Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Üçüncü Dal On Birinci Asıl ve On İkinci Asıl.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Dördüncü Söz
ÜÇÜNCÜ DAL
ON BİRİNCİ ASIL:
Nasıl Kur’ân-ı Hakîmin müteşâbihâtı var; tevile muhtaçtır veyahut mutlak teslim istiyor. Ehâdisin de, Kur’ân’ın müteşâbihâtı gibi, müşkilâtı vardır. Bazan çok dikkatli bir tefsire ve tabire muhtaçtır. Geçmiş misallerle iktifa edebilirsiniz.
Evet, nasıl ki hüşyar olan adam, yatmış olan adamın rüyasını tabir eder. Öyle de, bazan uykuda olan bir adam, yanında uyanık olan konuşanların sözlerini işitiyor, fakat kendi âlem-i menâmına tatbik eder bir tarzda mânâ veriyor, tabir ediyor. Öyle de, ey gaflet ve felsefe uykusu içinde tenvim edilen insafsız adam! Sırr-ı
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى 1
ve
تَنَامُ عَيْنِى وَلاَ يَنَامُ قَلْبِى 2
hükmüne mazhar ve hakikî hüşyar ve yakzan olan zâtın gördüğünü, sen kendi rüyanda inkâr değil, tabir et.
Evet, uykuda bir adamı bir sinek ısırsa, müthiş bir harpte yaralar alır gibi bir hakikat-i nevmiye bazan telâkki eder. Ondan sorulsa, “Hakikaten ben yaralandım.
Dipnot-1
“Göz ne şaştı, ne de başka birşeye baktı.” Necm Sûresi, 53:17.
Dipnot-2
“Benim gözüm uyur, kalbim uyumaz.” Buhari, Teheccüd 16, Teravih 1, Menâkıb 24; Tirmizi, Edeb 86; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl 36; Ebû Dâvud, Tahâret 79; Müsned, 1:274.
âlem-i menâm: uyku âlemi (bk. a-l-m) Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) ehâdis/ehadis-i şerife: hadisler, Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱) elhasıl: özetle, sonuç olarak evvelâ: önce gaflet: umursamazlık, sorumsuzluk, Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma hali (bk. ğ-f-l) hakikat-i nevmiye: uyku gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) halel: zarar, eksiklik hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ) | hodbin: bencil, kibirli hüşyar: uyanık iktifa: yetinme inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r) insaf: vicdana uygun davranış insafsız: vicdansız kat’î: kesin kavî: kuvvetli, güçlü kemâl-i dikkat: tam bir dikkat (bk. k-m-l) Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r) mertebe-i ismet: günahsızlık, masumluk mertebesi muhalif-i vaki: vakıaya aykırı, gerçeğe zıt münekkit: tenkitçi müşkilât: zorluklar müteşâbihât: mânâsı açık olmayan âyetler mutlak: kesin olarak, kayıtsız, şartsız (bk. ṭ-l-ḳ) | nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r) netice-i kelâm: sözün neticesi, özü (bk. k-l-m) râci: ait Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m) rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi sû-i fehm: kötü anlayış tabir: açıklama, yorumlama (bk. a-b-r) tefsir: yorum, açıklama (bk. f-s-r) tekzip etmek: yalanlamak telâkki etmek: kabul etmek tenvim edilen: uyutulan tevil: yorum yakzan: uyanık |
Bana top, tüfek atıldı” diyecek. Yanında oturanlar, onun uykusundaki ıztırabına gülüyorlar.
İşte, bu nevm-âlûd nazar-ı gaflet ve fikr-i felsefe, elbette hakaik-ı Nübüvvete mihenk olamazlar.
ON İKİNCİ ASIL:
Nazar-ı Nübüvvet ve tevhid ve iman, vahdete, âhirete, Ulûhiyete baktığı için, hakaikı ona göre görür. Ehl-i felsefe ve hikmetin nazarı kesrete, esbaba, tabiata bakar, ona göre görür. Nokta-i nazar birbirinden çok uzaktır.
Ehl-i felsefenin en büyük bir maksadı, ehl-i usulü’d-din ve ulemâ-i ilm-i kelâmın makàsıdı içinde görünmeyecek bir derecede küçük ve ehemmiyetsizdir. İşte onun içindir ki, mevcudatın tafsil-i mahiyetinde ve ince ahvallerinde ehl-i hikmet çok ileri gitmişler. Fakat hakikî hikmet olan ulûm-u âliye-i İlâhiye ve uhreviyede o kadar geridirler ki, en basit bir mü’minden daha geridirler. Bu sırrı fehmetmeyenler, muhakkıkîn-i İslâmiyeyi, hükemâlara nisbeten geri zannediyorlar. Halbuki akılları gözlerine inmiş, kesrette boğulmuş olanların ne haddi var ki, veraset-i Nübüvvet ile makàsıd-ı âliye-i kudsiyeye yetişenlere yetişebilsinler?
Hem bir şey, iki nazarla bakıldığı vakit, iki muhtelif hakikati gösteriyor. İkisi de hakikat olabilir. Fennin hiçbir hakikat-i kat’iyesi, Kur’ân’ın hakaik-ı kudsiyesine ilişemez. Fennin kısa eli, onun münezzeh ve muallâ dâmenine erişemez. Nümune olarak bir misal zikrederiz.
Meselâ, küre-i arz, ehl-i hikmet nazarıyla bakılsa, hakikati şudur ki: Güneş etrafında mutavassıt bir seyyare gibi, hadsiz yıldızlar içinde döner. Yıldızlara nisbeten küçük bir mahlûk… Fakat ehl-i Kur’ân nazarıyla bakıldığı vakit, On Beşinci Sözde izah edildiği gibi, hakikati şöyledir ki: Semere-i âlem olan insan en
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) ahval: haller dâmen: etek ehl-i felsefe ve hikmet: felsefeyle uğraşanlar, filozoflar (bk. ḥ-k-m) ehl-i hikmet: felsefeyle uğraşanlar, filozoflar (bk. ḥ-k-m) ehl-i Kur’ân: Kur’ân ilmiyle uğraşanlar; müfessirler gibi ehl-i usulü’d-din: din usulcüleri; hadis, fıkıh ve tefsir âlimleri gibi esbab: sebepler (bk. s-b-b) fehmetmek: anlamak fen: bilim dalı fikr-i felsefe: felsefe düşüncesi (bk. f-k-r) hadsiz: sayısız hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakaik-i Nübüvvet: Peygamberlik gerçekleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; n-b-e) hakaik-ı kudsiye: mukaddes gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḳ-d-s) hakikat-i kat’iye: kesin gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olduğunu gösteren ilim, bilgi (bk. ḥ-k-m) | hükema: filozoflar, felsefeciler (bk. ḥ-k-m) kesret: çokluk (bk. k-s̱-r) küre-i arz: yer küre, dünya mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d) makàsıd-ı âliye-i kudsiye: her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan İlâhî maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d; ḳ-d-s) maksad: gaye (bk. ḳ-ṣ-d) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mihenk: ölçü misal: örnek, benzetme (bk. m-s̱-l) mü’min: iman etmiş, imanlı (bk. e-m-n) muallâ: yüksek, yüce muhakkıkîn-i İslâmiye: hakikatleri araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; s-l-m) muhtelif: farklı münezzeh: kusur ve eksiklikten yüce, temiz (bk. n-z-h) mutavassıt: orta derecede nazar: bakış, düşünce (bk. n-ẓ-r) nazar-ı gaflet: gaflet bakışı (bk. n-ẓ-r; ğ-f-l) nazar-ı Nübüvvet: Peygamberlik bakışı (bk. n-ẓ-r; n-b-e) | nevm-âlûd: uykulu nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b) nokta-i nazar: bakış açısı semere-i âlem: kâinatın meyvesi (bk. a-l-m) seyyare: gezegen sır: gizem, gizli gerçek tabiat: doğa, canlı ve cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a) tafsil-i mahiyet: öz niteliğinin ayrıntılı açıklaması tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d) ulemâ-i ilm-i kelâm: kelâm ilmiyle uğraşan âlimler (bk. a-l-m; k-l-m) Ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h) ulûm-u âliye-i İlâhiye ve uhreviye: din ve âhiretle ilgili yüksek ilimler (bk. a-l-m; e-l-h; e-ḫ-r) vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) veraset-i Nübüvvet: Peygamber varisliği (bk. n-b-e) zikretmek: belirtmek, hatırlatmak |
câmi’, en bedî ve en âciz, en aziz, en zayıf, en lâtif bir mu’cize-i kudret olduğundan, beşik ve meskeni olan zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. İşte, arzın bu azamet-i mâneviyesinden ve ehemmiyet-i san’aviyesindendir ki, Kur’ân-ı Hakîm, semâvâta nisbeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı, bütün semâvâta karşı, küçücük kalbi büyük kalıba mukabil tutmak gibi denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semâvâtı bir kefede koyuyor, mükerreren
رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 1
diyor.
İşte, sair mesâili buna kıyas et ve anla ki, felsefenin ruhsuz, sönük hakikatleri, Kur’ân’ın parlak, ruhlu hakikatleriyle müsademe edemez. Nokta-i nazar ayrı ayrı olduğu için, ayrı ayrı görünür.
Dipnot-1
“Göklerin ve yerin Rabbi.” Kehf Sûresi, 18:14; Sâd Sûresi, 38:66; Zuhruf Sûresi, 43:82; Nebe Sûresi, 78:37.
âciz: güçsüz (bk. a-c-z) âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) arz: yeryüzü, dünya azamet-i mâneviye: mânevî büyüklük (bk. a-ẓ-m; a-n-y) aziz: izzetli, değerli (bk. a-z-z) bedî: güzel, eşsiz (bk. b-d-a) besâtîn-i daime: dâimî bostan ve bahçeler câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a) cevâdâne: çömertçe (bk. c-v-d) ehemmiyet-i san’aviye: san’at bakımından önemlilik (bk. ṣ-n-a) envâ-ı sağire: küçük çeşitler faaliyet-i Rabbâniye: Rab olan Allah’ın faaliyet ve icraatı (bk. f-a-l; r-b-b) hadsiz: sınırsız hakaret: küçüklük, değersizlik hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hallâkıyet-i İlâhiye: Allah’ın kendi zatına yaraşan yaratıcılığı (bk. ḫ-l-ḳ; e-l-h) hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) | hususan: özellikle icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kesretli: çok (bk. k-s̱-r) Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m) lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f) mahşer: toplanma yeri (bk. ḥ-ş-r) mâkes: yansıma yeri mânen: mânevî yönden (bk. a-n-y) masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) mazhar: görüntü yeri, ayna (bk. ẓ-h-r) medar: eksen, yörünge menâzır-ı sermediye: daimî manzaralar (bk. n-ẓ-r) mensucât-ı ebediye: sonsuzluğa ait dokumalar (bk. e-b-d) mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l) meşher: sergi yeri mesken: ev, mekân (bk. s-k-n) mezraa: tarla mikyas: ölçek mu’cizât-ı san’ât: san’at mu’cizeleri (bk. a-c-z; ṣ-n-a) | mucize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r) mukabil: karşılık mükerreren: tekrar tekrar müsademe: çarpışma, çatışma muvakkat: geçici nebâtat: bitkiler nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b) nokta-i mihrakiye: odak noktası nokta-i nazar: bakış açısı (bk. n-ẓ-r) nümunegâh: örneklerin bulunduğu yer Rabbü’s-Semâvâti ve’l-Arz: göklerin ve yerin Rabbi (bk. r-b-b; s-m-v) sair: diğer san’aten: san’at yönünden (bk. ṣ-n-a) semâ: gökyüzü (bk. s-m-v) semâvât: gökler (bk. s-m-v) taklitgâh: taklit yeri tecelliyât-ı esmâ: Allah’ın isimlerinin yansıması (bk. c-l-y; s-m-v) terbiyegâh: terbiye yeri (bk. r-b-b) zemin: yeryüzü |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, On Birinci Asıl ve On İkinci Asıl, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.468
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/468
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- Hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. “Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır” de, ilişme. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 4.
- Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var: Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 3.
- Bu dünya tecrübe meydanıdır. Akla kapı açılır, fakat ihtiyarı elinden alınmaz. Öyle ise, o eşhas, hattâ o müthiş Deccal dahi çıktığı zaman, çokları, hattâ kendisi de bidâyeten Deccal olduğunu bilmez. Belki nur-u imanın dikkatiyle o eşhas-ı âhirzaman (Mehdi, Süfyan, Deccal vb.) tanınabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 2.
- Din bir imtihandır, bir tecrübedir; ervâh-ı âliyeyi ervâh-ı sâfileden tefrik eder. Öyle ise, ileride herkese gözle görülecek vukuatı öyle bir tarzda bahsedecek ki, ne bütün bütün meçhul kalsın, ne de bedihî olup herkes ister istemez tasdike mecbur kalsın. Akla kapı açacak, ihtiyarı elinden almayacak. Zira, eğer tamamen bedâhet derecesinde bir alâmet-i kıyamet görülse, herkes tasdike muztar olsa, o vakit kömür gibi bir istidat, elmas gibi bir istidatla beraber kalır. Sırr-ı teklif ve netice-i imtihan zayi olur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 1.
- Bir Zât-ı Kerîm, ihsanıyla bizi gayet derece tezyin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ise, ihsan edene perestiş eder. Perestişe lâyık olana kurbiyet ister ve görmek talep eder. Öyle ise, herbirimiz, istidadımıza göre, o muhabbet cazibesiyle sülûk edeceğiz. – Cumartesi Dersleri 24. 2.
- Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. – Cumartesi Dersleri 24. 1.
- Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 6.
- İnsan, şu dünyaya bir memur ve misafir olarak gönderilmiş. Çok ehemmiyetli istidat ona verilmiş. Ve o istidâdâta göre ehemmiyetli vazifeler tevdi edilmiş. Ve insanı o gayeye ve o vazifelere çalıştırmak için, şiddetli teşvikler ve dehşetli tehditler edilmiş. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 5.
- İnsan, şu kâinat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer: Zaafında büyük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret vardır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle ve aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat ona musahhar olmuş. Eğer insan zaafını anlayıp, kàlen, halen, tavren dua etse ve aczini bilip istimdad eylese, o teshirin şükrünü eda ile beraber, matlubuna öyle muvaffak olur ve maksatları ona öyle musahhar olur ki, iktidar-ı zâtîsiyle onun aşr-i mişârına muvaffak olamaz. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 4.
- O yolculuk ise, âlem-i ervahtan, rahm-ı mâderden, gençlikten, ihtiyarlıktan, kabirden, berzahtan, haşirden, köprüden geçen, ebedü’l-âbâd tarafına bir yolculuktur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 3.
- Evet, hakikî terakki ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sair kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, herbiri kendine lâyık hususî bir vazife-i ubûdiyetle meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakki zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakki değil, sukuttur. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 2.
- İnsan, kâinatın ekser envâına muhtaç ve alâkadardır. İhtiyâcâtı âlemin her tarafına dağılmış; arzuları ebede kadar uzanmış. Bir çiçeği istediği gibi, koca bir baharı da ister. Bir bahçeyi arzu ettiği gibi, ebedî Cenneti de arzu eder. Bir dostunu görmeye müştak olduğu gibi, Cemîl-i Zülcelâli de görmeye müştaktır. – Cumartesi Dersleri 23. 2. 1.
- “Duanız olmazsa ne ehemmiyetiniz var?” – De ki: “Kulluğunuz ve niyazınız olmasa Allah size ne diye değer versin! (Furkân Sûresi 25:77), “Bana dua edin, size cevap vereyim.” (Mü’min Sûresi 40:60.) – Cumartesi Dersleri 23. 1. 5.
Ders Dünyası - WORLD OF COURSES sitesinden daha fazla şey keşfedin
Subscribe to get the latest posts sent to your email.
“Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.” için 7 yanıt