İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 4.

İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum bilmektir. - Cumartesi Dersleri 23. 1. 4.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, ‘Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?’ bilmektir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas Dördüncü Nokta.

İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum bilmektir. - Cumartesi Dersleri 23. 1. 4.
İnsanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum bilmektir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Üçüncü Söz

Birinci Mebhas

DÖRDÜNCÜ NOKTA

İman, insanı insan eder. Belki insanı sultan eder. Öyle ise, insanın vazife-i asliyesi, iman ve duadır. Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder.

Şu meselenin binler delillerinden, yalnız hayvan ve insanın dünyaya gelmelerindeki farkları, o meseleye vâzıh bir delildir ve bir burhan-ı kàtıdır. Evet, insaniyet, iman ile insaniyet olduğunu, insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Çünkü, hayvan, dünyaya geldiği vakit, adeta başka bir âlemde tekemmül etmiş gibi, istidadına göre mükemmel olarak gelir, yani gönderilir. Ya iki saatte, ya iki günde veya iki ayda bütün şerâit-i hayatiyesini ve kâinatla olan münasebetini ve kavânîn-i hayatını öğrenir, meleke sahibi olur. İnsanın yirmi


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
biçare: çaresiz, zavallı
burhan-ı kâtı: sağlam, keskin delil
divane: deli
dua: Allah’a yalvarma, yakarma (bk. d-a-v)
ehl-i dikkat: dikkat sahipleri
emniyetli: güvenli (bk. e-m-n)
hodfuruşkluk: kendini beğendirmeye çalışmak
istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istihzâ: alay etme
itham: suçlama
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kavânîn-i hayat: hayat yasaları, kanunları (bk. ḳ-n-n; ḥ-y-y)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
mağrur: gururlu
maskara: gülünç, rezil
meleke: maharet, kabiliyet (bk. m-l-k)
müdhike: gülünç, komedi
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b)
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
riya: gösteriş
sefine-i sultaniye: hükümdarlık gemisi (bk. s-l-ṭ)
şekavet-i uhreviye: âhiretteki mutsuzluk (bk. e-ḫ-r)
şerâit-i hayatiye: hayat şartları (bk. ḥ-y-y)
takat: güç, kuvvet
tard: kovma
tasannu: yapmacık (bk. ṣ-n-a)
tazyikat-ı dünyeviye: dünyadaki sıkıntılar
tekebbür: büyüklenme, gururlanma (bk. k-b-r)
tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l)
tevekkül: Allah’a dayanma ve güvenme (bk. v-k-l)
vazife-i asliye: asıl vazife
vâzıh: açık, âşikar
zaaf: zayıflık
zayi: kayıp, ziyan
zillet: alçaklık, aşağılık
ziyade: çok, fazla

senede kazandığı iktidar-ı hayatiyeyi ve meleke-i ameliyeyi, yirmi günde serçe ve arı gibi bir hayvan tahsil eder, yani ona ilham olunur.

Demek, hayvanın vazife-i asliyesi, taallümle tekemmül etmek değildir; ve marifet kesbetmekle terakki etmek değildir; ve aczini göstermekle medet istemek, dua etmek değildir. Belki vazifesi, istidadına göre taammüldür, amel etmektir, ubûdiyet-i fiiliyedir.

İnsan ise, dünyaya gelişinde, herşeyi öğrenmeye muhtaç ve hayat kanunlarına cahil; hattâ yirmi senede tamamen şerâit-i hayatı öğrenemiyor. Belki âhir ömrüne kadar öğrenmeye muhtaç, hem gayet âciz ve zayıf bir surette dünyaya gönderilip, bir iki senede ancak ayağa kalkabiliyor. On beş senede ancak zarar ve menfaati fark eder; hayat-ı beşeriyenin muavenetiyle, ancak menfaatlerini celp ve zararlardan sakınabilir. Demek ki, insanın vazife-i fıtriyesi, taallümle tekemmüldür, dua ile ubûdiyettir. Yani, “Kimin merhametiyle böyle hakîmâne idare olunuyorum? Kimin keremiyle böyle müşfikane terbiye olunuyorum? Nasıl birisinin lütuflarıyla böyle nazeninâne besleniyorum ve idare ediliyorum?” bilmektir; ve binden ancak birisine eli yetişemediği hâcâtına dair Kàdıu’l-Hâcâta lisan-ı acz ve fakr ile yalvarmaktır ve istemek ve dua etmektir. Yani, aczin ve fakrın cenahlarıyla makam-ı âlâ-yı ubûdiyete uçmaktır.

Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla herşey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü’l-esası da iman-ı billâhtır.

Hem insan, nihayetsiz acziyle nihayetsiz beliyyâta maruz ve hadsiz âdânın hücumuna müptelâ; ve nihayetsiz fakrıyla beraber nihayetsiz hâcâta giriftar ve nihayetsiz metâlibe muhtaç olduğundan, vazife-i asliye-i fıtriyesi, imandan sonra, duadır. Dua ise, esas-ı ubûdiyettir.


âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âdâ: düşmanlar
âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
beliyyât: belalar
celp: çekme
cenah: kanat
dua: Allah’a yalvarma (bk. d-a-v)
esas-ı ubûdiyet: kulluğun esası, özü (bk. a-b-d)
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
giriftar: tutulmuş, yakalanmış
hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
hadsiz: sınırsız
hakîmâne: hikmetli biçimde (bk. ḥ-k-m)
hayat-ı beşeriye: insan hayatı (bk. ḥ-y-y)
iktidar-ı hayatiye: yaşama gücü (bk. ḳ-d-r; ḥ-y-y)
ilham: kalbe gelme
iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n)
istidad: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
Kàdıu’l-Hâcât: bütün ihtiyaçları karşılayan Allah (bk. h-v-c)
kerem: iyilik, ikram, cömertlik (bk. k-r-m)
kesbetmek: kazanmak
lisan-ı acz ve fakr: fakirlik ve acizlik dili (bk. a-c-z; f-ḳ-r)
lütuf: iyilik, ihsan (bk. l-ṭ-f)
maden: kaynak
mahiyet: nitelik, özellik
makam-ı âlâ-yı ubûdiyet: Allah’a kulluğun yüce makamı (bk. a-b-d)
marifet: geniş bilgi ve beceri (bk. a-r-f)
marifetullah: Allah’ı bilme ve tanıma (bk. a-r-f)
maruz: tesiri altında olan
medet: yardım
meleke-i ameliye: iş yapma mahareti, kabiliyeti
menfaat: çıkar, yarar
metâlib: istekler (bk. ṭ-l-b)
muavenet: yardım
müptelâ: bağımlı, tutulmuş
müşfikane: şefkatli bir şekilde (bk. ş-f-ḳ)
nazeninâne: nazikçesine
nihayetsiz: sonsuz
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
şerâit-i hayat: hayat şartları (bk. ḥ-y-y)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
taallüm: öğrenme (bk. a-l-m)
taammül: amel etmek, hareket etmek
tahsil etmek: öğrenmek
tekemmül: mükemmelleşme, olgunlaşma (bk. k-m-l)
terakki: ilerleme
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
ubûdiyet-i fiiliye: fiilî ibadetler (bk. a-b-d; f-a-l)
ulûm-u hakikiye: gerçek ilimler (bk. a-l-m; ḥ-ḳ-ḳ)
üssü’l-esas: temel esas
vazife-i asliye: asıl vazife
vazife-i asliye-i fıtriye: yaratılıştan gelen asıl vazife (bk. f-ṭ-r)
vazife-i fıtriye: yaratılıştan gelen görev (bk. f-ṭ-r)

Nasıl bir çocuk, eli yetişmediği bir meramını, bir arzusunu elde etmek için ya ağlar, ya ister. Yani, ya fiilî, ya kavlî lisan-ı acziyle bir dua eder, maksuduna muvaffak olur. Öyle de, insan, bütün zîhayat âlemi içinde nazik, nazenin, nazdar bir çocuk hükmündedir. Rahmânü’r-Rahîmin dergâhında, ya zaaf ve acziyle ağlamak veya fakr ve ihtiyacıyla dua etmek gerektir. Tâ ki, makàsıdı ona musahhar olsun veya teshirin şükrünü eda etsin. Yoksa, bir sinekten vâveylâ eden ahmak ve haylaz bir çocuk gibi, “Ben kuvvetimle, bu kabil-i teshir olmayan ve bin derece ondan kuvvetli olan acip şeyleri teshir ediyorum ve fikir ve tedbirimle kendime itaat ettiriyorum” deyip küfran-ı nimete sapmak, insaniyetin fıtrat-ı asliyesine zıt olduğu gibi, şiddetli bir azâba kendini müstehak eder.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
ahmak: sersem
âyet: Kur’an’ın herbir cümlesi
ayn-ı matlub: istenilen şeyin kendisi (bk. ṭ-l-b)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
dergâh: Allah’ın yüce katı
dua: Allah’a yalvarma, niyaz (bk. d-a-v)
eda etmek: yerine getirmek
fakr: fakirlik, ihtiyaç hâli (bk. f-ḳ-r)
ferman etmek: buyurmak
fiilî: fiilen, çalışarak (bk. f-a-l)
fıtrat-ı asliye: esas yaratılış gayesi (bk. f-ṭ-r)
fıtrat-ı insaniye: insanın yaratılışı, tabiatı (bk. f-ṭ-r)
haylaz: yaramaz
hekim: doktor
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihtiyacat: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
iktiza: gerektirme
kabil-i teshir olmayan: boyun eğdirilmesi mümkün olmayan
kavlî: sözlü olarak
küfran-ı nimet: nimete karşı nankörlük (bk. k-f-r; n-a-m)
lebbeyk: buyurunuz
lisan-ı acz: âcizlik dili (bk. a-c-z)
makàsıd: gayeler, istenilen şeyler (bk. ḳ-s-d)
maksud: istek (bk. ḳ-s-d)
meâl: anlam
meram: arzu, istek
musahhar: boyun eğmiş
müstehak: hak etmiş, layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muvaffak olmak: başarmak
nazdar: nazlı
nazenin: ince, nazik, duyarlı
nazik: zarif, ince
Rahmânü’r-Rahîm: sonsuz merhamet sahibi, her yaratığa uygun rızık veren ve yarattıklarına karşı çok şefkat eden Allah (bk. r-ḥ-m)
tâbi: uyan
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
teshir: boyun eğdirme
umumî: genel
vâveylâ: feryad
vesile-i kât’iye: kesin aracı
zaaf: zayıflık
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas, Dördüncü Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.422

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ucuncu-soz/422


CUMARTESİ DERSLERİ

İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. - Cumartesi Dersleri 23. 1. 3. 
İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 3. 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? – Cumartesi Dersleri 21. 5.

Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? - Cumartesi Dersleri 21. 5.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam Beşinci İkaz.

Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? - Cumartesi Dersleri 21. 5.
Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? – Cumartesi Dersleri 21. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Birinci Söz

Birinci Makam

BEŞİNCİ İKAZ

Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgıl-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?

Sen istidat cihetiyle bütün hayvânâtın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedarikte iktidar cihetiyle bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakikî bir insan gibi hakikî bir hayat-ı daime için sa’y etmektir?

Bununla beraber, meşâgıl-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyâni meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi, en lüzumsuz malûmatla vakit geçiriyorsun. Meselâ “Zuhal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle, kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun!

Eğer desen, “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.” Öyle ise, ben de sana derim ki:

Eğer yüz kuruş bir gündelikle çalışsan, sonra biri gelse, dese ki: “Gel, on dakika kadar şurayı kaz; yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak” desen, ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.

Aynen onun gibi, sen şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen, o vakit, bereketli


derd-i maişet: geçim derdi (bk. a-y-ş)
divanece: akılsızca
dünyaperest: dünyaya tutkun
dünyevî: dünyaya ait
elzem: çok gerekli olan
fen: bilim
fevkinde: üstünde
fütur: usanç
fütursuz: usanmadan
fuzulî: lüzumsuz
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haps-i ebedi: sonsuz hapis (bk. e-b-d)
havf: korku
hayat-ı daime: devamlı hayat (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
iktidar: kuvvet, güç (bk. ḳ-d-r)
istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d)
istihfaf: hafife alma
itham: suçlama
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
keyfiyet: nitelik, özellik
kıymettar: kıymetli, değerli
kozmoğrafya: gökbilimi, astronomi
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
levâzımat: gerekli şeyler
mâlâyâni: anlamsız, faydasız (bk. mâ-lâ)
malûmat: bilgiler (bk. a-l-m)
medar: sebep, vesile
meşâgıl-i dünyeviye: dünya meşguliyetleri
meşgale: meşguliyet, iş
münhasır: sınırlı
müstehak: hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
nafaka: geçim için gerekli olan şey
sa’y: çalışma
semere: ürün
suhre: zoraki, angarya iş gören
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tâzip: azap verme, cezalandırma
tedarik: elde etme
tedip: edeplendirme, haddini bildirme
vazife-i asliye: asıl görev
Zuhal: Satürn gezegeni

nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki maden-i mânevî bulursun.

Birinci maden: Bütün bağındaki HAŞİYE-1 yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyetle, bir hisse alıyorsun.

İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulâttan kim yese-hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun-sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şartla ki, sen Rezzâk-ı Hakikî namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan…

İşte, bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder. Ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder. Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım,” der. “Ben zaten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti niçin çekeceğim?” diyecek, kendini tembelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ kabrime daha ziyade ışık göndereceğim, âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.”

Elhasıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil; lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.

Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var.

Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki, âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise siyah görünür; kırmızı ise kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgünse, sarayı güzel gösterir. Düzgün değilse çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi


Haşiye-1

Bu Makam, bir bağda, bir zâta bir derstir ki, bu tarzla beyan edilmiş.


âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l)
amel: iş, fiil
âyine: ayna
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
elhasıl: kısaca, özetle
fütur: usanç
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasâret: ziyan
haşiye: dipnot açıklayıcı not
ihtiyat akçesi: tedbir akçesi, yedek para
istikbal: gelecek
keyfiyet: nitelik, özellik
kuvve-i mânevî: mânevî kuvvet (bk. a-n-y)
lâakal: en az
maden-i mânevî: mânevî kaynak (bk. a-n-y)
mahlukât: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsulât: ürünler
mahsus: özel
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
menba: kaynak
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
nafaka-i dünyeviye: dünya hayatında geçinmek için lüzumlu olan şey
nafaka-i uhreviye: âhiret hayatında geçinmek için lüzumlu olan şey (bk. e-ḫ-r)
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nebat: bitki
Rezzâk-ı Hakikî: gerçek rızık verici olan Allah (bk. r-z-ḳ; ḥ-ḳ-ḳ)sa’y: çalışma
sa’y-i helâl: helâl çalışma
sandukça-i uhreviye: âhiret sandığı (bk. e-ḫ-r)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şevk: şiddetli arzu ve istek
tâbi: uyan
tasarruf etmek: kullanmak (bk. ṣ-r-f)
tedarik: elde etme
tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ)
teşkil olunmak: oluşturulmak
tevziat: dağıtım
zâd-ı âhiret: âhiret azığı (bk. e-ḫ-r)
zahîre: azık
ziyade: çok, fazla
zulümatlı: karanlık (bk. ẓ-l-m)

âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazınla o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Adeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümâtını dağıtır ve o hercümerc-i dünyeviyedeki karma karışık perişaniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.

اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 

âyet-i pür-envârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikâsıyla ışıklandırır, senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.

Sakın deme, “Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede?” Zira, bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir âmînin—velev hissetmezse—namazı, büyük bir velînin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır—velev şuurun taallûk etmezse. Fakat derecâta göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar, ne kadar merâtip bulunur. Öyle de, namazın derecatında da daha fazla meratip bulunabilir. Fakat bütün o merâtipte, o hakikat-i nuraniyenin esası bulunur.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ وَسَلِّمْ عَلٰى مَنْ قَالَ ﴿ اَلصَّلٰوةُ عِمَادُ الدِّينِ ﴾ وَعَلٰۤى اٰلِهِ وَصَحْبِهِۤ اَجْمَعِينَ     2


Dipnot-1

“Allah göklerin ve yerin nurudur.” Nur Sûresi, 24:35.

Dipnot-2

Allahım! “Namaz dinin direğidir”(Tirmizî, İmân: 8; İbni Mâce, Fiten: 12; Müsned, 5:231, 237; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:76.) buyuran zâta ve bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et.


âmî: cahil
âyet-i pür-envâr: nurlarla dolu âyet (bk. n-v-r)
derecât: dereceler
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i namaz: gerçek namaz; namazın gerçek mahiyeti, esası (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i nuraniye: parlak hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; n-v-r)
harekât: hareketler
hercümerc-i dünyeviye: dünyanın kargaşaları
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icmal: özet (bk. c-m-l)
in’ikâs: yansıma
inkişaf: açığa çıkma (bk. k-ş-f)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
kitabet-i kudret: kudret yazması (bk. k-t-b; ḳ-d-r)
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
merâtip: mertebeler
müteveccih: yönelme
nuraniyet: parlaklık, aydınlık (bk. n-v-r)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
taallûk etmek: ilgili olmak
tafsil: ayrıntılandırma
tavsif etmek: özelliklerini anlatmak (bk. v-ṣ-f)
tebeddülât: değişiklikler
tenevvür: nurlanma, aydınlanma (bk. n-v-r)velev: eğer, gerçi
velî: Allah dostu (bk. v-l-y)
zulümat: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, Birinci Makam, Beşinci İkaz, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.365

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-birinci-soz/365