Biyoloji 11. Sınıf DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ Konu Özeti

Biyoloji 11. Sınıf DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ Konu Özeti
Slide
REKLAM

Bu alana reklam verebilirsiniz.

Sitenin teknik – tasarım ve içerik giderleri karşılanacaktır.

Google, Facebook, YoTube vb. reklamlarının sitemizin içeriğiyle uyumlu olmadığını düşünüyoruz.

Bu konuda e-postayla bilgi alabilirsiniz.

dersdunyasi.net@gmail.com
previous arrow
next arrow
Slide
Slide
Slide
Slide
Slide
Slide
previous arrow
next arrow
Shadow

Bu sayfada; ortaöğretim / lise 11. sınıf Biyoloji dersi 1. ünite 2. bölümde yer alan DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ ile ilgili konunun özeti yer almaktadır.

ORTAÖĞRETİM / LİSE

BİYOLOJİ 11. SINIF

1. ÜNİTE – 2. BÖLÜM

DESTEK VE HAREKET SİSTEMİ

1.2.1. DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ

 Konu Özeti

KAZANIM

11.1.2. Destek ve Hareket Sistemi

Anahtar Kavramlar

eklem, kas, kemik, kıkırdak, tendon

11.1.2.1. Destek ve hareket sisteminin yapı, görev ve işleyişini açıklar.

a. Kemik, kıkırdak ve kas doku açıklanır.

b. Destek ve hareket sisteminin yapısı işlenirken görsel ögeler, grafik düzenleyiciler, e-öğrenme nesnesi ve uygulamalarından yararlanılır.

c. Kemik ve kas çeşitleri açıklanır.

ç. Kıkırdak ve eklem çeşitleri ile vücutta bulunduğu yerlere örnekler verilir. Yapılarına girilmez.

1.2.1. DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ

 Konu Özeti

Destek ve hareket sistemi;

  • kemik,
  • kıkırdak,
  • kas
  • bağ

dokulardan oluşturulmuştur.

Destek ve hareket sistemine;

  • hareketin sağlanması,
  • organizmaya destek olunması,
  • vücudun ihtiyacı olan minerallerin depolanması,
  • iç organlara ve kaslara bağlanma yüzeyi sağlanması,
  • önemli iç organların korunması,
  • vücuda biçim verilmesi ve
  • kan hücrelerinin üretilmesi  

gibi görevler verilmiştir.  

  • Destek ve hareketi sağlamak için iskelet ve kas sistemi birlikte görev yapar.

İSKELET SİSTEMİ

İskelet sistemi, vücudu desteklemek ve kasların tutunması için yüzey alanı sağlamakla görevlendirilmiştir.

İskelet sistemi önemli iç organları zedelenmekten korur.

İskelet sistemi, kemik ve kıkırdak olmak üzere iki çeşit bağ dokudan meydana getirilmiştir.

Embriyoda ikinci aydan itibaren kalsiyum karbonat, kalsiyum fosfat gibi tuzların biriktirilmesiyle kemikleşme süreci başlatılır.

Kemik Doku

Kemik doku hücrelerine osteosit, kemik doku ara maddesine ise osein denir. Osteositler, lâkün denilen boşluklar içinde yer alır ve ince uzantılarla birbiriyle bağlantı kurar.

Kalsiyum karbonat ve kalsiyum fosfat tuzları kemik dokuya sertlik kazandıracak şekilde tasarlanmıştır.

Yaşın ilerlemesiyle kemik dokuda organik madde oranı azaldığı, mineral tuz oranı arttığı için kemiğin sertliği ve buna bağlı olarak da kırılganlığı artar.

Organik kısım olan kollajen lifler ise kemiğe esneklik verir. Çocuklarda kemikler daha esnektir.

Kemik doku kan damarları ve sinirler bakımından da zengindir. Doku yapısına göre kemikler süngerimsi kemik doku ve sıkı kemik doku olmak üzere iki çeşittir.

Süngerimsi kemik doku:

Küçük kemik plakaların arasına boşluk bırakılarak bağlanması nedeniyle gözenekli yapıya sahiptir.

Süngerimsi kemik, böyle bir yapı sayesinde oldukça büyük baskılara dayanabilir şekilde biçimlendirilmiştir.

Süngerimsi kemiğin boşluklarında kırmızı kemik iliği bulunur. Kırmızı kemik iliğinde kan hücreleri üretilir.

Süngerimsi kemik doku
Süngerimsi kemik doku

Süngerimsi kemik,

  • uzun kemiklerin şişkin olan uç kısımlarında ve ilik kanalı çevresinde
  • yassı ve kısa kemiklerin iç kısmında bulunur.
Sıkı kemik doku:

Kalsiyum karbonat, kalsiyum fosfat gibi tuzların yoğun bir şekilde biriktirilmesi nedeniyle oldukça sıkı ve sert yapıya sahiptir.

Uzun kemiklerin gövde kısmı büyük ölçüde sıkı kemikten oluşturulmuştur.

Sıkı kemikte osteon adı verilen yapı birimleri kullanılır.

Osteon, merkezî bir kanal çevresinde dairesel olarak sıralanmış kemik tabakalar ve tabakaların arasında konumlandırılmış kemik hücrelerden oluşturulmuştur.

Sıkı kemik doku
Sıkı kemik doku

Osteonun;

  • ortasındaki kanala Havers kanalı,
  • Havers kanallarını yatay olarak birbirine bağlayan kanallara Volkmann kanalı

adı verilir

Bu kanallarda sinirler ve kemik dokuyu besleyen kan damarları yer alır.

Kemik dokunun ihtiyaç duyduğu besin ve oksijen kanallardaki kan damarından sağlanır.

Atık ürünler de aynı yolla kana verilir.

Şekillerine Göre Kemik Çeşitleri

Şekillerine göre kemikler;

  1. Uzun kemikler,
  2. Kısa kemikler,
  3. Yassı kemikler
  4. Düzensiz şekilli kemikler

olmak üzere dört çeşittir.

1. Uzun kemikler:

Boyu eninden uzun olan kemiklerdir. Koldaki pazu kemiği ve bacaklardaki uyluk kemikleri uzun kemiklere örnektir.

Uzun kemikler
Uzun kemikler

Uç kısımlarındaki şişkin bölgeler baştır. İki baş arasındaki bölge ise gövdedir. Baş kısımlarının dış kısmı, sıkı kemik doku iç kısmı ise süngerimsi kemik doku yapısındadır.

Gövde kısmı büyük ölçüde sıkı kemikten yapılmıştır. Gövdenin ortasındaki boşlukta ise sarı kemik iliği yer alır. Sarı kemik iliği yalnızca uzun kemiklerin yapısında bulunur. Bol miktarda yağ içerir.

Sarı kemik iliğinde bazı akyuvar hücreleri üretilir.

Uzun kemiklerin baş kısmında kemiğin boyuna uzamasını sağlayan kıkırdak dokudan oluşmuş epifiz plağı vardır. Epifiz plağı; ergenlik döneminin ardından kemikleşir, kemikte ve bireyde boyuna uzama durur.

Kemiklerin dış yüzeyini saran zara periost adı verilir. Periost, bol miktarda kan damarı ve sinir içerir.

Periost, kemiğin enine kalınlaşmasını ve kırılan kemiğin onarılmasını sağlar.

2. Kısa kemikler:

Uzunlukları, genişlikleri ve kalınlıkları birbirine yakın olan kemiklerdir.

Ön kolla el arasında bulunan el bilek kemikleri ve bacakla tarak kemikleri arasında bulunan ayak bilek kemikleri kısa kemiklere örnektir.

Kısa kemikler
Kısa kemikler

Kısa kemiklerin dış yüzeyini periost sarar.

Kısa kemiklerin iç kısmında süngerimsi kemik doku dış kısmında sert kemik doku bulunur.

3. Yassı kemikler:

Yapısı yassı ve ince olan kemiklerdir.

Kafatası kemikleri, kaburga, kalça kemiği ve kürek kemiği yassı kemiklere örnektir.

Yassı kemikler
Yassı kemikler

Yassı kemiklerin dış kısmında periost bulunur. Yassı kemiğin merkezinde kırmızı kemik iliği içeren süngerimsi kemik doku, dış tarafında ise sert kemik doku bulunur.

4. Düzensiz şekilli kemikler:

Belirli bir şekli olmayan, baskılara dayanıklı sağlam kemiklerdir.

Omurlar ve çene kemikleri düzensiz şekilli kemiklere örnektir.

Düzensiz şekilli kemikler
Düzensiz şekilli kemikler

Diğer kemik çeşitlerinde olduğu gibi dıştan periostla kaplıdır.

İç tarafında süngerimsi kemik doku dış tarafında ise sert kemik doku bulunur

İskelet
İskelet

Yetişkin insan iskeleti 206 kemikten oluşturulmuştur. Bu kemiklerin bazıları birbirine kaynaşmıştır.

İskelet;

  1. Eksen iskeleti           2. Üyeler iskeleti      

olmak üzere iki ana bölüme ayrılır.

Eksen iskeletinde;

a. Baş,                b. Gövde,      

iskeleti yer alır.

a. Baş iskeleti,
  • Kafatası  
  • Yüz kemiklerinden

meydana gelir.

Baş iskeleti
Baş iskeleti

Baş iskeletinde sadece alt çene kemiği hareketlidir.

b. Gövde iskeleti;
  • Omurga,
  • Göğüs kemiği
  • Kaburgalardan

meydana gelir.

Gövde iskeleti
Gövde iskeleti

Omurga, boyundan kuyruk sokumuna kadar devam eder. Omurlar arasında kıkırdaktan oluşturulmuş diskler vardır.

Omurgayı oluşturan omurlar;

  • Baş ve gövdenin hareketini ve vücudun dik durmasını sağlar.
  • Kaburga ve iç organlara bağlanma bölgesine yerleştirilmiştir.
  • Deliklerinin üst üste getirilmesiyle omurga kanalı oluşturulmuştur ve içindeki omuriliği korur.
  • Baş, gövde, göğüs ve karın boşluğundaki birçok organın ağırlığını taşır ve destek olur.

Omurlar yapı ve işlevleri bakımından;

  1. Boyun omurları,
  2. Sırt omurları,
  3. Bel omurları,
  4. Sağrı omurları
  5. Kuyruk sokumu omurları

olmak üzere beş bölümde incelenir. Boyun omurlarının birincisine atlas, ikincisine eksen adı verilir. Sırt omurları, kaburgayla bağlantılıdır.

İnsanda on iki çift kaburga vardır.

Sırt omurlarından çıkan kaburgaların ilk yedi çifti ayrı ayrı, sonraki üç çift, birleştirilerek göğüs kemiğine bağlanmıştır.

Son iki çift kaburganın uçları göğüs kasları arasında serbest bırakılmıştır. Bu kaburgalara yüzücü kaburga denir.

Kaburga göğüs bölgesindeki iç organları koruyacak, destekleyecek ve soluk alıp vermeyi sağlayacak şekilde tasarlanmıştır.

Kaburga kemiklerindeki ilikler kan yapımında önemli bir yere sahiptir.

Üyeler iskeletinde ise;

a. Kol kemikleri,

b. Bacak kemikleri,

c. Üye kemerleri,

yer alır.

a. Kol kemikleri;
  • pazu,
  • ön kol,
  • dirsek,
  • el bilek,
  • el tarak,
  • el parmak,

kemiklerinden oluşturulmuştur.

Üyeler iskeletinde ise;

a. Kol kemikleri,

b. Bacak kemikleri,

c. Üye kemerleri, 

yer alır.
Üyeler iskeleti;
a. Kol kemikleri,
b. Bacak kemikleri
b. Bacakta kemikleri;
  • uyluk,
  • diz kapağı,
  • kaval,
  • baldır,
  • ayak bilek,
  • ayak tarak,
  • ayak parmak,

kemiklerinden oluşturulmuştur.

c. Üye kemerleri,
  • omuz kemeri
  • kalça kemerinden

oluşturulmuştur.

Omuz kemerinde

  • önde köprücük kemiği,
  • arkada ise kürek kemiği vardır.

Omuz kemeri kol kemiğine eklemle bağlanmıştır.

Kalça kemeri;

  1. oturga,
  2. kalça,
  3. çatı,

olmak üzere üç kemiğin kaynaştırılmasıyla oluşturulmuştur.

Kalça kemeri
Kalça kemeri

Her iki kalça kemeri arkada sağrı omurlarına; önde ise birbirine bağlanır.

Böylece kalça kemerleri arasında leğen boşluğu oluşur.

Kalça kemerleriyle bacak kemikleri eklemle birleştirilmiştir.

Kıkırdak Doku

Kıkırdak doku, kıkırdak hücreleri ve bunların salgıladığı hücreler arası maddelerden oluşturulmuştur.

Kemiklerin birleşim yerlerinde, kulak kepçesinde, burunda ve östaki borusunda bulunur.

Kıkırdak doku hücresine kondrosit ara maddesine ise kondrin denir.

Ara maddede protein yapılı lifler bulunur.

Kıkırdak dokunun ara maddesi jel şeklinde olduğu için kemik dokudan daha esnektir.

Kıkırdak doku ara maddesinde kan damarı bulunmaz.

Kıkırdak doku hücreleri, kıkırdak dokunun etrafını saran bağ dokudaki damarlardan salınan maddelerin difüzyonuyla beslenir.

Bu nedenle zedelenen kıkırdak dokunun onarımı uzun süre alır.

Kıkırdak Doku
Kıkırdak Doku

Kıkırdak doku, ara maddesine konulan liflerin yapısına göre;

  1. hiyalin,
  2. fibröz,
  3. elastic,

kıkırdak olmak üzere üç çeşittir.

1. Hiyalin kıkırdak:

Kollajen lif bulundurur.

İnsanlarda embriyonal dönemde iskeletin büyük bir kısmını oluşturur.

Embriyonun gelişim sürecinde hiyalin kıkırdak kemik dokuya dönüştürülür.

Ancak kaburga uçlarında, oynar eklemlerdeki kemiklerin eklem yüzeyinde hiyalin kıkırdak kemik dokuya dönüştürülmez.

Soluk borusunda, burunda, bronşlarda, kemik eklem yerlerinde ve kaburga uçlarında hiyalin kıkırdak bulunur.

Hiyalin kıkırdak
Hiyalin kıkırdak
2. Fibröz kıkırdak:

Bol miktarda kollajen lif içerir.

Bu sayede basınca ve çekmeye karşı dayanıklı kıkırdaktır.

Omurgayı oluşturan omurların arasındaki esnek diskler fibröz kıkırdak yapısındadır.

Ayrıca kalça ve diz eklemleri ile köprücük kemiği eklemlerinde de fibröz kıkırdak bulunur.

Fibröz kıkırdak
Fibröz kıkırdak
3. Elastik kıkırdak:

Esneme ve bükülme yeteneği fazla olan kıkırdaktır.

Ara maddesinde elastik lifler bulunur.

Kulak kepçesindeki kıkırdak, östaki borusundaki kıkırdak ve epiglottisteki (gırtlak kapağı) kıkırdak elastik kıkırdak örnekleridir.

Elastik kıkırdak
Elastik kıkırdak

Eklemler

Kemiklerin birbiriyle birleştirilme yerine eklem denir.

Hareket şekline göre;

  1. oynamaz eklemler,
  2. yarı oynar eklemler,
  3. oynar eklemler,

olmak üzere üç çeşit eklem vardır.

1. Oynamaz eklem

Hareketsiz eklemlerdir. Kafatasını oluşturan kemiklerin arasındaki eklemlerle, sağrı ve kuyruk sokumunda bulunan eklemler oynamaz eklemlere örnektir.

Bu eklemleri birbirine bağlayan kemikler, eklem bölgesinde genellikle testere dişine benzer şekilde girintilerle ve çıkıntılarla birbirine kenetlenmiştir.

Eklemler
Eklemler
Yarı oynar eklem

Hareketleri sınırlıdır. Omurgayı oluşturan omurlar arasındaki eklemler, yarı oynar eklemlere örnektir.

Oynar eklem

Hareketli eklemlerdir. Kolda pazu kemiği ile ön kol kemiği, bacakta ise uyluk kemiği ile kaval kemiği arasındaki eklemler oynar ekleme örnektir.

Ayrıca parmak kemiklerinin arasındaki eklemler de oynar eklemlerdir.

KAS SİSTEMİ

Kaslar, kemiklerle vücuda şekil vermede kullanılmaktadır. Kasların temel görevi, vücudun veya bulundukları organların hareketini sağlamaktır.

Örneğin iskelet kaslarının kasılıp gevşemesi sayesinde konuşma, nefes alıp verme, yürüme, koşma, yüzme gibi çeşitli hareketler gerçekleştirilir.

İstemsiz çalışan düz kaslar, iç organlarımızın hareketini sağlar. Kan, kalp kasının kasılmasıyla tüm vücuda ve akciğerlere pompalanır. Böylece hücrelere gerekli maddelerin ulaştırılması sağlanır.

KAS SİSTEMİ
KAS SİSTEMİ

Kas Doku

Kaslar, kas dokusundan oluşturulmuştur. Kas dokusunda yer alan kas lifleri kas hücresi olarak adlandırılır.

Kas hücreleri özelleştirilmiş hücrelerdir. Kas hücrelerinin zarına sarkolemma, plazmasına sarkoplazma, endoplazmik retikulumuna sarkoplazmik retikulum adı verilir.

Kas hücrelerinde kasılıp gevşemeyi sağlayan aktin ve miyozin proteinlerinden oluşmuş filamentler bulunur. Bu iplikçikler, bir araya gelerek miyofibrilleri oluşturur. Kas dokuda enerji ihtiyacı fazla olduğundan kas hücrelerinin mitokondri sayısı fazladır.

Kas Çeşitleri

Kaslar;

  1. düz kas,
  2. kalp kası,
  3. iskelet kası,

olmak üzere üç çeşittir.

1. Düz kas

İç organların yapısında bulunan düz kaslar, mekik şeklindeki hücrelerden oluşturulmuştur.

Bu hücreler, tek çekirdekli olup aktin ve miyozin filamentler, hücre boyunca düzenli olarak sıralanmadığından düz kaslarda bantlaşma görülmez.

Bu nedenle bu hücrelerden oluşan kaslar, düz kas olarak adlandırılır.

Düz kaslar, yavaş kasılıp yavaş gevşer.

Düz kasların kasılıp gevşemesi, otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir ve bu kaslar istemsiz hareket eder.

Düz kaslar sinirsel, hormonal ve fiziksel uyarılarla kasılır.

Solunum, sindirim, dolaşım, üreme ve boşaltım sistemlerindeki organların yapısında düz kaslar bulunur.

Kas Çeşitleri
Kas Çeşitleri
2. Kalp kası

Kalbin yapısında yer alır. Silindirik hücreleri dallanma gösterir. Kalp kası hücreleri genellikle tek çekirdeklidir ve çok miktarda mitokondri içerir.

Miyozin ve aktin filamentlerin düzenli diziliminden dolayı kalp kası hücreleri mikroskop altında çizgili görünür. Bu hücreler, çizgili olmaları nedeniyle iskelet kası hücrelerine benzer, hızlı kasılır.

İstemsiz çalışmaları nedeniyle düz kas hücrelerine benzerlik gösterir.

Çalışmaları otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir şekilde tasarlanmıştır.

Kalp kası hücreleri otonom sinir sistemi tarafından impuls almadan da kasılıp gevşeyebilir.

3. İskelet kası

Vücutta en çok bulunan kas çeşididir. Bu kaslar, iskelete tutunur. İskelet kaslarının işlevleri, beyin kontrolünde gerçekleşir şekilde tasarlandığı için istemli olarak çalışır.

İskelet kasları, kas boyunca uzanan kas liflerinden oluşturulmuştur. Mikroskop altında çizgili görünür. İskelet kasına çizgili kas da denir. Her bir lif, uzun silindir şeklinde tek bir hücredir.

İskelet kası hücreleri, çok sayıda çekirdek içerir. Çünkü bu hücrelerin her biri embriyonik dönemde çok sayıda hücrenin kaynaşmasıyla oluşturulmuştur.

Bu hücreler, oksijen depolayabilen ve demir içeren miyoglobin pigmenti içerdiğinden kırmızı renkte görünür. İskelet kasları hızlı kasılır ve çabuk yorulur.

Kas Kasılması

Kas lifi çok sayıda miyofibril içerir. Miyofibriller, aktin ve miyozin filamentlerinden oluşturulmuştur. Bu filamentlerin düzenli dizilişlerinden dolayı mikroskopta bakıldığında iskelet kası hücrelerinde art arda tekrarlanan açık ve koyu bantlar görülür.

Tekrarlanan bu bantlarda aktin ve miyozin filamentler, belirli bir düzen içinde konumlandırılarak kasın sarkomer adı verilen kasılma birimlerini oluşturur.

Sarkomer, iki Z çizgisi arasında kalan kısımdır. İnce olan aktin filamentler Z çizgisinde birbirine bağlanıp sarkomerin merkezine doğru uzanır.

Kalın olan miyozin filamentler ise sarkomerin merkezinde birbirine tutunur. Sarkomerdeki bantlaşma incelendiğinde sadece aktin filamentlerden oluşan bölgeye I bandı, aktin ve miyozin filamentlerin birlikte yer aldığı bölgeye A bandı adı verilir. A bandının ortasında sadece miyozin proteinlerinden oluşan, açık renk olarak görünen bölgeye H bandı adı verilir.

Kas Kasılması
Kas Kasılması

Çizgili kaslar, somatik sinir sistemine ait miyelinli nöronlar tarafından uyarılır. Motor sinirler motor liflerini oluşturur ve motor lifler de kasların uyarılmasını sağlar.

Motor sinir hücresiyle kas hücresi arasındaki bağlantı bölgesi motor uç plak olarak adlandırılır. Nöronla taşınan impuls, motor uç plağa gelince nörondan nörotransmitter salgılanmasını sağlar.

Nörotransmitterler sarkolemma üzerindeki Na+ kanallarının açılmasına ve hücreye çok miktarda Na+ iyonunun girmesine neden olur.

Böylece kas hücresi uyarılır ve impuls sarkolemma boyunca yayılır. Bu impuls, sarkoplazmik retikuluma ulaşınca sarkoplazmik retikulumda depolanan Ca+2 iyonları sitoplazmaya salınır. Böylece sitoplazmada Ca+2 iyonları derişimi yükselir. Salınan Ca+2 iyonları, sarkomerde aktin üzerinde konumlanmış olan proteini kaydırarak miyozinin aktine bağlanacağı kısmın açığa çıkmasını sağlar. Aktin filamentler miyozin flamentler üzerinde kayar, kas lifi kasılır.

Motor uç plak
Motor uç plak

Kasılmış kasın gevşemesi, impuls iletimi kesildiği zaman gerçekleşir. Kasılma tamamlanınca Ca+2 iyonları sarkoplazmik retikuluma aktif taşımayla taşınır böylece gevşeme gerçekleştirilir.

Sarkoplazmada kalsiyum derişimi düşünce aktin üzerindeki protein kompleksi aktifleştirilerek miyozinin aktine bağlanma bölgesinin kapanmasına neden olur ve kasılma durur.

Kasılma fizyolojisi
Kasılma fizyolojisi

Miyozinin aktinden ayrılması için ATP’ye gereksinim duyulur. Kasta yeterli ATP olduğu sürece kasılıp gevşeme devam eder.

Kasın kasılabilmesi için gerekli minimum uyarı şiddetine eşik değer denir. Eşik değerin altındaki uyarılar, kas lifinde uyarı oluşturmaz.

Eşik değer ve eşik değerin üzerindeki uyarılar ise kas lifi tarafından aynı şiddette cevaplanır. Bu duruma ya hep ya hiç kuralı denir.

Kasılma evreleri
Kasılma evreleri

Çizgili kasların dinlenme durumunda hafif kasılı ve gergin olma durumuna kas tonusu denir. Kas tonusu bilincin açık olduğu durumda mevcuttur. Kasın kasılma sonrası normal durumuna geri döndürülmesine gevşeme evresi denir.

Uyarı alan kasın kasılması ve gevşemesi üç evrede gerçekleştirilir. Bunlar sırasıyla gizli evre, kasılma evresi ve gevşeme evresidir.

Gevşeme anından itibaren kasın tekrar uyarılmasına kadar geçen sürede kas dinlenmektedir. Ancak kas lifi (hücresi), gevşemeye fırsat vermeden kasılması için art arda uyarılırsa kasılı durumda kalır. Bu duruma fizyolojik tetanos (kramp) denir. Bazı kaslar birbirine zıt çalıştırılır. Bu kaslara antagonist kaslar denir. Antagonist kaslardan biri kasılırken diğeri gevşer. Böylece iki farklı yönde dengeli ve hızlı hareket sağlanır. Kolun üst kısmında yer alan pazu kasları antagonist kaslara örnektir.

Fizyolojik tetanos (kramp)
Fizyolojik tetanos (kramp)

Kas Enerjisinin Sağlanması

İskelet kası ve kalp kası hızlı kasılıp gevşetilir. Kasların kasılmasında da gevşemesinde de ATP kullanılır.

Bu kasların hücrelerinde mitokondri sayısı fazladır. Gerekli enerji öncelikli olarak kas hücrelerindeki ATP’den sağlanır. ATPaz enzimiyle ATP parçalanır ve enerji kullanılır.

İskelet kası hücreleri, kasılmaya başladığında hücrede çok az miktarda bulunan ATP moleküllerini kullanır. ATP molekülleri çok kısa sürede tükenir.

Kas hücreleri, ATP ihtiyacını kreatin fosfat üzerinden sağlar. Kas hücrelerinde mevcut ATP’den daha fazla kreatin fosfat (CP) bulunur.

Enerji ihtiyacı olan kas hücreleri, kreatin fosfat molekülünü parçalayacak şekilde tasarlanmıştır. Açığa çıkan fosfat ile ADP, ATP’ye dönüştürülür.

Kaslar, bu şekilde kreatin fosfatı destek enerji kaynağı olarak kullanır ve yaklaşık 15 saniye kadar ATP ihtiyacı karşılanabilir.

Kas, gevşeyip dinlenmeye geçince reaksiyonun tersi gerçekleşir. Böylece kreatin fosfat yeniden sentezlenir ve depolanır.

Kasta enerji ihtiyacının devam etmesi durumunda kas hücresinde depolanan glikojen molekülü parçalanır böylece glikoz fosfat molekülü açığa çıkar. Bu madde kana geçemez sadece kaslarda yakıt olarak kullanılır.

Glikoz fosfat, kas hücrelerinde ya oksijenli solunumda kullanılarak (öncelikli olarak) ya da laktik asit fermantasyonunda kullanılarak ATP elde edilir.

Laktik asit fermantasyonu sonucunda açığa çıkan laktik asit yorgunluk hissi oluşturur. Laktik asidin küçük bir miktarı pirüvik aside çevrilir ve sonra bütün vücut sıvılarında oksijenli solunumda kullanılır.

Kalan laktik asidin büyük kısmı karaciğerde olmak üzere glikoza çevrilir ve bu glikoz kasların glikojen depolarının yenilenmesinde kullanılır.

İskelet kaslarının kasılması sırasında ATP, kreatin fosfat, glikoz, oksijen, glikojen miktarı azalır; ADP, fosfat, kreatin, karbondioksit, su, laktik asit, ısı miktarı artar.

Tendonlar

Kaslar kemiklere tendonlarla bağlanır. Tendonlar kasları kemiklere bağlayan bağ doku liflerinden oluşturulmuşmuş yapıdır. Tendonlar kasılmaz. Fiziksel gerilmelere karşı dayanıklıdır.

Tendonlar
Tendonlar

ETKİNLİK – BUNLARI DA BİLELİM !

  1. Verilen ayetleri, tefsirini ve sonra da metni okuyunuz.
  2. Metinde anlamını bilmediğiniz kelimeler için altta verilen sözlüğe bakınız. Ya da metnin altında verilen internet sayfasına giderek anlamını bilmediğiniz kelimenin üzerine tıklayınız.
  3. Metnin sonunda verilen boş satırlara ayetler, tefsir ve metinle ilgili duygu ve düşüncelerinizi yazınız.

Meal

İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. ﴾77﴿ 

Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor. ﴾78﴿ 

De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. ﴾79﴿

(Yâsîn Sûresi, 36/77-79).

Tefsir

İnsanın kendi yaratılışı üzerinde düşünmeyi bir kenara bırakıp, küstahça bir tavırla yüce yaratıcının ve peygamberinin bildirdiklerini yalnızca aklıyla yargılamaya kalkışmasının ne kadar çelişkili olduğu bir örnek ışığında ortaya konmaktadır.

Bu örnekte iki nesne (nutfe ve çürümüş kemik) kıyaslanmaktadır. Bunlardan nutfe, Kur’an’daki kullanımlarına göre erkeğin menisi veya döllenmiş hücre (zigot) mânasına gelmektedir. Böylesine önemsiz görünen bir cismin belirli süreçlerden geçtikten sonra yetişkin bir insan haline gelebilmesini sağlayan bir irade ve kudretin yani yaratıcının bulunduğunu kabul eden kişinin –ki başka âyetlerde belirtildiği üzere müşrik Araplar evrenin ve evrendeki varlıkların yaratıcısının Allah olduğunu itiraf ediyorlardı–, işte bu gücün çürümüş kemiğe de can verebileceğini yadırgamaması gerekir.

Ne var ki Resûlullah’ın peygamberliğini ve onun bildirdiklerini, dolayısıyla öldükten sonra dirilme gerçeğini kabul etmemek, sonuç olarak da Allah’ın yanı sıra başka mâbudlara tapma esasına dayalı kurulu düzenlerini sürdürmek için kırk dereden su getiren Mekke müşrikleri, akıllarınca bu tür örneklerden de yararlanarak alaycı ifadelerle çevrelerindekileri etkilemeye çalışıyorlardı.

Tefsirlerde bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak şöyle bir olaya yer verilir:

Müşriklerin önde gelenlerinden biri Hz. Peygamber’e elinde çürümüş bir kemik parçasıyla gelir ve onu ufalayıp, “Böyle un ufak olduktan sonra Allah bunu diriltecek öyle mi?” der. Resûl-i Ekrem de “Evet. Nitekim O seni de öldürecek, sonra diriltip cehenneme atacak!” cevabını verir.

Rivayetlerde Resûlullah’la konuşan kişi ile ilgili olarak Übey b. Halef, Âsî b. Vâil, Ebû Cehil ve Velîd b. Mug^re isimlerinin geçmesi, olayın benzerlerinin birkaç defa meydana gelmiş olması ihtimalini düşündürmektedir (İbn Âşûr, XXIII, 73; rivayetler için ayrıca bk. Taberî, XXIII, 30-31; İbn Atıyye, Abdullah b. Übeyy’in adının zikredilmesini haklı olarak eleştirir; IV, 463-464).

Fakat en çok adı geçen Übey b. Halef’in, isimleri belirtilen diğer kişilerin bulunduğu bir toplulukta, “Muhammed Allah’ın ölüleri dirilteceğini söylüyor, bunu onunla tartışacağım!” dedikten sonra çürümüş bir kemik alıp Resûlullah’a gittiği rivayeti daha mâkul görünmektedir (Zemahşerî, III, 293). Râzî’nin belirttiği üzere önemli olan, özel sebep ne olursa olsun sözün genelinden çıkan mânadır, ki bu da Allah’ın kudretini ve haşri inkâr eden zihniyetin mahkûm edilmesidir (XXVI, 107-108).

79. âyetin son cümlesinde geçen halk kelimesi hem “yaratma” hem “yaratılanlar” (mahlûkat) anlamına geldiği için, bu cümle genellikle bu iki mânayı da yansıtmak üzere şu şekilde açıklanmıştır:

Allah Teâlâ, yaratılanların hepsini bütün ayrıntılarıyla, her birini toplanan ve dağılan parçalarıyla, usulü ve fürûu, içinde bulunduğu durumları, nitelik ve nicelikleri, her türlü özellikleriyle bilir; yaratmanın da her türlüsünü, maddeli-maddesiz, aletli-aletsiz, örnekli-örneksiz, ilkin ve sonra her çeşidini bilir (Elmalılı, VI, 4041).

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 513-514

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/yasin-suresi-36/ayet-71/diyanet-vakfi-meali-4

KUR’ÂN-I HAKÎM ile felsefe ulûmunun mahsul-ü hikmetlerini, ders-i ibretlerini, derece-i ilimlerini muvazene etmek istersen, şu gelecek sözlere dikkat et.

İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın, bütün kâinattaki âdiyat namıyla yad olunan, harikulâde ve birer mucize-i kudret olan mevcudat üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyanatıyla yırtıp, o hakaik-ı acibeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celb edip, ukûle tükenmez bir hazine-i ulûm açar.

Felsefe hikmeti ise, bütün harikulâde olan mucizat-ı kudreti âdet perdesi içinde saklayıp cahilâne ve lâkaydâne üstünde geçer. Yalnız harikulâdelikten düşen ve intizam-ı hilkatten huruç eden ve kemâl-i fıtrattan sukut eden nadir fertleri nazar-ı dikkate arz eder, onları birer ibretli hikmet diye zîşuura takdim eder. Meselâ, en cami’ bir mucize-i kudret olan insanın hilkatini âdi deyip lâkaytlıkla bakar. Fakat insanın kemâl-i hilkatinden huruç etmiş, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder. Meselâ, en lâtif ve

http://www.erisale.com/#content.tr.1.200

âdet: alışkanlık
âdi: normal, basit, sıradan
âdiyat: alışılmış olan sıradan şeyler
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
cahilâne: cahilce, bilgisizce
cami’: kapsamlı (bk. c-m-a)
celb etmek: çekmek
derece-i ilim: ilim derecesi (bk. a-l-m)
ders-i ibret: ibret dersi
hakaik-ı acibe: şaşırtıcı ve hayrette bırakan gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harikulâde: olağanüstü, hayranlık verici
hazine-i ulûm: ilimler hazinesi (bk. a-l-m)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması veya yapılması (bk. ḥ-k-m)
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
huruç etme: çıkma
intizam-ı hilkat: yaratılıştaki düzen (bk. n-ẓ-m; ḫ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i fıtrat: yaratılıştaki mükemmellik (bk. k-m-l; f-ṭ-r)
kemâl-i hilkat: yaratılıştaki mükemmelik, kusursuzluk (bk. k-m-l; ḫ-l-ḳ)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lâkaydâne: ilgisizce, duyarsızca
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
mahsul-ü hikmet: hikmet ürünü, neticesi (bk. ḥ-k-m)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mu’cize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
nam: ad
nazar-ı dikkat: dikkatli bakış (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı ibret: ibretle bakış (bk. n-ẓ-r)
sukut eden: düşen
teşhir etme: sergileme
ukûl: akıllar
ülfet: alışkanlık, gaflet
ulûm: ilimler (bk. a-l-m)
velvele-i istiğrab: garip karşılayarak bağırma, hayret feryadı
yad olunan: anılan
zîşuur: şuur sahibi, bilinçli (bk. ẕî; ş-a-r)

umumî bir mucize-i rahmet olan, bütün yavruların hazine-i gaybdan muntazam iâşelerini âdi görüp küfran perdesini üstüne çeker. Fakat intizamdan şüzuz etmiş, kabilesinden cüda olmuş, yalnız olarak gurbete düşmüş, denizin altında olan bir böceğin bir yeşil yaprakla iâşesini görür, ondan tecellî eden lütuf ve keremle bütün hâzır balıkçıları ağlatmak ister. HAŞİYE-1

İşte, Kur’ân-ı Kerîmin ilim ve hikmet ve marifet-i İlâhiye cihetiyle servet ve gınâsı; ve felsefenin ilim ve ibret ve marifet-i Sâni cihetindeki fakr ve iflâsını gör, ibret al!

Haşiye-1

Amerika’da aynen bu vakıa olmuştur.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.201

adem-i intizam: düzensizlik, düzenin yokluğu (bk. n-ẓ-m)
âdi: basit, normal, sıradan
beyan edilmek: açıklanmak (bk. b-y-n)
cami’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a)
cihet: yön
cüda olmak: ayrı düşmek
daire-i muhîta: kuşatıcı, geniş daire
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r)
gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatt-ı münasebet: bağlantı hattı, ilgi bağı (bk. n-s-b)
hayalât: hayaller (bk. ḫ-y-l)
hazine-i gayb: görünmeyen hazine (bk. ğ-y-b)
hazine-i ilm-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren ilim hazinesi (bk. a-l-m; v-ḥ-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması veya yapılması (bk. ḥ-k-m)
i’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma (bk. a-c-z)
iaşe: beslenme, geçim (bk. a-y-ş)
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
intizâmât-ı san’at: san’attaki düzenlilik (bk. n-ẓ-m; ṣ-n-a)
intizamsız: düzensiz (bk. n-ẓ-m)
kemâl-i nizam ve intizam: mükemmel bir düzen ve tertip (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kerem: ikram, bağış, iyilik (bk. k-r-m)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı; bir kitap gibi yazılmış bütün evren (bk. k-t-b; k-v-n)
küfran: iyilik bilmeme, nankörlük (bk. k-f-r)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f)
mâbeyn: ara
manzum: şiir gibi vezinli yazılmış eser (bk. n-ẓ-m)
marifet-i İlâhiye: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f; e-l-h)
marifet-i Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f; ṣ-n-a)
meşrep: mânevî haz ve feyiz alınan yol, usül
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
mu’cize-i rahmet: Allah’ın rahmet mu’cizesi (bk. a-c-z; r-ḥ-m)
münasebet-i mâneviye: mânevî ilişki, bağlantı (bk. n-s-b; a-n-y)
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
müstağni: ihtiyaç duymayan, muhtaç olmayan (bk. ğ-n-y)
müteşekkil: meydana gelmiş, oluşmuş
müteveccih: yönelmiş
necm: kısım, durak; yıldız
nevi: çeşit, tür
nihayetsiz: sonsuz
rabıta: bağ, ilgi
sema: gökyüzü (bk. s-m-v)
sureten: görünüşte (bk. ṣ-v-r)
şüzuz etmek: kural dışı kalmak
tazammun: içine alma, içerme
tecellî: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
tefsir etme: açıklama, yorumlama (bk. f-s-r)
terkibat: birleşimler, sentezler
teşkil: meydana getirme
umumî: genel
uslûp: ifade tarzı
vakıa: olay
vezin: şiirdeki ahenk ölçüsü
zi’l-ecniha: çok yönlü (bk. ẕi)
Metinle ilgili duygu ve düşüncelerim:

(NOT: Bu bölüme yazmak isterseniz aşağıdaki yorum kutusunu kullanabilirsiniz. Teşekkürler.)

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………

………………………………………………………………………………………………………………………………………


LİSE / ORTAÖĞRETİM











Biyoloji 11 – 1.7.1. ÜREME SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ – Dikkat Çekme ve Motivasyon

ALTINCI MESELE PERSPEKTİFİNDEN LİSE DERSLERİNE BAKIŞ

Meyve Risalesinin Altıncı Meselesi Lise öğrencilerinin Bediüzzaman Said Nursi’den ders talepleri üzerine kaleme alınır. Lise öğrencilerinin talebi şu şekildedir: “Bize Hâlıkımızı (Yaratıcımızı) tanıttır; muallimlerimiz (öğretmenlerimiz) Allah’tan bahsetmiyorlar.”

Nursi’de bu talep üzerine şu dersi verir: “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla (kendi özel diliyle) mütemadiyen (sürekli) Allah’tan bahsedip Hâlıkı (Yaratıcıyı) tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.”

Nursi bu sözlerden sonra tıp, makine, gıda, askeriye, elektrik, felsefe, dil bilimlerinden örnekler verir ve “İşte bu fenlere kıyasen, yüzer fünûndan (fenlerden) her bir fen, geniş mikyasıyla (ölçüleriyle) ve hususi âyinesiyle (özel yansıtmalarıyla) ve dürbünlü gözüyle ve ibretli nazarıyla (bakışıyla) bu kâinatın Hâlık-ı Zülcelâlini esmâsıyla (isimleriyle) bildirir, sıfâtını (özelliklerini), kemâlâtını (mükemmelliğini) tanıttırır.” şeklinde lise öğrencilerine ders verir.

Burada Nursi’nin yüzlerce fen dalının Yaratıcıyı tanıttığı yönündeki beyanlarından hareketle özellikle lise öğrencilerine yönelik olarak lise müfredatından ortak dersler temel alınarak Altıncı Meselede verdiği örneklerin ışığında kısa bazı değerlendirmeler yapılmaya çalışılacaktır.

Dil ve Anlatım Dersi:

İnsanoğlunun en önemli özelliklerinden birisi de farklı dilleri konuşarak birbirleriyle iletişim kurması ve anlaşıyor olmasıdır. Bu özellik insanda Yaratıcının Kelam sıfatının yansımasıdır. Evet dil olmasaydı insanlar birbiriyle nasıl iletişim kuracak ve anlaşacaktı? Eğitim-öğretim nasıl olacaktı? Bilim ve teknolojideki bu kadar gelişme olacak mıydı? Hayır. Çünkü bilimi, sanatı, iletişimi, gelişmeyi sağlayan insanların duygu ve düşüncelerini birbirine silsile yoluyla aktarmasıdır. Bunu da sağlayan dil ve anlatım özelliğidir. Öyleyse bu dil ve anlatımı bilen ve bu özelliği insana veren birisi olmalıdır. O da Mütekellim olan yani konuşma sıfatına, Kelam sıfatına sahip olan Allah’tır. Bu durumda okullarda okutulan Dil ve Anlatım Dersi aslında aynı zamanda bizlere Halîkımızı, Yaratıcımızı, Allah’ımızı da anlatmaktadır.

Bu derste öğretmenlerimiz bizlere Mütekellim olan Yaratıcımızın Kelam-konuşma sıfatını anlatmıyorlarsa bizler de bu dersin içeriğinden, esas ve kurallarından yani dil biliminin kendisine has diliyle Yaratıcımızı bulabiliriz. Zaten Yaratıcımız biz insanoğluyla değişik zamanlarda semavi suhuf (sayfalar) ve kitaplar; Tevrat, İncil, Zebur ve Kur’an-ı Kerim ile de konuşmuştur.

Türk Edebiyatı Dersi:

Olay, düşünce, duygu ve hayallerin dil aracılığıyla sözlü veya yazılı olarak biçimlendirilmesi sanatı olarak tanımlanan edebiyat da insanlarda olan bir özelliktir. Çünkü siz herhangi bir hayvanın edebiyat yaptığını gördünüz mü? Öyleyse insanları diğer varlıklardan farklı kılan yanlardan birisi de söz söylediği ya da yazı yazdığı zaman estetik, sanatsal söz söyleyebilmesi ve yazı yazabilmesidir. Bu durumda insana bu özelliğin verilebilmesi edebiyatın ve belagatın bilinmesini gerektirir. Yani insanı yaratan Yaratıcı sözün güzel söylenme yol ve yöntemlerini de biliyor olması gerekir. Edebiyatın bir alanı da belagattır. Yani muktezayı hale, yaşanan ya da betimlenen duruma en uygun, güzel söz söyleme sanatıdır. Belagat denilince de akla hemen Kur’an-ı Kerim gelmektedir. Çünkü Kur’an’ın indiği dönemde Araplarda belagat ileri seviyelerdeydi. Bu durumda onlara karşı en büyük mucize okuma yazma bilmeyen ümmi bir Peygamberle (S.A.S.) kimsenin karşı koyamayacağı ve cevap veremeyeceği belagatlı söz söylemekle olurdu ve bu da Kur’an mucizesiyle gerçekleşti. İşte Kur’an’dan bazı ayetler:

Tekvir Suresi

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Güneş, dürüldüğü zaman, ﴾1﴿

Yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman, ﴾2﴿

Dağlar, yürütüldüğü zaman, ﴾3﴿

Gebe develer salıverildiği zaman. ﴾4﴿

Yaban hayatı yaşayan (irili ufaklı) tüm canlılar toplandığı zaman, ﴾5﴿

Denizler kaynatıldığı zaman, ﴾6﴿

Ruhlar (bedenlerle) eşleştirildiği zaman. ﴾7﴿

Diri diri gömülen kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman, ﴾8-9﴿

Amel defterleri açıldığı zaman, ﴾10﴿

Gökyüzü (yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman, ﴾11﴿

Cehennem alevlendirildiği zaman, ﴾12﴿

Cennet yaklaştırıldığı zaman, ﴾13﴿

Herkes önceden hazırlayıp getirdiği şeyleri bilecektir. ﴾14﴿

Andolsun, bir görünüp bir sinenlere, akıp gidip kaybolanlara, ﴾15-16﴿

Andolsun, yöneldiği zaman geceye, ﴾17﴿

Andolsun, aydınlandığı zaman sabaha ki, ﴾18﴿

O (Kur’an), şüphesiz değerli, güçlü ve arşın sahibi katında itibarlı, orada (meleklerce) itaat edilen, güvenilir bir elçinin (Cebrail’in) getirdiği sözdür. ﴾19-21﴿

(Ey Kureyşliler!) Sizin arkadaşınız (Muhammed) bir deli değildir. ﴾22﴿

Andolsun o, Cebrâil’i apaçık ufukta gördü. ﴾23﴿

O, gayb hakkında cimri değildir. ﴾24﴿

Kur’an, kovulmuş şeytanın sözü değildir. ﴾25﴿

(Hal böyle iken) nereye gidiyorsunuz? ﴾26﴿

O, âlemler için, içinizden dürüst olmak isteyenler için, ancak bir öğüttür. ﴾27-28﴿

Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. ﴾29﴿

Kaynak: 

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/abese-suresi-80/ayet-34/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Gâşiye Suresi

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

O gün birtakım yüzler vardır ki, nimet içinde mutludurlar. 8﴿

Yaptıklarından dolayı hoşnutturlar. 9﴿

Yüksek bir cennettedirler. 10﴿

Orada hiçbir boş söz işitmezler. 11﴿

Orada akan bir kaynak vardır. 12﴿

Orada yüksek tahtlar, konulmuş kadehler, sıra sıra yastıklar, serilmiş gösterişli yaygılar vardır. 13-16﴿

Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır! 17﴿

Göğe bakmıyorlar mı, nasıl yükseltilmiştir! 18﴿

Dağlara bakmıyorlar mı, nasıl dikilmişlerdir! 19﴿

Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır! 20﴿

Artık sen öğüt ver! Sen ancak bir öğüt vericisin. 21﴿

Sen, onlar üzerinde bir zorba değilsin. 22﴿

Ancak, kim yüz çevirir, inkâr ederse, Allah onu en büyük azaba uğratır. 23-24﴿

Şüphesiz onların dönüşü ancak bizedir. 25﴿

Sonra onların sorguya çekilmesi de sadece bize aittir. 26﴿

Kaynak: 

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/gasiye-suresi-88/ayet-1/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Edebiyat öğretmenlerimiz bize Yaratıcımızdan ve onun edebi, belagatlı konuşmalarından örnekler vermiyorlarsa ve O’ndan bahsetmiyorlarsa okuduğumuz Edebiyat derslerinin kendisine has dilleriyle de Sanî yani Sanatkâr olan Yaratıcımızı bulabiliriz. Onun aynı zamanda edebi, belagatlı eseri olan Kur’an’ı okuyarak edebiyat diliyle de onunla konuşabiliriz.

Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Dersi:

İnsanlığın dünyadaki ilk varlığından beri dinler hep olmuştur. İlk insan olan Adem (A.S.) babamız, ilk peygamberdir. Zamanla insanlar bozulmuşlar uydurma birtakım ilahlar ve putlara tapmaya başlamışlardır. Allah da insanların doğru yola gelmesi için sürekli peygamberler ve dinler göndermiştir. Şu anda dünya üzerinde semavi olarak gönderilen dinlerden üç büyük dine inanan insanlar vardır. Bu dinler Yahudilik, Hristiyanlık ve Müslümanlıktır. Bunların dışındaki dünya insanlarının taptıkları dinler semavi din olmayıp insanların kendi uydurdukları dinler ya da semavi olup zamanla tamamen değiştirilmiş dinlerdir. Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerinde de ciddi anlamda değişikliler ve bozulmalar olmuştur. Bu yüzden tüm insanlığa gönderilen en son semavi din İslam yani Müslümanlık; tevhit yani Allah’ın varlığı ve birliği; haşir yani öldükten sonra dirilme, hesap verme cennet veya cehenneme gitme; nübüvvet yani insanlığa gönderilen peygamberler, gönderilme gayeleri ve vazifeleri gibi konularda en sağlam ve yeni bilgileri bizlere vermektedir. Bununla birlikte insan tabiatında inanma duygusu hep olagelmiştir. Kendisini ateist yani dinsiz olarak tanımlayanlarda bile bir inanma duygusundan bahsedilmektedir.

Bu yüzden öğretmenlerimiz Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde bize Allah’tan hakkıyla bahsetmeseler bile bu dinlerin özünde ve içimizdeki inanma duygusuyla bir Yaratıcıya inanma yer aldığından bizleri bu dünyaya gönderen ve bizlerden gerçek insan olmamızı isteyen Yaratıcımızı ve özelliklerini bu dinler ya da inanma duygusu sayesinde de öğrenebiliriz.

Ayrıca insan fıtratına yani tabiatına konulan bir duygu da ahlak duygusudur. Gerçekten de insan ahlak, vicdan gibi duygularla gerçek insan olabilir. Yoksa ahlaksız, vicdansız olan ve bu gibi duyguları olmayan ya da bu tür duyguları körelen insanlar insanlıktan çıkmakta hatta hayvan bile olamamaktadırlar. Dolayısıyla insana ahlak gibi insani duyguları koyan Yaratıcı insandan gerçek insan olmasını beklemektedir. Bu durumda bizler de gerçek insan olmaya gayret etmemiz gerekmektedir. Bu duyguların bir Yaratıcı olmadan kendi kendisine bizim içimizde yer alması mümkün değildir. Bir Yaratıcının iradesi ve kastıyla içimize konulduğu anlaşılmaktadır.

Bundan dolayı Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde bize Yaratıcımızdan ve O’nun özelliklerinden gerektiği gibi bahsetmeseler de bizler ahlak duygusuyla ve vicdanımızın sesiyle de O’nu bulabiliriz.

Tarih Dersi:

Tarih bilimi insanlığın dünyada ortaya çıkmasından sonra şimdiye kadar geçen süreçte olup biten tüm olayları yorumsuz ya da yorumlayarak anlatan bir bilim dalıdır. İnsanlık tarihinde sürekli bir gelişme ve ilerleme ile birlikte çok değişik yıkımlar ve ölümler de yaşanmıştır ve yaşanmaktadır ve kıyamete kadar da yaşanmaya devam edecektir. Zaten Kur’an-ı Kerimde de bu yıkım ve ölümlerle birlikte, teknolojik ilerleme ve gelişmelere de değinmektedir. Hz. Nuh (A.S.)’ın gemi yapması ve kavminin suda boğulması, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan sütunlarla dolu İrem şehri, vadide kayaları oyan Hz. Salih (A.S.)’ın kavmi Semûd; kazıklar, piramitler sahibi Firavun ve buna benzer kavimlerin durumları ve başlarına gelenler, Hz. Davut (A.S.) ve Hz. Süleyman (A.S.)’ın muhteşem saltanatları gibi gelişmeler hep bizlerin gözleri önüne serilmektedir ve bizlere şöyle hitap edilmektedir:

(Âl-i İmrân Suresi), 137. Ayet
Sizden önce(ki milletlerin başından) nice olaylar gelip geçmiştir. Yeryüzünde gezin dolaşın da yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu bir görün.

(En’âm Suresi), 11. Ayet
De ki: “Yeryüzünde gezin dolaşın da (Peygamberleri) yalanlayanların sonu nasıl olmuş bir görün.”

(İbrâhîm Suresi), 9. Ayet

Sizden önceki Nûh, Âd, ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin –ki onları Allah’tan başkası bilmez- haberi size gelmedi mi? Onlara peygamberleri mucizeler getirdiler de onlar (öfkeden parmaklarını ısırmak için) ellerini ağızlarına götürüp, “Biz sizinle gönderileni inkar ediyoruz. Bizi çağırdığınız şeyden de derin bir şüphe içindeyiz” dediler.

(Neml Suresi), 69. Ayet
De ki: “Yeryüzünde dolaşın da suçluların sonunun nasıl olduğuna bir bakın.”

(Rûm Suresi), 42. Ayet
De ki: “Yeryüzünde dolaşın da önceki milletlerin sonlarının nasıl olduğuna bakın.” Onların çoğu Allah’a ortak koşan kimselerdi.

Bu ve buna benzer ayetler aslında bize tarihi öğrenmemizi emrediyor. Çünkü bizden öncekilerin akıbetlerini öğreneceğiz ki biz de aynı hatalara düşmeyelim ve onların güzel özelliklerini biz de devam ettirelim. Dolayısıyla tarihi olayların gelişi güzel olaylar olmadığı, hepsinde ibretlik durumlar olduğu, olayların gelişmesinde bir hikmet ve gayenin bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda tarihin rasgele, tesadüfen olduğunu iddia edemeyiz. Şuurlu ve bilinçli gelişmeler olduğu, bunda hem insanın cüzi iradesi yani tercih etme özelliği, hem de Yaratıcının külli iradesi yani Yaratıcının da insanın tercihlerine, hikmet ve kadere göre dilemesi ve yaratmasının söz konusu olduğu anlaşılmaktadır. Tarihi olayların tesadüfen olması, sebeplerin yapması, kendi kendine olması ya da tabiatın yapması mümkün değildir. O halde tarih dersleri de bizlere Yaratıcının varlığını ve birliğini anlatmaktadır. Birliğini diyoruz çünkü birden fazla Yaratıcı olsaydı şimdiye kadar dünya veya kâinat diye bir şey olmazdı her şey karmakarışık olur, yıkılıp giderdi.

Bu nedenle eğer tarih öğretmenlerimiz bize Allah’tan, Yaratıcıdan bahsetmiyorlarsa onları değil tarih dersini, tarih biliminin kendine has olan dilini dinleyelim ve onun anlatımıyla da Hâlıkımızı, Yaratıcımızı tanıyalım.

T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Dersi:

İnsanın içine yerleştirilen en önemli duygulardan birisi de bağımsızlık, özgürlük duygusudur. Bu insanlarda böyle olduğu gibi, milletlerde ve toplumlarda da böyledir. Aynı gayeyi paylaşan, aynı amaç etrafında toplanan insanlar kendilerine has bir bağımsızlık ve özgürlük de talep etmekte ve bunun uğrunda gerekirse savaşlar bile vermektedir. İşte Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı sonrası düştüğü durumdan kurtulma gayretleri sırasında sömürgeci devletler Anadolu’yu dört bir yandan işgal etmeye başlamış ve bu işgallere karşı da Anadolu’da Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arnavut vb. tüm unsurlar canla başla bir kurtuluş ve bağımsızlık mücadelesi vermiştir. Sonunda düşman yenilmiş ve yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuştur. T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük dersinde de yaşanan bu kurtuluş mücadelesi ve sonrasında kurulan devletin temel özellikleri anlatılmaktadır.

İnsanların farklı milletler, kabileler, aşiretler, topluluklar halinde yaratılması bir kavga ya da savaş sebebi değil tam tersine bir tanışma, kaynaşma ve kardeşlik vesilesi olması gerekir. Nitekim bu Kur’an-ı Kerimde şöyle geçmektedir:

(Hucurât Suresi), 13. Ayet
Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.

Bağımsızlık ve özgürlük duygusunun insanın içerisinde kendi kendisine oluşması ya da sebeplere dayalı ortaya çıkması ya da şuursuz tabiat tarafından yapılması mümkün değildir. Bu duyguyu bizim içimize elbette bizi yaratan Yaratıcı yerleştirmiştir. İnsan fıtratına yerleştirilen bağımsızlık ve özgürlük duygusu ile yukarıdaki ayette geçen birbiriyle tanışma ve yarışma bir kavgaya dönüşmeden Yaratıcının istediği yönde kullanılması gerekir. Bu durumda her devlet kendi bağımsızlık ve özgürlüğü ile nasıl devlet olduğunu anlatırken bu bakış açısını da gözden kaçırmamalıdır. Buna göre aslında biz insanların dünyada niçin var olduğumuz gerçeğine odaklanmamız ve dünyada kardeşçe yaşama yollarını araştırmamız gerekmektedir. Bunu bizden isteyen de Yüce Yaratıcımızdır. Kendi vatandaşlarımıza bu kardeşçe yaşama yollarını anlatırken aynı zamanda diğer devletlere ve milletlere de örnek olmalı, onları da bu yüce gayeye sevk etmeye çalışmalıyız.

Ayrıca insan sosyal bir varlıktır. Tek başına kendi kendine yaşayamaz. Topluluk halinde yaşamaya muhtaçtır. Bu yüzden de topluluklar devletler kurarak varlıklarını sürdürmeye devam ederler. Devletler kurarken insan fıtratına uygun, kanun ve kuralların da belirlenmesi, huzurlu ve mutlu yaşama adına önemlidir. İnsandaki bu özelliklere bakıldığında bunların tesadüfen olmadığı bir Yaratıcı tarafından bu özelliklerin bilinçli bir şekilde insanın içine yerleştirildiği, bu özellikler kullanılarak dünyanın imar edildiği, toplum hayatının, devlet hayatının geliştiği görülmektedir.

Bu durumda T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Dersinde de öğretmenlerimiz bize Yaratıcımızı, O’nun bizden ne istediğini anlatması gerekmektedir. Şayet öğretmenlerimiz bize bu derste Yaratıcımızdan bahsetmiyorlarsa biz de bu dersin kendisine has diliyle Yaratıcımızı tanımaya çalışmalıyız.

Coğrafya Dersi:

Hepimiz bir coğrafyada yaşıyoruz. Coğrafya; içinde yaşadığımız dünyayı, dünyayla bağlantılı güneş ve sistemini, yeryüzündeki şekilleri, dağları, ovaları, denizleri, ırmakları, atmosferi ve benzeri varlıkları incelemektedir. Saydığımız ve sayamadığımız tüm bu varlıkların her birisi kendisine has diliyle kendilerini yaratan Yaratıcıyı anlatmaktadır. Düşünün;

Güneş binlerce yıldır yandırılmasa dünyadan bahsedilebilir miydi? Güneş kendi kendine mi yanıyor?

Güneş kendi etrafında döndürülmeseydi etrafındaki gezegenler ve dünya güneşe nasıl itaat ettirilecekti? Güneş kendi kendine mi dönüyor ve gezegenleri kendisi mi manevi bir iple kendisine bağlamış?

Dünya belli bir açıda durdurulmasaydı mevsimler nasıl olacaktı? Mevsimler kendi kendine mi ortaya çıktı? Dünya kendi etrafında ve güneşin etrafında döndürülmeseydi günleri ve yılları nasıl sayacaktık?

Dağlar yeryüzüne kazık olarak çakılmasaydı, akıcı magma tabakası üzerinde nasıl sabit kalacaktık? Dağların içerisine madenler yerleştirilmeseydi ve sular depolanmasaydı ne yapacaktık?

Ovalar dümdüz ekime ve dikime hazır hale getirilmeseydi ve toprak mahsul alacak kıvamda yaratılmasaydı nasıl ekip biçecek ve nasıl ürün alıp karnımızı doyuracaktık?

Küre şeklinde olan dünyamızda akıcı olan su, nehirler, deniz ve okyanuslar nasıl uzaya dökülmeden dünya üzerinde duruyor? “Yerçekimi nedeniyle” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Peki yerçekimi kanununu kim koymuş? Bu kanun kendi kendine mi ortaya çıktı?

Nefes alabilmemize uygun hale getirilmiş atmosfer yani hava nasıl bu hale getirildi ki belli bir mesafeden sonra nefes alamıyoruz? Ya tesadüfen hava tabakası yırtılsa ve oksijenimiz uzaya dağılsa halimiz nice olur? Bu mümkün müdür? Hayır, kendimiz bir hata yapmazsak ve Yaratıcı ayrı bir tasarrufta bulunmazsa, kıyamete kadar pek mümkün görünmüyor?

İşte yukarıda da gördüğümüz gibi tüm bu varlıkların bir sahibi ve yaratıcısı olduğu ve başıboş olmadığı, rasgele ve tesadüfen hareket etmedikleri ortaya çıkmaktadır. Bu durumda Coğrafya dersinde de öğretmenlerimizin bize bu varlıkların ve bizim Yaratıcımızdan bahsetmesi gerekmektedir.

Şayet Coğrafya Öğretmenlerimiz bize bu dersin gereği Yaratıcımızdan bahsetmezlerse bizler de Coğrafya biliminin kendi diliyle Yaratıcımızı tanımaya çalışmalıyız.

Matematik Dersi:

Her şeyde bir matematik, yani hesap ve formül var. Kainatın yaratılması bir hesap-kitap işi ve bir ölçüye göre olmakta, bir denge gözetilmektedir. Zaten bu durum Kur’an-ı Kerimde de şu şekilde geçmektedir:

(En’âm Suresi), 96. Ayet
O, karanlığı yarıp sabahı çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı da ince birer hesap ölçüsü kıldı. Bütün bunlar mutlak güç sahibinin, hakkıyla bilenin takdiridir (ölçüp biçmesidir).

(Ra’d Suresi), 8. Ayet
Allah, her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin artırdığı şeyi ve eksilttiği şeyi bilir. Her şey onun katında bir ölçü iledir.

(Hicr Suresi), 19. Ayet
Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik.

(Hicr Suresi), 21. Ayet
Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz.

(Furkân Suresi), 2. Ayet
O, göklerin ve yeryüzünün mülkü (hükümranlığı) kendisine ait olandır. Çocuk edinmemiştir. Mülkünde hiçbir ortağı da yoktur. O her şeyi yaratmış ve yarattığı O şeyleri bir ölçüye göre takdir etmiştir.

(İnfitâr Suresi), 6. Ayet
Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?

(A’lâ Suresi), 3. Ayet
O, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir.

Yukarıdaki ayetlerden de anlaşılacağı üzere kainatta matematiksel bir düzen, hesap-kitap işi vardır. Hiçbir şey tesadüfen, kendi kendine olmamaktadır. Tüm bu varlıkları şuursuz, görmeyen ve işitmeyen tabiatın da yapması mümkün değildir. O halde sonsuz ilim, kudret ve irade sahibi bir yaratıcı tarafından belli ölçü ve formüllerle matematiksel hesaplarla yaratıldığı ortaya çıkmaktadır.

Bu durumda Matematik Öğretmenlerimizin kâinattaki bu matematiksel hesabı ve yaratıcının sonsuz matematiksel ilmini bizlere anlatması gerekmektedir. Şayet Matematik Öğretmenlerimiz bize her şeyin miktarını, ölçüsünü takdir eden Yaratıcıdan bahsetmiyorlarsa bizler de Matematiğin kendine has olan diliyle Yaratıcımızı tanımaya çalışmalıyız.

Geometri Dersi:

Etrafımıza baktığımızda her şeyin geometrik bir şekilde yaratıldığını görürüz. Geometride de bir formül, hesap ve ölçü vardır. Bu dersi de bizlere Matematik Öğretmenleri anlatır. Yukarıda matematik dersi için değindiğimiz hususlar burada da geçerlidir. Farklı olarak şekiller üzerine bazı hususlar dile getirilebilir. Örneğin:

(Âl-i İmrân Suresi), 6. Ayet
O, sizi rahimlerde, dilediği gibi şekillendirendir. Ondan başka ilâh yoktur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

(A’râf Suresi), 11. Ayet
Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Adem için saygı ile eğilin” dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

(Hicr Suresi), 26. Ayet
Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.

(Mü’min Suresi), 64. Ayet
Allah, yeryüzünü sizin için karar kılma yeri, göğü de binâ yapan; size şekil verip de şekillerinizi güzel kılan ve sizi temiz şeylerle rızıklandırandır. İşte Rabbiniz Allah! Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!

(Haşr Suresi), 24. Ayet
O, yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır. Güzel isimler O’nundur. Göklerdeki ve yerdeki her şey O’nu tesbih eder. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

(Tegâbün Suresi), 3. Ayet
Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş yalnız O’nadır.

(Abese Suresi), 17-19. Ayetler
Kahrolası (inkârcı) insan! Ne nankördür o!

Allah onu hangi şeyden yarattı?

Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi.

(İnfitâr Suresi), 6. Ayet
Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?

(A’lâ Suresi), 2. Ayet
O, yaratıp şekillendiren, âhenk veren ve düzene koyandır.

Görüldüğü üzere varlıların şekillerini belirleyen, takdir eden Yaratıcıdır. Şekillerin de temelinde geometri yatmaktadır. Bir şekil varsa aynı zamanda bir şekillendiren bulunması gerekir. Bu durumda herhangi bir şekil, geometrik biçim kendi kendine olamayacağına, kör kuvvet, serseri tesadüf, akılsız tabiat bu şekilleri bu kadar ahenkli ve şuurlu yapamayacağına göre Geometri Dersi öğretmenlerimizin bizlere bu şekilleri yapanı da anlatması gerekir. Eğer öğretmenlerimiz şekilleri çizen ve takdir edeni anlatmıyorlarsa, bizler de geometri biliminin kendisine has diliyle takdir eden ve şekillendiren Yaratıcının özelliklerini Geometri dersinin diliyle kendimiz bulmaya çalışmalıyız.

Fizik Dersi:

Çevremizdeki hareketi, maddeyi, kuvveti, enerjiyi, ısıyı, ışığı vb. konuları inceleyen fizik bilimi de bizlere Yaratıcımızı tanıtmaktadır. Sayılan bu ve diğer konuların ahenkli, ölçülü bir şekilde yaratılan kâinatta başıboş olması düşünülemez. Çünkü kontrol altında tutulmayan bir kuvvet ve hareket kargaşa ve karışıklığa sebep olur. Yine birbiriyle uyumlu yaratılmayan maddeler hiçbir işe yaramaz.

Enerjinin ne işe yaradığı bilinmeden doğru yerde depolanamaz ve doğru zamanda ortaya çıkarılamaz. Isı ve ışık canlıların yaratılması ve hayatlarının devamı için olmazsa olmaz olarak var edilmiştir. Bunların gerekliliğini bilmeyen, cansız ve şuursuz tabiatın saydığımız şeyleri yarattığını iddia etmek çok gülünç duruma düşmek demektir. O zaman tüm bu şuurlu işleri yapan bir Yaratıcı bulunması zaruridir.

İşte Fizik Öğretmenlerimiz bizlere fiziği anlatırken aynı zamanda fiziği yaratan Yaratıcıyı da anlatması gerekir. Şayet anlatmıyorlarsa bizler onları değil, fiziğin kendi dilini dinleyerek Yaratıcımızı bulabiliriz.

Kimya Dersi:

Varlıkların temeli en küçük yapı birimi olan atomların yaratılmasına dayanmaktadır. Atomların bir araya getirilmesiyle de elementler ve unsurlar ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan bazılarına canlılık özelliği de katılmış ve hücreler yaratılmıştır.

Bu kadar kimyevi maddenin birbiriyle uyumlu olması elbette maharetli ve usta bir kimyageri göstermektedir. Çünkü bunların bir araya gelmesi tesadüfen olamaz. Örneğin yanıcı ve yakıcı gazlar olan hidrojen ve oksijenin bir araya gelerek yangınları ve içimizin yangınını söndüren bir su haline getirilmesi kimin aklına gelebilir. Varlıkların içinde kendini en akıllı zanneden insanın bile aklına gelmez. O zaman bu kadar ilginç ve enteresan varlıkları bu türlü kimyevi karışımlarla yaratmak elbette eşi ve benzeri olmayan bir Yaratıcıya mahsustur.

Bu durumda Kimya Öğretmenlerimiz bizlere kimya formüllerini ezberletirken aynı zamanda onların Yaratıcısını da anlatması gerekir. Şayet anlatmıyorlarsa her bir kimyevi maddeden hatta her bir atomdan Allah’a giden bir yolu biz kendimiz de bulabiliriz. Yeter ki aklımızı kullanalım.

Biyoloji Dersi:

Yeryüzünde ne kadar canlı yaşıyordur? Peki şimdiye kadar ne kadar ne kadar canlı gelmiş ve geçmiştir, gelecekte ne kadar canlı gelecektir? Bütün bu sorulara cevap verebiliyor muyuz? Hayır. Ancak şunu iyi biliyoruz ki kâinatta mükemmel bir düzen vardır. Dört yüz binden fazla türü bir arada ahenk ve uyum içerisinde idare etmek sonsuz bir ilim ve kudreti gerektirmektedir. Çünkü bir varlığı yok saysak hemen onun karşısındaki varlıklar çoğalıyor ve yeryüzünü istila etmeye çalışıyor ve dengeyi bozuyor – çekirge istilası gibi.

O zaman her birinin şekli ayrı, yiyeceği ayrı, silahı ayrı, elbisesi ayrı, yaratılma şekli ayrı, üreme şekli ayrı, ölüm şekli ayrı bu kadar canlıyı hiç birisini unutmayarak, şaşırmayarak, tam zamanında yerine getirilmesi, dengede tutması elbette bir Yaratıcıyı göstermektedir. Her birinde ayrı bir hikmet ve amacın gözetildiğini göstermektedir.

Bütün bu varlıkların hiçbir şeyi görmeyen kör tesadüfle böyle olması, hiçbir şeyi duymayan sağır sebeplerin bütün bu canlıların sesini duyması, hiçbir şeyden anlamayan ve farkında olmayan şuursuz tabiatın bütün bu canlıları yaratması mümkün değildir.

Bu durumda her şeyi gören, her şeyi duyan ve ilim, irade ve kudret sahibi bir Yaratıcının bütün bu canlıları yarattığını söylemek durumundayız. Aksi halde kendimizi akıllı saysak bile aklımızın hakkını vermemiş oluruz. Biyoloji Öğretmenlerimizin de bu hakikatleri bizlere anlatması gerekir. Eğer anlatmazlarsa biz onları değil biyoloji biliminin kendisini dinlemeliyiz.

Sağlık Bilgisi Dersi:

Allah’ın bir ismi de Şafidir yani şifa, sağlık verendir. Hayatın başına gelen her şey güzeldir. Belalar, musibetler, hastalıklar görünüşte çirkin gibi olsalar da arka planında birçok hikmet ve güzelliği saklamaktadırlar. Bu da her şeyi bilen ve idare eden bir Yaratıcının takdiriyle olmaktadır. Tesadüfen olan hiçbir şey yoktur. Ancak insanların da kötü tercihlerini de hesaba katmamız gerekir. Örneğin ateşin birçok faydası vardır ve ateşin yaratılması güzeldir. Fakat insan kendisini ısıtan, yemeğini pişiren ateşe elini soksa ateşi kendisine düşman eder. Bu durumda ateşe elini bilerek sokan o insan ateş kötüdür diyemez.

İşte Sağlık Bilgisi Dersinde de insanın varlığı, canı, cesedi, bedeni uzuvlarının ne kadar kıymetli olduğunu hastalıklar sayesinde öğreniyoruz. Diyemeyiz ki hastalık kötüdür. Hastalık bizlere varlığımızın kıymetini hatırlatmakta, vücudumuzun çelikten yapılmadığını, her an dağılabilir etten ve kemikten yaratıldığını ve bu vücudu bize vereni unutmamamız gerektiğini bizlere anlatmaktadır.

O halde Sağlık Bilgisi Dersi Öğretmenlerimiz de bizlere bu hakikatlerle birlikte sağlığımızı bize veren Yaratıcımızı da bizlere anlatması gerekir. Şayet anlatmıyorlarsa bu derslerdeki hakikatlerle O’nu tanımaya kendimiz çalışmalıyız.

Felsefe Dersi:

Felsefe eşyanın hakikatini arayan bir bilim dalıdır hatta bilimlerin anasıdır. Yalnız felsefe, semavi ve bozulmamış din ile ittifak ettiği zaman hakikati bulması oldukça kolaylaşırken tek başına, sadece akılla meseleleri çözmeye kalkışınca yolunu şaşırmakta ve insanlığı da uçurumların kenarına götürmektedir.

Bu arada Yaratıcımız Kur’an-ı Kerimde sürekli aklımızı kullanmamızı ve düşünmemizi bizlere emretmektedir:

(En’âm Suresi), 151. Ayet
(Ey Muhammed!) De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.”

(Hûd Suresi), 51. Ayet
“Ey kavmim! Ben buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim, ancak beni yaratana âittir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?”

(Yûsuf Suresi), 109. Ayet
Biz senden önce de, memleketler halkından ancak kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Yeryüzünde dolaşıp da, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Elbette ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?

(Ra’d Suresi), 4. Ayet
Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.

(Nahl Suresi), 12. Ayet
O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Bütün yıldızlar da O’nun emri ile sizin hizmetinize verilmiştir. Şüphesiz bunlarda aklını kullanan bir millet için ibretler vardır.

(Nahl Suresi), 67. Ayet
Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerden hem içki, hem de güzel bir rızık edinirsiniz. Elbette bunda aklını kullanan bir toplum için bir ibret vardır.

(Enbiyâ Suresi), 10. Ayet
Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki sizin bütün şeref ve şanınız ondadır. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?

(Enbiyâ Suresi), 67. Ayet
“Yazıklar olsun, size de; Allah’ı bırakıp tapmakta olduklarınıza da! Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız?”

(Mü’minûn Suresi), 80. Ayet
O, diriltendir, öldürendir. Gece ile gündüzün birbirini takib etmesi de O’na aittir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?

(Kasas Suresi), 60. Ayet
(Dünyalık olarak) size verilen her şey, dünya hayatının geçimliği ve süsüdür. Allah’ın katındaki ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?

(Ankebût Suresi), 35. Ayet
Andolsun biz, aklını kullanacak bir kavm için o memleketten ibret alınacak apaçık bir delil bıraktık.

(Rûm Suresi), 24. Ayet
Korku ve ümit kaynağı olarak şimşeği size göstermesi, gökten yağmur indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesi, onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir toplum için elbette ibretler vardır.

(Câsiye Suresi), 5. Ayet
Geceyle gündüzün birbiri ardınca gelişinde, Allah’ın gökten rızık (sebebi olarak yağmur) indirip, onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, rüzgârları evirip çevirmesinde aklını kullanan bir toplum için deliller vardır.

İşte bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere varlık, eşya ve hadiseleri, olayları anlamak akla bağlıdır. Felsefe de aklı çalıştırmayla ilgilenmektedir. Aklı biz kendimiz yapmadığımıza göre, tesadüfen, kendi kendine olamayacağına göre, sebepler ya da tabiat yapamayacağına göre aklı yaratan bir Yaratıcının olması zaruridir. Bu durumda Felsefe Öğretmenlerimiz bizlere aklı ve aklı kullanmayı anlatırken aklın Yaratıcısını da anlatması gerekmektedir. Yoksa biz kendimiz aklımızı kullanarak aklı yaratan Yaratıcıyı bulmaya çalışmalıyız.

Yabancı Dil Dersi:

Yukarıda, T.C. İnkılâp Tarihi ve Atatürkçülük Dersinde geçen ayeti burada da tekrar etmek gerekir:

(Hucurât Suresi), 13. Ayet
Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.

İnsanların farklı kabile ve boylar halinde yaratılması onların birbirlerini tanımaları, iletişim kurmaları, kendi kültürlerini yaşamaları içindir. Yoksa birbirleriyle kavga etmeleri için değildir. Bu farklı yaratış haliyle bazı farklılıkları da beraberinde getirmektedir. Bunlardan birisi de dil farklılığıdır. Her milletin ana dili farklıdır. Bu durumda farklı millet ve kabile ve aşiretteki insanlar birbirleriyle nasıl tanışacak ve iletişim kuracaktır? İşte burada eğitim sistemi içerisinde yer alan Yabancı Dil Dersi devreye girmektedir. Dil ve Anlatım Dersinde de bahsedildiği gibi konuşma özelliği insanda Yaratıcının Kelam sıfatının yansımasıdır. Evet dil olmasaydı insanlar birbiriyle nasıl iletişim kuracak ve anlaşacaktı?

Farklı toplumları tanıma adına dillerini öğrenmek ve iletişim kurmak bizlere Yaratıcımız tarafından verilmiş bir özelliktir. Bu durumda Yabancı Dil Dersi Öğretmenlerimiz bizlere bu dilleri öğretirken bu hakikatleri de anlatması ve bizlere Yaratıcımızdan bahsetmesi gerekmektedir. Şayet bahsetmiyorlarsa bizler bu farklılığın hikmetine bakarak ve dil bilimi çerçevesinde Yaratıcımızı tanımalıyız.

Resim / Görsel Sanatlar Dersi:

(Mülk Suresi), 1-4. Ayetler

Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

Hükümranlık elinde olan Allah, yücedir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

O, yedi göğü tabaka tabaka yaratandır. Rahmân’ın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Bir kere daha bak! Hiçbir çatlak (ve düzensizlik) görüyor musun?

Sonra tekrar tekrar bak; bakışların (aradığı çatlak ve düzensizliği bulamayıp) âciz ve bitkin halde sana dönecektir.

Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Allah kâinatı ve varlıkları estetik bir şekilde sanatlı yaratmıştır. Tesadüfen kâinatın ve varlıkların güzel olması diye bir şey söz konusu değildir. Malumdur bir şeyin sanat eseri olabilmesi için onun irade sahibi birisinin elinden kasıtlı olarak güzel yapılmış olması gerektiği söylenir. Tabiata baktığımızda da bir kasıt eseri görünmektedir. Çünkü bir güzelleştirme kastı hemen göze çarpmaktadır. Bütün bebeklere, çiçeklere, kelebeklere, dağa, denize, manzaraya, uzaya, atoma, hücreye, her nereye bakarsanız bakın bir estetik ve güzel yaratma kastını göreceksiniz. Bu da kâinattaki varlıkları sanat eserleri olarak yaratan bir Sanatkârı bizlere göstermektedir.

İşte Görsel Sanatlar/Resim Öğretmenlerimiz de bizlere bu sanat eserlerinin arkasındaki Sanatkârı anlatmaları gerekir. Şayet anlatmıyorlarsa bizler de sanat eserinden Sanatkâra giden yolu görsel sanatların, resmin diliyle kendimiz bulmaya çalışmalıyız.

Müzik Dersi:

Sanat dalları içinde müzik fonetik yani ses sanatları kategorisinde yer alır. Yani ses ile yapılan bir sanattır. Ses aynı zamanda fizik biliminin de konusuna girmektedir. Ancak burada gelişi güzel ses değil estetik bir şekilde sanatla bir araya getirilmiş bir sesten bahsediyoruz. Kâinata baktığımızda varlıkların değişik sesler çıkardığını işitiyoruz. Bunlardan bize güzel geleni de var güzel gelmeyeni de. Bu da bizim estetik anlayışımızla sınırlıdır.

Örneğin kuşların çıkardığı sesler, deniz kenarında denizin sahile vururken çıkardığı sesler, rüzgârın aheste aheste eserken çıkardığı seslerin yaprak seslerine karışması, insanlardan bazılarının duygu dolu sesleri ve daha birçok ses bizde değişik duygular uyandırmaktadır. Demek ki Yaratıcı Sanatkâr seslerle bize kendisini tanıttırmaktadır. Çünkü seslerin böyle kendi kendine ortaya çıkması mümkün değildir.

Düşünün bir kere dünyada yaklaşık yedi milyara yakın insan var fakat hiç birisinin sesi diğerine benzemiyor hatta tanıdığınız kişiyi telefonda görmeden hemen sesinden çıkarabiliyorsunuz. Bütün bunları yapmak için herkesi tanımak ve her sesi bilmek gerekmektedir. Bütün bunların ve estetik, sanatlı müzik seslerinin kendi kendisine olması mümkün değildir. Demek ki bütün sesleri bilen ve hangi sesin hangisiyle uyumlu ve estetik olduğunun farkında olan bir Sanatkârın yaratmasıdır sesler.

O zaman Müzik Dersi Öğretmenlerimizin sesleri ve müziği bizlere anlatırken ve müzik icra ederken aynı zamanda seslerin ve müziğin yaratıcısı Büyük Sanatkârı da bizlere anlatmaları gerekir. Eğer anlatmıyorlarsa bizler müzik sanatının kendi diliyle Sanatkârı tanımaya çalışmalıyız.

Beden Eğitimi Dersi:

İnsan bedenini incelediğinizde birbiriyle ne kadar uyumlu yaratıldığını göreceksiniz. Ancak burada bazı engelleri olan kardeşlerimizi istisna tutmak gerekir. Çünkü onların o engellerinin de yaratılmasının birçok hikmeti vardır. Hangi engele sahipse bu kardeşlerimiz aslında bizlere mesaj vermektedir ve demektedirler ki uzuvlarınızın kıymetini bilin. Çünkü biz bu uzuvlarımızı ve bedenimizi yolda bulmuş değiliz, herhangi bir AVM’den ya da marketten almış da değiliz. Değersiz olduğu için çöpe atılmışta biz bulmuş da değiliz. Bu beden bizlere emanet olarak verilmiştir. O yüzden kıymetini iyi bilmek ve bize emanet edilen bedenimize iyi bakmak zorundayız. İnancımıza göre engelleri olan kardeşlerimize ahirette birçok makam verileceği gibi birçok hataları da affedilecek ve engelleri olan uzuvlarının binlerce katından fazla bir özellik onlara cennette verilecek inşallah, ancak imanlı olmak, sabretmek, isyan etmemek ve emirleri yerine getirmek şartıyla.

Beden Eğitimi Dersinde vücudumuzu tanırken ve onu koruma ve sağlıklı olmasına gayret gösterirken aynı zamanda bizi toprak yapmayan, taş yapmayan, bitki ve hayvan yapmayan ve bizi insan olarak yaratan bize bu vücudu ve organlarımızı veren Yaratıcımıza teşekkür etmeli ve onun izni ve emri dairesinde kullanmalıyız.

İşte Beden Eğitimi Öğretmenlerimiz de bizlere vücudumuzu ve sağlığımızı anlatırken aynı zamanda bu vücudu bize veren Yaratıcımızı da anlatmaları gerekir. Anlatmıyorlarsa bizler beden diliyle bedeni vereni tanımaya gayret etmeliyiz.

Trafik ve İlk Yardım Dersi:

Trafik nasıl ortaya çıkmıştır? Elbette ki ulaşım araçlarının çoğalmasıyla birlikte. Peki trafik nedir? Ulaşım araçları ile yayaların uymaları gereken kurallardır. Her şey bir kurala bağlıdır. Şayet trafikteki kuralları kaldırırsanız her şey birbirine girer. İstanbul gibi büyük şehirlerin trafiğini bir düşünün kuralsız olduğu zaman nasıl bir hal alır. Trafik sadece karada değil, havada ve denizde de vardır, hava trafiği, deniz trafiği şeklinde. Bu trafiklerde de kendisine has kurallar vardır. Kuralsız bir trafikten bahsedemeyiz.

Aynen bunun gibi uzayda da bir trafik vardır. …

KAYNAK:

http://risaleakademi.org/altinci-mesele-perspektifinden-lise-derslerine-bakis–ps-139