İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 5.

İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur'ân'dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. - Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal Beşinci Meyve.

İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur'ân'dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. - Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.
İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. – Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

BEŞİNCİ MEYVE:

Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekàya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebdee çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisaldir.

Nasıl ki, tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi birtek meyve gibi zayi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa, içindeki çekirdek bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutmakla beraber, ağacın bekàsına ve hakikatinin devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde birtek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i daimeye, bir ömr-ü bâki içinde mazhar oluyor.

Öyle de, insan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur.

Ey nefsim! Madem hakikat böyledir. Ve madem millet-i İbrahimiyedensin (a.s.). İbrahimvâri

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

de. Ve Mahbûb-u Bâkîye yüzünü çevir. Ve benim gibi şöyle ağla: HAŞİYE-1


Dipnot-2

“Ben batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.

Haşiye-1

Buradaki Farisî beyitler, On Yedinci Sözün İkinci Makamında yazılmakla burada yazılmamıştır.


adem: yokluk
âdi: basit, sıradan
arş-ı kemâlât: mükemmellikler, faziletler arşı (bk. a-r-ş; k-m-l)
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cihetü’l-vahdet: birlik ciheti (bk. v-ḥ-d)
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
Farisî: Farsça
fenâ: gelip geçicilik (bk. f-n-y)
gaflet: dalgınlık, dikkatsizlik (bk. ğ-f-l)
Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i külliye-i daime: devam eden büyük ve geniş hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-l)
hasaret: zarar, ziyan
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayt-ı vuslat: kavuşma bağı
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
lisan-ı Kur’ân: Kur’ân dili
Mahbûb-u Bâkî: sonsuz sevgili olan Allah (bk. ḥ-b-b; b-ḳ-y)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mebde’: başlangıç
meyve-i zîşuur: şuur sahibi, bilinçli meyve (bk. ẕî; ş-a-r)
millet-i İbrahimiye: İbrahim milleti, tevhid inancını benimseyenler
mirac: merdiven, yükseliş (bk. a-r-c)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mükerreren: tekrar tekrar
müntehâ: en son nokta
müteveccih olma: yönelme
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
nokta-i ittisal: bağlantı noktası
ömr-ü bâki: devamlı ömür (bk. b-ḳ-y)
sille-i tedib: edeplendirme tokadı
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
umum: genel
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
zayi olmak: kaybolup gitmek
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Beşinci Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.487

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/487


CUMARTESİ DERSLERİ

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş'um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.
Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san'atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. - Cumartesi Dersleri 22. 22.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dokuzuncu Lem’a.

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san'atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. - Cumartesi Dersleri 22. 22.
Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

DOKUZUNCU LEM’A

Cüzde, cüz’îde, küllde, küllîde, küll-i âlemde, hayatta, zîhayatta, ihyâda olan sikkelerden, hâtemlerden, turralardan bazılarına işaret ettik. Şimdi, nevilerde hesapsız sikkelerden bir sikkeye işaret edeceğiz.

Evet, nasıl ki meyvedar bir ağacın hesapsız semereleri, bir terbiye-i vâhide, bir kanun-u vahdetle, birtek merkezden idare edildiklerinden, külfet ve meşakkat ve masraf o kadar suhulet peydâ eder ki, kesretle terbiye edilen tek bir semereye müsâvi olurlar. Demek kesret ve taaddüd-ü merkez, her semere için, kemiyetçe bütün ağaç kadar külfet ve masraf ve cihazat ister. Fark yalnız keyfiyetçedir. Nasıl ki, birtek nefere lâzım techizat-ı askeriyeyi yapmak için, orduya lâzım bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzımdır. Demek, iş vahdetten kesrete geçse, efrad adedince, kemiyet cihetiyle külfet ziyadeleşir. İşte, her nevide bilmüşahede görünen suhulet-i fevkalâde, elbette vahdetten, tevhidden gelen bir yüsr ve suhulet eseridir.

Elhasıl: Bir cinsin bütün envâı, bir nev’in bütün efradı, âzâ-yı esasîde muvafakat ve müşabehetleri nasıl ispat ederler ki, tek bir Sâniin masnularıdır. Çünkü vahdet-i kalem ve ittihad-ı sikke öyle ister. Öyle de, bu meşhud suhulet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücub derecesinde icab eder ki, bir Sâni-i Vâhidin eserleri olsun.

Yoksa, imtinâ derecesine çıkan bir suubet, o cinsi in’idâma ve o nev’i ademe götürecekti.

Velhasıl, Cenâb-ı Hakka isnad edilse, bütün eşya birtek şey gibi bir suhulet peydâ eder. Eğer esbaba isnad edilse, herbir şey bütün eşya kadar suubet peydâ eder. Madem öyledir; kâinatta şu görünen fevkalâde ucuzluk ve şu göz önündeki hadsiz mebzûliyet, sikke-i vahdeti güneş gibi gösterir. Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik.


adem: yokluk
âzâ-yı esasî: temel organlar
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
Cenâb-ı Hakk: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cihazat: donanım
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: ferd (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
envâ: çeşitler, türler
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
eşya: şeyler, varlıklar
faraza: varsayalım ki
fevkalâde: olağanüstü
hadsiz: sınırsız
hatem: mühür, damga
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hedâyâ-yı Rahmâniye: çok şefkatli ve merhametli olan Allah’ın hediyeleri (bk. r-ḥ-m)
hemcins: aynı cinsten olan
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
imtinâ: imkansızlık
in’idâm: yok olma
isnad edilmek: dayandırılmak (bk. s-n-d)
ittihad-ı sikke: mühür birliği
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kanun-u vahdet: birlik kanunu (bk. ḳ-n-n; v-ḥ-d)
kemiyetçe: sayıca
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
keyfiyet: nitelik, özellik
külfet: güçlük
küll: bütün (bk. k-l-l)
küll-i âlem: âlemin bütünü (bk. k-l-l; a-l-m)
küllî: fertlerden oluşan topluluk, tür, cins (bk. k-l-l)
lisan-ı hâl: hâl ve beden dili
masnu: sanat eseri (bk. ṣ-n-a)
mebzûliyet: bolluk
meşakkat: zahmet, zorluk
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
meyvedar: meyveli
muktedir: gücü yeten, güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
münteşir: yayılmış olan
müşabehet: benzeme
müsâvi: eşit, denk
mutasarrıf: tasarruf sahibi (bk. ṣ-r-f)
muvafakat: uygunluk
nefer: asker, er
nev’: tür
nevi: tür, çeşit
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; v-ḥ-d)
sefine: gemi
semere: meyve
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
sikke-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
suhulet: kolaylık
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
suhulet-i fevkalâde: olağanüstü kolaylık
suhulet-i mutlaka: tam bir kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)
suubet: zorluk
suubet peydâ etmek: zorluk kazanmak
taaddüd-ü merkez: merkezin çokluğu
techizat-ı askeriye: askerî donanım
terbiye-i vâhide: tek terbiye (bk. v-ḥ-d)
teşkil: oluşma
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
turra: padişah mührü, imzası
vahdet: birlik, teklik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i kalem: kalem birliği (bk. v-ḥ-d)
Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
velhasıl: kısacası
vücub: zorunluluk (bk. v-c-b)yüsr: kolaylık
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
ziyadeleşme: fazlalaşma, artma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DOKUZUNCU LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.407

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/407


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. - Cumartesi Dersleri 22. 21.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Sekizinci Lem’a.

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. - Cumartesi Dersleri 22. 21.
Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

SEKİZİNCİ LEM’A

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de, şu anâsır denilen mezraa-i masnuat, vâhidiyet ve besâtetle beraber külliyet ve ihâtaları; ve şu mahlûkat denilen semerât-ı rahmet ve mu’cizât-ı kudret ve kelâmât-ı hikmet olan nebatat ve hayvanat, mümaselet ve müşabehetleriyle beraber çok yerlerde intişarı, her tarafta bulunup tavattunları, tek bir Sâni-i Mu’ciznümânın taht-ı tasarrufunda olduklarını öyle bir tarzda gösteriyor ki, güya herbir çiçek, herbir semere, herbir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasıdır. Her nerede bulunsa, lisan-ı hâliyle herbirisi der ki: “Ben kimin sikkesiyim; bu yer dahi Onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim; bu mekân dahi Onun mektubudur. Ben kimin turrasıyım; bu vatanım dahi onun mensucudur.”

Demek, en ednâ bir mahlûka rububiyet, bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur. Ve en basit bir hayvanı tedbir ve tedvir etmek, bütün hayvânâtı, nebâtâtı, masnûâtı kabza-i rububiyetinde terbiye edene has olduğunu, kör olmayan görür.

Evet, herbir fert, sair efrada mümaselet ve misliyet lisanıyla der: “Kim bütün nev’ime mâlik ise, bana mâlik olabilir. Yoksa, yok.” Her nevi, sair nevilerle beraber yeryüzünde intişarı lisanıyla der: “Kim bütün sath-ı arza mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa yok.”

Arz, sair seyyârât ile bir güneşe irtibatı ve semâvât ile tesânüdü lisanıyla der: “Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik O olabilir. Yoksa, yok.”


anâsır: unsurlar, elementler
arz: yeryüzü, dünya
besâtet: basitlik, sâdelik
delâlet: işaret etme, delil olma
ednâ: en basit, en küçük
efrad: fertler (bk. f-r-d)
has: özel
hatem: mühür, damga
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
iâne-i gaybiye: görünmeyen âlemden gelen yardım (bk. ğ-y-b)
ihâta: kuşatma, kapsama
intişar: yayılma
irtibat: bağ
kabza-i rububiyet: rububiyet eli (bk. r-b-b)
kabza-i tasarruf: tasarrufu altında bulundurma (bk. ṣ-r-f)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kelâmât-ı hikmet: hikmet kelimeleri, sözleri (bk. k-l-m; ḥ-k-m)
külliyet: genellik, kapsamlılık (bk. k-l-l)
lisan-ı hâl: hâl ve beden dili
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özgü
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
masnu: san’at eseri (bk. ṣ-n-a)
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mekân: yer (bk. m-k-n)
mensuc: dokunmuş, örülmüş
mezraa-i masnuat: san’at eseri varlıkların tarlası (bk. ṣ-n-a)
misliyet: benzerlik, misliyet (bk. m-s̱-l)
mu’cizât-ı kudret: kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi, herşeyi şefkat ve merhametle sevk ve idare eden Allah (bk. d-b-r; r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
mümaselet: benzerlik (bk. m-s̱-l)
Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâl: herşeyi hikmetle yapan ve terbiye eden, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. r-b-b; ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
müşabehet: benzerlik
mutasarrıf: tasarruf eden (bk. ṣ-r-f)
nebatat: bitkilernev’: tür
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
sair: diğer
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Mu’ciznümâ: mu’cize gösteren ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; a-c-z)
sath-ı arz: yeryüzü, dünya
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
semerât-ı rahmet: rahmet meyveleri (bk. r-ḥ-m)
semere: meyve
seyyârât: gezegenler
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
taht-ı tasarruf: tasarrufu altında (bk. ṣ-r-f)
tavattun: vatan edinme, yerleşme
tedbir: idare etme, ihtiyacını karşılama (bk. d-b-r)
tedvir: çekip çevirme, idare etme
tesânüd: dayanışma (bk. s-n-d)
turra: padişah mührü, imzası
vâhidiyet: birlik (bk. v-ḥ-d)

Evet, faraza zîşuur bir elmaya biri dese, “Sen benim san’atımsın”; o elma lisan-ı hâl ile ona “Sus,” diyecek. “Eğer bütün yeryüzünde bütün elmaların teşkiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde münteşir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki bütün bahar sefinesiyle hazine-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-yı Rahmâniyeye mutasarrıf olabilirsen, bana rububiyet dâvâ et.” O elma böyle diyecek ve o ahmağın ağzına bir tokat vuracak.


âzâ-yı esasî: temel organlar
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
cihazat: donanım
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: ferd (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
envâ: çeşitler, türler
faraza: varsayalım ki
hatem: mühür, damga
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hedâyâ-yı Rahmâniye: çok şefkatli ve merhametli olan Allah’ın hediyeleri (bk. r-ḥ-m)
hemcins: aynı cinsten olan
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
ittihad-ı sikke: mühür birliği
kanun-u vahdet: birlik kanunu (bk. ḳ-n-n; v-ḥ-d)
kemiyetçe: sayıca
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
keyfiyet: nitelik, özellik
külfet: güçlük
küll: bütün (bk. k-l-l)
küll-i âlem: âlemin bütünü (bk. k-l-l; a-l-m)
küllî: fertlerden oluşan topluluk, tür, cins (bk. k-l-l)
lisan-ı hâl: hâl ve beden dili
masnu: sanat eseri (bk. ṣ-n-a)
meşakkat: zahmet, zorluk
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
meyvedar: meyveli
muktedir: gücü yeten, güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
münteşir: yayılmış olan
müşabehet: benzeme
müsâvi: eşit, denk
mutasarrıf: tasarruf sahibi (bk. ṣ-r-f)
muvafakat: uygunluk
nefer: asker, er
nevi: tür, çeşit
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; v-ḥ-d)
sefine: gemi
semere: meyve
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
suhulet: kolaylık
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
suhulet-i fevkalâde: olağanüstü kolaylık
suhulet-i mutlaka: tam bir kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)
taaddüd-ü merkez: merkezin çokluğu
techizat-ı askeriye: askerî donanım
terbiye-i vâhide: tek terbiye (bk. v-ḥ-d)
teşkil: oluşma
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
turra: padişah mührü, imzası
vahdet: birlik, teklik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i kalem: kalem birliği (bk. v-ḥ-d)
vücub: zorunluluk (bk. v-c-b)
yüsr: kolaylık
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
ziyadeleşme: fazlalaşma, artma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime SEKİZİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.406

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/406


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.

Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 17.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dördüncü Lem’a.

Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 17.
Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.

KISA ViDEO

UZUN ViDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

DÖRDÜNCÜ LEM’A

ÜÇÜNCÜ PENCERE: 

Zerrelerden mürekkep bir parça toprak, herbir çiçekli ve meyveli nebâtâtın neşvünemâsına menşe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebâtâtın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvânâtın nutfeleri gibi, ayrı ayrı şeyler değil-nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellidülmâ, müvellidülhumuzadan mürekkep-mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle, sırf mânevî olarak aslının programı tevdi edilmiş. İşte, o tohumları nöbetle o kâseye koysak, herbiri hârika cihâzâtıyla, eşkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku bulmuş gibi inanırsın.

Eğer o zerreler, herbir şeyin herbir hal ve vaziyetini bilen ve herşeye, ona lâyık vücudu ve vücudun levâzımâtını vermeye kadîr ve kudretine nisbeten herşey kemâl-i suhuletle musahhar olan bir Zâtın memuru ve emirber bir vazifedarı olmazlarsa; o toprağın herbir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedarların adedince mânevî fabrikalar ve matbaalar, içinde bulunması lâzım gelir ki, o cihazatları ve eşkâlleri birbirinden uzak ve birbirinden ayrı mevcudat-ı muhtelifeye menşe olabilsin, veya bütün o mevcudata muhit bir ilim ve bütün onların teşkilâtına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır—tâ bütün onların teşkilâtına medar olsun. Demek, Cenâb-ı Haktan nisbet kesilse, toprağın zerrâtı adedince ilâhlar kabul edilmesi lâzım gelir. Bu ise, bin defa muhal içinde muhal bir hurafedir.

Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasıl bir sultan-ı azîmin bir âdi neferi, o padişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şahı esir edebilir. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanının emriyle, bir sinek bir Nemrut’u yere serer; bir karınca bir Firavun’un sarayını harap eder, yere atar; bir incir çekirdeği bir incir ağacını yüklenir.

Hem herbir zerrede, vücub ve vahdet-i Sânia iki şahid-i sadık daha var.


âdi: basit, sıradan
anâsır: unsurlar, elementler
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cihâzât: cihazlar, organlar
ecza: bütünü oluşturan parçalar (bk. c-z-e)
emirber: emre hazır
eşkâl: şekiller
evvelki: önceki
Ezel ve Ebed Sultanı: başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)
Firavun: (bk. bilgiler)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hicret: göç
hurafe: delile dayanmayan saçma inanış
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması (bk. ḳ-d-r)
kâdir: gücü yeten (bk. ḳ-d-r)
kâse: kap, çanak
kemâl-i suhulet: tam bir kolaylık (bk. k-m-l)
keyfiyet: esas, içerik
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
levâzımât: gerekli şeyler
mahiyet: öz nitelik, özellik
medar: dayanak, kaynak
menşe: kaynak
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudat-ı muhtelife: çeşitli varlıklar (bk. v-c-d)
misli: benzeri (bk. m-s̱-l)
muhal: imkansızlık
muhit: kuşatıcı
muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
mürekkep: meydana gelmiş, birleşik
musahhar: boyun eğme
müvellidülhumuza: oksijen
müvellidülmâ: hidrojen
nebâtât: bitkiler
nefer: asker, er
Nemrud: (bk. bilgiler)
neşvünemâ: büyüyüp gelişme
nevi: çeşit
nisbet: bağ (bk. n-s-b)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
şahid-i sadık: doğru şahit (bk. ş-h-d; ṣ-d-ḳ)
sultan-ı azîm: büyük sultan (bk. s-l-ṭ; a-ẓ-m)
teşkilât: yapı, kuruluş
tevdi: bırakma, emanet etme
vazifedar: görevli
vücub ve vahdet-i Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah’ın birliği ve varlığının zorunlu olması (bk. v-c-b; v-ḥ-d; ṣ-n-a)
vuku: meydana gelme, olma
zerrât: zerreler, atomlar
zerre: atom
zuhur: ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)

Birisi: Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. Demek, herbir zerre, lisan-ı acziyle Kadîr-i Mutlakın vücub-u vücuduna ve nizam-ı âlemi gözetmesiyle vahdetine şehadet eder.

كَمَۤا اَنَّ فِى كُلِّ ذَرَّةٍ شَاهِدَيْنِ عَلٰۤى اَنَّهُ وَاجِبٌ وَاحِدٌ كَذٰلِكَ فِى كُلِّ حَىٍّ لَهُۤ اٰيَتَانِ عَلٰۤى اَنَّهُ اَحَدٌ صَمَدٌ     1

Evet, herbir zîhayatta, biri ehadiyet sikkesi, diğeri samediyet turrası bulunuyor. Zira bir zîhayat, ekser kâinatta cilveleri görünen esmâyı birden kendi âyinesinde gösteriyor. Adeta bir nokta-i mihrakiye hükmünde, Hayy-ı Kayyûmun tecellî-i İsm-i Âzamını gösteriyor. İşte, ehadiyet-i Zâtiyeyi, Muhyî perdesi altında bir nevi gölgesini gösterdiğinden, bir sikke-i ehadiyeti taşıyor.

Hem o zîhayat, kâinatın bir misal-i musağğarı ve şecere-i hilkatin bir meyvesi hükmünde olduğu için, kâinat kadar ihtiyâcâtını ummadığı ve bilmediği bir yerden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirmek, samediyet turrasını gösteriyor. Yani, “o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki, ona, herşeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var; bütün eşya Onun bir teveccühünün yerini tutamaz.”

نَعَمْ يَكْفِى لِكُلِّ شَىْءٍ شَىْءٌ عَنْ كُلِّ شَىْءٍ     وَلاَ يَكْفِى عَنْهُ كُلُّ شَىْءٍ وَلَوْ لِشَىْءٍ وَاحِدٍ     2


Dipnot-1

Herbir zerrede, Onun Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid olduğuna iki şahit bulunduğu gibi; herbir zîhayatta da, Onun Ehad ve Samed olduğuna dair iki âyet vardır.

Dipnot-2

Üstteki cümle bu metnin tercümesidir.


acz-i mutlak: sınırsız derecede âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z; ṭ-l-ḳ)
âyine: ayna
cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
cumudiyet: cansızlık
daire-i hayat: hayat dairesi (bk. ḥ-y-y)
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta tecellî etmesi (bk. v-ḥ-d)
ehadiyet-i Zâtiye: Allah’ın zâtının birliği (bk. v-ḥ-d)
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
intizamperverâne: düzenliliği sevene yakışır bir şekilde (bk. n-ẓ-m)
Kadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lisan-ı acz: acizlik dili (bk. a-c-z)
misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
mütenevvi: çeşitli
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nevi: çeşit
nizam-ı âlem: kâinatın düzeni (bk. n-ẓ-m; a-l-m)
nizam-ı umumî: genel düzen (bk. n-ẓ-m)
nokta-i mihrakiye: odak noktası
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
şuur-u küllî: bilgi ve kavrayışı kapsamlı olan (bk. ş-a-r; k-l-l)
tecellî-i İsm-i Âzam: Allah’ın en büyük isminin yansıması (bk. c-l-y; s-m-v; a-ẓ-m)
teveccüh: yönelme, ilgi
tevfik-i hareket: uygun hareket
turra: padişah mührü ve imzası
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

Hem o hal gösteriyor ki, onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiçbir şey ağır gelmez. İşte, samediyetin gölgesini gösteren bir nevi turrası…

Demek, herbir zîhayatta bir sikke-i ehadiyet, bir turra-i samediyet vardır. Evet, herbir zîhayat, hayat lisanıyla

 قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ     اَللهُ الصَّمَدُ 

okuyor. Bu iki sikkeden başka birkaç pencere-i mühimme de var. Başka bir yerde tafsil edildiği için burada ihtisar edildi.

Madem şu kâinatın herbir zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliği ve hayat dahi iki kapıyı birden Vâcibü’l-Vücudun vahdâniyetine açıyor. Zerreden tâ şemse kadar tabakat-ı mevcudat, Zât-ı Zülcelâlin envâr-ı marifetini ne suretle neşrettiğini kıyas edebilirsin. İşte, marifetullahta terakkiyât-ı mâneviyenin derecâtını ve huzurun merâtibini bundan anla ve kıyas et.


Dipnot-1

“De ki: O Allah birdir. O Allah’tır, Samed’dir; herşey O’na muhtaç olduğu halde O hiçbir şeye muhtaç değildir.” İhlâs Suresi, 112:1-2.


derecât: dereceler
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
envâr-ı marifet: Allah’ı bilme ve tanıma nurları (bk. n-v-r; a-r-f)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
hurufat: harfler
ihtisar: kısaltma, özetleme
imtinâ: imkansızlık
isnat: dayandırma (bk. ṣ-n-d)
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret-i Samedâniye: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâfz-ı Yâsin: “Yâsin” kelimesi
mâkuliyet: akla uygunluk
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
matbu: basılmış
merâtib: mertebeler
neşretmek: yaymak
nevi: çeşit
pencere-i mühimme: önemli pencere
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)
şems: güneş
sikke: mühür, işaret
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
suhulet: kolaylık
Sûre-i Yâsin: Yâsin Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 36. sûresi
suret: şekil, tarz (bk. ṣ-v-r)
tab’ edilmek: basılmak
tabakat-ı mevcudat: varlıkların tabakaları (bk. v-c-d)
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem, doğa (bk. ṭ-b-a)
tafsil etme: ayrıntılı olarak açıklama
terakkiyât-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y)
turra: mühür, nişan
turra-i samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması mânâsındaki sıfatının mührü (bk. ṣ-m-d)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b)
vâhdaniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vücub: kesinlik, gereklilik (bk. v-c-b)
vücut bulma: var olma (bk. v-c-d)
Zât-ı Ehadiyet: herbir varlıkta birliği görünen Zât, Allah (bk. v-ḥ-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.397

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/397


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.

İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. - Cumartesi Dersleri 22. 16.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dördüncü Lem’a.

İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. - Cumartesi Dersleri 22. 16.
İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

DÖRDÜNCÜ LEM’A

Bak, şu semâvâtın denizinde yüzen ve şu zeminin yüzünde serpilen rengârenk mevcudata ve çeşit çeşit masnuata dikkat et. Göreceksin ki, herbiri üstünde Şems-i Ezelînin taklit kabul etmez turraları vardır. Nasıl hayatta sikkeleri, zîhayatta hâtemleri görünüyor ve bir ikisini gördük. İhyâ üstünde dahi öyle turraları vardır. Temsil, derin mânâları fehme yakınlaştırdığından, bir temsille şu hakikati göstereceğiz.

Meselâ, güneş, seyyarelerden tut, tâ katrelere kadar, tâ camın küçük parçalarına kadar ve karın parlak zerreciklerine kadar, şu güneşin cilve-i misaliyesinden ve in’ikâsından bir turrası ve güneşe mahsus bir eser-i nuranîsi görünüyor. Şayet o hadsiz şeylerde görünen güneşçiklerini, güneşin cilve-i in’ikâsı ve tecellî-i aksi olduğunu kabul etmezsen, o vakit herbir katrede ve ziyaya maruz herbir cam parçasında ve ışığa mukabil her şeffaf bir zerrecikte, tabiî ve hakikî bir


âlem-i kebir: büyük âlem, kâinat (bk. a-l-m; k-b-r)
âsâr: eserler
âyât: ayetler, deliller
cilve-i in’ikâs: yansımadan ileri gelen görüntü (bk. c-l-y)
cilve-i misaliye: misalî görünüm (bk. c-l-y; m-s̱-l)
derc etmek: yerleştirmek
eser-i nuranî: nurlu, parlak eser (bk. n-v-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fehm: anlayış
hâdisât-ı kevniye: yaratılışa ait hadiseler (bk. k-v-n)
hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
has: özel
hâtem: mühür, damga
hâtem-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın mührü (bk. r-b-b)
ihâta: içine alma, kuşatma
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
in’ikâs: yansıma
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalb-i beşer: insan kalbi
katre: damla
kuvve: duyu
kuvve-i hâfıza-i insaniye: insandaki hafıza duygusu, bellek (bk. ḥ-f-ẓ)
mahsus: özgü
maruz: tesiri altında olan
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevki: yer
mufassal: ayrıntılı
mukabil: karşılık
münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)
Rabb-i Zülcelâl: sonsuz heybet ve yücelik sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; ẕü; c-l-l)
safahât: safhalar, gelişmeler
şeffaf: saydam, parlak
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
seyyare: gezegen
şiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme (bk. ẓ-h-r)
sikke: madenî para gibi şeylerin üzerine vurulan damga, mühür
tabiî: kendiliğinden, doğal (bk. ṭ-b-a)
tecellî: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
tecellî-i aks: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
turra: mühür, nişan
zemin: yer
zerrecik: atom, en küçük madde parçası
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
ziya: ışık

güneşin vücudunu bil’asâle kabul etmek gibi gayet derece bir divanelikle, nihayetsiz bir belâhete düşmekliğin lâzım gelir.

Öyle de, Şems-i Ezelînin tecelliyât-ı nuraniyesinden ihyâ, yani “hayat vermek” cihetinde, herbir zîhayat üstünde öyle bir turrası vardır ki, faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayı taklit edemezler. Zira, herbiri birer mu’cize-i kudret olan zîhayatlar, herbiri o Şems-i Ezelînin şuaları hükmünde olan esmâsının nokta-i mihrakiyesi suretindedir.

Eğer zîhayat üstünde görünen o nakş-ı acib-i san’atı, o nazm-ı garib-i hikmeti ve o tecellî-i sırr-ı ehadiyeti, Zât-ı Ehad-i Samede verilmediği vakit, herbir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i fâtıra, içinde saklandığını ve herşeyi muhit bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir irade-i mutlaka onda mevcut olduğunu, belki Vâcibü’l-Vücuda mahsus bâki sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabul etmek; adeta o çiçeğin, o sineğin herbir zerresine bir ulûhiyet vermek gibi, dalâletin en eblehçesine, hurâfâtın en ahmakçasına bir derekesine düşmek lâzım gelir. Zira, o şeyin zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerre, cüz’ü olduğu zîhayata bakar, onun nizamına göre vaziyet alır. Belki o zîhayatın bütün nev’ine bakar gibi, o nev’in devamına yarayacak her yerde zer’ etmek ve nev’inin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır. Belki o zîhayat, alâkadar ve muhtaç olduğu bütün mevcudata karşı muamelâtını ve münasebât-ı rızkıyesini devam ettirecek bir vaziyet tutuyor. İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır.

Elhasıl: Nasıl şu katrelerde ve camın zerreciklerinde olan güneşçikler ve çeşit çeşit renkler, güneşin cilve-i aksine ve in’ikâsının tecellîsine verilmezse, birtek


bâki: kalıcı ve devamlı (bk. b-ḳ-y)
belâhet: aptallık
bil’asâle: bizzat, doğrudan
cihet: yön
cilve-i akis: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y)
cüz’: parça (bk. c-z-e)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dereke: en aşağı derece
divanelik: akılsızlık
eblehçe: son derece aptalca
elhasıl: özetle, sonuç olarak
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fâil-i muhtar: kendi istek ve iradesi ile iş gören (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
faraza: varsayalım ki
hurafât: hurafeler, batıl inanışlar
hususan: özellikle
ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)
in’ikâs: yansıma
irade-i mutlaka: sınırsız irade (bk. r-v-d; ṭ-l-ḳ)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
katre: damla
keyfiyet: hal, özellik, nitelik
kudret-i fâtıra: yaratıcı kudret (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r)
mahsus: özgü
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
muamelât: davranışlar
muhit: kuşatan
münasebât-ı rızkıye: rızıkla ilgili münasebetler (bk. n-s-b; r-z-ḳ)
nakş-ı acib-i san’at: san’atın şaşırtıcı nakşı (bk. n-ḳ-ş; ṣ-n-a)
nazm-ı garib-i hikmet: hikmetin hayret verici düzeni (bk. n-ẓ-m; ḥ-k-m)
nev’: çeşit, tür
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: bağ (bk. n-s-b)
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nokta-i mihrakiye: odak noktası
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
şua: parıltı
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)
tecellî: görünüm (bk. c-l-y)
tecellî-i sırr-ı ehadiyet: Allah’ın birlik sırrının herbir varlıkta görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d)
tecelliyât-ı nuraniye: parlak, nuranî görüntüler (bk. c-l-y; n-v-r)
turra: padişahın mührü ve imzası
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
Zât-ı Ehad-i Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve tek olan Zât, Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)
zer’ etmek: ekmek, dikmek
zerre: atom
zerrecik: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zira: çünkü

güneşe mukabil nihayetsiz güneşleri kabul etmek lâzım gelir; muhal ender muhal bir hurafeyi kabul etmek iktiza eder. Aynen bunun gibi, eğer herşey Kadîr-i Mutlaka verilmezse, birtek Allah’a mukabil, nihayetsiz, belki zerrât-ı kâinat adedince ilâhları kabul etmek gibi, yüz derece muhal içindeki bir muhali mevcut kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına düşmek lâzım gelir.

Elhasıl, herbir zerreden, üç pencere Şems-i Ezelînin nur-u vahdâniyetine ve vücub-u vücuduna açılır.

BİRİNCİ PENCERE: Herbir zerre, bir nefer gibi nasıl ki askerî dairelerinin herbirinde, yani takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda, herbirisinde bir nisbeti, o nisbete göre bir vazifesi ve o vazifeye göre nizamı dairesinde bir hareketi olduğu gibi; Öyle de senin gözbebeğindeki o câmid zerrecik dahi, senin gözünde, başında, vücudunda ve kuvve-i müvellide, kuvve-i câzibe, kuvve-i dâfia, kuvve-i musavvire gibi deverân-ı deme ve his ve harekeye hizmet eden evride ve şerâyin ve sair âsablarda, hem senin nev’inde, ilâ âhir, birer nisbeti, birer vazifesi bulunduğunu, bilbedâhe bir Kadîr-i Ezelînin eser-i sun’u ve memur-u muvazzafı ve taht-ı tedbirinde olduğunu, kör olmayan göze gösterir.

İKİNCİ PENCERE: Havadaki herbir zerre, herbir çiçeği, herbir meyveyi ziyaret edebilir. Herbir çiçeğe, herbir meyveye girer, işleyebilir. Eğer herşeyi görür ve bilir bir Kadîr-i Mutlakın memur-u musahharı olmasa, o serseri zerre, bütün meyvelerin, çiçeklerin cihâzâtını ve yapılmasını ve ayrı ayrı san’atlarını ve onlara giydirilen suretlerin terziliğini ve hıyâtât-ı kâmile-i muhita-i san’atını bilmek lâzım gelir.

İşte şu zerre, bir güneş gibi bir nur-u tevhidin şuâını gösteriyor. Ziyayı havaya, mâi türâba kıyas et. Zaten eşyanın asıl menşeleri şu dört maddedir. (Yeni hikmetle, müvellidülmâ, müvellidülhumuza, karbon, azottur ki, bu anâsır, evvelki unsurların eczalarıdır.)


alay: genel olarak üç taburdan oluşan askerî topluluk
âsab: damarlar
bilbedâhe: apaçık bir şekilde
bölük: takımlardan oluşan askerî birlik
câmid: cansız
cihâzât: organlar
deverân-ı dem: kan dolaşımı
divanelik: akılsızlık
elhasıl: özetle, sonuç olarak
eser-i sun’: san’at eseri (bk. ṣ-n-a)
eşya: şeyler, varlıklar
evride: toplardamar
fırka: tümen
hareke: hareket
hezeyan: saçmalama
hikmet: ilim ve fenler (bk. ḥ-k-m)
hıyâtât-ı kâmile-i muhita-i san’at: sanatın bütün mükemmelliklerini kapsayan kusursuz terzilik (bk. k-m-l; ṣ-n-a)
hurafe: delile dayanmayan saçma inanış
iktiza: gerektirme
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
Kadîr-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; e-z-l)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kuvve-i câzibe: faydalı şeyleri çeken güç, hücrenin çekim gücü
kuvve-i dâfia: zararlı şeyleri defeden güç
kuvve-i musavvire: şekil verme gücü (bk. ṣ-v-r)
kuvve-i müvellide: üreme duygusu
: su
memur-u musahhar: emre itaat eden memur
memur-u muvazzaf: vazifeli memur
menşe: kaynak, esas
mevcud: var (bk. v-c-d)
muhal ender muhal: imkansızlık içinde imkansızlık
mukabil: karşılık
müvellidülhumuza: oksijen
müvellidülmâ: hidrojen
nefer: asker
nev’: tür
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: bağ (bk. n-s-b)
nizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m)
nur-u tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğuna inanmaktan gelen nur (bk. n-v-r; v-ḥ-d)
nur-u vahdâniyet: Allah’ın birliğini gösteren nur (bk. n-v-r; v-ḥ-d)
sair: başka
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
şerâyin: atardamarlar
şuâ: ışık, parıltı
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabur: dört bölükten meydana gelen askerî birlik
taht-ı tedbir: yönetimi altında (bk. d-b-r)
takım: en küçük askerî topluluk
türâb: toprak
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zerrât-ı kâinat: kâinattaki, evrendeki atomlar (bk. k-v-n)
zerre: atom
ziya: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.394

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/394


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. – Cumartesi Dersleri 22. 9.

Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. - Cumartesi Dersleri 22. 9.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Dokuzuncu Burhan.

Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. - Cumartesi Dersleri 22. 9.
Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. – Cumartesi Dersleri 22. 9.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

DOKUZUNCU BURHAN

Gel, ey muhakemesiz arkadaş! Sen şu sarayın sahibini tanımıyorsun ve tanımak da istemiyorsun. Çünkü istib’âd ediyorsun. Onun acip san’atlarını ve hâlâtını akla sığıştıramadığından, inkâra sapıyorsun. Halbuki, asıl istib’âd, asıl müşkülât ve hakikî suûbetler ve dehşetli külfetler, onu tanımamaktadır. Çünkü onu tanısak, bütün bu saray, bu âlem, birtek şey gibi kolay gelir, rahat olur, bu ortadaki ucuzluk ve mebzûliyete medar olur. Eğer tanımazsak ve o olmazsa, o vakit herbir şey, bütün bu saray kadar müşkülâtlı olur. Çünkü herşey bu saray kadar san’atlıdır. O vakit ne ucuzluk ve ne de mebzûliyet kalır. Belki bu gördüğümüz şeylerin birisi, değil elimize, hiç kimsenin eline geçmezdi.

Sen yalnız şu ipe takılan tatlı konserve kutusuna bak. HAŞİYE-2 Eğer onun gizli matbaha-i mu’ciznümâsından çıkmasaydı, şimdi kırk parayla aldığımız halde, yüz liraya alamazdık.

Evet, bütün istib’âd, müşkülât, suûbet, helâket, belki muhâliyet, onu tanımamaktadır. Çünkü, nasıl bir ağaca, bir kökte, bir kanunla, bir merkezde hayat veriliyor;


Haşiye-2

Konserve kutusu, kudret konserveleri olan kavun, karpuz, nar, süt kutusu hindistan cevizi gibi rahmet hediyelerine işarettir.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
aksâm: kısımlar
âlem: dünya (bk. a-l-m)
bilmecburiye: zorunlu olarak
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
divanece: akılsızca, delice
envâ: çeşitler, türler
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hedâyâ: hediyeler
helâket: yok olma
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ihsânât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)
istib’âd: akıldan uzak görme
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
külfet: yük, güçlük
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
matbaha-i mu’ciznümâ: mu’cizeli mutfak (bk. a-c-z)
mebzûliyet: bolluk, çokluk
medar: sebep, vesile
meyvedar: meyveli
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhakeme: düşünme, akıl yürütme (bk. ḥ-k-m)
muhâliyet: imkânsızlık
müşkülat: zorluklar, güçlükler
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
sâni: san’atkâr (bk. ṣ-n-a)
suûbet: zorluk, güçlük
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i nev: tür birliği (bk. v-ḥ-d)
vâhid: bir (bk. v-ḥ-d)
ziyade: çok, fazla

binler meyvelerin teşekkülü, bir meyve gibi suhulet peydâ eder. Eğer o ağacın meyveleri ayrı ayrı merkeze ve köke, ayrı ayrı kanunla raptedilse, herbir meyve bütün ağaç kadar müşkülâtlı olur. Hem nasıl bütün ordunun teçhizatı bir merkezde, bir kanunla, bir fabrikadan çıksa, kemiyetçe bir neferin teçhizatı kadar kolaylaşır. Eğer herbir neferin ayrı ayrı yerlerde teçhizatı yapılsa, alınsa, herbir neferin teçhizatı için, bütün ordunun teçhizatına lâzım fabrikalar bulunması lâzımdır.

Aynen bu iki misal gibi, şu muntazam sarayda, şu mükemmel şehirde, şu müterakkî memlekette, şu muhteşem âlemde bütün bu şeylerin icadı birtek zâta verildiği vakit, o kadar kolay olur, o kadar hiffet peydâ eder ki, gördüğümüz nihayetsiz ucuzluğa ve mebzûliyete ve sehâvete sebebiyet verir. Yoksa herşey o kadar pahalı, o kadar müşkülâtlı olacak ki, dünya verilse birisi elde edilemez.


âlem: dünya (bk. a-l-m)
bostan: bahçe
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
hane: ev
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
haşmet: heybet, ihtişam
hiffet: hafiflik
ibretli: düşündürücü, ders verici
icad: vücut verme, var etme, yaratma (bk. v-c-d)
insaf: hakkı kabule dayalı ılımlı davranış
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemiyetçe: sayıca
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
letâfetli: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
matbaha-i rahmet: Allah’ın rahmet mutfağı (bk. r-ḥ-m)
mebzûliyet: bolluk, çokluk
mizanlı: ölçülü (bk. v-z-n)
mühlet: zaman, vakit
muhteşem: ihtişamlı, gösterişli
mükemmel: noksansız, kusursuz (bk. k-m-l)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müşkülât: zorluklar, güçlükler
müstehak: hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
mütenevvî: çeşit çeşit
müterakkî: ilerlemiş, terakki etmiş
nefer: asker, er
nihayetsiz: sonsuz
nizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m)
peydâ etme: meydana gelme
Rahmânî: Rahmân olan Allah’a ait (bk. r-ḥ-m)
rapt edilme: bağlanma
sehâvet: cömertlik (bk. c-v-d)
sinn-i teklif: sorumluluk yaşı
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
tablacı: yiyecek sunan
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
teçhizat: donanım, cihazlar
teşekkül: oluşma
vakit be vakit: zaman zaman
zemin: yer
zira: çünkü

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, DOKUZUNCU BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.383

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/383


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.

Demek o maddeler - hava, su, ziya (ışık), toprak - kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. - Cumartesi Dersleri 22. 8.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Sekizinci Burhan.

Demek o maddeler - hava, su, ziya (ışık), toprak - kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. - Cumartesi Dersleri 22. 8.
Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

SEKİZİNCİ BURHAN

Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun. Halbuki herşey onu gösteriyor, ona işaret ediyor, ona şehadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadetini nasıl tekzip ediyorsun? Öyle ise bu sarayı da inkâr et ve “Âlem yok, memleket yok” de ve kendini de inkâr et, ortadan çık. Yahut aklını başına al, beni dinle.

İşte, bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihata eden yeknesak unsurlar, madenler var. HAŞİYE-4 Âdeta, memleketten çıkan herşey o maddelerden yapılıyor.


Haşiye-4

Unsurlar, madenler ise, pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile herbir yere giren, medet veren ve hayatın levazımatını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuât-ı İlâhiyenin nescine, nakşına menşe ve müvellid ve beşik olan hava, su, ziya, toprak unsurlarına işarettir.


âkıl: akıllı
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
biçare: çaresiz
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emirber: emre hazır
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
eşya: şeyler, varlıklar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihata etme: kuşatma
izn-i Rabbani: Rab olan Allah’ın izni (bk. r-b-b)
kat’î: kesin
kerem: ikram, iyilik (bk. k-r-m)
kubbe: yarım küre; gökyüzü
lâtif: şirin, hoş (bk. l-ṭ-f)
levazımat: gerekli şeyler
leziz: lezzetli
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât-ı İlâhiye: İlâhî san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
medet: yardım
menşe: kök
muavenet: yardımlaşma
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğmiş
müvellid: meydana getiren, doğurtan
nahif: çelimsiz, zayıf
nakş: işleme (bk. n-ḳ-ş)
nefer: asker
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nescetme: dokuma, örme
saray-ı acib: hayranlık uyandıran saray
saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
taam: yiyecek
tâdât: sayma
tanzim olmak: düzenlenmek (bk. n-ẓ-m)
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
tekzip: yalanlama
valide: ana
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
ziya: ışık

Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.

Hem bak: Bu dokunan şeyler, bu nescolunan münakkaş kumaşlar, birtek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren, ihzar eden ve ip haline getiren, elbette, bilbedâhe, birdir. Çünkü o iş iştirak kabul etmez. Öyle ise, bütün nescolunan san’atlı şeyler ona mahsustur.

Hem de bak: Bu dokunan, yapılan şeylerin herbir cinsi bütün memleketin her tarafında bulunuyor, bütün ebna-yi cinsleriyle öyle intişar etmiş, beraber olarak, birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapılıyor, nescediliyor. Demek birtek zâtın işidir; birtek emirle hareket ediyor. Yoksa, böyle bir anda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir heyette ittifak ve muvafakat muhaldir.

Öyle ise, bu san’atlı şeylerin herbirisi, o gizli zâtın bir ilânnâmesi hükmünde, onu gösteriyor. Güya herbir çiçekli kumaş, herbir san’atlı makine, herbir tatlı lokma, o mu’ciznümâ zâtın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı, birer turrası hükmünde, lisan-ı hâl ile herbirisi der: “Ben kimin san’atıyım; bulunduğum sandıklar ve dükkânlar da onun mülküdür.” Ve herbir nakış der: “Beni kim dokuduysa, bulunduğum top da onun dokumasıdır.” Herbir tatlı lokma der: “Beni kim yapıyor, pişiriyorsa, bulunduğum kazan dahi onundur.” Herbir makine der: “Beni kim yapmışsa, memlekette intişar eden bütün emsalimi de o yapıyor. Ve bütün memleketin her tarafında bizi yetiştiren odur. Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir.” Meselâ, nasıl mîrîye mahsus tek bir palaska veyahut birtek düğmeye mâlik olmak için, onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzımdır ki, onlara hakikî mâlik olsun. Yoksa, o boşboğaz başıbozuktan, “Mîrî malıdır” diye elinden alınıp tecziye edilir.

Elhasıl: Nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhit birer maddedir. Onların mâliki de bütün memlekete mâlik birtek zat olabilir. Öyle de, bütün memlekette intişar eden san’atlar, birbirine benzediği ve birtek sikke izhar ettikleri için, bütün memleket yüzünde intişar eden masnular, herbir şeye hükmeden tek bir zâtın san’atları olduğunu gösteriyorlar.

İşte, ey arkadaş! Madem şu memlekette, yani şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır, bir vahdet sikkesi var. Çünkü bir kısım şeyler, bir iken, ihâtası var. Bir kısım müteaddit ise, fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu


alâmet: işaret
ânâsır: unsurlar, elementler
bilbedâhe: ap açık bir şekilde
ebna-yı cins: aynı cinsten gelenler
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâtem: mühür, damga
ihâta: kuşatıcılık
ihzar etme: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
ilânnâme: duyuru
intişar etme: yayılma
iştirak: ortaklık
ittifak: birleşme
izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
keyfiyet: durum, nitelik, özellik
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
mahsulât: ürünler
mahsus: özgü
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
mîrî: devlete, kamuya âit
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhal: imkansız
muhit: her tarafı kuşatan
mülk: sahip olunan şey (bk. m-l-k)
münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş)
müteaddit: birçok, çeşitli
muvafakat: uygunluk
nesc: dokuma, örme
nescetme: dokuma, örme
palaska: askerlerin kullandığı geniş kemer
saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan mühür, işaret
tecziye: cezalandırma
turra: padişahın mührü ve imzası
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)

için, bir vahdet-i nev’iye gösteriyor. Vahdet ise bir vâhidi gösterir. Demek, ustası da, mâliki de, sahibi de, sânii de bir olmak lâzım gelir.

Bununla beraber, sen buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan kalınca bir ip çıkıyor. HAŞİYE-1 Bak, sonra binler ipler ondan uzanmış. Herbir ipin başına bak: Birer elmas, birer nişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilir misin ki, böyle garip bir gayb perdesinden böyle acip ihsânâtı, hedâyâyı şu mahlûklara uzatan zâtı tanımamak, ona teşekkür etmemek ne kadar divanece bir harekettir? Çünkü, onu tanımazsan, bilmecburiye diyeceksin ki, “Bu ipler, uçlarındaki elmasları, sair hediyeleri kendileri yapıyorlar, veriyorlar.” O vakit her ipe bir padişahlık mânâsını vermek lâzım gelir. Halbuki, gözümüzün önünde bir dest-i gaybî o ipleri dahi yapıp o hedâyâyı onlara takıyor. Demek, bütün bu sarayda herşey, kendi nefsinden ziyade, o mu’ciznümâ zâtı gösteriyor. Onu tanımazsan, bütün bu şeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.


Haşiye-1

Kalınca bir ip, meyvedar ağaca; binler ipler ise, dallarına; ve ipler başındaki elmas, nişan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksâmına ve meyvelerin envâına işarettir.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
aksâm: kısımlar
âlem: dünya (bk. a-l-m)
bilmecburiye: zorunlu olarak
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
divanece: akılsızca, delice
envâ: çeşitler, türler
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hedâyâ: hediyeler
helâket: yok olma
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ihsânât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)
istib’âd: akıldan uzak görme
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
külfet: yük, güçlük
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
matbaha-i mu’ciznümâ: mu’cizeli mutfak (bk. a-c-z)
mebzûliyet: bolluk, çokluk
medar: sebep, vesile
meyvedar: meyveli
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhakeme: düşünme, akıl yürütme (bk. ḥ-k-m)
muhâliyet: imkânsızlık
müşkülat: zorluklar, güçlükler
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
sâni: san’atkâr (bk. ṣ-n-a)
suûbet: zorluk, güçlük
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i nev: tür birliği (bk. v-ḥ-d)
vâhid: bir (bk. v-ḥ-d)
ziyade: çok, fazla

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, SEKİZİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.381

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/381


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin? – Cumartesi Dersleri 22. 5.

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin - Cumartesi Dersleri 22. 5.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Beşinci Burhan.

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San'atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin - Cumartesi Dersleri 22. 5.
Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin – Cumartesi Dersleri 22. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

BEŞİNCİ BURHAN

Ey vesveseli arkadaş! Gel, bu azîm sarayın nakışlarına dikkat et. Ve bütün bu şehrin ziynetlerine bak. Ve bütün bu memleketin tanzimatını gör. Ve bütün bu âlemin san’atlarını tefekkür et.

İşte, bak: Eğer nihayetsiz mu’cizeleri ve hünerleri olan gizli bir zâtın kalemi işlemezse, bu nakışları sair şuursuz sebeplere, kör tesadüfe, sağır tabiata verilse, o vakit, ya bu memleketin herbir taşı, herbir otu öyle mu’ciznümâ nakkaş, öyle bir harikulâde kâtip olması lâzım gelir ki, bir harfte bin kitabı yazabilsin, bir nakışta milyonlar san’atı derc edebilsin. Çünkü, bak bu taşlardaki nakşa: HAŞİYE-1 Herbirisinde bütün sarayın nakışları var, bütün şehrin tanzimat kanunları var, bütün memleketin teşkilât programları var. Demek bu nakışları yapmak, bütün memleketi yapmak kadar hârikadır. Öyle ise, herbir nakış, herbir san’at, o gizli zâtın bir ilânnâmesidir, bir hâtemidir.

Madem bir harf, kâtibini göstermeksizin olmaz. San’atlı bir nakış, nakkaşını bildirmemek olmaz. Nasıl olur ki, bir harfte koca bir kitabı yazan, bir nakışta bin nakşı nakşeden nakkaş, kendi kitabıyla ve nakşıyla bilinmesin?


Haşiye-1

Şecere-i hilkatin meyvesi olan insana ve kendi ağacının programını ve fihristesini taşıyan meyveye işarettir. Zira, kalem-i kudret, âlemin kitab-ı kebirinde ne yazmışsa, icmâlini mahiyet-i insaniyede yazmıştır. Kalem-i kader, dağ gibi bir ağaçta ne yazmışsa, tırnak gibi meyvesinde dahi derc etmiştir.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
derc etmek: içine yerleştirmek
galatsız: hatasız, yanlışsız
harikulâde: olağanüstü
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatem: mühür, damga
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
icmâl: özet (bk. c-m-l)
ilânnâme: duyuru
kalem-i kader: kader kalemi (bk. ḳ-d-r)
kalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)
kâtip: yazıcı, yazan (bk. k-t-b)
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r)
mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
mütenevvi: çeşitli
nakkaş: nakış ustası (bk. n-ḳ-ş)
nihayetsiz: sonsuz
rû-yi zemin: yeryüzü
sair: diğer
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
sofra-ı Rahmân: Allah’ın sınırsız rahmetiyle kulları önüne serdiği sofra (bk. r-ḥ-m)
şuursuz: bilinçsiz, akılsız (bk. ş-a-r)
tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tablacı: yiyecek sunan
tahavvülât: değişiklikler
taife: topluluk
tanzimat: düzenlemeler (bk. n-ẓ-m)
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
teşkilât: yapı, kuruluş
ünsiyet etmek: alışmak
zemin: yer
ziynet: süs (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, BEŞİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.378

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/379


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ