, şu derece cihazatça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz, muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsili için verilmemiştir. Belki, şöyle bir insanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makàsıda müteveccih vezâifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubûdiyet suretinde ilân etmek; ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek; ve nimetler içinde imdâdât-ı Rahmâniyeyi görüp şükretmek; ve masnuatta kudret-i Rabbâniyenin mu’cizâtını temâşâ ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.
Ey dünyaperest ve hayat-ı dünyeviyeye âşık ve sırr-ı ahsen-i takvimden gafilinsan! Şu hayat-ı dünyeviyenin hakikatini bir vakıa-i hayaliyede Eski Said görmüş. Onu Yeni Said’e döndürmüş olan şu vakıa-i temsiliyeyi dinle:
Gördüm ki, ben bir yolcuyum. Uzun bir yola gidiyorum, yani gönderiliyorum. Seyyidim olan zat, bana tahsis ettiği altmış altından, tedricen birer miktar para veriyordu. Ben de sarf edip pek eğlenceli bir hana geldim. O handa, bir gece içinde on altını kumara mumara, eğlencelere ve şöhretperestlik yoluna sarf ettim. Sabahleyin elimde hiçbir para kalmadı. Bir ticaret edemedim. Gideceğim yer için bir mal alamadım. Yalnız o paradan bana kalan elemler, günahlar ve eğlencelerden gelen yaralar, bereler, kederler benim elimde kalmıştı.
Birden, ben o hazin hâlette iken, orada bir adam peydâ oldu. Bana dedi:
“Bütün bütün sermayeni zayi ettin, tokada da müstehak oldun. Gideceğin yere de müflis olarak elin boş gideceksin. Fakat aklın varsa tevbe kapısı açıktır.
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z) âlât: âletler, organlar câmi’: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a) câmiiyet: genişlik, kapsamlılık (bk. c-m-a) cihâzât: organlar, duyular dünyaperest: dünyaya aşırı düşkün ehemmiyet: önem elem: acı, keder, sıkıntı envâ: çeşitler, türler Eski Said: (bk. bilgiler) fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r) fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r) gafil: duyarsız, umursamaz (bk. ğ-f-l) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâlet: durum, hal hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) hazin: hüzün veren, acıklı ibâdât: ibâdetler (bk. a-b-d) imdâdât-ı Rahmâniye: sonsuz rahmet sahibi Allah’ın yardımları (bk. r-ḥ-m) inbisat: genişleme, yayılma istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r) kudret-i Rabbâniye: herşeyin Rabbi olan Allah’ın sonsuz kudreti (bk. ḳ-d-r; r-b-b) küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l) makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d) masnuat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) medar: eksen, vesile mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z) müflis: iflas etmiş müşahede etmek: görmek, gözlemlemek (bk. ş-h-d) müstaid: istidatlı, kabiliyetli (bk. a-d-d) müstehak olma: hak etme (bk. ḥ-ḳ-ḳ) müteveccih: yönelik muvakkat: geçici nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) nazar-ı ibret: ibretle bakış (bk. n-ẓ-r) nihayetsiz: sonsuz peydâ etme: meydana ve açığa çıkma sarf etmek: harcamak şehadet: şahidlik, tanıklık (bk. ş-h-d) sermaye: servet, varlık seyyid: efendi sırr-ı ahsen-i takvim: insanın en güzel şekilde ve tam kıvamında yaratılmış olmasının sırrı (bk. ḥ-s-n)
söhretperestlik: şöhret tutkunluğu suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tahsil: elde etme, kazanma tahsis etmek: ait kılmak, ayırmak tedricen: azar azar tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r) temâşâ: seyretme, ibretle bakma tenevvü: çeşitlenme tesbihat: Allah’ı noksan sıfatlardan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ) ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d) vakıa-i hayaliye: hayâli olay (bk. ḫ-y-l) vakıa-i temsiliye: örnek olay (bk. m-s̱-l) vazife-i asliye: asıl vazife vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev (bk. f-ṭ-r) vezâif: vazifeler Yeni Said: (bk. bilgiler) zayi etmek: kaybetmek ziyade: çok, fazla
Bundan sonra sana verilecek bâki kalan on beş altından, her eline geçtikçe, yarısını ihtiyaten muhafaza et. Yani, gideceğin yerde sana lâzım olacak bazı şeyleri al.”
Baktım, nefsim razı olmuyor. “Üçte birisini” dedi. Ona da nefsim itaat etmedi. Sonra “Dörtte birisini” dedi. Baktım, nefsim müptelâ olduğu âdetini terk edemiyor. O adam hiddetle yüzünü çevirdi, gitti.
Birden o hal değişti. Baktım ki, ben tünel içinde sukut eder gibi bir sür’atle giden bir şimendifer içindeyim. Telâş ettim. Fakat ne çare ki hiçbir tarafa kaçılmaz. Garaipten olarak, o şimendiferin iki tarafında pek cazibedar çiçekler, leziz meyveler görünüyordu. Ben de akılsız acemiler gibi onlara bakıp elimi uzattım. O çiçekleri koparmak, o meyveleri almak için çalıştım. Fakat o çiçekler ve meyveler dikenli mikenli; mülâkatında elime batıyor, kanatıyor, şimendiferin gitmesiyle mufarakatinden elimi parçalıyorlar, bana pek pahalı düşüyorlardı.
Birden, şimendiferdeki bir hademe dedi: “Beş kuruş ver; sana o çiçek ve meyvelerden istediğin kadar vereceğim. Beş kuruş yerine, elin parçalanmasıyla yüz kuruş zarar ediyorsun. Hem de ceza var; izinsiz koparamazsın.”
Birden, sıkıntıdan, ne vakit tünel bitecek diye, başımı çıkarıp ileriye baktım. Gördüm ki, tünel kapısı yerine çok delikler görünüyor. O uzun şimendiferden o deliklere adamlar atılıyorlar. Bana mukabil bir delik gördüm; iki tarafında iki mezar taşı dikilmiş. Merakla dikkat ettim. O mezar taşında büyük harflerle “Said” ismi yazılmış gördüm. Teessüf ve hayretimden “Eyvah!” dedim. Birden, o han kapısında bana nasihat eden zâtın sesini işittim. Dedi:
“Aklın başına geldi mi?”
Dedim: “Evet, geldi. Fakat kuvvet kalmadı, çare yok.”
Dedi: “Tevbe et, tevekkül et.”
Dedim: “Ettim.”
Ayıldım. Eski Said kaybolmuş; Yeni Said olarak kendimi gördüm.
İşte, o vakıa-i hayaliyeyi, Allah hayretsin, bir iki kısmını ben tabir edeceğim; sair cihetleri sen kendin tabir et.
O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. O altmış altın ise, altmış sene ömürdür ki, bu vakıayı gördüğüm vakit kendimi kırk beş yaşında tahmin ediyordum. Senedim yok; fakat bâki kalan on beşinden yarısını âhirete sarf etmek için, Kur’ân-ı Hakîmin hâlis bir tilmizi beni irşad etti.
âdet: alışkanlık, huy âhiret: öteki hayat (bk. e-ḫ-r) âlem-i ervah: ruhlar âlemi (bk. a-l-m; r-v-ḥ) bâki: arta kalan; devamlı, sürekli (bk. b-ḳ-y) berzah: kabir âlemi cazibedar: cazibeli, çekici ebedü’l-âbâd: sonsuzlukların sonsuzluğu olan âhiret (bk. e-b-d) Eski Said: (bk. bilgiler) garaib: tuhaf, şaşılacak şey hademe: hizmetçi hâlis: samimi, saf, temiz (bk. ḫ-l-ṣ) haşir: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hiddet: öfke ihtiyaten: ilerisini düşünerek irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d) Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) leziz: lezzetli mufarakat: ayrılık (bk. f-r-ḳ) muhafaza: saklama (bk. ḥ-f-ẓ) mukabil: karşılık mülâkat: kavuşma müptelâ: bağımlı, tutkun nasihat: öğüt nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) rahm-ı mâder: ana rahmi (bk. r-ḥ-m) sair: diğer
sarf etmek: harcamak şimendifer: tren sukut: düşme, alçalma tabir: yorumlama, açıklama (bk. a-b-r) teessüf: üzüntü tevbe: pişmanlık duyarak günahtan dönüş tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l) tilmiz: öğrenci vakıa: olay vakıa-i hayaliye: hayalî olay (bk. ḫ-y-l) Yeni Said: (bk. bilgiler)
O han ise, benim için İstanbul imiş. O şimendifer ise zamandır; herbir yıl bir vagondur. O tünel ise, hayat-ı dünyeviyedir. O dikenli çiçekler ve meyveler ise, lezâiz-i nâmeşruadır ve lehviyât-ı muharremedir ki, mülâkat esnasında tasavvur-u zevâldeki elem kalbi kanatıyor, mufarakatinde parçalıyor, cezayı dahi çektiriyor.
Şimendifer hademesi demişti: “Beş kuruş ver; onlardan istediğin kadar vereceğim.” Onun tabiri şudur ki: İnsanın helâl sa’yiyle, meşru dairede gördüğü zevkler, lezzetler, keyfine kâfidir; harama girmeye ihtiyaç bırakmaz.
Sair kısımları sen tabir edebilirsin.
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, İkinci Mebhas, Üçüncü Nükte, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Altıncı Lem’a.
Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. – Cumartesi Dersleri 22. 19.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı
ALTINCI LEM’A
Hâlık-ı Zülcelâlin nasıl ki mahlûkatının herbir ferdinin başında ve masnuâtının herbir cüz’ünün cephesinde ehadiyetinin sikkesini koymuştur. (Nasıl ki, geçmiş Lem’alarda bir kısmını gördün.) Öyle de, herbir nev’in üstünde çok sikke-i ehadiyet, herbir küll üstünde müteaddit hâtem-i vâhidiyet, tâ mecmu-u âlem üstünde mütenevvi turra-i vahdet, gayet parlak bir surette koymuştur. İşte, pek çok sikkelerden ve hâtemlerden ve turralardan, sath-ı arz sahifesinde, bahar mevsiminde vaz edilen bir sikke, bir hâtemi göstereceğiz. Şöyle ki:
Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir.
Evet, bahar mevsiminde, ölmüş arzın ihyâsı içinde üç yüz bin haşrin nümunelerini kemâl-i intizamla icad etmek ve arzın sahifesinde, birbiri içinde, üç yüz bin muhtelif envâın efradını hatasız ve sehivsiz, galatsız, noksansız, gayet mevzun, manzum, gayet muntazam ve mükemmel bir surette yazmak, elbette, nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme ve kâinatı idare edecek bir iradeye mâlik bir Zât-ı Zülcelâlin, bir Kadîr-i Zülkemâlin ve bir Hakîm-i Zülcemâlin sikke-i mahsusası olduğunu, zerre miktar şuuru bulunanın derk etmesi lâzım gelir. Kur’ân-ı Hakîm ferman ediyor ki:
“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kadirdir.” Rum Sûresi, 30:50.
arz: yeryüzü, dünya bahir: açık, berrak cüz: kısım, parça (bk. c-z-e) derk etmek: anlamak efrad: fertler, bireyler (bk. f-r-d) ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta tecellî etmesi (bk. v-ḥ-d) envâ: çeşitler, türler ferman: buyruk galatsız: yanlışsız, hatasız Hakîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi hikmetle yaratan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-m-l) Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l) haşir ve neşretmek: yeniden diriltmek ve yaymak (bk. ḥ-ş-r) haşr: yeniden diriliş (bk. ḥ-ş-r) hatem: mühür, damga hâtem-i vahidiyet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d) hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d) ihtilât: karışıklık ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y) imtiyaz: farklılık, ayrıcalık intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
irade: istek, tercih, dileme (bk. r-v-d) Kadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; k-m-l) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kemâl-i intizam: tam ve mükemmel bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m) kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r) küll: bütün (bk. k-l-l) Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ) mâlik: sahip (bk. m-l-k) manzum: düzenli (bk. n-ẓ-m) masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) mecmu-u âlem: âlemin bütünü (bk. c-m-a; a-l-m) mevzun: ölçülü (bk. v-z-n) muhit: kuşatıcı, kapsamlı muhtelif: çeşitli muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m) müteaddit: çeşitli, birçok mütenevvi: çeşitli
Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi zâtına has olarak nakış nakış işleyen ve varlığı sonsuz olup başlangıcı olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l) nebatat: bitkiler nev: tür nihayet: son nihayetsiz: sonsuz nümune: örnek, misal sath-ı arz: yeryüzü sehivsiz: yanılmadan, şaşırmadan sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d) sikke-i mahsusa: özel mühür sikke-i tevhid: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r) tefrik: ayırma teşhis: ayırma turra: padişahın mührü ve imzası turra-i vahdet: birlik mührü (bk. v-ḥ-d) vaz edilmek: konulmak zahir: görünen, açık (bk. ẓ-h-r) Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕû; c-l-l) zemin: yer zerre: atom
Evet, zeminin diriltilmesinde, üç yüz bin haşrin nümunelerini birkaç gün zarfında yapan, gösteren Kudret-i Fâtıraya, elbette insanın haşri ona göre kolay gelir. Meselâ, Gelincik Dağını ve Sübhan Dağını bir işaretle kaldıran bir zât-ı mu’ciznümâya, “Şu dereden, yolumuzu kapayan şu koca taşı kaldırabilir misin?” denilir mi? Öyle de, gök ve dağ ve yeri altı günde icad eden ve onları vakit be vakit doldurup boşaltan bir Kadîr-i Hakîme, bir Kerîm-i Rahîme, “Ebed tarafında ihzar edilip serilmiş, kendi ziyafetine gidecek yolumuzu sed dedenşu toprak tabakasını üstümüzden kaldırabilir misin? Yeri düzeltip bizi ondan geçirebilir misin?” İstib’ad suretinde söylenir mi?
Şu zeminin yüzünde, yaz zamanında bir sikke-i tevhidi gördün. Şimdi bak: Gayet basîrâne ve hakîmâne zemin yüzündeki şu tasarrufât-ı azîme-i bahariye üstünde bir hâtem-i vâhidiyet gayet âşikâre görünüyor. Çünkü şu icraat bir vüs’at-i mutlaka içinde ve o vüs’atle beraber bir sür’at-i mutlakayla ve o sür’atle beraber bir sehâvet-i mutlaka içinde görünen intizam-ı mutlak ve kemâl-i hüsn-ü san’at ve mükemmeliyet-i hilkat, öyle bir hâtemdir ki, gayr-ı mütenâhi bir ilim ve nihayetsiz bir kudret sahibi ona sahip olabilir.
Evet, görüyoruz ki, bütün yeryüzünde bir vüs’at-i mutlaka içinde bir icad, bir tasarruf, bir faaliyet var. Hem o vüs’at içinde bir sür’at-i mutlaka ile işleniyor. Hem o sür’at ve vüs’atle beraber bir suhulet-i mutlaka ile yapılıyor. Hem o sür’at ve vüs’at ve suhuletle beraber, teksir-i efradda bir sehâvet-i mutlaka görünüyor. Hem o sehâvet ve suhulet ve sür’at ve vüs’atle beraber, herbir nevide, herbir fertte görünen bir intizam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü san’at ve gayet müstesna bir mükemmelliyet-i hilkat ile beraber gayet sehâvet içinde bir intizam-ı tam var. Ve o teksir-i efrad içinde bir mükemmeliyet-i hilkat ve gayet sür’at içinde bir hüsn-ü san’at ve nihayet ihtilât içinde bir imtiyaz-ı etemm ve gayet mebzûliyet içinde gayet kıymettar eserler ve gayet geniş daire içinde tam
âşikâre: açıkça basîrâne: görerek (bk. b-ṣ-r) ebed: sonu olmayan, sonsuzluk (bk. e-b-d) faaliyet: icraat (bk. f-a-l) gayr-ı mütenâhi: sonsuz Gelincik Dağı: (bk. bilgiler) hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m) haşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanması (bk. ḥ-ş-r) hatem: mühür, damga hâtem-i vahidiyet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d) hüsn-ü san’at: san’at güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a) icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d) icraat: faaliyet ihtilât: karışıklık ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r) imtiyaz-ı etemm: tamamıyla birbirinden farklı olma intizam-ı mutlak: sınırsız düzenlilik (bk. n-ẓ-m; ṭ-l-ḳ) intizam-ı tam: tam bir düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
istib’ad: akıldan uzak görme Kadîr-i Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan sonsuz kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ḥ-k-m) kemâl-i hüsn-ü san’at: sanatın mükemmel güzelliği (bk. k-m-l; ḥ-s-n; ṣ-n-a) Kerîm-i Rahîm: sonsuz ikram ve ihsan sahibi, pek merhametli olan Allah (bk. k-r-m; r-ḥ-m) kıymettar: değerli kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r) Kudret-i Fâtıra: Yaratıcı Kudret, Allah (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r) mebzûliyet: bolluk mükemmeliyet-i hilkat: yaratılıştaki mükemmellik (bk. k-m-l; ḫ-l-ḳ) mümtaz: seçkin, üstün müstesnâ: seçkin, benzeri olmayan nev: tür nihayetsiz: sonsuz nümune: örnek seddetmek: tıkamak sehavet: cömertlik (bk. c-v-d)
sehâvet-i mutlaka: sınırsız cömertlik (bk. c-v-d; ṭ-l-ḳ) sikke-i tevhid: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d) Sübhan Dağı: (bk. bilgiler) suhulet: kolaylık suhulet-i mutlaka: sınırsız kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ) sür’at: hız sür’at-i mutlaka: sınırsız hız (bk. ṭ-l-ḳ) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f) tasarrufât-ı azîme-i bahariye: bahar mevsimindeki büyük tasarruflar, faaliyetler (bk. ṣ-r-f; a-ẓ-m) teksir-i efrad: fertlerin çoğaltılması (bk. k-s̱-r; f-r-d) vakit be vakit: zaman zaman vüs’at: genişlik vüs’at-i mutlaka: sınırsız genişlik (bk. ṭ-l-ḳ) zât-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren zât (bk. a-c-z) zemin: yeryüzü
bir muvafakat ve gayet suhulet içinde gayet san’atkârâne bedîaları icad etmek, bir anda, her yerde, bir tarzda, her fertte bir san’at-ı hârika, bir faaliyet-i mu’ciznümâ göstermek, elbette ve elbette öyle bir Zâtın hâtemidir ki, hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hazır, nazırdır. Hiçbir şey Ondan gizlenmediği gibi, hiçbir şey Ona ağır gelmez. Zerrelerle yıldızlar, Onun kudretine nisbeten müsavidirler.
Meselâ, o Rahîm-i Zülcemâlin bağistan-ı kereminden, mu’cizâtının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm, iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım. Yüz elli beş çıktı. Bir salkımın danesini saydım, yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, daim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurup tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifayet edecek. Halbuki, bazan az bir rutubet ancak eline geçer. İşte, bu işi yapan, herşeye kadîr olmak lâzım gelir.
“İşlerinde akılların hayrette kaldığı o Zât her türlü kusurdan nihayet derecede münezzehtir.” Nevevî, el-Ezkar s. 292; İmam Ali (r.a.), Nehcu’l-Belâğa, s. 428.
bağıstan-ı kerem: cömertlik ve ikram bahçesi (bk. k-r-m) bedîa: beğenilen ve çok takdir edilen güzel şey (bk. b-d-a) daim: devamlı ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e) efrad: fertler (bk. f-r-d) faaliyet-i mu’ciznümâ: mu’cizeli faaliyet (bk. f-a-l; a-c-z) hararet: sıcaklık hatem: mühür, damga hâtem-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d) heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a) icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d) imdad: yardım isteme intizam: düzenlilik, disiplin (bk. n-ẓ-m) kadir: her şeye gücü yeten (bk. ḳ-d-r) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasr: saray, köşk kifayet etme: yeterli olma kitab-ı kebir: büyük kitap (bk. k-t-b; k-b-r) kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r) lebbeyk: “buyurun, emredin” mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z) muavenet: yardım Müdebbir-i Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve idare eden Allah (bk. d-b-r; ḥ-k-m) muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) müsavi: eşit müteveccihen: yönelmiş olarak muvafakat: uygunluk nazır: bakan, gözeten (bk. n-ẓ-r) nebâtât: bitkiler
nisbet: oran (bk. n-s-b) nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b) Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l) rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m) rutubet: nemlilik, ıslaklık sahife-i arz: yeryüzü sahifesi san’at-ı hârika: hârika sanat (bk. ṣ-n-a) san’atkarane: san’atlı bir şekilde (bk. ṣ-n-a) şerif: şerefli, değerli sual-i hâcet: ihtiyacını isteme (bk. h-v-c) suhulet: kolaylık vuzuh: açıklık Zat-ı Ehad-i Samed: her şeyin Kendisine muhtaç olduğu fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve tek olan Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d) zerre: atom zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ALTINCI LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.