Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“”Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar.” Bakara Sûresi, 2:3. Şu cümlenin hey’âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder. Birinci şart: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, …”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Birinci Şule
BİRİNCİ ŞUA
İKİNCİ SURET:
Belâğatindeki i’câz-ı Kur’ânînin hikmetini Beş Noktada beyan edeceğiz.
BİRİNCİ NOKTA:
Kur’ân’ın nazmında bir cezalet-i harika var. O nazımdaki cezalet ve metaneti, İşârâtü’l-İ’câz baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi beyan eder. Saatin saniye, dakika, saati sayan ve birbirinin nizamını tekmil eden ne ise, Kur’ân-ı Hakîmin herbir cümledeki, hey’âtındaki nazım ve kelimelerindeki nizam ve cümlelerin birbirine karşı münasebâtındaki intizamı öyle bir tarzda İşârâtü’l-İ’câz’da âhirine kadar beyan edilmiştir. Kim isterse ona bakabilir
âhir: son (bk. e-ḫ-r) alâküllihal: ister istemez, her halde (bk. k-l-l) âmi: câhil Arabî: Arapça battal: bâtıl, hükümsüz belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ) beşer: insanlar beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n) beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n) celb etmek: çekmek cezalet: güzel ve güçlü ifade (bk. c-z-l) cezalet-i harika: hayranlık verici güçlü ifade (bk. c-z-l) cezalet-i nazmiye: Kur’ân’ın dizilişindeki güzellik ve akıcılık (bk. c-z-l) çendan: gerçi fevkinde: üstünde fıkra: kısa yazı, bent hadsiz: sonsuz hey’ât: kısımlar, parçalar | hezeyan: saçmalama hırs-ı muâraza: karşı koymak için aşırı istek hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hüsn-ü cemâl: maddî manevî güzellik (bk. ḥ-s-n; c-m-l) i’câz: mu’cizelik (bk. a-c-z) i’câz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z) intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m) iştihar bulmak: meşhur olmak ittifak: birleşme izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z) kesretli: çok, fazla (bk. k-s̱-r) Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) mâlik: sahip (bk. m-l-k) metanet: sağlamlık mevcut: var (bk. v-c-d) | muannit: inatçı muâraza: sözle mücadele muarız: karşı gelen muhal: imkansız münasebât: münasebetler, bağlantılar (bk. n-s-b) Müseylime-i Kezzâb: (bk. bilgiler) nazar-ı istiğrab: garip ve hayretli bakış (bk. n-ẓ-r) nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m) nisbet etmek: kıyaslamak (bk. n-s-b) nizam: düzen (bk. n-ẓ-m) sâik-i şedid: şiddetli sevk edici gerekçe suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şenî: fena, kötü şevk-i taklidi: benzerini yapma arzusu ve isteği tanzir: benzerini yapma (bk. n-ẓ-r) tekmil: tamamlama (bk. k-m-l) teşebbüs etmek: başvurmak, girişmek umum: bütün vukuat: vâkıalar, olaylar |
ve bu nazımdaki cezalet-i harikayı bu surette görebilir. Yalnız bir iki misal, bir cümlenin hey’âtındaki nazmı göstermek için zikredeceğiz.
Meselâ
وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ 1
bu cümlede, azâbı dehşetli göstermek için, en azının şiddetle tesirini göstermekle göstermek ister. Demek taklîli ifade edecek; cümlenin bütün heyetleri de bu taklîle bakıp ona kuvvet verecek. İşte, لَئِنْ lâfzı, teşkiktir. Şek kıllete bakar. مَسَّ lâfzı, azıcık dokunmaktır; yine kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ lâfzı, maddesi bir kokucuk olup kılleti ifade ettiği gibi, sîgası bire delâlet eder. Masdar-ı merre tabir-i sarfiyesinde “biricik” demektir, kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ deki tenvin-i tenkirî, taklîli içindir ki, “O kadar küçük ki, bilinemiyor” demektir. مِنْ lâfzı, teb’îz içindir, “bir parça” demektir; kılleti ifade eder. عَذَابِ lâfzı, nekâl, ikab’a nisbeten hafif bir nevi cezadır ki, kıllete işaret eder. رَبِّكَ lâfzı, Kahhâr, Cebbar, Müntakîm’e bedel yine şefkati ihsas etmekle
kılleti işaret ediyor. İşte, bu kadar kılletteki bir parça azap böyle tesirli ise, ikab-ı İlâhî ne kadar dehşetli olur, kıyas edebilirsiniz diye ifade eder. İşte şu cümlede küçük heyetler nasıl birbirine bakıp yardım eder. Maksad-ı küllîyi, herbiri kendi lisanıyla takviye eder. Şu misal bir derece lafız ve maksada bakar.
İkinci misal:
وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ 2
Şu cümlenin hey’âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder.
Birinci şart:
Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, وَمِمَّا lâfzındaki مِنْ i teb’îz ile o şartı ifade eder.
Dipnot-1
“And olsun, Rabbinin azâbından en küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa…” Enbiyâ Sûresi, 21:46.
Dipnot-2
“Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar.” Bakara Sûresi, 2:3.
Cebbâr: azamet ve yücelik sahibi, yarattıklarına dilediğini yaptıran Allah (bk. c-b-r) cezalet-i harika: hayranlık verici düzgün ifade, güzel anlatım (bk. c-z-l) dehşetli: korkunç, ürkütücü delâlet: işaret etme, delil olma hey’ât: parçalar, kısımlar heyet: kısım, parça ihsas etmek: hissettirmek ikab: âhiret azabı ikab-ı İlâhî: Allah’ın azabı (bk. e-l-h) Kahhar: herşeye her zaman mutlak galip gelen ve boyun eğdiren Allah (bk. ḳ-h-r) | kıllet: azlık lâfız: ifade, kelime lisan: dil maksad: gaye (bk. ḳ-ṣ-d) maksad-ı küllî: bütünündeki maksat (bk. ḳ-ṣ-d; k-l-l) masdar-ı merre: fiilin bir defa yapıldığını belirten masdar Müntakim: suç işleyene cezasını veren Allah nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m) nekâl: şiddetli azap nevi: tür, çeşit nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b) sadaka: Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım sîga: kip suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) | şek: şüphe, tereddüt şerâit-i kabul: kabul şartları tabir-i sarfiye: gramerle ilgili ifade (bk. a-b-r) taklîl: az gösterme, azaltma takviye etmek: kuvvetlendirmek teb’îz: parçalara bölme, ayırma tenvin-i tenkirî: kelimenin belirsizliğini gösteren tenvin işareti; harf-i tarifsiz (“el” takısız) olduğu için tenvinli olan ve nekra denen kelime teşkik: şüphede bırakma zikretmek: belirtmek, anmak |
İkinci şart:
Ali’den alıp Veli’ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. Şu şartı رَزَقْنَاهُمْ lâfzı ifade ediyor. “Size rızık olandan veriniz” demektir.
Üçüncü şart:
Minnet etmemektir. Şu şarta رَزَقْنَا daki نَا lâfzı işaret eder. Yani, “Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan Benim abdime vermekte minnetiniz yoktur.”
Dördüncü şart:
Öyle adama veresin ki, nafakasına sarf etsin. Yoksa sefâhete sarf edenlere sadaka makbul olmaz. Şu şarta يُنْفِقُونَ lâfzı işaret ediyor.
Beşinci şart:
Allah namına vermektir ki, رَزَقْنَاهُمْ ifade ediyor. Yani, “Mal Benimdir; Benim namımla vermelisiniz.”
Şu şartlarla beraber, tevsî de var. Yani, sadaka nasıl mal ile olur; ilim ile dahi olur, kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor. İşte şu aksâma مِمَّا lâfzındaki مَا umumiyetiyle işaret ediyor. Hem şu cümle de bizzat işaret ediyor; çünkü mutlaktır, umumu ifade eder.
İşte, sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, beş şartla beraber geniş bir dairesini akla ihsan ediyor, heyetiyle ihsas ediyor.
İşte, heyette böyle pek çok nazımlar var. Kelimâtın dahi, birbirine karşı aynen, geniş, böyle bir daire-i nazmiyesi var. Sonra kelâmların da, meselâ
قُلْ هُوَ اللهُ أَحَدٌ 1
‘de altı cümle var: üçü müsbet, üçü menfi. Altı mertebe-i tevhidi ispat etmekle beraber, şirkin altı envâını reddeder. Herbir cümlesi, öteki cümlelere hem delil olur, hem netice olur. Çünkü herbir cümlenin iki mânâsı var. Bir mânâ ile netice olur, bir mânâ ile de delil olur. Demek, Sûre-i İhlâsta otuz Sûre-i İhlâs kadar, muntazam, birbirini ispat eder delillerden mürekkep sûreler vardır. Meselâ,
قُلْ هُوَ اللهُ: ِلاَنَّهُ اَحَدٌ ِلاَنَّهُ صَمَدٌ ِلاَنَّهُ لَمْ يَلِدْ ِلاَنَّهُ لَمْ يُولَدْ ِلاَنَّهُ لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ 2
Dipnot-1
“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112-1.
Dipnot-2
De ki: O Allah’tır. Çünkü O birdir. Çünkü O hiçbir şeye muhtaç değildir ve herşey Ona muhtaçtır. Çünkü O doğurmamıştır. Çünkü O doğurulmamıştır. Çünkü Ona denk olacak hiçbir şey yoktur.
abd: kul (bk. a-b-d) aksâm: kısımlar, bölümler daire-i nazmiye: nazım, diziliş dairesi (bk. n-ẓ-m) envâ: çeşitler heyet: kısım, parça ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n) ihsas etmek: hissettirmek kavl: söz kelâm: söz (bk. k-l-m) kelimât: kelimeler (bk. k-l-m) lâfz: ifade, kelime | makbul: kabul olunma menfi: olumsuz mertebe-i tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu anlatan mertebe, seviye (bk. v-ḥ-d) minnet: başa kakma muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m) mutlak: serbest bırakılmış, sınırı belirtilmemiş (bk. ṭ-l-ḳ) mürekkep: oluşmuş | müsbet: olumlu nafaka: geçim vasıtası nam: ad nasihat: öğüt nazım: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m) netice: sonuç sarf etmek: harcamak sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük, budalalık şirk: Allah’a ortak koşma tevsî: genişletme umum: genel |
hem
وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ: ِلاَنَّهُ لَمْ يُولَدْ ِلاَنَّهُ لَمْ يَلِدْ ِلاَنَّهُ صَمَدٌ ِلاَنَّهُ اَحَدٌ ِلاَنَّهُ هُوَ اللهُ 1
hem
هُوَ اللهُ فَهُوَ اَحَدٌ فَهُوَ صَمَدٌ فَاِذًا لَمْ يَلِدْ فَاِذًا لَمْ يُولَدْ فَاِذًا لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ 2
Daha sen buna göre kıyas et. Meselâ,
الۤمۤ ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ 3
Şu dört cümlenin herbirisinin iki mânâsı var. Bir mânâ ile öteki cümlelere delildir; diğer mânâ ile onlara neticedir. On altı münasebet hatlarından bir nakş-ı nazmî-i i’câzî hasıl olur. İşârâtü’l-İ’câz’da öyle bir tarzda beyan edilmiş ki, bir nakş-ı nazmî-i i’câzî teşkil eder. On Üçüncü Sözde beyan edildiği gibi, güya ekser âyât-ı Kur’âniyenin herbirisi, ekser âyâtın herbirisine bakar bir gözü ve nâzır bir yüzü vardır ki, onlara münasebâtın hutut-u mâneviyesini uzatıyor, birer nakş-ı i’câzî nescediyor. İşte, İşârâtü’l-İ’câz baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi şerh etmiştir.
Dipnot-1
Hiçbir şey Onun dengi değildir. Çünkü O doğurulmamıştır. Çünkü O doğurmaktan münezzehtir. Çünkü O hiçbir şeye muhtaç değildir ve herşey Ona muhtaçtır. Çünkü O birdir. Çünkü O Allah’tır.
Dipnot-2
O Allah’tır. Öyle ise O birdir. Öyle ise O Sameddir. Öyle ise O doğurmamıştır. Öyle ise O doğurulmamıştır. Öyle ise Onun hiçbir dengi yoktur.
Dipnot-3
“Elif lâm mim. Şu kitap ki, onda asla şüphe yoktur. O, takvâ sahipleri için bir yol göstericidir.” Bakara Sûresi, 2:1.
asr-ı cahiliyet: cahiliye asrıâyât-ı Kurâniye: Kur’ân’ın âyetleribelâğat-i harika: hayranlık verici belâğat (bk. b-l-ğ)belâğat-i mâneviye: mânevî belâğat (bk. b-l-ğ; a-n-y)beyan edilmek: açıklanmak (bk. b-y-n)cezalet-i nazmiye: Kur’ân’ın nazmındaki güzellik, üstünlük ve akıcılık (bk. c-z-l; n-ẓ-m)ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) | evvel: öncefarz etmek: varsaymakhasıl olmak: meydana gelmekhutut-u mâneviye: manevi hatlar, çizgiler (bk. a-n-y)mânâ: anlam (bk. a-n-y)münasebât: ilişkiler, bağlantılar (bk. n-s-b)münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)nakş-ı i’câzî: mu’cizelik nakşı (bk. n-ḳ-ş; a-c-z)nakş-ı nazmî-i i’câzî: bir mu’cize olan tertip ve dizilişindeki örgü (bk. n-ḳ-ş; n-ẓ-m; a-c-z) | nâzır: bakan (bk. n-ẓ-r)nescetmek: dokumaknetice: sonuçnur-u Kur’ân: Kur’ân’ın nuru (bk. n-v-r)sahrâ-yı bedeviyet: bedevîlik çölüşerh etmek: açıklamaktarz: şekil, biçimteşkil etmek: oluşturmakzulmet-i cehil ve gaflet: cehalet ve gaflet karanlığı (bk. ẓ-l-m; ğ-f-l) |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.1.496
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/496
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- “Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 3.
- Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 2.
- Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir? – Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.
- İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. – Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.
- Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.
- Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.
- Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle: “Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.
- Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
““Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar.” Bakara Sûresi, 2:3. Şu cümlenin hey’âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder. Birinci şart: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, … – Cumartesi Dersleri 25. 1. 4.” için 4 yanıt