İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 5.

İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur'ân'dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. - Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal Beşinci Meyve.

İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur'ân'dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. - Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.
İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. – Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

BEŞİNCİ MEYVE:

Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekàya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebdee çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisaldir.

Nasıl ki, tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi birtek meyve gibi zayi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa, içindeki çekirdek bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutmakla beraber, ağacın bekàsına ve hakikatinin devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde birtek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i daimeye, bir ömr-ü bâki içinde mazhar oluyor.

Öyle de, insan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur.

Ey nefsim! Madem hakikat böyledir. Ve madem millet-i İbrahimiyedensin (a.s.). İbrahimvâri

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

de. Ve Mahbûb-u Bâkîye yüzünü çevir. Ve benim gibi şöyle ağla: HAŞİYE-1


Dipnot-2

“Ben batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.

Haşiye-1

Buradaki Farisî beyitler, On Yedinci Sözün İkinci Makamında yazılmakla burada yazılmamıştır.


adem: yokluk
âdi: basit, sıradan
arş-ı kemâlât: mükemmellikler, faziletler arşı (bk. a-r-ş; k-m-l)
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cihetü’l-vahdet: birlik ciheti (bk. v-ḥ-d)
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
Farisî: Farsça
fenâ: gelip geçicilik (bk. f-n-y)
gaflet: dalgınlık, dikkatsizlik (bk. ğ-f-l)
Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i külliye-i daime: devam eden büyük ve geniş hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-l)
hasaret: zarar, ziyan
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayt-ı vuslat: kavuşma bağı
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
lisan-ı Kur’ân: Kur’ân dili
Mahbûb-u Bâkî: sonsuz sevgili olan Allah (bk. ḥ-b-b; b-ḳ-y)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mebde’: başlangıç
meyve-i zîşuur: şuur sahibi, bilinçli meyve (bk. ẕî; ş-a-r)
millet-i İbrahimiye: İbrahim milleti, tevhid inancını benimseyenler
mirac: merdiven, yükseliş (bk. a-r-c)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mükerreren: tekrar tekrar
müntehâ: en son nokta
müteveccih olma: yönelme
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
nokta-i ittisal: bağlantı noktası
ömr-ü bâki: devamlı ömür (bk. b-ḳ-y)
sille-i tedib: edeplendirme tokadı
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
umum: genel
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
zayi olmak: kaybolup gitmek
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Beşinci Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.487

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/487


CUMARTESİ DERSLERİ

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş'um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.
Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş'um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal Dördüncü Meyve.

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş'um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.
Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

DÖRDÜNCÜ MEYVE:

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir.

Meselâ, nasıl ki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa’ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi, birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer.

Ve başka sarayda, büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sair menzillerde ışıklar bulunabilir, onunla işini görebilir; hırsızlar istifade edemezler.

İşte, ey nefsim! Birinci saray, bir Müslümandır. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el’iyâzü billâh, kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemâlâtın yeri ruhunda kalamaz. Hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve lâtifeler karanlığa düşer. Ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup, o tahribat zararını onunla tamir edersin?

Halbuki, ecnebiler o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bazı nurlar kalabilir—veya kalabilir zannederler. Onların mânevî kemâlât-ı ahlâkiyelerine medar olacak, Hazret-i Mûsâ ve İsâ Aleyhimesselâma bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikatları kalabilir.

Ey nefs-i emmâre! Eğer desen, “Ben ecnebi değil, hayvan olmak isterim”; sana kaç defa söylemiştim, hayvan gibi olamazsın. Zira kafandaki akıl olduğu için, o akıl geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokatıyla senin yüzüne, gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise, elemsiz, güzel bir lezzet alır, zevk eder. Öyle ise, evvelâ aklını çıkar, at, sonra hayvan ol. Hem

 كَاْلاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ 

sille-i tedibini gör.


Dipnot-1

“Hayvanlar gibi, hattâ daha da aşağıdırlar.” A’râf Sûresi, 7:179.


Aleyhimesselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ecnebi: yabancı
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i küfür: kâfirler, inkârcılar (bk. k-f-r)
ehl-i sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar
el’iyâzü billâh: Allah korusun
elem: acı, keder
gayr-i meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Hazret-i İsâ: (bk. bilgiler)
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
hususan: özellikle
istifade: yararlanma, faydalanma
itikat: inanç
kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler, faziletler (bk. k-m-l)
kemâlât-ı ahlâkiye: ahlâkî mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l; ḫ-l-ḳ)
lâtife: insanın mânevî yapısındaki ince duygulardan herbiri (bk. l-ṭ-f)
mahiyet: yapı, esas, öz
mânevi: mânâya ait (bk. a-n-y)
medar: vesile, sebep
menzil: mekân, oda (bk. n-z-l)
merbut: bağlı
meş’um: kötü, uğursuz
mukabil: karşı
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i emmâre: insanı kötülüğe sevk eden içindeki duygu (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
sair: diğer
sille-i tedib: edeplendirme tokadı
sukut etmek: alçalmak
surî: görünüşteki
tahribat: yıkılıp bozulmalar
taksim: kısımlara ayırma, paylaştırma
teşa’ub: şubelere ayrılma, bölünme
ünsiyet: dostluk, canayakınlık
vahşet: ürküntü, yalnızlık
ziya: ışık
ziynet: süs (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Dörüncü Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.486

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/486


CUMARTESİ DERSLERİ

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal Üçüncü Meyve.

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

ÜÇÜNCÜ MEYVE:

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor.

Meselâ birşeyi satın aldın. İcab ve kabul-ü şer’îyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î, bir tasavvur-u vahiy verir. O dahi, Şârii düşünmekle, bir teveccüh-ü İlâhî verir. O dahi bir huzur verir. Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fâni ömür, bâki meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.

فَاٰمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ     3

fermanını dinle. Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden Esmâ-i Hüsnânın herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış.


Dipnot-3

“Siz de Allah’a ve Resulüne iman edin ki, o ümmî peygamber de Allah’a ve Onun sözlerine iman etmiştir. Ve ona uyun-tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız.” A’râf Sûresi, 7:158.


âdet: her vakit yapılan iş, davranış
âdi: basit, sıradan
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âlâkadar: alakalı, ilgili
amel-i uhrevî: âhirete ait iş (bk. e-ḫ-r)
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
dakika-i ömr: ömür dakikası
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)
ferman: emir, buyruk
feyz-i tecellî: yansımadan doğan feyiz, bereket (bk. f-y-ḍ; c-l-y)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sayısız
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icab ve kabul-ü şer’î: şeriata göre “verdim” ve “aldım” ifadesi, ilkeleri (bk. c-v-b; ş-r-a)
intişar etme: yayılma
ittibâ etmek: tabi olmak, uymak
kalb etmek: dönüştürmek
mazhar-ı câmi’: kapsamlı bir görüntü yeri (bk. ẓ-h-r; c-m-a)
medar: vesile
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muamele-i şer’iye: dinle ilgili davranış (bk. ş-r-a)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nur-u Ahmedî: Peygamberimizin (a.s.m.) nuru (bk. n-v-r; ḥ-m-d)
salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
Şâri: kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah (bk. ş-r-a)
şeriat: İlahî kanun, İslâmiyet (bk. ş-r-a)
tahattur-u hükm-ü şer’î: dini hükmün hatırlanması (bk. ḥ-k-m; ş-r-a)
tasavvur-u vahiy: vahyi düşünme (bk. ṣ-v-r; v-ḥ-y)
tatbik etmek: uygulamak
tatbik-i amel: işin uygulanması, şeriat ve sünnete uyarlanması
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teveccüh-ü İlâhî: Allah’a yöneliş (bk. e-l-h)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Üçüncü Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.485

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/485


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.
Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle: “Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle: ‘Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal İkinci Meyve.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.
Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

İKİNCİ MEYVE:

Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız.

Çünkü, ey nefis, hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle, bütün mat’umâtı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.

Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rû-yi zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.

Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.

Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddî eden ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.


âlem-i mülk ve melekût: varlığın dış ve iç yüzü (bk. a-l-m; m-l-k)
câmi’: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a)
cismanî: vücutla alakalı
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
daire-i mümkinat: imkân alemi; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n)
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fermân-ı ezelî: ezelî buyruk (bk. e-z-l)
fethetmek: açmak
habîb: sevgili (bk. ḥ-b-b)
hadsiz: sınırsız
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hassasiyetli: duyarlı, hassas
hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibaret (bk. ḫ-y-r)
hazine-i ihsan ve kerem: iyilik ve bağış hazinesi (bk. ḥ-s-n; k-r-m)
hevesât: hevesler, arzular
ihsânât: iyilikler, bağışlar (bk. ḥ-s-n)
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
insaniyet-i kübrâ: en büyük insanlık (bk. k-b-r)
iştiha: iştah, fazla istek ve arzu
ittibâ etmek: uymak
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
Mahbûb-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l)
mânevî: mânâya ait (bk. a-n-y)
mat’umât: yenecek şeyler
mesken: ev, mekân (bk. s-k-n)
mide-i insaniyet: insanlık midesi, insanî değerlerle doyan mide
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika: sonradan verilecek olan mükafatın başlangıcı (bk. ḳ-d-m)
muvazzaf: vazifeli
müheyyâ etme: hazırlama
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
netice-i nimet-i sabıka: geçmişte verilmiş nimetin sonucu (bk. n-a-m)
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
rahmet: merhamet, şefkat, ihsan (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün canlıların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ)
rû-yi zemin: yeryüzü
saadet: mutluluk
sair: diğer
sıfât-ı mukaddese: mukaddes sıfatlar (bk. v-ṣ-f; ḳ-d-s)
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
şamil: içine alan, kapsayıcı
tagaddî etmek: beslenmek
tecellî-i muhabbet: sevginin yansıması (bk. c-l-y; ḥ-b-b)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zerre: atom, maddenin en küçük parçası

Sonra, imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir.

Yani, cismâniyetin itibarıyla küçük, zayıf, âciz, zelil, mukayyet, mahdut bir cüzsün. Onun ihsanıyla, cüz’î bir cüzden, küllî bir küll-ü nuranî hükmüne geçtin. Zira, hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete; ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nuranî bir külliyete; ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.

İşte, ey nefis, sen bu ücreti almışsın. Ubûdiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki buna da tembellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem “Niçin duam kabul olmadı?” diye nazlanıyorsun.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle:

قُلْ بِفَضْلِ اللهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذٰ لِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ     1

Eğer desen: “Şu küllî, hadsiz nimetlere karşı nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”

Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikadla. Meselâ, nasıl ki bir adam, beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer. Ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.”

İşte, hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet


Dipnot-1

“Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
alâmet: işaret
cismâniyet: bedenle, maddî vücutla ilgili oluş
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e)
cüz’iyet: parça olma hali, küçüklük (bk. c-z-e)
derece-i sadakat: bağlılık derecesi (bk. ṣ-d-ḳ)
ferman: emir, buyruk
gayr-ı mütenâhi: sonu olmayan
hadsiz: sayısız
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
iktidar: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)
iltica etmek: sığınmak
insaniyet: insanlık
itikad: inanç
kâfi: yeterli
kerem: cömertlik, ikram, bağış (bk. k-r-m)
kıymettar: kıymetli, değerli
küll-ü nuranî: nurlu bir küll, bütün varlıklarla ilgisi olan bir kapsamlılık (bk. k-l-l; n-v-r)
küllî: kapsamlı, insanlık gibi bir tür hükmünde (bk. k-l-l)
külliyet: büyüklük, genellik (bk. k-l-l)
mahdut: sınırlanmış
mahz-ı fazl ve kerem: cömertlik ve ikramın ta kendisi (bk. f-ḍ-l; k-r-m)
makbul: kabul görmüş, değer ve itibar sahibi
marifet: Allah’ı bilme, tanıma (bk. a-r-f)
misil: benzer, eşdeğer (bk. m-s̱-l)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhit: herşeyi içine alan, kuşatan
mukabele etmek: karşılık vermek
mukayyet: kayıt altında, bağlı
mükellef: yükümlü
mütehakkimâne: zorbaca (bk. ḥ-k-m)
nam: ad
nevi: tür, çeşit
niyaz: dua, yalvarma, yakarma
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
raiyet: halk
saadet: mutluluk
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
seyyidim: efendim
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
takdim etmek: sunmak (bk. m-s̱-l)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
ulvî: yüce
zelil: hor, hakir
zira: çünkü

olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o biçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder.

Aynen öyle de, âciz bir abd, namazında “Ettahiyyâtü lillâh” der. Yani, “Bütün mahlûkatın hayatlarıyla Sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu Sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler Sana takdim edecektim. Hem Sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın.” İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir.

Nebâtâtın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir. Meselâ, kavun, kalbinde, nüveler suretinde bin niyet eder ki, “Yâ Hâlıkım! Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilân etmek isterim.” Cenâb-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır”1 şu sırra işaret eder.

Hem

سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ عَدَدَ خَلْقِكَ وَرِضَۤاءَ نَفْسِكَ وَزِنَةَ عَرْشِكَ وَمِدَادَ كَلِمَاتِكَ وَنُسَبِّحُكَ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ اَنْبِيَۤائِكَ وَاَوْلِيَۤائِكَ وَمَلٰۤئِكَتِكَ     2

gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti şu sırdan anlaşılır.

Hem nasıl bir zabit bütün neferâtının yekûn hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder. Öyle de, mahlûkata zabitlik eden ve hayvânat ve nebâtâta kumandanlık yapan ve mevcudat-ı arziyeye halifelik etmeye kabil olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telâkki eden insan, 

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 

der, bütün halkın ibadetlerini ve istiânelerini kendi namına Mâbûd-u Zülcelâle takdim eder.


Dipnot-1

bk. el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:291.

Dipnot-2

“Mahlûkatının sayısınca, Zâtına lâyık şekilde, Arşının ağırlığınca ve kelimelerinin mürekkebi miktarınca hamdinle Seni her türlü noksandan tenzih ederiz.” (Müslim, Zikir: 79; Ebû Dâvud, Vitir: 24; Tirmizi, Daavât: 103; Nesâî, Sehv: 94; Müsned, 1:258, 353, 6:325, 430.)Bütün peygamberlerinin, evliyalarının ve meleklerinin tesbihatlarıyla Seni kusurdan tenzih ederiz.

Dipnot-3

“Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.” Fatiha Sûresi, 1:5.


abd: kul (bk. a-b-d)
âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
amel: iş, fiil, davranış
biçare: çaresiz
bilfiil: fiilen, gerçekte (bk. f-a-l)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
hadsiz: sayısız
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f)
hayvanât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hediye-i ubûdiyet: kulluk hediyesi (bk. a-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hususî: özel
istiâne: yardım dileme
itikad: inanç
kabil: kabiliyetli
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
liyakat: layık olma
Mâbûd-u Zülcelâl: sonsuz haşmet ve heybet sahibi ve herşeyin kendisine ibadet ettiği Allah (bk. a-b-d; ẕü; c-l-l)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mevcudât-ı arziye: dünyadaki varlıklar (bk. v-c-d)
mü’min: inanan (bk. e-m-n)
nakış: işleme, dokuma (bk. n-ḳ-ş)
nam: ad
nebâtât: bitkiler
neferât: askerler, erler
nüve: çekirdek
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şükr-ü küllî: umumî ve kapsamlı bir şükür (bk. ş-k-r; k-l-l)
tahiyye: selam, hediye (bk. ḥ-y-y)
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
telâkki etmek: kabul etmek
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
umum: bütün
yekûn: bütün, toplam
zabit: subay

Hem

سُبْحَانَكَ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَبِاَلْسِنَةِ جَمِيعِ مَصْنُوعَاتِكَ     1

der, bütün mevcudatı kendi hesabına söylettirir.

Hem 

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَۤائِنَاتِ وَمُرَكَّبَاتِهَا 

der, herşey namına bir salâvat getirir. Çünkü herşey nur-u Ahmedî (a.s.m.) ile alâkadardır. İşte, tesbihatta, salâvatlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla.


âdet: her vakit yapılan iş, davranış
âdi: basit, sıradan
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âlâkadar: alakalı, ilgili
amel-i uhrevî: âhirete ait iş (bk. e-ḫ-r)
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
dakika-i ömr: ömür dakikası
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)
ferman: emir, buyruk
feyz-i tecellî: yansımadan doğan feyiz, bereket (bk. f-y-ḍ; c-l-y)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sayısız
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icab ve kabul-ü şer’î: şeriata göre “verdim” ve “aldım” ifadesi, ilkeleri (bk. c-v-b; ş-r-a)
intişar etme: yayılma
ittibâ etmek: tabi olmak, uymak
kalb etmek: dönüştürmek
mazhar-ı câmi’: kapsamlı bir görüntü yeri (bk. ẓ-h-r; c-m-a)
medar: vesile
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muamele-i şer’iye: dinle ilgili davranış (bk. ş-r-a)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nur-u Ahmedî: Peygamberimizin (a.s.m.) nuru (bk. n-v-r; ḥ-m-d)
salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
Şâri: kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah (bk. ş-r-a)
şeriat: İlahî kanun, İslâmiyet (bk. ş-r-a)
tahattur-u hükm-ü şer’î: dini hükmün hatırlanması (bk. ḥ-k-m; ş-r-a)
tasavvur-u vahiy: vahyi düşünme (bk. ṣ-v-r; v-ḥ-y)
tatbik etmek: uygulamak
tatbik-i amel: işin uygulanması, şeriat ve sünnete uyarlanması
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teveccüh-ü İlâhî: Allah’a yöneliş (bk. e-l-h)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, İkinci Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.482

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/482


CUMARTESİ DERSLERİ

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal, Birinci Meyve.

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

Beşinci Dalın Beş Meyvesi var.

BİRİNCİ MEYVE:

Ey nefisperest nefsim, ve ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.

İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihal, o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlıka müteveccih olacak. Halbuki, halktan havf ise elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir.

Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir belâdır.

Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvânî sevmekler bahsimizden hariçtir.)


alâküllihal: ister istemez, her durumda (bk. k-l-l)
âlet: araç, vasıta
âyine: ayna
bahis: konu
bâtın-ı kalb: kalbin içi
beliyye: belâ
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cihaz: organ, duyu
derc: yerleştirme
dünyaperest: dünyaya aşırı derecede düşkün
dünyevî: dünya ile ilgili
elîm: elemli, acılı
Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah (bk. r-ḥ-m)
fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
fıtrî: yaratılışla ilgili olan (bk. f-ṭ-r)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hariç: dışında
hatmetmek: bitirmek, son vermek
havf: korku
hususan: özellikle
ihtisar etmek: kısaltmak
istilâ etmek: kuşatmak
istirham: merhamet dileme (bk. r-ḥ-m)
istiskal: soğuk muameleyle hoşlanmadığını göstermek, küçümsemek
kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
küllî: geniş ve kapsamlı (bk. k-l-l)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
mâşuk: aşık olunan
mecâzî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)
melekî: melek gibi, meleğe ait (bk. m-l-k)
merhamet: acıma, şefkat (bk. r-ḥ-m)
müeccel: sonraya bırakılan
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
musibet: felaket, dert
müteveccih: yönelmiş
nazar: bakış, görüş (bk. n-ẓ-r)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nefisperest: nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
niyaz: duâ, istek
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
perestiş: tapma derecesinde aşırı değer verme
rabıta: bağ
rahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m)
refik: arkadaş (bk. r-f-ḳ)
sakil: ağır
Samed: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah (bk. ṣ-m-d)
sanem-misal: put gibi (bk. m-s̱-l)
sebeb-i vücud: varlık sebebi (bk. s-b-b; v-c-d)
şehvânî: şehvetle ilgili
tahkir etmek: aşağılamak
talep: isteme (bk. ṭ-l-b)
tedenniyât: alçalmalar, gerilemeler
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
terakkiyat: yükselmeler, ilerlemeler
tevfik: muvaffakiyet, başarı
ziyade: çok, fazla

Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor, senin rağmına mufarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.

Evet, Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır.

Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesabına olduğu için, mahlûkata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.

Evet, insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır; onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki, şu hercümerç âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından, biçare kalb-i insan her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ıztırap içinde kalır. Yahut gafletle sarhoş olur.

Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle ıztırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.

Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki: Ey nefis, sen muhabbetini kendi


akarib: akrabalar, yakınlar
alâkadar: alakalı, ilgili
âyine: ayna
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
biçare: çaresiz
celb etmek: çekmek
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cihet: yön, taraf
deveran: dönüş
elem: acı, keder
elîm: elemli, acılı
eşya: şeyler, varlıklar
evvelâ: öncelikle
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
havf: korku
havfullah: Allah korkusu
hercümerç: karışıklık, dağınıklık
iltica etmek: sığınmak
ıztırap: aşırı elem, sıkıntı
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalb-i insan: insan kalbi
kararında: yerinde
kasavet: sıkıntı, keder
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
lem’a: parıltı
leziz: lezzetli
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: has, özgü
malûm: bilinen (bk. a-l-m)
mufarakat: ayrılma (bk. f-r-ḳ)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhabbetullah: Allah sevgisi (bk. ḥ-b-b)
mühim: önemli
müteellim: elemlenme, acı çekme
mütelezziz: lezzetlenen
nam: ad
nefis: kişinin kendisi, canı (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sınırsız
nikmet: azap, ceza; nimetin tersi
rağmına: zıddına, inadına
rahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m)
rahmet-i ilâhiye: Allah’ın rahmeti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
refakat: arkadaşlık (bk. r-f-ḳ)
saadet: mutluluk
sarf etmek: harcamak
sine: göğüs, kalb
tahkir etmek: aşağılamak
tevcih etmek: yöneltmek
tezellül: alçalma
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zilletsiz: alçalmadan

nefsine sarf ediyorsun. Sen kendi nefsini kendine mâbud ve mahbup yapıyorsun. Herşeyi nefsine feda ediyorsun. Adeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi ya kemâldir—zira kemâl zâtında sevilir—yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir; ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir. Şimdi, ey nefis, birkaç Sözde kat’î ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibarıyla sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek, ey nefis, nefsine muhabbet değil, belki adavet etmelisin yahut acımalısın veyahut, mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen—çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun—o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acıkla iktifa eder. Zira, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber, bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intıfâ ettiğin ve saadetleriyle mes’ut olduğun mevcudâtın ve bütün kâinatın menfaatleri, nimetleri, iltifatına tâbi bir Mahbûb-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır—tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın, hem kemâl-i mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.

Zaten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, Onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sûiistimal edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, Hüve’yi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sûiistimal etmişsin, cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir. Rahmânü’r-Rahîm ismiyle, hurilerle


acz: acizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
adavet: düşmanlık
ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)
alâkadar: alakalı, ilgili
âyinedarlık: aynalık
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
ene: ben
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
gark etmek: boğmak
hayriyet: hayırlılık (bk. ḫ-y-r)
huri: Cennet kızı
Hüve: O, Allah
iktifa etmek: yetinmek
iltifat: lütufla hitap ve muamele etme
intifa etmek: faydalanmak, yararlanmak
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kat’î: kesin
kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i mutlak: her yönüyle mükemmel (bk. k-m-l; ṭ-l-ḳ)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lem’acık: küçük parıltı
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
Mahbûb-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
mahiyet: asıl, esas, nitelik
meftun: düşkün, tutkun
menfaat: çıkar, kişisel yarar
menfaat-i nefsiye: nefsin menfaatleri (bk. n-f-s)
menşe: kaynak
mes’ut: mutlu
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhabbet-i gayr-ı meşrua: dine uygun olmayan sevgi (bk. ḥ-b-b; ş-r-a)
muhabbet-i zâtiye: Allah’ın zâtını sevme (bk. ḥ-b-b)
musibet: belâ, sıkıntı
mütelezziz: lezzetlenen
mutmainne olmak: nefsin iyilikle kötülüğü ayırt eden, huzur ve sükûna ermiş, faziletlerle donanmış mertebesi (bk. n-f-s)
naks: eksiklik
nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nefsî: nefisle ilgili (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sınırsız
nisbet: ölçü (bk. n-s-b)
Rahmânü’r-Rahîm: dünya ve ahirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rububiyet: rablık (bk. r-b-b)
saadet: mutluluk
sarf etmek: harcamak
şedit: şiddetli
sıfat: özellik, vasıf (bk. v-ṣ-f)
sûistimal: kötüye kullanma
tâbi: bağlı, uyan
tahtında: altında
vahşet: ürküntü, yalnızlık
zât: öz
zerre: atom, en küçük parça
zira: çünkü
zıddiyet: karşıtlık, mübayenet ve farklılık
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)

müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni senin cismanî hevesâtına ihzar eden; ve sair esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sair letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsânâtını o Cennette sana müheyyâ eden; ve herbir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbûb-u Ezelînin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat Onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbûb-u Ezelînin kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et:

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ     1


Dipnot-1

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.


âlem-i mülk ve melekût: varlığın dış ve iç yüzü (bk. a-l-m; m-l-k)
câmi’: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a)
cismanî: vücutla alakalı
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
daire-i mümkinat: imkân alemi; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n)
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fermân-ı ezelî: ezelî buyruk (bk. e-z-l)
fethetmek: açmak
habîb: sevgili (bk. ḥ-b-b)hadsiz: sınırsız
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hassasiyetli: duyarlı, hassas
hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibaret (bk. ḫ-y-r)
hazine-i ihsan ve kerem: iyilik ve bağış hazinesi (bk. ḥ-s-n; k-r-m)
hevesât: hevesler, arzular
ihsânât: iyilikler, bağışlar (bk. ḥ-s-n)
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
insaniyet-i kübrâ: en büyük insanlık (bk. k-b-r)
iştiha: iştah, fazla istek ve arzu
ittibâ etmek: uymak
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
Mahbûb-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l)
mânevî: mânâya ait (bk. a-n-y)
mat’umât: yenecek şeyler
mesken: ev, mekân (bk. s-k-n)
mide-i insaniyet: insanlık midesi, insanî değerlerle doyan mide
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
müheyyâ etme: hazırlama
mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika: sonradan verilecek olan mükafatın başlangıcı (bk. ḳ-d-m)
muvazzaf: vazifeli
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
netice-i nimet-i sabıka: geçmişte verilmiş nimetin sonucu (bk. n-a-m)
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
rahmet: merhamet, şefkat, ihsan (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün canlıların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ)
rû-yi zemin: yeryüzü
saadet: mutluluk
sair: diğer
şamil: içine alan, kapsayıcı
sıfât-ı mukaddese: mukaddes sıfatlar (bk. v-ṣ-f; ḳ-d-s)
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
tagaddî etmek: beslenmek
tecellî-i muhabbet: sevginin yansıması (bk. c-l-y; ḥ-b-b)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zerre: atom, maddenin en küçük parçası

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Birinci Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.479

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/479


CUMARTESİ DERSLERİ

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.

Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi'dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Dördüncü Dal.

Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi'dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.
Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

DÖRDÜNCÜ DAL

Dördüncü kısım insandır. Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer.

Öyle ise insanın iki maaşı var:

Biri cüz’îdir, hayvanîdir, muacceldir.


abesiyet: faydasızlık ve gayesizlik
amel: iş, fiilcâmi’: toplayıcı, kapsamlı (bk. c-m-a)cüz’î: az, küçük, ferdî (bk. c-z-e)dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık (bk. ḍ-l-l)dellâllık: ilancılık, rehberlikekser: pekçok (bk. k-s̱-r)esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi üstün sanatıyla yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)hademe: hizmetçihâkezâ: bunun gibihayvânât: hayvanlarhayvanî: canlıya ait (bk. ḥ-y-y)haz: zevk, hoşlanmahilâf: ters, zıthizmetkâr: hizmetçiihata: kuşatma, içine almaiştihalı: fazla arzulu ve istekli
Kadîr-i Alîm: herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)kesretli: çok (bk. k-s̱-r)lisan: dilmarifet: Allah’ı bilme, tanıma (bk. a-r-f)mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)melâike: melekler (bk. m-l-k)muaccel: peşin, hemen verilenmühim: önemlinebâtât: bitkilernefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)nevi: tür, çeşitnezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)şerîr: şerli, kötülük yapanşümul: kapsamlılıktabiat: canlı cansız varlıklar, maddî alem; materyalist düşünce (bk. ṭ-b-a)taife: topluluk, gruptavzif etmek: görevlendirmekteçhiz etmek: donatmaktedenniyât: alçalmalar, gerilemelerterakkiyat: ilerlemeler, yükselmelertesbih/tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)teşhir etmek: sergilemektevcih etmek: yöneltmekubûdiyet-i külliye: geniş kapsamlı kulluk (bk. a-b-d; k-l-l)zât: kendisizer’ etmek: ekmek, dikmekzikir: Allah’ı anma

İkincisi melekîdir, küllîdir, müecceldir.

Şimdi, insanın vazifesiyle maaşı ve terakkiyat ve tedenniyâtı, geçen yirmi üç adet Sözlerde kısmen geçmiştir. Hususan On Birinci ve Yirmi Üçüncüde daha ziyade beyan edilmiş.

Onun için şurada ihtisar ederek kapıyı kapıyoruz. Erhamürrâhimînden, rahmet kapılarını bize açmasını ve şu Sözün tekmiline tevfikini refik eylemesini niyaz ile kusurumuzun ve hatamızın affını talep ile hatmediyoruz.


alâküllihal: ister istemez, her durumda (bk. k-l-l)âlet: araç, vasıtaâyine: aynabahis: konubâtın-ı kalb: kalbin içibeliyye: belâbeyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)cihaz: organ, duyuderc: yerleştirmedünyaperest: dünyaya aşırı derecede düşkündünyevî: dünya ile ilgilielîm: elemli, acılıErhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah (bk. r-ḥ-m)fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)fıtrî: yaratılışla ilgili olan (bk. f-ṭ-r)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)hariç: dışındahatmetmek: bitirmek, son vermekhavf: korkuhususan: özellikleihtisar etmek: kısaltmakistilâ etmek: kuşatmakistirham: merhamet dileme (bk. r-ḥ-m)istiskal: soğuk muameleyle hoşlanmadığını göstermek, küçümsemekkâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)küllî: geniş ve kapsamlı (bk. k-l-l)mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)mâşuk: aşık olunanmecâzî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)melekî: melek gibi, meleğe ait (bk. m-l-k)merhamet: acıma, şefkat (bk. r-ḥ-m)müeccel: sonraya bırakılanmuhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)musibet: felaket, dertmüteveccih: yönelmişnazar: bakış, görüş (bk. n-ẓ-r)nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)nefisperest: nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan (bk. n-f-s)nihayetsiz: sonsuzniyaz: duâ, isteknur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)perestiş: tapma derecesinde aşırı değer vermerabıta: bağrahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m)refik: arkadaş (bk. r-f-ḳ)sakil: ağırSamed: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah (bk. ṣ-m-d)sanem-misal: put gibi (bk. m-s̱-l)sebeb-i vücud: varlık sebebi (bk. s-b-b; v-c-d)şehvânî: şehvetle ilgilitahkir etmek: aşağılamaktalep: isteme (bk. ṭ-l-b)tedenniyât: alçalmalar, gerilemelertekmil: tamamlama (bk. k-m-l)terakkiyat: yükselmeler, ilerlemelertevfik: muvaffakiyet, başarıziyade: çok, fazla

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.478

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/478


CUMARTESİ DERSLERİ

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.
Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Dördüncü Dal.

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.
Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

DÖRDÜNCÜ DAL

Üçüncü kısım ameleler, nebâtat ve cemâdattır. Onların cüz-ü ihtiyarîleri olmadığı için, maaşları yoktur. Amelleri hâlisen livechillâhtır ve Cenâb-ı Hakkın iradesiyle ve ismiyle ve hesabıyla ve havl ve kuvvetiyledir.

Fakat nebâtâtın gidişatlarından hissolunuyor ki, onların vezâif-i telkih ve tevlidde ve meyvelerin terbiyesinde bir çeşit telezzüzatları var; fakat hiç teellümâta mazhar değiller. Hayvan, muhtar olduğu için, lezzetle beraber elemi de var. Cemâdat ve nebâtâtın amellerinde ihtiyar gelmediği için, eserleri de, ihtiyar sahibi olan hayvanların amellerinden daha mükemmel oluyor. İhtiyar sahibi olanların içinde, arı emsali gibi vahiy ve ilhamla tenevvür edenlerin amelleri, cüz-ü ihtiyarîsine itimad edenlerin amellerinden daha mükemmeldir.

Yeryüzünün tarlasında nebâtâtın herbir taifesi, lisan-ı hâl ve istidat diliyle Fâtır-ı Hakîmden sual ediyorlar, dua ediyorlar ki, “Yâ Rabbenâ! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün herbir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle saltanat-ı rububiyetini lisanımızla ilân edelim. Ve rû-yi arz mescidinin herbir köşesinde Sana ibadet etmek için bize tevfik ver. Ve meşhergâh-ı arzın herbir tarafında Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını, Senin bedî ve antika san’atlarını kendi lisanımızla teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahate iktidar ver” derler.


amel: iş, fiil
amele: işçi
bedî: güzel, benzersiz (bk. b-d-a)
cemâdat: cansız varlıklar
cüz-ü ihtiyarî: çok az irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
dergâh: makam, huzur
dua etmek: yalvarmak, yakarmak (bk. d-a-v)
elem: acı, üzüntü
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emsali: benzeri (bk. m-s̱-l)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
evâmir-i tekvîniye: yaratılışla ilgili emirler (bk. k-v-n)
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi üstün sanatıyla yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gidişat: hal, vaziyet
hâlisen: katıksız, samimi olarak (bk. ḫ-l-ṣ)
havl: güç, kuvvet
hayvânat: hayvanlar
hedâyâ: hediyeler
ibadat: ibadetler (bk. a-b-d)
ihtiyar: irade, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
imtisal etme: uyma
irade: istek, tercih, dileme (bk. r-v-d)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
itimad etmek: güvenmek
izhar etme: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i itaat: tam ve mükemmel itaat (bk. k-m-l)
lisan: dillisan-ı hâl: hal ve davranış dili
livechillâh: Allah için
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mescid: namaz kılınan yer
meşhergâh-ı arz: yeryüzü sergisi
muhtar: ihtiyar ve irade sahibi (bk. ḫ-y-r)
nakış: işleme, dokuma (bk. n-ḳ-ş)
nam: ad
nebâtat: bitkiler
revaç: kıymet, değer
rû-yi arz: yeryüzü
saltanat-ı rububiyet: Allah’ın rablık saltanatı (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
sual etmek: istemek
tahiyyat: selamlar ve dualar (bk. ḫ-y-y)
taife: topluluk
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
teellümât: elemler, acı çekmeler
telezzüzat: lezzet almalar
tenevvür etme: nurlanma (bk. n-v-r)
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşhir etmek: sergilemek
tevfik: muvaffakiyet, başarı
Vâhib-i Hayat: hayat bağışlayan Allah (bk. ḥ-y-y)
vahiy/ilham: Allah tarafından varlıklara bir takım duygu ve kabiliyetlerin verilmesi (bk. v-ḥ-y)
vecih: şekil, tarz
vezâif-i telkih ve tevlid: aşılama ve doğurma vazifeleri
Yâ Rabbenâ: ey Rabbimiz (bk. r-b-b)

Fâtır-ı Hakîm, onların mânevî dualarını kabul edip ki, bir taifenin tohumlarına kıldan kanatçıklar verir; her tarafa uçup gidiyorlar, taifeleri namına esmâ-i İlâhiyeyi okutturuyorlar (ekser dikenli nebâtat ve bir kısım sarı çiçeklerin tohumları gibi). Ve bir kısmına da, insana lâzım veya hoşuna gidecek güzel et veriyor, insanı ona hizmetkâr edip her tarafa ekiyor. Bazı taifelerine de, hazmolmayacak sert bir kemik üstünde hayvanlar yutacak bir et veriyor ki, hayvanlar onu çok taraflara dağıtıyorlar. Bazılara da çengelcikleri verip her temas edene yapışıyor; başka yerlere giderek taifesinin bayrağını dikerler, Sâni-i Zülcelâlin antika san’atını teşhir ediyorlar. Ve bir kısmına da-acı düvelek denilen nebâtat gibi-saçmalı tüfek gibi bir kuvvet verir ki, vakti geldiği zaman onun meyvesi olan hıyarcık düşer, saçmalar gibi birkaç metre yerlere tohumcuklarını atar, zer’ eder, Fâtır-ı Zülcelâlin zikir ve tesbihini kesretli lisanlarla söylettirmeye çalışırlar. Ve hâkezâ, kıyas et.

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor.

Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.


abesiyet: faydasızlık ve gayesizlik
amel: iş, fiil
câmi’: toplayıcı, kapsamlı (bk. c-m-a)cüz’î: az, küçük, ferdî (bk. c-z-e)
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık (bk. ḍ-l-l)
dellâllık: ilancılık, rehberlik
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi üstün sanatıyla yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
hademe: hizmetçi
hâkezâ: bunun gibi
hayvânât: hayvanlar
hayvanî: canlıya ait (bk. ḥ-y-y)
haz: zevk, hoşlanma
hilâf: ters, zıt
hizmetkâr: hizmetçi
ihata: kuşatma, içine alma
iştihalı: fazla arzulu ve istekli
Kadîr-i Alîm: herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)
lisan: dil
marifet: Allah’ı bilme, tanıma (bk. a-r-f)
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
muaccel: peşin, hemen verilen
mühim: önemli
nebâtât: bitkiler
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
şerîr: şerli, kötülük yapan
şümul: kapsamlılık
tabiat: canlı cansız varlıklar, maddî alem; materyalist düşünce (bk. ṭ-b-a)
taife: topluluk, grup
tavzif etmek: görevlendirmek
teçhiz etmek: donatmak
tedenniyât: alçalmalar, gerilemeler
terakkiyat: ilerlemeler, yükselmeler
tesbih/tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşhir etmek: sergilemek
tevcih etmek: yöneltmek
ubûdiyet-i külliye: geniş kapsamlı kulluk (bk. a-b-d; k-l-l)
zât: kendisi
zer’ etmek: ekmek, dikmek
zikir: Allah’ı anma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.477

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/477


CUMARTESİ DERSLERİ

Meşhur bülbül kuşu, gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor Birincisi Hayvânat kabileleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan münasebât-ı şedideyi ilâna memurdur. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

Kur'ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Dördüncü Dal.

Kur'ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.
Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

DÖRDÜNCÜ DAL

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِى اْلاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَۤابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ اِنَّ اللهَ يَفْعَلُ مَايَشَۤاءُ     1

Şu büyük ve geniş âyetin hazinesinden yalnız birtek cevherini göstereceğiz. Şöyle ki:

Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. Biz, onların ibadetlerinin tenevvüünün bir nev’ini, bir temsille beyan ederiz.

Meselâ, 

وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 

azîm bir mâlikü’l-mülk, büyük bir şehri veya muhteşem bir sarayı bina ettiği vakit, o zat dört nevi ameleyi onun binasında istihdam ve istimal eder.

Birinci nevi: Onun memlük ve köleleridir. Bu nev’in ne maaşı var ve ne de ücreti var. Belki onlar, seyyidlerinin emriyle işledikleri her amelde, onların gayet lâtif bir zevk ve hoş bir şevkleri vardır. Seyyidlerinin medhinden ve vasfından ne deseler, onların zevkini ve şevkini ziyade eder. Onlar, o mukaddes seyyidlerine intisaplarını büyük bir şeref bilerek onunla iktifa ediyorlar. Hem o seyyidin namıyla, hesabıyla, nazarıyla işlere bakmalarından da mânevî lezzet buluyorlar; ücret ve rütbeye ve maaşa muhtaç olmuyorlar.

İkinci kısım ki, bazı âmi hizmetkârlardır. Bilmiyorlar, niçin işliyorlar. Belki o mâlik-i zîşan onları istimal ediyor, kendi fikriyle ve ilmiyle onları çalıştırıyor. Onlara lâyık bir cüz’î ücret dahi veriyor. O hizmetkârlar bilmiyorlar ki, amellerine ne çeşit küllî gayeler, âli maslahatlar terettüp ediyor. Hattâ bazıları tevehhüm ediyorlar ki, onların amelleri yalnız kendilerine ait o ücret ve maaşından başka gayesi yoktur.


Dipnot-1

“Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde eder. Birçoğu da vardır ki, onlar üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, ona ikramda bulunup şerefli hâle getirecek kimse yoktur. Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar.” Hacc Sûresi, 22:18. (Bu âyet secde âyetidir.)

Dipnot-2

“En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl Sûresi, 16:60.


âli: yüksek, yüce
amel: iş, fiil
amele: işçiler
âmi: basit, sıradan
Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m)
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
bina etmek: yapmak
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cevher: asıl, öz
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
ferş: yer
hamd: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hizmetkâr: hizmetç
iibadet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
iktifa etme: yetinme
intisap: bağlanma, mensup olma (bk. n-s-b)
istihdam: çalıştırma
istimal: kullanma
küllî: çok, büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mâlik-i zîşan: şanlı ve şerefli sahip (bk. m-l-k; ẕî)
mâlikü’l-mülk: bütün mülkün sahibi (bk. m-l-k)
maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
medh: övgü
memluk: köle (bk. m-l-k)
mukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış (bk. ḳ-d-s)
nam: ad, şan
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nev’: tür, çeşit
semek: balık
şevk: çok arzu, şiddetli istek
seyyarat: gezegenler
seyyid: efendi
tasrih etmek: açık şekilde bildirmek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)tenevvü: çeşitlilik
terettüp: gerekme
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tevehhüm: olmayan birşeyi varsaymak
vasıf: sıfat, nitelik (bk. v-ṣ-f)
zerre: atom
ziyade etmek: artırmak, çoğaltmak

Üçüncü kısım: O mâlikü’l-mülkün bir kısım hayvânâtı var. Onları o şehrin, o sarayın binasında bazı işlerde istihdam ediyor. Onlara yalnız bir yem veriyor. Onların da istidatlarına muvafık işlerde çalışmaları, onlara bir telezzüz veriyor. Çünkü, bilkuvve bir kabiliyet ve bir istidat, fiil ve amel suretine girse, inbisat ile teneffüs eder, bir lezzet verir. Ve bütün faaliyetlerdeki lezzet bu sırdandır. Şu kısım hizmetkârların ücret ve maaşları, yalnız yem ve şu lezzet-i mâneviyedir; onunla iktifa ederler.

Dördüncü kısım: Öyle amelelerdir ki, biliyorlar ne işliyorlar ve niçin işliyorlar ve kimin için işliyorlar ve sair ameleler niçin işliyorlar ve o mâlikü’l-mülkün maksadı nedir, niçin işlettiriyor? İşte bu nevi amelelerin sair amelelere bir riyaset ve nezaretleri var. Onların derecat ve rütbelerine göre, derece derece maaşları var.

Aynen bunun gibi, semâvât ve arzın Mâlik-i Zülcelâli ve dünya ve âhiretin Bâni-i Zülcemâli olan Rabbü’l-Âlemîn—değil ihtiyaç için, çünkü herşeyin Hâlıkı Odur; belki izzet ve azamet ve rububiyetin şuûnâtı gibi bazı hikmetler için—şu kâinat sarayında, şu daire-i esbab içinde, hem melâikeyi, hem hayvânâtı, hem cemâdat ve nebâtâtı, hem insanları istihdam ediyor, onlara ibadet ettiriyor. Şu dört nev’i, ayrı ayrı vezâif-i ubûdiyetle mükellef etmiştir.

Birinci kısım: Temsilde memlüklere misal melâikelerdir. Melâikeler ise, onlarda mücahede ile terakkiyat yoktur. Belki herbirinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır. Fakat onların nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var, nefs-i ibadetlerinde derecatlarına göre tefeyyüzleri var. Demek, o hizmetkârlarının mükâfatı, hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava ve ziya ve gıda ile tagaddî edip telezzüz eder. Öyle de, melekler zikir ve tesbih ve hamd ve ibadet ve marifet ve muhabbetin envarıyla tagaddî edip telezzüz ediyorlar.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
amel: iş, fiil
amele: işçiler
arz: yer, dünya
azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m)
Bâni-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi, herşeyin yapıcısı olan Allah (bk. ẕü; c-m-l)
bilkuvve: potansiyel olarak
cemâdat: cansız varlıklar
daire-i esbab: sebepler dairesi (bk. s-b-b)
derecat: dereceler
envar: nurlar (bk. n-v-r)
Hâlık: yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hamd: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)
ibadet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
iktifa etme: yetinme
inbisat: genişleme, yayılma
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istihdam: çalıştırma
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)
lezzet-i mâneviye: manevi lezzet (bk. a-n-y)
: sumaksat: istek (bk. ḳ-ṣ-d)
Mâlik-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyin sahibi olan Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l)
mâlikü’l-mülk: bütün mülkün sahibi (bk. m-l-k)
marifet: Allah’ı tanıma, bilme (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
memlük: köle (bk. m-l-k)
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
muayyen: belirlenmiş
mücahede: mücadele (bk. c-h-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mükâfat: ödül
mükellef: yükümlü
muvafık: uygun
nebâtât: bitkiler
nefs-i amel: işin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i ibadet: ibâdetin kendisi (bk. n-f-s; a-b-d)
nev’: çeşit, tür
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
Rabbü’l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; a-l-m)
riyaset: başkanlık
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
sair: diğer
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuûnât: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)
tagaddî: gıdalanma, beslenme
tefeyyüz: feyizlenme (bk. f-y-ḍ)telezzüz: lezzetlenme
temsil: örnek
teneffüs: nefes alma, soluklanma
terakkiyat: ilerleme, yükselme
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
vezâif-i ubûdiyet: kulluk görevleri (bk. a-b-d)
zevk-i mahsusa: özel zevk
zikir: Allah’ı anma
ziya: ışık

Çünkü onlar nurdan mahlûk oldukları için, gıdalarına nur kâfidir. Hattâ nura yakın olan râyiha-i tayyibe dahi onların bir nevi gıdalarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Evet, ervâh-ı tayyibe, revâyih-i tayyibeyi sever.

Hem melekler, Mâbudlarının emriyle işledikleri işlerde ve Onun hesabıyla işledikleri amellerde ve Onun namıyla ettikleri hizmette ve Onun nazarıyla yaptıkları nezarette ve Onun intisabıyla kazandıkları şerefte ve Onun mülk ve melekûtunun mütalâasıyla aldıkları tenezzühte ve Onun tecelliyât-ı cemâliye ve celâliyesinin müşahedesiyle kazandıkları tena’umda öyle bir saadet-i azîme vardır ki, akl-ı beşer anlamaz, melek olmayan bilemez.

Meleklerin bir kısmı âbiddirler. Diğer bir kısmının ubûdiyetleri, ameldedir. Melâike-i arziyenin amele kısmı, bir nevi insan gibidir, tabir caizse bir nevi çobanlık ederler. Bir nev’i de çiftçilik ederler.

Yani rû-yi zemin umumî bir mezraadır. İçindeki bütün hayvânâtın taifelerine, Hâlık-ı Zülcelâlin emriyle, izniyle, hesabıyla, havl ve kuvvetiyle bir melek-i müekkel nezaret eder. Ondan daha küçük, herbir nevi hayvânâta mahsus, bir nevi çobanlık edecek bir melâike-i müekkel var.

Hem de rû-yi zemin bir tarladır; umum nebâtat onun içinde ekilir. Umumuna, Cenâb-ı Hakkın namıyla, kuvvetiyle nezaret edecek müekkel bir melek vardır. Ondan daha aşağı bir melek, bir taife-i mahsusaya nezaret etmekle Cenâb-ı Hakka ibadet ve tesbih eden melekler var. Rezzâkıyet arşının hamelesinden olan Hazret-i Mikail aleyhisselâm, şunların en büyük nâzırlarıdır.

Meleklerin çoban ve çiftçiler mesabesinde olanlarının insanlara müşabehetleri yoktur. Çünkü onların nezaretleri sırf Cenâb-ı Hakkın hesabıyladır ve Onun namıyla ve kuvvetiyle ve emriyledir. Belki nezaretleri, yalnız Rububiyetin tecelliyâtını, memur olduğu nevide müşahede etmek ve kudret ve rahmetin cilvelerini o nevide mütalâa etmek ve evâmir-i İlâhiyeyi o nev’e bir nevi ilham etmek ve o


âbid: ibadet eden (bk. a-b-d)
akl-ı beşer: insan aklı
Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
amel: iş, fiil
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
ervâh-ı tayyibe: temiz ve iyi ruhlar (bk. r-v-h)
evâmir-i İlâhiye: Allah’ın emirleri (bk. e-l-h)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hamele: taşıyıcılar
havl: güç
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
Hazret-i Mikâil: (bk. bilgiler)
ilham etmek: kalb yoluyla bildirmek
intisab: bağlanma, mensup olma (bk. n-s-b)
kâfi: yeterli
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
Mâbud: Kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: has, özel
melâike-i arziye: dünyadaki işlerle meşgul olan melekler (bk. m-l-k)
melek-i müekkel: vekil tayin edilmiş, görevli melek (bk. m-l-k; v-k-l)
melekût: varlığın iç yüzü, hakikati (bk. m-l-k)
mesabe: derece
mezraa: tarla
müekkel: vazifeli, görevli (bk. v-k-l)
mülk: varlığın dış yüzü, maddî âlem (bk. m-l-k)
müşabehet: benzeyiş
müşahede: gözlemleme (bk. ş-h-d)
mütalâa: etraflıca inceleyip düşünme
nam: ad, şan
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nâzır: bakan, gözetici (bk. n-ẓ-r)
nebâtat: bitkiler
nevi: tür, çeşit
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)
râyiha-i tayyibe: güzel, hoş koku
revâyih-i tayyibe: temiz ve güzel kokular
rezzâkiyet arşı: rızık vericilik makamı (bk. r-z-ḳ; a-r-ş)
rû-yi zemin: yeryüzü
Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
saadet-i azîme: büyük mutluluk (bk. a-ẓ-m)
taife: topluluk
taife-i mahsusa: özel topluluk
tecelliyât: tecelliler, yansımalar (bk. c-l-y)
tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye: Allah’ın güzellik ve yücelik sıfatlarının yansımaları (bk. c-l-y; c-m-l; c-l-l)
tena’um: nimetlenme (bk. n-a-m)
tenezzüh: ferahlama, rahatlama (bk. n-z-h)
tesbih: Allah’ı yüce şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
umum: bütün
umumî: genel

nev’in ef’âl-i ihtiyariyesini bir nevi tanzim etmekten ibarettir. Ve bilhassa zeminin tarlasındaki nebâtâta nezaretleri, onların tesbihat-ı mâneviyelerini melek lisanıyla temsil etmek ve onların hayatlarıyla Fâtır-ı Zülcelâle karşı takdim ettiği tahiyyât-ı mâneviyelerini melek lisanıyla ilân etmek, hem onlara verilen cihâzâtı hüsn-ü istimal etmek ve bazı gayelere tevcih etmek ve bir nevi tanzim etmekten ibarettir.

Melâikelerin şu hizmetleri, cüz-ü ihtiyarîleriyle bir nevi kisbdir. Belki bir nevi ubûdiyet ve ibadettir. Tasarruf-u hakikîleri yoktur. Çünkü herşeyde Hâlık-ı Külli Şeye has bir sikke vardır; başkaları parmağını icada karıştıramaz. Demek melâikelerin şu nevi amelleri ise onların ibadetidir; insan gibi âdetleri değildir.


âdet: alışkanlık
amel: iş, fiil
amele: işçiler
bahis: konu
cihâzât: donanım, cihazlar
cüz-ü ihtiyarî: çok az irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
ef’âl-i ihtiyariye: iradeyle yapılan davranışlar, fiiller (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve eşsiz üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
hakikat: gerçek (bk.ḥ-ḳ-ḳ)
hâlisen: katıksız, samimi olarak (bk. ḫ-l-ṣ)
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
has: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatib-i Rabbânî: Allah’ın bir hutbecisi, Onun adına koşan (bk. ḫ-ṭ-b; r-b-b)
hayvânat: hayvanlar
hüsn-ü istimal: güzel ve iyi kullanma (bk. ḥ-s-n)
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ilân-ı sürur: sevincin duyurulması
iştiha: iştah, fazla arzu ve istek
istihdam etmek: çalıştırmak
istimal etmek: kullanmak
kabile: topluluk
kerîm: cömertlik ve ikram sahibi (bk. k-r-m)
kisb: kazanma, edinme
lisan: dil
livechillah: Allah için
Mâlikü’l-Mülki Zü’l-Celâli ve’l-İkram: bütün mülkün sahibi, sonsuz haşmet ve ikram sahibi Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l; k-r-m)
maruf: bilinen, tanınan (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
memur: görevli
münasebât-ı şedide: kuvvetli bağlantılar (bk. n-s-b)
muvazzaf: vazifeli, görevl
inam: ad
nebâtât: bitkiler
nefis: kendisi; maddî lezzetlere düşkün olan güç (bk. n-f-s)
nev’: çeşit, tür
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan ve merhametin eserleri bütün varlıkları kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
Rezzâk-ı Kerîm: bütün yaratılmışların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah (bk. r-z-ḳ; k-r-m)
şairâne: şairce, şair gibi
saray-ı kâinat: kâinat sarayı (bk. k-v-n)
sikke: varlıkların Allah’a ait olduklarını gösteren üstlerindeki mühür, damga
tahiyyât-ı mâneviye: mânevi selâm ve dualar (bk. ḥ-y-y; a-n-y)
taife: topluluk
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tasarruf-u hakikî: gerçek anlamda dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f; ḥ-ḳ-ḳ)
tesbihat-ı mâneviye: sözle değil de mânâ ile yapılan tesbihat (bk. s-b-ḥ; a-n-y)
tevcih etmek: yöneltmek
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zemin: yeryüzü
zımn: iç

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.470

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/471


CUMARTESİ DERSLERİ

Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san'aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu'cizât-ı san'atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür'atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.
Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.

Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san'aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu'cizât-ı san'atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür'atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Üçüncü Dal On Birinci Asıl ve On İkinci Asıl.

Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san'aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu'cizât-ı san'atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür'atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.
Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

ÜÇÜNCÜ DAL

ON BİRİNCİ ASIL:

Nasıl Kur’ân-ı Hakîmin müteşâbihâtı var; tevile muhtaçtır veyahut mutlak teslim istiyor. Ehâdisin de, Kur’ân’ın müteşâbihâtı gibi, müşkilâtı vardır. Bazan çok dikkatli bir tefsire ve tabire muhtaçtır. Geçmiş misallerle iktifa edebilirsiniz.

Evet, nasıl ki hüşyar olan adam, yatmış olan adamın rüyasını tabir eder. Öyle de, bazan uykuda olan bir adam, yanında uyanık olan konuşanların sözlerini işitiyor, fakat kendi âlem-i menâmına tatbik eder bir tarzda mânâ veriyor, tabir ediyor. Öyle de, ey gaflet ve felsefe uykusu içinde tenvim edilen insafsız adam! Sırr-ı

 مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى 

ve

 تَنَامُ عَيْنِى وَلاَ يَنَامُ قَلْبِى 

hükmüne mazhar ve hakikî hüşyar ve yakzan olan zâtın gördüğünü, sen kendi rüyanda inkâr değil, tabir et.

Evet, uykuda bir adamı bir sinek ısırsa, müthiş bir harpte yaralar alır gibi bir hakikat-i nevmiye bazan telâkki eder. Ondan sorulsa, “Hakikaten ben yaralandım.  


Dipnot-1

“Göz ne şaştı, ne de başka birşeye baktı.” Necm Sûresi, 53:17.

Dipnot-2

“Benim gözüm uyur, kalbim uyumaz.” Buhari, Teheccüd 16, Teravih 1, Menâkıb 24; Tirmizi, Edeb 86; Nesâî, Kıyâmu’l-Leyl 36; Ebû Dâvud, Tahâret 79; Müsned, 1:274.


âlem-i menâm: uyku âlemi (bk. a-l-m)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ehâdis/ehadis-i şerife: hadisler, Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
evvelâ: önce
gaflet: umursamazlık, sorumsuzluk, Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma hali (bk. ğ-f-l)
hakikat-i nevmiye: uyku gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halel: zarar, eksiklik
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hodbin: bencil, kibirli
hüşyar: uyanık
iktifa: yetinme
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
insaf: vicdana uygun davranış
insafsız: vicdansız
kat’î: kesin
kavî: kuvvetli, güçlü
kemâl-i dikkat: tam bir dikkat (bk. k-m-l)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mertebe-i ismet: günahsızlık, masumluk mertebesi
muhalif-i vaki: vakıaya aykırı, gerçeğe zıt
münekkit: tenkitçi
müşkilât: zorluklar
müteşâbihât: mânâsı açık olmayan âyetler
mutlak: kesin olarak, kayıtsız, şartsız (bk. ṭ-l-ḳ)
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
netice-i kelâm: sözün neticesi, özü (bk. k-l-m)
râci: ait
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
sû-i fehm: kötü anlayış
tabir: açıklama, yorumlama (bk. a-b-r)
tefsir: yorum, açıklama (bk. f-s-r)
tekzip etmek: yalanlamak
telâkki etmek: kabul etmek
tenvim edilen: uyutulan
tevil: yorum
yakzan: uyanık

Bana top, tüfek atıldı” diyecek. Yanında oturanlar, onun uykusundaki ıztırabına gülüyorlar.

İşte, bu nevm-âlûd nazar-ı gaflet ve fikr-i felsefe, elbette hakaik-ı Nübüvvete mihenk olamazlar.

ON İKİNCİ ASIL: 

Nazar-ı Nübüvvet ve tevhid ve iman, vahdete, âhirete, Ulûhiyete baktığı için, hakaikı ona göre görür. Ehl-i felsefe ve hikmetin nazarı kesrete, esbaba, tabiata bakar, ona göre görür. Nokta-i nazar birbirinden çok uzaktır.

Ehl-i felsefenin en büyük bir maksadı, ehl-i usulü’d-din ve ulemâ-i ilm-i kelâmın makàsıdı içinde görünmeyecek bir derecede küçük ve ehemmiyetsizdir. İşte onun içindir ki, mevcudatın tafsil-i mahiyetinde ve ince ahvallerinde ehl-i hikmet çok ileri gitmişler. Fakat hakikî hikmet olan ulûm-u âliye-i İlâhiye ve uhreviyede o kadar geridirler ki, en basit bir mü’minden daha geridirler. Bu sırrı fehmetmeyenler, muhakkıkîn-i İslâmiyeyi, hükemâlara nisbeten geri zannediyorlar. Halbuki akılları gözlerine inmiş, kesrette boğulmuş olanların ne haddi var ki, veraset-i Nübüvvet ile makàsıd-ı âliye-i kudsiyeye yetişenlere yetişebilsinler?

Hem bir şey, iki nazarla bakıldığı vakit, iki muhtelif hakikati gösteriyor. İkisi de hakikat olabilir. Fennin hiçbir hakikat-i kat’iyesi, Kur’ân’ın hakaik-ı kudsiyesine ilişemez. Fennin kısa eli, onun münezzeh ve muallâ dâmenine erişemez. Nümune olarak bir misal zikrederiz.

Meselâ, küre-i arz, ehl-i hikmet nazarıyla bakılsa, hakikati şudur ki: Güneş etrafında mutavassıt bir seyyare gibi, hadsiz yıldızlar içinde döner. Yıldızlara nisbeten küçük bir mahlûk… Fakat ehl-i Kur’ân nazarıyla bakıldığı vakit, On Beşinci Sözde izah edildiği gibi, hakikati şöyledir ki: Semere-i âlem olan insan en


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
ahval: haller
dâmen: etek
ehl-i felsefe ve hikmet: felsefeyle uğraşanlar, filozoflar (bk. ḥ-k-m)
ehl-i hikmet: felsefeyle uğraşanlar, filozoflar (bk. ḥ-k-m)
ehl-i Kur’ân: Kur’ân ilmiyle uğraşanlar; müfessirler gibi
ehl-i usulü’d-din: din usulcüleri; hadis, fıkıh ve tefsir âlimleri gibi
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
fehmetmek: anlamak
fen: bilim dalı
fikr-i felsefe: felsefe düşüncesi (bk. f-k-r)
hadsiz: sayısız
hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaik-i Nübüvvet: Peygamberlik gerçekleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; n-b-e)
hakaik-ı kudsiye: mukaddes gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; ḳ-d-s)
hakikat-i kat’iye: kesin gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olduğunu gösteren ilim, bilgi (bk. ḥ-k-m)
hükema: filozoflar, felsefeciler (bk. ḥ-k-m)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
küre-i arz: yer küre, dünya
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)
makàsıd-ı âliye-i kudsiye: her türlü kusur ve eksiklikten yüce olan İlâhî maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d; ḳ-d-s)
maksad: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mihenk: ölçü
misal: örnek, benzetme (bk. m-s̱-l)
mü’min: iman etmiş, imanlı (bk. e-m-n)
muallâ: yüksek, yüce
muhakkıkîn-i İslâmiye: hakikatleri araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; s-l-m)
muhtelif: farklı
münezzeh: kusur ve eksiklikten yüce, temiz (bk. n-z-h)
mutavassıt: orta derecede
nazar: bakış, düşünce (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı gaflet: gaflet bakışı (bk. n-ẓ-r; ğ-f-l)
nazar-ı Nübüvvet: Peygamberlik bakışı (bk. n-ẓ-r; n-b-e)
nevm-âlûd: uykulu
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
nokta-i nazar: bakış açısı
semere-i âlem: kâinatın meyvesi (bk. a-l-m)
seyyare: gezegen
sır: gizem, gizli gerçek
tabiat: doğa, canlı ve cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tafsil-i mahiyet: öz niteliğinin ayrıntılı açıklaması
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
ulemâ-i ilm-i kelâm: kelâm ilmiyle uğraşan âlimler (bk. a-l-m; k-l-m)
Ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
ulûm-u âliye-i İlâhiye ve uhreviye: din ve âhiretle ilgili yüksek ilimler (bk. a-l-m; e-l-h; e-ḫ-r)
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
veraset-i Nübüvvet: Peygamber varisliği (bk. n-b-e)
zikretmek: belirtmek, hatırlatmak

câmi’, en bedî ve en âciz, en aziz, en zayıf, en lâtif bir mu’cize-i kudret olduğundan, beşik ve meskeni olan zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. İşte, arzın bu azamet-i mâneviyesinden ve ehemmiyet-i san’aviyesindendir ki, Kur’ân-ı Hakîm, semâvâta nisbeten büyük bir ağacın küçük bir meyvesi hükmünde olan arzı, bütün semâvâta karşı, küçücük kalbi büyük kalıba mukabil tutmak gibi denk tutuyor. Onu bir kefede, bütün semâvâtı bir kefede koyuyor, mükerreren 

رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 

diyor.

İşte, sair mesâili buna kıyas et ve anla ki, felsefenin ruhsuz, sönük hakikatleri, Kur’ân’ın parlak, ruhlu hakikatleriyle müsademe edemez. Nokta-i nazar ayrı ayrı olduğu için, ayrı ayrı görünür.


Dipnot-1

“Göklerin ve yerin Rabbi.” Kehf Sûresi, 18:14; Sâd Sûresi, 38:66; Zuhruf Sûresi, 43:82; Nebe Sûresi, 78:37.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
arz: yeryüzü, dünya
azamet-i mâneviye: mânevî büyüklük (bk. a-ẓ-m; a-n-y)
aziz: izzetli, değerli (bk. a-z-z)
bedî: güzel, eşsiz (bk. b-d-a)
besâtîn-i daime: dâimî bostan ve bahçeler
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cevâdâne: çömertçe (bk. c-v-d)
ehemmiyet-i san’aviye: san’at bakımından önemlilik (bk. ṣ-n-a)
envâ-ı sağire: küçük çeşitler
faaliyet-i Rabbâniye: Rab olan Allah’ın faaliyet ve icraatı (bk. f-a-l; r-b-b)
hadsiz: sınırsız
hakaret: küçüklük, değersizlik
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hallâkıyet-i İlâhiye: Allah’ın kendi zatına yaraşan yaratıcılığı (bk. ḫ-l-ḳ; e-l-h)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hususan: özellikle
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
mahşer: toplanma yeri (bk. ḥ-ş-r)
mâkes: yansıma yeri
mânen: mânevî yönden (bk. a-n-y)
masnuât: san’at eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)
mazhar: görüntü yeri, ayna (bk. ẓ-h-r)
medar: eksen, yörünge
menâzır-ı sermediye: daimî manzaralar (bk. n-ẓ-r)
mensucât-ı ebediye: sonsuzluğa ait dokumalar (bk. e-b-d)
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)
meşher: sergi yeri
mesken: ev, mekân (bk. s-k-n)
mezraa: tarla
mikyas: ölçek
mu’cizât-ı san’ât: san’at mu’cizeleri (bk. a-c-z; ṣ-n-a)
mucize-i kudret: Allah’ın kudret mu’cizesi (bk. a-c-z; ḳ-d-r)
mukabil: karşılık
mükerreren: tekrar tekrar
müsademe: çarpışma, çatışma
muvakkat: geçici
nebâtat: bitkiler
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
nokta-i mihrakiye: odak noktası
nokta-i nazar: bakış açısı (bk. n-ẓ-r)
nümunegâh: örneklerin bulunduğu yer
Rabbü’s-Semâvâti ve’l-Arz: göklerin ve yerin Rabbi (bk. r-b-b; s-m-v)
sair: diğer
san’aten: san’at yönünden (bk. ṣ-n-a)
semâ: gökyüzü (bk. s-m-v)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
taklitgâh: taklit yeri
tecelliyât-ı esmâ: Allah’ın isimlerinin yansıması (bk. c-l-y; s-m-v)
terbiyegâh: terbiye yeri (bk. r-b-b)
zemin: yeryüzü

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, On Birinci Asıl ve On İkinci Asıl, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.468

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/468


CUMARTESİ DERSLERİ

Hilâf-ı hakikat ve kat'î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır de, ilişme. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 4.
Hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır de, ilişme. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. “Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır” de, ilişme. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 4.

Hilâf-ı hakikat ve kat'î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır de, ilişme. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. ‘Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır’ de, ilişme.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Üçüncü Dal Onuncu Asıl.

Hilâf-ı hakikat ve kat'î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır de, ilişme. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 4.
Hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır de, ilişme. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

ÜÇÜNCÜ DAL

ONUNCU ASIL: 

Ekser taife-i mahlûkatta olduğu gibi, ef’al ve a’mâl-i beşeriyede bazı harika fertler bulunur. O fertler, eğer iyilikte ileri gitmişse, o nevilerin medar-ı fahrleridir, yoksa medar-ı şeâmetleridir. Hem gizleniyorlar; adeta birer şahs-ı mânevî, birer gaye-i hayal hükmüne geçerler. Sair fertlerin herbirisi, o olmaya çalışır ve o olmak ihtimali var. Demek, o mükemmel harika fert mutlak, müphem bulunup, her yerde bulunması mümkün… Şu ipham itibarıyla, mantıkça kaziye-i mümkine suretinde, külliyetine hükmedilebilir. Yani, herbir amel şöyle bir netice verebilmesi mümkündür.

Meselâ, “Kim iki rekât namazı filân vakitte kılsa, bir hac kadardır.”

İşte, iki rekât namaz bazı vakitte bir hacca mukabil geldiği hakikattir. Herbir iki rekât namazda, bu mânâ külliyetle mümkündür.

Demek, şu nevideki rivâyetler, vukuu bilfiil daimî ve küllî değil. Zira kabulün madem şartları vardır; külliyet ve daimîlikten çıkar. Belki, ya bilfiil muvakkattir, mutlaktır; veyahut mümkinedir, külliyedir. Demek şu nevi ehâdisteki külliyet ise, imkân itibarıyladır.

Meselâ, “Gıybet, katl gibidir.” Demek gıybette öyle bir fert bulunur ki, katl gibi bir zehr-i kàtilden daha muzırdır.

Meselâ, “Bir güzel söz, bir abdi âzâd etmek gibi bir sadaka-i azîmenin yerine geçer.”2

Şimdi, tergib veya teşvik için, o müphem ferd-i mükemmel, mutlak bir surette her yerde bulunmasının imkânını vaki bir surette göstermekle, hayra şevki ve şerden nefreti tahrik etmektir.

Hem de şu âlemin mikyasıyla âlem-i ebedînin şeyleri tartılmaz. Buranın en


Dipnot-1

bk. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 7740; Müsnedü’l-Firdevs, 3:116, 117.

Dipnot-2

bk. Et-Terğîb ve’t-Terhîb, 3:421, 434; Kenzü’l-Ummâl, 6:422.


abd: köle (bk. a-b-d)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âlem-i ebedî: sonsuz âhiret âlemi (bk. a-l-m; e-b-d)
âzâd: hürriyetine kavuşturma
bilfiil: fiilen, uygulamada olan (bk. f-a-l)
daimî: devamlı
ef’al ve a’mâl-i beşeriye: insanların iş ve davranışları (bk. f-a-l)
ehâdis: hadisler, Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
ferd-i mükemmel: mükemmel fert, birey (bk. f-r-d; k-m-l)
gaye-i hayal: hayal edilen gaye (bk. ḫ-y-l)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hasene: sevap, iyilik (bk. ḥ-s-n)
hayr: iyilik (bk. ḫ-y-r)
imkân: mümkün olma, olabilirlik (bk. m-k-n)
ipham: gizli, belirsiz bırakma
kàtl: öldürme
kaziye-i mümkine: mümkün olan hüküm; olabilirlik içeren önerme (bk. m-k-n)
küllî/külliye: genel, kapsamlı (bk. k-l-l)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mecmu-u hurufat: harflerin toplamı (bk. c-m-a)
medar-ı fahr: övünç vesilesi
medar-ı şeâmet: kötülük, uğursuzluk vesilesi
mikyas: ölçek
mücazefe: abartma, mübalağa
mukabil: karşılık
mümkine: varlığı ile yokluğu imkan dahilinde olan (bk. m-k-n)
müphem: gizli, belirsiz
mutlak: kayıtsız, sınırsız (bk. ṭ-l-ḳ)
muvakkat: geçici
muzaaf: kat kat
muzır: zararlı
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
netice: sonuç
nevi: tür, çeşit
nisbet: kıyas, ölçü (bk. n-s-b)
rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
sadaka-i azîme: büyük sadaka (bk. ṣ-d-ḳ; a-ẓ-m)
şahs-ı mânevî: mânevî şahıs; tüzel kişilik, kollektif kişilik (bk. a-n-y)
sair: diğer
şer: kötülük
suret: biçim, şekil (bk. ṣ-v-r)
tahrik: harekete geçirme
taife-i mahlûkat: yaratıklar taifesi (bk. ḫ-l-ḳ)
takriben: yaklaşık olarak
tatbik: uygulama
tergib: isteklendirme
teşvik: şevklendirme
vaki: olmuş, mevcut
vuku: gerçekleşme, meydana gelme
zehr-i kâtil: öldürücü zehir

büyüğü, oranın en küçüğüne muvazi gelemez. Sevab-ı a’mâl o âleme baktığı için, dünyevî nazarımız ona dar geliyor, aklımıza sığıştıramıyoruz. Meselâ

مَنْ قَرَاَ هٰذَا اُعْطِىَ لَهُ مِثْلُ ثَوَابِ مُوسٰى وَهَارُونَ     1

yani

اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَرَبِّ اْلاَرَضِينَ     رَبِّ الْعَالَمِينَ وَلَهُ الْكِبْرِيَۤاءُ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ     اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَرَبِّ اْلاَرَضِينَ     رَبِّ الْعَالَمِينَ وَلَهُ الْعَظَمَةُ فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ     وَلَهُ الْمُلْكُ رَبُّ السَّمٰوَاتِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ     2

İnsafsız ve dikkatsizlerin en ziyade nazar-ı dikkatini celb eden, şu gibi rivâyetlerdir. Hakikati şudur ki:

Dünyada, dar nazarımızla, kısacık fikrimizle, Mûsâ ve Hârun Aleyhimesselâmın sevaplarını ne derece tasavvur ediyoruz, biliyoruz? Âlem-i ebediyette, Rahîm-i Mutlak, saadet-i ebediyede, nihayetsiz ihtiyaç içinde bir abdine, birtek virde mukabil vereceği hakikat-i sevap, o iki zâtın sevaplarına—fakat daire-i ilmimize ve tahminimize giren sevaplarına—müsavi olabilir.

Meselâ, bedevî, vahşî bir adam, hiç padişahı görmemiş, saltanat haşmetini bilmiyor. Bir köyde bir ağayı nasıl tasavvur eder; o mahdut fikriyle, bir padişahı ondan büyükçe bir ağa kadar bilir. Hattâ bizde sade-dil bir taife var ki, eskiden diyorlardı ki: “Padişah kendi ocağı yanında ve tenceresinin başında pişirdiği bulgur çorbası yanında ne yapıyor, bizim ağamız onu biliyor.” Demek onlar, padişahı o kadar dar bir vaziyette ve âdi bir surette tahayyül ediyorlar ki, kendi bulgur çorbasını kendi pişiriyor! Âdeta bir yüzbaşı haşmetinde farz ediyorlar.


Dipnot-1

“Kim bunu okursa, Mûsâ ile Hârun’un sevaplarının misli ona verilir.” Şeyh Ahmed Gümüşhanevî, Mecmuatü’l-Ahzâb, s. 263.

Dipnot-2

Hamd o Allah’a mahsustur ki, Göklerin Rabbi, Yerlerin Rabbi, Âlemlerin Rabbidir. Göklerde ve yerde kibriyâ Ona mahsustur. Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır. Hamd o Allah’a mahsustur ki, Göklerin Rabbi, Yerlerin Rabbi, Âlemlerin Rabbidir. Göklerde ve yerde azamet Onundur. Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır. Mülk de Ona âittir. O Göklerin Rabbidir. Onun kudreti herşeye galiptir ve hikmeti herşeyi kuşatır.


abd: kul (bk. a-b-d)
âdi: basit
âlem-i ebediyet: sonsuzluk âlemi (bk. a-l-m; e-b-d)
Aleyhimesselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)
bedevî: çölde yaşayan, göçebe
celb etmek: çekmek
daire-i ilm ve tahmin: ilim alanı ve tatmin alanı (bk. a-l-m)
farz etmek: sanmak, zannetmek
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i sevap: sevap gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hârun: (bk. bilgiler)
haşmet: büyüklük, ihtişam
mahdut: sınırlı
mukabil: karşılık
Mûsâ: (bk. bilgiler)
müsavi: eşit, denk
muvazi: denk, eşit
nazar: bakış, düşünce (bk. n-ẓ-r)
nazar-ı dikkat: dikkatli bakış (bk. n-ẓ-r)
nihayetsiz: sınırsız
Rahîm-i Mutlak: rahmeti sınırsız olan Allah (bk. r-ḥ-m; ṭ-l-ḳ)
rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sade-dil: saf, temiz kalpli
sevab-ı a’mâl: amellerin sevabı, karşılığı
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
taife: topluluk, grup
tasavvur: düşünme, hayal etme (bk. ṣ-v-r)
vahşî: medeni olmayan, yabanî
vird: devamlı yapılan zikir
ziyade: çok, fazla

Şimdi, biri o adamlardan birisine dese, “Sen bugün benim için bu işi yapsan, senin bildiğin padişah haşmeti kadar sana bir haşmetlik vereceğim. Yani bir yüzbaşı kadar bir rütbe vereceğim”; o söz hakikattir. Çünkü, haşmet-i padişahîden onun dar daire-i fikrine giren, ancak bir yüzbaşılık kadar bir şevkettir.

İşte, dünya nazarıyla, dar fikrimizle, âhirete müteveccih hakaik-ı sevabiyeyi o bedevî adam kadar da düşünemiyoruz. Hazret-i Mûsâ (a.s.) ve Hârun’un (a.s.) meçhulümüz olan hakikî sevapları ile muvazene değil—çünkü teşbih kaidesi, meçhulü malûma kıyas eder—belki muvazene edilen, malûmumuz olan ve tahminimize giren sevaplarıyla, bir abd-i mü’minin bir virdine mukabil meçhulümüz olan hakikî sevabıdır.

Hem de, deniz yüzü ile katrenin gözbebeği, güneşin tamam-ı aksini tutmakta müsavidirler. Fark keyfiyettedir. Hazret-i Mûsâ (a.s.) ve Hârun’un (a.s.) deniz-misal âyine-i ruhlarına in’ikâs eden mahiyet-i sevap, bir katre hükmünde bir abd-i mü’minin bir âyetten aldığı aynı mahiyet-i sevaptır. Mahiyetçe, kemiyetçe birdirler. Keyfiyet ise, kabiliyete tâbidir.

Hem bazan olur ki, birtek kelime, birtek tesbih öyle bir saadet hazinesini açar ki, altmış sene hizmetle o açılmamış. Demek bazı hâlât oluyor ki, birtek âyet, Kur’ân kadar faide verebilir.

Hem İsm-i Âzama mazhar olan Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın bir âyette mazhar olduğu feyz-i İlâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir. Veraset-i Ahmediye ile İsm-i Âzam zılline mazhar bir mü’min, kendi kabiliyeti itibarıyla, kemiyetçe bir nebînin feyzi kadar sevap alıyor denilse, hilâf-ı hakikat olamaz.

Hem de sevap ve fazilet, nur âlemindendir. O âlemden bir âlem, bir zerreye sığışabilir. Nasıl ki, bir zerrecik bir şişede, semâvât, nücumuyla beraber görünebilir. Öyle de, niyet-i hâlise ile şeffafiyet peydâ eden bir zikirde veya bir âyette, semâvât gibi nuranî sevap ve fazilet yerleşebilir.


abd-i mü’min: iman etmiş kul (bk. a-b-d; e-m-n)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
âyet: Kur’ân’ın her bir cümlesi
âyine-i ruh: ruh aynası (bk. r-v-ḥ)
bedevî: çölde yaşayan, göçebe
daire-i fikr: düşünce alanı (bk. f-k-r)
deniz-misal: deniz gibi (bk. m-s̱-l)
fazilet: değer, üstünlük (bk. f-ḍ-l)
feyz: mânevî gıda, lütuf (bk. f-y-ḍ)
feyz-i İlâhiye: Allah’ın feyzi, lütfu (bk. f-y-ḍ; e-l-h)
hakaik-i sevabiye: sevap gerçekleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
haşmet: görkem, ihtişam
haşmet-i padişahî: padişahın haşmeti, görkemi
Hazret-i Hârun: (bk. bilgiler)
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
in’ikâs: yansıma
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
kaide: düstur, prensip
Katre: damla
kemiyet: sayıca çokluk, nicelik
keyfiyet: özellik, nitelik, durum
mahiyet: nitelik, esas
mahiyet-i sevap: sevabın mahiyeti
malûm: bilinen (bk. a-l-m)
mazhar: yansıma ve görünme yeri (bk. ẓ-h-r)
meçhul: bilinmeyen
mü’min: iman etmiş (bk. e-m-n)
mukabil: karşılık
müsavi: eşit, denk
müteveccih: yönelik
muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n)
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nebî: peygamber (bk. n-b-e)
niyet-i hâlis: saf, temiz niyet (bk. ḫ-l-ṣ)
nücum: yıldızlar
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
saadet: mutluluk
şeffafiyet peydâ etmek: şeffaflık kazanmak
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
şevket: büyüklük, haşmet
tamam-ı aks: yansımanın tamamı
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşbih: benzetme
umum: bütün
Veraset-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in varisliği
vird: zikir
zerre: maddenin en küçük parçası
zıll: gölge

Netice-i kelâm: Ey insafsız ve dikkatsiz ve imanı zayıf, felsefesi kavî, hodbin, münekkit adam! Şu On Asıl’ı nazara al; sonra sen hilâf-ı hakikat ve kat’î muhalif-i vaki gördüğün bir rivâyeti bahane ederek ehâdis-i şerifeye ve dolayısıyla Resul-ü Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın mertebe-i ismetine halel verecek itiraz parmağını uzatma. Zira, evvelâ o On Asıl’ın on dairesi seni inkârdan vazgeçirir. “Hakikî bir kusur varsa bize aittir” derler. “Hadise râci olamaz. Eğer hakikî değilse, senin sû-i fehmine aittir” derler.

Elhasıl, inkâr ve redde gitmek için, şu On Asıl’ı tekzip ve iptal etmek lâzım gelir. Şimdi, insafın varsa, bu On Usulü kemâl-i dikkatle düşündükten sonra, o aklın hilâf-ı hakikat gördüğü bir hadisin inkârına kalkışma. “Ya bir tefsiri, ya bir tevili, ya bir tabiri vardır” de, ilişme.


âlem-i menâm: uyku âlemi (bk. a-l-m)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ehâdis/ehadis-i şerife: hadisler, Peygamberimize ait söz, emir veya davranışlar (bk. ḥ-d-s̱)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
evvelâ: önce
gaflet: umursamazlık, sorumsuzluk, Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma hali (bk. ğ-f-l)
hakikat-i nevmiye: uyku gerçeği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikaten: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halel: zarar, eksiklik
hilâf-ı hakikat: gerçeğe aykırı (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hodbin: bencil, kibirli
hüşyar: uyanık
iktifa: yetinme
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
insaf: vicdana uygun davranış
insafsız: vicdansız
kat’î: kesin
kavî: kuvvetli, güçlü
kemâl-i dikkat: tam bir dikkat (bk. k-m-l)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mazhar: erişme, sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mertebe-i ismet: günahsızlık, masumluk mertebesi
muhalif-i vaki: vakıaya aykırı, gerçeğe zıt
münekkit: tenkitçi
müşkilât: zorluklar
müteşâbihât: mânâsı açık olmayan âyetler
mutlak: kesin olarak, kayıtsız, şartsız (bk. ṭ-l-ḳ)
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
netice-i kelâm: sözün neticesi, özü (bk. k-l-m)
râci: ait
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
rivâyet: Peygamberimizden duyulan şeylerin nakledilmesi
sû-i fehm: kötü anlayış
tabir: açıklama, yorumlama (bk. a-b-r)
tefsir: yorum, açıklama (bk. f-s-r)
tekzip etmek: yalanlamak
telâkki etmek: kabul etmek
tenvim edilen: uyutulan
tevil: yorum
yakzan: uyanık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, Onuncu Asıl, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.465

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/465


CUMARTESİ DERSLERİ

Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 3.
Hem dünyanın iki yüzü var, belki (hatta, aslında, gerçekte) üç yüzü var Biri, Cenâb-ı Hakkın esmâsının âyineleridir. Diğeri âhirete bakar, âhiret tarlasıdır. Diğeri fenâya, ademe bakar. Bildiğimiz, marzî-i İlâhî olmayan, ehl-i dalâletin dünyasıdır. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ