“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

"O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir." İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

"O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir." İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE.
“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.

ÜÇÜNCÜ CİLVE: 

Kur’ân-ı Hakîm, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına, güya doğrudan doğruya o tabakaya hususî müteveccihtir, hitap ediyor. Evet, bütün benî Âdeme bütün tabakatıyla en yüksek ve en dakik ilim olan imana ve en geniş ve nuranî fen olan marifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maarif olan ahkâm-ı İslâmiyeye davet eden, ders veren Kur’ân ise, her nev’e,


âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
ahbab-ı uhrevî: âhiretteki dostlar (bk. ḥ-b-b; e-ḫ-r)
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
ahkâm-ı İslâmiye: İslâmın hükümleri (bk. ḥ-k-m; s-l-m)
ayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlık
beşer: insan
dakik: ince, derin
dereke: en aşağı derece
edebiyat-ı ecnebiye: yabancı edebiyat
fen: ilim
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâşâ: asla öyle değil
hikmet: her şeyi yerli yerinde gösteren doğru bilgi (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i felsefe: felsefe ilmi (bk. ḥ-k-m)
hitap etmek: konuşmak (bk. ḫ-ṭ-b)
kasıru’l-fehim: anlayışı kısa
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
maâliyât: yüksek ve derin fikirler
maarif: bilgiler (bk. a-r-f)
makarr-ı ebedî: sonsuz kalınacak yer (bk. e-b-d)
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
masumâne: masumca, günahsızca
muhal: imkânsız
muhassala-i mesai: çalışmalardan elde edilen netice
mübalâğa: abartı
mütenevvi: çeşitli
müteveccih: yönelik
netice-i efkâr: fikirlerin sonucu (bk. f-k-r)
nev’: tür
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
nümune: örnek
rüyet-i cemâlullah: Allah’ın cemâlini görme (bk. c-m-l)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şe’n: özellik (bk. ş-e-n)
tabakat-ı beşer: insan tabakaları
tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r)
tereşşuh: sızma
vaki: olmuş, meydana gelmiş
vatan-ı aslî: gerçek vatan olan cennet
vecih: yön, taraf

her taifeye muvafık gelecek bir ders vermek elzemdir. Halbuki ders birdir, ayrı ayrı değil. Öyle ise, aynı derste tabakat bulunmak lâzımdır. Derecâta göre, herbiri Kur’ân’ın perdelerinden bir perdeden hisse-i dersini alır. Şu hakikatin çok nümunelerini zikretmişiz; onlara müracaat edilebilir. Yalnız burada bir iki cüz’ünün, hem yalnız bir iki tabakasının hisse-i fehmine işaret ederiz.

Meselâ, 

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ     وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ 

Kesretli tabaka olan avam tabakasının şundan hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.

Daha mutavassıt bir tabaka, şundan, İsâ aleyhisselâmın ve melâikelerin ve tevellüde mazhar şeylerin ulûhiyetini nefyetmektir. Çünkü muhal bir şeyi nefyetmek zahiren faidesiz olduğundan, belâğatte medar-ı faide olacak bir lâzım-ı hüküm murad olunur. İşte, cismâniyete mahsus veled ve vâlidi nefyetmekten murat ise, veled ve vâlidi ve küfvü bulunanların nefy-i ulûhiyetleridir ve mâbud olmaya lâyık olmadıklarını göstermektir. Şu sırdandır ki, Sûre-i İhlâs, herkese, hem her vakit faida verebilir.

Daha bir parça ileri bir tabakanın hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak, mevcudata karşı, tevlid ve tevellüdü işmam edecek bütün rabıtalardan münezzehtir. Şerik ve muinden ve hemcinsten müberrâdır. Belki mevcudata karşı nisbeti, hallâkıyettir. Emr-i 

كُنْ فَيَكُونُ 

ile, irade-i ezeliyesiyle, ihtiyarıyla icad eder. İcabî ve ıztırarî ve sudur-u gayr-ı ihtiyarî gibi münâfi-i kemâl herbir rabıtadan münezzehtir.

Daha yüksek bir tabakanın hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak ezelîdir, ebedîdir, evvel ve âhirdir. Hiçbir cihette ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef’âlinde naziri, küfvü,


Dipnot-1

“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4.

Dipnot-2

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.


âhir: sonra olma (bk. e-ḫ-r)
akran: arkadaşlar, denkler
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
avam: halk
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
cihet: yön, şekil
cismâniyet: bedenle, maddî vücutla ilgili oluş
cüz’: parça, kısım (bk. c-z-e)
derecât: dereceler
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)
elzem: çok gerekli
evvel: önce olma
ezelî: varlığının başlangıcı olmayan (bk. e-z-l)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hallâkiyet: yaratıcılık (bk. ḫ-l-ḳ)
hemcins: aynı cinsten olan
hisse-i ders: ders payı
hisse-i fehm: anlayış hissesi
ıztırarî: zorunluluk, çaresizlik
icabî: zorunluluk, mecburiyet
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
ihtiyar: irade, dileme (bk. ḫ-y-r)
irade-i ezeliye: ezelî irade (bk. r-v-d; e-z-l)
İsâ: (bk. bilgiler)
işmam etmek: hissettirmek
kesretli: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
küfüv: denk
lâzım-ı hüküm: hükmün gereği (bk. ḥ-k-m)
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahsus: has, özel
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
medar-ı faide: faydaya sebep
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhal: imkânsız
muîn: yardımcı
murad olunmak: istenmek, kastedilmek (bk. r-v-d)
mutavassıt: orta derecede
muvafık: uygun
müberrâ: uzak, yüce
münâfi-i kemâl: mükemmelliğe aykırı (bk. k-m-l)
münezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce (bk. n-z-h)
nazir: benzer (bk. n-ẓ-r)
nefy-i ulûhiyet: ilâhlığın reddi (bk. e-l-h)
nefyetmek: reddetmek
nisbet: kıyas, oran (bk. n-s-b)
nümune: örnek
peder: baba
rabıta: bağ
sıfât: özellik, nitelik (bk. v-ṣ-f)
sudur-u gayr-ı ihtiyar: isteksiz olarak meydana gelme (bk. ḫ-y-r)
şerik: ortak
tabakat: tabakalar, dereceler
taife: topluluk
tevellüd: doğum, doğma
tevlid: doğurma
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
vâlid: baba
veled: evlat, çocuk
zahiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zevce: kadın eş, hanım
zikretmek: anmak, belirtmek

şebîhi, misli, misali, mesîli yoktur. Yalnız, ef’âlinde, şuûnunda, teşbihi ifade eden mesel var.

 وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 1

Bu tabakata ârifîn tabakası, ehl-i aşk tabakası, sıddıkîn tabakası gibi ayrı ayrı hisse sahiplerini kıyas edebilirsin.

İkinci misal: Meselâ,

 مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَۤا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ 

Tabaka-i ûlânın şundan hisse-i fehmi şudur ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın hizmetkârı ve “veledim” hitabına mazhar olan Zeyd,3 izzetli zevcesini kendine küfüv bulmadığı için tatlik etmiş; Allah’ın emriyle, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm almış.4 Âyet der: “Peygamber size evlâdım dese, risalet cihetiyle söyler. Şahsiyet itibarıyla pederiniz değil ki, aldığı kadınlar ona münasip düşmesin.”

İkinci tabakanın hisse-i fehmi şudur ki: Bir büyük âmir, raiyetine pederâne şefkatle bakar. Eğer o âmir, zâhir ve bâtın bir padişah-ı ruhanî olsa, o vakit merhameti pederin yüz defa şefkatinden ileri gittiğinden, o raiyetin efradı, onun hakikî evlâdı gibi, ona peder nazarıyla bakarlar. Peder nazarı zevc nazarına inkılâb edemediğinden, kız nazarı da zevce nazarına kolayca değişmediğinden, efkâr-ı âmmede Peygamber (a.s.m.) mü’minlerin kızlarını alması şu sırra uygun gelmediğinden, Kur’ân der: “Peygamber (a.s.m.) merhamet-i İlâhiye nazarıyla size şefkat eder, pederâne muamele yapar. Risalet namına siz onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniyet itibarıyla pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin.”

Üçüncü kısım şöyle fehmeder ki: Peygambere (a.s.m.) intisap edip onun kemâlâtına istinad ederek onun pederâne şefkatine itimad edip kusur ve hatîat


Dipnot-1

“En yüce sıfatlar Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.

Dipnot-2

“Muhammed, sizden hiçbir erkeğin babası değildir.” Ahzâb Sûresi, 33:40.

Dipnot-3

bk. En-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn 3:239; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 9:275.

Dipnot-4

bk. En-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn 4:24.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ârifîn: irfan sahipleri, İlâhî hakikatlere vakıf olanlar (bk. a-r-f)
bâtın: görünmeyen, gizli
cihet: taraf
ef’âl: fiiller (bk. f-a-l)
efkâr-ı âmme: kamuoyu (bk. f-k-r)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
ehl-i aşk: Allah sevgisinde çok ileri dereceye erişenler
evlad: çocuk
fehmetmek: anlamak
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hatîat: hatalar
hisse-i fehm: anlayış hissesi
inkılâb: değişme, dönüşme
intisap etmek: mensup olmak, bağlanmak (bk. n-s-b)
istinad etmek: dayanmak (bk. s-n-d)
itimad etmek: güvenmek
izzet: şeref, değer (bk. a-z-z)
kemâlât: mükemmellikler, faziletler (bk. k-m-l)
küfüv: denk, uygun
mazhar: erişen, sahip olan (bk. ẓ-h-r)
merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
mesel: zenginlik, merhamet gibi sıfatlar (bk. m-s̱-l)
mesîl: benzer, eş (bk. m-s̱-l)
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
misil: benzer (bk. m-s̱-l)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
nam: ad
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
padişah-ı ruhanî: ruhanî padişah (bk. r-v-ḥ)
peder: baba
pederâne: babaya yakışır şekilde
raiyet: halk
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
şahsiyet-i insaniyet: insanın şahsiyeti
şebîh: benzer
şuûn: işler, haller (bk. ş-e-n)
tabaka-i ûlâ: ilk tabaka
tabakat: tabakalar
tatlik etmek: boşamak
teşbih: benzetme
veledim: oğlum
zâhir: görünen (bk. ẓ-h-r)
zevc: erkek eş, koca
zevce: kadın eş
Zeyd: (bk. bilgiler)

etmemelisiniz demektir. Evet, çoklar var ki, büyüklerine ve mürşidlerine itimad edip tembellik eder. Hattâ bazan “Namazımız kılınmış” der (bir kısım Alevîler gibi).

Dördüncü nükte: Bir kısım, şu âyetten şöyle bir işaret-i gaybiye fehmeder ki: Peygamberin (a.s.m.) evlâd-ı zükûru rical derecesinde kalmayıp, rical olarak nesli, bir hikmete binaen kalmayacaktır. Yalnız, “rical” tabirinin ifadesiyle, nisânın pederi olduğunu işaret ettiğinden, nisâ olarak nesli devam edecektir. Felillâhilhamd, Hazret-i Fatıma’nın nesl-i mübareki, Hasan ve Hüseyin gibi iki nuranî silsilenin bedr-i münevveri, şems-i nübüvvetin mânevî ve maddî neslini idame ediyorlar.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ     1

Birinci Şule, Üç Şua ile hitama erdi.


Dipnot-1

Allahım, ona ve âline rahmet et.


bedr-i münevver: nurlanmış ay (bk. n-v-r)
binaen: -dayanarak
evlâd-ı zükûr: erkek çocuklar
fehmetmek: anlamak
felillâhilhamd: hamd ve övgü Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
Hasan: (bk. bilgiler)
Hazret-i Fâtıma: (bk. bilgiler)
hikmet: gaye, sebep (bk. ḥ-k-m)
hitama ermek: sona ermek
Hüseyin: (bk. bilgiler)
idame etmek: devam ettirmek
işaret-i gaybiye: gelecekte olacak bir olaya işaret (bk. ğ-y-b)
itimad etmek: güvenmek
mürşid: doğru yolu gösteren (bk. r-ş-d)
nesl-i mübarek: mübârek nesil (bk. b-r-k)
nisâ: kadınlar
nuranî: nurlu (bk. n-v-r)
nükte: ince anlamlı söz
rical: adamlar
silsile: zincir, soy ağacı
şems-i nübüvvet: peygamberlik güneşi (bk. n-b-e)
şua: parıltı
şule: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.552

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/552


CUMARTESİ DERSLERİ

Amma hikmet-i Kur'âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine "hakkı" kabul eder. Gayede, menfaat yerine "fazilet ve rıza-i İlâhîyi" kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, "düstur-u teâvünü" esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.
Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakkı” kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun? – Cumartesi Dersleri 22. 25.

Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun - Cumartesi Dersleri 22. 25

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun?”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam On İkinci Lem’a.

Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun - Cumartesi Dersleri 22. 25
Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun – Cumartesi Dersleri 22. 25

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

GÜNEŞLER KUVVETİNDE ON İKİNCİ LEM’A

Şu Yirmi İkinci Sözün On İkinci Lem’ası öyle bir bahr-i hakaiktir ki, bütün yirmi iki Söz, ancak onun yirmi iki katresi; ve öyle bir menba-ı envardır ki, şu yirmi iki Söz, o güneşten ancak yirmi iki lem’asıdır. Evet, o yirmi iki adet Sözlerin herbirisi, semâ-i Kur’ân’da parlayan birtek necm-i âyetin bir lem’ası ve bahr-i Furkan’dan akan bir âyetin ırmağından tek bir katresi ve bir kenz-i âzam-ı Kitabullahta herbiri bir sandukça-i cevahir olan âyetlerin birtek âyetinin birtek incisidir.

İşte, On Dokuzuncu Sözün On Dördüncü Reşhasında bir nebze tarif edilen o kelâmullah İsm-i Âzamdan, Arş-ı Âzamdan, Rububiyetin tecellî-i âzamından nüzul edip, ezeli ebede raptedecek, ferşi Arşa bağlayacak bir vüs’at ve ulviyet içinde, bütün kuvvetiyle ve âyâtının bütün kat’iyetiyle, mükerreren Lâ ilâhe illâ Hû der, bütün kâinatı işhad eder ve şehadet ettirir. Evet, Lâ ilâhe illâ Hû beraber mîzened âlem.

Evet, o Kur’ân’a selim bir kalb gözüyle baksan göreceksin ki, cihât-ı sittesi öyle parlıyor, öyle şeffaftır ki, hiçbir zulmet, hiçbir dalâlet, hiçbir şüphe ve rayb, hiçbir hile içine girmeye ve daire-i ismetine duhule fürce bulamaz. Çünkü üstünde sikke-i i’câz, altında burhan ve delil, arkasında nokta-i istinadı mahz-ı vahy-i Rabbânî, önünde saadet-i dâreyn, sağında aklı istintak edip tasdikini temin, solunda vicdanı istişhad ederek teslimini tesbit, içi bilbedâhe sâfi hidayet-i Rahmâniye, üstü bilmüşahede halis envâr-ı imaniye, meyveleri biaynilyakîn kemâlât-ı insaniye ile müzeyyen asfiya ve muhakkıkîn-i evliya ve sıddıkîn olan o


arş: göğün en yüksek katı (bk. a-r-ş)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)
asfiya: Hz. Peygamber yolundan giden yüksek ilim ve velâyet sahibi hâlis kullar (bk. ṣ-f-y)
âyât: âyetler
bahr-i Furkan: hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ın denizi (bk. f-r-ḳ)
bahr-i hakaik: hakikatler, gerçekler denizi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
biaynilyakîn: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bilbedâhe: açık bir şekilde
bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
burhan: güçlü delil, kanıt
cihât-ı sitte: altı yön
daire-i ismet: masumluk dairesi
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
duhul: girme
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
envâr-ı imaniye: iman nurları (bk. n-v-r; e-m-n)
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzluk (bk. e-z-l)
ferş: yer
fürce: girilecek yer, delik
halis: katıksız, saf (bk. ḫ-l-ṣ)
hidayet-i Rahmâniye: Allah’ın hidayeti (bk. h-d-y; r-ḥ-m)
işhad: şahid gösterme (bk. ş-h-d)
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-z-m)
istintak: konuşturma
istişhad: şahid olmasını isteme (bk. ş-h-d)
kat’iyet: kesinlik
katre: damla
kelâmullah: Allah’ın kelâmı, Kur’an (bk. k-l-m)
kemâlât-ı insaniye: insanî mükemmellikler (bk. k-m-l)
kenz-i âzam-ı Kitabullah: bir hazine olan Allah’ın kitabı (bk. a-z-m; k-t-b)
Lâ ilâhe illâ Hû beraber mîzened âlem: bütün âlem hep beraber “Allah’tan başka ilâh yoktur” der (bk. e-l-h)
lem’a: parıltı
mahz-ı vahy-ı Rabbânî: Allah’ın vahyinin bizzat kendisi (bk. v-ḥ-y; r-b-b)
menba-ı envar: nurlar kaynağı (bk. n-v-r)
muhakkıkîn-i evliya: evliyadan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; v-l-y)
mükerreren: defalarca
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nebze: az miktar
necm-i âyet: âyet yıldızı
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
nüzul: inme (bk. n-z-l)
rapt: bağlama
rayb: şüphe
reşha: sızıntı
Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu
sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)
sandukça-i cevahir: cevherler sandığı
şeffaf: saydam, parlak
selim: sağlam, temiz (bk. s-l-m)
semâ-i Kur’ân: Kur’an’ın semâsı, yüceliği (bk. s-m-v)
sikke-i i’câz: mu’cizelik mührü (bk. a-c-z)
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
tasdik: doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
tecellî-i âzam: en büyük tecellî, görünüm (bk. c-l-y; a-ẓ-m)
ulviyet: yücelik
vüs’at: genişlik
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)

lisan-ı gaybın sinesine kulağını yapıştırıp dinlesen; derinden derine, gayet mûnis ve mukni, nihayet ciddî ve ulvî ve burhanla mücehhez bir sadâ-yı semâvî işiteceksin ki, öyle bir kat’iyetle Lâ ilâhe illâ Hû der ve tekrar eder ki, hakkalyakîn derecesinde söylediğini, aynelyakîn gibi bir ilm-i yakîni sana ifade ve ifaza ediyor.

Elhasıl: Herbirisi birer güneş olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ile Furkan-ı Ahkem ki;

Biri: Âlem-i Şehadetin lisanı olarak bin mu’cizat içinde bütün enbiya ve asfiyanın taht-ı tasdiklerinde İslâmiyet ve risalet parmaklarıyla işaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdiği bir hakikati,

Diğeri: Âlem-i Gaybın lisanı hükmünde, kırk vücuh-u i’câz içinde, kâinatın bütün âyât-ı tekvîniyesinin taht-ı tasdiklerinde, hakkaniyet ve hidayet parmaklarıyla işaret edip bütün ciddiyetle gösterdiği aynı hakikati, acaba o hakikat, güneşten daha bâhir, gündüzden daha zâhir olmaz mı?

Ey dalâlet-âlûd mütemerrid insancık! HAŞİYE-1 Ateşböceğinden daha sönük kafa fenerinle nasıl şu güneşlere karşı gelebilirsin, onlardan istiğnâ edebilirsin, üflemekle onları söndürmeye çalışırsın? Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun?


Haşiye-1

Bu hitap, Kur’ân’ı kaldırmaya çalışanadır.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i gayb: görünmeyen alem (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i şehadet: görünen alem (bk. a-l-m; ş-h-d)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
âyât-ı tekvîniye: kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar (bk. k-v-n)
aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bâhir: açık, âşikar
biçare: çaresiz, zavallı
burhan: güçlü, mantıkî delil
dalâlet-âlûd: sapıklık ve inkârla bulaşık (bk. ḍ-l-l)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
Furkan-ı Ahkem: doğruyu yanlıştan en hikmetli ve sağlam şekilde ayıran Kur’ân-ı Kerim (bk. f-r-ḳ; ḥ-k-m)
hakikat: gerçek, en hikmetli ve sağlam şekilde ayıran (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakir: hor ve değersiz
hakkalyakin: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
hakkaniyet: doğruluk, gerçeklik (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hidayet: doğru ve hak yolu gösterme (bk. h-d-y)
ifaza: feyizlendirme (bk. f-y-ḍ)
ilm-i yakîn: ilmî delillere dayanan kesin bilgi (bk. a-l-m; y-ḳ-n)
istiğna etme: yüz çevirip bakmama, eldekini yeter bulma, tokgönüllülük (bk. ğ-n-y)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kat’iyet: kesinlik
Lâ ilâhe illâ Hû: Ondan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h)
lisan-ı gayb: görünmeyen âlemin dili (bk. ğ-y-b)
lisan-ı gayb ve şehadet: görünen ve görünmeyen âlemlerin dili (bk. ğ-y-b; ş-h-d)
mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mücehhez: cihazlanmış, donanmış
mukni: iknâ edici
mûnis: canayakın, dost
münkir: inkârcı (bk. n-k-r)
mütemerrid: inatçı
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
sadâ-yı semâvî: semâvî ses (bk. s-m-v)
Sahib-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi ve herşeyin sahibi Allah (bk. ẕü; c-l-l)
taht-ı tasdikinde: doğrulaması, onayı altında (bk. ṣ-d-ḳ)
tekzib: yalanlama
ulvî: yüce, yüksek
vücuh-u i’câz: mu’cizelik yönleri (bk. a-c-z)
zâhir: açık, gözle görünür (bk. ẓ-h-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ON İKİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.413

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/413


CUMARTESİ DERSLERİ

Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü'minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed'in üzerine olsun. - Cumartesi Dersleri 22. 24. 
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24. 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ