Ortaöğretim Sağlık Bilgisi ve Trafik Kültürü Dersi – Ergenlik – Okuma Parçaları

ORTAÖĞRETİM

Sağlık Bilgisi ve Trafik Kültürü Dersi

ERGENLİK

OKUMA PARÇALARI

  1. Kur’an-ı Kerimde Menstrual Döngü Nedir?
  2. Cinsel Birleşme Nasıl Olmalıdır?
  3. Yirmi Dördüncü Lem’a Tesettür hakkındadır

İLGİLİ KAZANIMLAR

1.2.1. Büyüme ve gelişme süreçlerinden biri olan ergenlik döneminde fiziksel, duygusal ve sosyal değişimleri açıklar.

a. Ergenlik döneminin sağlıklı geçirilebilmesi için olumlu tutum geliştirmenin önemi belirtilir.

b. Ergenlik döneminde yaşanabilecek sorunlar hakkında tartışılır.

c. Menstrual döngünün sağlıklı geçirilebilmesi ve bu dönemde hijyenin önemi ile ilgili farkındalık oluşturulur.

1. Kur’an-ı Kerimde Menstrual Döngü Nedir?

Meal

Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever. ﴾222﴿ (Bakara Sûresi, 2/222)

Tefsir

Medine’de yaşayan müslümanların yahudilerle yakın ilişkileri vardı ve bazı örf ve âdetlerinde Medineliler’in tamamı veya bazı kabileler onlardan etkilenmiş bulunuyorlardı. Bunlardan biri de aybaşı hallerinde kadınlarla ilişki meselesi idi. Yahudiler Tevrat hükümlerine uyarak ay halindeki kadınları pis sayarlar, onlardan her mânada uzak dururlardı. Âdet geçiren kadına dokunan hatta onun yatağında yatan, minderinde oturan kimseleri bile pis sayarlar, yıkanmaları gerektiğine inanırlardı (Levililer, 15). Yahudilerin tesirinde kalan bazı kabileler de âdet halindeki kadınlara buna yakın bir şekilde davranıyorlardı. Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince bu durum kendisine vâkıa ve soru şekillerinde intikal ettirildi, gelen âyetler meseleyi çözüme kavuşturdu.

Açıklayıcı hadislerden (meselâ bk. Müslim, “Hayz”, 16) ve uygulamadan anlaşıldığına göre bu âyetlerde geçen “uzak durma ve yaklaşmama” emirleri, bedenlerin birbirinden uzak ve ayrı olmasına değil cinsel ilişkiye yöneliktir. Cinsel ilişkide bulunmamak şartıyla aybaşı halindeki kadın ile kocası arasında başkaca bir sınırlama yoktur.

Âyette geçen ve “rahatsızlık” diye çevirdiğimiz ezâ kelimesi, “aşırı olmayan zarar” mânasında kullanılmaktadır. Allah Teâlâ kadın kullarına mahsus kıldığı aybaşı halini onlar için az da olsa “zarar ve zararlı” olsun diye takdir buyurmamıştır.

Aybaşı hali birleşme kabiliyetini yitiren yumurtaların atılmasını, erkeğin spermi ile birleşecek yeni bir yumurtanın gelmesini beklemek ve aşılanma sonrası beslenmesine zemin olmak üzere kadın rahminin hazırlanmasını sağlayan tabii ve gerekli bir oluşumdur. Bu durumda vücudun dengelerinde bazı değişiklikler yaşanmakta, bu da kadının fizyolojisi yanında psikolojisini de etkilemektedir.

Eski yumurtanın atılması ve rahimin temizlenmesi kan vasıtasıyla olmakta, aybaşı devam ettiği müddetçe rahimden üreme organı yoluyla dışarıya kan atılmaktadır. Bu durumda kadınla cinsel ilişkide bulunulması halinde bundan hem erkeğin hem de kadının çeşitli rahatsızlıklar kapması ve genel olarak rahatsız olmaları, tiksinti duymaları ihtimali galiptir. Hem böyle bir zarara (ezâ) meydan verilmemesi hem de Allah’ın buyruğuna uyarak şehvete karşı direnme imtihanı verilmesi ve irade egzersizi yapılması için “âdet gören kadınla cinsel ilişki” haram kılınmış, bunun dışında kalan ilişkiler serbest bırakılmıştır.

“Temizlenmedikçe” ve “iyice temizlendikten sonra” kayıtları, okuma farkları da göz önüne alınarak yorumlanmış ve hangi temizlenmeden sonra cinsel ilişki yasağının ortadan kalkacağı konusunda farklı hükümler ortaya çıkmıştır. Kanama sona erinceye kadar temasın yasak olduğunda ittifak vardır. Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre kanama bitince birleşmenin câiz olması için gusül abdesti gerekir (konuya ilişkin başka ayrıntılar için bk. Yunus Vehbi Yavuz, “Hayız”, DİA, XVII, 51-53).

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 353-354

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/bakara-suresi-2/ayet-222/diyanet-vakfi-meali-4


2. Cinsel Birleşme Nasıl Olmalıdır?

Meal

Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah’tan korkun, biliniz ki siz O’na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele! ﴾223﴿ (Bakara Sûresi, 2/223)

Tefsir

“Kadınlarınız sizin ekeneğinizdir” cümlesi hem cinsel ilişkinin şekilleri konusundaki hükmün gerekçesidir hem de üreme hadisesinde kadının rolüyle ilgili bir benzetmedir. Doğum yoluyla üreme, insanlığın devamı için Allah Teâlâ’nın koyduğu bir kanundur. İslâm’a göre bunun meşruiyeti (helâl, hukuk ve ahlâka göre geçerli, makbul olması), anne-babanın evlilik içinde birleşmesine bağlanmıştır.

Bilindiği üzere rahimdeki çocuğun (cenin) ilk aşaması, erkeğin spermi ile kadının yumurtasının birleşmesidir. Bu birleşmede sperm tohuma, kadının yumurtası ve rahimi de ekeneğe ve tarlaya benzetilmiştir.

Cinsî birleşmenin yolu ve şekli konusunda insanlık âleminin farklı anlayış, tutum ve uygulamaları vardır. İslâm’a göre meşrû cinsel ilişki, birbiriyle evli bulunan bir kadınla bir erkek arasında olacak (kadın kadına ve erkek erkeğe olamaz); birleşme kadının üreme organından yapılacaktır. Sapık cinsel ilişki (arkadan, anal seks) câiz değildir. İlk dönemde bazı fıkıhçıların yanlış anlamaları tashih edilmiş ve bu konuda da ittifak hâsıl olmuştur (ilgili hadisleri tenkit ve tahlilleriyle görmek için bk. İbn Kesîr, I, 380-389).

Hayız ve lohusalık durumlarında olmayan zevce ile bu sınırlar içinde yapılan cinsel ilişki câizdir, şekil (pozisyon) konusunda bir sınırlama yoktur. “… Hangi taraftan isterseniz oradan varın” cümlesi, cinsî temasın yoluyla değil (çünkü bu tektir ve bellidir) şekliyle (pozisyonlar) ilgilidir. Yahudiler “Kadının üreme organına arka taraftan yaklaşılırsa doğacak çocuk şaşı olur” gibi bâtıl inançlara sahip idiler; âyet bu gibi hurafeleri reddetmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 2/39).

“Tohum” ve “tarla” benzetmesi de cinsel ilişkinin nereden yapılacağına ışık tutmaktadır. Çünkü birleşmenin ürünü olan çocuğu alabilmek için tohum, ürün mahalli olan tarlaya atılır.

Her iki âyetteki “hangi şekilde”, “hangi taraftan” kayıtları hadislerde “Kadının üreme organından olmak şartıyla hangi şekilde olursa olsun” diye açıklanmıştır (Müsned, I, 268; Dârimî, “Vudû’”, 113-114; İbn Mâce, “Nikâh”, 29).

Ca‘ferî-Şiîler’in kadınla, anal seks yapmayı câiz gördükleri söylentisi yaygınsa da muteber kitaplarına bakıldığında bunu câiz görmedikleri ve en azından tahrîmen mekruh saydıkları anlaşılmaktadır (Tabâtabâî, I, 228).

“Kendiniz için önceden hazırlık yapın” cümlesi “Ölmeden önce âhiret hayatı için iyi amellerinizden oluşan yatırım yapın”, “Sizden sonra ailenizi ve davanızı devam ettirecek nesiller yetiştirmeye niyet ve gayret edin” vb. şekillerde yorumlanmıştır. Bunlara, “Eşinizle cinsel ilişki öncesinde ona uygun sözler söyleyin, okşayın, onu ve kendinizi güzel bir temas için hazırlayın, işi aceleye getirmeyin” şeklinde bir yorum ekleyen yazarlar da vardır.

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 354-355

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/bakara-suresi-2/ayet-223/diyanet-vakfi-meali-4


(NOT: Bu bölümde verilen okuma parçalarında anlamını bilmediğiniz kelimeler için sayfa altlarında verilen sözlüğe bakınız. Ayrıca metinlerin altında verilen internet sayfası bağlantısına tıklayarak ilgili sayfaya gidebilir ve anlamını bilmediğiniz kelimenin üzerine gelerek de anlamına bakabilirsiniz.)

Yirmi Dördüncü Lem’a

Tesettür hakkındadır

On Beşinci Notanın İkinci ve Üçüncü Meseleleri iken, ehemmiyetine binaen Yirmi Dördüncü Lem’a olmuştur.

يَۤا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ ِلاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَۤاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ      1

Dipnot-1

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, (evlerinden çıktıklarında) dış örtülerini üzerlerine alsınlar.” Ahzâb Sûresi, 33:59.

 (ilâ âhir) âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur’ân’ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor. HAŞİYE-1


Haşiye-1

Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaatından bir parça: “Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstûr-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.”

Elcevap: Kur’ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan ederiz.

BİRİNCİ HİKMET

Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği

http://www.erisale.com/#content.tr.3.317

asır: yüzyıl
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle
beyan etmek: açıklamak, anlatmak
binaen: dayanarak
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
düstûr-u İlâhî: İlâhi kural, kanun
ecdad: atalar, dedeler
ehemmiyet: önem
esaret: esirlik, tutsaklık
fıtrat: yaratılış, mizaç
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gayr-ı fıtrî: yaratılışa uygun olmayan
hakikatli: gerçek
haşiye: dipnot
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
hikmet: fayda, gaye
hilkaten: yaratılış gereği
hüküm: kural
iktidâen: uyarak
iktiza etmek: gerektirmek
ilâ âhir: sonuna kadar
istinaden: dayanarak
itikad: inanç
ittifak: birleşme, fikir birliği
kudsî: kutsal
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Lâyiha-i Temyiz: mahkemelerce verilen bir kararın kanun ve usul yönünden incelenmesi için verilen dilekçe
lem’a: parıltı
mahkûm etmek: bir kişiyi cezalandırmak için hüküm vermek
medeniyet-i sefihe: insanları zevk ve eğlenceye yönelten medeniyet; Batı medeniyeti
müdafaat: savunmalar
muhalif: karşıt, zıt
nakzetmek: bozmak
nazik: ince, zarif
nota: bildiri
rûy-i zemin: yeryüzü
tasdik: kabul etme, onaylama
tefsir: yorumlama; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
tesettür: örtünme
zarfında: içinde
ziyade: çok, fazla

yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.

Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.

Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîütteessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı

http://www.erisale.com/#content.tr.3.318

Avrupa: (bk. bilgiler)
belâ: büyük sıkıntı
cibilliyet: yaratılıştan gelen huy, karakter
cidden: gerçekten
dikkat-i nazar: dikkatle bakmak
ecnebî: yabancı
esaret: esirlik, tutsaklık
fıtrat: yaratılış, mizaç
fıtraten: yaratılış açısından
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı
hâmisiz: koruyucusuz
hilâf-ı fıtrat: yaratılışa ters
hilkat: yaratılış
himaye: koruma
hıyanet: ihanet, hainlik
ihtar etmek: uyarmak
iktiza etmek: gerektirmek
istiskal: hoşlanmama, yüz vermeme, küçümseme
ittiham: suçlama
kesretle: çoklukla
kıymettar: değerli
maddeten: maddî olarak
maden-i şefkat: şefkat kaynağı
malûm: bilinen
mâruz: bir şeyin karşısında ve tesiri altında kalma
meyil: eğilim, istek
müteessir olmak: üzülmek, etkilenmek
müttehem: suçlanan
nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancı
nazar: bakış
nazik: ince, zarif
nisbeten: kıyasla
ref-i tesettür: tesettürün kaldırılması
refika-i ebediye: sonsuz hayatta hayat arkadaşı olacak kadın
sefalet: perişanlık, yoksulluk
şekvâ etmek: şikâyet etmek
semlendiren: zehirleyen, kirleten
serîütteessür: çabuk üzülen, çabuk ve kolay etkilenen
sukut: alçalma, düşüş
taarruz: saldırı
tahavvüf: korkuya düşme, korkma
tecavüz: saldırı, sataşma
tecrübe etmek: denemek
tefahhuş: fuhşa girme, ahlâksızlık
tefessüh etmek: bozulmak
tesettür: örtünme
vâki olmak: meydana gelmek
veled: evlat, çocuk
zillet: hor ve hakir duruma düşme
ziyade: çok, fazla

olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!

İKİNCİ HİKMET

Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.

Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.

Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.319

âdi: basit, sıradan
ahali: halk
alâkadar: alakalı, ilgili
aleyhinde: karşısında
bahtiyar: talihli, mutlu
bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarak
binaen: dayanarak
celb etmek: çekmek
ciddî: gerçek
diyanet: dindarlık
dünyevî: dünya ile ilgili ebedî: sonsuz
esaslı: köklü
gayr: hariç, başka
hasretmek: yalnız birşeye mahsus kılma, yalnız birşeye kullanma
hayâsız: utanmaz
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
hayvânî: hayvansal, cismanî özellik
hikmet: fayda, gaye
hürmet: saygı
küfüv olmak: denk, uygun olmak
mahsus: has, özel
mehâsin: güzellikler
mesmûât: işitilenler, duyulanlar
mü’min: Allah’a inanan
muhabbet: sevgi
mühim: önemli
mukabil: karşılık
mukteza-yı insaniyet: insanlığın gereği
münasebet: bağlantı, ilişki
münasip olmak: uygun olmak
münhasır: ait, sınırlı
mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindar
muvakkat: gelip geçici
nazar: bakış
payitaht-ı hükûmet: başkent
refika: eş, hanım
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş
rütbeten: rütbece
saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu olan kadın
şamar: tokat
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük
şer’an: şeriat hükmünce, dine göre
sırr-ı iman: iman sırrı
tahsis: özel olarak belirleme
takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak
tesettür: örtünme
veyl: yazık

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

ÜÇÜNCÜ HİKMET

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki:

İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!

DÖRDÜNCÜ HİKMET

Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükûmet

http://www.erisale.com/#content.tr.3.320

alâmet-i farika: ayırt edici işaret
bedbaht: talihsiz, bahtsız
caiz olmayan: dinen izin verilmeyen
cihet: yön
ebedî: sonsuz
ecnebî: yabancı
emniyet: güven, korkusuzluk
emniyet-i mütekabile: karşılıklı güven
fısk: günah
fıtraten: yaratılış itibariyle
gayr: diğer, başkası, yabancı
hayvânî: hayvansal
hemşire: kız kardeş
hikmet: sebep, ince sır
hükûmet: idare, yönetim
hürmet: saygı
hürmet-i mütekabile: karşılıklı saygı göstermek
ihsas etmek: hissettirmek
karâbet: yakınlık
kesret-i nesil: neslin çokluğu
mâbeyn: ara, iki şeyin arası
mahrem: nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan
mahremiyet: mahremlik, nikâh düşmeme özelliği
malûm: bilinen
matlup: istenen, talep edilen
misilli: benzeri, gibi
mübarek: hayırlı
muhabbet: sevgi
muhabbet-i meşrua: dine uygun, helâl sevgi
müsavi: eşit, denk
mütekabil: karşılıklı
müttakî: takva sahibi, Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle uyan
nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancı
nazar: bakış
nazar-ı heves: arzulu bakış
nefis: insanı kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nefsî: nefisle ilgili
saadet-i hayatiye: hayat mutluluğu
sebebiyet: sebep olma
sefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlük
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi
şehvânî: şehvetle ilgili, nefsânî arzularla ilgili
şer’an: şeriat hükmünce, şeriata göre
sima: yüz
süflî: alçak, âdi
sukut-u insaniyet: insanlığın alçalışı
temâyülât: eğilimler
tesettürsüzlük: açık saçıklık
veyl: yazık
zevc: erkek eş, koca
zevce: eş, hanım

yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:

تَنَاكَحُوا تَكَاثَرُوا فَاِنِّى اُبَاهِى بِكُمُ اْلاُمَمَ     1

(ev kemâ kàl.) Yani, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”

Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.

Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının—aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan—en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir.Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.

Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünkü orada, düello gibi çok şiddetli vasıtalarla, açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yani âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten memâlik-i harredir. Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesât-ı hayvâniyeyi tahrik etmek ve iştahı açmak için

Dipnot-1

el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:269, no: 3366; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1021.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.321

ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk
âlem-i İslâm kıtası: İslâm dünyasının üzerinde bulunduğu bölge
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
asrî: çağdaş, modern
Asya: (bk. bilgiler)
Avrupa: (bk. bilgiler)
azab: sıkıntı
bârid: soğuk
câmid: cansız, donuk
düello: iki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silâhlı vuruşma
emniyet: güven, korkusuzluk
esaslı: köklü
ev kemâ kâl: veya söylediği gibi
evlâd: çocuklar
ferman etmek: buyurmak
fuhş: çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan iş
haslet: huy, özellik
haysiyet: özellik
hazinedarlık: hazine bekçiliği
hevesât-ı hayvâniye: hayvansal hisler, arzular
himâyet: koruma altına alma
hürmet: saygı
iftihar etmek: övünmek
inhisar: sınırlandırma, kontrol
izdivac: evlenme
izdivaç etmek: evlenmek
izzet-i nefis: onur, öz saygı
kesret: çokluk
kesret-i tenasül: neslin çoğalması
kıyamet: dünyanın yıkılıp, âhiret hayatının başlaması
malûm: bilinen
memâlik-i bâride: soğuk memleketler
memâlik-i harre: sıcak memleketler
merhamet: acıma, şefkat
müdir-i dahilî: iç işleri yöneten
muhafaza: koruma, saklama
muhit: coğrafî bölge, doğal çevre
nazarında: gözünde, düşüncesinde
nikâh etmek: evlenmek
nisbeten: kıyasla
ref’: ortadan kaldırma
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
sadakat: bağlılık
sehâvet: cömertlik
sülûk etmek: yönelmek, bir yola girmek
tabiat: insanların genel yapısı
tahrik etmek: harekete geçirmek
teksir etmek: çoğaltmak
tesettür: örtünme
tesir: etki
vasıta: araç

açık saçıklık belki çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta medar olmaz. Fakat seriütteessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesât-ı nefsâniyesini mütemadiyen tehyiç edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüp etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlûp ise fuhşiyata da meyleder.

Şehirliler, köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevîlerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celb eden, mâsûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsâniyeyi tehyice medar olamadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyleyse onlara kıyas edilmez.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.322

bedevî: çölde yaşayan, göçebe
derd-i maişet: geçim derdi
fuhşiyat: dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlar
hassas: duyarlı
hayız: kadınların âdet, kanama hâli
hevesât-ı nefsaniye: nefsin hevesleri, arzu ve istekleri
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen doğal ihtiyaç
isrâfât: israflar, lüzumsuz yere kullanmalar
kısmen: bir miktar
kıyas etmek: karşılaştırmak
mağlûp: yenik düşen
mâsûme: masum ve günahsız olan
medar olmak: sebep olmak, vesile olmak
mefâsid: ahlâkı bozan şeyler
memâlik-i harre: sıcak memleketler
meşgale: meşguliyet, çalışma
meyletmek: eğilim göstermek
mukabil: karşılık
münasebetiyle: vesilesiyle, sebebiyle
mütemadiyen: sürekli olarak
nazar-ı dikkat: dikkati celb eden; dikkat çeken
nefis: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nesil: soy
nisbeten: kıyasla
seriütteessür: çabuk ve kolay etkilenen
sû-i istimâlât: kötüye kullanmalar
sukut-u kuvvet: kuvvetten düşme
tecennüp etmek: sakınmak, uzak durmak
tehyiç etmek: harekete geçirmek, heyecanlandırmak
tesettür: örtünme
zaafiyet: zayıflık, güçsüzlük

Biyoloji 11 – 1.7.1. ÜREME SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ – Dikkat Çekme ve Motivasyon

Coğrafya 9 DÜNYA’NIN HAREKETLERİ VE SONUÇLARI – Etkinlik Örneği

Ortaöğretim Mantık 1. Ünite- Mantığa Giriş B- Mantığın Uygulama Alanları 3. Mantık ve Bilim – Etkinlik Örneği

Bu etkinlikte; Mantık ve Bilim ile “Pirenin midesini tanzim eden (düzenleyen), manzume-i şemsiyeyi (güneş sistemini) de o tanzim etmiştir (düzenlemiştir).” sözü arasındaki ilişki ele alınmaktadır.


3. Mantık ve Bilim

Etkinlik Örneği

Mantık ve Bilim Etkinlik Örneği

1 – Aşağıdaki vecizeyi okuyunuz. Anlamını bilmediğiniz kelimeler için altta verilen küçük sözlüğe bakınız.

Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir.
(Mektubat, Hakikat Çekirdekleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2016-03, Ankara)

vecize: kısa ve özlü sözler

tanzim etmek: düzenlemek 

manzume-i şemsiye: güneş sistemi

2 – Aşağıda verilen “pire” ve “güneş sistemi” ile ilgili bilgileri okuyunuz.

Pire

Siphonaptera takımını oluşturan kanatsız, küçük, kan emici 1.600 dolayında böcek türüne verilen genel bir addır.

Tropikastropik ve ılıman bölgelerden kutup bölgelerine kadar yayılmış olan bu böcekler özelleştirilmiş vücut yapıları sayesinde memelilerin ve kuşların derisine tutunarak kanlarını emer, konakları arasında yer değiştirirken son derece tehlikeli hastalıkları da bulaştırabilir. Vebanın insanlara bulaşmasında baş rolü oynayan keme piresi (Xenopsylla cheopis) ve akrabaları ortaçağda Avrupa nüfusunun yaklaşık dörtte birinin ölümünden sorumludur. …

Özel tasarlanmış ayakları sayesinde şu ana dek evrende bilinen en hızlı ivmelenmeye sahip canlıdır. Yerden fırlatılan bir uzay roketinden ağırlık-hız oranına göre yaklaşık 40 kat daha hızlıdır. Bu yüzden pireler ışınlanmış gibi anlık farklı yerlerde gözükür. Pirenin hızı saniyede 2m/s, saatte 7km/h dir.[1]

Pireler kendi boyutuna göre en uzağa zıplayan canlıdır.[1]

https://tr.wikipedia.org/wiki/Pireler

(Andrei Savitsky – Yükleyenin kendi çalışması, CC BY 4.0, httpscommons.wikimedia.orgwindex.phpcurid=73148322)

https://commons.wikimedia.org/wiki/Category:Siphonaptera?uselang=tr#/media/File:%D0%9A%D0%BE%D1%88%D0%B0%D1%87%D1%8C%D1%8F_%D0%B1%D0%BB%D0%BE%D1%85%D0%B0.jpg

Güneş Sistemi

Güneş ve çekim etkisi altında kalan sekiz gezegen ile onların bilinen 158 uydusu, [1] beş cüce gezegen (Ceres, PlütonErisHaumeaMakemake)[2] ile onların bilinen toplam 8 uydusu[1] ve milyarlarca küçük gök cisminden oluşur. Küçük cisimler kategorisine asteroitlerKuiper kuşağı cisimleri, kuyrukluyıldızlargök taşları ve gezegenlerarası toz girer.

Güneş Sistemi; Güneş, dört Yer benzeri iç gezegen, küçük, kaya ve metal içerikli asteroitlerden oluşan bir asteroit kuşağı, dört dev dış gezegen ve Kuiper kuşağı denen buzsu cisimlerden oluşan ikinci bir kuşaktan ibarettir. Kuiper kuşağının ötesinde ise seyrek disk, gündurgun (İngilizce: heliopause) ve en son olarak da varsayımsal Oort bulutu bulunur.

Güneş’ten olan uzaklıklarına göre gezegenler sırasıyla MerkürVenüsDünyaMarsJüpiterSatürnUranüs ve Neptün‘dür. Bu sekiz gezegenin altısının çevresinde doğal uydular döner. Ayrıca dış gezegenlerin her birinin toz ve diğer parçacıklardan oluşan halkaları vardır. 

https://tr.wikipedia.org/wiki/G%C3%BCne%C5%9F_Sistemi

File:Planets2008.jpg: user:Farryderivative work: user:Cmglee (usertalk:Cmglee)translation: user:Azizkayihan – File:Planets2008.jpg, CC BY-SA 3.0,

https://commons.wikimedia.org/w/index.php?curid=20989486

3 – Yukarıda verilen bilgilerden de yola çıkarak aşağıdaki mantık silsilesini okuyup düşününüz. Katıldığınız ve katılmadığınız yerleri belirleyiniz. Nedenini söyleyiniz.

Pire dünyada yaşayan bir canlıdır.

Pirenin sindirim sistemi vardır.

Pirenin sindirim sistemi pirenin içindedir.

Pirenin sindirim sistemini tasarlayabilmek için pireyi tasarlamak gerekir.

Pireyi tasarlayabilmek için pirenin içinde yaşadığı ortamı bilmek gerekir.

Pireyi ve pirenin içinde yaşadığı ortamı tasarlayabilmek için yeryüzünü tasarlayabilmek gerekir.

Pirenin içinde yaşadığı ortamı ve yeryüzünü tasarlayabilmek için dünyayı tasarlayabilmek gerekir.

Yeryüzünü ve dünyayı tasarlayabilmek için dünyanın güneş sistemi içinde hangi konumda ve nasıl durması gerektiğini bilmek gerekir.

Dünyanın güneş sistemi içindeki konumunu ve dünyanın bu sistemde nasıl durması gerektiğini bilmek için güneş sistemini bilmek gerekir.

Dolayısıyla dünyayı tasarlayabilmek için güneş sistemini tasarlayabilmek gerekir.

O halde pirenin midesini tasarlayabilmek için güneş sistemini tasarlayabilmek gerekir.

Diğer bir deyişle:
Pirenin midesini düzenleyen kimse, güneş sistemini de o düzenlemiştir.

Orijal deyişiyle:
Pirenin midesini tanzim eden, manzume-i şemsiyeyi de o tanzim etmiştir. 

4 – Yukarıda verilen örnekten ve daha önceki bilgilerinizden yola çıkarak “mantık ve bilim” arasında nasıl bir ilişki olduğunu düşünüyorsunuz?

Düşüncelerinizi aşağıda verilen boş satırlara yazınız ve arkadaşlarınızla paylaşınız.

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………..

……………………………………………………………………………………………………………………………………………………………………


LİSE / ORTAÖĞRETİM











DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLGİSİ 10 – DUA – Etkinlik Örneği 1


ANADOLU İMAM HATİP LİSESİ



FELSEFE 11






LİSE / ORTAÖĞRETİM











Felsefe 11. Sınıf 1. Ünite 1.1. FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI Konu Özeti

Felsefe 11. Sınıf 1. Ünite 1.1. FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI Konu Özeti
Slide
REKLAM

Bu alana reklam verebilirsiniz.

Sitenin teknik – tasarım ve içerik giderleri karşılanacaktır.

Google, Facebook, YoTube vb. reklamlarının sitemizin içeriğiyle uyumlu olmadığını düşünüyoruz.

Bu konuda e-postayla bilgi alabilirsiniz.

dersdunyasi.net@gmail.com
previous arrow
next arrow
Slide
Slide
Slide
Slide
Slide
Slide
previous arrow
next arrow
Shadow

Felsefe Ortaöğretim / Lise 11. Sınıf‘ta FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI konulu bu çalışmada felsefeye giriş, felsefenin kısa tarihi özeti yer alır.

ORTAÖĞRETİM

FELSEFE 11. SINIF

1.1. FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI KONU ÖZETİ

FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI
FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI

ÜNİTE 1: MÖ 6. YÜZYIL-MS 2. YÜZYIL FELSEFESİ

11.1.1. Felsefenin ortaya çıkışını hazırlayan düşünce ortamını açıklar.

a) Sümer, Mezopotamya, Mısır, Çin, Hint ve İran medeniyetlerinde varlık, bilgi ve değer anlayışlarının felsefenin   doğuşundaki etkilerine değinilir.

b) Anadolu’da yaşamış filozofların (Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Anaksagoras, Herakleitos, Epiktetos, Diogenes, Lukianos, Ksenofanes ve Aristoteles) doğduğu ve yaşadığı yer vurgulanarak haklarında kısaca biyografik bilgi verilir.

dersdunyasi.net

ORTAÖĞRETİM

FELSEFE 11. SINIF

1.1. FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI

KONU ÖZETİ

Giriş

  • Felsefe; insanın kendini, toplumu, evreni anlama ve açıklama çabasının sonucudur.
  • İlgilenilen konu ve alanlar bakımından eleştirel ve sistemli düşünme ile düşündüklerini ifade etme sürecidir.
  • Felsefede asıl olan hakikatin aranmasıdır.
  • MÖ 6. yüzyıla doğru Anadolu ve Akdeniz kıyı medeniyetlerinin etkileşimiyle felsefenin ortaya çıktığı kabul edilir.


1.1. FELSEFENİN ORTAYA ÇIKIŞI

  • Felsefenin ortaya çıkmasıyla ilgili görüşler çoğunlukla kabullere dayanır.
  • Bu kabuller, sözlü ve yazılı (tarih, antropoloji, arkeoloji vb.) birçok bilginin yorumlanması sonucunda oluşmuştur.
  • Farklı medeniyetlerin felsefeye temel olabilecek bilim, inanç ve öğretileri sistemleştirilmiştir.


İLK MEDENİYETLERİN FELSEFENİN DOĞUŞUNA ETKİSİ

İnsanın yaşamı; ona verilen yetenekler bakımından gelişmeye, eğitilmeye ve edindiği bilgileri kuşaktan kuşağa aktararak kültür ve medeniyetler oluşturmaya imkân verecek şekilde tasarlanmıştır.

Önce mitos, masal, mistik öğreti ve tecrübeler her medeniyetin belirli bilgi birikimi oluşturmalarını sağlamıştır.

Sümer, Mezopotamya, Mısır, Çin, Hint ve İran

medeniyetlerindeki kozmos ve erdem anlayışları; varlık, bilgi ve değer alanlarına yönelik görüşler felsefenin ortaya çıkışını sağlamıştır.

Antik Yunan’da

felsefi düşünce, sistematik bir hâle gelmiştir.

Mezopotamya ve Mısır

medeniyetlerinin “yazılı” kültüre geçişleri çok önemlidir.

Yazı dilinin oluşması, onun öğretilmesi ve aktarılmasını; yazı materyallerinin (tablet veya parşömenler) üretilmesi ise okulların açılmasını sağlamıştır. Bu durum, aynı zamanda üst düşünce üretimi anlamına da gelmektedir.

Yazılı kültüre Sümer (çivi yazısı) ve Mısır ile (hiyeroglif yazı) geçildiği kabul edilir.

Felsefi düşünce içinde bu kültürler, ilkler olarak görülmektedir.

Sümerler,

çamurdan yaptıkları (kil) tabletler üzerine Gılgamış Destanı’nı yazmıştır.

Bununla beraber Mısır ve Sümer medeniyetleri özellikle matematik, geometri, astronomi gibi alanlarda önemli bilgiler oluşturmuştur.

Bu bilgiler; mitolojik açıklamaların dışına çıkılmasına olanak sağlamış, bu da felsefenin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

Özellikle ilk filozoflar olarak nitelendirilen doğa filozoflarında bu durum belirgin olarak görülmektedir.


Hint

inançlarında insanı kötülüklerden arındırma ve isteklerin üstesinden gelme esastır.

Bunun yolları düzenli bilgi ve akıl yürütme teknikleri değil, sezgi ve kişinin iç deneyleridir.

Bu yaşamda elde ettikleri yeterlilikler ölümden sonraki hayatlarının düzeyini de belirler.

İnsanın isteklerden arınması onu, ulaşılacak en yüce varlığa yani Brahman’a ulaştırır.

Hint inanışlarının temelinde evrenin yaratılışında “su”yun her şeyin kökeni ve canlı kaynağı olduğu fikri de vardır.

Felsefenin ortaya çıkmasındaki ilk neden (arkhe) tartışmaları bu düşüncelerden etkilenmiştir.


İran’da

MÖ 1000-600 yıllarında Zerdüşt, ikili (dualist) bir anlayışı öne sürer:

Ahuramazda, görünen ve görünmeyen evrenlerin Ehrimen ise kötülük ve yalanın yaratıcısıdır.

Zerdüşt inancı, özelikle felsefenin değer tartışmalarında etkili olmuştur.  

Zerdüşt’ün Mani’nin gelişine zemin hazırladığı kabul edilir.

Mani’nin inanç düsturlarında iyilik ve kötülük ilkesinin ikisi de ezelîdir: aydınlık (iyi) ve karanlık (kötü). İkisinin karışımından da dünya oluşmuştur.

Mani inancında Ehrimen’in egemenliğindeki alanı ve insan bedeninde tutuklu olan aydınlığı gün yüzüne çıkarmak vardır.

Egemen güç olan Tanrı Zervan, akıl ve irade gücüyle bunu temsil eder. Mani inancına göre Mani, insanlara kurtuluş yolunu göstermek için dünyaya gelmiş son elçidir.


Çin’deyse Taoculuk (Taoizm) inancında asıl olan bireydir.

Mistik bir bilmeyle gizlere ulaşılmaya çalışılır.

Transa geçilerek, duyusal bilgi dışına çıkılarak evrenin birliği duygusuna varılır.

Lao Tse’nin önderi olduğu bu inanç sisteminde evrenin kendiliğinden ne ise öyle olduğu savunulur.

Var olan her şey yani Tao (evrenin doğru yolu, özü) erdemli hayatın da ilkesidir.

İnsan için en üstün hayat şekli, üstün akılla Tao’yla birleşmektir.

Taoculuk, insanın yaşamının ilkelerini dile getirmesi açısından felsefenin ortaya çıkmasında etkili olmuştur.


MÖ 6. YÜZYIL-MS 2. YÜZYILDA ANADOLU’DA YAŞAMIŞ FİLOZOFLAR

MÖ 6-5. yüzyıl arasında Anadolu’nun batı kıyısında yaşamış bazı filozoflar, doğa hakkındaki açıklamalarıyla öne çıkmıştır.

Bu açıklamaların ortak niteliği mitolojik unsurlar içermeyen doğal gözleme ve incelemelere dayanmasıdır.

Filozoflar; varlığı, doğayı ve evreni yapmış oldukları gözlemler çerçevesinde belli ilkelerle açıklamaya çalışmıştır.

Thales, Anaksimandros, Anaksimenes, Anaksagoras, Ksenofanes ve Herakleitos en çok bilinen filozoflardandır.

Filozofların çalışmaları, sonrası için temel olması ve felsefenin gelişip sistemleşmesine katkısı açısından önemlidir.

O dönem itibarıyla felsefi düşünceye katkısı olmuş birçok düşünür, bu coğrafyada bulunur.

Diogenes, Aristoteles, Epiktetos ve Lukianos bunlar arasında öne çıkanlardır.


Thales

Milet’te (Aydın/Didim) yaşamıştır.

Bazı kaynaklara göre tarihin ilk filozofu ve bilim insanı olarak kabul edilir.

Evrene yönelik açıklamasında maddeye dayalı bir ilke öne sürmüştür.

Felsefe dışında matematik, geometri ve astronomi gibi alanlarda da çalışmaları vardır.

Güneş tutulmasını önceden tahmin ettiği söylenir.

Geometrideki “Thales Teoremi”de onun çalışmasıdır.


Anaksimandros

Thales gibi Milet’te (Aydın/Didim) yaşamıştır ve onun öğrencisi olarak kabul edilmektedir.

Matematik, astronomi, haritacılık ve doğa gibi konularda da çalışmalar yapmıştır.

Güneş saati üzerinden güneşin konumunu belirleyen bir alet geliştirdiği ve yeryüzü haritalarını çizdiği de söylenir.


Anaksimenes

Milet’te (Aydın/Didim) yaşamış filozoflardandır.

Anaksimandros’un öğrencisi olduğu kabul edilir.

Evren sistemi ve varlıkların oluşmasıyla ilgili düşünceleri felsefe tarihinde öne çıkmıştır. Astronomi alanında çalışmalar yapmıştır.

Güneş ve Ay tutulmaları hakkında doğru bilgiler vermiştir.


Anaksagoras

Klazomenai’da (İzmir/Urla) yaşamıştır.

Felsefe tarihinde varlıkların temeline yönelik “nous” kavramıyla öne çıkmıştır.

Bu kavram, maddeleri bir amaca göre düzenleyen ve hareket ettiren ilkeyi işaret eder.


Herakleitos

Ephesos’ta (İzmir/Efes/Selçuk) yaşamıştır. Varlıklar üzerine oluş düşüncesiyle öne çıkmıştır.

Yapıtlarının anlaşılmasının güç olması ve anlatımını özdeyişler şeklinde yapmasından dolayı ona “Karanlık Herakleitos” denmiştir.

Düşünce tarihinde “Aynı ırmağa iki kez giremezsin.” sözünün sahibidir.


Ksenofanes (Kısefones)

Kolophon’da (İzmir/Değirmendere) doğmuştur.

İnsan ve toplumun kültürel yaşantısıyla ilgili düşünceler oluşturmuştur.


Epiktetos

Hierapolis’te (Denizli/Pamukkale) doğmuştur.

Stoa felsefesinin temsilcilerinden olan Epiktetos, ahlak alanındaki düşünceleriyle tanınmıştır.

Bilgelik, irade, özgürlük ve doğaya uyum gibi konularda fikirleriyle öne çıkmıştır.


Diogenes

Sinope’de (Sinop) doğmuştur.

“Kinik” felsefi öğretisini savunan filozoftur.

Rıhtımda bir küfenin içinde yaşayan Diogenes; hayatta malın mülkün önemli olmadığını, insanın doğaya uygun yaşaması gerektiğini ileri sürmüştür.

Kendisini ziyarete gelen Makedonya Kralı Büyük İskender’in “Benden bir isteğin var mı?” sözüne karşılık; “Gölge etme başka ihsan istemez.” sözüyle düşüncelerini açıkça ortaya koymuş bir filozoftur.


Lukianos (Lukiyanos)

Samsat’ta (Adıyaman) doğmuştur.

Özellikle ahlakla ilgili eserler vermiştir.

Güçlü bir retorikçidir (söz ile ikna etme sanatı). Dönemin özellikle de Kiniklerin düşüncelerini ve inanışlarını eleştirmiştir.


Aristoteles

Felsefe tarihinin en önemli filozoflarından olan Aristoteles, yaşamının bir kısmını Assos’ta (Çanakkale/Ayvacık) geçirip burada felsefi çalışmalar yaptığı için Anadolu’da yaşayan filozoflar arasında sayılmıştır.

Mantık, siyaset ve biyoloji gibi birçok bilgi alanında çalışmalarıyla öne çıkan Aristoteles, o dönem itibarıyla bu alanların çoğunda ve etkisi çağlar boyu süren görüşler ortaya koymuştur.

Kendinden önceki felsefeler ve bilimsel çalışmalar hakkında verdiği bilgiler dolayısıyla ilk felsefe tarihçisi olarak da bilinir.

Canlıları sınıflandırmasından dolayı ilk biyolog olarak bilinen Aristoteles, Makedonya Kralı Büyük İskender’in öğretmenliğini de yapmıştır.


Kleanthes

Çanakkale Ayvacık’ta doğmuştur.

Kleanthes, Atina’ya gittikten sonra Zenon’un öğrencisi olmuş, ondan sonra da okulunun başına geçmiştir.

Felsefesinde ruhun ölümsüzlüğünü savunmuştur.


Uygulama


  1. Aşağıdaki metni okuyunuz.
  2. Metinde anlamını bilmediğiniz kelimeler için altta verilen sözlüğe bakınız.
  3. Metnin devamında daha detaylı karşılaştırmalar yapılmaktadır. Altta verilen internet bağlantısını tıklayarak ilgili karşılaştımaların tamamını okuyunuz.
  4. Kendi düşüncelerinizi not ediniz ve arkadaşlarınızla paylaşınız.

İşte, bak: Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr, her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış iki şecere-i azîme hükmünde; biri silsile-i nübüvvet ve diyanet, diğeri silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad etmişse, yani silsile-i felsefe silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişlerse, bütün hayır ve nur silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin etrafına cem olmuştur. 
http://www.erisale.com/#content.tr.1.729

Sözlük

âlem-i insaniyet: insanlık âlemi

zaman-ı Âdem: Hz. Âdem’in yaşadığı dönem

cereyan-ı azîm: büyük fikir ve düşünce akımı 

silsile-i efkâr: fikirler zinciri 

tabaka-i insaniye: insanlık tabakası, grubu

şecere-i azîme: büyük ağaç 

silsile-i nübüvvet ve diyanet: din ve peygamberlik zinciri 

silsile-i felsefe ve hikmet: hikmet ve felsefe zinciri 

silsile: zincir

imtizaç: birleşme, karışma

ittihad: birleşme

itaat etmek: emre uymak

suret: şekil, biçim

saadet: mutluluk

hayat-ı içtimaiye: toplumsal hayat

hayır: iyilik 

nur: aydınlık

şer: kötülük

dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık 

cem olmak: toplanmak


KAYNAK

http://mufredat.meb.gov.tr/ProgramDetay.aspx?PID=338

https://www.eba.gov.tr/arama?q=Felsefe

http://www.erisale.com/#content.tr.1.729

Kimya 9. Sınıf Konu Özeti 1. Ünite: Kimya Bilimi 1. 1. Simyadan Kimyaya

Slide
REKLAM

Bu alana reklam verebilirsiniz.

Sitenin teknik – tasarım ve içerik giderleri karşılanacaktır.

Google, Facebook, YoTube vb. reklamlarının sitemizin içeriğiyle uyumlu olmadığını düşünüyoruz.

Bu konuda e-postayla bilgi alabilirsiniz.

dersdunyasi.net@gmail.com
previous arrow
next arrow
Slide
Slide
Slide
Slide
Slide
Slide
Slide
previous arrow
next arrow
Shadow

Ortaöğretim / Lise 9. Sınıf Kimya 1. ÜNİTE KİMYA BİLİMİ 1. BÖLÜM: SİMYADAN KİMYAYA Konu Özeti

9. SINIF ÜNİTE, KONU, KAZANIM VE AÇIKLAMALARI
9.1. KİMYA BİLİM
İ

Anahtar kavramlar: bileşik, bilim insanı, element, formül, kimya, laboratuvarda güvenlik,
madde, sembol, simya

9.1.1. Simyadan Kimyaya

9.1.1.1. Kimyanın bilim olma sürecini açıklar.

a. Simya ile kimya bilimi arasındaki fark vurgulanır.

b. Kimya biliminin gelişim süreci ele alınırken Mezopotamya, Çin, Hint, Mısır,
Yunan, Orta Asya ve İslâm uygarlıklarının kimya bilimine yaptığı katkılara ilişkin
okuma parçası verilir.

c. Simyadan kimyaya geçiş sürecine katkı sağlayan bilim insanlarından bazılarının
(Empedokles, Democritus, Aristo, Câbir bin Hayyan, Ebubekir er-Razi, Robert Boyle, Antoine Lavoisier) kimya bilimine ilişkin çalışmaları kısaca tanıtılır.

Simyadan kimyaya geçiş sürecine katkı sağlayan bilim insanları
Simyadan kimyaya geçiş sürecine katkı sağlayan bilim insanları

1.1.1. KİMYANIN BİLİM OLMA SÜRECİ

İnsanoğlu içinde bulunduğu evreni sürekli sorgulamış ve araştırmıştır. Bu nedenle birçok bilim dalı gelişmiştir. Kimya da bunlardan birisidir. Kimya ile uğraşan bilim insanları maddelerin temel yapılarını, birleşimlerini, dönüşümlerini, çözümleme, birleşim ve üretim
yöntemlerini incelemektedirler.

Kimyanın bilim olma süreci
Kimyanın bilim olma süreci

Atomların dünyasına girdiğinizde baş döndürücü bir ahenk ve düzen görürsünüz. Acaba
bu ahenk ve düzen nasıl sağlanmıştır?

Nasıl oluyor da bu kadar büyük ve çok renkli evren bir bütün halinde küçücük atomlardan hatta atom altı parçacıklardan oluşturuluyor ve mükemmel bir uyum halinde idare ediliyor?
Simya, kimyanın bilim olmadan önceki hâli olarak da kabul edilir.

Simyacıları, araştırma yapmaya yönelten iki önemli uğraş;
• Değersiz madenleri altına çevirmek,
• Ölümsüzlük iksirini bulmaktır.

Bu uğraşlara simya (alşimi), bu işle uğraşanlara simyacı (alşimist) denir.

Simya,

Sınama yanılmaya dayalı olduğu,

Teorik temelleri olmadığı ve

Sistematik bilgi birikimi sağlamadığı için bilim olarak kabul edilmez.

Simya; astronomi, astroloji, mitoloji, felsefe, tıp, din vb. birçok alandan pratik laboratuvar uygulamalarına kadar olan geniş bir aralığı kapsamaktadır.

Simya; astronomi, astroloji, mitoloji, felsefe, tıp, din vb. birçok alandan pratik laboratuvar uygulamalarına kadar olan geniş bir aralığı kapsamaktadır.
Simya; astronomi, astroloji, mitoloji, felsefe, tıp, din vb. birçok alandan pratik laboratuvar uygulamalarına kadar olan geniş bir aralığı kapsamaktadır.

Simyacılar kimyada kullanılan;

  • fırınlar,
  • damıtma düzenekleri,
  • su banyosu,
  • kroze,
  • el kantarı,
  • su terazisi,
  • imbik gibi araç gereçleri geliştirmişlerdir.
Simyacılar; damıtma, süzme, kristallendirme, mayalama, özütleme, çözme gibi laboratuvar tekniklerini kullanmışlardır
Simyacılar; damıtma, süzme, kristallendirme, mayalama, özütleme, çözme gibi laboratuvar tekniklerini kullanmışlardır

Ayrıca;

  1. Damıtma,
  2. Süzme,
  3. Kristallendirme,
  4. Mayalama,
  5. Özütleme,
  6. Çözme gibi laboratuvar tekniklerini kullanmışlardır.

Simyacıların keşfettikleri maddelerden bazıları;

  1. Mürekkep,
  2. Cam,
  3. Barut,
  4. Seramik,
  5. Alaşım,
  6. Esans olarak bilinen kimyasallar,
  7. Altın,
  8. Gümüş,
  9. Cıva elementleri,
  10. Nitrik asit (kezzap),
  11. Sülfürik asit (zaç yağı) gibi bileşiklerdir.
Mürekkep
Mürekkep
Cam
Cam
Barut
Barut
Seramik
Seramik
Alaşım
Alaşım
Esans olarak bilinen kimyasallar
Esans olarak bilinen kimyasallar
Altın
Altın
Gümüş
Gümüş
Civa elementleri
Civa elementleri
Nitrik asit (kezzap)
Nitrik asit (kezzap)
Sülfürik asit (zaç yağı)
Sülfürik asit (zaç yağı)

Simyacıların sonraki dönemde uğraşları daha çok hastalıkların tedavisi için ilaç hazırlamaya yöneliktir.

Kimyanın bilim olma sürecine birçok simyacı katkı sağlamıştır.

Kimya biliminin doğuşu, MÖ 3000 yıllarına kadar dayanmaktadır.

Evrendeki olayları ve varlıkları sistematik bir biçimde, deneye ve gözleme dayalı yöntemler kullanarak inceleyen kişiye bilim insanı denir.

Simyacıların kimyaya en önemli katkısı, yanma olayının açıklanmasında görülür. Yanma
olayını açıklamak için bilimsel kuramlar birbiriyle ilişkilendirilmeye çalışılarak neden sonuç ilişkileri üzerinde durulmuştur.

Başta Lavoisier (Lavoizi) olmak üzere birçok bilim insanı yanma olayı, hava ve gazlarla
ilgili sistemli çalışmış, deneyler yapmışlardır.

Özellikle 18. yüzyılın sonlarına doğru;

  • Deneylerin sistematik bir şekilde yapılması,
  • Terazinin yaygın olarak kullanılması,
  • Deneyde kullanılan maddeler arasında nicel ilişkilerin kurulması,
  • Teorilerin doğrudan deney sonuçları ile ilişkilendirilerek test edilmesi modern kimyanın başlangıcı olarak düşünülebilir.

Kimya biliminin gelişim sürecine;

  • Mezopotamya,
  • Çin,
  • Hint,
  • Yunan,
  • Orta Asya ve
  • İslam uygarlıklarının yaptığı katkılar unutulmamalıdır.

KİMYA BİLİMİNE KATKI SAĞLAYAN BİLİM İNSANLARI

Empedokles

Yunan filozofu Empedokles (Empedokıls) MÖ 490’larda doğmuş ve bütün nesnelerin;

  1. Su,
  2. Hava,
  3. Toprak ve
  4. Ateş olmak üzere dört temel maddeden oluştuğunu ileri
    sürmüştür.

Sevgi ve nefret gibi kavramları madde ile özdeşleştirerek maddenin itme ve çekme kuvvetleri sayesinde bir arada bulunduğuna inanmıştır.

Empedokles (Empedokıls)
Empedokles (Empedokıls)

Bu inancını “Doğa Üzerine” adlı eserinde;

‘‘Gâh sevgiyle toplanır, bir olur bütün şeyler,
Gâh da ayrılırlar yine tek tek nefretin kiniyle” şeklinde dile getirmiştir.

Empedokles, deneye dayalı bazı araştırmalar da yapmıştır. Su saati kullanarak havanın maddi varlığa sahip olduğunu gözlemlemiş aynı zamanda ışık ve görme olayını açıklamaya çalışmıştır.

Democritus

Democritus (Demokritos) MÖ 460’larda doğmuştur. Atom fikrini ortaya atan ilk simyacıdır. Democritus her şeyin atomlardan ve boşluktan oluştuğunu öne sürmüştür.

Maddelerin bölünemeyen en küçük parçacığına Yunanca bölünemeyen anlamına gelen atomos (atom) adını vermiştir.

Democritus (Demokritos)
Democritus (Demokritos)

Democritus maddelerin birbirinden farklı olmasının nedenini,

  • Atomların şekillerinin farklı olması veya
  • Aynı şekildeki atomlardan oluşmuş olsalar bile bu atomların düzenlenmelerinin farklı olmasına bağlamıştır.

Aristo (Aristoteles)

Aristo (Görsel 1.1.10) MÖ 384’te doğmuştur. Fizik, kimya, astronomi, mantık, siyaset ve biyoloji alanlarında çalışmalar yapmış Yunan filozoftur.

Aristo (Aristoteles)
Aristo (Aristoteles)

Aristo’ya göre evren dört temel elementten oluşur.

Bu elementler;

  1. Toprak,
  2. Ateş,
  3. Hava ve
  4. Sudur.


Aristo bu elementlerin farklı oranda birleşmeleriyle farklı özellikte maddelerin meydana geldiğini ileri sürer.

Bu elementlerin sıcak, soğuk, kuru ve ıslak olmak üzere dört özelliği vardır. Soğuk ve ıslak suyu (sıvı), soğuk ve kuru toprağı (katı), ıslak ve sıcak havayı (gaz), kuru ve sıcak ateşi (yanıcı) oluşturur.

Câbir bin Hayyan

Câbir bin Hayyan; fizik, kimya, eczacılık, astronomi, mühendislik gibi alanlarda çalışmalar yapmıştır.

Câbir bin Hayyan
Câbir bin Hayyan

İslam dünyasında kimya biliminin temelini atan Câbir bin Hayyan atomun parçalanabileceğine olan inancını şu şekilde dile getirmiştir:

‘Maddenin en küçük parçası olan atomda yoğun bir enerji vardır. Yunan bilginlerinin söylediği gibi bunun parçalanamayacağı söylenemez. Atom da parçalanabilir.’’

Sitrik asit, asetik asit, tartarik asit, arsenik tozunu keşfettiği düşünülen Câbir bin Hayyan nitrik asit, hidrojen klorür, sülfürik asit, kral suyunu elde etmiştir.

Câbir bin Hayyan damıtmada kullanılan imbiği geliştirmiş “baz” kavramıyla kimyanın
gelişmesine katkıda bulunmuştur.

Ebû Bekir er-Râzî

Ebû Bekir er-Râzî İranlı hekim, bilim insanı ve filozoftur. Kroze, fırın gibi laboratuvar araç gereçlerini geliştirmiştir.

Ebû Bekir er-Râzî
Ebû Bekir er-Râzî

Kostik sodayı, gliserini keşfetmiş, alkolü antiseptik olarak tıpta kullanmış, karıncalardan damıtma yolu ile formik asidi elde etmiştir.

Ebû Bekir er-Râzî simyada kullanılan maddeleri;

  • Bedenler (metaller),
  • Ruhlar (kükürt, arsenik, cıva, nişadır),
  • Taşlar (pirit, mağnezya),
  • Vitrioller (metal sülfatları),
  • Borakslar (boraks, soda),
  • Tuzlar (kaya tuzu, potasa, güherçile) olarak sınıflandırmıştır.

Maddenin atomlar ve boşluktan oluştuğu görüşüne dayanarak uzayda atomlar ne kadar sıkışık kümelenirlerse oluşturdukları maddenin de o kadar yoğun olacağını hava, su ve toprak örnekleriyle ortaya koymuştur.

Robert Boyle

Robert Boyle’un (Rabırt Boyl) kimya ve fizik alanında birçok eseri bulunmaktadır. Bu eserlerinin en ünlüsü “Kuşkucu Kimyager” adlı kitabıdır.

Boyle; havanın fiziksel özellikleri ile ilgilenmiş, havanın sıkıştılabilir bir nesne olduğunu ve yanma olayındaki rolünü belirtmiştir.

Robert Boyle (Rabırt Boyl)
Robert Boyle (Rabırt Boyl)

Boyle ve Hooke, vakum pompası geliştirmiş bu vakum pompasını kullanarak bir gazın hacmi ve basıncı arasındaki ilişkinin belirlenmesine katkıda bulunmuştur. Bu ilişki Boyle Yasası olarak bilinir.

Boyle elementi, kendinden daha basit maddelere ayrılamayan saf madde olarak tanımlamıştır.

İlk kez kimyasal bileşiklerle karışımlar arasında ayrım yapmış; kimyasal birleşmede maddenin özelliklerinin tamamıyla değiştiğini, karışımlarda ise böyle değişimlerin
olmadığını söylemiştir.

Antoine Lavoisier

Modern kimyanın öncüsü olan Antoine Lavoisier (Antuon Lövaziye) 18. yüzyılda yaşayan Fransız bilim insanıdır.

Antoine Lavoisier (Antuon Lövaziye)
Antoine Lavoisier (Antuon Lövaziye)

Antoine Lavoisier yaptığı deneyde, bir miktar kalay metalini içi hava dolu bir cam balona koyup ağzını kapatarak tartmıştır. Cam balonun ağzını açmadan ısıttığında balonda beyaz bir toz oluştuğunu gözlemlemiştir.

Bu cam balonu tekrar tarttığında başlangıçtaki ağırlığın değişmediğini görmüştür.

Deneylerinde teraziyi kullanarak Kütlenin Korunumu Kanunu’nu bulmuştur.

Lavoisier, oksijenin havada bulunan ve yanmaya neden olan bir gaz olduğunu ve yanan
madde ile birleşerek oksitleri oluşturduğunu bulmuştur.

ÖNEMLİ NOT:

Burada bir noktanın altını çizmekte fayda vardır: Bilim insanları doğaya konan bir kanunu veya elementi kendileri yapmıyor.

Tam tersi doğaya konan bu kanunları, elementleri, bileşenleri vs. keşfediyor.

Yani olan bir şeyi ortaya çıkarıyor diğer insanların bilmeleri ve anlamalarını sağlıyor.

Zaman zaman da buldukları bu kanunlara kendi adlarını takıyorlar veya başkaları o kanunu bulanın adıyla anıyorlar. “Boyle Yasası”nda olduğu gibi.

Aslında doğaya bu kanunları kim koymuştur?

Hangi amaçla, hangi hikmete binaen öyle yapmıştır?

Bunu yaparken hangi maddeleri kullanmıştır?

İşte bilim insanlarının peşinden koştuğu ve bulmaya çalıştığı hakikatler bunlardır.

Bunların cevabını verebildiğimiz zaman hakikati de bulabiliriz.


LİSE / ORTAÖĞRETİM