Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır. – Mesnevî-i Nuriye – Zerre
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlâhîde teşhir edilen tezyinâta, kemâlâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki, o güzellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin, o harika nakışlara, ziynetlere tefekkürle hayran olsun. Sonra o sergiden Sâniinin celâline, Mâlikinin iktidar ve kemâlâtına intikal ile Onun azametine secde-i hayret etsin. Bu vazifeyi ifa edecek, insandır. Çünkü, insan gerçi cahil, zulmetli birşeydir, amma öyle bir istidadı vardır ki, âleme bir enmuzeç ve bir nümune olmaya liyâkatı vardır. Hem o insanda öyle bir emânet vedia bırakılmıştır ki, onunla gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdit edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen, küllî bir nevi şuur sâhibi olur ki, Sultan-ı Ezelin azamet ve haşmetinin şâşaasını idrak ediyor.
Evet, mâşukun hüsnü, âşıkın nazarını istilzam ettiği gibi, Nakkaş-ı Ezelînin
âlem: dünya, kâinat, bütün yaratılmışlar Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun âşık: şiddetli seven azamet: büyüklük, yücelik beyan etme: açıklama binaen: -dayanarak binaenaleyh: bundan dolayı celâl: büyüklük, azamet, haşmet dellâllık: ilân edicilik enbiya: nebiler, peygamberler enmuzeç: örnek, fihriste enzâr-ı âlem: dünyanın bakışları, dikkatler ihak ve hakikat: asıl, gerçek ve doğru hakaik: hakikatler, esaslar hakikat: asıl, gerçek, doğru haşmet: büyüklük, görkem, azamet hüsün: güzellik i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! ifa etmek: yerine getirmek iktidar: güç, kudret intikal etme: geçme; anlama, kavrama istidad: kabiliyet, yetenek istilzam etmek: gerektirmek kâinat: evren, bütün yaratılmışlar kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar küllî: genel, kapsamlı; bütün fertleri içine alan tür
liyâkat: hak etme, lâyık olma Mâlik: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah mâşuk: aşık olunan kimse, sevgili merâtib: mertebeler, dereceler mücmel: öz, özet müşahit: tanık, şahit, delil mütefekkir: varlıklar üzerinde etraflıca düşünüp Allah’a ulaşan aydın, düşünür mütehayyir: hayrete düşen, hayrete kapılan mütenezzih: tenezzüh eden, gezen, seyreden mutlak: kayıtsız, sınırsız nakış: işleme, süsleme Nakkaş-ı Ezelî: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde nakış işleyen, varlığının başlangıcı olmayan Allah nazar: bakış, dikkat nevi: çeşit, tür nisbet: ölçü nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği nümune: örnek, misal rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah şâşaa: gösteriş, göz alıcılık, parlaklık sath-ı âlem: kâinat ve dünya zemini secde-i hayret: hayret secdesi sergi-yi İlâhî: Allah tarafından olan sergi Sultan-ı Ezel: sonsuz otorite ve hâkimiyet sahibi ezelî Sultan, Allah şuur: bilinç, anlayış, idrak tafsilât: ayrıntılar, detaylar tahdit edilme: sınırlanma, sınırlandırılma tefekkür: varlıklar üzerinde Allah’a ulaşmayı netice verecek şekilde etraflıca düşünme tenezzüh: gezinti teşhir etme: sergileme tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma tezyinât: süslemeler ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık; Cenab-ı Allah’ın ilâhlığı vedia bırakılma: emanet edilme, ödünç verilme ziynet: süs zulmetli: karanlıklı
rububiyeti de insanın nazarını iktizâ eder ki, hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin?
Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
Kezâlik, bu âlemi şu kadar ziynetlerle, nakışlarla tezyin eden Mâlikü’l-Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâli bırakmayacaktır. İşte, câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.
abd: kul âlem: dünya, kâinat ârif: bilgide ileri olan, bilen âzâ: organlar bilhassa: özellikle burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt câmiiyet: kapsamlılık delâlet etmek: delil olmak, göstermek dellâl: duyurucu, ilân edici Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen ve bütün kemâl sıfatların sahibi olan bir Allah eşya: şeyler, varlıklar Hakîm: herşeyi hikmetle belirli fayda ve gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah hâlî: boş, ıssız Hâlık: her şeyi yaratan Allah halk-ı eflâk: feleklerin, kâinatın yaratılışı halk-ı kâinat: kâinatın yaratılışı, yaratılması hikmet: amaç, gaye, hedef; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılması i’lem eyyühe’l-aziz: “Ey aziz kardeşim bil ki!”
icad: var etme, yaratma ihtiyar: dileme, istek, irade iktizâ etmek: gerektirmek ille-i gaiye: asıl gaye; elde edilmesi için çalışılan gaye insan-ı kâmil: mükemmel, olgun insan istifade: faydalanma, yararlanma istihsan: beğenme, güzel bulma keyfiyet: durum, nitelik kezâlik: bunun gibi mahlûkat: yaratılmışlar, yaratılmış varlıklar Mâlikü’l-Mülk: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah mu’cize: bir benzerini yapmakta başkalarının aciz kaldıkları olağanüstü şey Muhtar: ihtiyar ve irade sahibi Allah muntazam: düzenli müşahit: gören, seyreden, seyirci müştak: aşık, çok arzulu ve istekli nakış: işleme nazar: bakış, dikkat nefis: bir kimsenin kendisi rububiyet: Rablık; her bir varlığın yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeylerin verilmesi, onların terbiye edilip idare ve egemenlik altında bulundurulması
Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah şehadet etmek: şahitlik etmek, delil olmak semere: meyve, netice şiddet-i muhabbet: aşırı sevgi tahsin: beğenme, birşeyin güzelliğini dile getirme takdir etme: beğeniyi dile getirme tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde etraflıca düşünme tehalüf: birbirinden farklı olmak temasül: birbirine benzeme tevafuk: uygunluk, denk gelme tezyin etme: süsleme vahdet: birlik, teklik Vâhid: Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı, benzeri ve dengi olmayan ve herşeyi birliğiyle kuşatan Allah zâlim: zulmeden, acımasız, başkasının hakkına tecavüz eden Zât: kimse, Allah ziynet: süs
KAYNAK
Risale-i Nur Külliyatı, Mesnevî-i Nuriye – Zerre, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
“And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik – ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi, 95:4-6.
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Üçüncü Söz Birinci Mebhas Birinci Nokta.
“And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik – ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi, 95:4-6. – Cumartesi Dersleri 23. 1. 1.
İMANIN binler mehâsininden yalnız beşini, Beş Nokta içinde beyan ederiz.
BİRİNCİ NOKTA
İnsan, nur-u iman ile âlâ-yı illiyyîne çıkar, Cennete lâyık bir kıymet alır. Ve zulmet-i küfür ile esfel-i sâfilîne düşer, Cehenneme ehil olacak bir vaziyete girer. Çünkü, iman, insanı Sâni-i Zülcelâline nisbet ediyor. İman bir intisaptır. Öyle ise, insan, iman ile insanda tezahür eden san’at-ı İlâhiye ve nukuş-u esmâ-i Rabbâniye itibarıyla bir kıymet alır. Küfür o nisbeti kat’ eder. O kat’dan, san’at-ı Rabbâniye gizlenir. Kıymeti dahi yalnız madde itibarıyla olur. Madde ise, hem fâniye, hem zâile, hem muvakkat bir hayat-ı hayvanî olduğundan, kıymeti hiç hükmündedir.
Bu sırrı bir temsille beyan edeceğiz. Meselâ, insanların san’atları içinde, nasıl ki maddenin kıymetiyle san’atın kıymeti ayrı ayrıdır. Bazan müsavi, bazan madde daha kıymettar; bazan oluyor ki, beş kuruşluk demir gibi bir maddede beş liralık bir san’at bulunuyor. Belki, bazan, antika olan bir san’at bir milyon kıymeti aldığı halde, maddesi beş kuruşa da değmiyor. İşte, öyle antika bir san’at,
Dipnot-1
“And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik-ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi, 95:4-6.
âlâ-yı illiyyîn: yücelerin en yücesi beyan: açıklama (bk. b-y-n)ehil: lâyık esfel-i sâfilîn: aşağıların en aşağısı fâniye: gelip geçici (bk. f-n-y) hayat-ı hayvanî: hayvanî hayat (bk. ḥ-y-y) intisap: bağlanma (bk. n-s-b) kat’ etmek: kesmek kıymettar: değerli küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r) mebhas: bahis, konu mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
müsavi: eşit muvakkat: geçici nisbet etme: bağlama (bk. n-s-b) nukuş-u esmâ-i Rabbâniye: Allah’ın güzel isimlerinin nakışları (bk. n-ḳ-ş; s-m-v; r-b-b) nur-u iman: iman nuru (bk. n-v-r; e-m-n) san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h) san’at-ı Rabbâniye: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; r-b-b) Sâni-i Zülcelâl: yüceliği ve haşmeti sonsuz olan ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
sır: gizem, gizli gerçek temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) tezahür: ortaya çıkma, görünme (bk. ẓ-h-r) zâile: geçip giden (bk. z-v-l) zulmet-i küfür: inkâr karanlığı (bk. ẓ-l-m; k-f-r)
antikacıların çarşısına gidilse, hârika-pîşe ve pek eski, hünerver san’atkârına nisbet ederek, o san’atkârı yad etmekle ve o san’atla teşhir edilse, bir milyon fiyatla satılır. Eğer kaba demirciler çarşısına gidilse, beş kuruşluk bir demir bahasına alınabilir.
İşte, insan, Cenâb-ı Hakkın böyle antika bir san’atıdır. Ve en nazik ve nazenin bir mu’cize-i kudretidir ki, insanı bütün esmâsının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musağğar suretinde yaratmıştır.
Eğer nur-u iman, içine girse, üstündeki bütün mânidar nakışlar, o ışıkla okunur. O mü’min, şuurla okur ve o intisapla okutur. Yani, “Sâni-i Zülcelâlin masnuuyum, mahlûkuyum, rahmet ve keremine mazharım” gibi mânâlarla, insandaki san’at-ı Rabbâniye tezahür eder. Demek, Sâniine intisaptan ibaret olan iman, insandaki bütün âsâr-ı san’atı izhar eder. İnsanın kıymeti, o san’at-ı Rabbâniyeye göre olur; ve âyine-i Samedâniye itibarıyladır. O halde, şu ehemmiyetsiz olan insan, şu itibarla bütün mahlûkat üstünde bir muhatab-ı İlâhî ve Cennete lâyık bir misafir-i Rabbânî olur.
Eğer kat’-ı intisaptan ibaret olan küfür, insanın içine girse, o vakit bütün o mânidar nukuş-u esmâ-i İlâhiye karanlığa düşer, okunmaz.
Zira, Sâni unutulsa, Sânie müteveccih mânevî cihetler de anlaşılmaz, adeta başaşağı düşer. O mânidar âli san’atların ve mânevî âli nakışların çoğu gizlenir. Bâki kalan ve gözle görülen bir kısmı ise, süflî esbaba ve tabiata ve tesadüfe verilip, nihayet sukut eder. Herbiri birer parlak elmas iken, birer sönük şişe olurlar. Ehemmiyeti yalnız madde-i hayvaniyeye bakar. Maddenin gayesi ve meyvesi ise, dediğimiz gibi, kısacık bir ömürde, hayvânâtın en âcizi ve en muhtacı ve en kederlisi olduğu bir halde, yalnız cüz’î bir hayat geçirmektir. Sonra tefessüh eder, gider. İşte, küfür böyle mahiyet-i insaniyeyi yıkar, elmastan kömüre kalb eder.
âciz: güçsüz (bk. a-c-z) âli: yüce âsâr-ı san’at: san’at eserleri (bk. ṣ-n-a) âyine-i Samedâniye: hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herkes Ona muhtaç olan Allah’ın eserlerini gösteren ayna (bk. ṣ-m-d) bâki: kalan kısım (bk. b-ḳ-y) Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cihet: yön cilve: yansıma (bk. c-l-y) cüz’î: az (bk. c-z-e) esbab: sebepler (bk. s-b-b) esmâ: isimler (bk. s-m-v) hârika-pîşe: olağanüstü işler yapan hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hünerver: becerikli intisap: bağlanma (bk. n-s-b) izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalb etmek: dönüştürmek kat’-ı intisap: mensubiyet bağını kesme (bk. n-s-b) kerem: lütuf, ikram, iyilik (bk. k-r-m)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r) madde-i hayvaniye: hayvanî madde (bk. ḥ-y-y) mahiyet-i insaniye: insana ait temel özellikler, insanın içyapısı mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ) mânidar: anlamlı (bk. a-n-y) masnû: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a) mazhar: yansıma ve görünme yeri (bk. ẓ-h-r) medar: eksen, vesile misafir-i Rabbânî: Allah’ın misafiri (bk. r-b-b) misal-i musağğar: küçültülmüş nümune, örnek (bk. m-s̱-l) mu’cize-i kudret: Allah’ın sonsuz kudretiyle bir mu’cize eseri olarak yarattığı şey (bk. a-c-z; ḳ-d-r) mü’min: iman etmiş, inanmış (bk. e-m-n) muhatab-ı İlâhî: Allah’a muhatap olan (bk. ḫ-ṭ-b; e-l-h) müteveccih: yönelik nâzenin: ince, nazik, nazlı nazik: ince, zarif nisbet etmek: bağ kurmak (bk. n-s-b)
nukuş-u esmâ-i İlâhiye: Allah’ın güzel isimlerinin nakışları (bk. n-ḳ-ş; s-m-v; e-l-h) nur-u iman: iman nuru, aydınlığı (bk. n-v-r; e-m-n) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) san’at-ı Rabbâniye: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; r-b-b) Sâni: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l) süflî: aşağı sukut etme: düşme, alçalma suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şuur: bilinç, idrak, anlayış (bk. ş-a-r) tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar; maddî âlem (bk. ṭ-b-a) tefessüh: bozulma, kokuşma teşhir edilme: sergilenme tezahür: görünme, ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r) yad etmek: anmak
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Üçüncü Söz, Birinci Mebhas, Birinci Nokta, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
On İki Lem’ayı birden elinde tut; binler elektrik kuvvetinde bir sirac-ı hakikat bularak, Arş-ı Âzamdan uzatılıp gelen âyât-ı Kur’âniyeye yapış; burâk-ı tevfike bin, semâvât-ı hakaikte urûc et, arş-ı marifetullaha çık, Senden başka hak mâbud olmadığına şehadet ederim. Sen birsin ve Senin hiçbir şerikin yoktur. de. – Cumartesi Dersleri 22. 26.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Onuncu Lem’a.
Şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l- Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l- Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler. – Cumartesi Dersleri 22. 23.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı
ONUNCU LEM’A
Tecellî-i cemâliyeyi gösteren hayat nasıl bir burhan-ı ehadiyettir, belki bir çeşit tecellî-i vahdettir. Tecellî-i celâli izhar eden memat dahi bir burhan-ı vâhidiyettir.
Evet, meselâ,
وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 1
nasıl ki güneşe karşı parlayan ve akan büyük bir ırmağın kabarcıkları ve zemin yüzünün mütelemmi şeffâfâtı, güneşin aksini ve ışığını göstermek suretiyle güneşe şehadet ettikleri gibi; o katarâtın ve şeffâfâtın gurubuyla, gitmeleriyle beraber, arkalarından yeni gelen katarat taifeleri ve şeffâfat kabileleri üstünde yine güneşin cilveleri haşmetle devamı ve ışığının tecellîsi ve noksansız istimrarı kat’iyen şehadet eder ki, sönüp yanan, değişip tazelenen, gelip parlayan misalî güneşçikler ve ışıklar ve nurlar bir bâki, daimî, âli, tecellîsi zevâlsiz birtek güneşin cilveleridir. Demek o parlayan kataratlar, zuhuruyla ve gelmeleriyle güneşin vücudunu gösterdikleri gibi; guruplarıyla, zevâlleriyle güneşin bekàsını ve devamını ve birliğini gösteriyorlar.
Aynen öyle de, şu mevcudat-ı seyyâle, vücutlarıyla ve hayatlarıyla Vâcibü’l-Vücudun vücub-u vücuduna ve ehadiyetine şehadet ettikleri gibi; zevâlleriyle, ölümleriyle o Vâcibü’l-Vücudun ezeliyetine, sermediyetine ve ehadiyetine şehadet ederler.
adem: yokluk akis: yansıma âli: yüce, yüksek bâki: sürekli, kalıcı (bk. b-ḳ-y) bekà: devamlılık (bk. b-ḳ-y) burhan-ı ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görünen birlik delili (bk. v-ḥ-d) burhan-ı vâhidiyet: Allah’ın bütün varlıkları kaplayan birlik delili (bk. v-ḥ-d) Cenâb-ı Hakk: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cilve: yansıma (bk. c-l-y) daimî: devamlı ehadiyet: birlik (bk. v-ḥ-d) esbab: sebepler (bk. s-b-b) eşya: şeyler, varlıklar ezeliyet: varlığının başlangıcı olmaması, sonsuzluk (bk. e-z-l) fevkalâde: olağanüstü gurub: batma hadsiz: sınırsız haşmet: göz kamaştırıcı büyüklük, görkem
imtinâ: imkansızlık in’idâm: yok olma isnad edilmek: dayandırılmak (bk. s-n-d) istimrar: devamlılık izhar eden: gösteren (bk. ẓ-h-r) kabile: topluluk kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kat’iyen: kesinlikle katarât: damlalar mebzûliyet: bolluk memat: ölüm (bk. m-v-t) mevcudat-ı seyyâle: devamlı akıp giden varlıklar (bk. v-c-d) mütelemmi: parıldayan nev’: tür şeffâfât: şeffaf şeyler sermediyet: daimîlik, süreklilik sikke-i vahdet: Allah’ın birlik mührü (bk. v-ḥ-d) suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak suubet: zorluk suubet peydâ etmek: zorluk kazanmak taife: topluluk, grup tecellî: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
tecellî-i celâli: büyüklük ve haşmetin yansıması (bk. c-l-y; c-l-l) tecellî-i cemâl: güzelliğin yansıması (bk. c-l-y; c-m-l) tecellî-i vahdet: Allah’ın birlik tecellisi (bk. c-l-y; v-ḥ-d) Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d) Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kaplayan ve herbir şeyde görülen Allah (bk. v-ḥ-d) velhasıl: kısacası vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d) vücud: varlık (bk. v-c-d) zemin: yer zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l) zevâlsiz: batmayan (bk. z-v-l) zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r)
Evet, gece-gündüz, kış ve yaz, asırlar ve devirlerin değişmesiyle gurup ve ufûl içinde teceddüd eden ve tazelenen masnûât-ı cemile, mevcudat-ı lâtife, elbette bir âli ve sermedî ve dâimü’t-tecellî bir Cemâl Sahibinin vücud ve bekà ve vahdetini gösterdikleri gibi; o masnuat, esbab-ı zahiriye-i süfliyeleriyle beraber zevâl bulup ölmeleri, o esbabın hiçliğini ve bir perdeolduğunu gösteriyorlar. Şu hal kat’iyen ispat eder ki, şu san’atlar, şu nakışlar, şu cilveler, bütün esmâsı kudsiye ve cemîle olan bir Zât-ı Cemîl-i Zülcelâlin tazelenen san’atlarıdır, tahavvül eden nakışlarıdır, taharrük eden âyineleridir, birbiri arkasından gelen sikkeleridir, hikmetle değişen hâtemleridir.
Elhâsıl: Şu kitab-ı kebir-i kâinat, nasıl ki vücud ve vahdete dair âyât-ı tekvîniyeyi bize ders veriyor. Öyle de, o Zât-ı Zülcelâlin bütün evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliyesine de şehadet eder ve kusursuz ve noksansız kemâl-i Zâtîsini ispat ederler. Çünkü, bedihîdir ki:
· Bir eserde kemâl, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemâline delâlet eder.
· Fiilin kemâli ise, ismin kemâline,
· ve ismin kemâli, sıfatın kemâline,
· ve sıfatın kemâli, şe’n-i zâtînin kemâline,
· ve şe’nin kemâli, o zât-ı zîşuûnun kemâline, hadsen ve zarureten ve bedâheten delâlet eder.
Meselâ, nasıl ki kusursuz bir kasrın mükemmel olan nukuş ve tezyinatı, arkalarında bir usta ef’âlinin mükemmeliyetini gösterir. O ef’âlin mükemmeliyeti, o fâil ustanın rütbelerini gösteren ünvanları ve isimlerinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o esmâ ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san’atına dair sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir. Ve o san’at ve sıfatların mükemmeliyeti, o
âli: yüce, yüksek âyât-ı tekvîniye: yaratılışa ait âyetler, deliller (bk. k-v-n) âyine: ayna bedâheten: ap açık bir şekilde bedihî: açık, aşikâr bekà: süreklilik, kalıcılık (bk. b-ḳ-y) Cemâl Sahibi: sonsuz derecede güzellik sahibi, Allah (bk. c-m-l) cemîle: çok güzel (bk. c-m-l) cilve: yansıma, görünme (bk. c-l-y) dâimü’t-tecellî: sürekli tecellî eden (bk. c-l-y) delâlet: işaret etme, delil olma devir: çağ ef’âl: fiiller (bk. f-a-l) elhâsıl: özetle, sonuç olarak esbab: sebepler (bk. s-b-b) esbab-ı zahiriye-i süfliye: görünürdeki alçak ve bayağı sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r) esmâ: isimler (bk. s-m-v) evsâf-ı kemâliye ve cemâliye ve celâliye: Cenâb-ı Allah’ın mükemmel, güzel ve haşmetli vasıfları, sıfatları (bk. v-ṣ-f; k-m-l; c-m-l; c-l-l)
fâil: işi yapan (bk. f-a-l) gurup: batma hadsen: sezgiyle (bk. ḥ-d-s̱) hatem: mühür, damga hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) kasr: saray, köşk kat’iyen: kesinlikle kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l) kemâl-i Zâtî: Allah’ın zâtının mükemmelliği, kusursuzluğu (bk. k-m-l) kitab-ı kebir-i kâinat: büyük kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-b-r; k-v-n) kudsiye: kutsal, kusursuz ve yüce (bk. ḳ-d-s) masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) masnûât-ı cemile: güzel sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a; c-m-l) mebde’: başlangıç menşe: kaynak mevcudat-ı lâtife: çok hoş ve güzel varlıklar (bk. v-c-d; l-ṭ-f) nakış: işleme (bk. n-ḳ-ş) nukuş: işlemeler (bk. n-ḳ-ş) şe’n: istidat ve kabiliyet; mimarlık, marangozluk ve ressamlık gibi (bk. ş-e-n)
şe’n-i zâtî: zâtında olan istidat ve kabiliyet (bk. ş-e-n) şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) sermedî: daimi, sürekli sikke: mühür, işaret sıfat: özellik, vasıf (bk. v-ṣ-f) taharrük: hareket etme tahavvül: değişme teceddüd etme: yenilenme tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n) ufûl: batma vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d) vücud: varlık (bk. v-c-d) zarureten: zorunlu olarak Zât-ı Cemîl-i Zülcelâl: sınırsız yücelik ve haşmet ve sonsuz güzellik sahibi olan Zât, Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l) zât-ı zîşuûn: zâtî özellik ve niteliklere sahip olan zât (bk. ẕî; ş-e-n) Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l) zevâl bulma: gelip geçme (bk. z-v-l)
san’at sahibinin “şuûn-u zâtiye” denilen kabiliyet ve istidad-ı zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterir. Ve o şuûn ve kabiliyet-i zâtiyenin mükemmeliyeti, o ustanın mahiyet-i zâtiyesinin mükemmeliyetini gösterdiği misillü, aynen öyle de:
Şu kusursuz, fütursuz,
هَلْ تَرٰى مِنْ فُطُورٍ 1
sırrına mazhar olan şu âsâr-ı meşhude-i âlem, şu mevcudat-ı muntazama-i kâinatta olan san’at ise, bilmüşahede, bir Müessir-i Zi’l-iktidarın kemâl-i ef’âline delâlet eder. O kemâl-i ef’âl ise, bilbedâhe, o Fâil-i Zülcelâlin kemâl-i esmâsına delâlet eder. O kemâl-i esma ise, bizzarure, o esmânın Müsemmâ-i Zülcemâlinin kemâl-i sıfatına delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i sıfat ise, bilyakîn, o Mevsûf-u Zülkemâlin kemâl-i şuûnuna delâlet ve şehadet eder. O kemâl-i şuûn ise, bihakkılyakîn, o zîşuûnun kemâl-i Zâtına öyle delâlet eder ki, bütün kâinatta görünen bütün envâ-ı kemâlât, Onun kemâline nisbeten sönük bir zıll-i zâif suretinde bir Zât-ı Zülkemâlin âyât-ı kemâli ve rumûz-u celâli ve işârât-ı cemâli olduğunu gösterir.
Dipnot-1
“En küçük bir kusur görüyor musun?” Mülk Sûresi, 67:3.
âlem-i İslâmiyet: İslam dünyası (bk. a-l-m; s-l-m) âsâr-ı meşhude-i âlem: âlemdeki görünen eserler (bk. ş-h-d; a-l-m) âyât-ı kemâl: mükemmelliğin delilleri (bk. k-m-l) âyet-i kübrâ: en büyük delil (bk. k-b-r) bedr-i münevver: parlak dolunay (bk. n-v-r) bihakkılyakîn: yaşamış gibi birşeyi kesin olarak bilme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n) bilbedâhe: açık bir şekilde bilmüşahede: görüldüğü gibi (bk. ş-h-d) bilyakîn: kesinlikle (bk. y-ḳ-n) bizzarure: zorunlu olarak delâlet: işaret etme, delil olma dellâl-ı saltanat: saltanatın ilancısı (bk. s-l-ṭ) envâ-ı kemâlât: mükemmelliklerin türleri, çeşitleri (bk. k-m-l) esmâ: isimler (bk. s-m-v) Fâil-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Fâil, Allah (bk. f-a-l; ẕü; c-l-l) fütursuz: usanmadan işârât-ı cemâl: sonsuz güzelliğin işaretleri (bk. c-m-l) ism-i âzam: en büyük isim (bk. s-m-v; a-z-m) istidad-ı zâtiye: zâtındaki istidat, kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l) kemâl-i ef’âl: fiillerdeki mükemmellik (bk. k-m-l; f-a-l) kemâl-i esmâ: isimlerin mükemmelliği (bk. k-m-l; s-m-v) kemâl-i sıfat: sıfatların mükemmelliği (bk. k-m-l; v-ṣ-f) kemâl-i şuûn: zâtî niteliklerin mükemmelliği; yaratıcılık ve rızık vericilik gibi Cenâb-ı Hakkın Zâtında bulunan kutsal özelliklerin mükemmelliği (bk. k-m-l; ş-e-n) kemâl-i Zât: Zâtın kemâli, mükemmelliği (bk. k-m-l) keşşâf-ı zîhikmet: hikmet sahibi keşfedici (bk. k-ş-f; ẕî; ḥ-k-m) kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat (bk. k-t-b; k-b-r) Kur’ân-ı Kebir: büyük Kur’an (bk. k-b-r) mahiyet-i zâtiye: zâtının niteliği, özelliği mazhar: ayna olma (bk. ẓ-h-r) mevcudat-ı muntazama-i kâinat: kâinattaki düzenli varlıklar (bk. v-c-d; n-ẓ-m; k-v-n) Mevsûf-u Zülkemâl: sonsuz kemâl sahibi ve mükemmel sıfatlarla vasıflanan Allah (bk. v-ṣ-f; ẕü; k-m-l) misillü: gibi (bk. m-s̱-l) Müessir-i Zi’l-iktidar: güç ve iktidar sahibi Yaratıcı (bk. ẕî; ḳ-d-r)
münevver: nurlu (bk. n-v-r) Müsemmâ-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi ve en güzel isimlerle isimlendirilen Allah (bk. s-m-v; ẕü; c-m-l) nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b) rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b; e-l-h) rumûz-u celâl: sonsuz haşmet ve görkemin işaretleri (bk. c-l-l) saray-ı âlem: dünya sarayı (bk. a-l-m) şecere-i kâinat: kâinat ağacı (bk. k-v-n) şehâdet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) şuûn ve kabiliyet-i zâtiye: zâti nitelikler; istidatlar ve kabiliyetler (bk. ş-e-n) şuûn-u zâtiye: zâtî nitelikler, özellikler (bk. ş-e-n) tılsım-ı kâinat: kâinatın tılsımı, gizemi (bk. k-v-n) Zât-ı Zülkemâl: sonsuz mükemmellik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; k-m-l) zîşuûn: şuûn sahibi zıll-i zâif: zayıf gölge
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ONUNCU LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Eğer, gayet mebzûliyetle elimize geçen şu san’atlı meyveler Vâhid-i Ehadin malı olmazsa, bütün dünyayı verseydik birtek narı yiyemezdik. – Cumartesi Dersleri 22. 22.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Dokuzuncu Burhan.
Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. – Cumartesi Dersleri 22. 10.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi İkinci Söz
Birinci Makam
ONUNCU BURHAN
Gel, ey bir parça insafa gelmiş arkadaş! On beş gündür HAŞİYE-1 biz buradayız. Eğer şu âlemin nizamlarını bilmezsek, padişahını tanımazsak, cezaya müstehak oluruz. Özrümüz kalmadı. Zira, on beş gün, güya bize mühlet verilmiş gibi, bize ilişmiyorlar. Elbette biz başıboş değiliz. Bu derece nazik san’atlı, mizanlı, letâfetli, ibretli masnular içinde hayvan gibi gezip bozamayız. Bize bozdurmazlar. Şu memleketin haşmetli mâlikinin elbette cezası da dehşetlidir.
O zat ne kadar kudretli, haşmetli bir zat olduğunu şununla anlayınız ki, şu koca âlemi bir saray gibi tanzim ediyor, bir dolap gibi çeviriyor. Şu büyük memleketi, bir hane gibi, hiçbir şey noksan bırakmayarak idare ediyor. İşte, bak: Vakit be vakit, bir kabı doldurup boşaltmak gibi, şu sarayı, şu memleketi, şu şehri, kemâl-i intizamla doldurup kemâl-i hikmetle boşalttırıyor. Bir sofrayı da kaldırıp indirmek gibi, koca memleketi baştan başa çeşit çeşit sofralar, HAŞİYE-2 bir dest-i gaybî tarafından kaldırır, indirir tarzında, mütenevvi yemekleri sırayla getirip
Haşiye-1
On beş gün, sinn-i teklif olan on beş seneye işarettir.
Haşiye-2
Sofralar ise, yazda zeminin yüzüne işarettir ki, yüzer taze taze ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan Rahmânî sofralar serilir, değişirler. Herbir bostan bir kazan, herbir ağaç bir tablacıdır.
âlem: dünya (bk. a-l-m) bostan: bahçe dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b) hane: ev haşiye: dipnot, açıklayıcı not haşmet: heybet, ihtişam hiffet: hafiflik ibretli: düşündürücü, ders verici icad: vücut verme, var etme, yaratma (bk. v-c-d) insaf: hakkı kabule dayalı ılımlı davranış kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m) kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m) kemiyetçe: sayıca kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
letâfetli: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) mâlik: sahip (bk. m-l-k) masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)matbaha-i rahmet: Allah’ın rahmet mutfağı (bk. r-ḥ-m) mebzûliyet: bolluk, çokluk mizanlı: ölçülü (bk. v-z-n) mühlet: zaman, vakit muhteşem: ihtişamlı, gösterişli mükemmel: noksansız, kusursuz (bk. k-m-l) muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) müşkülât: zorluklar, güçlükler müstehak: hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ) mütenevvî: çeşit çeşit müterakkî: ilerlemiş, terakki etmiş
nefer: asker, er nihayetsiz: sonsuz nizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m) peydâ etme: meydana gelme Rahmânî: Rahmân olan Allah’a ait (bk. r-ḥ-m) rapt edilme: bağlanma sehâvet: cömertlik (bk. c-v-d) sinn-i teklif: sorumluluk yaşı suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak tablacı: yiyecek sunan tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m) teçhizat: donanım, cihazlar teşekkül: oluşma vakit be vakit: zaman zaman zemin: yer zira: çünkü
yedirir; onu kaldırıp başkasını getirir. Sen de görüyorsun ve aklın varsa anlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde, hadsiz sehâvetli bir kerem var.
Hem de bak ki, o gaybî zâtın saltanatına, birliğine bütün bu şeyler şehadet ettiği gibi; öyle de, kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakikî perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılâplar, bu tahavvülâtlar, o zâtın devamına, bekàsına şehadet eder. Çünkü zevâl bulan eşya ile beraber, esbabları dahi kayboluyor. Halbuki, onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler tekrar oluyor. Demek o eserler onların değilmiş, belki zevâlsiz birinin eserleriymiş. Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. Öyle de, bu işlerin sür’atle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki, zevâlsiz, daimî birtek zâtın cilveleridir, nakışlarıdır, âyineleridir, san’atlarıdır.
Asr-ı Saadet: Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı bâliğ: erişen, ulaşan bekà: devamlılık, süreklilik (bk. b-ḳ-y) burhan: güçlü delil burhan-ı tevhid: Allah’ın birliğini gösteren delil (bk. v-ḥ-d) cemiyet-i azîme: büyük topluluk, toplum (bk. c-m-a; a-z-m) cezire: yarımada Ceziretü’l-Arab: Arab yarımadası cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y) dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) ehl-i tahkik: gerçeği ilmî olarak araştıranlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
esbab: sebepler (bk. s-b-b) Fahr-i Âlem: bütün âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m) (bk. a-l-m) gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haşiye: dipnot, açıklayıcı not içtima: toplanma (bk. c-m-a) ihtifal: merasim inkılâp: değişim isnad: dayandırma (bk. s-n-d) kafile: grup kat’î: kesin kerem: ikram, bağış, iyilik (bk. k-r-m) küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r) libas: elbise mimsiz medeniyet: “deniyet”, aşağılık mu’cizât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m) gösterdiği mu’cizeler (bk. a-c-z; ḥ-m-d)
nukuş: nakışlar (bk. n-ḳ-ş) saltanat: egemenlik, sultanlık (bk. s-l-ṭ) sefine: gemi şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d) sehâvetli: cömertçe (bk. c-v-d) siyer: Peygamberimizin (a.s.m) hayatını konu alan ilim tahavvülât: başkalaşmalar tılsım: sır, gizli gerçek zarfında: içinde zemin: yer zevâl: kaybolma, geçip gitme (bk. z-v-l) ziyade: fazla zulümat: karanlık (bk. ẓ-l-m)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, ONUNCU BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.