Eğitim ve Öğretime, Bilgi ve Bilime Farklı Bir Bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ Yerine MÂNÂ-YI HARFİ İle Bakış. Kâr Amacı Gütmeyen Ücretsiz Açık Kaynak Bir Eğitim Sitesi. A Different Perspective on Education and Teaching, Knowledge and Science; Glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. A Free Non-Profit Open Source Education Site.
Cumartesi Derslerinde bu hafta Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyat’ından Sözler isimli eserinen On Üçüncü Söz’de yer alan kısa bir mektup ele alınmaktadır. Hapis musibetinin sıkıntılarından ve dünyevî çok zararlarından ve boşu boşuna gam ve hüzünle giden hayatınızı faidesizlikten, bâd-ı heva zayi olmasından ve dünyanızın ağlaması gibi âhiretinizi ağlamaktan kurtarıp tam bir teselli vermek ve KARDEŞ OLMAK konusu ele alınmaktadır.
Benim kat’î kanaatim gelmiş ki, buraya girmemizin inâyet-i İlâhiye cihetinde bir ehemmiyetli sebebi sizsiniz. Yani, Nurlar tesellileriyle ve imanın hakikatleriyle sizi bu hapis musibetinin sıkıntılarından ve dünyevî çok zararlarından ve boşu boşuna gam ve hüzünle giden hayatınızı faidesizlikten, bâd-ı heva zayi olmasından ve dünyanızın ağlaması gibi âhiretinizi ağlamaktan kurtarıp tam bir teselli size vermektir.
Madem hakikat budur. Elbette siz dahi, Denizli mahpusları ve Nur talebeleri gibi, birbirinize kardeş olmanız lâzımdır. Görüyorsunuz ki, bir bıçak içinize girmemek ve birbirinize tecavüz etmemek için, dışarıdan gelen bütün eşyanız ve yemek ve ekmeğinizi ve çorbanızı karıştırıyorlar. Size sadakatle hizmet eden gardiyanlar çok zahmet çekiyorlar. Hem siz beraber teneffüse çıkmıyorsunuz. Güya canavar ve vahşî gibi birbirinize saldıracaksınız.
İşte, şimdi sizin gibi fıtrî kahramanlık damarını taşıyan yeni arkadaşlar, bu zamanda mânevî büyük bir kahramanlıkla heyete deyiniz ki: “Değil elimize bıçak, belki mavzer ve revolver de verilse, hem emir de verilse, biz bu biçare ve bizim gibi musibetzede arkadaşlarımıza dokunmayacağız. Eskiden yüz düşmanlık ve adavetimiz dahi olsa da, onları helâl edip hatırlarını kırmamaya çalışacağımıza, Kur’ân’ın ve imanın ve uhuvvet-i İslâmiyenin ve maslahatımızın emriyle ve irşadıyla karar verdik” diyerek bu hapsi bir mübarek dershaneye çeviriniz.
Dipnot-1
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
Dipnot-2
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
adavet: düşmanlık âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r) aziz: çok değerli, izzetli (bk. a-z-z) bâd-ı heva: boşu boşuna, faydasız biçare: çaresiz, zavallı cihet: yön Denizli: (bk. bilgiler) eşedd-i istibdat: baskının en şiddetlisi eşedd-i zulüm: zulmün en şiddetlisi (bk. ẓ-l-m) fitrî: yaratılıştan gelen (bk. f-ṭ-r) galip: yenen, üstün gelen gam: sıkıntı, üzüntü
güya: sanki hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ihtar: hatırlatma inâyet-i İlâhiye: Allah’ın yardımı, lütfu (bk. a-n-y; e-l-h) irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d) kat’î: kesin Leyle-i Kadir: Kadir gecesi mağlup: yenilen mahpus: hapsedilmiş olan maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ) mavzer: bir cins tüfek mesele-i mühimme: önemli mesele (bk. m-s̱-l) meyusiyet: ümitsizlik
mübarek: bereketli, uğurlu (bk. b-r-k) musibetzede: felakete uğramış nev-i beşer: insanlık, insan türü revolver: tabanca, küçük silah sadakat: bağlılık (bk. ṣ-d-ḳ) son Harb-i Umumî: İkinci Dünya Savaşı tahribat: yıkımlar, bozmalar tecavüz: saldırma, sataşma uhuvvet-i İslâmiye: İslâm kardeşliği (bk. s-l-m) zayi: kayıp zeyl: ilâve, ek
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Üçüncü Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta: “Hem dünya azabından, hem âhiret azabından kurtaracak bir hakikat: BARIŞMAK” konusu işleniyor. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Üçüncü Söz’de barışmak ile ilgili bir mektup ele alınmaktadır.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Hem dünya azabından, hem âhiret azabından kurtaracak bir hakikat: BARIŞMAK – Cumartesi Dersleri 13. 6.
Size hem dünya azabından, hem âhiret azabından kurtaracak bir hakikati beyan etmek, kalbime ihtar edildi. O da şudur:
Meselâ, birisi, birinin kardeşini veya bir akrabasını öldürmüş. Bir dakika
Dipnot-1
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
Dipnot-2
“Hiçbir şey yoktur ki Allah’ı hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
Dipnot-3
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.
âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r) beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n) biçare: çaresiz dahilde: içeride defter-i hasenat: sevap ve iyiliklerin yazıldığı mânevî defter (bk. ḥ-s-n) gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hariçte: dışarıda hususan: özellikle
ihtar: hatırlatma inâyet-i İlâhiye: Allah’ın yardımı (bk. a-n-y; e-l-h) kâfi: yeterli lillâh: Allah için mâdum: yok, ölü mahpus: hapsedilmiş olan mahrumiyet: yoksunluk medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane meyusiyet: ümitsizlik
mezkûr: sözü geçen minnet: başa kakma musibetzede: felâkete uğrayan nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) sadaka-i mâneviye: belaları def edecek mânevî sadaka (bk. a-n-y) sadakat: bağlılık, sebat (bk. ṣ-d-ḳ) şefkatkârâne: şefkatli bir şekilde (bk. ş-f-ḳ) şekva: şikayet zarfında: içinde ziyadeleşmek: fazlalaşmak
intikam lezzetiyle bir katl, milyonlar dakika hem kalbî sıkıntı, hem hapis azabını çektirir. Ve maktulün akrabası dahi intikam endişesiyle ve karşısında düşmanını düşünmesiyle, hayatının lezzetini ve ömrünün zevkini kaçırır. Hem korku, hem hiddet azabını çekiyor. Bunun tek bir çaresi var. O da, Kur’ân’ın emrettiği ve hak ve hakikat ve maslahat ve insaniyet ve İslâmiyet iktiza ve teşvik ettikleri olan barışmak ve musalâha etmektir.1
Evet, hakikat ve maslahat sulhtur. Çünkü ecel birdir, değişmez.2 O maktul, herhalde ecel geldiğinden daha ziyade kalmayacaktı. O kàtil ise, o kaza-i İlâhiyeye vasıta olmuş.
Eğer barışmak olmazsa, iki taraf da daima korku ve intikam azabını çekerler. Onun içindir ki, “üç günden fazla bir mü’min diğer bir mü’mine küsmemek”3 İslâmiyet emrediyor.
Eğer o katl bir adavetten ve bir kinli garazdan gelmemişse ve bir münafık o fitneye vesile olmuşsa, çabuk barışmak elzemdir. Yoksa, o cüz’î musibet büyük olur, devam eder.
Eğer barışsalar ve öldüren tevbe etse ve maktule her vakit dua etse, o halde her iki taraf çok kazanırlar ve kardeş gibi olurlar. Bir gitmiş kardeşe bedel, birkaç dindar kardeşleri kazanır, kaza ve kader-i İlâhîye teslim olup düşmanını affeder. Ve bilhassa madem Risale-i Nur dersini dinlemişler; elbette mabeynlerinde bulunan bütün küsmekleri bırakmaya hem maslahat ve istirahat-i şahsiye ve umumiye, hem Nur dairesindeki uhuvvet iktiza ediyor. Nasıl ki Denizli hapsinde birbirine düşman bütün mahpuslar, Nurlar dersiyle birbirlerine kardeş oldular. Ve bizim beraatimize bir sebep olup, hattâ dinsizlere, serserilere de o mahpuslar hakkında “Maşaallah, bârekâllah” dedirttiler ve o mahpuslar tam teneffüs ettiler.
Ben burada gördüm ki, birtek adamın yüzünden yüz adam sıkıntı çekip beraber teneffüse çıkmıyorlar. Onlara zulüm olur. Mert ve vicdanlı bir mü’min, küçük ve cüz’î bir hata veya menfaatle yüzer zararı ehl-i imana vermez. Eğer hata etse, verse, çabuk tevbe etmek lâzımdır.
Dipnot-1
bk. Nisâ Sûresi, 4:128; Hucurât Sûresi, 49:9.
Dipnot-2
bk. Nahl Sûresi, 16:61; Münâfikûn Sûresi, 63:11.
Dipnot-3
bk. Müslim, Birr: 25.
adavet: düşmanlık bârekâllah: Allah hayırlı ve bereketli kılsın (bk. b-r-k) bedel: karşılık bilhassa: özellikle cüz’î: küçük (bk. c-z-e) Denizli: (bk. bilgiler) ecel: ölüm vakti ehl-i iman: iman edenler, mü’minler (bk. e-m-n) elzem: çok gerekli fitne: bozgunculuk, ara bozma garaz: kötü kasıt hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) iktiza: gerektirme istirahat-i şahsiye ve umumiye: şahsın ve toplumun rahatı
kader-i İlâhî: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r; e-l-h) kàtil: öldüren katl: öldürme kazâ: olacağı Allah tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y) kaza-i İlâhiye: Allah’ın emrinin, takdirinin yerine gelmesi (bk. ḳ-ḍ-y; e-l-h) mabeyn: ara mahpus: hapsedilmiş olan
maktul: öldürülen maşaallah: Allah ne güzel dilemiş ve yapmış maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ) münafık: iki yüzlü, olduğundan farklı görünen musalâha etmek: barışmak (bk. ṣ-l-ḥ) sulh: barış (bk. ṣ-l-ḥ) teneffüs: nefes alma, rahatlama tevbe etmek: pişmanlık duyup bağışlanma dilemek uhuvvet: kardeşlik ziyade: fazla, çok
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Üçüncü Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Cumartesi Derslerinde bu hafta Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Üçüncü Sözün İkinci Makamı “Hapis musibetine düşenlere ve onlara nezaret ve yardım edenlere kuvvetli bir teselli” konulu mektup işlenmektedir.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Cumartesi Dersleri 13. 5.
On Üçüncü Söz İkinci Makam
Hapis musibetine düşenlere ve onlara nezaret ve yardım edenlere kuvvetli bir teselli
Hapis musibetine düşenlere ve onlara merhametkârâne, sadakatle, hariçten gelen erzaklarına nezaret ve yardım edenlere kuvvetli bir teselliyi Üç Noktada beyan edeceğim.
Birinci nokta:
Hapiste geçen ömür günleri, herbir gün on gün kadar bir ibadet kazandırabilir. Ve fâni saatleri, meyveleri cihetiyle mânen bâki saatlere çevirebilir. Ve beş on sene ceza ile, milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmaya vesile olabilir.
İşte, ehl-i iman için bu pek büyük ve çok kıymettar kazanç şartı, farz namazını kılmak ve hapse sebebiyet veren günahlardan tevbe etmek ve sabır içinde şükretmektir. Zaten hapis çok günahlara mânidir, meydan vermiyor.
İkinci nokta:
Zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir. Evet, herkes geçmiş lezzetli, safalı günlerini düşünse, teessüf ve tahassür elem-i mânevîsini hissedip “Eyvah” der. Ve geçmiş musibetli, elemli günlerini tahattur etse, zevâlinden bir mânevî lezzet hisseder ki, “Elhamdülillâh, şükür, o belâ sevabını bıraktı, gitti” der, ferahla teneffüs eder. Demek bir saat muvakkat elem, ruhta bir mânevî lezzet bırakır ve lezzetli saat, bilâkis, elem bırakır.
Madem hakikat budur. Ve madem geçmiş musibet saatleri, elemleriyle beraber mâdum ve yok olmuş; ve gelecek belâ günleri, şimdi mâdum ve yoktur. Ve yoktan elem yok ve mâdumdan elem gelmez. Meselâ, birkaç gün sonra aç ve susuz olmak ihtimalinden, bugün o niyetle mütemadiyen ekmek yese ve su içse, ne derece divaneliktir. Aynen öyle de, geçmiş ve gelecek elemli saatleri—ki hiç
Dipnot-2
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
Dipnot-3
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
aziz: çok değerli, izzetli (bk. a-z-z) bâki: ölümsüz, devamlı, kalıcı (bk. b-ḳ-y) beyan: açıklama (bk. b-y-n) bilâkis: aksine, tersine cihet: yön divanelik: delilik, akılsızlık ehl-i iman: iman edenler, mü’minler (bk. e-m-n) elem: acı, keder, sıkıntı elem-i mânevî: mânevî elem, acı (bk. a-n-y) elhamdü lillâh: “ezelden ebede her türlü hamd ve övgü, şükür ve minnet Allah’a mahsustur” (bk. ḥ-m-d; e-l-h)
erzak: rızıklar, yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ) fâni: ölümlü, gelip geçici (bk. f-n-y) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haps-i ebedî: sonsuz bir hapis (bk. e-b-d) hariçten: dışarıdan istifade etmek: faydalanmak, yararlanmak kıymettar: kıymetli, değerli mâdum: yok mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y) merhametkârâne: merhametli bir şekilde (bk. r-ḥ-m) musibet: belâ, felaket, dert mütemadiyen: sürekli olarak
muvakkat: geçici nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r) sadakat: bağlılık, sebat (bk. ṣ-d-ḳ) safa: zevk, keyif şerâit: şartlar sıddık: çok doğru (bk. ṣ-d-ḳ) tahassür: özlem, hasret çekme tahattur: hatırlama teessüf: eseflenme, üzülme teneffüs: nefes alma, nefeslenme zevâl: geçip gitme (bk. z-v-l) zevâl-i elem: acı ve kederin sona ermesi (bk. z-v-l) zevâl-i lezzet: lezzetin sona ermesi (bk. z-v-l)
ve mâdum ve yok olmuşlar—şimdi düşünüp sabırsızlık göstermek ve kusurlu nefsini bırakıp Allah’tan şekvâ etmek gibi “Of, of” etmek divaneliktir. Eğer sağa sola, yani geçmiş ve geleceklere sabır kuvvetini dağıtmazsa ve hazır saate ve güne karşı tutsa, tam kâfi gelir; sıkıntı ondan bire iner. Hattâ, şekvâ olmasın, ben bu üçüncü medrese-i Yusufiyede, birkaç gün zarfında, hiç ömrümde görmediğim maddî ve mânevî sıkıntılı, hastalıklı musibetimde, hususan Nurun hizmetinden mahrumiyetimden gelen meyusiyet ve kalbî ve ruhî sıkıntılar beni ezdiği sırada, inâyet-i İlâhiye bu mezkûr hakikati gösterdi. Ben de sıkıntılı hastalığımdan ve hapsimden razı oldum. “Çünkü benim gibi kabir kapısında bir biçareye, gafletle geçebilir bir saatini on adet ibadet saatleri yapmak büyük kârdır” diye şükreyledim.
Üçüncü nokta:
Mahpuslara şefkatkârâne hizmetle yardım etmek ve muhtaç oldukları rızıklarını ellerine vermek ve mânevî yaralarına tesellilerle merhem sürmekte az bir amel ile büyük bir kazanç var. Ve dışarıdan gelen yemeklerini onlara vermek, aynı o yemek kadar o gardiyan ve gardiyanla beraber dahilde ve hariçte çalışanların, bir sadaka hükmünde, defter-i hasenatına yazılır. Hususan musibetzede, ihtiyar veya hasta veya fakir veya garip olsa, o sadaka-i mâneviyenin sevabı çok ziyadeleşir.
İşte bu kıymetli kazancın şartı, farz namazını kılmaktır. Ta ki, o hizmeti lillâh için olsun. Hem bir şartı da, sadakat ve şefkat ve sevinçle ve minnet etmemek tarzda yardımlarına koşmaktır.
âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r) beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n) biçare: çaresiz dahilde: içeride defter-i hasenat: sevap ve iyiliklerin yazıldığı mânevî defter (bk. ḥ-s-n) gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hariçte: dışarıda hususan: özellikle
ihtar: hatırlatma inâyet-i İlâhiye: Allah’ın yardımı (bk. a-n-y; e-l-h) kâfi: yeterli lillâh: Allah için mâdum: yok, ölü mahpus: hapsedilmiş olan mahrumiyet: yoksunluk medrese-i Yusufiye: Hz. Yusuf’un (a.s.) hapiste kalmasına benzetilerek, iman ve Kur’ân hizmetinden dolayı tutuklananların hapsedildiği yer mânâsında hapishane meyusiyet: ümitsizlik
mezkûr: sözü geçen minnet: başa kakma musibetzede: felâkete uğrayan nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s) sadaka-i mâneviye: belaları def edecek mânevî sadaka (bk. a-n-y) sadakat: bağlılık, sebat (bk. ṣ-d-ḳ) şefkatkârâne: şefkatli bir şekilde (bk. ş-f-ḳ) şekva: şikayet zarfında: içinde ziyadeleşmek: fazlalaşmak
KAYNAK
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Üçüncü Söz, İkinci Makam, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta hapis, mahpus ve gençlik ile ilgili Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden “Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir” bölümü işlenmektedir.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Risale-i Nur mizanlarından On Üçüncü Sözün İkinci Makamının haşiyesidir
بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ 3
Risale-i Nur’daki hakikî teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar. Hususan gençlik darbesini yiyip taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyaçları var.
Evet, gençlik damarı, akıldan ziyade hissiyatı dinler. His ve heves ise kördür, âkıbeti görmez. Bir dirhem hazır lezzeti, ileride bir batman lezzete tercih eder. Bir dakika intikam lezzeti ile katleder, seksen bin saat hapis elemlerini çeker.
Şer’î bir kaidedir. “Zarara kendi rızasıyla girene merhamet edilmez.”
Dipnot-3
Her türlü noksan sıfatlardan yüce olan Allah’ın adıyla.
âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r) âkıbet: netice, son âlem-i berzah: kabir âlemi, dünya ile âhiret arası âlem (bk. a-l-m) âmin: “Allahım kabul eyle” (bk. e-m-n) bâd-ı heva: boşu boşuna, faydasız batman: yaklaşık sekiz kg. ağırlığında bir ağırlık ölçüsü bedbaht: talihsiz berzah: kabir âlemi cazibedar: cazibeli, çekici dirhem: yaklaşık üç grama denk olan bir ağırlık ölçüsü ehl-i hakikat: hak ve doğru yolda olan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ehl-i keşfü’l-kubur: mânen kabirdeki ölülerin hallerini anlayanlar (bk. k-ş-f)
ekser: daha çok (bk. k-s̱-r) ekseriyet-i mutlaka: kesin çoğunluk (bk. k-s̱-r; ṭ-l-ḳ) ekseriyetle: çoğunlukla (bk. k-s̱-r) elem: acı, keder, sıkıntı esef: üzüntü, acı fitne: ahlâkta ve toplum düzeninde azgınlık ve bozgunculuk; baştan çıkarma gam: üzüntü gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a) hakiki: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) harekât: hareketler, davranışlar haşiye: dipnot, açıklayıcı not hissiyat: hisler, duygular hususan: özellikle katletmek: öldürmek keder: sıkıntı
mahpus: hapsedilmiş olan mizan: ölçü (bk. v-z-n) muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) müşahedât: gözlemler (bk. ş-h-d) müstehak: layık (bk. ḥ-ḳ-ḳ) mütemadiyen: sürekli nev-i insan: insanlık, insan türü saika: sevk sakar: yedi Cehennemden birinin ismi şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) suiistimalât: kötü kullanımlar tasdik: onay, doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ) teessüf: üzüntü, acı, hayıflanma teşkil eden: oluşturan ziyade: çok, fazla
Ve bir saat sefahet keyfiyle, bir namus meselesinde binler gün, hem hapsin, hem düşmanın endişesinden sıkıntılarla ömrünün saadeti mahvolur.
Bunlara kıyasen, biçare gençlerin çok vartaları var ki, en tatlı hayatını en acı ve acınacak bir hayata çeviriyorlar. Ve bilhassa şimalde koca bir devlet, gençlik hevesatını elde ederek, bu asrı fırtınalarıyla sarsıyor. Çünkü akıbeti görmeyen kör hissiyatla hareket eden gençlere, ehl-i namusun güzel kızlarını ve karılarını ibâha eder. Belki hamamlarında erkek kadın beraber çıplak olarak girmelerine izin vermeleri cihetinde bu fuhşiyatı teşvik eder. Hem serseri ve fakir olanlara zenginlerin mallarını helâl eder ki, bütün beşer bu musibete karşı titriyor.
İşte bu asırda İslâm ve Türk gençleri kahramanâne davranıp, iki cihetten hücum eden bu tehlikeye karşı, Risale-i Nur’un Meyve ve Gençlik Rehberi gibi keskin kılıçlarıyla mukabele etmeleri elzemdir. Yoksa, o biçare genç, hem dünya istikbalini, hem mes’ut hayatını, hem âhiretteki saadetini ve hayat-ı bâkiyesini azaplara, elemlere çevirip mahveder ve suiistimal ve sefahetle hastahanelere ve hissiyatın taşkınlıklarıyla hapishanelere düşer. Eyvahlar, eseflerle ihtiyarlığında çok ağlayacak. Eğer terbiye-i Kur’âniye ve Nurun hakikatleriyle kendini muhafaza eylese, tam bir kahraman genç ve mükemmel bir insan ve mes’ut bir Müslüman ve sair zîhayatlara, hayvanlara bir nevi sultan olur.
Evet, bir genç, hapiste yirmi dört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarf etse ve, ekser günahlardan hapis mâni olduğu gibi, o musibete sebebiyet veren hatadan dahi tevbe edip sair zararlı, elemli günahlardan çekilse, hem hayatına, hem istikbaline, hem vatanına, hem milletine, hem akrabasına büyük bir faidesi olması gibi, o on, on beş senelik fâni gençlikle ebedî parlak bir gençliği kazanacağını, başta Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, bütün kütüb ve suhuf-u semaviye kat’î haber verip müjde ediyorlar.
Evet, o şirin, güzel gençlik nimetine istikametle, taatle şükretse, hem ziyadeleşir, hem bâkileşir, hem lezzetlenir. Yoksa hem belâlı olur, hem elemli, gamlı, kâbuslu olur, gider. Hem akrabasına, hem vatanına, hem milletine muzır bir serseri hükmüne geçirmeye sebebiyet verir.
âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r) bâkileşmek: devamlı ve kalıcı hale gelmek (bk. b-ḳ-y) beşer: insanlık biçare: çaresiz cihet: yön ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d) ehl-i namus: namus sahibi ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) elem: acı, sıkıntı elzem: çok gerekli esef: üzüntü, acı fâni: gelip geçici, yok olucu (bk. f-n-y) fuhşiyat: çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan işler gam: üzüntü hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hayat-ı bâkiye: kalıcı ve devamlı âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y)
hevesat: hevesler, arzu ve istekler hissiyat: hisler, duygular ibâha: serbest bırakma, helâl gösterme istikamet: doğruluk istikbal: gelecek kahramanâne: kahramanca kat’î: kesin Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) kütüb ve suhuf-u semaviye: Allah tarafından bazı peygamberlere gönderilen kitaplar ve sahifeler (bk. k-t-b; s-m-v) mahvetmek: yok etmek mâni: engel mes’ut: mutlu muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
mukabele etmek: karşılık vermek musibet: belâ, felaket, sıkıntı muzır: zararlı nevi: çeşit, tür saadet: mutluluk sair: diğer sarf etmek: harcamak sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük; beyinsizlik şimal: kuzey suiistimal: kötü kullanım taat: Allah’ın emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma terbiye-i Kur’âniye: Kur’ân’ın terbiyesi (bk. r-b-b) varta: tehlike zîhayat: canlı, hayat sahibi (bk. ḥ-y-y) ziyadeleşmek: fazlalaşmak
Eğer mahpus zulmen mahkûm olmuşsa, farz namazını kılmak şartıyla, herbir saati bir gün ibadet olduğu gibi, o hapis onun hakkında bir çilehane-i uzlet olup, eski zamanda mağaralara girerek ibadet eden münzevî salihlerden sayılabilirler.
Eğer fakir ve ihtiyar ve hasta ve iman hakikatlerine müştak ise, farzını yapmak ve tevbe etmek şartıyla, herbir saatleri yirmişer saat ibadet olup, hapis ona bir istirahathane ve merhametkârâne ona bakan dostlar için bir muhabbethane, bir terbiyehane, bir dershane hükmüne geçer. O hapiste durmakla, hariçteki müşevveş, her taraftaki günahların hücumuna maruz serbestiyetten daha ziyade hoşlanabilir. Hapisten tam terbiye alır. Çıktığı zaman, bir kàtil, bir müntakim olarak değil, belki tevbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çıkar. Hattâ Denizli hapsindeki zatların az zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarını gören bazı alâkadar zatlar demişler ki: “Terbiye için on beş sene hapse atmaktansa, on beş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.”
Madem ölüm ölmüyor. Ve ecel gizlidir, her vakit gelebilir. Ve madem kabir kapanmıyor; kafile kafile arkasında gelenler oraya girip kayboluyorlar. Ve madem ölüm, ehl-i iman hakkında idam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiği, hakikat-i Kur’âniye ile gösterilmiş; ve ehl-i dalâlet ve sefahet hakkında, gözle göründüğü gibi, bir idam-ı ebedîdir, bütün mahbubâtından ve mevcudattan bir firâk-ı lâyezâlîdir. Elbette ve elbette, hiç şüphe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki, sabır içinde şükretmek ve hapis müddetinden tam istifade ederek Nurların dersini alarak istikamet dairesinde imanına ve Kur’ân’a hizmete çalışmaktır.
Ey zevk ve lezzete müptelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynelyakîn bildim ki, hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.
Ey hapis musibetine düşen biçareler! Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı. Çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün,
âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r )aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n) bahtiyar: talihli biçare: çaresiz çilehane-i uzlet: yalnız başına ve çile içinde ibadet edilen yer Denizli: (bk. bilgiler) ecel: ölüm vakti ehl-i dalâlet ve sefahet: doğru ve hak yoldan sapan, inançsız kimseler ve zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar (bk. ḍ-l-l) ehl-i iman: iman edenler, mü’minler (bk. e-m-n) elem: acı, sıkıntı farz: Allah’ın kesin emirleri fevkalâde: olağanüstü firâk-ı lâyezâlî: sonu olmayan ayrılık (bk. f-r-ḳ; z-v-l) hakikat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hariçteki: dışarıdaki hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y) hüccet: delil hüsn-ü ahlâk: güzel ahlâk (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ) idam-ı ebedî: dirilmemek üzere sonsuz yok oluş (bk. e-b-d) istikamet: doğruluk istirahathane: rahat edilecek, dinlenilecek yer ıslah: iyileştirme, düzeltme kafile: grup kàtil: adam öldüren keder: sıkıntı, üzüntü mahbubât: sevilenler, sevgililer (bk. ḥ-b-b) mahpus: hapsedilmiş olan maruz: tesiri altında olma menfaat: yarar, fayda merhametkârâne: merhametli bir şekilde (bk. r-ḥ-m) mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbethane: sevgi yeri, muhabbet evi (bk. ḥ-b-b) müntakim: intikam alan münzevî: bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçiren müptelâ: düşkün, tutulmuş müşevveş: düzensiz, karma karışık musibet: belâ, felaket müştak: düşkün, istekli saadet: mutluluk salih: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu (bk. ṣ-l-ḥ) terhis: göreve son verme tevbe etmek: pişmanlık duyup bağışlanma dilemek tevbekâr: pişmanlık duyup bağışlanma dileyen tezkere: belge ziyade: çok, fazla
tatlılaşsın. Hapisten istifade ediniz. Nasıl bazan ağır şerâit altında, düşman karşısında bir saat nöbet bir sene ibadet hükmüne geçebilir.1 Öyle de, sizin bu ağır şerâit altında herbir saat ibadet zahmeti, çok saatler olup o zahmetleri rahmetlere çevirir.