Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, bil'ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem'den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – BİRİNCİ ŞAVK.

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, bil'ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem'den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.
Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.

BİRİNCİ CİLVE: 

İhbârât-ı gaybiyesidir. Şu Cilvenin Üç Şavkı var.

BİRİNCİ ŞAVK: 

Maziye ait ihbârât-ı gaybiyesidir. Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle


alâmet: iz, işaret
Asr-ı Saadet: Peygamberimiz (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
bil’ittifak: ittifakla, fikir birliğiyle
ceberut: büyüklük ve haşmet (bk. c-b-r)
cilve: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
emâre: işaret, iz
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
farz-ı muhal: olmayacak şeyi olacakmış gibi düşünme
hadsiz: sınırsız
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
hâlet: durum, hal
Hâlık-ı Kâinat: kâinatın yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve şeref sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hasıl olmak: ortaya çıkmak
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
ihbârât-ı gaybiye: gaybdan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
İncil: Hz. İsâ’ya indirilen kitap
izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasem: yemin
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lisan: dil
mazi: geçmiş zaman
muhabere: haberleşme
muvafık: uygun
Müseylime: (bk. bilgiler)
pest: aşağı
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
şavk: ışık, parıltı
şebâbiyet: tazelik, gençlik
şua: parıltı
taklitkârâne: taklik ederek
tasdik: doğruluğunu kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ)
Tevrat: Hz. Musa’ya indirilen kitap
ulvî: yüce
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vukuat: olaylar
zaman-ı Âdem: Hz. Âdem’in zamanı
zikretmek: anmak, belirtmek

ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. Demek, Kur’ân’ın nazar-ı gayb-bînîsi, o kütüb-ü sâlifenin umumunun fevkinde ahvâl-i maziyeyi görüyor ki, ittifakî meselelerde musaddıkane onları tezkiye ediyor, ihtilâfî meselelerde musahhihâne onlara faysal oluyor. Halbuki, Kur’ân’ın vukuat ve ahvâl-i maziyeye dair ihbârâtı aklî bir iş değil ki akılla ihbar edilsin. Belki semâa mütevakkıf nakildir. Nakil ise, kıraat ve kitabet ehline mahsustur. Dost ve düşmanın ittifakıyla kıraatsiz, kitabetsiz, emanetle maruf, ümmî lâkabıyla mevsuf bir zâta nüzul ediyor.

Hem o ahvâl-i maziyeyi öyle bir surette ihbar eder ki, bütün o ahvâli görür gibi bahseder. Çünkü, uzun bir hadisenin ukde-i hayatiyesini ve ruhunu alır, maksadına mukaddime yapar. Demek, Kur’ân’daki fezlekeler, hülâsalar gösteriyor ki, bu hülâsa ve fezlekeyi gösteren, bütün maziyi bütün ahvâliyle görüyor. Zira bir zâtın bir fende veya bir san’atta mütehassıs olduğu, hülâsalı bir sözle, fezlekeli bir san’atçıkla, o şahısların maharet ve melekelerini gösterdiği gibi, Kur’ân’da zikrolunan vukuatın hülâsaları ve ruhları gösteriyor ki, onları söyleyen, bütün vukuatı ihata etmiş, görüyor, tabiri caizse bir maharet-i fevkalâde ile ihbar ediyor.


ahvâl: haller, durumlar
ahvâl-i maziye: geçmişteki haller
aklî: akılla ilgili
ehl-i keşif ve velâyet: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler (bk. k-ş-f; v-l-y)
emanet: eminlik, güvenilirlik (bk. e-m-n)
envâ: çeşitler, türler
fasletmek: çözüme kavuşturmak
faysal: ayırıcı, çözüme kavuşturucu
fen: bilim
fevkinde: üstünde
fezleke: netice, özet
hâkezâ: bunun gibi
hakikat-i vakıa: olayın gerçekliği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hususî: özel
hülâsa: özet
ihata: kapsama, içine alma
ihbar: haber verme
ihbârât: haber vermeler
ihbârât-ı gaybiye: gayptan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
ihtilâf: ayrılık, anlaşmazlık
ihtilafî: tartışmalı
İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)
istikbal: gelecek zaman
ittifak: birleşme, fikir birliği
ittifak etmek: birleşmek
ittifakî: üzerinde birleşilmiş
kıraat: okuma
kitabet: yazma (bk. k-t-b)
kütüb-ü sâlife: Tevrat, Zebur ve İncil gibi geçmiş kitaplar (bk. k-t-b)
maharet: ustalık, beceri
maharet-i fevkalâde: olağanüstü beceri
maksad: gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)
maruf: bilinen (bk. a-r-f)
mazi: geçmiş zamanı
meleke: kabiliyet, beceri (bk. m-l-k)
mevsuf: vasıflandırılan (bk. v-ṣ-f)
muamelât-ı gaybiye: gayba ait muamele ve işleyişler (bk. ğ-y-b)
Muhyiddin-i Arabî: (bk. bilgiler)
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
mukattaât-ı huruf: bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler
musaddıkane: doğrulayarak (bk. ṣ-d-ḳ)
musahhihâne: düzelterek
muvafakat etmek: uyuşmak
mütehassıs: ihtisas sahibi, uzman
mütevakkıf: bağlı
nakil: aktarma, anlatma
nazar-ı gayb-bînî: gaybı gören bakış (bk. n-ẓ-r; ğ-y-b)
nev’: tür
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
semâ: işitme, duyma (bk. s-m-a)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şavk: ışık, parıltı
tezkiye: iyi hal üzere şahitlik etme
ukde-i hayatiye: hayat düğümü, çekirdeği (bk. ḥ-y-y)
ulema-yı bâtın: şeriatın zâhirinden ve açık hükümlerinden daha çok, mânâ ve esrârını bilen âlimler (bk. a-l-m)
umum: bütün
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vukuat: olaylar
zikrolunmak: anılmak, belirtilmek

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – BİRİNCİ ŞAVK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.542

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/542


CUMARTESİ DERSLERİ

Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Necm Sûresi, 531-4. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,
“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.

Ey ins ve cin! Eğer Kur'ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü'l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur'ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA.

Ey ins ve cin! Eğer Kur'ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü'l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur'ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.
Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Makam-ı ifham ve ilzamda binler misallerinden yalnız şu iki misale bak.

Birinci misal:

وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَۤاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ     1

Yani, “Eğer bir şüpheniz varsa, size yardım edecek, şehadet edecek bütün büyüklerinizi ve taraftarlarınızı çağırınız, birtek sûresine bir nazire yapınız.” İşârâtü’l-İ’câz’da izah ve ispat edildiği için, burada yalnız icmâline işaret ederiz. Şöyle ki:

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan diyor:

Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin2 dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız.

Bunu yapamazsanız, haydi, ümmî olmasın, en meşhur bir edip, bir âlim olsun.

Bunu da yapamazsanız, haydi, birtek olmasın, bütün büleganız, hutebânız, belki bütün geçmiş beliğlerin güzel eserlerini ve bütün gelecek ediplerin yardımlarını ve ilâhlarınızın himmetlerini beraber alınız, bütün kuvvetinizle çalışınız, şu Kur’ân’a bir nazire yapınız.

Bunu da yapamazsanız, haydi, kabil-i taklit olmayan hakaik-i Kur’âniyeden ve mânevî çok mu’cizâtından kat’-ı nazar, yalnız nazmındaki belâğatine nazire olarak bir eser yapınız.

فَاْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ 

ilzamıyla der: Haydi, sizden mânânın doğruluğunu istemiyorum. Müftereyat ve yalanlar ve bâtıl hikâyeler olsun.

Bunu da yapamıyorsunuz. Haydi, bütün Kur’ân kadar olmasın, yalnız

بِعَشْرِ سُوَرٍ 

on sûresine nazire getiriniz.

Bunu da yapamıyorsunuz. Haydi, birtek sûresine nazire getiriniz.

Bu da çoktur. Haydi, kısa bir sûresine bir nazire ibraz ediniz.


Dipnot-1

Bakara Sûresi, 2:23.

Dipnot-2

bk. Muhammed İbni İshak, Sîratü İbni İshak 2:57; Burhanuddin el-Halebî, Sîratü’l-Halebiyye 2:391.

Dipnot-3

Hud Sûresi, 11:13


bâtıl: yalan, gerçek dışı
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ)
beşer: insan
bülega: belâğatçiler, edebiyatçılar (bk. b-l-ğ)
edip: edebiyatçı
hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
himmet: yardım
hutebâ: hatipler (bk. ḫ-ṭ-b)
ibraz etmek: ortaya koymak, göstermek
icmâl: özet (bk. c-m-l)
ilzam: susturma, mağlup etme
ins: insan
izah: açıklama
kabil-i taklit: taklidi mümkün
kat-ı nazar: dikkate almama (bk. n-ẓ-r)
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kelâm-ı İlâhî: Allah kelâmı (bk. k-l-m; e-l-h)
kıraat: okuma
kitabet: yazma (bk. k-t-b)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
makam-ı ifham ve ilzam: karşı tarafı susturma, âciz bırakma makamı
meşhur: tanınmış
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
Muhammedü’l-Emin: güvenilir Muhammed (bk. ḥ-m-d; e-m-n)
müftereyat: uydurmalar
nazire: benzeri, misli (bk. n-ẓ-r)
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
tevehhüm etmek: zannetmek, sanmak
ümmî: tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen

Hattâ, madem bunu da yapmazsanız ve yapamazsınız. Hem bu kadar muhtaç olduğunuz halde—çünkü haysiyet ve namusunuz, izzet ve dininiz, asabiyet ve şerefiniz, can ve malınız, dünya ve âhiretiniz buna nazire getirmekle kurtulabilir. Yoksa dünyada haysiyetsiz, namussuz, dinsiz, şerefsiz, zillet içinde, can ve malınız helâkette mahvolup ve âhirette

 فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ 

işaretiyle, Cehennemde haps-i ebedî ile mahkûm ve sanemlerinizle beraber ateşe odunluk edeceksiniz.

Hem madem sekiz mertebe aczinizi anladınız. Elbette sekiz defa, Kur’ân dahi mu’cize olduğunu bilmekliğiniz gerektir. Ya imana geliniz veyahut susunuz, Cehenneme gidiniz!

İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın makam-ı ifhamdaki ilzamına bak ve de:

 لَيْسَ بَعْدَ بَيَانِ الْقُرْاٰنِ بَياَنٌ 

Evet, beyan-ı Kur’ân’dan sonra beyan olamaz ve hacet kalmaz.


Dipnot-1

“Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşinden sakının.” Bakara Sûresi, 2:24.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
asabiyet: ırkçılık, kendi akraba ve milletini aşırı derecede kayırma gayreti
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n)
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
haps-ı ebedî: sonsuz hapis (bk. e-b-d)
haysiyet: itibar, şeref, değer
helâket: yok oluş
ilzam: susturma, mağlup etme
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
makam-ı ifham: delille susturma makamı
mertebe: kat, derece
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
nazire: benzeri, misli (bk. n-ẓ-r)
sanem: put
zillet: alçaklık, aşağılık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.513

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/514


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.
Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 3.

Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – BİRİNCİ SURET.

Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 3.
Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

Bu Şulenin Üç Şuası var.

BİRİNCİ ŞUA

Derece-i i’cazda belâğat-i Kur’âniyedir. O belâğat ise, nazmın cezaletinden ve hüsn-ü metanetinden ve üslûplarının bedâatinden, garip ve müstahsenliğinden ve beyanının beraatinden, fâik ve safvetinden ve maânîsinin kuvvet ve hakkaniyetinden ve lâfzının fesahatinden, selâsetinden tevellüd eden bir belâğat-i harikulâdedir ki, benî Âdemin en dâhi ediplerini, en harika hatiplerini, en mütebahhir ulemasını muârazaya davet edip bin üç yüz senedir meydan okuyor. Onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muârazaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başını semâvâta vuran o dâhiler, ona muâraza için ağız açamayıp, kemâl-i zilletle boyun eğdiler.

İşte, belâğatindeki vech-i i’câzı iki suretle işaret ederiz.

BİRİNCİ SURET: 

İ’câzı vardır ve mevcuttur. Çünkü, Ceziretü’l-Arap ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibarıyla ümmî idi. Ümmîlikleri için, mefahirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsallerini, kitabet yerine şiir ve belâğat kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâğat cazibesiyle eslâftan ahlâfa hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte, şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak, o kavmin mânevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve belâğat metâı idi. Hattâ bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte, İslâmiyetten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâğatte


ahlâf: halefler, sonradan gelenler
âlem: dünya (bk. a-l-m)
bedâat: benzersizlik, eşsiz güzellik, orijinallik (bk. b-d-a)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
belâğat-i harikulâde: olağanüstü söyleyiş güzelliği (bk. b-l-ğ)
belâğat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın belâğatı (bk. b-l-ğ)
beliğ: belâğat sahibi (bk. b-l-ğ)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
beraat: harika, parlak
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cazibe: çekim
cezâlet: akıcı ve güçlü ifade, güzel anlatım (bk. c-z-l)
Ceziretü’l-Arap: Arabistan yarım-adası (bk. bilgiler)
çarşı-yı ticaret: ticaret çarşısı
dâhi: son derece zeki
derece-i i’caz: mu’cizelik derecesi (bk. a-c-z)
durub-u emsal: meşhur atasözleri (bk. m-s̱-l)
edip: edebiyatçı
ekseriyet-i mutlaka: büyük çoğunluk (bk. k-s̱-r; ṭ-l-ḳ)
eslâf: selefler, geçmiştekiler
fâik: üstün
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
hakkaniyet: hak oluş, doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hüsn-ü metanet: metanetin ve sağlamlığın güzelliği (bk. ḥ-s-n)
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
iftihar etmek: övünmek
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen ihtiyaç (bk. ḥ-v-c; f-ṭ-r)
itibarıyla: özelliğiyle
kahraman-ı millî: millî kahraman
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kemâl-i zillet: tam bir aşağılık (bk. k-m-l)
kitabet: yazım (bk. k-t-b)
lâfz: ifade, kelime
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
medar-ı iftihar: övünç kaynağı
mefahir: övünülecek şeyler
mehâsin-i ahlak: ahlakî güzellikler (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)
metâ: kıymetli eşya
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
muâraza: sözle mücadele
müstahsenlik: güzellik (bk. ḥ-s-n)
mütebahhir: çok bilgili
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
revaç: kıymet, değer
safvet: safilik, halislik, parlak (bk. ṣ-f-y)
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şiddet-i ihtiyaç: şiddetli ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
şua: parıltı
şule: ışık hüzmesi
tevellüd etmek: doğmak
ulema: âlimler (bk. a-l-m)
ümmî: okuma yazma bilmeyen
üslûp: ifade tarzı
vech-i i’câz: mu’cizelik yönü (bk. a-c-z)
vukuat-ı tarihiye: tarihî olaylar
ziyade: çok, fazla

akvâm-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâğat o kadar kıymettardı ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalâha ediyorlardı. Hattâ, onların içinde, “Muallâkat-ı Seb’a” namıyla, yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.

İşte böyle bir zamanda, belâğat en revaçlı olduğu bir anda, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı Mûsâ aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı İsâ aleyhisselâmda tıp revaçta idi; mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte, o vakit, bülega-yı Arabı, en kısa bir sûresine mukabeleye davet etti

وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ     1

fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem der ki: “İman getirmezseniz mel’unsunuz, Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidayeten idam-ı ebedî ile ve sonra da Cehennemde idam-ı ebedî ile beraber dünyevî idamla da mahkûm ediyor. Der: “Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir.”

İşte, eğer muâraza mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün müydü ki, bir iki satırla muâraza edip dâvâsını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkülâtlı muharebe tariki ihtiyar edilsin? Evet, o zeki kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir? Çünkü edipleri birkaç hurufatla muâraza edebilseydi, Kur’ân dâvâsından vazgeçerdi, onlar da maddî ve mânevî helâketten kurtulurlardı. Halbuki muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bissüyufa mecbur oldular.

Hem Kur’ân’ı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep vardı.  


Dipnot-1

“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23.


akvâm-ı âlem: dünyadaki kavimler, milletler (bk. a-l-m)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
bidayeten: ilk önce
bülega-yı Arab: Arap belâğatçıları, edebiyatçıları (bk. b-l-ğ)
dehşetli: korkunç
edip: edebiyatçı
ferman: emir, buyruk
helâket: mahvoluş, yok oluş
hurufat: harfler
idam-ı ebedî: sonsuz yok oluş (bk. e-b-d)
ihtiyar etmek: seçmek, tercih etmek (bk. ḫ-y-r)
istihfaf etmek: küçümsemek
Kâbe: (bk. bilgiler)
kabil: mümkün
kaside: şiir
kıymettar: kıymetli
kibir: gurur, kendini büyük görme (bk. k-b-r)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
mel’un: lanetlenmiş
mertebe: derece
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muallâkat-ı Seb’a: yedi askı; Kur’ân nazil olmadan önce, meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden, Kâbe’nin duvarına asılmış olanları
muâraza: sözle mücadele
muâraza-i bilhuruf: harflerle mücadele, yazılı ve sözlü mücadele
muhal: imkânsız
muharebe: harp, savaş
muharebe-i bissüyuf: kılıçlarla savaşma, silahlı mücadele
mukabele: karşılık verme
musalâha etmek: barışmak (bk. ṣ-l-ḥ)
müşkilâtlı: zor
nam: ad
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
revaç: değer, kıymet
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r)
tarik: yol (bk. ṭ-r-ḳ)
Zaman-ı İsâ: Hz. İsâ’nın zamanı
zaman-ı Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın zamanı (bk. bilgiler)

Birisi düşmanın hırs-ı muârazası, diğeri dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki sâik-i şedid altında milyonlar Arabî kitaplar yazılmış ki, hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun, her kim ona ve onlara baksa, kat’iyen diyecek ki, “Kur’ân bunlara benzemez; hiçbirisi onu tanzir edemez.” Şu halde, ya Kur’ân bütününün altındadır—bu ise bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir—veya Kur’ân, o yazılan umum kitapların fevkindedir.

Eğer desen: “Nasıl biliyoruz ki, kimse muârazaya teşebbüs etmedi? Kimse kendine güvenemedi mi ki meydana çıksın? Birbirinin yardımı da mı faide etmedi?”

Elcevap: Eğer muâraza mümkün olsaydı, alâküllihal kat’î teşebbüs edilecekti. Çünkü izzet ve namus meselesi, can ve mal tehlikesi vardı. Eğer teşebbüs edilseydi, alâküllihal, kat’î taraftar pek çok bulunacaktı. Çünkü hakka muarız ve muannit daima kesretli idi. Eğer taraftar bulsaydı, alâküllihal iştihar bulacaktı. Çünkü, küçük bir mücadele, beşerin nazar-ı istiğrabını celb edip destanlarda iştihar eder. Şöyle acip bir mücadele ve vukuat ise gizli kalamaz. İslâmiyet aleyhinde tâ en çirkin ve en şenî şeylere kadar nakledilir, meşhur olur. Halbuki, muârazaya dair, Müseylime-i Kezzab’ın bir iki fıkrasından başka nakledilmemiş. O Müseylime’de çendan belâğat varmış. Fakat hadsiz bir hüsn-ü cemâle mâlik olan beyan-ı Kur’ân’a nisbet edildiği için, onun sözleri hezeyan suretinde tarihlere geçmiştir. İşte, Kur’ân’ın belâğatindeki i’câz, kat’iyen, iki kere iki dört eder gibi mevcuttur ki, iş böyle oluyor.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
alâküllihal: ister istemez, her halde (bk. k-l-l)
âmi: câhil
Arabî: Arapça
battal: bâtıl, hükümsüz
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beşer: insanlar
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n)
celb etmek: çekmek
cezalet: güzel ve güçlü ifade (bk. c-z-l)
cezalet-i harika: hayranlık verici güçlü ifade (bk. c-z-l)
cezalet-i nazmiye: Kur’ân’ın dizilişindeki güzellik ve akıcılık (bk. c-z-l)
çendan: gerçi
fevkinde: üstünde
fıkra: kısa yazı, bent
hadsiz: sonsuz
hey’ât: kısımlar, parçalar
hezeyan: saçmalama
hırs-ı muâraza: karşı koymak için aşırı istek
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüsn-ü cemâl: maddî manevî güzellik (bk. ḥ-s-n; c-m-l)
i’câz: mu’cizelik (bk. a-c-z)
i’câz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iştihar bulmak: meşhur olmak
ittifak: birleşme
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
kesretli: çok, fazla (bk. k-s̱-r)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
metanet: sağlamlık
mevcut: var (bk. v-c-d)
muannit: inatçı
muâraza: sözle mücadele
muarız: karşı gelen
muhal: imkansız
münasebât: münasebetler, bağlantılar (bk. n-s-b)
Müseylime-i Kezzâb: (bk. bilgiler)
nazar-ı istiğrab: garip ve hayretli bakış (bk. n-ẓ-r)
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
nisbet etmek: kıyaslamak (bk. n-s-b)
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
sâik-i şedid: şiddetli sevk edici gerekçe
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şenî: fena, kötü
şevk-i taklidi: benzerini yapma arzusu ve isteği
tanzir: benzerini yapma (bk. n-ẓ-r)
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
teşebbüs etmek: başvurmak, girişmek
umum: bütün
vukuat: vâkıalar, olaylar

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – BİRİNCİ SURET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.494

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/494


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 2.
Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.

O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam On Birinci Burhan.

O zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır. -Cumartesi Dersleri 22. 11.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

ON BİRİNCİ BURHAN

Gel, ey arkadaş! Şimdi sana, geçmiş olan on burhan kuvvetinde kat’î bir burhan daha göstereceğim. Gel, bir gemiye bineceğiz; HAŞİYE-1 şu uzakta bir cezire var, oraya gideceğiz. Çünkü bu tılsımlı âlemin anahtarları orada olacak. Hem herkes o cezireye bakıyor, oradan birşeyler bekliyor, oradan emir alıyorlar.

İşte, bak, gidiyoruz. Şimdi şu cezireye çıktık. Bak, pek büyük bir içtima var. Şu memleketin bütün büyükleri buraya toplanmış gibi, mühim ihtifal görünüyor. İyi dikkat et. Bu cemiyet-i azîmenin bir reisi var. Gel, daha yakın gideceğiz. O reisi tanımalıyız.

İşte, bak, ne kadar parlak ve binden HAŞİYE-2 ziyade nişanları var. Ne kadar kuvvetli söylüyor, ne kadar tatlı bir sohbet ediyor! Şu on beş gün zarfında bunların dediklerini ben bir parça öğrendim; sen de benden öğren. Bak, o zat, şu


Haşiye-1

Gemi tarihe ve cezire ise Asr-ı Saadete işarettir. Şu asrın zulümatlı sahilinde mimsiz medeniyetin giydirdiği libastan soyunup, zamanın denizine girip, tarih ve siyer sefinesine binip, Asr-ı Saadet ceziresine ve Ceziretü’l-Arab meydanına çıkıp, Fahr-i Âlemi (a.s.m.) iş başında ziyaret etmekle biliriz ki, o zat o kadar parlak bir burhan-ı tevhiddir ki, zeminin baştan başa yüzünü ve zamanın geçmiş ve gelecek iki yüzünü ışıklandırmış, küfür ve dalâlet zulümâtını dağıtmıştır.

Haşiye-2

Bin nişan ise, ehl-i tahkik yanında bine bâliğ olan mu’cizât-ı Ahmediyedir (a.s.m.).


Asr-ı Saadet: Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
bâliğ: erişen, ulaşan
bekà: devamlılık, süreklilik (bk. b-ḳ-y)
burhan: güçlü delil
burhan-ı tevhid: Allah’ın birliğini gösteren delil (bk. v-ḥ-d)
cemiyet-i azîme: büyük topluluk, toplum (bk. c-m-a; a-z-m)
cezire: yarımada
Ceziretü’l-Arab: Arab yarımadası
cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
ehl-i tahkik: gerçeği ilmî olarak araştıranlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
Fahr-i Âlem: bütün âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m) (bk. a-l-m)
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
içtima: toplanma (bk. c-m-a)
ihtifal: merasim
inkılâp: değişim
isnad: dayandırma (bk. s-n-d)
kafile: grup
kat’î: kesin
kerem: ikram, bağış, iyilik (bk. k-r-m)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
libas: elbise
mimsiz medeniyet: “deniyet”, aşağılık
mu’cizât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m) gösterdiği mu’cizeler (bk. a-c-z; ḥ-m-d)
nukuş: nakışlar (bk. n-ḳ-ş)
saltanat: egemenlik, sultanlık (bk. s-l-ṭ)
sefine: gemi
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
sehâvetli: cömertçe (bk. c-v-d)
siyer: Peygamberimizin (a.s.m) hayatını konu alan ilim
tahavvülât: başkalaşmalar
tılsım: sır, gizli gerçek
zarfında: içinde
zemin: yer
zevâl: kaybolma, geçip gitme (bk. z-v-l)
ziyade: fazla
zulümat: karanlık (bk. ẓ-l-m)

memleketin mu’ciznümâ sultanından bahsediyor. “O sultan-ı zîşan beni sizlere gönderdiğini” söylüyor. Bak, öyle hârikalar gösteriyor; şüphe bırakmıyor ki, bu zat o padişahın bir memur-u mahsusudur.

Sen dikkat et ki, bu zâtın söylediği sözü, değil yalnız şu ceziredeki mahlûklar dinliyorlar; belki harikulâde suretinde bütün memlekete işittiriyor. Çünkü, uzaktan uzağa herkes, buradaki nutkunu işitmeye çalışıyor. Değil yalnız insanlar dinliyor; belki hayvanlar da, hattâ bak, dağlar da onun getirdiği emirlerini dinliyorlar ki, yerlerinden kımıldanıyorlar. Şu ağaçlar, işaret ettiği yere gidiyorlar. Nerede istese su çıkarıyor. Hattâ parmağını da bir âb-ı kevser memesi gibi yapar; ondan âb-ı hayat içiriyor. Bak, şu sarayın kubbe-i âlisinde mühim lâmba, HAŞİYE-1 onun işaretiyle, bir iken ikileşiyor. Demek, bu memleket bütün mevcudatıyla onun memuriyetini tanıyor. Onu “gaybî bir zât-ı mu’ciznümânın en has ve doğru bir tercümanıdır,” bir dellâl-ı saltanatı ve tılsımının keşşafı ve evâmirinin tebliğine emin bir elçisi olduğunu biliyor gibi, onu dinleyip itaat ediyorlar.

İşte, bu zâtın her söylediği sözü, etrafındaki bütün aklı başında olanlar, “Evet, evet, doğrudur” derler, tasdik ederler. Belki şu memlekette dağlar, ağaçlar, bütün memleketleri ışıklandıran büyük nur lâmbası, HAŞİYE-2 o zâtın işaret ve emirlerine baş eğmesiyle “Evet, evet, her dediğin doğrudur” derler.

İşte, ey sersem arkadaş! Şu padişahın hazine-i hassasına mahsus bin nişan taşıyan şu nuranî ve muhteşem ve pek ciddî zâtın bütün kuvvetiyle, bütün memleketin ileri gelenlerinin taht-ı tasdikinde bahsettiği bir zât-ı mu’ciznümâdan ve zikrettiği evsâfından ve tebliğ ettiği evâmirinde hiçbir vech ile hilâf ve hile bulunabilir mi? Bunda hilâf-ı hakikat kabilse, şu sarayı, şu lâmbaları, şu cemaati, hem vücutlarını, hem hakikatlerini tekzip etmek lâzım gelir. Eğer haddin varsa, buna karşı itiraz parmağını uzat, gör: Nasıl parmağın burhan kuvvetiyle kırılıp senin gözüne sokulacak!


Haşiye-1

Mühim lâmba, kamerdir ki, onun işaretiyle iki parça olmuş. Yani, Mevlânâ Câmî’nin dediği gibi, “Hiç yazı yazmayan o ümmî zat, parmak kalemiyle sahife-i semâvîde bir elif yazmış; bir kırkı iki elli yapmış.” Yani, şaktan evvel, kırk olan mim’e benzer; şaktan sonra iki hilâl oldu, elliden ibaret olan iki nun’a benzedi.

Haşiye-2

Büyük bir nur lâmbası, güneştir ki, arzın şarktan geri dönmesiyle yeniden güneşin görünmesi, kucağında Peygamberin (a.s.m.) yatmasıyla ikindi namazını kılmayan İmam-ı Ali (r.a.) o mu’cizeye binaen ikindi namazını edâen kılmış.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
âb-ı kevser: Cennette bulunan Kevser ırmağının suyu
arz: dünya
binaen: –dayanarak
burhan: güçlü delil
cezire: yarımada
dellâl-ı saltanat: saltanatın ilancısı (bk. s-l-ṭ)
edâen: yerine getirerek
elif: Arap alfabesinin ilk harfi
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
evâmir: emirler
evsâf: vasıflar, nitelikler, özellikler (bk. v-s-f)
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
had: yetki
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harikulâde: olağanüstü
has: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hazine-i hassa: özel hazine
hilâf: aykırılık, terslik
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hilâl: ay; yay şeklinde görülen yeni ay
hile: aldatma
İmam-ı Ali: (bk. bilgiler)
kabil: mümkün
kamer: ay
keşşâf: keşfedici, açığa çıkarıcı (bk. k-ş-f)
kubbe-i âli: yüksek kubbe
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: özgü
memur-u mahsus: özel memur
memuriyet: memurluk
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
Mevlânâ Câmî: (bk. bilgiler)
mim: Arap alfabesinin yirmi dördüncü harfi
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhteşem: ihtişamlı, göz kamaştırıcı
nişan: alâmet, işaret
nun: Arap alfabesinin yirmi beşinci harfi
nur: ışık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, ışıklı (bk. n-v-r)
nutk: konuşma
sahife-i semâvî: gök sahifesi (bk. s-m-v)
şak: ayrılma, bölünme
şark: doğu
sultan-ı zîşan: şan sahibi sultan (bk. s-l-ṭ; ẕî)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
taht-ı tasdikinde: doğrulaması ve onayı altında (bk. ṣ-d-ḳ)
tasdik etmek: doğruluğunu kabul etmek, onaylamak (bk. ṣ-d-ḳ)
tebliğ: bildirme, ulaştırma (bk. b-l-ğ)
tekzip: yalanlama
tılsım: sır, gizli gerçek
ümmî: okuma yazma bilmeyen
vecih: yön, şekil
vücut: varlık (bk. v-c-d)
zât-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren zat (bk. a-c-z)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, ON BİRİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.385

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/385


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ