Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir. – Sözler 25.2.2.2.

Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir. - Sözler 25.2.2.2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR – İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂĞAT.

Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir. - Sözler 25.2.2.2.
Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir. – Sözler 25.2.2.2.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

İkinci Şule

İkinci Şulenin Üç Nuru var.

İKİNCİ NURU

İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂĞAT:

Kur’ân, beşerin nazarına san’at-ı İlâhiyenin mensucatını açar, gösterir. Sonra, fezlekede o mensucatı esmâ içinde tayyeder; veyahut akla havale eder.

Birincinin misallerinden, meselâ

قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَۤاءِ وَاْلاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَاْلاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَىَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَىِّ وَمَنْ يُدَّبِّرُ اْلاَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللهُ فَقُلْ اَفَلاَ تَتَّقُونَ     فَذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ     1

İşte, başta der: Semâ ve zemini, rızkınıza iki hazine gibi müheyyâ edip oradan yağmuru, buradan hububatı çıkaran kimdir? Allah’tan başka, koca semâ ve zemini iki mutî hazinedar hükmüne kimse getirebilir mi? Öyle ise şükür Ona münhasırdır.

İkinci fıkrada der ki: Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir.

Üçüncü fıkrada der: Ölmüş yeri ihyâ edip yüz binler ölmüş taifeleri ihyâ eden kimdir? Haktan başka ve bütün kâinatın Hâlıkından başka şu işi kim yapabilir? Elbette O yapar, O ihyâ eder. Madem Haktır; hukuku zayi etmeyecektir. Sizi bir mahkeme-i kübrâya gönderecektir. Yeri ihyâ ettiği gibi, sizi de ihyâ edecektir.

Dördüncü fıkrada der: Bu azîm kâinatı bir saray gibi, bir şehir gibi, kemâl-i intizamla idare edip tedbirini gören, Allah’tan başka kim olabilir? Madem Allah’tan başka olamaz. Koca kâinatı bütün ecrâmıyla gayet kolay idare eden kudret o derece kusursuz, nihayetsizdir ki, hiçbir şerik ve iştirake ve muavenet ve yardıma ihtiyacı olamaz. Koca kâinatı idare eden, küçük mahlûkatı başka ellere bırakmaz. Demek, ister istemez “Allah” diyeceksiniz.

İşte, birinci ve dördüncü fıkra Allah der, ikinci fıkra Rab der, üçüncü fıkra el-Hak der.

 فَذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ 

ne kadar mu’cizâne düştüğünü anla. İşte, Cenâb-ı Hakkın azîm tasarrufâtını, kudretinin mühim mensucatını zikreder. Sonra da, o azîm âsârın, mensucatın destgâhı,

 فَذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ 

yani Hak, Rab, Allah isimlerini zikretmekle, o tasarrufât-ı azîmenin menbaını gösterir.


Dipnot-1

“De ki: Kimdir gökten ve yerden sizi rızıklandıran? Kimdir kulak ve gözler yaratıp size veren? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir kâinatı yerli yerince tedbir ve idare eden? Onlar diyecekler ki, ‘Allah’tır.’ Öyle ise, ‘Hâlâ Ona ortak koşmaktan korkmaz mısınız?’ de. İşte, Hak olan Rabbiniz Allah Odur.” Yunus Sûresi, 10:31-32.

Dipnot-2

“İşte, Hak olan Rabbiniz Allah Odur.” Yunus Sûresi, 10:32.


âsâr: eserler
âzâ: âzalar, organlar
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
beşer: insan
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
destgâh: işyeri
ecrâm: büyük varlıklar, gök cisimleri
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fezleke: netice, özet
fıkra: kısım, bölüm
Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: herşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hububât: tohumlar, taneli bitkiler
ihyâ etmek: diriltmek, hayat vermek (bk. ḥ-y-y)
iştirak: ortaklık
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kıymettar: kıymetli, değerli
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
Mâbud: kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d)
mahkeme-i kübrâ: âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme (bk. ḥ-k-m; k-b-r)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
menba: kaynak
mensucat: dokumalar
mu’cizâne: mu’cize şeklinde (bk. a-c-z)
muavenet: yardımlaşma
mutî: itaat eden, emre uyan
müheyyâ etmek: hazırlamak
mühim: önemli
münhasır: ait, sınırlı
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nükte-i belâğat: belâğat inceliği (bk. b-l-ğ)
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
semâ: gök (bk. s-m-v)
şerik: ortak
taife: topluluk, grup
tasarrufat: tasarruflar, herşeyi dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)
tasarrufât-ı azîme: büyük tasarruflar (bk. ṣ-r-f; a-ẓ-m)
tayyetme: sarıp dürme, yerleştirme
tedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılama (bk. d-b-r)
zemin: yeryüzü
zikretmek: anmak

İkincinin misallerinden:

اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَاۤ اَنْزَلَ اللهُ مِنَ السَّمَۤاءِ مِنْ مَۤاءٍ فَاَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَۤابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاۤءِ وَاْلاَرْضِ لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ     1

İşte bu âyet Cenâb-ı Hakkın kemâl-i kudretini ve azamet-i rububiyetini gösteren ve vahdâniyetine şehadet eden, semâvât ve arzın hilkatindeki tecellî-i saltanat-ı ulûhiyet; ve gece gündüzün ihtilâfındaki tecellî-i rububiyet; ve hayat-ı içtimaiye-i insana en büyük bir vasıta olan gemiyi denizde teshir ile tecellî-i rahmet; ve semâdan âb-ı hayatı ölmüş zemine gönderip zemini yüz bin taifeleriyle ihyâ edip bir mahşer-i acaip suretine getirmekteki tecellî-i azamet-i kudret; ve zeminde hadsiz, muhtelif hayvânâtı basit bir topraktan halk etmekteki tecellî-i rahmet ve kudret; ve rüzgârları, nebâtat ve hayvânâtın teneffüs ve telkihlerine hizmet gibi vezaif-i azîme ile tavzif edip tedbir ve teneffüse salih vaziyete getirmek için tahrik ve idaresindeki tecellî-i rahmet ve hikmet; ve zemin ve âsüman ortasında, vasıta-i rahmet olan bulutları bir mahşer-i acaip gibi muallâkta toplayıp dağıtmak, bir ordu gibi istirahat ettirip vazife başına davet etmek gibi teshirindeki tecellî-i rububiyet gibi mensucat-ı san’atı tâdât ettikten sonra, aklı, onların hakaikına ve tafsiline sevk edip tefekkür ettirmek için

 لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ 

der, onunla ukulü ikaz için akla havale eder.


Dipnot-1

“Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır.” Bakara Sûresi, 2:164.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
arz: yer, dünya
âsüman: gökyüzü
azamet-i rububiyet: Allah’ın rububiyetinin terbiye ve idare ediciliğinin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; r-b-b)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hadsiz: sayısız
hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı içtimaiye-i insan: insanların sosyal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayvânât: hayvanlar
hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
ihtilâf: farklılık, ayrılık
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
ikaz: uyarma
kemâl-i kudret: kudretin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r)
kudret: İlâhî güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r)
mensucat-ı san’at: san’at dokumaları (bk. ṣ-n-a)
muallâkta: boşlukta, havada
muhtelif: çeşitli, ayrı ayrı
nebâtat: bitkiler
salih: elverişli, uygun
semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
tâdât etmek: saymak
tafsil: ayrıntı
tahrik: harekete geçirme
taife: topluluk
tavzif etmek: vazifelendirmek
tecellî-i azamet-i kudret: Allah’ın kudretinin büyüklüğünün tecellîsi, yansıması (bk. c-l-y; a-ẓ-m; ḳ-d-r)
tecellî-i rahmet: rahmet yansıması (bk. c-l-y; r-ḥ-m)
tecellî-i rububiyet: Allah’ın rububiyetinin terbiye ve idare ediciliğinin görünümü (bk. c-l-y; r-b-b)
tecellî-i saltanat-ı ulûhiyet: Allah’ın ilâhlık saltanatının yansıması (bk. c-l-y; s-l-ṭ; e-l-h)
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r)
telkih: aşılama
teneffüs: soluk alma
teshir: emir altında tutma
ukul: akıllar
vahdâniyet: Allah’ın bir ve tek oluşu, ortağının bulunmayışı (bk. v-ḥ-d)
vasıta-i rahmet: rahmet vasıtası (bk. r-ḥ-m)
vezaif-i azîme: büyük vazifeler (bk. a-ẓ-m)
zemin: yeryüzü

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR – İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂĞAT, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.559

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/559


CUMARTESİ DERSLERİ

Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur'ân'da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler. - 25. Söz - İkinci Şule - BİRİNCİ NUR
Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler. – 25. Söz – İkinci Şule – BİRİNCİ NUR

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.

Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 17.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dördüncü Lem’a.

Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 17.
Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.

KISA ViDEO

UZUN ViDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

DÖRDÜNCÜ LEM’A

ÜÇÜNCÜ PENCERE: 

Zerrelerden mürekkep bir parça toprak, herbir çiçekli ve meyveli nebâtâtın neşvünemâsına menşe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebâtâtın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvânâtın nutfeleri gibi, ayrı ayrı şeyler değil-nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellidülmâ, müvellidülhumuzadan mürekkep-mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle, sırf mânevî olarak aslının programı tevdi edilmiş. İşte, o tohumları nöbetle o kâseye koysak, herbiri hârika cihâzâtıyla, eşkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku bulmuş gibi inanırsın.

Eğer o zerreler, herbir şeyin herbir hal ve vaziyetini bilen ve herşeye, ona lâyık vücudu ve vücudun levâzımâtını vermeye kadîr ve kudretine nisbeten herşey kemâl-i suhuletle musahhar olan bir Zâtın memuru ve emirber bir vazifedarı olmazlarsa; o toprağın herbir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedarların adedince mânevî fabrikalar ve matbaalar, içinde bulunması lâzım gelir ki, o cihazatları ve eşkâlleri birbirinden uzak ve birbirinden ayrı mevcudat-ı muhtelifeye menşe olabilsin, veya bütün o mevcudata muhit bir ilim ve bütün onların teşkilâtına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır—tâ bütün onların teşkilâtına medar olsun. Demek, Cenâb-ı Haktan nisbet kesilse, toprağın zerrâtı adedince ilâhlar kabul edilmesi lâzım gelir. Bu ise, bin defa muhal içinde muhal bir hurafedir.

Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasıl bir sultan-ı azîmin bir âdi neferi, o padişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şahı esir edebilir. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanının emriyle, bir sinek bir Nemrut’u yere serer; bir karınca bir Firavun’un sarayını harap eder, yere atar; bir incir çekirdeği bir incir ağacını yüklenir.

Hem herbir zerrede, vücub ve vahdet-i Sânia iki şahid-i sadık daha var.


âdi: basit, sıradan
anâsır: unsurlar, elementler
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cihâzât: cihazlar, organlar
ecza: bütünü oluşturan parçalar (bk. c-z-e)
emirber: emre hazır
eşkâl: şekiller
evvelki: önceki
Ezel ve Ebed Sultanı: başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)
Firavun: (bk. bilgiler)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hicret: göç
hurafe: delile dayanmayan saçma inanış
kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması (bk. ḳ-d-r)
kâdir: gücü yeten (bk. ḳ-d-r)
kâse: kap, çanak
kemâl-i suhulet: tam bir kolaylık (bk. k-m-l)
keyfiyet: esas, içerik
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
levâzımât: gerekli şeyler
mahiyet: öz nitelik, özellik
medar: dayanak, kaynak
menşe: kaynak
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevcudat-ı muhtelife: çeşitli varlıklar (bk. v-c-d)
misli: benzeri (bk. m-s̱-l)
muhal: imkansızlık
muhit: kuşatıcı
muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
mürekkep: meydana gelmiş, birleşik
musahhar: boyun eğme
müvellidülhumuza: oksijen
müvellidülmâ: hidrojen
nebâtât: bitkiler
nefer: asker, er
Nemrud: (bk. bilgiler)
neşvünemâ: büyüyüp gelişme
nevi: çeşit
nisbet: bağ (bk. n-s-b)
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
şahid-i sadık: doğru şahit (bk. ş-h-d; ṣ-d-ḳ)
sultan-ı azîm: büyük sultan (bk. s-l-ṭ; a-ẓ-m)
teşkilât: yapı, kuruluş
tevdi: bırakma, emanet etme
vazifedar: görevli
vücub ve vahdet-i Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah’ın birliği ve varlığının zorunlu olması (bk. v-c-b; v-ḥ-d; ṣ-n-a)
vuku: meydana gelme, olma
zerrât: zerreler, atomlar
zerre: atom
zuhur: ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)

Birisi: Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. Demek, herbir zerre, lisan-ı acziyle Kadîr-i Mutlakın vücub-u vücuduna ve nizam-ı âlemi gözetmesiyle vahdetine şehadet eder.

كَمَۤا اَنَّ فِى كُلِّ ذَرَّةٍ شَاهِدَيْنِ عَلٰۤى اَنَّهُ وَاجِبٌ وَاحِدٌ كَذٰلِكَ فِى كُلِّ حَىٍّ لَهُۤ اٰيَتَانِ عَلٰۤى اَنَّهُ اَحَدٌ صَمَدٌ     1

Evet, herbir zîhayatta, biri ehadiyet sikkesi, diğeri samediyet turrası bulunuyor. Zira bir zîhayat, ekser kâinatta cilveleri görünen esmâyı birden kendi âyinesinde gösteriyor. Adeta bir nokta-i mihrakiye hükmünde, Hayy-ı Kayyûmun tecellî-i İsm-i Âzamını gösteriyor. İşte, ehadiyet-i Zâtiyeyi, Muhyî perdesi altında bir nevi gölgesini gösterdiğinden, bir sikke-i ehadiyeti taşıyor.

Hem o zîhayat, kâinatın bir misal-i musağğarı ve şecere-i hilkatin bir meyvesi hükmünde olduğu için, kâinat kadar ihtiyâcâtını ummadığı ve bilmediği bir yerden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirmek, samediyet turrasını gösteriyor. Yani, “o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki, ona, herşeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var; bütün eşya Onun bir teveccühünün yerini tutamaz.”

نَعَمْ يَكْفِى لِكُلِّ شَىْءٍ شَىْءٌ عَنْ كُلِّ شَىْءٍ     وَلاَ يَكْفِى عَنْهُ كُلُّ شَىْءٍ وَلَوْ لِشَىْءٍ وَاحِدٍ     2


Dipnot-1

Herbir zerrede, Onun Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid olduğuna iki şahit bulunduğu gibi; herbir zîhayatta da, Onun Ehad ve Samed olduğuna dair iki âyet vardır.

Dipnot-2

Üstteki cümle bu metnin tercümesidir.


acz-i mutlak: sınırsız derecede âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z; ṭ-l-ḳ)
âyine: ayna
cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
cumudiyet: cansızlık
daire-i hayat: hayat dairesi (bk. ḥ-y-y)
ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta tecellî etmesi (bk. v-ḥ-d)
ehadiyet-i Zâtiye: Allah’ın zâtının birliği (bk. v-ḥ-d)
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
intizamperverâne: düzenliliği sevene yakışır bir şekilde (bk. n-ẓ-m)
Kadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
lisan-ı acz: acizlik dili (bk. a-c-z)
misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l)
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
mütenevvi: çeşitli
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nevi: çeşit
nizam-ı âlem: kâinatın düzeni (bk. n-ẓ-m; a-l-m)
nizam-ı umumî: genel düzen (bk. n-ẓ-m)
nokta-i mihrakiye: odak noktası
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
şuur-u küllî: bilgi ve kavrayışı kapsamlı olan (bk. ş-a-r; k-l-l)
tecellî-i İsm-i Âzam: Allah’ın en büyük isminin yansıması (bk. c-l-y; s-m-v; a-ẓ-m)
teveccüh: yönelme, ilgi
tevfik-i hareket: uygun hareket
turra: padişah mührü ve imzası
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

Hem o hal gösteriyor ki, onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiçbir şey ağır gelmez. İşte, samediyetin gölgesini gösteren bir nevi turrası…

Demek, herbir zîhayatta bir sikke-i ehadiyet, bir turra-i samediyet vardır. Evet, herbir zîhayat, hayat lisanıyla

 قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ     اَللهُ الصَّمَدُ 

okuyor. Bu iki sikkeden başka birkaç pencere-i mühimme de var. Başka bir yerde tafsil edildiği için burada ihtisar edildi.

Madem şu kâinatın herbir zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliği ve hayat dahi iki kapıyı birden Vâcibü’l-Vücudun vahdâniyetine açıyor. Zerreden tâ şemse kadar tabakat-ı mevcudat, Zât-ı Zülcelâlin envâr-ı marifetini ne suretle neşrettiğini kıyas edebilirsin. İşte, marifetullahta terakkiyât-ı mâneviyenin derecâtını ve huzurun merâtibini bundan anla ve kıyas et.


Dipnot-1

“De ki: O Allah birdir. O Allah’tır, Samed’dir; herşey O’na muhtaç olduğu halde O hiçbir şeye muhtaç değildir.” İhlâs Suresi, 112:1-2.


derecât: dereceler
ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
envâr-ı marifet: Allah’ı bilme ve tanıma nurları (bk. n-v-r; a-r-f)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
hurufat: harfler
ihtisar: kısaltma, özetleme
imtinâ: imkansızlık
isnat: dayandırma (bk. ṣ-n-d)
kâfi: yeterli
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalem-i kudret-i Samedâniye: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâfz-ı Yâsin: “Yâsin” kelimesi
mâkuliyet: akla uygunluk
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
matbu: basılmış
merâtib: mertebeler
neşretmek: yaymak
nevi: çeşit
pencere-i mühimme: önemli pencere
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)
şems: güneş
sikke: mühür, işaret
sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d)
suhulet: kolaylık
Sûre-i Yâsin: Yâsin Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 36. sûresi
suret: şekil, tarz (bk. ṣ-v-r)
tab’ edilmek: basılmak
tabakat-ı mevcudat: varlıkların tabakaları (bk. v-c-d)
tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem, doğa (bk. ṭ-b-a)
tafsil etme: ayrıntılı olarak açıklama
terakkiyât-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y)
turra: mühür, nişan
turra-i samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması mânâsındaki sıfatının mührü (bk. ṣ-m-d)
Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b)
vâhdaniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vücub: kesinlik, gereklilik (bk. v-c-b)
vücut bulma: var olma (bk. v-c-d)
Zât-ı Ehadiyet: herbir varlıkta birliği görünen Zât, Allah (bk. v-ḥ-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zerre: atom
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.397

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/397


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir. – Cumartesi Dersleri 22. 15.

O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami'dir. - Cumartesi Dersleri 22. 15.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Üçüncü Lem’a.

O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami'dir. - Cumartesi Dersleri 22. 15.
O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir. – Cumartesi Dersleri 22. 15.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı

ÜÇÜNCÜ LEM’A

Bak şu kâinat-ı seyyâlede, şu mevcudat-ı seyyârede cevelân eden zîhayatlara: Göreceksin ki, bütün zîhayatlardan herbir zîhayat üstünde, Hayy-ı Kayyûmun koyduğu çok hâtemleri vardır. O hâtemlerden bir hâtemi şudur ki:

O zîhayat, meselâ şu insan, adeta kâinatın bir misal-i musağğarı, şecere-i hilkatin bir semeresi ve şu âlemin bir çekirdeği gibi ki envâ-ı âlemin ekser nümunelerini cami’dir. Güya o zîhayat, bütün kâinattan gayet hassas mizanlarla süzülmüş bir katredir. Demek, şu zîhayatı halk etmek ve ona Rab olmak, bütün kâinatı kabza-i tasarrufunda tutmak lâzım gelir.

İşte, eğer aklın evhamda boğulmamışsa anlarsın ki,

· bir kelime-i kudreti, meselâ balarısını ekser eşyaya bir nevi küçük fihriste yapmak,

· ve bir sahifede, meselâ insanda şu kitab-ı kâinatın ekser meselelerini yazmak,


acip: şaşırtıcı, hayret verici
âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
anâsır-ı arziye: dünyadaki unsurlar, elementler
cami’: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)
cevelân: dolaşma, hareket
çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş
dirhem: yaklaşık üç grama denk olan bir ağırlık ölçüsü
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
envâ-ı âlem: âlemdeki çeşitler, türler (bk. a-l-m)
eşya: şeyler, varlıklar
evham: kuruntular, şüpheler
fihriste: indeks
Hâlık-ı Külli Şey: heyşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
halk etmek: yaratmak (bk.ḫ-l-ḳ)
hârika-pîşe: hârika işler yapan
has: özel
hâtem: mühür, damga
Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
kabza-i tasarrufunda: tasarrufu altında (bk. ṣ-r-f)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâinat-ı seyyâle: akıp giden kâinat, evren (bk. k-v-n)
katre: damla
kelime-i kudret: kudret kelimesi (bk. k-l-m; ḳ-d-r)
kemâl-i mizan: mükemmel ve kusursuz bir ölçü (bk. k-m-l; v-z-n)
kemâl-i suhulet: tam bir kolaylık (bk. k-m-l)
kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
mevâlid-i türâbiye: topraktaki madenler
mevcudât-ı seyyâre: devamlı hareket eden varlıklar (bk. v-c-d)
misal-i musağğar: küçültülmüş nümune, örnek (bk. m-s̱-l)
mizan: ölçü (bk. v-z-n)
musahhar: boyun eğmiş
mütenevvi: çeşit çeşit
nesc etmek: dokumak, örmek
nevi: çeşit
nümune: örnek, misal
patiska: pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
sair: diğer
san’atkârâne: sanatlı bir şekilde (bk. ṣ-n-a)
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
semere: meyve
sikke: madenî para gibi şeylerin üzerine vurulan damga, mühür
taam: yiyecek
tecellî-i kudret ve hikmet: Allah’ın kudret ve hikmet görüntüsü (bk. c-l-y; ḳ-d-r; ḥ-k-m)
zihayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

· hem bir noktada, meselâ küçücük incir çekirdeğinde koca incir ağacının programını derc etmek,

· ve bir harfte, meselâ kalb-i beşerde şu âlem-i kebirin safahâtında tecellî ve ihâta eden bütün esmânın âsârını göstermek,

· ve bir mercimek tanesi kadar mevki tutan kuvve-i hafıza-i insaniyede bir kütüphane kadar yazı yazdırmak ve bütün hâdisât-ı kevniyenin mufassal fihristesini o kuvvecikte derc etmek, elbette ve elbette Hâlık-ı Külli Şeye has ve bu kâinatın Rabb-i Zülcelâline mahsus bir hâtemdir.

İşte, zîhayat üstünde olan pek çok hâtem-i Rabbânîden birtek hâtem böyle nurunu gösterse ve onun âyâtını şöyle okuttursa; acaba birden bütün o hâtemlere bakabilsen, görebilsen,

 سُبْحَانَ مَنِ اخْتَفٰى بِشِدَّةِ ظُهُورِهِ 

demeyecek misin?


Dipnot-1

Her türlü kusurdan münezzehtir o Zat ki, şiddet-i zuhurundan gizlenmiştir.


âlem-i kebir: büyük âlem, kâinat (bk. a-l-m; k-b-r)
âsâr: eserler
âyât: ayetler, deliller
cilve-i in’ikâs: yansımadan ileri gelen görüntü (bk. c-l-y)
cilve-i misaliye: misalî görünüm (bk. c-l-y; m-s̱-l)
derc etmek: yerleştirmek
eser-i nuranî: nurlu, parlak eser (bk. n-v-r)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fehm: anlayış
hâdisât-ı kevniye: yaratılışa ait hadiseler (bk. k-v-n)
hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
has: özel
hâtem: mühür, damga
hâtem-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın mührü (bk. r-b-b)
ihâta: içine alma, kuşatma
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
in’ikâs: yansıma
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalb-i beşer: insan kalbi
katre: damla
kuvve: duyu
kuvve-i hâfıza-i insaniye: insandaki hafıza duygusu, bellek (bk. ḥ-f-ẓ)
mahsus: özgü
maruz: tesiri altında olan
masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mevki: yer
mufassal: ayrıntılı
mukabil: karşılık
münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)
Rabb-i Zülcelâl: sonsuz heybet ve yücelik sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; ẕü; c-l-l)
safahât: safhalar, gelişmeler
şeffaf: saydam, parlak
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
seyyare: gezegen
şiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme (bk. ẓ-h-r)
sikke: madenî para gibi şeylerin üzerine vurulan damga, mühür
tabiî: kendiliğinden, doğal (bk. ṭ-b-a)
tecellî: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
tecellî-i aks: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
turra: mühür, nişan
zemin: yer
zerrecik: atom, en küçük madde parçası
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
ziya: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime ÜÇÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.393

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/ikinci-makam/393


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ