Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz. – Cumartesi Dersleri 24. 2.

Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz. - Cumartesi Dersleri 24. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz İkinci Dal.

Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz. - Cumartesi Dersleri 24. 2.
Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz. – Cumartesi Dersleri 24. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

İKİNCİ DAL

Çok esrarın anahtarlarını tazammun eden iki sırrı beyan eder.

Birinci sır: Evliya ne için usul-i imaniyede ittifak ettikleri halde meşhudatlarında, keşfiyatlarında çok tehalüf ediyorlar. Şuhud derecesinde olan keşifleri bazan hilâf-ı vaki ve muhalif-i hak çıkıyor. Hem niçin ehl-i fikir ve nazar, herbiri kat’î bir burhanla hak telâkki ettikleri efkârlarında, birbirine mütenakız bir surette hakikati görüyorlar ve gösteriyorlar; bir hakikat niçin çok renklere giriyor?


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)
burhan: kesin delil
Cevşenü’l-Kebir: Peygamberimize Cebrâil’in (a.s.) getirdiği ve “Zırhı çıkar, bu duâyı oku” dediği meşhur duâ (bk. k-b-r)
efkâr: fikirler, düşünceler (bk. f-k-r)
ehl-i fikir ve nazar: fikir ve dikkat sahipleri (bk. f-k-r; n-ẓ-r)
elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
esrar: sırlar, gizli gerçekler
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hilâf-ı vaki: gerçeğe aykırı
insan-ı kâmil: mükemmel insan (bk. k-m-l)
istiâne: yardım isteme
istiâze: Allah’a sığınma
ittifak: birleşme, birlik
kat’î: kesin
kâtib: yazıcı (bk. k-t-b)
keşfiyat: keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme (bk. k-ş-f)
lisan: dil
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
medâr-ı fahr: övünç vesilesi
medet: yardım
mes’uliyet: sorumluluk
meşhudat: kalb gözüyle görülen şeyler (bk. ş-h-d)
muavenet: yardım
muhalif-i hak: gerçeğe zıt (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) (bk. ḥ-m-d)
mükellef: yükümlü
mülkiye müfettişi: devletin idarî işlerini ve heyetlerini denetleyen müfettiş, denetçi (bk. m-l-k)
münâcât: Allah’a yalvarış, dua (bk. n-c-v)
müptelâ: bağımlı, tutulmuş
müracaat: başvurma
mütenakız: birbirine zıt, çelişen
muvaffakiyet: başarı
nam: adnev-i insan: insanlık
nisbet: bağ (bk. n-s-b)
şer: kötülük
şuhud: gözle görme (bk. ş-h-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
talep: isteme (bk. ṭ-l-b)
tazammun eden: içine alan
tehalüf: birbirine zıt olma
telâkki: kabul etme
terakkiyât: ilerlemeler, yükselmeler
usul-i imaniye: iman esasları (bk. e-m-n)
zâbit: subay
zikretmek: anmak

İkinci sır: Enbiya-yı sâlife, niçin haşr-i cismanî gibi bir kısım erkân-ı imaniyeyi bir derece mücmel bırakmışlar, Kur’ân gibi tafsilât vermemişler; sonra ümmetlerinden bir kısmı, ileride o mücmel olan erkânı inkâra kadar gitmişler? Hem niçin hakikî ârif olan evliyanın bir kısmı yalnız tevhidde ileri gitmişler? Hattâ derece-i hakkalyakîne kadar gittikleri halde, bir kısım erkân-ı imaniye onların meşreplerinde pek az ve mücmel bir surette görünüyor. Hattâ, onun içindir ki, onlara tebaiyet edenler, ileride o erkân-ı imaniyeye lâzım olan ehemmiyeti vermemişler; hattâ bazıları sapmışlar. Madem bütün erkân-ı imaniyenin inkişafıyla hakikî kemâl bulunur, niçin ehl-i hakikat bazısında çok ileri ve bir kısmında çok geri kalmışlar? Halbuki, bütün esmânın mertebe-i âzamlarının mazharı ve bütün enbiyanın serveri olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ve bütün kütüb-ü mukaddesenin reis-i enveri olan Kur’ân-ı Hakîm, bütün erkân-ı imaniyeyi vâzıh bir surette, pek ciddî bir ifadede ve kasdî bir tarzda tafsil etmişlerdir.

Evet, çünkü hakikatte hakikî kemâl-i etemm öyledir. İşte, şu esrarın hikmeti şudur ki:

İnsan çendan bütün esmâya mazhar ve bütün kemâlâta müstaiddir. Lâkin, iktidarı cüz’î, ihtiyarı cüz’î, istidadı muhtelif, arzuları mütefavit olduğu halde, binler perdeler, berzahlar içinde hakikati taharrî eder. Onun için, hakikatin keşfinde ve hakkın şuhudunda berzahlar ortaya düşüyor; bazılar berzahtan geçemiyorlar. Kabiliyetler başka başka oluyor; bazıların kabiliyeti, bazı erkân-ı imaniyenin inkişafına menşe olamıyor. Hem esmânın cilvelerinin renkleri mazhara göre tenevvü ediyor, ayrı ayrı oluyor; bazı mazhar olan zat, bir ismin tam cilvesine medar olamıyor. Hem külliyet ve cüz’iyet, ve zılliyet ve asliyet itibarıyla, cilve-i esmâ


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f)
asliyet: asıl oluş
berzah: geçit
çendan: gerçi
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
cilve-i esmâ: isimlerin görünmesi (bk. c-l-y; s-m-v)
cüz’î: küçük, az (bk. c-z-e)
derece-i hakkalyakîn: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme derecesi (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
ehl-i hakikat: hak ve doğruluk üzere olan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
enbiya-yı sâlife: geçmişteki peygamberler (bk. n-b-e)
erkân: şartlar, esaslar (bk. r-k-n)
erkân-ı imaniye: imanın esasları (bk. r-k-n; e-m-n)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
esrar: sırlar
evliya: veliler (bk. v-l-y)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşr-i cismanî: öldükten sonra bedenlerin ve vücutların dirilişi (bk. ḥ-ş-r)
hikmet: sır, bilimsel izah (bk. ḥ-k-m)
ihtiyar: irade, dileme, tercih (bk. ḫ-y-r)
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f)
istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d)
itibarıyla: özelliğiyle
kasdî: bilerek, direkt (bk. ḳ-ṣ-d)
kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i etem: tam mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmel özellikler, üstünlükler (bk. k-m-l)
keşif: açığa çıkarma (bk. k-ş-f)
külliyet: kapsamlılık (bk. k-l-l)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
kütüb-ü mukaddese: kutsal kitaplar; Tevrat, Zebur, İncil, Kur’ân-ı Kerîm (bk. k-t-b; ḳ-d-s)
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
medar: dayanak, eksen
menşe: kaynak
mertebe-i âzam: en yüksek derece (bk. a-ẓ-m)
meşrep: mânevî haz ve feyiz alınan yol, usül
mücmel: kısa, özet halinde (bk. c-m-l)
muhtelif: çeşitli
müstaid: istidatlı, yetenekli (bk. a-d-d)
mütefavit: farklı
reis-i enver: en nurlu başkan (bk. n-v-r)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
server: reis, baş
şuhud: görme, şahid olma (bk. ş-h-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tafsil: ayrıntılı olarak açıklama
tafsilât: ayrıntılar
taharrî: araştırma
tebaiyet: tabi olma, uyma
tenevvü: çeşitlenme
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
ümmet: Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minler
vâzıh: açık, âşikâr
zılliyet: gölge tarzında tecellî

başka başka suret alıyor; bazı istidat cüz’iyetten geçemiyor ve gölgeden çıkamıyor. Ve istidada göre bazan bir isim galip oluyor, yalnız kendi hükmünü icra ediyor; o istidatta onun hükmü hükümran oluyor. İşte, şu derin sırra ve şu geniş hikmete, esrarlı, geniş ve hakikatle bir derece karışık bir temsille bazı işaretler ederiz.

Meselâ, Zühre namıyla nakışlı bir çiçek ve kamere âşık hayatlı bir Katre ve güneşe bakan safvetli bir Reşha’yı farz ediyoruz ki, herbirisinin bir şuuru, bir kemâli var ve o kemâle bir iştiyakı bulunuyor.

Şu üç şey de, çok hakikatlere işaret etmekle beraber, nefis ve akıl ve kalbin sülûklerine işaret eder ve üç tabaka ehl-i hakikate misaldir. HAŞİYE-1

Birincisi: Ehl-i fikir, ehl-i velâyet, ehl-i nübüvvetin işârâtıdır.

İkincisi: Cismanî cihazatla kemâline sa’y edip hakikate gidenleri; ve nefsin tezkiyesiyle ve aklın istimâliyle mücahede etmekle hakikate gidenleri; ve kalbin tasfiyesiyle ve iman ve teslimiyetle hakikate gidenlerin misalleridir.

Üçüncüsü: Enâniyeti bırakmayan ve âsâra dalan ve yalnız istidlâliyle hakikate giden; ve ilim ve hikmetle ve akıl ve marifetle hakikati aramaya giden; ve iman ve Kur’ân ile, fakr ve ubûdiyetle hakikate çabuk giden, ayrı ayrı istidatta bulunan üç taifenin hikmet-i ihtilâflarına işaret eden temsillerdir.

İşte, şu üç tabakanın terakkiyâtındaki sırrı ve geniş hikmeti Zühre, Katre, Reşha ünvanları altında bir temsille bir derece göstereceğiz.

Meselâ, güneşin, kendi Hâlıkının izniyle ve emriyle, üç çeşit tecellîsi ve in’ikâsı ve ifâzası var: Birisi çiçeklere, birisi kamere ve seyyarelere, birisi şişe ve su gibi parlaklara verdiği ayrı ayrı in’ikâslarıdır.

Birincisi üç tarzdadır:

Biri, küllî ve umumî bir tecellî ve in’ikâsdır ki, bütün çiçeklere birden ifâzasıdır.

Biri de has bir tecellîdir ki, herbir nev’e göre bir hususî in’ikâsı vardır.


Haşiye-1

Her tabakada dahi üç taife var. Temsildeki üç misal, her tabakadaki o üç taifeye, belki dokuz taifeye bakar; yoksa üç tabakaya değil.


âsâr: eserler
cihazat: organlar, duyular
cismanî: maddi yapısı olan
cüz’iyet: küçüklük, parça olma hali (bk. c-z-e)
ehl-i fikir: düşünce sahipleri (bk. f-k-r)
ehl-i hakikat: doğru ve hak yolda olan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i nübüvvet: peygamberler (bk. n-b-e)
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
enâniyet: benlik, gurur
esrar: sırlar
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
farz etmek: varsaymak
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
has: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i ihtilâf: anlaşmazlığın sebebi (bk. ḥ-k-m)
hükümran: hükmü geçen, hükmeden (bk. ḥ-k-m)
icra etmek: yerine getirmek
ifâza: feyiz verme, bereketlendirme (bk. f-y-ḍ)
in’ikâs: yansıma
işârât: işaretler
istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d)
istidlâl: delil getirme, akıl yürütme
istimâl: kullanma
iştiyak: çok arzu ve istek
kamer: ay
Katre: damla
kemâl: mükemmellik, olgunluk (bk. k-m-l)
marifet: bilgi (bk. a-r-f)
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
mücahede: cihad etme, mücadele (bk. c-h-d)
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nev’: tür
Reşha: sızıntı
sa’y: çalışma
safvetli: saf, berrak (bk. ṣ-f-y)
seyyare: gezegen
sır: gizem, gizli gerçek
sülûk: yol alma
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)
taife: grup, topluluk
tasfiye: saflaştırma, arındırma (bk. ṣ-f-y)
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
terakkiyât: ilerlemeler
teslimiyet: kendini Allah’ın iradesine bırakma (bk. s-l-m)
tezkiye: temize çıkarma
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
Zühre: çiçek

Biri de cüz’î bir tecellîdir ki, herbir çiçeğin şahsiyetine göre bir ifazasıdır.

Şu temsilimiz o kavle göredir ki, çiçeklerin süslü renkleri, güneşin ziyasındaki yedi rengin istihâle-i in’ikâsiyesinden neş’et ediyor; ve bu kavle göre çiçekler dahi güneşin bir çeşit âyineleridir.

İkincisi: Güneşin, kamere ve seyyarelere, Fâtır-ı Hakîmin izniyle verdiği nur ve feyizdir. Şu küllî ve geniş feyiz ve nurdan sonra, kamer, o ziyanın gölgesi hükmünde olan nuru, güneşten küllî bir surette istifade eder, sonra hususî bir tarzda denizlere ve havaya ve parlak toprağa ve bir suret-i cüz’iyede denizin kabarcıklarına ve toprağın şeffaflarına ve havanın zerrelerine ifade ve ifâzasıdır.

Üçüncüsü: Güneşin, emr-i İlâhî ile, cevv-i havayı ve denizlerin yüzlerini birer âyine ederek, safî ve küllî ve gölgesiz bir in’ikâsı var. Sonra o güneş, denizin kabarcıklarına ve suyun katrelerine ve havanın reşhalarına ve karın şişeciklerine, herbirine birer cüz’î aksi, birer küçük timsalini veriyor.

İşte, güneşin, herbir çiçeğe ve kamere mukabil herbir katreye, herbir reşhaya, mezkûr üç cihette, ikişer tarikle teveccüh ve ifâzası var:

Birinci tarik: Bil’asale, doğrudan doğruya, berzahsız, hicapsızdır. Şu yol, nübüvvetin tarikini temsil eder.

İkinci yol: Berzahlar tavassut eder. Âyine ve mazharların kabiliyetleri, şemsin cilvelerine birer renk takıyor. Şu yol ise, velâyet mesleğini temsil eder.

İşte, Zühre, Katre, Reşha, herbirisi, evvelki yolda diyebilirler ki: “Ben umum âlem güneşinin bir âyinesiyim.” Fakat ikinci yolda öyle diyemez. Belki “Ben kendi güneşimin âyinesiyim”; veyahut “Nev’ime tecellî eden güneşin âyinesiyim” der. Çünkü güneşi öyle tanıyor. Bütün âleme bakar bir güneşi göremiyor. Halbuki, o şahsın veyahut nev’inin veya cinsinin güneşi, dar berzah içinde mahdut bir kayıt altında ona görünüyor. Halbuki kayıtsız, berzahsız, mutlak güneşin âsârını o mukayyet güneşe veremiyor. Çünkü bütün yeryüzünü ısıtmak, tenvir etmek, umum nebâtat, hayvânâtın hayatlarını tahrik etmek ve seyyârâtı etrafında döndürmek gibi haşmetnümâ eserleri, o dar kayıt ve mahdut berzah içinde


âsâr: eserler
âyine: ayna
berzah: geçit
bil’asale: bizzat
cevv-i hava: hava boşluğu
cihet: yön
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
cüz’î: ferdî, küçük (bk. c-z-e)
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
evvelki: önceki
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
feyz: bolluk, bereket (bk. f-y-ḍ)
haşmetnümâ: ihtişamlı, görkemli
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hicap: perde
hususî: özel
ifade: faydalandırma
ifâza: feyiz verme, bereketlendirme (bk. f-y-ḍ)
in’ikâs: yansıma
istihâle-i in’ikâsiye: yansımanın başkalaşması, farklı bir keyfiyet alması
kamer: ay
Katre: damla
kavl: söz
küllî: geniş, kapsamlı (bk. k-l-l)
mahdut: sınırlı
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
mezkûr: sözü geçen
mukabil: karşı
mukayyet: kayıtlı
mutlak: şart ve kayıt altında olmayan, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ)
nebâtât: bitkiler
neş’et etme: doğma, ortaya çıkma
nev’: tür, çeşit
nübüvvet: peygamberlik (bk. n-b-e)
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
Reşha: sızıntı
safî: temiz, katıksız (bk. ṣ-f-y)
şahsiyet: kişilik, yapı
şems: güneş
seyyarat: gezegenler
seyyare: gezegen
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
suret-i cüz’iye: küçük suret (bk. ṣ-v-r; c-z-e)
tahrik: harekete geçirme
tarik: yol
tarz: şekil, biçim
tavassut: vasıta olma, aracılık etme
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tenvir: aydınlatma (bk. n-v-r)
teveccüh: yönelme
timsal: suret, görüntü (bk. m-s̱-l)
umum: bütün
velâyet: velîlik (bk. v-l-y)
zerre: atom
ziya: ışık
Zühre: çiçek

gördüğü güneşe, şuhud-u kalbî ile veremiyor. Belki, o âsâr-ı acîbeyi, eğer o şuurlu farz ettiğimiz üç şey, o kayıt altında gördüğü güneşe verse de, sırf aklî ve imanî bir tarzda; ve o mukayyed, ayn-ı mutlak olduğunu bir teslimiyetle verebilir. Fakat, o insan gibi akıllı farz ettiğimiz Zühre, Katre, Reşha, şu hükümleri, yani pek büyük âsârı güneşlerine isnad etmeleri, aklîdir, şuhudî değil. Belki, bazan hükm-ü imanîleri, şuhud-u kevniyelerine müsademe eder; pek güçlükle inanabilirler.

İşte, hakikate dar gelen ve bazı köşelerinde hakikatin âzâları görünen ve hakikatle karışık şu temsil içine üçümüz de girmeliyiz. Üçümüz de kendimizi Zühre, Katre, Reşha farz edeceğiz. Zira onlarda farz ettiğimiz şuur kâfi gelmiyor; biz aklımızı dahi onlara katmalıyız. Yani, onlar maddî güneşlerinden nasıl feyiz alıyorlar; biz de mânevî güneşimizden öyle alıyoruz, anlamalıyız.

İşte, sen, ey dünyayı unutmayan ve maddiyâta tevaggul eden ve nefsi kesafet peydâ eden arkadaş! Sen Zühre ol. Nasıl ki o Zühre çiçeği, ziya-yı şemsten inhilâl etmiş bir renk alıyor; ve o renk içinde şemsin timsalini karıştırıp kendine ziynetli bir suret giydiriyor. Zira senin istidadın dahi ona benzer.

Hem şu esbaba dalmış Eski Said gibi mektepli feylesof ise, kamere âşık olan Katre olsun ki, kamer, güneşten aldığı ziya zıllini ona verir ve onun gözbebeğine bir nur verir, o da o nurla parlar. Fakat o Katre, o nurla yalnız kameri görür, güneşi göremez; belki imanıyla görebilir.

Hem şu herşeyi doğrudan doğruya Cenâb-ı Haktan bilir, esbabı bir perde telâkki eder fakir adam, o da Reşha olsun. Öyle bir Reşha ki, kendi zâtında fakirdir. Hiçbir şeyi yok ki, ona dayanıp Zühre gibi kendine güvensin. Hiçbir rengi yok ki onunla görünsün. Başka şeyleri de tanımıyor ki ona teveccüh etsin. Hâlis bir safveti var ki, doğrudan doğruya güneşin timsalini gözbebeğinde saklıyor.

Şimdi, madem biz bu üç şey yerine geçtik. Kendimize bakmalıyız: Bizde ne var, ne yapacağız?

İşte, bakıyoruz ki, bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet  


âsâr: eserler
âsâr-ı acîbe: hayrette bırakan eserler
ayn-ı mutlak: kayıtlı ve sınırlı olmayanın ta kendisi (bk. ṭ-l-ḳ)
âzâ: organlar
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
Eski Said: (bk. bilgiler)
farz etmek: varsaymak
feyiz: bolluk, bereket (bk. f-y-ḍ)
feylesof: filozof, felsefeci
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlis: katıksız, saf (bk. ḫ-l-ṣ)
hükm-ü imanî: imanî hüküm (bk. ḥ-k-m; e-m-n)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
inhilâl: çözülüp açılmış, dağılmış
isnad: dayandırma (bk. s-n-d)
istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d)
kâfi: yeterli
kamer: ay
Katre: damla
kesafet peyda etmek: katılaşmak
kurbiyet: yakınlık
maddiyât: maddi şeyler
mukayyed: kayıtlı
müsademe: çarpışma
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
perestiş: taparcasına sevme
Reşha: sızıntı
safvet: arılık, berraklık (bk. ṣ-f-y)
şems: güneş
şuhud-u kalbî: kalbin görmesi (bk. ş-h-d)
şuhud-u kevniye: kâinatta görünüp yaşanan şeyler, gözlemler (bk. ş-h-d; k-v-n)
şuhudî: görürcesine, açıkça (bk. ş-h-d)
suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r)
şuur: bilinç, idrak, anlayış (bk. ş-a-r)
şuurlu: bilinçli (bk. ş-a-r)
telâkki: kabul etme
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tenvir: aydınlatma (bk. n-v-r)
terbiye: besleme, yetiştirme (bk. r-b-b)
tevaggul: dalma, derinliğine girme
teveccüh: yönelme
tezyin: süsleme (bk. z-y-n)
timsal: nümune, örnek (bk. m-s̱-l)
Zât-ı Kerîm: sonsuz cömertlik ve ikram sahibi Zât, Allah (bk. k-r-m)
ziya: ışık
ziya-yı şems: güneşin ışığı
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)
zıll: gölge
Zühre: çiçek

ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz.

Ey Zühre-misal! Sen gidiyorsun. Fakat çiçek olarak git. İşte gittin. Terakki ede ede, tâ bir mertebe-i külliyeye geldin. Güya bütün çiçeklerin hükmüne geçtin. Halbuki, Zühre kesif bir âyinedir. Onda, ziyadaki yedi renk inhilâl ve inkisar eder. Şemsin aksini gizler. Sen sevdiğin güneşin yüzünü görmekte muvaffak olamazsın. Çünkü, kayıtlı olan renkler, hususiyetler dağıtıyor, perde çekiyor, gösteremiyor. Sen şu halde suretlerin, berzahların ortaya girmesiyle neş’et eden firaktan kurtulamazsın. Lâkin bir şartla kurtulabilirsin ki, sen kendi nefsinin muhabbetine dalmış olan başını kaldırasın ve nefsin mehâsiniyle telezzüz ve iftihar eden nazarını çekesin, gökyüzündeki güneşin yüzüne atasın. Hem, başaşağı, celb-i rızık için toprağa bakan yüzünü, yukarıdaki şemse çeviresin. Çünkü sen onun âyinesisin. Vazifen âyinedarlıktır. Bilsen, bilmesen, hazine-i rahmet kapısı olan toprak tarafından senin rızkın gelecektir.

Evet, nasıl bir çiçek, güneşin küçücük bir âyinesidir. Şu koca güneş dahi, gök denizinde, Şems-i Ezelînin Nur isminden tecellî eden bir lem’anın katre-misal bir âyinesidir. Ey kalb-i insanî! Sen nasıl bir güneşin âyinesi olduğunu bundan bil. Bu şartı yaptıktan sonra kemâlini bulursun. Fakat güneşi nefsülemirde nasılsa öyle göremezsin; o hakikati çıplak anlamazsın. Belki, senin sıfatlarının renkleri ona bir renk verir; ve kesafetli dürbünün bir suret takar; ve kayıtlı kabiliyetin bir kayıt altına alır.

Şimdi, sen dahi, ey Katre içine giren hakîm feylesof! Senin katre-i fikrin dürbünüyle, felsefenin merdiveniyle, tâ kamere kadar terakki ettin, kamere girdin. Bak, kamer kendi zâtında kesafetli, zulümatlıdır. Ne ziyası var, ne hayatı. Senin sa’yin beyhude, ilmin faidesiz gitti. Sen ye’sin zulümâtından ve kimsesizliğin vahşetinden ve ervâh-ı habisenin iz’âcâtından ve o vahşetin dehşetinden şu şartlarla kurtulabilirsin ki: Tabiat gecesini terk edip hakikat güneşine teveccüh etsen ve yakînen inansan ki, şu gece nurları gündüz güneşinin ışıklarının gölgeleridir.


aks: yansıma
âyine: ayna
âyinedarlık: aynalık
berzah: geçit
beyhude: boşuna
cazibe: çekim gücü
celb-i rızık: rızık elde etme (bk. r-z-ḳ)
dehşet: korku, ürkme
ervâh-ı habise: kötü ruhlar (bk. r-v-ḥ)
feylesof: filozof, felsefeci
firak: ayrılık (bk. f-r-k)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakîm: hikmetli, hikmet sahibi (bk. ḥ-k-m)
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hususiyet: özellik
iftihar: övünme
inhilâl: çözülüp açılmış, dağılmış
inkisar: kırılma
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
iz’âcât: rahatsız etmeler
kalb-i insanî: insan kalbi
kamer: ay
Katre: damla
Katre-i fikr: düşünce damlası (bk. f-k-r)
Katre-misal: damla gibi (bk. m-s̱-l)
kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
kesafet: yoğunluk, katılık
kesif: yoğun, katı
lâkin: ama, fakat
lem’a: parıltı
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
mertebe-i külliye: büyük ve kapsamlı mertebe (bk. k-l-l)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muvaffak: başarılı
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nefsülemir: işin gerçeği, aslı (bk. n-f-s)
neş’et etmek: doğmak
Nur: bütün varlıkları aydınlatan ve her çeşit nuru yaratan Allah (bk. n-v-r)
sa’y: çalışma
şems: güneş
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş, bu tabir ezelden beri bütün varlıkları aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
sülûk etmek: yol almak
suret: şekil, biçim; görüntü (bk. ṣ-v-r)
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
talep etmek: istemek (bk. ṭ-l-b)
tecellî: yansıma (bk. c-l-y)
telezzüz: lezzetlenme
terakki: yükselme, ilerleme
teveccüh: yönelme
vahşet: ürküntü, korku
yakînen: kesin olarak (bk. y-ḳ-n)
ye’s: ümitsizlik
zât: kendi, öz
ziya: ışık
Zühre-misal: çiçek gibi (bk. m-s̱-l)
zulümat: karanlık (bk. ẓ-l-m)

Bu şartı yaptıktan sonra sen kemâlini bulursun. Fakir ve karanlıklı kamer yerine, haşmetli güneşi bulursun. Fakat sen dahi, öteki arkadaşın gibi, güneşi safi göremezsin. Belki senin aklın ve felsefen ünsiyet ve ülfet ettikleri perdeler arkasında ve ilim ve hikmetin nescettiği hicapların halfinde ve kabiliyetin verdiği bir renk içinde görebilirsin.

İşte, Reşha-misal üçüncü arkadaşınız ki, hem fakirdir, hem renksizdir. Güneşin hararetiyle çabuk tebahhur eder, enâniyetini bırakır, buhara biner, havaya çıkar. İçindeki madde-i kesife, nâr-ı aşk ile ateş alır, ziya ile nura döner. O ziyanın cilvelerinden gelen bir şuaa yapışır, yanaşır.

Ey Reşha-misal! Madem doğrudan doğruya güneşe âyinedarlık ediyorsun. Sen hangi mertebede bulunursan bulun, ayn-ı şemse karşı, aynelyakîn bir tarzda, safi bakılacak bir delik, bir pencere bulursun. Hem o şemsin âsâr-ı acîbesini ona vermekte müşkülât çekmeyeceksin. Ona lâyık haşmetli evsâfını tereddütsüz verebilirsin. Saltanat-ı zâtiyesinin dehşetli âsârını ona vermekte hiçbir şey senin elinden tutup ondan vazgeçiremez. Seni ne berzahların darlığı, ne kabiliyetlerin kaydı, ne âyinelerin küçüklüğü seni şaşırtmaz, hilâf-ı hakikate sevk etmez. Çünkü sen safi, hâlis, doğrudan doğruya ona baktığın için anlamışsın ki, mazharlarda görünen ve âyinelerde müşahede olunan güneş değil, belki bir nevi cilveleridir, bir çeşit renkli akisleridir. Çendan o akisler onun ünvanlarıdır; fakat bütün âsâr-ı haşmetini gösteremiyorlar.

İşte, şu hakikatle karışık temsilde, böyle başka başka üç tarikle kemâle gidilir. Ve o kemâlâtın mezâyâsında ve mertebe-i şuhudun tafsilâtında başka başkadırlar. Fakat neticede ve hakka iz’an ve hakikati tasdikte ittifak ederler.

İşte, nasıl bir gece adamı ki, hiç güneşi görmemiş, yalnız kamer âyinesinde bir gölgesini görüyor. Güneşe mahsus haşmetli ziyayı, dehşetli cazibeyi aklına sığıştıramıyor. Belki görenlere teslim olup taklit ediyor. Öyle de, veraset-i Ahmediye (a.s.m.) ile Kadîr ve Muhyî gibi isimlerin mertebe-i uzmâsına yetişmeyen,


akis: yansıma
âsâr: işler
âsâr-ı acîbe: şaşırtıcı işler
âsâr-ı haşmet: haşmet ve büyüklüğün kendine lâyık eserleri, neticeleri
âyine: ayna
âyinedar: ayna olma
ayn-ı şems: güneşin kendisi
aynelyakin: gözle görür kesinlikte (bk. y-ḳ-n)
berzah: geçit
cazibe: çekim gücü
çendan: gerçi
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
enâniyet: benlik
evsâf: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
half: arka
hâlis: içten, katıksız (bk. ḫ-l-ṣ)
hararet: sıcaklık, ısı
haşmet: ihtişam, görkem
hicap: örtü, perde
hikmet: yüksek bilgi (bk. ḥ-k-m)
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırılık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
iz’an: kesin şekilde inanma
Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
kamer: ay
kemâl: mükemmellik, olgunluk (bk. k-m-l)
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
madde-i kesife: yoğun, katı madde
mahsus: özel, has
mazhar: ayna, görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
mertebe: derece
mertebe-i şuhud: görme derecesi (bk. ş-h-d)
mertebe-i uzmâ: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m)
mezâyâ: meziyetler, üstün özellikler
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
müşahede olunmak: görünmek (bk. ş-h-d)
müşkilât: zorluk
nâr-ı aşk: aşk ateşi
nesc etmek: dokumak
nevi: tür, çeşit
nur: aydınlık (bk. n-v-r)
Reşha-misal: sızıntı misali (bk. m-s̱-l)
safi: temiz, duru; halis (bk. ṣ-f-y)
saltanat-ı zâtiye: bizzat Kendisinin hükmettiği saltanat, egemenlik (bk. s-l-ṭ)
şems: güneş
şua: ışık, parıltı
tafsilât: ayrıntı
tarik: yol (bk. ṭ-r-ḳ)
tasdik: onaylama, doğruluğunu kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ)
tebahhur: buharlaşma
temsil: kıyaslama tarzında benzetme (bk. m-s̱-l)
tereddütsüz: şüphede kalmayacak şekilde
ülfet: alışkanlık
ünsiyet: alışkanlık, âşinalık
veraset-i Ahmediye: Peygamberimize varis olma, onun izinden gitme (bk. ḥ-m-d)ziya: ışık

haşr-i âzamı ve kıyamet-i kübrâyı taklidî olarak kabul eder, “Aklî bir mesele değildir” der. Çünkü, hakikat-ı haşir ve kıyamet, İsm-i Âzamın ve bazı esmânın derece-i âzamının mazharıdır. Kimin nazarı oraya çıkmazsa, taklide mecburdur. Kimin fikri oraya girse, haşir ve kıyameti, gece gündüz, kış ve bahar derecesinde kolay görür, itminan-ı kalble kabul eder.

İşte şu sırdandır ki, haşir ve kıyameti, en âzam mertebede, en ekmel tafsilâtla Kur’ân zikrediyor ve İsm-i Âzamın mazharı olan Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm ders veriyor. Ve eski peygamberler ise, hikmet-i irşadın iktizasıyla, bir derece basit ve iptidaî bir halde olan ümmetlerine, haşri en âzam bir derecede, en geniş bir tafsilâtla ders vermemişler.

Hem şu sırdandır ki, bir kısım ehl-i velâyet, bazı erkân-ı imaniyeyi mertebe-i uzmâsında görmemişler veya gösterememişler. Hem şu sırdandır ki, marifetullahta derecât-ı ârifîn çok tefavüt ediyor.

Daha bunlar gibi çok esrar, şu hakikatten inkişaf eder. Şimdi şu temsil, hem bir derece hakikati ihsas ettiğinden, hem hakikat çok geniş ve çok derin olduğundan, biz dahi temsille iktifa ediyoruz. Haddimizin ve takatimizin fevkinde olan esrara girişmeyeceğiz.


a’mâl: ameller, işler
âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âhirzaman: dünya hayatının kıyamete yakın son devresi (bk. e-ḫ-r)
alâmet: işaret
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
âzam: en büyük (bk. a-ẓ-m)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
derecât-ı ârifîn: ariflerin dereceleri (bk. a-r-f)
derece-i âzam: en büyük derece (bk. a-ẓ-m)
ehâdis-i şerife: Peygamberimizin yüce sözleri (bk. ḥ-d-s̱)
ehl-i ilim: ilim ehli, âlimler (bk. a-l-m)
ehl-i velâyet: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
ekmel: en mükemmel (bk. k-m-l)
enâniyet: benlik, gurur
erkân-ı imaniye: imanın esasları (bk. r-k-n; e-m-n)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
esrar: sırlar
fazilet: erdem, üstünlük (bk. f-ḍ-l)
fevkinde: üstünde
hadd: yetki
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-ı haşir ve kıyamet: kıyamet ve haşir gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḥ-ş-r; ḳ-v-m)
haşr-i âzam/haşir: en büyük haşir; öldükten sonra âhirette yeniden diriltilerek Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r; a-ẓ-m)
hikmet-i irşad: olması gereken keyfiyette doğru yolu gösterme ve yaşatmanın gayesi (bk. ḥ-k-m; r-ş-d)
icmâl: özet, kısaltılmış (bk. c-m-l)
ihsas: hissettirme
iktifa: yetinme
iktiza: bir şeyin gereği
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f)
iptidaî: ilkel
İsm-i Âzam: Cenâb-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
itminan-ı kalb: kalben tam kanaatle inanma
kavî: kuvvetli
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
kıyamet-i kübrâ: büyük kıyâmet, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m; k-b-r)
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. r-k-n; a-r-f)
mazhar: görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
mertebe: derece
mertebe-i uzma: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m)
mevzu: uydurma hadis
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
tafsil: ayrıntı
tafsilât: ayrıntılar
takat: güç, kuvvet
tefavüt etmek: farklılık göstermek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
vukuat: olaylar
zikretmek: bildirmek, hatırlatmak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, İkinci Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.449

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/450


CUMARTESİ DERSLERİ

Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe'nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. - Cumartesi Dersleri 24. 1.
Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. – Cumartesi Dersleri 24. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, – Cumartesi Dersleri 22. 18.

Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, - Cumartesi Dersleri 22. 18.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, -” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Beşinci Lem’a.

Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, - Cumartesi Dersleri 22. 18.
Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, – Cumartesi Dersleri 22. 18.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

BEŞİNCİ LEM’A

Nasıl ki bir kitap, eğer yazma ve mektub olsa, onun yazmasına bir kalem kâfidir. Eğer basma ve matbu olsa, o kitabın hurufatı adedince kalemler, yani demir harfler lâzımdır, tâ o kitap tab’ edilip vücut bulsun. Eğer o kitabın bazı harflerinde gayet ince bir hatla o kitabın ekseri yazılmışsa—Sûre-i Yâsin, lâfz-ı Yâsin’de yazıldığı gibi—o vakit bütün o demir harflerin küçücükleri, o tek harfe lâzım, tâ tab edilsin.

Aynen öyle de, şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ


derecât: dereceler
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
envâr-ı marifet: Allah’ı bilme ve tanıma nurları (bk. n-v-r; a-r-f)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
hurufat: harfler
ihtisar: kısaltma, özetleme
imtinâ: imkansızlık
isnat: dayandırma (bk. ṣ-n-d)
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret-i Samedâniye: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâfz-ı Yâsin: “Yâsin” kelimesi
mâkuliyet: akla uygunluk
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
matbu: basılmış
merâtib: mertebeler
neşretmek: yaymak
nevi: çeşit
pencere-i mühimme: önemli pencere
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)
şems: güneş
sikke: mühür, işaret
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
suhulet: kolaylık
Sûre-i Yâsin: Yâsin Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 36. sûresi
suret: şekil, tarz (bk. ṣ-v-r)
tab’ edilmek: basılmak
tabakat-ı mevcudat: varlıkların tabakaları (bk. v-c-d)
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem, doğa (bk. ṭ-b-a)
tafsil etme: ayrıntılı olarak açıklama
terakkiyât-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y)
turra: mühür, nişan
turra-i samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması mânâsındaki sıfatının mührü (bk. ṣ-m-d)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b)
vâhdaniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vücub: kesinlik, gereklilik (bk. v-c-b)
vücut bulma: var olma (bk. v-c-d)
Zât-ı Ehadiyet: herbir varlıkta birliği görünen Zât, Allah (bk. v-ḥ-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, tabiat için ya herbir cüz toprakta, herbir katre suda, herbir parça havada milyarlarca madenî matbaalar ve hadsiz mânevî fabrikalar bulunması lâzım—tâ ki, hesapsız çiçekli, meyveli masnuâtın teşekkülâtına mazhar olabilsin. Yahut herşeye muhit bir ilim, herşeye muktedir bir kuvvet onlarda kabul etmek lâzım gelir—tâ şu masnuâta hakikî masdar olabilsin.

Çünkü toprağın ve suyun ve havanın herbir cüz’ü ekser nebâtâta menşe olabilir. Halbuki herbir nebat, meyveli olsa, çiçekli olsa, teşekkülâtı o kadar muntazamdır, o kadar mevzundur, o kadar birbirinden mümtazdır, o kadar keyfiyetçe birbirinden ayrıdır ki, herbirisine, yalnız ona mahsus birer ayrı mânevî fabrika veya ayrı birer matbaa lâzımdır. Demek, tabiat mistarlıktan masdarlığa çıksa, herbir şeyde bütün şeylerin makinelerini bulundurmaya mecburdur.

İşte, bu tabiatperestlik fikrinin esası öyle bir hurafattır ki, hurafeciler dahi ondan utanıyorlar. Kendini âkıl zanneden ehl-i dalâletin nasıl nihayetsiz hezeyanlı bir akılsızlık iltizam ettiklerini gör, ibret al!

Elhasıl: Nasıl bir kitabın herbir harfi, kendi nefsini bir harf kadar gösterip ve kendi vücuduna tek bir suretle delâlet ediyor; ve kendi kâtibini on kelime ile tarif eder ve çok cihetlerle gösterir. Meselâ, “Benim kâtibimin hüsn-ü hattı var. Kalemi kırmızıdır, şöyledir, böyledir” der. Aynen öyle de, şu kitab-ı kebir-i âlemin herbir harfi, kendine cirmi kadar delâlet eder ve kendi sureti kadar gösterir. Fakat Nakkâş-ı Ezelînin esmâsını bir kaside kadar tarif eder ve keyfiyetleri adedince işaret parmaklarıyla o esmâyı gösterir, Müsemmâsına şehadet eder. Demek, hem kendini, hem bütün kâinatı inkâr eden sofestâi gibi bir ahmak, yine Sâni-i Zülcelâlin inkârına gitmemek gerektir!


âkıl: akıllı
cirm: büyüklük, kütle
cüz: parça (bk. c-z-e)
delâlet: delil olma, işaret etme
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
hadsiz: sınırsız
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hezeyanlı: saçmalayan
hurafat: aslı esası olmayan saçma inanışlar
hüsn-ü hat: güzel yazı (bk. ḥ-s-n)
ibret: uyanıklığa sebep olan ders
iltizam: taraftarlık
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kaside: şiir
kâtib: yazan (bk. k-t-b)
katre: damla
keyfiyet: özellik, nitelik
kitab-ı kebir-i âlem: büyük âlem kitabı, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r; a-l-m)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özgü
masdar: kaynak
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mazhar: sahip olma, erişme (bk. ẓ-h-r)
menşe: kaynak
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
mistar: şablon
muhal: imkânsızlık
muhit: kuşatıcı
muktedir: gücü yeten, güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
mümtaz: seçkin, üstün
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
Müsemmâ: en güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v)
müşkülâtlı: zor
Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi zâtına has olarak nakış nakış işleyen ve varlığı sonsuz olup başlangıcı olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)
nebat: bitki
nebâtât: bitkiler
nefis: kendisi (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
sofestâî: Yaratıcıyı kabul etmemek için her şeyi, hatta kendini dahi inkâr edenler
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
suûbetli: zor
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tabiatperest: yaratıcı olarak tabiatı kabul eden (bk. ṭ-b-a)
teşekkülât: oluşumlar
vehim: kuruntu

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime BEŞİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.399

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/399


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar.” Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar. – Cumartesi Dersleri 22. 14.

"Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar." Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar. - Cumartesi Dersleri 22. 14.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar.’ Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam İkinci Lem’a.

"Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar." Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar. - Cumartesi Dersleri 22. 14.
“Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar.” Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar. – Cumartesi Dersleri 22. 14.

KISA ViDEO

UZUN ViDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

İKİNCİ LEM’A

Bak şu kâinat bostanına. Şu zeminin bağına, şu semânın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzüne dikkat et. Göreceksin ki, bir Sâni-i Zülcelâlin, bir Fâtır-ı Zülcemâlin, o serilmiş ve serpilmiş masnuattan herbir masnu üstünde, Hâlık-ı Külli Şeye mahsus bir sikkesi; ve herbir mahlûku üstünde, Sâni-i Külli Şeye has bir hâtemi; ve kalem-i kudretin birer menşûru olan sahâif-i leyl ve nehar, yaz ve baharda yazılan tabakat-ı mevcudat üstünde, taklit kabul etmez bir turra-i garrâsı vardır.

Şimdi o sikkelerden, o hâtemlerden, o turralardan, nümune olarak birkaçını zikredeceğiz. Meselâ, hesapsız sikkelerinden, hayat üzerinde koyduğu çok sikkelerinden şu sikkeye bak ki: “Birşeyden herşey yapar; hem herşeyden birtek şey yapar.” Çünkü, nutfe suyundan ve hem içilen basit bir sudan, hesapsız âzâ ve cihâzât-ı hayvaniyeyi yapar.

İşte, birşeyi herşey yapmak, elbette bir Kadîr-i Mutlakın işidir. Hem yenilen hadsiz taamlardan, o taam ise hayvanî olsun, nebatî olsun, o müteaddit maddeleri, has bir cisme kemâl-i intizamla çeviren ve ondan mahsus bir cilt nesceden ve ondan basit cihazları yapan, elbette bir Kadîr-i Külli Şeydir ve Alîm-i Mutlaktır. Evet, Hâlık-ı Mevt ve Hayat, şu destgâh-ı dünyada, hikmetiyle, hayatı öyle bir kanun-u emriye-i mu’ciznümâ ile idare ediyor ki, o kanunu tatbik ve icra etmek, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutan bir Zâta mahsustur.


Alîm-i Mutlak: sınırsız ilim sahibi Allah (bk. a-l-m; ṭ-l-ḳ)
âzâ: organlar
azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)
bostan: bahçe
celâl: haşmet, görkem (bk. c-l-l)
cihâzât-ı hayvaniye: hayvanların organları (bk. ḥ-y-y)
destgâh-ı dünya: dünya tezgâhı
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
Fâtır-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi benzersiz yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-m-l)
hadsiz: sayısız
hâlât: haller, durumlar
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
Hâlık-ı Mevt ve Hayat: hayatı ve ölümü yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; m-v-t; ḥ-y-y)
hâtem: mühür, damga
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icra: yerine getirme
izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z)
kabza-i tasarruf: emri altında bulundurma (bk. ṣ-r-f)
Kâdir-i Külli Şey: sınırsız güç ve kudret sahibi olan ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; k-l-l)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)
kanun-u emriye-i mu’ciznümâ: Allah’ın emriyle oluşan mu’cizeli kanun (bk. ḳ-n-n; a-c-z)
kemâl-i intizam: mükemmel ve kusursuz düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kudret-i İlâhiye: Allah’ın güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r; e-l-h)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özgü
masnû: sanat eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
masnûat: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
menşûr: yazılmış, yayınlanmış
merci: başvurulacak yer
müteaddid: çeşitli, birden fazla
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nâzır: gözlemci (bk. n-ẓ-r)
nebatî: bitkisel
nescetme: dokuma, örme
nümune: örnek
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
perdedâr-ı dest-i kudret: Allah’ın kudret elinin önünde perde (bk. ḳ-d-r)
sahâif-i leyl ve nehar: gece ve gündüz sahifeleri
Sâni-i Külli Şey: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; k-l-l)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
semâ: gökyüzü (bk. s-m-v)
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
taam: yiyecek
tabakat-ı mevcudat: varlıkların tabakaları, grupları (bk. v-c-d)
tatbik: uygulama
tesir-i hakikî: gerçek tesir (bk. ḥ-ḳ-ḳ)tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
turra: padişahın mührü ve imzası
turra-i garrâ: parlak mühür
zemin: yeryüzü
zikretmek: belirtmek

İşte, eğer aklın sönmemişse, kalbin kör olmamışsa anlarsın ki, birşeyi kemâl-i suhulet ve intizamla herşey yapan ve herşeyi kemâl-i mizan ve intizamla, san’atkârâne birtek şey yapan, herşeyin Sâniine has ve Hâlık-ı Külli Şeye mahsus bir sikkedir.

Meselâ görsen, hârika-pîşe bir zat, bir dirhem pamuktan, yüz top çuha ve ipek veya patiska gibi mütenevvi sair kumaşları o tek dirhem pamuktan nescetmekle beraber, helva, baklava gibi çok taamları dahi ondan yapıyor. Sonra görsen ki, o zat, demiri ve taşı, balı ve yağı, suyu ve toprağı avucuna alır, bir güzel altın yapar. Elbette kat’iyen hükmedeceksin ki, o zat öyle kendine has bir san’ata mâliktir; bütün anâsır-ı arziye onun emrine musahhar ve bütün mevâlid-i türâbiye onun hükmüne bakar.

Evet, hayattaki tecellî-i kudret ve hikmet, bu misalden bin derece daha aciptir. İşte, hayat üstündeki çok sikkelerden birtek sikke…


acip: şaşırtıcı, hayret verici
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
anâsır-ı arziye: dünyadaki unsurlar, elementler
cami’: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)
cevelân: dolaşma, hareket
çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş
dirhem: yaklaşık üç grama denk olan bir ağırlık ölçüsü
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
envâ-ı âlem: âlemdeki çeşitler, türler (bk. a-l-m)
eşya: şeyler, varlıklar
evham: kuruntular, şüpheler
fihriste: indeks
Hâlık-ı Külli Şey: heyşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
halk etmek: yaratmak (bk.ḫ-l-ḳ)
hârika-pîşe: hârika işler yapan
has: özel
hâtem: mühür, damga
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
kabza-i tasarrufunda: tasarrufu altında (bk. ṣ-r-f)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâinat-ı seyyâle: akıp giden kâinat, evren (bk. k-v-n)
katre: damla
kelime-i kudret: kudret kelimesi (bk. k-l-m; ḳ-d-r)
kemâl-i mizan: mükemmel ve kusursuz bir ölçü (bk. k-m-l; v-z-n)
kemâl-i suhulet: tam bir kolaylık (bk. k-m-l)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
mevâlid-i türâbiye: topraktaki madenler
mevcudât-ı seyyâre: devamlı hareket eden varlıklar (bk. v-c-d)
misal-i musağğar: küçültülmüş nümune, örnek (bk. m-s̱-l)
mizan: ölçü (bk. v-z-n)
musahhar: boyun eğmiş
mütenevvi: çeşit çeşit
nesc etmek: dokumak, örmek
nevi: çeşit
nümune: örnek, misal
patiska: pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
sair: diğer
san’atkârâne: sanatlı bir şekilde (bk. ṣ-n-a)
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
semere: meyve
sikke: madenî para gibi şeylerin üzerine vurulan damga, mühür
taam: yiyecek
tecellî-i kudret ve hikmet: Allah’ın kudret ve hikmet görüntüsü (bk. c-l-y; ḳ-d-r; ḥ-k-m)
zihayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime İKİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.392

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/392


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.

O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam On Birinci Burhan.

O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

ON BİRİNCİ BURHAN

Gel, ey arkadaş! Şimdi sana, geçmiş olan on burhan kuvvetinde kat’î bir burhan daha göstereceğim. Gel, bir gemiye bineceğiz; HAŞİYE-1 şu uzakta bir cezire var, oraya gideceğiz. Çünkü bu tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem herkes o cezireye bakıyor, oradan birşeyler bekliyor, oradan emir alıyorlar.

İşte, bak, gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak, pek büyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi, mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkat et. Bu cemiyet-i azîmenin bir reisi var. Gel, daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız.

İşte, bak, ne kadar parlak ve binden HAŞİYE-2 ziyade nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor, ne kadar tatlı bir sohbet ediyor! Şu on beş gün zarfında bunların dediklerini ben bir parça öğrendim; sen de benden öğren. Bak, o zat, şu


Haşiye-1

Gemi tarihe ve cezire ise Asr-ı Saadete işarettir. Şu asrın zulümatlı sahilinde mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve siyer sefinesine binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziretü’l-Arab meydanına çıkıp, Fahr-i Âlemi (a.s.m.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki, o zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır.

Haşiye-2

Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan mu’cizât-ı Ahmediyedir (a.s.m.).


Asr-ı Saadet: Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
bâliğ: erişen, ulaşan
bekà: devamlılık, süreklilik (bk. b-ḳ-y)
burhan: güçlü delil
burhan-ı tevhid: Allah’ın birliğini gösteren delil (bk. v-ḥ-d)
cemiyet-i azîme: büyük topluluk, toplum (bk. c-m-a; a-z-m)
cezire: yarımada
Ceziretü’l-Arab: Arab yarımadası
cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
ehl-i tahkik: gerçeği ilmî olarak araştıranlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
Fahr-i Âlem: bütün âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m) (bk. a-l-m)
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
içtima: toplanma (bk. c-m-a)
ihtifal: merasim
inkılâp: değişim
isnad: dayandırma (bk. s-n-d)
kafile: grup
kat’î: kesin
kerem: ikram, bağış, iyilik (bk. k-r-m)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
libas: elbise
mimsiz medeniyet: “deniyet”, aşağılık
mu’cizât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m) gösterdiği mu’cizeler (bk. a-c-z; ḥ-m-d)
nukuş: nakışlar (bk. n-ḳ-ş)
saltanat: egemenlik, sultanlık (bk. s-l-ṭ)
sefine: gemi
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
sehâvetli: cömertçe (bk. c-v-d)
siyer: Peygamberimizin (a.s.m) hayatını konu alan ilim
tahavvülât: başkalaşmalar
tılsım: sır, gizli gerçek
zarfında: içinde
zemin: yer
zevâl: kaybolma, geçip gitme (bk. z-v-l)
ziyade: fazla
zulümat: karanlık (bk. ẓ-l-m)

memleketin mu’ciznümâ sultanından bahsediyor. “O sultan-ı zîşan beni sizlere gönderdiğini” söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zat o padişahın bir memur-u mahsusudur.

Sen dikkat et ki, bu zâtın söylediği sözü, değil yalnız şu ceziredeki mahlûklar dinliyorlar; belki harikulâde suretinde bütün memlekete işittiriyor. Çünkü, uzaktan uzağa herkes, buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlar dinliyor; belki hayvanlar da, hattâ bak, dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kımıldanıyorlar. Şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ı hayat içiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlisinde mühim lâmba, HAŞİYE-1 onun işaretiyle, bir iken ikileşiyor. Demek, bu memleket bütün mevcudatıyla onun memuriyetini tanıyor. Onu “gaybî bir zât-ı mu’ciznümânın en has ve doğru bir tercümanıdır,” bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşafı ve evâmirinin tebliğine emin bir elçisi olduğunu biliyor gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar.

İşte, bu zâtın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklı başında olanlar, “Evet, evet, doğrudur” derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketleri ışıklandıran büyük nur lâmbası, HAŞİYE-2 o zâtın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle “Evet, evet, her dediğin doğrudur” derler.

İşte, ey sersem arkadaş! Şu padişahın hazine-i hassasına mahsus bin nişan taşıyan şu nuranî ve muhteşem ve pek ciddî zâtın bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir zât-ı mu’ciznümâdan ve zikrettiği evsâfından ve tebliğ ettiği evâmirinde hiçbir vech ile hilâf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilâf-ı hakikat kabilse, şu sarayı, şu lâmbaları, şu cemaati, hem vücutlarını, hem hakikatlerini tekzip etmek lâzım gelir. Eğer haddin varsa, buna karşı itiraz parmağını uzat, gör: Nasıl parmağın burhan kuvvetiyle kırılıp senin gözüne sokulacak!


Haşiye-1

Mühim lâmba, kamerdir ki, onun işaretiyle iki parça olmuş. Yani, Mevlânâ Câmî’nin dediği gibi, “Hiç yazı yazmayan o ümmî zat, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı iki elli yapmış.” Yani, şaktan evvel, kırk olan mim’e benzer; şaktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nun’a benzedi.

Haşiye-2

Büyük bir nur lâmbası, güneştir ki, arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi, kucağında Peygamberin (a.s.m.) yatmasıyla ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (r.a.) o mu’cizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
âb-ı kevser: Cennette bulunan Kevser ırmağının suyu
arz: dünya
binaen: –dayanarak
burhan: güçlü delil
cezire: yarımada
dellâl-ı saltanat: saltanatın ilancısı (bk. s-l-ṭ)
edâen: yerine getirerek
elif: Arap alfabesinin ilk harfi
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
evâmir: emirler
evsâf: vasıflar, nitelikler, özellikler (bk. v-s-f)
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
had: yetki
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harikulâde: olağanüstü
has: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hazine-i hassa: özel hazine
hilâf: aykırılık, terslik
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hilâl: ay; yay şeklinde görülen yeni ay
hile: aldatma
İmam-ı Ali: (bk. bilgiler)
kabil: mümkün
kamer: ay
keşşâf: keşfedici, açığa çıkarıcı (bk. k-ş-f)
kubbe-i âli: yüksek kubbe
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özgü
memur-u mahsus: özel memur
memuriyet: memurluk
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
Mevlânâ Câmî: (bk. bilgiler)
mim: Arap alfabesinin yirmi dördüncü harfi
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhteşem: ihtişamlı, göz kamaştırıcı
nişan: alâmet, işaret
nun: Arap alfabesinin yirmi beşinci harfi
nur: ışık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, ışıklı (bk. n-v-r)
nutk: konuşma
sahife-i semâvî: gök sahifesi (bk. s-m-v)
şak: ayrılma, bölünme
şark: doğu
sultan-ı zîşan: şan sahibi sultan (bk. s-l-ṭ; ẕî)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
taht-ı tasdikinde: doğrulaması ve onayı altında (bk. ṣ-d-ḳ)
tasdik etmek: doğruluğunu kabul etmek, onaylamak (bk. ṣ-d-ḳ)
tebliğ: bildirme, ulaştırma (bk. b-l-ğ)
tekzip: yalanlama
tılsım: sır, gizli gerçek
ümmî: okuma yazma bilmeyen
vecih: yön, şekil
vücut: varlık (bk. v-c-d)
zât-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren zat (bk. a-c-z)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, ON BİRİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.385

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/385


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.

Demek o maddeler - hava, su, ziya (ışık), toprak - kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. - Cumartesi Dersleri 22. 8.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Sekizinci Burhan.

Demek o maddeler - hava, su, ziya (ışık), toprak - kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. - Cumartesi Dersleri 22. 8.
Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

SEKİZİNCİ BURHAN

Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun. Halbuki herşey onu gösteriyor, ona işaret ediyor, ona şehadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadetini nasıl tekzip ediyorsun? Öyle ise bu sarayı da inkâr et ve “Âlem yok, memleket yok” de ve kendini de inkâr et, ortadan çık. Yahut aklını başına al, beni dinle.

İşte, bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihata eden yeknesak unsurlar, madenler var. HAŞİYE-4 Âdeta, memleketten çıkan herşey o maddelerden yapılıyor.


Haşiye-4

Unsurlar, madenler ise, pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile herbir yere giren, medet veren ve hayatın levazımatını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuât-ı İlâhiyenin nescine, nakşına menşe ve müvellid ve beşik olan hava, su, ziya, toprak unsurlarına işarettir.


âkıl: akıllı
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
biçare: çaresiz
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emirber: emre hazır
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
eşya: şeyler, varlıklar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihata etme: kuşatma
izn-i Rabbani: Rab olan Allah’ın izni (bk. r-b-b)
kat’î: kesin
kerem: ikram, iyilik (bk. k-r-m)
kubbe: yarım küre; gökyüzü
lâtif: şirin, hoş (bk. l-ṭ-f)
levazımat: gerekli şeyler
leziz: lezzetli
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât-ı İlâhiye: İlâhî san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
medet: yardım
menşe: kök
muavenet: yardımlaşma
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğmiş
müvellid: meydana getiren, doğurtan
nahif: çelimsiz, zayıf
nakş: işleme (bk. n-ḳ-ş)
nefer: asker
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nescetme: dokuma, örme
saray-ı acib: hayranlık uyandıran saray
saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
taam: yiyecek
tâdât: sayma
tanzim olmak: düzenlenmek (bk. n-ẓ-m)
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
tekzip: yalanlama
valide: ana
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
ziya: ışık

Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.

Hem bak: Bu dokunan şeyler, bu nescolunan münakkaş kumaşlar, birtek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren, ihzar eden ve ip haline getiren, elbette, bilbedâhe, birdir. Çünkü o iş iştirak kabul etmez. Öyle ise, bütün nescolunan san’atlı şeyler ona mahsustur.

Hem de bak: Bu dokunan, yapılan şeylerin herbir cinsi bütün memleketin her tarafında bulunuyor, bütün ebna-yi cinsleriyle öyle intişar etmiş, beraber olarak, birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapılıyor, nescediliyor. Demek birtek zâtın işidir; birtek emirle hareket ediyor. Yoksa, böyle bir anda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir heyette ittifak ve muvafakat muhaldir.

Öyle ise, bu san’atlı şeylerin herbirisi, o gizli zâtın bir ilânnâmesi hükmünde, onu gösteriyor. Güya herbir çiçekli kumaş, herbir san’atlı makine, herbir tatlı lokma, o mu’ciznümâ zâtın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı, birer turrası hükmünde, lisan-ı hâl ile herbirisi der: “Ben kimin san’atıyım; bulunduğum sandıklar ve dükkânlar da onun mülküdür.” Ve herbir nakış der: “Beni kim dokuduysa, bulunduğum top da onun dokumasıdır.” Herbir tatlı lokma der: “Beni kim yapıyor, pişiriyorsa, bulunduğum kazan dahi onundur.” Herbir makine der: “Beni kim yapmışsa, memlekette intişar eden bütün emsalimi de o yapıyor. Ve bütün memleketin her tarafında bizi yetiştiren odur. Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir.” Meselâ, nasıl mîrîye mahsus tek bir palaska veyahut birtek düğmeye mâlik olmak için, onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzımdır ki, onlara hakikî mâlik olsun. Yoksa, o boşboğaz başıbozuktan, “Mîrî malıdır” diye elinden alınıp tecziye edilir.

Elhasıl: Nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhit birer maddedir. Onların mâliki de bütün memlekete mâlik birtek zat olabilir. Öyle de, bütün memlekette intişar eden san’atlar, birbirine benzediği ve birtek sikke izhar ettikleri için, bütün memleket yüzünde intişar eden masnular, herbir şeye hükmeden tek bir zâtın san’atları olduğunu gösteriyorlar.

İşte, ey arkadaş! Madem şu memlekette, yani şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır, bir vahdet sikkesi var. Çünkü bir kısım şeyler, bir iken, ihâtası var. Bir kısım müteaddit ise, fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu


alâmet: işaret
ânâsır: unsurlar, elementler
bilbedâhe: ap açık bir şekilde
ebna-yı cins: aynı cinsten gelenler
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâtem: mühür, damga
ihâta: kuşatıcılık
ihzar etme: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
ilânnâme: duyuru
intişar etme: yayılma
iştirak: ortaklık
ittifak: birleşme
izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
keyfiyet: durum, nitelik, özellik
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
mahsulât: ürünler
mahsus: özgü
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
mîrî: devlete, kamuya âit
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhal: imkansız
muhit: her tarafı kuşatan
mülk: sahip olunan şey (bk. m-l-k)
münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş)
müteaddit: birçok, çeşitli
muvafakat: uygunluk
nesc: dokuma, örme
nescetme: dokuma, örme
palaska: askerlerin kullandığı geniş kemer
saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan mühür, işaret
tecziye: cezalandırma
turra: padişahın mührü ve imzası
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)

için, bir vahdet-i nev’iye gösteriyor. Vahdet ise bir vâhidi gösterir. Demek, ustası da, mâliki de, sahibi de, sânii de bir olmak lâzım gelir.

Bununla beraber, sen buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan kalınca bir ip çıkıyor. HAŞİYE-1 Bak, sonra binler ipler ondan uzanmış. Herbir ipin başına bak: Birer elmas, birer nişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilir misin ki, böyle garip bir gayb perdesinden böyle acip ihsânâtı, hedâyâyı şu mahlûklara uzatan zâtı tanımamak, ona teşekkür etmemek ne kadar divanece bir harekettir? Çünkü, onu tanımazsan, bilmecburiye diyeceksin ki, “Bu ipler, uçlarındaki elmasları, sair hediyeleri kendileri yapıyorlar, veriyorlar.” O vakit her ipe bir padişahlık mânâsını vermek lâzım gelir. Halbuki, gözümüzün önünde bir dest-i gaybî o ipleri dahi yapıp o hedâyâyı onlara takıyor. Demek, bütün bu sarayda herşey, kendi nefsinden ziyade, o mu’ciznümâ zâtı gösteriyor. Onu tanımazsan, bütün bu şeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.


Haşiye-1

Kalınca bir ip, meyvedar ağaca; binler ipler ise, dallarına; ve ipler başındaki elmas, nişan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksâmına ve meyvelerin envâına işarettir.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
aksâm: kısımlar
âlem: dünya (bk. a-l-m)
bilmecburiye: zorunlu olarak
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
divanece: akılsızca, delice
envâ: çeşitler, türler
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hedâyâ: hediyeler
helâket: yok olma
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ihsânât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)
istib’âd: akıldan uzak görme
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
külfet: yük, güçlük
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
matbaha-i mu’ciznümâ: mu’cizeli mutfak (bk. a-c-z)
mebzûliyet: bolluk, çokluk
medar: sebep, vesile
meyvedar: meyveli
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhakeme: düşünme, akıl yürütme (bk. ḥ-k-m)
muhâliyet: imkânsızlık
müşkülat: zorluklar, güçlükler
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
sâni: san’atkâr (bk. ṣ-n-a)
suûbet: zorluk, güçlük
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i nev: tür birliği (bk. v-ḥ-d)
vâhid: bir (bk. v-ḥ-d)
ziyade: çok, fazla

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, SEKİZİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.381

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/381


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! – Cumartesi Dersleri 22. 2.

Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! - Cumartesi Dersleri 22. 2.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör!” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam İkinci Burhan.

Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! - Cumartesi Dersleri 22. 2.
Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! – Cumartesi Dersleri 22. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

İKİNCİ BURHAN

Gel, bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstünde dikkat et. Herbirisinde o gizli zattan haber veren işler var. Adeta herbiri birer turra, birer sikke gibi, o gaybî zattan haber veriyorlar. İşte, gözünün önünde, bak, bir dirhem pamuktan HAŞİYE-1 ne yapıyor:

Bak, kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaş çıktı. Bak, ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlak tatlı köfteler yapılıyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese kâfi gelir.

Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası HAŞİYE-2 yaptı. Bak, gör!

İşte, ey akılsız adam, bu işler öyle bir zâta mahsustur ki, bütün bu memleket, bütün eczasıyla onun mu’cize-i kuvveti altında duruyor, her arzusuna râm oluyor.


Haşiye-1

Tohuma işarettir. Meselâ, zerre gibi bir afyon büzrü, bir dirhem gibi bir zerdali nüvatı, bir kavun çekirdeği, nasıl çuhadan daha güzel dokunmuş yapraklar, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçekler, şekerlemeden daha tatlı ve köftelerden ve konserve kutularından daha lâtif, daha leziz, daha şirin meyveleri hazine-i rahmetten getiriyorlar, bize takdim ediyorlar.

Haşiye-2

Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zîhayatı icad etmeye işarettir.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
büzr: tohum
cism-i hayvanî: canlı bedeni (bk. ḥ-y-y)
çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş
derc etmek: içine yerleştirmek
dirhem: eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
fihriste: indeks, plân
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
leziz: lezzetli
mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası
menzil: yer, mekan (bk. n-z-l)
misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cize-i kuvvet: kuvvet mu’cizesi (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z)
müteharrik: hareketli
nümune: örnek
nüsha: kopya
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
nüvat: çekirdek
patiska: pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez
râm olmak: boyun eğmek
safsata: yalan, uydurma
sikke: madenî para gibi şeyler üstüne vurulan damga, mühür
turra: padişah mührü, imzası
unsur: element
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, İKİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.377

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/376


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ