Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun? – Cumartesi Dersleri 22. 25.

Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun - Cumartesi Dersleri 22. 25

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun?”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam On İkinci Lem’a.

Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun - Cumartesi Dersleri 22. 25
Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun – Cumartesi Dersleri 22. 25

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

GÜNEŞLER KUVVETİNDE ON İKİNCİ LEM’A

Şu Yirmi İkinci Sözün On İkinci Lem’ası öyle bir bahr-i hakaiktir ki, bütün yirmi iki Söz, ancak onun yirmi iki katresi; ve öyle bir menba-ı envardır ki, şu yirmi iki Söz, o güneşten ancak yirmi iki lem’asıdır. Evet, o yirmi iki adet Sözlerin herbirisi, semâ-i Kur’ân’da parlayan birtek necm-i âyetin bir lem’ası ve bahr-i Furkan’dan akan bir âyetin ırmağından tek bir katresi ve bir kenz-i âzam-ı Kitabullahta herbiri bir sandukça-i cevahir olan âyetlerin birtek âyetinin birtek incisidir.

İşte, On Dokuzuncu Sözün On Dördüncü Reşhasında bir nebze tarif edilen o kelâmullah İsm-i Âzamdan, Arş-ı Âzamdan, Rububiyetin tecellî-i âzamından nüzul edip, ezeli ebede raptedecek, ferşi Arşa bağlayacak bir vüs’at ve ulviyet içinde, bütün kuvvetiyle ve âyâtının bütün kat’iyetiyle, mükerreren Lâ ilâhe illâ Hû der, bütün kâinatı işhad eder ve şehadet ettirir. Evet, Lâ ilâhe illâ Hû beraber mîzened âlem.

Evet, o Kur’ân’a selim bir kalb gözüyle baksan göreceksin ki, cihât-ı sittesi öyle parlıyor, öyle şeffaftır ki, hiçbir zulmet, hiçbir dalâlet, hiçbir şüphe ve rayb, hiçbir hile içine girmeye ve daire-i ismetine duhule fürce bulamaz. Çünkü üstünde sikke-i i’câz, altında burhan ve delil, arkasında nokta-i istinadı mahz-ı vahy-i Rabbânî, önünde saadet-i dâreyn, sağında aklı istintak edip tasdikini temin, solunda vicdanı istişhad ederek teslimini tesbit, içi bilbedâhe sâfi hidayet-i Rahmâniye, üstü bilmüşahede halis envâr-ı imaniye, meyveleri biaynilyakîn kemâlât-ı insaniye ile müzeyyen asfiya ve muhakkıkîn-i evliya ve sıddıkîn olan o


arş: göğün en yüksek katı (bk. a-r-ş)
Arş-ı Âzam: Cenab-ı Hakkın büyüklük ve yüceliğinin ve herşeyi kuşatan sınırsız egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-z-m)
asfiya: Hz. Peygamber yolundan giden yüksek ilim ve velâyet sahibi hâlis kullar (bk. ṣ-f-y)
âyât: âyetler
bahr-i Furkan: hak ile bâtılı ayıran Kur’ân’ın denizi (bk. f-r-ḳ)
bahr-i hakaik: hakikatler, gerçekler denizi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
biaynilyakîn: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bilbedâhe: açık bir şekilde
bilmüşahede: gözle görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
burhan: güçlü delil, kanıt
cihât-ı sitte: altı yön
daire-i ismet: masumluk dairesi
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
duhul: girme
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
envâr-ı imaniye: iman nurları (bk. n-v-r; e-m-n)
ezel: başlangıcı olmayan, sonsuzluk (bk. e-z-l)
ferş: yer
fürce: girilecek yer, delik
halis: katıksız, saf (bk. ḫ-l-ṣ)
hidayet-i Rahmâniye: Allah’ın hidayeti (bk. h-d-y; r-ḥ-m)
işhad: şahid gösterme (bk. ş-h-d)
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-z-m)
istintak: konuşturma
istişhad: şahid olmasını isteme (bk. ş-h-d)
kat’iyet: kesinlik
katre: damla
kelâmullah: Allah’ın kelâmı, Kur’an (bk. k-l-m)
kemâlât-ı insaniye: insanî mükemmellikler (bk. k-m-l)
kenz-i âzam-ı Kitabullah: bir hazine olan Allah’ın kitabı (bk. a-z-m; k-t-b)
Lâ ilâhe illâ Hû beraber mîzened âlem: bütün âlem hep beraber “Allah’tan başka ilâh yoktur” der (bk. e-l-h)
lem’a: parıltı
mahz-ı vahy-ı Rabbânî: Allah’ın vahyinin bizzat kendisi (bk. v-ḥ-y; r-b-b)
menba-ı envar: nurlar kaynağı (bk. n-v-r)
muhakkıkîn-i evliya: evliyadan gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; v-l-y)
mükerreren: defalarca
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nebze: az miktar
necm-i âyet: âyet yıldızı
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
nüzul: inme (bk. n-z-l)
rapt: bağlama
rayb: şüphe
reşha: sızıntı
Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
saadet-i dâreyn: dünya ve âhiret mutluluğu
sâfi: saf, temiz (bk. ṣ-f-y)
sandukça-i cevahir: cevherler sandığı
şeffaf: saydam, parlak
selim: sağlam, temiz (bk. s-l-m)
semâ-i Kur’ân: Kur’an’ın semâsı, yüceliği (bk. s-m-v)
sikke-i i’câz: mu’cizelik mührü (bk. a-c-z)
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
tasdik: doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
tecellî-i âzam: en büyük tecellî, görünüm (bk. c-l-y; a-ẓ-m)
ulviyet: yücelik
vüs’at: genişlik
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)

lisan-ı gaybın sinesine kulağını yapıştırıp dinlesen; derinden derine, gayet mûnis ve mukni, nihayet ciddî ve ulvî ve burhanla mücehhez bir sadâ-yı semâvî işiteceksin ki, öyle bir kat’iyetle Lâ ilâhe illâ Hû der ve tekrar eder ki, hakkalyakîn derecesinde söylediğini, aynelyakîn gibi bir ilm-i yakîni sana ifade ve ifaza ediyor.

Elhasıl: Herbirisi birer güneş olan Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm ile Furkan-ı Ahkem ki;

Biri: Âlem-i Şehadetin lisanı olarak bin mu’cizat içinde bütün enbiya ve asfiyanın taht-ı tasdiklerinde İslâmiyet ve risalet parmaklarıyla işaret ederek bütün kuvvetiyle gösterdiği bir hakikati,

Diğeri: Âlem-i Gaybın lisanı hükmünde, kırk vücuh-u i’câz içinde, kâinatın bütün âyât-ı tekvîniyesinin taht-ı tasdiklerinde, hakkaniyet ve hidayet parmaklarıyla işaret edip bütün ciddiyetle gösterdiği aynı hakikati, acaba o hakikat, güneşten daha bâhir, gündüzden daha zâhir olmaz mı?

Ey dalâlet-âlûd mütemerrid insancık! HAŞİYE-1 Ateşböceğinden daha sönük kafa fenerinle nasıl şu güneşlere karşı gelebilirsin, onlardan istiğnâ edebilirsin, üflemekle onları söndürmeye çalışırsın? Tuuuh, tuf senin o münkir aklına! Nasıl o iki lisan-ı gayb ve şehadet, bütün âlemlerin Rabbi ve şu kâinatın Sahibi namına ve Onun hesabına söyledikleri sözleri ve dâvâları inkâr edebilirsin? Ey biçare ve sinekten daha âciz, daha hakir! Sen necisin ki, şu kâinatın Sahib-i Zülcelâlini tekzibe yelteniyorsun?


Haşiye-1

Bu hitap, Kur’ân’ı kaldırmaya çalışanadır.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i gayb: görünmeyen alem (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i şehadet: görünen alem (bk. a-l-m; ş-h-d)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
âyât-ı tekvîniye: kâinatta Allah’ın varlığına ve birliğine delil olan varlıklar (bk. k-v-n)
aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bâhir: açık, âşikar
biçare: çaresiz, zavallı
burhan: güçlü, mantıkî delil
dalâlet-âlûd: sapıklık ve inkârla bulaşık (bk. ḍ-l-l)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
Furkan-ı Ahkem: doğruyu yanlıştan en hikmetli ve sağlam şekilde ayıran Kur’ân-ı Kerim (bk. f-r-ḳ; ḥ-k-m)
hakikat: gerçek, en hikmetli ve sağlam şekilde ayıran (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakir: hor ve değersiz
hakkalyakin: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
hakkaniyet: doğruluk, gerçeklik (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hidayet: doğru ve hak yolu gösterme (bk. h-d-y)
ifaza: feyizlendirme (bk. f-y-ḍ)
ilm-i yakîn: ilmî delillere dayanan kesin bilgi (bk. a-l-m; y-ḳ-n)
istiğna etme: yüz çevirip bakmama, eldekini yeter bulma, tokgönüllülük (bk. ğ-n-y)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kat’iyet: kesinlik
Lâ ilâhe illâ Hû: Ondan başka ilâh yoktur (bk. e-l-h)
lisan-ı gayb: görünmeyen âlemin dili (bk. ğ-y-b)
lisan-ı gayb ve şehadet: görünen ve görünmeyen âlemlerin dili (bk. ğ-y-b; ş-h-d)
mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mücehhez: cihazlanmış, donanmış
mukni: iknâ edici
mûnis: canayakın, dost
münkir: inkârcı (bk. n-k-r)
mütemerrid: inatçı
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
sadâ-yı semâvî: semâvî ses (bk. s-m-v)
Sahib-i Zülcelâl: büyüklük ve haşmet sahibi ve herşeyin sahibi Allah (bk. ẕü; c-l-l)
taht-ı tasdikinde: doğrulaması, onayı altında (bk. ṣ-d-ḳ)
tekzib: yalanlama
ulvî: yüce, yüksek
vücuh-u i’câz: mu’cizelik yönleri (bk. a-c-z)
zâhir: açık, gözle görünür (bk. ẓ-h-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ON İKİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.413

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/413


CUMARTESİ DERSLERİ

Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü'minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed'in üzerine olsun. - Cumartesi Dersleri 22. 24. 
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24. 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24. 

Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü'minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed'in üzerine olsun. - Cumartesi Dersleri 22. 24. 

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta: “Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam On Birinci Lem’a.

Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü'minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed'in üzerine olsun. - Cumartesi Dersleri 22. 24. 
Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. – Cumartesi Dersleri 22. 24. 

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

GÜNEŞLER KUVVETİNDE ON BİRİNCİ LEM’A

On Dokuzuncu Sözde tarif edilen ve kitab-ı kebirin âyet-i kübrâsı ve o Kur’ân-ı Kebirdeki ism-i âzamı ve o şecere-i kâinatın çekirdeği ve en münevver meyvesi ve o saray-ı âlemin güneşi ve âlem-i İslâmiyetin bedr-i münevveri ve rububiyet-i İlâhiyenin dellâl-ı saltanatı ve tılsım-ı kâinatın keşşâf-ı zîhikmeti


âlem-i İslâmiyet: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
âsâr-ı meşhude-i âlem: âlemdeki görünen eserler (bk. ş-h-d; a-l-m)
âyât-ı kemâl: mükemmelliğin delilleri (bk. k-m-l)
âyet-i kübrâ: en büyük delil (bk. k-b-r)
bedr-i münevver: parlak dolunay (bk. n-v-r)
bihakkılyakîn: yaşamış gibi birşeyi kesin olarak bilme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
bilbedâhe: açık bir şekilde
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
bilyakîn: kesinlikle (bk. y-ḳ-n)
bizzarure: zorunlu olarak
delâlet: işaret etme, delil olma
dellâl-ı saltanat: saltanatın ilancısı (bk. s-l-ṭ)
envâ-ı kemâlât: mükemmelliklerin türleri, çeşitleri (bk. k-m-l)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Fâil-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Fâil, Allah (bk. f-a-l; ẕü; c-l-l)
fütursuz: usanmadan
işârât-ı cemâl: sonsuz güzelliğin işaretleri (bk. c-m-l)
ism-i âzam: en büyük isim (bk. s-m-v; a-z-m)
istidad-ı zâtiye: zâtındaki istidat, kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i ef’âl: fiillerdeki mükemmellik (bk. k-m-l; f-a-l)
kemâl-i esmâ: isimlerin mükemmelliği (bk. k-m-l; s-m-v)
kemâl-i sıfat: sıfatların mükemmelliği (bk. k-m-l; v-ṣ-f)
kemâl-i şuûn: zâtî niteliklerin mükemmelliği; yaratıcılık ve rızık vericilik gibi Cenâb-ı Hakkın Zâtında bulunan kutsal özelliklerin mükemmelliği (bk. k-m-l; ş-e-n)
kemâl-i Zât: Zâtın kemâli, mükemmelliği (bk. k-m-l)
keşşâf-ı zîhikmet: hikmet sahibi keşfedici (bk. k-ş-f; ẕî; ḥ-k-m)
kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r)
Kur’ân-ı Kebir: büyük Kur’an (bk. k-b-r)
mahiyet-i zâtiye: zâtının niteliği, özelliği
mazhar: ayna olma (bk. ẓ-h-r)
mevcudat-ı muntazama-i kâinat: kâinattaki düzenli varlıklar (bk. v-c-d; n-ẓ-m; k-v-n)
Mevsûf-u Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve mükemmel sıfatlarla vasıflanan Allah (bk. v-ṣ-f; ẕü; k-m-l)misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
Müessir-i Zi’l-iktidar: güç ve iktidar sahibi Yaratıcı (bk. ẕî; ḳ-d-r)
münevver: nurlu (bk. n-v-r)
Müsemmâ-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve en güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v; ẕü; c-m-l)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; e-l-h)
rumûz-u celâl: sonsuz haşmet ve görkemin işaretleri (bk. c-l-l)
saray-ı âlem: dünya sarayı (bk. a-l-m)
şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n)
şehâdet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şuûn ve kabiliyet-i zâtiye: zâti nitelikler; istidatlar ve kabiliyetler (bk. ş-e-n)
şuûn-u zâtiye: zâtî nitelikler, özellikler (bk. ş-e-n)
tılsım-ı kâinat: kâinatın tılsımı, gizemi (bk. k-v-n)
Zât-ı Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; k-m-l)
zîşuûn: şuûn sahibi
zıll-i zâif: zayıf gölge

olan Seyyidimiz Muhammedü’l-Emin aleyhissalâtü vesselâm, bütün enbiyayı sâyesi altına alan risalet cenâhı ve bütün âlem-i İslâmı himayesine alan İslâmiyet cenahlarıyla, hakikatin tabakatında uçan ve bütün enbiya ve mürselîni, bütün evliya ve sıddıkîni ve bütün asfiya ve muhakkıkîni arkasına alıp, bütün kuvvetiyle vahdâniyeti gösterip, arş-ı ehadiyete yol açıp gösterdiği iman-ı billâh ve ispat ettiği vahdâniyet-i İlâhiyeye, hiç vehim ve şüphenin haddi var mı ki kapatabilsin ve perde olabilsin?

Madem On Dokuzuncu Sözde ve On Dokuzuncu Mektupta o burhan-ı kàtıın âbülhayat-ı marifetinden On Dört Reşha ve On Dokuz İşârât ile o zât-ı mu’ciznümânın envâ-ı mu’cizâtıyla beraber icmâlen bir derece tarif ve beyan etmişiz. Şurada, şu işaretle iktifa edip, o vahdâniyetin burhan-ı kàtıını tezkiye eden ve sıdkına şehadet eden esâsâta işaret suretinde bir salâvat-ı şerife ile hatm ederiz:


âbülhayat-ı marifet: hayat suyu gibi, kan gibi insana lâzım olan Allah’ı tanıtıcı bilgi (bk. ḥ-y-y; a-r-f)
âlem-i İslâm: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
Aleyhissalâtü vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
arş-ı ehadiyet: Allah’ın birliğinin en azami mertebede göründüğü makam (bk. a-r-ş; v-ḥ-d)
asfiya: Hz. Peygamber yolundan giden yüksek ilim ve velâyet sahibi halis kullar (bk. ṣ-f-y)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
burhan-ı katı’: sağlam, keskin delil
cenâh: taraf, kanat
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
envâ-ı mu’cizât: mu’cizelerin çeşitleri (bk. a-c-z)
esâsât: esaslar, temeller
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hatmetme: bitirme, son verme
himaye: koruma
icmâlen: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)
iktifa: yetinme
iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n)
işârât: işaretler
muhakkıkîn: gerçeği bulup araştıran İslam âlimleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Muhammedü’l-Emin: “güvenilir Muhammed” mânâsında Peygamberimize verilen bir ünvan (bk. ḥ-m-d; e-m-n)
mürselîn: peygamberler (bk. r-s-l)
reşha: sızıntı
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
salâvat-ı şerife: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
sâye: koruma
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
seyyid: efendi
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sıdk: doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabakat: tabakalar, dereceler
tezkiye: iyi hal üzere şahitlik etme
vahdâniyet: Allah’ın birliği ve tekliği (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet-i İlâhiye: Allah’ın bir ve tek olması (bk. v-ḥ-d; e-l-h)
vehim: kuruntu
zât-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren zât (bk. a-c-z)

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مَنْ دَلَّ عَلٰى وُجُوبِ وُجُودِكَ وَوَحْدَانِيَّتِكَ وَشَهِدَ عَلٰى اَوْصَافِ جَلاَلِكَ وَجَمَالِكَ وَكَمَالِكَ الشَّاهِدُ الصَّادِقُ الْمُصَدَّقُ وَالْبُرْهَانُ النَّاطِقُ الْمُحَقَّقُ     سَيِّدُ اْلاَنْبِيَۤاءِ وَالْمُرْسَلِينَ، اَلْحَامِلُ سِرَّ اِجْمَاعِهِمْ وَتَصْدِيقِهِمْ وَمُعْجِزَاتِهِمْ.. وَاِمَامُ اْلاَوْلِيَۤاءِ وَالصِّدِّيقِينَ، اَلْحَاوِى سِرَّ اِتِّفَاقِهِمْ وَتَحْقِيقِهِمْ وَكَرَامَاتِهِمْ.. ذُوالْمُعْجِزَاتِ الْبَاهِرَةِ وَالْخَوَارِقِ الظَّاهِرَةِ وَالدَّلاَئِلِ الْقَاطِعَةِ الْمُحَقَّقَةِ الْمُصَدَّقَةِ لَهُ.. ذُوالْخِصَالِ الْغَالِيَةِ فِى ذَاتِهِ، وَاْلاَخْلاَقِ الْعَالِيَةِ فِى وَظِيفَتِهِ، وَالسَّجَايَا السَّامِيَةِ فِى شَرِيعَتِهِ الْمُكَمَّلَةِ الْمُنَزَّهَةِ عَنِ الْخِلاَفِ، مَهْبِطُ الْوَحْىِ الرَّبَّانِّىِ بِاِجْمَاعِ الْمُنْزِلِ وَالْمُنْزَلِ وَالْمُنَزَّلِ عَلَيْهِ، سَيَّارُ عَالَمِ الْغَيْبِ وَالْمَلَكُوتِ، مُشَاهِدُ اْلاَرْوَاحِ وَمُصَاحِبُ الْمَلٰۤئِكَةِ، اَنْمُوذَجُ كَمَالِ الْكَۤائِنَاتِ شَخْصًا وَنَوْعًا وَجِنْسًا، اَنْوَرُ ثَمَرَاتِ شَجَرَةِ الْخِلْقَةِ، سِرَاجُ الْحَقِّ، بُرْهَانُ الْحَقِيقَةِ، تِمْثَالُ الرَّحْمَةِ، مِثَالُ الْمَحَبَّةِ، كَشَّافُ طِلْسِمِ الْكَۤائِنَاتِ، دَلاَّلُ سَلْطَنَةِ الرُّبُوبِيَّةِ، الْمُرْمِزُ بِعُلْوِيَّةِ شَخْصِيَّتِهِ الْمَعْنَوِيَّةِ اِلٰۤى اَنَّهُ نَصْبُ عَيْنِ فَاطِرِ الْعَالَمِ فِى خَلْقِ الْكَۤائِنَاتِ، ذُو الشَّرِيعَةِ الَّتِى هِىَ بِوُسْعَةِ دَسَاتِيرِهَا وَقُوَّتِهَا تُشِيرُ اِلٰۤى اَنَّهَا نِظَامُ نَاظِمِ الْكَوْنِ وَوَضْعُ خَالِقِ الْكَۤائِنَاتِ     نَعَمْ، اِنَّ نَاظِمَ الْكَۤائِنَاتِ بِهٰذَا النِّظَامِ اْلاَتَمِّ اْلاَكْمَلِ هُوَ نَاظِمُ هٰذَا الدِّينِ بِهٰذَا النِّظَامِ اْلاَحْسَنِ اْلاَجْمَلِ، سَيِّدُنَا نَحْنُ مَعَاشِرَ بَنِۤى اٰدَمَ وَمُهْدِينَۤا اِلَى اْلاِيمَانِ نَحْنُ مَعَاشِرَ الْمُؤْمِنِينَ، مُحَمَّدٌ بْنُ عَبْدِ اللهِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ عَلَيْهِ اَفْضَلُ الصَّلَوَاتِ وَاَتَمُّ التَّسْلِيمَاتِ مَادَامَتِ اْلاَرْضُ وَالسَّمٰوَاتُ. فَاِنَّ ذٰلِكَ الشَّاهِدَ الصَّادِقَ الْمُصَدَّقَ يَشْهَدُ عَلٰى رُؤُوسِ اْلاَشْهَادِ مُنَادِيًا، وَمُعَلِّمًا ِلاَجْيَالِ الْبَشَرِ خَلْفَ اْلاَعْصَارِ وَاْلاَقْطَارِ، نِدَۤاءً عُلْوِيًّا بِجَمِيعِ قُوَّتِهِ وَبِغَايَةِ جِدِّيَّتِهِ وَبِنِهَايَةِ وُثُوقِهِ وَبِقُوَّةِ اِطْمِئْنَانِهِ وَبِكَمَالِ اِيمَانِهِ: (اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ).    

 1


Allahım! Vücub-u vücuduna ve vahdâniyetine delâlet ve celâline ve cemâline ve kemâline şehadet eden o zâta rahmet et ki, o, bütün kâinatın ve bütün enbiya ve evliyanın tasdikiyle musaddak şahid-i sadık ve bütün ehl-i tahkikin tahkikatıyla müeyyed burhan-ı nâtık, bütün enbiya ve mürselînin icmâ ve tasdik ve mu’cizelerinin sırrına mazhar olan efendisi, bütün evliya ve sıddıkînin ittifak ve tahkikat ve kerametlerini hâvi olan imamı, hakkaniyeti hadsiz tahkikatla teyid ve tasdik edilen mu’cizât-ı bâhire ve havârık-ı zâhire ve delâil-i kàtıa sahibi, zâtında güzel hasletlerin en nihayet merâtibini, vazifesinde ahlâk-ı ulviyeyi, hilâftan münezzeh olan şeriat-i mükemmelesinde en yüksek seciyeleri câmi’, Kur’ân’ı indirenin, indirilen Kur’ân’ın ve kendisine Kur’ân indirilen zâtın ittifakıyla vahy-i Rabbânînin mazharı, âlem-i gayb ve âlem-i melekûtu seyr ü seyahat ve temâşâ eden, ervâhı müşahede ve melâikeye refakat eden, şahsen ve nev’en ve cinsen kâinatın bütün kemâlâtının fihristesi, şecere-i hilkatin en münevver meyvesi, hakkın sirâcı, hakikatin burhanı, rahmetin timsali, muhabbetin misali, kâinat tılsımının keşşâfı, saltanat-ı Rububiyetin dellâlı, şahsiyet-i mâneviyesinin remz-i ulviyetiyle, Fâtır-ı Âlemin bu kâinatı onu nazara alarak halk ettiği anlaşılan, düsturlarının vüs’ati ve kuvvetinin işaretiyle Kâinat Nâzımının nizâmı olduğu ve Hâlık-ı Kâinat tarafından vaz edildiği zahir olan şeriatin sahibidir-evet, bu nizâm-ı ahsen ve ecmeli câmi’ olan bu dinin nâzımı, ancak bu nizâm-ı etem ve ekmel olan bu kâinatın Nâzımı olabilir. Yer ve gökler var oldukça salâvâtın en efdali ve selâmetin en etemmi, biz Âdemoğulları topluluğunun efendisi ve biz mü’minler topluluğunun imana hidayet edicisi olan Abdullah ibnü Abdilmuttalib oğlu Muhammed’in üzerine olsun. Bu doğru söyleyen ve doğrulanan vahdâniyet şahidi, bütün şahitlerin başları üzerinde bir nidâ edici ve beşer taifelerine bir muallim olarak, bütün kuvvetiyle ve gayet-i ciddiyetiyle ve nihayet-i vusukuyla ve kuvvet-i itmi’nânı ve kemâl-i imânıyla, asırların ve kıt’aların gerisinden ulvî bir nidâ ile seslenip, “Allah’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh bulunmadığına şehadet ederim. O birdir ve Onun hiçbir şeriki yoktur” diye ilân ediyor.


âbülhayat-ı marifet: hayat suyu gibi, kan gibi insana lâzım olan Allah’ı tanıtıcı bilgi (bk. ḥ-y-y; a-r-f)
âlem-i İslâm: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
Aleyhissalâtü vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
arş-ı ehadiyet: Allah’ın birliğinin en azami mertebede göründüğü makam (bk. a-r-ş; v-ḥ-d)
asfiya: Hz. Peygamber yolundan giden yüksek ilim ve velâyet sahibi halis kullar (bk. ṣ-f-y)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
burhan-ı katı’: sağlam, keskin delil
cenâh: taraf, kanat
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
envâ-ı mu’cizât: mu’cizelerin çeşitleri (bk. a-c-z)
esâsât: esaslar, temeller
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hatmetme: bitirme, son verme
himaye: koruma
icmâlen: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)
iktifa: yetinme
iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n)
işârât: işaretler
muhakkıkîn: gerçeği bulup araştıran İslam âlimleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Muhammedü’l-Emin: “güvenilir Muhammed” mânâsında Peygamberimize verilen bir ünvan (bk. ḥ-m-d; e-m-n)
mürselîn: peygamberler (bk. r-s-l)
reşha: sızıntı
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
salâvat-ı şerife: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
sâye: koruma
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
seyyid: efendi
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sıdk: doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabakat: tabakalar, dereceler
tezkiye: iyi hal üzere şahitlik etme
vahdâniyet: Allah’ın birliği ve tekliği (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet-i İlâhiye: Allah’ın bir ve tek olması (bk. v-ḥ-d; e-l-h)
vehim: kuruntu
zât-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren zât (bk. a-c-z)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ON BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.410

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/411


CUMARTESİ DERSLERİ

Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü'l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü'l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. - Cumartesi Dersleri 22. 23.
Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.

Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü'l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü'l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. - Cumartesi Dersleri 22. 23.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Onuncu Lem’a.

Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü'l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü'l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. - Cumartesi Dersleri 22. 23.
Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

ONUNCU LEM’A

Tecellî-i cemâliyeyi gösteren hayat nasıl bir burhan-ı ehadiyettir, belki bir çeşit tecellî-i vahdettir. Tecellî-i celâli izhar eden memat dahi bir burhan-ı vâhidiyettir.

Evet, meselâ,

 وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 

nasıl ki güneşe karşı parlayan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmi şeffâfâtı, güneşin aksini ve ışığını göstermek suretiyle güneşe şehadet ettikleri gibi; o katarâtın ve şeffâfâtın gurubuyla, gitmeleriyle beraber, arkalarından yeni gelen katarat taifeleri ve şeffâfat kabileleri üstünde yine güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellîsi ve noksansız istimrarı kat’iyen şehadet eder ki, sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlayan misalî güneşçikler ve ışıklar ve nurlar bir bâki, daimî, âli, tecellîsi zevâlsiz birtek güneşin cilveleridir. Demek o parlayan kataratlar, zuhuruyla ve gelmeleriyle güneşin vücudunu gösterdikleri gibi; guruplarıyla, zevâlleriyle güneşin bekàsını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.

Aynen öyle de, şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l-Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler.


Dipnot-1

“En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl Sûresi, 16:60.


adem: yokluk
akis: yansıma
âli: yüce, yüksek
bâki: sürekli, kalıcı (bk. b-ḳ-y)
bekà: devamlılık (bk. b-ḳ-y)
burhan-ı ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görünen birlik delili (bk. v-ḥ-d)
burhan-ı vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik delili (bk. v-ḥ-d)
Cenâb-ı Hakk: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cilve: yansıma (bk. c-l-y)
daimî: devamlı
ehadiyet: birlik (bk. v-ḥ-d)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
eşya: şeyler, varlıklar
ezeliyet: varlığının başlangıcı olmaması, sonsuzluk (bk. e-z-l)
fevkalâde: olağanüstü
gurub: batma
hadsiz: sınırsız
haşmet: göz kamaştırıcı büyüklük, görkem
imtinâ: imkansızlık
in’idâm: yok olma
isnad edilmek: dayandırılmak (bk. s-n-d)
istimrar: devamlılık
izhar eden: gösteren (bk. ẓ-h-r)
kabile: topluluk
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kat’iyen: kesinlikle
katarât: damlalar
mebzûliyet: bolluk
memat: ölüm (bk. m-v-t)
mevcudat-ı seyyâle: devamlı akıp giden varlıklar (bk. v-c-d)
mütelemmi: parıldayan
nev’: tür
şeffâfât: şeffaf şeyler
sermediyet: daimîlik, süreklilik
sikke-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
suubet: zorluk
suubet peydâ etmek: zorluk kazanmak
taife: topluluk, grup
tecellî: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
tecellî-i celâli: büyüklük ve haşmetin yansıması (bk. c-l-y; c-l-l)
tecellî-i cemâl: güzelliğin yansıması (bk. c-l-y; c-m-l)
tecellî-i vahdet: Allah’ın birlik tecellisi (bk. c-l-y; v-ḥ-d)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
velhasıl: kısacası
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
zemin: yer
zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l)
zevâlsiz: batmayan (bk. z-v-l)
zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r)

Evet, gece-gündüz, kış ve yaz, asırlar ve devirlerin değişmesiyle gurup ve ufûl içinde teceddüd eden ve tazelenen masnûât-ı cemile, mevcudat-ı lâtife, elbette bir âli ve sermedî ve dâimü’t-tecellî bir Cemâl Sahibinin vücud ve bekà ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-ı zahiriye-i süfliyeleriyle beraber zevâl bulup ölmeleri, o esbabın hiçliğini ve bir perdeolduğunu gösteriyorlar. Şu hal kat’iyen ispat eder ki, şu san’atlar, şu nakışlar, şu cilveler, bütün esmâsı kudsiye ve cemîle olan bir Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin tazelenen san’atlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir.

Elhâsıl: Şu kitab-ı kebir-i kâinat, nasıl ki vücud ve vahdete dair âyât-ı tekvîniyeyi bize ders veriyor. Öyle de, o Zât-ı Zülcelâlin bütün evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliyesine de şehadet eder ve kusursuz ve noksansız kemâl-i Zâtîsini ispat ederler. Çünkü, bedihîdir ki:

· Bir eserde kemâl, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder.

· Fiilin kemâli ise, ismin kemâline,

· ve ismin kemâli, sıfatın kemâline,

· ve sıfatın kemâli, şe’n-i zâtînin kemâline,

· ve şe’nin kemâli, o zât-ı zîşuûnun kemâline, hadsen ve zarureten ve bedâheten delâlet eder.

Meselâ, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinatı, arkalarında bir usta ef’âlinin mükemmeliyetini gösterir. O ef’âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san’atına dair sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir. Ve o san’at ve sıfatların mükemmeliyeti, o


âli: yüce, yüksek
âyât-ı tekvîniye: yaratılışa ait âyetler, deliller (bk. k-v-n)
âyine: ayna
bedâheten: ap açık bir şekilde
bedihî: açık, aşikâr
bekà: süreklilik, kalıcılık (bk. b-ḳ-y)
Cemâl Sahibi: sonsuz derecede güzellik sahibi, Allah (bk. c-m-l)
cemîle: çok güzel (bk. c-m-l)
cilve: yansıma, görünme (bk. c-l-y)
dâimü’t-tecellî: sürekli tecellî eden (bk. c-l-y)
delâlet: işaret etme, delil olma
devir: çağ
ef’âl: fiiller (bk. f-a-l)
elhâsıl: özetle, sonuç olarak
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esbab-ı zahiriye-i süfliye: görünürdeki alçak ve bayağı sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliye: Cenâb-ı Allah’ın mükemmel, güzel ve haşmetli vasıfları, sıfatları (bk. v-ṣ-f; k-m-l; c-m-l; c-l-l)
fâil: işi yapan (bk. f-a-l)
gurup: batma
hadsen: sezgiyle (bk. ḥ-d-s̱)
hatem: mühür, damga
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
kasr: saray, köşk
kat’iyen: kesinlikle
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
kemâl-i Zâtî: Allah’ın zâtının mükemmelliği, kusursuzluğu (bk. k-m-l)
kitab-ı kebir-i kâinat: büyük kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-b-r; k-v-n)
kudsiye: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s)
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
masnûât-ı cemile: güzel sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a; c-m-l)
mebde’: başlangıç
menşe: kaynak
mevcudat-ı lâtife: çok hoş ve güzel varlıklar (bk. v-c-d; l-ṭ-f)
nakış: işleme (bk. n-ḳ-ş)
nukuş: işlemeler (bk. n-ḳ-ş)
şe’n: istidat ve kabiliyet; mimarlık, marangozluk ve ressamlık gibi (bk. ş-e-n)
şe’n-i zâtî: zâtında olan istidat ve kabiliyet (bk. ş-e-n)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sermedî: daimi, sürekli
sikke: mühür, işaret
sıfat: özellik, vasıf (bk. v-ṣ-f)
taharrük: hareket etme
tahavvül: değişme
teceddüd etme: yenilenme
tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)
ufûl: batma
vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
zarureten: zorunlu olarak
Zât-ı Cemîl-i Zülcelâl: sınırsız yücelik ve haşmet ve sonsuz güzellik sahibi olan Zât, Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)
zât-ı zîşuûn: zâtî özellik ve niteliklere sahip olan zât (bk. ẕî; ş-e-n)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zevâl bulma: gelip geçme (bk. z-v-l)

san’at sahibinin “şuûn-u zâtiye” denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o şuûn ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misillü, aynen öyle de:

Şu kusursuz, fütursuz,

 هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ 

sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudat-ı muntazama-i kâinatta olan san’at ise, bilmüşahede, bir Müessir-i Zi’l-iktidarın kemâl-i ef’âline delâlet eder. O kemâl-i ef’âl ise, bilbedâhe, o Fâil-i Zülcelâlin kemâl-i esmâsına delâlet eder. O kemâl-i esma ise, bizzarure, o esmânın Müsemmâ-i Zülcemâlinin kemâl-i sıfatına delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i sıfat ise, bilyakîn, o Mevsûf-u Zülkemâlin kemâl-i şuûnuna delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i şuûn ise, bihakkılyakîn, o zîşuûnun kemâl-i Zâtına öyle delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün envâ-ı kemâlât, Onun kemâline nisbeten sönük bir zıll-i zâif suretinde bir Zât-ı Zülkemâlin âyât-ı kemâli ve rumûz-u celâli ve işârât-ı cemâli olduğunu gösterir.


Dipnot-1

“En küçük bir kusur görüyor musun?” Mülk Sûresi, 67:3.


âlem-i İslâmiyet: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m)
âsâr-ı meşhude-i âlem: âlemdeki görünen eserler (bk. ş-h-d; a-l-m)
âyât-ı kemâl: mükemmelliğin delilleri (bk. k-m-l)
âyet-i kübrâ: en büyük delil (bk. k-b-r)
bedr-i münevver: parlak dolunay (bk. n-v-r)
bihakkılyakîn: yaşamış gibi birşeyi kesin olarak bilme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
bilbedâhe: açık bir şekilde
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
bilyakîn: kesinlikle (bk. y-ḳ-n)
bizzarure: zorunlu olarak
delâlet: işaret etme, delil olma
dellâl-ı saltanat: saltanatın ilancısı (bk. s-l-ṭ)
envâ-ı kemâlât: mükemmelliklerin türleri, çeşitleri (bk. k-m-l)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Fâil-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Fâil, Allah (bk. f-a-l; ẕü; c-l-l)
fütursuz: usanmadan
işârât-ı cemâl: sonsuz güzelliğin işaretleri (bk. c-m-l)
ism-i âzam: en büyük isim (bk. s-m-v; a-z-m)
istidad-ı zâtiye: zâtındaki istidat, kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i ef’âl: fiillerdeki mükemmellik (bk. k-m-l; f-a-l)
kemâl-i esmâ: isimlerin mükemmelliği (bk. k-m-l; s-m-v)
kemâl-i sıfat: sıfatların mükemmelliği (bk. k-m-l; v-ṣ-f)
kemâl-i şuûn: zâtî niteliklerin mükemmelliği; yaratıcılık ve rızık vericilik gibi Cenâb-ı Hakkın Zâtında bulunan kutsal özelliklerin mükemmelliği (bk. k-m-l; ş-e-n)
kemâl-i Zât: Zâtın kemâli, mükemmelliği (bk. k-m-l)
keşşâf-ı zîhikmet: hikmet sahibi keşfedici (bk. k-ş-f; ẕî; ḥ-k-m)
kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r)
Kur’ân-ı Kebir: büyük Kur’an (bk. k-b-r)
mahiyet-i zâtiye: zâtının niteliği, özelliği
mazhar: ayna olma (bk. ẓ-h-r)
mevcudat-ı muntazama-i kâinat: kâinattaki düzenli varlıklar (bk. v-c-d; n-ẓ-m; k-v-n)
Mevsûf-u Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve mükemmel sıfatlarla vasıflanan Allah (bk. v-ṣ-f; ẕü; k-m-l)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
Müessir-i Zi’l-iktidar: güç ve iktidar sahibi Yaratıcı (bk. ẕî; ḳ-d-r)
münevver: nurlu (bk. n-v-r)
Müsemmâ-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve en güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v; ẕü; c-m-l)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; e-l-h)
rumûz-u celâl: sonsuz haşmet ve görkemin işaretleri (bk. c-l-l)
saray-ı âlem: dünya sarayı (bk. a-l-m)
şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n)
şehâdet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şuûn ve kabiliyet-i zâtiye: zâti nitelikler; istidatlar ve kabiliyetler (bk. ş-e-n)
şuûn-u zâtiye: zâtî nitelikler, özellikler (bk. ş-e-n)
tılsım-ı kâinat: kâinatın tılsımı, gizemi (bk. k-v-n)
Zât-ı Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; k-m-l)
zîşuûn: şuûn sahibi
zıll-i zâif: zayıf gölge

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ONUNCU LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.408

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/408


CUMARTESİ DERSLERİ

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san'atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. - Cumartesi Dersleri 22. 22.
Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san'atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. - Cumartesi Dersleri 22. 22.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dokuzuncu Lem’a.

Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san'atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. - Cumartesi Dersleri 22. 22.
Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

DOKUZUNCU LEM’A

Cüzde, cüz’îde, küllde, küllîde, küll-i âlemde, hayatta, zîhayatta, ihyâda olan sikkelerden, hâtemlerden, turralardan bazılarına işaret ettik. Şimdi, nevilerde hesapsız sikkelerden bir sikkeye işaret edeceğiz.

Evet, nasıl ki meyvedar bir ağacın hesapsız semereleri, bir terbiye-i vâhide, bir kanun-u vahdetle, birtek merkezden idare edildiklerinden, külfet ve meşakkat ve masraf o kadar suhulet peydâ eder ki, kesretle terbiye edilen tek bir semereye müsâvi olurlar. Demek kesret ve taaddüd-ü merkez, her semere için, kemiyetçe bütün ağaç kadar külfet ve masraf ve cihazat ister. Fark yalnız keyfiyetçedir. Nasıl ki, birtek nefere lâzım techizat-ı askeriyeyi yapmak için, orduya lâzım bütün fabrikalar kadar fabrikalar lâzımdır. Demek, iş vahdetten kesrete geçse, efrad adedince, kemiyet cihetiyle külfet ziyadeleşir. İşte, her nevide bilmüşahede görünen suhulet-i fevkalâde, elbette vahdetten, tevhidden gelen bir yüsr ve suhulet eseridir.

Elhasıl: Bir cinsin bütün envâı, bir nev’in bütün efradı, âzâ-yı esasîde muvafakat ve müşabehetleri nasıl ispat ederler ki, tek bir Sâniin masnularıdır. Çünkü vahdet-i kalem ve ittihad-ı sikke öyle ister. Öyle de, bu meşhud suhulet-i mutlaka ve külfetsizlik, vücub derecesinde icab eder ki, bir Sâni-i Vâhidin eserleri olsun.

Yoksa, imtinâ derecesine çıkan bir suubet, o cinsi in’idâma ve o nev’i ademe götürecekti.

Velhasıl, Cenâb-ı Hakka isnad edilse, bütün eşya birtek şey gibi bir suhulet peydâ eder. Eğer esbaba isnad edilse, herbir şey bütün eşya kadar suubet peydâ eder. Madem öyledir; kâinatta şu görünen fevkalâde ucuzluk ve şu göz önündeki hadsiz mebzûliyet, sikke-i vahdeti güneş gibi gösterir. Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik.


adem: yokluk
âzâ-yı esasî: temel organlar
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
Cenâb-ı Hakk: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cihazat: donanım
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: ferd (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
envâ: çeşitler, türler
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
eşya: şeyler, varlıklar
faraza: varsayalım ki
fevkalâde: olağanüstü
hadsiz: sınırsız
hatem: mühür, damga
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hedâyâ-yı Rahmâniye: çok şefkatli ve merhametli olan Allah’ın hediyeleri (bk. r-ḥ-m)
hemcins: aynı cinsten olan
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
imtinâ: imkansızlık
in’idâm: yok olma
isnad edilmek: dayandırılmak (bk. s-n-d)
ittihad-ı sikke: mühür birliği
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kanun-u vahdet: birlik kanunu (bk. ḳ-n-n; v-ḥ-d)
kemiyetçe: sayıca
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
keyfiyet: nitelik, özellik
külfet: güçlük
küll: bütün (bk. k-l-l)
küll-i âlem: âlemin bütünü (bk. k-l-l; a-l-m)
küllî: fertlerden oluşan topluluk, tür, cins (bk. k-l-l)
lisan-ı hâl: hâl ve beden dili
masnu: sanat eseri (bk. ṣ-n-a)
mebzûliyet: bolluk
meşakkat: zahmet, zorluk
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
meyvedar: meyveli
muktedir: gücü yeten, güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
münteşir: yayılmış olan
müşabehet: benzeme
müsâvi: eşit, denk
mutasarrıf: tasarruf sahibi (bk. ṣ-r-f)
muvafakat: uygunluk
nefer: asker, er
nev’: tür
nevi: tür, çeşit
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; v-ḥ-d)
sefine: gemi
semere: meyve
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
sikke-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
suhulet: kolaylık
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
suhulet-i fevkalâde: olağanüstü kolaylık
suhulet-i mutlaka: tam bir kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)
suubet: zorluk
suubet peydâ etmek: zorluk kazanmak
taaddüd-ü merkez: merkezin çokluğu
techizat-ı askeriye: askerî donanım
terbiye-i vâhide: tek terbiye (bk. v-ḥ-d)
teşkil: oluşma
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
turra: padişah mührü, imzası
vahdet: birlik, teklik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i kalem: kalem birliği (bk. v-ḥ-d)
Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
velhasıl: kısacası
vücub: zorunluluk (bk. v-c-b)yüsr: kolaylık
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
ziyadeleşme: fazlalaşma, artma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DOKUZUNCU LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.407

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/407


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. - Cumartesi Dersleri 22. 21.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Sekizinci Lem’a.

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. - Cumartesi Dersleri 22. 21.
Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. – Cumartesi Dersleri 22. 21.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

SEKİZİNCİ LEM’A

Nasıl ki bir tarlada ekilen bir nevi tohum delâlet eder ki, o tarla herhalde tohum sahibinin taht-ı tasarrufatında olduğunu, hem o tohum dahi tarla mutasarrıfının taht-ı tasarrufunda olduğunu gösterir. Öyle de, şu anâsır denilen mezraa-i masnuat, vâhidiyet ve besâtetle beraber külliyet ve ihâtaları; ve şu mahlûkat denilen semerât-ı rahmet ve mu’cizât-ı kudret ve kelâmât-ı hikmet olan nebatat ve hayvanat, mümaselet ve müşabehetleriyle beraber çok yerlerde intişarı, her tarafta bulunup tavattunları, tek bir Sâni-i Mu’ciznümânın taht-ı tasarrufunda olduklarını öyle bir tarzda gösteriyor ki, güya herbir çiçek, herbir semere, herbir hayvan, o Sâniin birer sikkesidir, birer hâtemidir, birer turrasıdır. Her nerede bulunsa, lisan-ı hâliyle herbirisi der ki: “Ben kimin sikkesiyim; bu yer dahi Onun masnuudur. Ben kimin hâtemiyim; bu mekân dahi Onun mektubudur. Ben kimin turrasıyım; bu vatanım dahi onun mensucudur.”

Demek, en ednâ bir mahlûka rububiyet, bütün anâsırı kabza-i tasarrufunda tutana mahsustur. Ve en basit bir hayvanı tedbir ve tedvir etmek, bütün hayvânâtı, nebâtâtı, masnûâtı kabza-i rububiyetinde terbiye edene has olduğunu, kör olmayan görür.

Evet, herbir fert, sair efrada mümaselet ve misliyet lisanıyla der: “Kim bütün nev’ime mâlik ise, bana mâlik olabilir. Yoksa, yok.” Her nevi, sair nevilerle beraber yeryüzünde intişarı lisanıyla der: “Kim bütün sath-ı arza mâlik ise, bana mâlik olabilir; yoksa yok.”

Arz, sair seyyârât ile bir güneşe irtibatı ve semâvât ile tesânüdü lisanıyla der: “Kim bütün kâinata mâlik ise, bana mâlik O olabilir. Yoksa, yok.”


anâsır: unsurlar, elementler
arz: yeryüzü, dünya
besâtet: basitlik, sâdelik
delâlet: işaret etme, delil olma
ednâ: en basit, en küçük
efrad: fertler (bk. f-r-d)
has: özel
hatem: mühür, damga
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
iâne-i gaybiye: görünmeyen âlemden gelen yardım (bk. ğ-y-b)
ihâta: kuşatma, kapsama
intişar: yayılma
irtibat: bağ
kabza-i rububiyet: rububiyet eli (bk. r-b-b)
kabza-i tasarruf: tasarrufu altında bulundurma (bk. ṣ-r-f)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kelâmât-ı hikmet: hikmet kelimeleri, sözleri (bk. k-l-m; ḥ-k-m)
külliyet: genellik, kapsamlılık (bk. k-l-l)
lisan-ı hâl: hâl ve beden dili
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özgü
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
masnu: san’at eseri (bk. ṣ-n-a)
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mekân: yer (bk. m-k-n)
mensuc: dokunmuş, örülmüş
mezraa-i masnuat: san’at eseri varlıkların tarlası (bk. ṣ-n-a)
misliyet: benzerlik, misliyet (bk. m-s̱-l)
mu’cizât-ı kudret: kudret mu’cizeleri (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi, herşeyi şefkat ve merhametle sevk ve idare eden Allah (bk. d-b-r; r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
mümaselet: benzerlik (bk. m-s̱-l)
Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâl: herşeyi hikmetle yapan ve terbiye eden, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. r-b-b; ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
müşabehet: benzerlik
mutasarrıf: tasarruf eden (bk. ṣ-r-f)
nebatat: bitkilernev’: tür
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
sair: diğer
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Mu’ciznümâ: mu’cize gösteren ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; a-c-z)
sath-ı arz: yeryüzü, dünya
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
semerât-ı rahmet: rahmet meyveleri (bk. r-ḥ-m)
semere: meyve
seyyârât: gezegenler
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
taht-ı tasarruf: tasarrufu altında (bk. ṣ-r-f)
tavattun: vatan edinme, yerleşme
tedbir: idare etme, ihtiyacını karşılama (bk. d-b-r)
tedvir: çekip çevirme, idare etme
tesânüd: dayanışma (bk. s-n-d)
turra: padişah mührü, imzası
vâhidiyet: birlik (bk. v-ḥ-d)

Evet, faraza zîşuur bir elmaya biri dese, “Sen benim san’atımsın”; o elma lisan-ı hâl ile ona “Sus,” diyecek. “Eğer bütün yeryüzünde bütün elmaların teşkiline muktedir olabilirsen, belki yeryüzünde münteşir bütün hemcinsimiz olan bütün meyvedarlara, belki bütün bahar sefinesiyle hazine-i rahmetten gelen bütün hedâyâ-yı Rahmâniyeye mutasarrıf olabilirsen, bana rububiyet dâvâ et.” O elma böyle diyecek ve o ahmağın ağzına bir tokat vuracak.


âzâ-yı esasî: temel organlar
bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d)
cihazat: donanım
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: ferd (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
envâ: çeşitler, türler
faraza: varsayalım ki
hatem: mühür, damga
hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
hedâyâ-yı Rahmâniye: çok şefkatli ve merhametli olan Allah’ın hediyeleri (bk. r-ḥ-m)
hemcins: aynı cinsten olan
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
ittihad-ı sikke: mühür birliği
kanun-u vahdet: birlik kanunu (bk. ḳ-n-n; v-ḥ-d)
kemiyetçe: sayıca
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
keyfiyet: nitelik, özellik
külfet: güçlük
küll: bütün (bk. k-l-l)
küll-i âlem: âlemin bütünü (bk. k-l-l; a-l-m)
küllî: fertlerden oluşan topluluk, tür, cins (bk. k-l-l)
lisan-ı hâl: hâl ve beden dili
masnu: sanat eseri (bk. ṣ-n-a)
meşakkat: zahmet, zorluk
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
meyvedar: meyveli
muktedir: gücü yeten, güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
münteşir: yayılmış olan
müşabehet: benzeme
müsâvi: eşit, denk
mutasarrıf: tasarruf sahibi (bk. ṣ-r-f)
muvafakat: uygunluk
nefer: asker, er
nevi: tür, çeşit
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
Sâni-i Vâhid: tek olan ve herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; v-ḥ-d)
sefine: gemi
semere: meyve
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
suhulet: kolaylık
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
suhulet-i fevkalâde: olağanüstü kolaylık
suhulet-i mutlaka: tam bir kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)
taaddüd-ü merkez: merkezin çokluğu
techizat-ı askeriye: askerî donanım
terbiye-i vâhide: tek terbiye (bk. v-ḥ-d)
teşkil: oluşma
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
turra: padişah mührü, imzası
vahdet: birlik, teklik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i kalem: kalem birliği (bk. v-ḥ-d)
vücub: zorunluluk (bk. v-c-b)
yüsr: kolaylık
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zîşuur: şuurlu, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)
ziyadeleşme: fazlalaşma, artma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime SEKİZİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.406

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/406


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. – Cumartesi Dersleri 22. 20.

Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. - Cumartesi Dersleri 22. 20.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Yedinci Lem’a.

Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. - Cumartesi Dersleri 22. 20.
Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. – Cumartesi Dersleri 22. 20.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

YEDİNCİ LEM’A

Bak, nasıl sahife-i arz üstünde Zât-ı Ehad-i Samedin hâtemlerini az dikkatle görebilirsin. Başını kaldır, gözünü aç, şu kâinat kitab-ı kebirine bir bak. Göreceksin ki, o kâinatın heyet-i mecmuası üstünde, büyüklüğü nisbetinde bir vuzuhla hâtem-i vahdet okunuyor. Çünkü şu mevcudat bir fabrikanın, bir kasrın, bir muntazam şehrin eczaları ve efradları gibi bel bele verip, birbirine karşı muavenet elini uzatıp, birbirinin sual-i hâcetine “Lebbeyk, başüstüne” derler. El ele verip bir intizamla çalışırlar. Baş başa verip zevilhayata hizmet ederler. Omuz omuza verip, bir gayeye müteveccihen bir Müdebbir-i Hakîme itaat ederler.

Evet, güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve yazdan tut, tâ nebâtâtın muhtaç ve aç hayvanların imdadına gelmelerinde; ve hayvanların zayıf, şerif


bağıstan-ı kerem: cömertlik ve ikram bahçesi (bk. k-r-m)
bedîa: beğenilen ve çok takdir edilen güzel şey (bk. b-d-a)
daim: devamlı
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
faaliyet-i mu’ciznümâ: mu’cizeli faaliyet (bk. f-a-l; a-c-z)
hararet: sıcaklık
hatem: mühür, damga
hâtem-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
imdad: yardım isteme
intizam: düzenlilik, disiplin (bk. n-ẓ-m)
kadir: her şeye gücü yeten (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasr: saray, köşk
kifayet etme: yeterli olma
kitab-ı kebir: büyük kitap (bk. k-t-b; k-b-r)
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lebbeyk: “buyurun, emredin”
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
muavenet: yardım
Müdebbir-i Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve idare eden Allah (bk. d-b-r; ḥ-k-m)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müsavi: eşit
müteveccihen: yönelmiş olarak
muvafakat: uygunluk
nazır: bakan, gözeten (bk. n-ẓ-r)
nebâtât: bitkiler
nisbet: oran (bk. n-s-b)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)
rutubet: nemlilik, ıslaklık
sahife-i arz: yeryüzü sahifesi
san’at-ı hârika: hârika sanat (bk. ṣ-n-a)
san’atkarane: san’atlı bir şekilde (bk. ṣ-n-a)
şerif: şerefli, değerli
sual-i hâcet: ihtiyacını isteme (bk. h-v-c)
suhulet: kolaylık
vuzuh: açıklık
Zat-ı Ehad-i Samed: her şeyin Kendisine muhtaç olduğu fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve tek olan Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)
zerre: atom
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)

insanların imdadına koşmalarında; hattâ mevadd-ı gıdâiyenin lâtif, nahif yavruların ve meyvelerin imdadına uçmalarında; tâ zerrât-ı taamiyenin hüceyrât-ı beden imdadına geçmelerinde câri olan bir düstur-u teâvünle hareketleri, bütün bütün kör olmayana gösteriyorlar ki, gayet kerîm birtek Mürebbînin kuvvetiyle, gayet hakîm birtek Müdebbirin emriyle hareket ediyorlar.

İşte, şu kâinat içinde câri olan bu tesânüd, bu teâvün, bu tecâvüb, bu teanuk, bu musahhariyet, bu intizam, birtek Müdebbirin tertibiyle idare edildiklerine ve birtek Mürebbînin tedbiriyle sevk edildiklerine kat’iyen şehadet etmekle beraber; şu bilbedâhe san’at-ı eşyada görünen hikmet-i âmme içindeki inâyet-i tamme ve o inâyet içinde parlayan rahmet-i vâsia ve o rahmet üstünde serilen ve rızka muhtaç herbir zîhayatı onun hâcetine lâyık bir tarzda iâşe etmek için serpilen erzak ve iâşe-i umumî, öyle parlak bir hâtem-i tevhiddir ki, bütün bütün aklı sönmeyen anlar ve bütün bütün kör olmayan görür.

Evet,

· kast ve şuur ve iradeyi gösteren bir perde-i hikmet, umum kâinatı kaplamış,

· ve o perde-i hikmet üstünde, lütuf ve tezyin ve tahsin ve ihsanı gösteren bir perde-i inâyet serilmiştir,

· ve o müzeyyen perde-i inâyet üstünde, kendini sevdirmek ve tanıttırmak ve in’âm ve ikram etmek lem’alarını gösteren bir hulle-i rahmet, kâinatı içine almıştır,

· ve o münevver perde-i rahmet-i âmme üstüne serilen ve terahhumu ve ihsan ve ikramı ve kemâl-i şefkat ve hüsn-ü terbiyeyi ve lütf-u Rububiyeti gösteren bir sofra-i erzak-ı umumiye dizilmiştir.


bilbedâhe: ap açık bir şekilde
câri: geçerli, yürürlükte
düstur-u teâvün: yardımlaşma prensibi
erzak: rızıklar, yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hakîm: hikmetle iş yapan (bk. ḥ-k-m)
hâtem-i tevhid: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
hikmet-i âmme: herşeyi kuşatan hikmet (bk. ḥ-k-m)
hüceyrât-ı beden: beden hücreleri
hulle-i rahmet: rahmet elbisesi (bk. r-ḥ-m)
hüsn-ü terbiye: güzel terbiye (bk. ḥ-s-n; r-b-b)
iâşe etmek: beslemek (bk. a-y-ş)
iâşe-i umumî: herkesi besleyip geçimini sağlama (bk. a-y-ş)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
in’am: nimetlendirme (bk. n-a-m)
inâyet-i tamme/inâyet: bütün yararların, hikmetlerin ve faydaların kaynağı olan düzenlilik (bk. a-n-y)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
irade: istek, tercih, dileme (bk. r-v-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kast: bilerek ve isteyerek yapma (bk. ḳ-s-d)
kat’iyen: kesin olarak
kemâl-i şefkat: tam ve mükemmel şefkat (bk. k-m-l; ş-f-ḳ)
kerîm: ikram sahibi, cömert (bk. k-r-m)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
lem’a: parıltı
lütf-u Rububiyet: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah‘ın iyilik ve bağışı (bk. l-ṭ-f; r-b-b)
lütuf: iyilik, ihsan (bk. l-ṭ-f)
mevadd-ı gıdâiye: gıda maddeleri
Müdebbir: ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)
münevver: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
Mürebbî: herşeyi terbiye eden, eğiten, yetiştiren Allah (bk. r-b-b)
musahhariyet: boyun eğmişlik
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nahif: zayıf
perde-i hikmet: hikmet perdesi (bk. ḥ-k-m)
perde-i inâyet: inayet perdesi (bk. a-n-y)
perde-i rahmet-i âmme: herşeyi kaplayan rahmet perdesi (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)
rahmet-i vâsia: geniş rahmet (bk. r-ḥ-m)
san’at-ı eşya: varlıkların san’atlı oluşu (bk. ṣ-n-a)
sofra-i erzak-ı umumiye: herkesin yararlandığı rızık sofrası (bk. r-z-ḳ)
şuur: bilinç, idrak, anlayış (bk. ş-a-r)
tahsin: güzelleştirme (bk. ḥ-s-n)
teanuk: birbirine sarılma
teâvün: yardımlaşma
tecâvüb: birbirinin ihtiyacına cevap verme (bk. c-v-b)
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
terahhum: merhamet etme (bk. r-ḥ-m)
tertib: düzenleme
tesânüd: dayanışma (bk. s-n-d)
tezyin: süsleme (bk. z-y-n)
umum: bütün
zerrât-ı taamiye: yiyecek zerreleri
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

Evet, şu mevcudata; zerrelerden güneşlere kadar, fertler olsun, neviler olsun, küçük olsun, büyük olsun,

· semerat ve gayatla ve faideler ve maslahatlarla münakkaş bir kumaş-ı hikmetten muhteşem bir gömlek giydirilmiş,

· ve o hikmetnümâ suret gömleği üstünde, lütuf ve ihsan çiçekleriyle müzeyyen bir hulle-i inâyet, herşeyin kametine göre biçilmiş,

· ve o müzeyyen hulle-i inâyet üzerine, tahabbüb ve ikram ve tahannün ve in’âm lem’alarıyla münevver rahmet nişanları takılmış,

· ve o münevver ve murassâ nişanları ihsan etmekle beraber, zeminin yüzünde bütün zevilhayatın taifelerine kâfi, bütün hâcetlerine vâfi bir sofra-i rızk-ı umumî kurulmuştur.

İşte şu iş, güneş gibi âşikâre, nihayetsiz Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzâk bir Zât-ı Zülcemâle işaret edip gösteriyor.

Öyle mi? Herşey rızka muhtaç mıdır?

Evet. Bir fert, rızka ve devam-ı hayata muhtaç olduğu gibi, görüyoruz ki, bütün mevcudat-ı âlem, bahusus zîhayat olsa, küllî olsun, cüz’î olsun, küll olsun, cüz olsun, vücudunda, bekàsında, hayatında ve idame-i hayatta maddeten ve mânen çok metâlibi var, çok levâzımâtı var. İftikarâtı ve ihtiyâcâtı öyle şeylere var ki, en ednâsına o şeyin eli yetişmediği, en küçük matlubuna o şeyin kuvveti kâfi gelmediği bir halde, görüyoruz ki, bütün metâlibi ve erzak-ı maddiye ve mâneviyesi,

 مِنْ حَيْثُ لاَ يَحْتَسِبُ 

ummadığı yerlerden kemâl-i intizamla ve vakt-i münasipte ve lâyık bir tarzda, kemâl-i hikmetle ellerine veriliyor. İşte bu iftikar ve ihtiyac-ı mahlûkat ve bu tarzda imdad ve iâne-i gaybiye, acaba güneş gibi bir Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâli, bir Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâli göstermiyor mu?


Dipnot-1

“Hiç ummadığı yerlerden…” Talâk Sûresi, 65:3.


âşikâre: açıkça
bahusus: özellikle
bekà: süreklilik (bk. b-ḳ-y)
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: ferd, birey (bk. c-z-e)
devam-ı hayat: hayatın devamı (bk. ḥ-y-y)
ednâ: en aşağı
erzak-ı maddiye ve mâneviye: maddi ve mânevî rızıklar (bk. r-z-ḳ; a-n-y)
gayat: gayeler
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)
hikmetnümâ: hikmetli (bk. ḥ-k-m)
hulle-i inâyet: inâyet elbisesi (bk. a-n-y)
iâne-i gaybiye: görünmeyen âlemden gelen yardım (bk. ğ-y-b)
idame-i hayat: hayatı devam ettirme (bk. ḥ-y-y)
iftikar: fakirlik (bk. f-ḳ-r)
iftikarât: fakirlik, yoksulluk (bk. f-ḳ-r)
ihsan: iyilik, bağış (bk. ḥ-s-n)
ihtiyac-ı mahlûkat: yaratıkların ihtiyacı (bk. ḥ-v-c; ḫ-l-ḳ)
ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. h-v-c)
ikram: bağış, ihsan (bk. k-r-m)
in’am: nimetlendirme (bk. n-a-m)
kâfi: yeterli
kamet: boy, endam
kemâl-i hikmet: mükemmel, tam bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
Kerîm: sınırsız ikram, ihsan ve cömertlik sahibi Allah (bk. k-r-m)
küll: bütün (bk. k-l-l)
küllî: fertlerden oluşan topluluk, tür, cins (bk. k-l-l)
kumaş-ı hikmet: hikmet kumaşı (bk. ḥ-k-m)
lem’a: parıltı
levâzımat: gerekli olan şeyler
lütuf: iyilik, ikram (bk. l-ṭ-f)
maddeten: maddî olarak
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
maslahat: fayda, gaye (bk. ṣ-l-ḥ)
matlub: istek (bk. ṭ-l-b)
metâlib: istekler (bk. ṭ-l-b)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudat-ı âlem: kâinattaki varlıklar (bk. v-c-d; a-l-m)
min haysü lâ yahtesib: umulmadık bir şekilde
muhteşem: görkemli, ihtişamlı
münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş)
münevver: nurlu, aydınlanmış (bk. n-v-r)
murassâ: süslenmiş

Müdebbir-i Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi, herşeyi şefkat ve merhametle sevk ve idare eden Allah (bk. d-b-r; r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
Mürebbî-i Hakîm-i Zülcelâl: herşeyi hikmetle yapan ve terbiye eden, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. r-b-b; ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nevi: tür
nihayetsiz: sonsuz
nişan: işaret
Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün canlıların rızkını veren Allah (bk. r-z-ḳ)
semerat: meyveler, neticeler
sofra-i rızk-ı umumî: herkesin yararlandığı rızık sofrası (bk. r-z-ḳ)
suret: görüntü (bk. ṣ-v-r)
tahabbüb: kendini sevdirme (bk. ḥ-b-b
)tahannün: şefkat etme (bk. ḥ-n-n)
taife: topluluk
vâfi: yeterli
vakt-i münasip: uygun zamanda (bk. n-s-b)
Zât-ı Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-m-l)
zemin: yer
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime YEDİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.403

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/403


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. – Cumartesi Dersleri 22. 19.

Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. - Cumartesi Dersleri 22. 19.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Altıncı Lem’a.

Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. - Cumartesi Dersleri 22. 19.
Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir. – Cumartesi Dersleri 22. 19.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

ALTINCI LEM’A

Hâlık-ı Zülcelâlin nasıl ki mahlûkatının herbir ferdinin başında ve masnuâtının herbir cüz’ünün cephesinde ehadiyetinin sikkesini koymuştur. (Nasıl ki, geçmiş Lem’alarda bir kısmını gördün.) Öyle de, herbir nev’in üstünde çok sikke-i ehadiyet, herbir küll üstünde müteaddit hâtem-i vâhidiyet, tâ mecmu-u âlem üstünde mütenevvi turra-i vahdet, gayet parlak bir surette koymuştur. İşte, pek çok sikkelerden ve hâtemlerden ve turralardan, sath-ı arz sahifesinde, bahar mevsiminde vaz edilen bir sikke, bir hâtemi göstereceğiz. Şöyle ki:

Nakkâş-ı Ezelî, zeminin yüzünde, yaz, bahar zamanında en az üç yüz bin nebatat ve hayvânâtın envâını, nihayetsiz ihtilât, karışıklık içinde nihayet derecede imtiyaz ve teşhis ile ve gayet derecede intizam ve tefrik ile haşir ve neşretmesi, bahar gibi zahir ve bahir, parlak bir sikke-i tevhiddir.

Evet, bahar mevsiminde, ölmüş arzın ihyâsı içinde üç yüz bin haşrin nümunelerini kemâl-i intizamla icad etmek ve arzın sahifesinde, birbiri içinde, üç yüz bin muhtelif envâın efradını hatasız ve sehivsiz, galatsız, noksansız, gayet mevzun, manzum, gayet muntazam ve mükemmel bir surette yazmak, elbette, nihayetsiz bir kudrete ve muhit bir ilme ve kâinatı idare edecek bir iradeye mâlik bir Zât-ı Zülcelâlin, bir Kadîr-i Zülkemâlin ve bir Hakîm-i Zülcemâlin sikke-i mahsusası olduğunu, zerre miktar şuuru bulunanın derk etmesi lâzım gelir. Kur’ân-ı Hakîm ferman ediyor ki:

فَانْظُرْ اِلٰۤى اٰثَارِ رَحْمَةِ اللهِ كَيْفَ يُحْيِى اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا اِنَّ ذٰلِكَ لَمُحْيِى الْمَوْتٰى وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ     1


Dipnot-1

“Şimdi bak Allah’ın rahmet eserlerine: Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir; O herşeye hakkıyla kadirdir.” Rum Sûresi, 30:50.


arz: yeryüzü, dünya
bahir: açık, berrak
cüz: kısım, parça (bk. c-z-e)
derk etmek: anlamak
efrad: fertler, bireyler (bk. f-r-d)
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta tecellî etmesi (bk. v-ḥ-d)
envâ: çeşitler, türler
ferman: buyruk
galatsız: yanlışsız, hatasız
Hakîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve herşeyi hikmetle yaratan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-m-l)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
haşir ve neşretmek: yeniden diriltmek ve yaymak (bk. ḥ-ş-r)
haşr: yeniden diriliş (bk. ḥ-ş-r)
hatem: mühür, damga
hâtem-i vahidiyet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
ihtilât: karışıklık
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
imtiyaz: farklılık, ayrıcalık
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
irade: istek, tercih, dileme (bk. r-v-d)
Kadîr-i Zülkemâl: kudreti herşeyi kuşatan, mükemmellik ve kusursuzluk sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; k-m-l)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
küll: bütün (bk. k-l-l)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
manzum: düzenli (bk. n-ẓ-m)
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mecmu-u âlem: âlemin bütünü (bk. c-m-a; a-l-m)
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
muhit: kuşatıcı, kapsamlı
muhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
müteaddit: çeşitli, birçok
mütenevvi: çeşitli
Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi zâtına has olarak nakış nakış işleyen ve varlığı sonsuz olup başlangıcı olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)
nebatat: bitkiler
nev: tür
nihayet: son
nihayetsiz: sonsuz
nümune: örnek, misal
sath-ı arz: yeryüzü
sehivsiz: yanılmadan, şaşırmadan
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
sikke-i mahsusa: özel mühür
sikke-i tevhid: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)
tefrik: ayırma
teşhis: ayırma
turra: padişahın mührü ve imzası
turra-i vahdet: birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
vaz edilmek: konulmak
zahir: görünen, açık (bk. ẓ-h-r)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕû; c-l-l)
zemin: yer
zerre: atom

Evet, zeminin diriltilmesinde, üç yüz bin haşrin nümunelerini birkaç gün zarfında yapan, gösteren Kudret-i Fâtıraya, elbette insanın haşri ona göre kolay gelir. Meselâ, Gelincik Dağını ve Sübhan Dağını bir işaretle kaldıran bir zât-ı mu’ciznümâya, “Şu dereden, yolumuzu kapayan şu koca taşı kaldırabilir misin?” denilir mi? Öyle de, gök ve dağ ve yeri altı günde icad eden ve onları vakit be vakit doldurup boşaltan bir Kadîr-i Hakîme, bir Kerîm-i Rahîme, “Ebed tarafında ihzar edilip serilmiş, kendi ziyafetine gidecek yolumuzu sed dedenşu toprak tabakasını üstümüzden kaldırabilir misin? Yeri düzeltip bizi ondan geçirebilir misin?” İstib’ad suretinde söylenir mi?

Şu zeminin yüzünde, yaz zamanında bir sikke-i tevhidi gördün. Şimdi bak: Gayet basîrâne ve hakîmâne zemin yüzündeki şu tasarrufât-ı azîme-i bahariye üstünde bir hâtem-i vâhidiyet gayet âşikâre görünüyor. Çünkü şu icraat bir vüs’at-i mutlaka içinde ve o vüs’atle beraber bir sür’at-i mutlakayla ve o sür’atle beraber bir sehâvet-i mutlaka içinde görünen intizam-ı mutlak ve kemâl-i hüsn-ü san’at ve mükemmeliyet-i hilkat, öyle bir hâtemdir ki, gayr-ı mütenâhi bir ilim ve nihayetsiz bir kudret sahibi ona sahip olabilir.

Evet, görüyoruz ki, bütün yeryüzünde bir vüs’at-i mutlaka içinde bir icad, bir tasarruf, bir faaliyet var. Hem o vüs’at içinde bir sür’at-i mutlaka ile işleniyor. Hem o sür’at ve vüs’atle beraber bir suhulet-i mutlaka ile yapılıyor. Hem o sür’at ve vüs’at ve suhuletle beraber, teksir-i efradda bir sehâvet-i mutlaka görünüyor. Hem o sehâvet ve suhulet ve sür’at ve vüs’atle beraber, herbir nevide, herbir fertte görünen bir intizam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü san’at ve gayet müstesna bir mükemmelliyet-i hilkat ile beraber gayet sehâvet içinde bir intizam-ı tam var. Ve o teksir-i efrad içinde bir mükemmeliyet-i hilkat ve gayet sür’at içinde bir hüsn-ü san’at ve nihayet ihtilât içinde bir imtiyaz-ı etemm ve gayet mebzûliyet içinde gayet kıymettar eserler ve gayet geniş daire içinde tam


âşikâre: açıkça
basîrâne: görerek (bk. b-ṣ-r)
ebed: sonu olmayan, sonsuzluk (bk. e-b-d)
faaliyet: icraat (bk. f-a-l)
gayr-ı mütenâhi: sonsuz
Gelincik Dağı: (bk. bilgiler)
hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)
haşr: yeniden diriliş; insanların öldükten sonra tekrar diriltilip Allah‘ın huzurunda toplanması (bk. ḥ-ş-r)
hatem: mühür, damga
hâtem-i vahidiyet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
hüsn-ü san’at: san’at güzelliği (bk. ḥ-s-n; ṣ-n-a)
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
icraat: faaliyet
ihtilât: karışıklık
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
imtiyaz-ı etemm: tamamıyla birbirinden farklı olma
intizam-ı mutlak: sınırsız düzenlilik (bk. n-ẓ-m; ṭ-l-ḳ)
intizam-ı tam: tam bir düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
istib’ad: akıldan uzak görme
Kadîr-i Hakîm: herşeyi hikmetle yaratan sonsuz kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ḥ-k-m)
kemâl-i hüsn-ü san’at: sanatın mükemmel güzelliği (bk. k-m-l; ḥ-s-n; ṣ-n-a)
Kerîm-i Rahîm: sonsuz ikram ve ihsan sahibi, pek merhametli olan Allah (bk. k-r-m; r-ḥ-m)
kıymettar: değerli
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
Kudret-i Fâtıra: Yaratıcı Kudret, Allah (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r)
mebzûliyet: bolluk
mükemmeliyet-i hilkat: yaratılıştaki mükemmellik (bk. k-m-l; ḫ-l-ḳ)
mümtaz: seçkin, üstün
müstesnâ: seçkin, benzeri olmayan
nev: tür
nihayetsiz: sonsuz
nümune: örnek
seddetmek: tıkamak
sehavet: cömertlik (bk. c-v-d)
sehâvet-i mutlaka: sınırsız cömertlik (bk. c-v-d; ṭ-l-ḳ)
sikke-i tevhid: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
Sübhan Dağı: (bk. bilgiler)
suhulet: kolaylık
suhulet-i mutlaka: sınırsız kolaylık (bk. ṭ-l-ḳ)
sür’at: hız
sür’at-i mutlaka: sınırsız hız (bk. ṭ-l-ḳ)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)
tasarrufât-ı azîme-i bahariye: bahar mevsimindeki büyük tasarruflar, faaliyetler (bk. ṣ-r-f; a-ẓ-m)
teksir-i efrad: fertlerin çoğaltılması (bk. k-s̱-r; f-r-d)
vakit be vakit: zaman zaman
vüs’at: genişlik
vüs’at-i mutlaka: sınırsız genişlik (bk. ṭ-l-ḳ)
zât-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren zât (bk. a-c-z)
zemin: yeryüzü

bir muvafakat ve gayet suhulet içinde gayet san’atkârâne bedîaları icad etmek, bir anda, her yerde, bir tarzda, her fertte bir san’at-ı hârika, bir faaliyet-i mu’ciznümâ göstermek, elbette ve elbette öyle bir Zâtın hâtemidir ki, hiçbir yerde olmadığı halde, her yerde hazır, nazırdır. Hiçbir şey Ondan gizlenmediği gibi, hiçbir şey Ona ağır gelmez. Zerrelerle yıldızlar, Onun kudretine nisbeten müsavidirler.

Meselâ, o Rahîm-i Zülcemâlin bağistan-ı kereminden, mu’cizâtının salkımlarından bir tanecik hükmünde gördüğüm, iki parmak kalınlığında bir üzüm asmasına asılmış olan salkımları saydım. Yüz elli beş çıktı. Bir salkımın danesini saydım, yüz yirmi kadar oldu. Düşündüm, dedim: Eğer bu asma çubuğu, ballı su musluğu olsa, daim su verse, şu hararete karşı o yüzer rahmetin şurup tulumbacıklarını emziren salkımlara ancak kifayet edecek. Halbuki, bazan az bir rutubet ancak eline geçer. İşte, bu işi yapan, herşeye kadîr olmak lâzım gelir.

  سُبْحَانَ مَنْ تَحَيَّرَ فِى صُنْعِهِ الْعُقُولُ     1


Dipnot-1

“İşlerinde akılların hayrette kaldığı o Zât her türlü kusurdan nihayet derecede münezzehtir.” Nevevî, el-Ezkar s. 292; İmam Ali (r.a.), Nehcu’l-Belâğa, s. 428.


bağıstan-ı kerem: cömertlik ve ikram bahçesi (bk. k-r-m)
bedîa: beğenilen ve çok takdir edilen güzel şey (bk. b-d-a)
daim: devamlı
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
faaliyet-i mu’ciznümâ: mu’cizeli faaliyet (bk. f-a-l; a-c-z)
hararet: sıcaklık
hatem: mühür, damga
hâtem-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d)
heyet-i mecmua: genel yapı, bütün (bk. c-m-a)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
imdad: yardım isteme
intizam: düzenlilik, disiplin (bk. n-ẓ-m)
kadir: her şeye gücü yeten (bk. ḳ-d-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasr: saray, köşk
kifayet etme: yeterli olma
kitab-ı kebir: büyük kitap (bk. k-t-b; k-b-r)
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lebbeyk: “buyurun, emredin”
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
muavenet: yardım
Müdebbir-i Hakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan ve idare eden Allah (bk. d-b-r; ḥ-k-m)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müsavi: eşit
müteveccihen: yönelmiş olarak
muvafakat: uygunluk
nazır: bakan, gözeten (bk. n-ẓ-r)
nebâtât: bitkiler
nisbet: oran (bk. n-s-b)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
Rahîm-i Zülcemâl: sonsuz güzellik ve merhamet sahibi olan Allah (bk. r-ḥ-m; ẕü; c-m-l)
rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)
rutubet: nemlilik, ıslaklık
sahife-i arz: yeryüzü sahifesi
san’at-ı hârika: hârika sanat (bk. ṣ-n-a)
san’atkarane: san’atlı bir şekilde (bk. ṣ-n-a)
şerif: şerefli, değerli
sual-i hâcet: ihtiyacını isteme (bk. h-v-c)
suhulet: kolaylık
vuzuh: açıklık
Zat-ı Ehad-i Samed: her şeyin Kendisine muhtaç olduğu fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve tek olan Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)
zerre: atom
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ALTINCI LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.400

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/401


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, – Cumartesi Dersleri 22. 18.

Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, - Cumartesi Dersleri 22. 18.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, -” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Beşinci Lem’a.

Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, - Cumartesi Dersleri 22. 18.
Şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, – Cumartesi Dersleri 22. 18.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

BEŞİNCİ LEM’A

Nasıl ki bir kitap, eğer yazma ve mektub olsa, onun yazmasına bir kalem kâfidir. Eğer basma ve matbu olsa, o kitabın hurufatı adedince kalemler, yani demir harfler lâzımdır, tâ o kitap tab’ edilip vücut bulsun. Eğer o kitabın bazı harflerinde gayet ince bir hatla o kitabın ekseri yazılmışsa—Sûre-i Yâsin, lâfz-ı Yâsin’de yazıldığı gibi—o vakit bütün o demir harflerin küçücükleri, o tek harfe lâzım, tâ tab edilsin.

Aynen öyle de, şu kitab-ı kâinatı, kalem-i kudret-i Samedâniyenin yazması ve Zât-ı Ehadiyetin mektubu desen, vücub derecesinde bir suhulet ve lüzum derecesinde bir mâkuliyet yoluna gidersin. Eğer tabiata ve esbaba isnat etsen, imtinâ


derecât: dereceler
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
envâr-ı marifet: Allah’ı bilme ve tanıma nurları (bk. n-v-r; a-r-f)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
hurufat: harfler
ihtisar: kısaltma, özetleme
imtinâ: imkansızlık
isnat: dayandırma (bk. ṣ-n-d)
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret-i Samedâniye: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâfz-ı Yâsin: “Yâsin” kelimesi
mâkuliyet: akla uygunluk
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
matbu: basılmış
merâtib: mertebeler
neşretmek: yaymak
nevi: çeşit
pencere-i mühimme: önemli pencere
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)
şems: güneş
sikke: mühür, işaret
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
suhulet: kolaylık
Sûre-i Yâsin: Yâsin Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 36. sûresi
suret: şekil, tarz (bk. ṣ-v-r)
tab’ edilmek: basılmak
tabakat-ı mevcudat: varlıkların tabakaları (bk. v-c-d)
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem, doğa (bk. ṭ-b-a)
tafsil etme: ayrıntılı olarak açıklama
terakkiyât-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y)
turra: mühür, nişan
turra-i samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması mânâsındaki sıfatının mührü (bk. ṣ-m-d)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b)
vâhdaniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vücub: kesinlik, gereklilik (bk. v-c-b)
vücut bulma: var olma (bk. v-c-d)
Zât-ı Ehadiyet: herbir varlıkta birliği görünen Zât, Allah (bk. v-ḥ-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

derecesinde suûbetli ve muhal derecesinde müşkülâtlı ve hiçbir vehim kabul etmeyen hurafatlı şöyle bir yola gidersin ki, tabiat için ya herbir cüz toprakta, herbir katre suda, herbir parça havada milyarlarca madenî matbaalar ve hadsiz mânevî fabrikalar bulunması lâzım—tâ ki, hesapsız çiçekli, meyveli masnuâtın teşekkülâtına mazhar olabilsin. Yahut herşeye muhit bir ilim, herşeye muktedir bir kuvvet onlarda kabul etmek lâzım gelir—tâ şu masnuâta hakikî masdar olabilsin.

Çünkü toprağın ve suyun ve havanın herbir cüz’ü ekser nebâtâta menşe olabilir. Halbuki herbir nebat, meyveli olsa, çiçekli olsa, teşekkülâtı o kadar muntazamdır, o kadar mevzundur, o kadar birbirinden mümtazdır, o kadar keyfiyetçe birbirinden ayrıdır ki, herbirisine, yalnız ona mahsus birer ayrı mânevî fabrika veya ayrı birer matbaa lâzımdır. Demek, tabiat mistarlıktan masdarlığa çıksa, herbir şeyde bütün şeylerin makinelerini bulundurmaya mecburdur.

İşte, bu tabiatperestlik fikrinin esası öyle bir hurafattır ki, hurafeciler dahi ondan utanıyorlar. Kendini âkıl zanneden ehl-i dalâletin nasıl nihayetsiz hezeyanlı bir akılsızlık iltizam ettiklerini gör, ibret al!

Elhasıl: Nasıl bir kitabın herbir harfi, kendi nefsini bir harf kadar gösterip ve kendi vücuduna tek bir suretle delâlet ediyor; ve kendi kâtibini on kelime ile tarif eder ve çok cihetlerle gösterir. Meselâ, “Benim kâtibimin hüsn-ü hattı var. Kalemi kırmızıdır, şöyledir, böyledir” der. Aynen öyle de, şu kitab-ı kebir-i âlemin herbir harfi, kendine cirmi kadar delâlet eder ve kendi sureti kadar gösterir. Fakat Nakkâş-ı Ezelînin esmâsını bir kaside kadar tarif eder ve keyfiyetleri adedince işaret parmaklarıyla o esmâyı gösterir, Müsemmâsına şehadet eder. Demek, hem kendini, hem bütün kâinatı inkâr eden sofestâi gibi bir ahmak, yine Sâni-i Zülcelâlin inkârına gitmemek gerektir!


âkıl: akıllı
cirm: büyüklük, kütle
cüz: parça (bk. c-z-e)
delâlet: delil olma, işaret etme
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
hadsiz: sınırsız
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hezeyanlı: saçmalayan
hurafat: aslı esası olmayan saçma inanışlar
hüsn-ü hat: güzel yazı (bk. ḥ-s-n)
ibret: uyanıklığa sebep olan ders
iltizam: taraftarlık
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kaside: şiir
kâtib: yazan (bk. k-t-b)
katre: damla
keyfiyet: özellik, nitelik
kitab-ı kebir-i âlem: büyük âlem kitabı, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r; a-l-m)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özgü
masdar: kaynak
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mazhar: sahip olma, erişme (bk. ẓ-h-r)
menşe: kaynak
mevzun: ölçülü (bk. v-z-n)
mistar: şablon
muhal: imkânsızlık
muhit: kuşatıcı
muktedir: gücü yeten, güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
mümtaz: seçkin, üstün
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
Müsemmâ: en güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v)
müşkülâtlı: zor
Nakkaş-ı Ezelî: herşeyi zâtına has olarak nakış nakış işleyen ve varlığı sonsuz olup başlangıcı olmayan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)
nebat: bitki
nebâtât: bitkiler
nefis: kendisi (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
sofestâî: Yaratıcıyı kabul etmemek için her şeyi, hatta kendini dahi inkâr edenler
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
suûbetli: zor
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tabiatperest: yaratıcı olarak tabiatı kabul eden (bk. ṭ-b-a)
teşekkülât: oluşumlar
vehim: kuruntu

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime BEŞİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.399

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/399


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.

Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 17.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dördüncü Lem’a.

Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 17.
Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.

KISA ViDEO

UZUN ViDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

DÖRDÜNCÜ LEM’A

ÜÇÜNCÜ PENCERE: 

Zerrelerden mürekkep bir parça toprak, herbir çiçekli ve meyveli nebâtâtın neşvünemâsına menşe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebâtâtın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvânâtın nutfeleri gibi, ayrı ayrı şeyler değil-nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellidülmâ, müvellidülhumuzadan mürekkep-mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle, sırf mânevî olarak aslının programı tevdi edilmiş. İşte, o tohumları nöbetle o kâseye koysak, herbiri hârika cihâzâtıyla, eşkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku bulmuş gibi inanırsın.

Eğer o zerreler, herbir şeyin herbir hal ve vaziyetini bilen ve herşeye, ona lâyık vücudu ve vücudun levâzımâtını vermeye kadîr ve kudretine nisbeten herşey kemâl-i suhuletle musahhar olan bir Zâtın memuru ve emirber bir vazifedarı olmazlarsa; o toprağın herbir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedarların adedince mânevî fabrikalar ve matbaalar, içinde bulunması lâzım gelir ki, o cihazatları ve eşkâlleri birbirinden uzak ve birbirinden ayrı mevcudat-ı muhtelifeye menşe olabilsin, veya bütün o mevcudata muhit bir ilim ve bütün onların teşkilâtına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır—tâ bütün onların teşkilâtına medar olsun. Demek, Cenâb-ı Haktan nisbet kesilse, toprağın zerrâtı adedince ilâhlar kabul edilmesi lâzım gelir. Bu ise, bin defa muhal içinde muhal bir hurafedir.

Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasıl bir sultan-ı azîmin bir âdi neferi, o padişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şahı esir edebilir. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanının emriyle, bir sinek bir Nemrut’u yere serer; bir karınca bir Firavun’un sarayını harap eder, yere atar; bir incir çekirdeği bir incir ağacını yüklenir.

Hem herbir zerrede, vücub ve vahdet-i Sânia iki şahid-i sadık daha var.


âdi: basit, sıradan
anâsır: unsurlar, elementler
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cihâzât: cihazlar, organlar
ecza: bütünü oluşturan parçalar (bk. c-z-e)
emirber: emre hazır
eşkâl: şekiller
evvelki: önceki
Ezel ve Ebed Sultanı: başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)
Firavun: (bk. bilgiler)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hicret: göç
hurafe: delile dayanmayan saçma inanış
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması (bk. ḳ-d-r)
kâdir: gücü yeten (bk. ḳ-d-r)
kâse: kap, çanak
kemâl-i suhulet: tam bir kolaylık (bk. k-m-l)
keyfiyet: esas, içerik
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
levâzımât: gerekli şeyler
mahiyet: öz nitelik, özellik
medar: dayanak, kaynak
menşe: kaynak
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudat-ı muhtelife: çeşitli varlıklar (bk. v-c-d)
misli: benzeri (bk. m-s̱-l)
muhal: imkansızlık
muhit: kuşatıcı
muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
mürekkep: meydana gelmiş, birleşik
musahhar: boyun eğme
müvellidülhumuza: oksijen
müvellidülmâ: hidrojen
nebâtât: bitkiler
nefer: asker, er
Nemrud: (bk. bilgiler)
neşvünemâ: büyüyüp gelişme
nevi: çeşit
nisbet: bağ (bk. n-s-b)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
şahid-i sadık: doğru şahit (bk. ş-h-d; ṣ-d-ḳ)
sultan-ı azîm: büyük sultan (bk. s-l-ṭ; a-ẓ-m)
teşkilât: yapı, kuruluş
tevdi: bırakma, emanet etme
vazifedar: görevli
vücub ve vahdet-i Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah’ın birliği ve varlığının zorunlu olması (bk. v-c-b; v-ḥ-d; ṣ-n-a)
vuku: meydana gelme, olma
zerrât: zerreler, atomlar
zerre: atom
zuhur: ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)

Birisi: Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. Demek, herbir zerre, lisan-ı acziyle Kadîr-i Mutlakın vücub-u vücuduna ve nizam-ı âlemi gözetmesiyle vahdetine şehadet eder.

كَمَۤا اَنَّ فِى كُلِّ ذَرَّةٍ شَاهِدَيْنِ عَلٰۤى اَنَّهُ وَاجِبٌ وَاحِدٌ كَذٰلِكَ فِى كُلِّ حَىٍّ لَهُۤ اٰيَتَانِ عَلٰۤى اَنَّهُ اَحَدٌ صَمَدٌ     1

Evet, herbir zîhayatta, biri ehadiyet sikkesi, diğeri samediyet turrası bulunuyor. Zira bir zîhayat, ekser kâinatta cilveleri görünen esmâyı birden kendi âyinesinde gösteriyor. Adeta bir nokta-i mihrakiye hükmünde, Hayy-ı Kayyûmun tecellî-i İsm-i Âzamını gösteriyor. İşte, ehadiyet-i Zâtiyeyi, Muhyî perdesi altında bir nevi gölgesini gösterdiğinden, bir sikke-i ehadiyeti taşıyor.

Hem o zîhayat, kâinatın bir misal-i musağğarı ve şecere-i hilkatin bir meyvesi hükmünde olduğu için, kâinat kadar ihtiyâcâtını ummadığı ve bilmediği bir yerden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirmek, samediyet turrasını gösteriyor. Yani, “o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki, ona, herşeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var; bütün eşya Onun bir teveccühünün yerini tutamaz.”

نَعَمْ يَكْفِى لِكُلِّ شَىْءٍ شَىْءٌ عَنْ كُلِّ شَىْءٍ     وَلاَ يَكْفِى عَنْهُ كُلُّ شَىْءٍ وَلَوْ لِشَىْءٍ وَاحِدٍ     2


Dipnot-1

Herbir zerrede, Onun Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid olduğuna iki şahit bulunduğu gibi; herbir zîhayatta da, Onun Ehad ve Samed olduğuna dair iki âyet vardır.

Dipnot-2

Üstteki cümle bu metnin tercümesidir.


acz-i mutlak: sınırsız derecede âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z; ṭ-l-ḳ)
âyine: ayna
cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
cumudiyet: cansızlık
daire-i hayat: hayat dairesi (bk. ḥ-y-y)
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta tecellî etmesi (bk. v-ḥ-d)
ehadiyet-i Zâtiye: Allah’ın zâtının birliği (bk. v-ḥ-d)
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
intizamperverâne: düzenliliği sevene yakışır bir şekilde (bk. n-ẓ-m)
Kadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lisan-ı acz: acizlik dili (bk. a-c-z)
misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
mütenevvi: çeşitli
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nevi: çeşit
nizam-ı âlem: kâinatın düzeni (bk. n-ẓ-m; a-l-m)
nizam-ı umumî: genel düzen (bk. n-ẓ-m)
nokta-i mihrakiye: odak noktası
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
şuur-u küllî: bilgi ve kavrayışı kapsamlı olan (bk. ş-a-r; k-l-l)
tecellî-i İsm-i Âzam: Allah’ın en büyük isminin yansıması (bk. c-l-y; s-m-v; a-ẓ-m)
teveccüh: yönelme, ilgi
tevfik-i hareket: uygun hareket
turra: padişah mührü ve imzası
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

Hem o hal gösteriyor ki, onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiçbir şey ağır gelmez. İşte, samediyetin gölgesini gösteren bir nevi turrası…

Demek, herbir zîhayatta bir sikke-i ehadiyet, bir turra-i samediyet vardır. Evet, herbir zîhayat, hayat lisanıyla

 قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ     اَللهُ الصَّمَدُ 

okuyor. Bu iki sikkeden başka birkaç pencere-i mühimme de var. Başka bir yerde tafsil edildiği için burada ihtisar edildi.

Madem şu kâinatın herbir zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliği ve hayat dahi iki kapıyı birden Vâcibü’l-Vücudun vahdâniyetine açıyor. Zerreden tâ şemse kadar tabakat-ı mevcudat, Zât-ı Zülcelâlin envâr-ı marifetini ne suretle neşrettiğini kıyas edebilirsin. İşte, marifetullahta terakkiyât-ı mâneviyenin derecâtını ve huzurun merâtibini bundan anla ve kıyas et.


Dipnot-1

“De ki: O Allah birdir. O Allah’tır, Samed’dir; herşey O’na muhtaç olduğu halde O hiçbir şeye muhtaç değildir.” İhlâs Suresi, 112:1-2.


derecât: dereceler
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
envâr-ı marifet: Allah’ı bilme ve tanıma nurları (bk. n-v-r; a-r-f)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
hurufat: harfler
ihtisar: kısaltma, özetleme
imtinâ: imkansızlık
isnat: dayandırma (bk. ṣ-n-d)
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret-i Samedâniye: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâfz-ı Yâsin: “Yâsin” kelimesi
mâkuliyet: akla uygunluk
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
matbu: basılmış
merâtib: mertebeler
neşretmek: yaymak
nevi: çeşit
pencere-i mühimme: önemli pencere
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)
şems: güneş
sikke: mühür, işaret
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
suhulet: kolaylık
Sûre-i Yâsin: Yâsin Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 36. sûresi
suret: şekil, tarz (bk. ṣ-v-r)
tab’ edilmek: basılmak
tabakat-ı mevcudat: varlıkların tabakaları (bk. v-c-d)
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem, doğa (bk. ṭ-b-a)
tafsil etme: ayrıntılı olarak açıklama
terakkiyât-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y)
turra: mühür, nişan
turra-i samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması mânâsındaki sıfatının mührü (bk. ṣ-m-d)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b)
vâhdaniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vücub: kesinlik, gereklilik (bk. v-c-b)
vücut bulma: var olma (bk. v-c-d)
Zât-ı Ehadiyet: herbir varlıkta birliği görünen Zât, Allah (bk. v-ḥ-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.397

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/397


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.

İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. - Cumartesi Dersleri 22. 16.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dördüncü Lem’a.

İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. - Cumartesi Dersleri 22. 16.
İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

DÖRDÜNCÜ LEM’A

Bak, şu semâvâtın denizinde yüzen ve şu zeminin yüzünde serpilen rengârenk mevcudata ve çeşit çeşit masnuata dikkat et. Göreceksin ki, herbiri üstünde Şems-i Ezelînin taklit kabul etmez turraları vardır. Nasıl hayatta sikkeleri, zîhayatta hâtemleri görünüyor ve bir ikisini gördük. İhyâ üstünde dahi öyle turraları vardır. Temsil, derin mânâları fehme yakınlaştırdığından, bir temsille şu hakikati göstereceğiz.

Meselâ, güneş, seyyarelerden tut, tâ katrelere kadar, tâ camın küçük parçalarına kadar ve karın parlak zerreciklerine kadar, şu güneşin cilve-i misaliyesinden ve in’ikâsından bir turrası ve güneşe mahsus bir eser-i nuranîsi görünüyor. Şayet o hadsiz şeylerde görünen güneşçiklerini, güneşin cilve-i in’ikâsı ve tecellî-i aksi olduğunu kabul etmezsen, o vakit herbir katrede ve ziyaya maruz herbir cam parçasında ve ışığa mukabil her şeffaf bir zerrecikte, tabiî ve hakikî bir


âlem-i kebir: büyük âlem, kâinat (bk. a-l-m; k-b-r)
âsâr: eserler
âyât: ayetler, deliller
cilve-i in’ikâs: yansımadan ileri gelen görüntü (bk. c-l-y)
cilve-i misaliye: misalî görünüm (bk. c-l-y; m-s̱-l)
derc etmek: yerleştirmek
eser-i nuranî: nurlu, parlak eser (bk. n-v-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fehm: anlayış
hâdisât-ı kevniye: yaratılışa ait hadiseler (bk. k-v-n)
hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
has: özel
hâtem: mühür, damga
hâtem-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın mührü (bk. r-b-b)
ihâta: içine alma, kuşatma
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
in’ikâs: yansıma
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalb-i beşer: insan kalbi
katre: damla
kuvve: duyu
kuvve-i hâfıza-i insaniye: insandaki hafıza duygusu, bellek (bk. ḥ-f-ẓ)
mahsus: özgü
maruz: tesiri altında olan
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevki: yer
mufassal: ayrıntılı
mukabil: karşılık
münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)
Rabb-i Zülcelâl: sonsuz heybet ve yücelik sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; ẕü; c-l-l)
safahât: safhalar, gelişmeler
şeffaf: saydam, parlak
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
seyyare: gezegen
şiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme (bk. ẓ-h-r)
sikke: madenî para gibi şeylerin üzerine vurulan damga, mühür
tabiî: kendiliğinden, doğal (bk. ṭ-b-a)
tecellî: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
tecellî-i aks: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
turra: mühür, nişan
zemin: yer
zerrecik: atom, en küçük madde parçası
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
ziya: ışık

güneşin vücudunu bil’asâle kabul etmek gibi gayet derece bir divanelikle, nihayetsiz bir belâhete düşmekliğin lâzım gelir.

Öyle de, Şems-i Ezelînin tecelliyât-ı nuraniyesinden ihyâ, yani “hayat vermek” cihetinde, herbir zîhayat üstünde öyle bir turrası vardır ki, faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayı taklit edemezler. Zira, herbiri birer mu’cize-i kudret olan zîhayatlar, herbiri o Şems-i Ezelînin şuaları hükmünde olan esmâsının nokta-i mihrakiyesi suretindedir.

Eğer zîhayat üstünde görünen o nakş-ı acib-i san’atı, o nazm-ı garib-i hikmeti ve o tecellî-i sırr-ı ehadiyeti, Zât-ı Ehad-i Samede verilmediği vakit, herbir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i fâtıra, içinde saklandığını ve herşeyi muhit bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir irade-i mutlaka onda mevcut olduğunu, belki Vâcibü’l-Vücuda mahsus bâki sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabul etmek; adeta o çiçeğin, o sineğin herbir zerresine bir ulûhiyet vermek gibi, dalâletin en eblehçesine, hurâfâtın en ahmakçasına bir derekesine düşmek lâzım gelir. Zira, o şeyin zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerre, cüz’ü olduğu zîhayata bakar, onun nizamına göre vaziyet alır. Belki o zîhayatın bütün nev’ine bakar gibi, o nev’in devamına yarayacak her yerde zer’ etmek ve nev’inin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır. Belki o zîhayat, alâkadar ve muhtaç olduğu bütün mevcudata karşı muamelâtını ve münasebât-ı rızkıyesini devam ettirecek bir vaziyet tutuyor. İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır.

Elhasıl: Nasıl şu katrelerde ve camın zerreciklerinde olan güneşçikler ve çeşit çeşit renkler, güneşin cilve-i aksine ve in’ikâsının tecellîsine verilmezse, birtek


bâki: kalıcı ve devamlı (bk. b-ḳ-y)
belâhet: aptallık
bil’asâle: bizzat, doğrudan
cihet: yön
cilve-i akis: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y)
cüz’: parça (bk. c-z-e)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dereke: en aşağı derece
divanelik: akılsızlık
eblehçe: son derece aptalca
elhasıl: özetle, sonuç olarak
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fâil-i muhtar: kendi istek ve iradesi ile iş gören (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
faraza: varsayalım ki
hurafât: hurafeler, batıl inanışlar
hususan: özellikle
ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)
in’ikâs: yansıma
irade-i mutlaka: sınırsız irade (bk. r-v-d; ṭ-l-ḳ)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
katre: damla
keyfiyet: hal, özellik, nitelik
kudret-i fâtıra: yaratıcı kudret (bk. ḳ-d-r; f-ṭ-r)
mahsus: özgü
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
muamelât: davranışlar
muhit: kuşatan
münasebât-ı rızkıye: rızıkla ilgili münasebetler (bk. n-s-b; r-z-ḳ)
nakş-ı acib-i san’at: san’atın şaşırtıcı nakşı (bk. n-ḳ-ş; ṣ-n-a)
nazm-ı garib-i hikmet: hikmetin hayret verici düzeni (bk. n-ẓ-m; ḥ-k-m)
nev’: çeşit, tür
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: bağ (bk. n-s-b)
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nokta-i mihrakiye: odak noktası
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
şua: parıltı
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)
tecellî: görünüm (bk. c-l-y)
tecellî-i sırr-ı ehadiyet: Allah’ın birlik sırrının herbir varlıkta görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d)
tecelliyât-ı nuraniye: parlak, nuranî görüntüler (bk. c-l-y; n-v-r)
turra: padişahın mührü ve imzası
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
Zât-ı Ehad-i Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve tek olan Zât, Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)
zer’ etmek: ekmek, dikmek
zerre: atom
zerrecik: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zira: çünkü

güneşe mukabil nihayetsiz güneşleri kabul etmek lâzım gelir; muhal ender muhal bir hurafeyi kabul etmek iktiza eder. Aynen bunun gibi, eğer herşey Kadîr-i Mutlaka verilmezse, birtek Allah’a mukabil, nihayetsiz, belki zerrât-ı kâinat adedince ilâhları kabul etmek gibi, yüz derece muhal içindeki bir muhali mevcut kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına düşmek lâzım gelir.

Elhasıl, herbir zerreden, üç pencere Şems-i Ezelînin nur-u vahdâniyetine ve vücub-u vücuduna açılır.

BİRİNCİ PENCERE: Herbir zerre, bir nefer gibi nasıl ki askerî dairelerinin herbirinde, yani takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda, herbirisinde bir nisbeti, o nisbete göre bir vazifesi ve o vazifeye göre nizamı dairesinde bir hareketi olduğu gibi; Öyle de senin gözbebeğindeki o câmid zerrecik dahi, senin gözünde, başında, vücudunda ve kuvve-i müvellide, kuvve-i câzibe, kuvve-i dâfia, kuvve-i musavvire gibi deverân-ı deme ve his ve harekeye hizmet eden evride ve şerâyin ve sair âsablarda, hem senin nev’inde, ilâ âhir, birer nisbeti, birer vazifesi bulunduğunu, bilbedâhe bir Kadîr-i Ezelînin eser-i sun’u ve memur-u muvazzafı ve taht-ı tedbirinde olduğunu, kör olmayan göze gösterir.

İKİNCİ PENCERE: Havadaki herbir zerre, herbir çiçeği, herbir meyveyi ziyaret edebilir. Herbir çiçeğe, herbir meyveye girer, işleyebilir. Eğer herşeyi görür ve bilir bir Kadîr-i Mutlakın memur-u musahharı olmasa, o serseri zerre, bütün meyvelerin, çiçeklerin cihâzâtını ve yapılmasını ve ayrı ayrı san’atlarını ve onlara giydirilen suretlerin terziliğini ve hıyâtât-ı kâmile-i muhita-i san’atını bilmek lâzım gelir.

İşte şu zerre, bir güneş gibi bir nur-u tevhidin şuâını gösteriyor. Ziyayı havaya, mâi türâba kıyas et. Zaten eşyanın asıl menşeleri şu dört maddedir. (Yeni hikmetle, müvellidülmâ, müvellidülhumuza, karbon, azottur ki, bu anâsır, evvelki unsurların eczalarıdır.)


alay: genel olarak üç taburdan oluşan askerî topluluk
âsab: damarlar
bilbedâhe: apaçık bir şekilde
bölük: takımlardan oluşan askerî birlik
câmid: cansız
cihâzât: organlar
deverân-ı dem: kan dolaşımı
divanelik: akılsızlık
elhasıl: özetle, sonuç olarak
eser-i sun’: san’at eseri (bk. ṣ-n-a)
eşya: şeyler, varlıklar
evride: toplardamar
fırka: tümen
hareke: hareket
hezeyan: saçmalama
hikmet: ilim ve fenler (bk. ḥ-k-m)
hıyâtât-ı kâmile-i muhita-i san’at: sanatın bütün mükemmelliklerini kapsayan kusursuz terzilik (bk. k-m-l; ṣ-n-a)
hurafe: delile dayanmayan saçma inanış
iktiza: gerektirme
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
Kadîr-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; e-z-l)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kuvve-i câzibe: faydalı şeyleri çeken güç, hücrenin çekim gücü
kuvve-i dâfia: zararlı şeyleri defeden güç
kuvve-i musavvire: şekil verme gücü (bk. ṣ-v-r)
kuvve-i müvellide: üreme duygusu
: su
memur-u musahhar: emre itaat eden memur
memur-u muvazzaf: vazifeli memur
menşe: kaynak, esas
mevcud: var (bk. v-c-d)
muhal ender muhal: imkansızlık içinde imkansızlık
mukabil: karşılık
müvellidülhumuza: oksijen
müvellidülmâ: hidrojen
nefer: asker
nev’: tür
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: bağ (bk. n-s-b)
nizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m)
nur-u tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğuna inanmaktan gelen nur (bk. n-v-r; v-ḥ-d)
nur-u vahdâniyet: Allah’ın birliğini gösteren nur (bk. n-v-r; v-ḥ-d)
sair: başka
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
şerâyin: atardamarlar
şuâ: ışık, parıltı
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabur: dört bölükten meydana gelen askerî birlik
taht-ı tedbir: yönetimi altında (bk. d-b-r)
takım: en küçük askerî topluluk
türâb: toprak
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zerrât-ı kâinat: kâinattaki, evrendeki atomlar (bk. k-v-n)
zerre: atom
ziya: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.394

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/394


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ