Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
Bu sayfada atom ve atomun yapısı ile ilgili bir paylaşım poster şeklinde yapılmaktadır. Herşeyin zamanla değiştiği ancak atomun yapısının değişmediği vurgulanmaktadır. Bu durumda onu değişmekten muhafaza eden bir gücün ve yaratıcının olması gerektiği ifade edilmektedir.
POSTER 8 – Zamanla her şeyde bir eskime ve metal yorgunluğu olur. Atomlar kainatın başlangıcından beri hep aynı yapıda kusursuz çalışıyor. Hiç birinde eskime ve metal yorgunluğu yok. Tesadüfen olması mümkün mü! SubhanAllah. Bir yaratıcı olmalı.
Zamanla her şeyde bir eskime ve metal yorgunluğu olur. Atomlar kainatın başlangıcından beri hep aynı yapıda kusursuz çalışıyor. Hiç birinde eskime ve metal yorgunluğu yok. Tesadüfen olması mümkün mü! SubhanAllah. Bir yaratıcı olmalı.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dördüncü Lem’a.
Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 17.
KISA ViDEO
UZUN ViDEO
Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı
DÖRDÜNCÜ LEM’A
ÜÇÜNCÜ PENCERE:
Zerrelerden mürekkep bir parça toprak, herbir çiçekli ve meyveli nebâtâtın neşvünemâsına menşe olabilir bir kâseyi o zerreciklerden doldursan, bütün dünyadaki her nevi çiçek ve meyveli nebâtâtın tohumcukları ki, o tohumcuklar hayvânâtın nutfeleri gibi, ayrı ayrı şeyler değil-nutfeler bir su olduğu gibi, o tohumlar da karbon, azot, müvellidülmâ, müvellidülhumuzadan mürekkep-mahiyetçe birbirinin misli, keyfiyetçe birbirinden ayrı, yalnız kader kalemiyle, sırf mânevî olarak aslının programı tevdi edilmiş. İşte, o tohumları nöbetle o kâseye koysak, herbiri hârika cihâzâtıyla, eşkâl ve vaziyetiyle zuhur edeceğini, vuku bulmuş gibi inanırsın.
Eğer o zerreler, herbir şeyin herbir hal ve vaziyetini bilen ve herşeye, ona lâyık vücudu ve vücudun levâzımâtını vermeye kadîr ve kudretine nisbeten herşey kemâl-i suhuletle musahhar olan bir Zâtın memuru ve emirber bir vazifedarı olmazlarsa; o toprağın herbir zerresinde, ya bütün çiçekli ve meyvedarların adedince mânevî fabrikalar ve matbaalar, içinde bulunması lâzım gelir ki, o cihazatları ve eşkâlleri birbirinden uzak ve birbirinden ayrı mevcudat-ı muhtelifeye menşe olabilsin, veya bütün o mevcudata muhit bir ilim ve bütün onların teşkilâtına muktedir olacak bir kudret vermek lâzımdır—tâ bütün onların teşkilâtına medar olsun. Demek, Cenâb-ı Haktan nisbet kesilse, toprağın zerrâtı adedince ilâhlar kabul edilmesi lâzım gelir. Bu ise, bin defa muhal içinde muhal bir hurafedir.
Fakat memur oldukları vakit çok kolaydır. Nasıl bir sultan-ı azîmin bir âdi neferi, o padişahın namıyla ve onun kuvvetiyle bir memleketi hicret ettirebilir, iki denizi birleştirebilir, bir şahı esir edebilir. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanının emriyle, bir sinek bir Nemrut’u yere serer; bir karınca bir Firavun’un sarayını harap eder, yere atar; bir incir çekirdeği bir incir ağacını yüklenir.
Hem herbir zerrede, vücub ve vahdet-i Sânia iki şahid-i sadık daha var.
âdi: basit, sıradan anâsır: unsurlar, elementler Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cihâzât: cihazlar, organlar ecza: bütünü oluşturan parçalar (bk. c-z-e) emirber: emre hazır eşkâl: şekiller evvelki: önceki Ezel ve Ebed Sultanı: başlangıç ve sonu olmayan, hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ) Firavun: (bk. bilgiler) hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hicret: göç hurafe: delile dayanmayan saçma inanış kader: Allah’ın meydana gelecek hadiseleri olmadan önce takdir etmesi, plânlaması (bk. ḳ-d-r)
kâdir: gücü yeten (bk. ḳ-d-r) kâse: kap, çanak kemâl-i suhulet: tam bir kolaylık (bk. k-m-l) keyfiyet: esas, içerik kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) levâzımât: gerekli şeyler mahiyet: öz nitelik, özellik medar: dayanak, kaynak menşe: kaynak mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mevcudat-ı muhtelife: çeşitli varlıklar (bk. v-c-d) misli: benzeri (bk. m-s̱-l) muhal: imkansızlık muhit: kuşatıcı muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r) mürekkep: meydana gelmiş, birleşik musahhar: boyun eğme müvellidülhumuza: oksijen müvellidülmâ: hidrojen nebâtât: bitkiler nefer: asker, er
Nemrud: (bk. bilgiler) neşvünemâ: büyüyüp gelişme nevi: çeşit nisbet: bağ (bk. n-s-b) nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b) nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni şahid-i sadık: doğru şahit (bk. ş-h-d; ṣ-d-ḳ) sultan-ı azîm: büyük sultan (bk. s-l-ṭ; a-ẓ-m) teşkilât: yapı, kuruluş tevdi: bırakma, emanet etme vazifedar: görevli vücub ve vahdet-i Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah’ın birliği ve varlığının zorunlu olması (bk. v-c-b; v-ḥ-d; ṣ-n-a) vuku: meydana gelme, olma zerrât: zerreler, atomlar zerre: atom zuhur: ortaya çıkma (bk. ẓ-h-r)
Birisi: Herbir zerre, acz-i mutlakıyla beraber pek büyük ve pek mütenevvi vazifeleri kaldırıyor. Ve cumudiyetiyle beraber, bir şuur-u küllî gösteren intizamperverâne nizam-ı umumîye tevfik-i hareket eder. Demek, herbir zerre, lisan-ı acziyle Kadîr-i Mutlakın vücub-u vücuduna ve nizam-ı âlemi gözetmesiyle vahdetine şehadet eder.
Evet, herbir zîhayatta, biri ehadiyet sikkesi, diğeri samediyet turrası bulunuyor. Zira bir zîhayat, ekser kâinatta cilveleri görünen esmâyı birden kendi âyinesinde gösteriyor. Adeta bir nokta-i mihrakiye hükmünde, Hayy-ı Kayyûmun tecellî-i İsm-i Âzamını gösteriyor. İşte, ehadiyet-i Zâtiyeyi, Muhyî perdesi altında bir nevi gölgesini gösterdiğinden, bir sikke-i ehadiyeti taşıyor.
Hem o zîhayat, kâinatın bir misal-i musağğarı ve şecere-i hilkatin bir meyvesi hükmünde olduğu için, kâinat kadar ihtiyâcâtını ummadığı ve bilmediği bir yerden kolaylıkla küçücük daire-i hayatına yetiştirmek, samediyet turrasını gösteriyor. Yani, “o hal gösteriyor ki, onun öyle bir Rabbi var ki, ona, herşeye bedel bir teveccühü var ve bütün eşyanın yerini tutar bir nazarı var; bütün eşya Onun bir teveccühünün yerini tutamaz.”
Herbir zerrede, Onun Vâcibü’l-Vücud ve Vâhid olduğuna iki şahit bulunduğu gibi; herbir zîhayatta da, Onun Ehad ve Samed olduğuna dair iki âyet vardır.
Dipnot-2
Üstteki cümle bu metnin tercümesidir.
acz-i mutlak: sınırsız derecede âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z; ṭ-l-ḳ) âyine: ayna cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y) cumudiyet: cansızlık daire-i hayat: hayat dairesi (bk. ḥ-y-y) ehadiyet: Allah’ın birliğinin ve isimlerinin herbir varlıkta tecellî etmesi (bk. v-ḥ-d) ehadiyet-i Zâtiye: Allah’ın zâtının birliği (bk. v-ḥ-d) ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r) esmâ: isimler (bk. s-m-v) Hayy-ı Kayyûm: her an diri olup her canlıya hayat veren ve herşeyi ayakta tutan Allah (bk. ḥ-y-y; ḳ-v-m) ihtiyâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c) intizamperverâne: düzenliliği sevene yakışır bir şekilde (bk. n-ẓ-m) Kadir-i Mutlak: herşeye gücü yeten sınırsız güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) lisan-ı acz: acizlik dili (bk. a-c-z) misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l) Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y) mütenevvi: çeşitli nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) nevi: çeşit nizam-ı âlem: kâinatın düzeni (bk. n-ẓ-m; a-l-m) nizam-ı umumî: genel düzen (bk. n-ẓ-m) nokta-i mihrakiye: odak noktası Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d) şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan damga, mühür sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d) şuur-u küllî: bilgi ve kavrayışı kapsamlı olan (bk. ş-a-r; k-l-l) tecellî-i İsm-i Âzam: Allah’ın en büyük isminin yansıması (bk. c-l-y; s-m-v; a-ẓ-m) teveccüh: yönelme, ilgi tevfik-i hareket: uygun hareket turra: padişah mührü ve imzası vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d) vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d) zerre: atom zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
Hem o hal gösteriyor ki, onun o Rabbi, hiçbir şeye muhtaç olmadığı gibi, hazinesinden hiçbir şey eksilmez ve kudretine de hiçbir şey ağır gelmez. İşte, samediyetin gölgesini gösteren bir nevi turrası…
Demek, herbir zîhayatta bir sikke-i ehadiyet, bir turra-i samediyet vardır. Evet, herbir zîhayat, hayat lisanıyla
قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ اَللهُ الصَّمَدُ 1
okuyor. Bu iki sikkeden başka birkaç pencere-i mühimme de var. Başka bir yerde tafsil edildiği için burada ihtisar edildi.
Madem şu kâinatın herbir zerresi böyle üç pencereyi ve iki deliği ve hayat dahi iki kapıyı birden Vâcibü’l-Vücudun vahdâniyetine açıyor. Zerreden tâ şemse kadar tabakat-ı mevcudat, Zât-ı Zülcelâlin envâr-ı marifetini ne suretle neşrettiğini kıyas edebilirsin. İşte, marifetullahta terakkiyât-ı mâneviyenin derecâtını ve huzurun merâtibini bundan anla ve kıyas et.
Dipnot-1
“De ki: O Allah birdir. O Allah’tır, Samed’dir; herşey O’na muhtaç olduğu halde O hiçbir şeye muhtaç değildir.” İhlâs Suresi, 112:1-2.
derecât: dereceler ekser: çoğunluk (bk. k-s̱-r) envâr-ı marifet: Allah’ı bilme ve tanıma nurları (bk. n-v-r; a-r-f) esbab: sebepler (bk. s-b-b) hurufat: harfler ihtisar: kısaltma, özetleme imtinâ: imkansızlık isnat: dayandırma (bk. ṣ-n-d) kâfi: yeterli kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalem-i kudret-i Samedâniye: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Kendisine muhtaç olduğu Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r; ṣ-m-d) kitab-ı kâinat: kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-v-n) kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) lâfz-ı Yâsin: “Yâsin” kelimesi mâkuliyet: akla uygunluk marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f) matbu: basılmış merâtib: mertebeler neşretmek: yaymak
nevi: çeşit pencere-i mühimme: önemli pencere Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d) şems: güneş sikke: mühür, işaret sikke-i ehadiyet: Allah’ın herbir varlıkta görülen birlik işareti (bk. v-ḥ-d) suhulet: kolaylık Sûre-i Yâsin: Yâsin Sûresi, Kur’ân-ı Kerimin 36. sûresi suret: şekil, tarz (bk. ṣ-v-r) tab’ edilmek: basılmak tabakat-ı mevcudat: varlıkların tabakaları (bk. v-c-d) tabiat: canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem, doğa (bk. ṭ-b-a)
tafsil etme: ayrıntılı olarak açıklama terakkiyât-ı mâneviye: mânevî ilerlemeler (bk. a-n-y) turra: mühür, nişan turra-i samediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması mânâsındaki sıfatının mührü (bk. ṣ-m-d) Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan ve var olmak için hiçbir şeye ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b) vâhdaniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d) vücub: kesinlik, gereklilik (bk. v-c-b) vücut bulma: var olma (bk. v-c-d) Zât-ı Ehadiyet: herbir varlıkta birliği görünen Zât, Allah (bk. v-ḥ-d) Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l) zerre: atom zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz İkinci Makam Dördüncü Lem’a.
İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır. – Cumartesi Dersleri 22. 16.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi İkinci Sözün İkinci Makamı
DÖRDÜNCÜ LEM’A
Bak, şu semâvâtın denizinde yüzen ve şu zeminin yüzünde serpilen rengârenk mevcudata ve çeşit çeşit masnuata dikkat et. Göreceksin ki, herbiri üstünde Şems-i Ezelînin taklit kabul etmez turraları vardır. Nasıl hayatta sikkeleri, zîhayatta hâtemleri görünüyor ve bir ikisini gördük. İhyâ üstünde dahi öyle turraları vardır. Temsil, derin mânâları fehme yakınlaştırdığından, bir temsille şu hakikati göstereceğiz.
Meselâ, güneş, seyyarelerden tut, tâ katrelere kadar, tâ camın küçük parçalarına kadar ve karın parlak zerreciklerine kadar, şu güneşin cilve-i misaliyesinden ve in’ikâsından bir turrası ve güneşe mahsus bir eser-i nuranîsi görünüyor. Şayet o hadsiz şeylerde görünen güneşçiklerini, güneşin cilve-i in’ikâsı ve tecellî-i aksi olduğunu kabul etmezsen, o vakit herbir katrede ve ziyaya maruz herbir cam parçasında ve ışığa mukabil her şeffaf bir zerrecikte, tabiî ve hakikî bir
âlem-i kebir: büyük âlem, kâinat (bk. a-l-m; k-b-r) âsâr: eserler âyât: ayetler, deliller cilve-i in’ikâs: yansımadan ileri gelen görüntü (bk. c-l-y) cilve-i misaliye: misalî görünüm (bk. c-l-y; m-s̱-l) derc etmek: yerleştirmek eser-i nuranî: nurlu, parlak eser (bk. n-v-r) esmâ: isimler (bk. s-m-v) fehm: anlayış hâdisât-ı kevniye: yaratılışa ait hadiseler (bk. k-v-n) hadsiz: sayısız hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l) has: özel hâtem: mühür, damga hâtem-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın mührü (bk. r-b-b)
ihâta: içine alma, kuşatma ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y) in’ikâs: yansıma kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kalb-i beşer: insan kalbi katre: damla kuvve: duyu kuvve-i hâfıza-i insaniye: insandaki hafıza duygusu, bellek (bk. ḥ-f-ẓ) mahsus: özgü maruz: tesiri altında olan masnuat: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) mevki: yer mufassal: ayrıntılı mukabil: karşılık münezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h) Rabb-i Zülcelâl: sonsuz heybet ve yücelik sahibi ve herşeyin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; ẕü; c-l-l) safahât: safhalar, gelişmeler şeffaf: saydam, parlak
semâvât: gökler (bk. s-m-v) Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l) seyyare: gezegen şiddet-i zuhur: çok kuvvetli şekilde görünme (bk. ẓ-h-r) sikke: madenî para gibi şeylerin üzerine vurulan damga, mühür tabiî: kendiliğinden, doğal (bk. ṭ-b-a) tecellî: görünme, yansıma (bk. c-l-y) tecellî-i aks: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y) temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) turra: mühür, nişan zemin: yer zerrecik: atom, en küçük madde parçası zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) ziya: ışık
güneşin vücudunu bil’asâle kabul etmek gibi gayet derece bir divanelikle, nihayetsiz bir belâhete düşmekliğin lâzım gelir.
Öyle de, Şems-i Ezelînin tecelliyât-ı nuraniyesinden ihyâ, yani “hayat vermek” cihetinde, herbir zîhayat üstünde öyle bir turrası vardır ki, faraza bütün esbab toplansa ve birer fâil-i muhtar kesilseler, yine o turrayı taklit edemezler. Zira, herbiri birer mu’cize-i kudret olan zîhayatlar, herbiri o Şems-i Ezelînin şuaları hükmünde olan esmâsının nokta-i mihrakiyesi suretindedir.
Eğer zîhayat üstünde görünen o nakş-ı acib-i san’atı, o nazm-ı garib-i hikmeti ve o tecellî-i sırr-ı ehadiyeti, Zât-ı Ehad-i Samede verilmediği vakit, herbir zîhayatta, hattâ bir sinekte, bir çiçekte nihayetsiz bir kudret-i fâtıra, içinde saklandığını ve herşeyi muhit bir ilim bulunduğunu ve kâinatı idare edecek bir irade-i mutlaka onda mevcut olduğunu, belki Vâcibü’l-Vücuda mahsus bâki sıfatları dahi onların içinde bulunduğunu kabul etmek; adeta o çiçeğin, o sineğin herbir zerresine bir ulûhiyet vermek gibi, dalâletin en eblehçesine, hurâfâtın en ahmakçasına bir derekesine düşmek lâzım gelir. Zira, o şeyin zerrelerine, hususan tohum olsalar, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerre, cüz’ü olduğu zîhayata bakar, onun nizamına göre vaziyet alır. Belki o zîhayatın bütün nev’ine bakar gibi, o nev’in devamına yarayacak her yerde zer’ etmek ve nev’inin bayrağını dikmek için kanatçıklarla kanatlanmak gibi bir keyfiyet alır. Belki o zîhayat, alâkadar ve muhtaç olduğu bütün mevcudata karşı muamelâtını ve münasebât-ı rızkıyesini devam ettirecek bir vaziyet tutuyor. İşte, eğer o zerre, bir Kadîr-i Mutlakın memuru olmazsa ve nisbeti o Kadîr-i Mutlaktan kesilse, o vakit o zerreye herşeyi görür bir göz, herşeye muhit bir şuur vermek lâzımdır.
Elhasıl: Nasıl şu katrelerde ve camın zerreciklerinde olan güneşçikler ve çeşit çeşit renkler, güneşin cilve-i aksine ve in’ikâsının tecellîsine verilmezse, birtek
bâki: kalıcı ve devamlı (bk. b-ḳ-y) belâhet: aptallık bil’asâle: bizzat, doğrudan cihet: yön cilve-i akis: yansımanın görüntüsü (bk. c-l-y) cüz’: parça (bk. c-z-e) dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) dereke: en aşağı derece divanelik: akılsızlık eblehçe: son derece aptalca elhasıl: özetle, sonuç olarak esbab: sebepler (bk. s-b-b) esmâ: isimler (bk. s-m-v) fâil-i muhtar: kendi istek ve iradesi ile iş gören (bk. f-a-l; ḫ-y-r) faraza: varsayalım ki hurafât: hurafeler, batıl inanışlar hususan: özellikle ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y) in’ikâs: yansıma irade-i mutlaka: sınırsız irade (bk. r-v-d; ṭ-l-ḳ) Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)
şua: parıltı suret: şekil (bk. ṣ-v-r) şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r) tecellî: görünüm (bk. c-l-y) tecellî-i sırr-ı ehadiyet: Allah’ın birlik sırrının herbir varlıkta görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d) tecelliyât-ı nuraniye: parlak, nuranî görüntüler (bk. c-l-y; n-v-r) turra: padişahın mührü ve imzası ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h) Vâcibü’l-Vücud: varlığı zorunlu olan, var olmak hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah (bk. v-c-b; v-c-d) vücud: varlık (bk. v-c-d) Zât-ı Ehad-i Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu fakat Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan ve tek olan Zât, Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d) zer’ etmek: ekmek, dikmek zerre: atom zerrecik: atom zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) zira: çünkü
güneşe mukabil nihayetsiz güneşleri kabul etmek lâzım gelir; muhal ender muhal bir hurafeyi kabul etmek iktiza eder. Aynen bunun gibi, eğer herşey Kadîr-i Mutlaka verilmezse, birtek Allah’a mukabil, nihayetsiz, belki zerrât-ı kâinat adedince ilâhları kabul etmek gibi, yüz derece muhal içindeki bir muhali mevcut kabul etmek gibi bir divanelik hezeyanına düşmek lâzım gelir.
Elhasıl, herbir zerreden, üç pencere Şems-i Ezelînin nur-u vahdâniyetine ve vücub-u vücuduna açılır.
BİRİNCİ PENCERE: Herbir zerre, bir nefer gibi nasıl ki askerî dairelerinin herbirinde, yani takımında, bölüğünde, taburunda, alayında, fırkasında, ordusunda, herbirisinde bir nisbeti, o nisbete göre bir vazifesi ve o vazifeye göre nizamı dairesinde bir hareketi olduğu gibi; Öyle de senin gözbebeğindeki o câmid zerrecik dahi, senin gözünde, başında, vücudunda ve kuvve-i müvellide, kuvve-i câzibe, kuvve-i dâfia, kuvve-i musavvire gibi deverân-ı deme ve his ve harekeye hizmet eden evride ve şerâyin ve sair âsablarda, hem senin nev’inde, ilâ âhir, birer nisbeti, birer vazifesi bulunduğunu, bilbedâhe bir Kadîr-i Ezelînin eser-i sun’u ve memur-u muvazzafı ve taht-ı tedbirinde olduğunu, kör olmayan göze gösterir.
İKİNCİ PENCERE: Havadaki herbir zerre, herbir çiçeği, herbir meyveyi ziyaret edebilir. Herbir çiçeğe, herbir meyveye girer, işleyebilir. Eğer herşeyi görür ve bilir bir Kadîr-i Mutlakın memur-u musahharı olmasa, o serseri zerre, bütün meyvelerin, çiçeklerin cihâzâtını ve yapılmasını ve ayrı ayrı san’atlarını ve onlara giydirilen suretlerin terziliğini ve hıyâtât-ı kâmile-i muhita-i san’atını bilmek lâzım gelir.
İşte şu zerre, bir güneş gibi bir nur-u tevhidin şuâını gösteriyor. Ziyayı havaya, mâi türâba kıyas et. Zaten eşyanın asıl menşeleri şu dört maddedir. (Yeni hikmetle, müvellidülmâ, müvellidülhumuza, karbon, azottur ki, bu anâsır, evvelki unsurların eczalarıdır.)
alay: genel olarak üç taburdan oluşan askerî topluluk âsab: damarlar bilbedâhe: apaçık bir şekilde bölük: takımlardan oluşan askerî birlik câmid: cansız cihâzât: organlar deverân-ı dem: kan dolaşımı divanelik: akılsızlık elhasıl: özetle, sonuç olarak eser-i sun’: san’at eseri (bk. ṣ-n-a) eşya: şeyler, varlıklar evride: toplardamar fırka: tümen hareke: hareket hezeyan: saçmalama hikmet: ilim ve fenler (bk. ḥ-k-m) hıyâtât-ı kâmile-i muhita-i san’at: sanatın bütün mükemmelliklerini kapsayan kusursuz terzilik (bk. k-m-l; ṣ-n-a) hurafe: delile dayanmayan saçma inanış iktiza: gerektirme ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r) Kadîr-i Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; e-z-l)
Kadîr-i Mutlak: sınırsız güç ve kudret sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ) kuvve-i câzibe: faydalı şeyleri çeken güç, hücrenin çekim gücü kuvve-i dâfia: zararlı şeyleri defeden güç kuvve-i musavvire: şekil verme gücü (bk. ṣ-v-r) kuvve-i müvellide: üreme duygusu mâ: su memur-u musahhar: emre itaat eden memur memur-u muvazzaf: vazifeli memur menşe: kaynak, esas mevcud: var (bk. v-c-d) muhal ender muhal: imkansızlık içinde imkansızlık mukabil: karşılık müvellidülhumuza: oksijen müvellidülmâ: hidrojen nefer: asker nev’: tür nihayetsiz: sonsuz nisbet: bağ (bk. n-s-b) nizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m) nur-u tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğuna inanmaktan gelen nur (bk. n-v-r; v-ḥ-d)
nur-u vahdâniyet: Allah’ın birliğini gösteren nur (bk. n-v-r; v-ḥ-d) sair: başka Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir, herşeyi nurlandıran Allah için benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l) şerâyin: atardamarlar şuâ: ışık, parıltı suret: şekil (bk. ṣ-v-r) tabur: dört bölükten meydana gelen askerî birlik taht-ı tedbir: yönetimi altında (bk. d-b-r) takım: en küçük askerî topluluk türâb: toprak vücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d) zerrât-ı kâinat: kâinattaki, evrendeki atomlar (bk. k-v-n) zerre: atom ziya: ışık
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, Mukaddime DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Cumartesi Derslerinde bu hafta “Hava ve O” konusu yani “Hüve Nüktesi” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Üçüncü Söz’ün son bölümünde yer almaktadır.
Hava ve O – Hüve Nüktesi – Hava – Zerre – Atom – Tabiat – Doğa ve O – Hû – Hüve – Cumartesi Dersleri 13. 10.
deki ( هُو ) “Hû” lâfzında, yalnız maddî cihette bir seyahat-i hayaliye-i fikriyede, hava sahifesinin mütalâasıyla âni bir surette görünen bir zarif nükte-i tevhidde, meslek-i imaniyenin hadsiz derece kolay ve vücub derecesinde suhuletli bulunmasını ve şirk ve dalâletin mesleğinde hadsiz derecede müşkilâtlı, mümteni binler muhal bulunduğunu müşahede ettim. Gayet kısa bir işaretle o geniş ve uzun nükteyi beyan edeceğim.
Evet, nasıl ki bir avuç toprak, yüzer çiçeklere nöbetle saksılık eden kabında, eğer tabiata, esbaba havale edilse, lâzım gelir ki, ya o kapta küçük mikyasta yüzer, belki çiçekler adedince mânevî makineler, fabrikalar bulunsun; veyahut o parçacık topraktaki herbir zerre, bütün o ayrı ayrı çiçekleri, muhtelif hasiyetleriyle ve hayattar cihazatıyla yapmalarını bilsin, adeta bir ilâh gibi hadsiz ilmi ve nihayetsiz iktidarı bulunsun. Aynen öyle de, emir ve iradenin bir arşı olan havanın, rüzgârın herbir parçası ve bir nefes ve tırnak kadar olan ( هُو ) “Hû” lâfzındaki havada, küçücük mikyasta, bütün dünyada mevcut telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz ve muhtelif konuşmaların merkezleri, santralları, âhize ve nâkileleri bulunsun ve o hadsiz işleri beraber ve bir anda yapabilsin; veyahut o ( هُو ) “Hû” daki havanın, belki unsur-u havanın herbir parçasının herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayrı ayrı umum telgrafçılar ve radyo ile konuşanlar kadar
Dipnot-1
Onun adıyla. O her kusurdan münezzehtir. “Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
Dipnot-2
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.
Dipnot-3
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2.
Dipnot-4
“De ki: O Allah’tır.” İhlâs Sûresi, 112:1.
âhize: alıcı âni: birden bire arş: taht; emir ve egemenliğin icra yeri (bk. a-r-ş) aziz: çok değerli, izzetli (bk. a-z-z) beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n) cihazat: organlar, donanım dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) emir ve irade: Allah’ın yaratılışa dair emir ve dilemeleri (bk. r-v-d) esbab: sebepler (bk. s-b-b) hadsiz: sınırsız hasiyet: özellik hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
Hüve: O, Allah iktidar: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r) lâfz: ifade, kelime maddî cihet: maddeye bakan yön meslek-i imaniye: iman yolu (bk. e-m-n) mevcut: var olan (bk. v-c-d) mikyas: ölçek muhal: imkansız muhtelif: çeşitli mümteni: imkansız müşahede: gözlem (bk. ş-h-d) müşkilât: zorluk mütalâa: inceleme nâkile: iletici nihayetsiz: sonsuz nükte: ince ve derin mânâ nükte-i tevhid: Allah’ın birliğine dair ince bir mânâ (bk. v-ḥ-d)
seyahat-i hayaliye-i fikriye: hayalde ve düşüncede yapılan yolculuk (bk. f-k-r; ḫ-y-l) şirk: Allah’a ortak koşma sıddık: çok doğru ve bağlı (bk. ṣ-d-ḳ) suhulet: kolaylık suret: şekil (bk. ṣ-v-r) tabiat: doğa, maddî âlem (bk. ṭ-b-a) umum: bütün unsur-u hava: hava maddesi vücub: kesinlik, zorunluluk (bk. v-c-b) zarif: güzel, ince zerre: atom
mânevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onların umum dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin, neşretsin. Çünkü, bilfiil o vaziyet kısmen görünüyor ve havanın bütün eczasında o kabiliyet var. İşte, ehl-i küfrün ve tabiiyyun ve maddiyyunların mesleklerinde, değil bir muhal, belki zerreler adedince muhaller ve imtinâlar ve müşkilâtlar âşikâre görünüyor.
Eğer Sâni-i Zülcelâle verilse, hava bütün zerratıyla O’nun emirber neferi olur. Birtek zerrenin muntazam birtek vazifesi kadar kolayca, hadsiz küllî vazifelerini Hâlıkının izniyle ve kuvvetiyle ve Hâlıka intisap ve istinad ile ve Sâniinin cilve-i kudretiyle ve bir anda, şimşek sür’atinde ve ( هُو ) “Hû” telâffuzu ve havanın temevvücü suhuletinde yapar. Yani, kalem-i kudretin hadsiz ve harika ve muntazam yazılarına bir sahife olur. Ve zerreleri, o kalemin uçları; ve zerrelerin vazifeleri dahi, kalem-i kaderin noktaları bulunur. Birtek zerrenin hareketi derecesinde kolay çalışır.
İşte, ben
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1
ve
قُلْ هُوَ اللهُ 2
deki hareket-i fikriye ile seyahatimde hava âlemini temâşâ ve o unsurun sahifesini mütalâa ederken, bu mücmel hakikati tam vazıh ve mufassal, aynelyakîn müşahede ettim. Ve ( هُو ) “Hû” nun lâfzında, havasında böyle parlak bir burhan ve bir lem’a-i Vâhidiyet bulunduğu gibi, mânâsında ve işaretinde gayet nuranî bir cilve-i Ehadiyet ve çok kuvvetli bir hüccet-i tevhid ve ( هُو ) “Hû” zamirinin mutlak ve müphem işareti hangi Zâta bakıyor?” işaretine bir karine-i taayyün o hüccette bulunması içindir ki, hem
Dipnot-1
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2; Haşir Sûresi, 59:22.
Hüve: O, Allah imtinâ: imkansızlık intisap: bağlanma (bk. n-s-b) istinad: dayanma (bk. s-n-d) kalem-i kader: kader kalemi (bk. ḳ-d-r) kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r) karine-i taayyün: belirtme işareti, “O” zamirinin Allah’a işaret etmesi küllî: kapsamlı, büyük (bk. k-l-l) lâfz: ifade, kelime lem’a-i Vâhidiyet: Allah’ın birliğini gösteren parıltı (bk. v-ḥ-d) maddiyyun: materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar meslek: gidilen yol, usül mücmel: özetlenmiş (bk. c-m-l) mufassal: ayrıntılı muhal: imkansızlık muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m) müphem: belirsiz
müşahede: gözlem (bk. ş-h-d) müşkilât: zorluklar mütalâa: etraflıca düşünme mutlak: serbest bırakılmış, sınırı belirtilmemiş (bk. ṭ-l-ḳ) neşretmek: yaymak nuranî: nurlu, ışıklı (bk. n-v-r) Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l) Sânii: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a) suhulet: kolaylık sür’at: hız tabiiyyun: tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler (bk. ṭ-b-a) telâffuz: söyleyiş, ifade etme temâşâ: seyretme temevvüc: dalgalanma umum: bütün vazıh: açık, âşikar zerrat: zerreler, atomlar zerre: atom, maddenin en küçük parçası
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hem ehl-i zikir, makam-ı tevhidde bu kudsî kelimeyi çok tekrar ederler diye, ilmelyakîn ile bildim.
Evet, meselâ bir nokta beyaz kâğıtta iki üç nokta konulsa karıştığı; ve bir adam, muhtelif çok vazifeleri beraber yapmasıyla şaşıracağı; ve bir küçük zîhayata çok yükler yüklenmesiyle altında ezildiği; ve bir lisan ve bir kulak, aynı anda müteaddit kelimelerin beraber çıkması ve girmesi, intizamını bozup karışacağı halde, aynelyakîn gördüm ki, ( هُو ) “Hüve”nin anahtarıyla ve pusulasıyla fikren seyahat ettiğim hava unsurunda, herbir parçası, hattâ herbir zerresi içine muhtelif binler noktalar, harfler, kelimeler konulduğu veya konulabileceği halde karışmadığını ve intizamını bozmadığını; hem ayrı ayrı pek çok vazifeler yaptığı halde hiç şaşırmadan yapıldığını; ve o parçaya ve zerreye pek çok ağır yükler yüklendiği halde hiç zaaf göstermeyerek, geri kalmayarak intizamla taşıdığını; hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, mânâda o küçücük kulak ve lisanlara kemâl-i intizamla gelip, çıkıp, hiç karışmayarak, bozulmayarak o küçücük kulaklara girip o gayet incecik lisanlardan çıktığı; ve o her zerre ve her parçacık, bu acip vazifeleri görmekle beraber, kemâl-i serbestiyetle, cezbedârâne, hal diliyle ve mezkûr hakikatin şehadeti ve lisanıyla
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1
ve
قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ 2
deyip gezer ve fırtınaların ve şimşek ve berk ve gök gürültüsü gibi havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisinde intizamını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve şaşırmıyor ve bir iş diğer bir işe mâni olmuyor; ben aynelyakîn müşahede ettim.
Demek, ya herbir zerre ve herbir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrâta hâkim-i mutlak bir hassaları bulunmak lâzımdır ki, bu işlere medar olabilsin. Bu ise zerreler adedince muhal ve bâtıldır. Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise, bu sahife-i hava, hakkalyakin, aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedahetle, Zât-ı Zülcelâlin hadsiz, gayr-ı mütenâhi ilmi ve hikmetle çalıştırdığı
Dipnot-1
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2.
Dipnot-2
“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.
aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n) bâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlış bedahet: açıklık berk: şimşek cezbedârâne: kendinden geçerek ehl-i zikir: Allah’ı sürekli olarak zikredenler, ananlar gayr-ı mütenâhi: sonsuz hadsiz: sınırsız hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâkim-i mutlak: herşey üzerinde sınırsız egemenlik sahibi olan (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ) hakkalyakin: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n) hassa: özellik hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
Hüve: O, Allah ilmelyakin: ilmî bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme (bk. a-l-m; y-ḳ-n) intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m) irade: isteme, dileme, tercih (bk. r-v-d) kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m) kemâl-i serbestiyet: tam serbestlik (bk. k-m-l) kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) kudsî: kutsal, kusur ve eksiklikten yüce (bk. ḳ-d-s) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklaması mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) lisan: dil makam-ı tevhid: tevhid makamı, kalben Allah’ın birliğinin hissedildiği hal (bk. v-ḥ-d)
medar: eksen, dayanak mezkûr: sözü geçen muhal: imkansız muhtelif: çeşitli müşahede: gözlem (bk. ş-h-d) müteaddit: çeşitli, birden fazla sahife-i hava: hava sayfası şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l) zerrât: zerreler, atomlar zerre: atom, en küçük madde parçası zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir Levh-i Mahfuzun âlem-i tagayyürde ve mütebeddil şuûnâtında bir Levh-i Mahv, İsbat namında yazar bozar tahtası hükmündedir.
İşte, hava unsuru yalnız nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i vahdâniyeti ve mezkûr acaibi gösterdiği ve dalâletin hadsiz muhaliyetini izhar ettiği gibi; unsur-u havanın sair ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, câzibe, dâfia, ziya gibi sair letâifin naklinde şaşırmadan, muntazaman, asvat naklindeki vazifeyi gördüğü aynı zamanda bu vazifeleri dahi gördüğü aynı zamanında, bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkih gibi hayata lüzumu bulunan levazımatı kemâl-i intizamla yetiştiriyor. Emir ve irade-i İlâhiyenin bir arşı olduğunu kat’î bir surette ispat ediyor. Ve serseri tesadüf ve kör kuvvet ve sağır tabiat ve karışık, hedefsiz esbab ve âciz, câmid, cahil maddeler bu sahife-i havaiyenin kitabetine ve vazifelerine karışması hiçbir cihetle ihtimal ve imkânı bulunmadığını aynelyakin derecesinde ispat ettiğini kat’î kanaat getirdim. Ve herbir zerre ve herbir parça lisan-ı hâl ile
لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1
ve
قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ 2
dediklerini bildim. Ve bu ( هُو ) “Hüve” anahtarıyla havanın maddî cihetindeki bu acaibi gördüğüm gibi, hava unsuru da bir ( هُو ) “Hû” olarak âlem-i misal ve âlem-i mânâya bir anahtar oldu.
Gördüm ki, âlem-i misal, nihayetsiz fotoğraflar ve herbir fotoğraf, hadsiz hâdisât-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmayarak alıyor. Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviye ve fâniyâtın fâni ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedî temâşâgâhlarda ve Cennette
Dipnot-1
“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2; Haşir Sûresi, 59:22.
Dipnot-2
“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.
acaip: şaşırtıcı ve hayret verici şey âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z) âlem-i mânâ: mânâ âlemi, mânen anlaşılan ve bilinen âlem (bk. a-l-m; a-n-y) âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l) âlem-i tagayyür: değişken âlem (bk. a-l-m) asvat: sesler aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n) câmid: cansız câzibe: çekim gücü cihet: yön, taraf cilve-i vahdâniyet: Cenab-ı Allah’ın birlik görüntüsü (bk. c-l-y; v-ḥ-d) dâfia: itme gücü dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) ehemmiyetli: önemli emir ve irade-i İlâhiyenin arşı: Allah’ın emir ve iradesinin tahtı (bk. r-v-d; e-l-h; a-r-ş) esbab: sebepler (bk. s-b-b)
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y) fâniyat: fâni, geçici şeyler (bk. f-n-y) hâdisât-ı dünyeviye: dünyaya ait olaylar hadsiz: sınırsız hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) Hüve: O, Allah izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r) kalem-i kudret ve kader: varlıkların ve olayların düzenli olarak meydana gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r) kat’î: kesin kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m) kitabet: yazım (bk. k-t-b) letâif: maddi olmayan, çok ince şeyler (bk. l-ṭ-f) levazımat: gerekli şeyler Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı mânevî kader levhası (bk. ḥ-f-ẓ) Levh-i Mahv, İsbat: bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren mânevî levha, yaz boz tahtası
lisan-ı hâl: hal ve beden dili mezkûr: sözü geçen muhaliyet: imkansızlık muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m) mütebeddil: değişken nakl-i asvat: seslerin nakli, iletimi nebatat: bitkiler nihayetsiz: sınırsız, sonsuz sahife-i havaiye: hava sahifesi sair: diğer sermedî: sürekli, kalıcı sinema-i uhreviye: âhirete ait sinema (bk. e-ḫ-r) suret: şekil (bk. ṣ-v-r) şuûnat: işler, fiiller ve tasarruflar (bk. ş-e-n) tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a) telkih: aşılama temâşâgâh: seyir yeri teneffüs: soluklanma, nefes alma unsur-u hava: hava maddesi zâil: yok olup gidici, geçici (bk. z-v-l) zerre: atom, en küçük madde parçası ziya: ışık
saadet-i ebediye ashablarına da dünya maceralarını ve eski hâtıratlarını levhalarıyla gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinası olarak bildim.
Hem Levh-i Mahfuzun, hem âlem-i misâlin iki hücceti ve iki küçücük nümunesi ve iki noktası, insanın başında olan kuvve-i hafıza ve kuvve-i hayaliye, mercimek küçüklüğünde iken, hiç karıştırmayarak kemâl-i intizamla içlerinde bir büyük kütüphane kadar malumatın yazılması kat’î ispat eder ki, o iki kuvvenin nümune-i ekber ve âzamları olan âlem-i misal, hava ve su unsurlarının, hususan nutfelerin suyu ve toprak unsurunun pek fevkinde daha ziyade hikmet ve irade ile ve kalem-i kader ve kudretle yazıldıklarını ve hiçbir cihetle tesadüf ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın ve câmid, hedefsiz esbabın karışması yüz derece muhal ve hiçbir vech ile mümkün olmadığını, Hakîm-i Zülcelâlin kalem-i kader ve hikmetinin sayfası olduğu, ilmelyakîn ile kat’î bilindi.
“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)ashab: sahiplercâmid: cansızcihet: yön, şekilesbab: sebepler (bk. s-b-b)fekvinde: üstündeHakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)hâtırat: hâtıralar, anılarhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hususan: özellikle
ilmelyakin: kesin delile dayanarak, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde edinilen bilginin kesinliği (bk. a-l-m; y-ḳ-n)irade: dileme, tercih, istek (bk. r-v-d)kalem-i kader ve kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak meydana gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)kat’î: kesinkemâl-i intizam: mükemmel derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)kuvve: duyukuvve-i hâfıza: hafıza duyusu, bellek (bk. ḥ-f-ẓ)kuvve-i hayaliye: hayal duyusu (bk. ḫ-y-l)
Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adı (bk. ḥ-f-ẓ)muhal: imkansızmütebaki: geri kalan kısım (bk. b-ḳ-y)nümune: örneknümune-i ekber ve âzam: çok büyük örnek (bk. k-b-r; a-ẓ-m)nutfe: memelilerin yaratıldığı su, menisaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)tabiat: doğa, maddî âlem, canlı cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)vecih: yönziyade: fazla, çok
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Üçüncü Söz, Hüve Nüktesi, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.