Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

Kur'ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Dördüncü Dal.

Kur'ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.
Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

DÖRDÜNCÜ DAL

اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللهَ يَسْجُدُ لَهُ مَنْ فِى السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِى اْلاَرْضِ وَالشَّمْسُ وَالْقَمَرُ وَالنُّجُومُ وَالْجِبَالُ وَالشَّجَرُ وَالدَّوَۤابُّ وَكَثِيرٌ مِنَ النَّاسِ وَكَثِيرٌ حَقَّ عَلَيْهِ الْعَذَابُ وَمَنْ يُهِنِ اللهُ فَمَا لَهُ مِنْ مُكْرِمٍ اِنَّ اللهَ يَفْعَلُ مَايَشَۤاءُ     1

Şu büyük ve geniş âyetin hazinesinden yalnız birtek cevherini göstereceğiz. Şöyle ki:

Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. Biz, onların ibadetlerinin tenevvüünün bir nev’ini, bir temsille beyan ederiz.

Meselâ, 

وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 

azîm bir mâlikü’l-mülk, büyük bir şehri veya muhteşem bir sarayı bina ettiği vakit, o zat dört nevi ameleyi onun binasında istihdam ve istimal eder.

Birinci nevi: Onun memlük ve köleleridir. Bu nev’in ne maaşı var ve ne de ücreti var. Belki onlar, seyyidlerinin emriyle işledikleri her amelde, onların gayet lâtif bir zevk ve hoş bir şevkleri vardır. Seyyidlerinin medhinden ve vasfından ne deseler, onların zevkini ve şevkini ziyade eder. Onlar, o mukaddes seyyidlerine intisaplarını büyük bir şeref bilerek onunla iktifa ediyorlar. Hem o seyyidin namıyla, hesabıyla, nazarıyla işlere bakmalarından da mânevî lezzet buluyorlar; ücret ve rütbeye ve maaşa muhtaç olmuyorlar.

İkinci kısım ki, bazı âmi hizmetkârlardır. Bilmiyorlar, niçin işliyorlar. Belki o mâlik-i zîşan onları istimal ediyor, kendi fikriyle ve ilmiyle onları çalıştırıyor. Onlara lâyık bir cüz’î ücret dahi veriyor. O hizmetkârlar bilmiyorlar ki, amellerine ne çeşit küllî gayeler, âli maslahatlar terettüp ediyor. Hattâ bazıları tevehhüm ediyorlar ki, onların amelleri yalnız kendilerine ait o ücret ve maaşından başka gayesi yoktur.


Dipnot-1

“Görmez misin ki, göklerde olanlar ve yerde olanlar, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlar ve insanların birçoğu Allah’a secde eder. Birçoğu da vardır ki, onlar üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa, ona ikramda bulunup şerefli hâle getirecek kimse yoktur. Şüphesiz ki Allah dilediğini yapar.” Hacc Sûresi, 22:18. (Bu âyet secde âyetidir.)

Dipnot-2

“En yüce sıfatlar Allah’ındır.” Nahl Sûresi, 16:60.


âli: yüksek, yüce
amel: iş, fiil
amele: işçiler
âmi: basit, sıradan
Arş: göğün en yüksek katı; Allah’ın büyüklüğünün ve yüceliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş)
azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m)
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
bina etmek: yapmak
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cevher: asıl, öz
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
ferş: yer
hamd: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hizmetkâr: hizmetç
iibadet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
iktifa etme: yetinme
intisap: bağlanma, mensup olma (bk. n-s-b)
istihdam: çalıştırma
istimal: kullanma
küllî: çok, büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
Kur’ân-ı Hakîm: sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mâlik-i zîşan: şanlı ve şerefli sahip (bk. m-l-k; ẕî)
mâlikü’l-mülk: bütün mülkün sahibi (bk. m-l-k)
maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
medh: övgü
memluk: köle (bk. m-l-k)
mukaddes: her türlü çirkinlik ve eksiklikten arınmış (bk. ḳ-d-s)
nam: ad, şan
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nev’: tür, çeşit
semek: balık
şevk: çok arzu, şiddetli istek
seyyarat: gezegenler
seyyid: efendi
tasrih etmek: açık şekilde bildirmek
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)tenevvü: çeşitlilik
terettüp: gerekme
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tevehhüm: olmayan birşeyi varsaymak
vasıf: sıfat, nitelik (bk. v-ṣ-f)
zerre: atom
ziyade etmek: artırmak, çoğaltmak

Üçüncü kısım: O mâlikü’l-mülkün bir kısım hayvânâtı var. Onları o şehrin, o sarayın binasında bazı işlerde istihdam ediyor. Onlara yalnız bir yem veriyor. Onların da istidatlarına muvafık işlerde çalışmaları, onlara bir telezzüz veriyor. Çünkü, bilkuvve bir kabiliyet ve bir istidat, fiil ve amel suretine girse, inbisat ile teneffüs eder, bir lezzet verir. Ve bütün faaliyetlerdeki lezzet bu sırdandır. Şu kısım hizmetkârların ücret ve maaşları, yalnız yem ve şu lezzet-i mâneviyedir; onunla iktifa ederler.

Dördüncü kısım: Öyle amelelerdir ki, biliyorlar ne işliyorlar ve niçin işliyorlar ve kimin için işliyorlar ve sair ameleler niçin işliyorlar ve o mâlikü’l-mülkün maksadı nedir, niçin işlettiriyor? İşte bu nevi amelelerin sair amelelere bir riyaset ve nezaretleri var. Onların derecat ve rütbelerine göre, derece derece maaşları var.

Aynen bunun gibi, semâvât ve arzın Mâlik-i Zülcelâli ve dünya ve âhiretin Bâni-i Zülcemâli olan Rabbü’l-Âlemîn—değil ihtiyaç için, çünkü herşeyin Hâlıkı Odur; belki izzet ve azamet ve rububiyetin şuûnâtı gibi bazı hikmetler için—şu kâinat sarayında, şu daire-i esbab içinde, hem melâikeyi, hem hayvânâtı, hem cemâdat ve nebâtâtı, hem insanları istihdam ediyor, onlara ibadet ettiriyor. Şu dört nev’i, ayrı ayrı vezâif-i ubûdiyetle mükellef etmiştir.

Birinci kısım: Temsilde memlüklere misal melâikelerdir. Melâikeler ise, onlarda mücahede ile terakkiyat yoktur. Belki herbirinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır. Fakat onların nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var, nefs-i ibadetlerinde derecatlarına göre tefeyyüzleri var. Demek, o hizmetkârlarının mükâfatı, hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava ve ziya ve gıda ile tagaddî edip telezzüz eder. Öyle de, melekler zikir ve tesbih ve hamd ve ibadet ve marifet ve muhabbetin envarıyla tagaddî edip telezzüz ediyorlar.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
amel: iş, fiil
amele: işçiler
arz: yer, dünya
azamet: büyüklük, yücelik (bk. a-ẓ-m)
Bâni-i Zülcemâl: sonsuz güzellik sahibi, herşeyin yapıcısı olan Allah (bk. ẕü; c-m-l)
bilkuvve: potansiyel olarak
cemâdat: cansız varlıklar
daire-i esbab: sebepler dairesi (bk. s-b-b)
derecat: dereceler
envar: nurlar (bk. n-v-r)
Hâlık: yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hamd: şükür ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)
ibadet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
iktifa etme: yetinme
inbisat: genişleme, yayılma
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
istihdam: çalıştırma
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)
lezzet-i mâneviye: manevi lezzet (bk. a-n-y)
: sumaksat: istek (bk. ḳ-ṣ-d)
Mâlik-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyin sahibi olan Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l)
mâlikü’l-mülk: bütün mülkün sahibi (bk. m-l-k)
marifet: Allah’ı tanıma, bilme (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
memlük: köle (bk. m-l-k)
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
muayyen: belirlenmiş
mücahede: mücadele (bk. c-h-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mükâfat: ödül
mükellef: yükümlü
muvafık: uygun
nebâtât: bitkiler
nefs-i amel: işin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i ibadet: ibâdetin kendisi (bk. n-f-s; a-b-d)
nev’: çeşit, tür
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
Rabbü’l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; a-l-m)
riyaset: başkanlık
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
sair: diğer
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şuûnât: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)
tagaddî: gıdalanma, beslenme
tefeyyüz: feyizlenme (bk. f-y-ḍ)telezzüz: lezzetlenme
temsil: örnek
teneffüs: nefes alma, soluklanma
terakkiyat: ilerleme, yükselme
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
vezâif-i ubûdiyet: kulluk görevleri (bk. a-b-d)
zevk-i mahsusa: özel zevk
zikir: Allah’ı anma
ziya: ışık

Çünkü onlar nurdan mahlûk oldukları için, gıdalarına nur kâfidir. Hattâ nura yakın olan râyiha-i tayyibe dahi onların bir nevi gıdalarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Evet, ervâh-ı tayyibe, revâyih-i tayyibeyi sever.

Hem melekler, Mâbudlarının emriyle işledikleri işlerde ve Onun hesabıyla işledikleri amellerde ve Onun namıyla ettikleri hizmette ve Onun nazarıyla yaptıkları nezarette ve Onun intisabıyla kazandıkları şerefte ve Onun mülk ve melekûtunun mütalâasıyla aldıkları tenezzühte ve Onun tecelliyât-ı cemâliye ve celâliyesinin müşahedesiyle kazandıkları tena’umda öyle bir saadet-i azîme vardır ki, akl-ı beşer anlamaz, melek olmayan bilemez.

Meleklerin bir kısmı âbiddirler. Diğer bir kısmının ubûdiyetleri, ameldedir. Melâike-i arziyenin amele kısmı, bir nevi insan gibidir, tabir caizse bir nevi çobanlık ederler. Bir nev’i de çiftçilik ederler.

Yani rû-yi zemin umumî bir mezraadır. İçindeki bütün hayvânâtın taifelerine, Hâlık-ı Zülcelâlin emriyle, izniyle, hesabıyla, havl ve kuvvetiyle bir melek-i müekkel nezaret eder. Ondan daha küçük, herbir nevi hayvânâta mahsus, bir nevi çobanlık edecek bir melâike-i müekkel var.

Hem de rû-yi zemin bir tarladır; umum nebâtat onun içinde ekilir. Umumuna, Cenâb-ı Hakkın namıyla, kuvvetiyle nezaret edecek müekkel bir melek vardır. Ondan daha aşağı bir melek, bir taife-i mahsusaya nezaret etmekle Cenâb-ı Hakka ibadet ve tesbih eden melekler var. Rezzâkıyet arşının hamelesinden olan Hazret-i Mikail aleyhisselâm, şunların en büyük nâzırlarıdır.

Meleklerin çoban ve çiftçiler mesabesinde olanlarının insanlara müşabehetleri yoktur. Çünkü onların nezaretleri sırf Cenâb-ı Hakkın hesabıyladır ve Onun namıyla ve kuvvetiyle ve emriyledir. Belki nezaretleri, yalnız Rububiyetin tecelliyâtını, memur olduğu nevide müşahede etmek ve kudret ve rahmetin cilvelerini o nevide mütalâa etmek ve evâmir-i İlâhiyeyi o nev’e bir nevi ilham etmek ve o


âbid: ibadet eden (bk. a-b-d)
akl-ı beşer: insan aklı
Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
amel: iş, fiil
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
ervâh-ı tayyibe: temiz ve iyi ruhlar (bk. r-v-h)
evâmir-i İlâhiye: Allah’ın emirleri (bk. e-l-h)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hamele: taşıyıcılar
havl: güç
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
Hazret-i Mikâil: (bk. bilgiler)
ilham etmek: kalb yoluyla bildirmek
intisab: bağlanma, mensup olma (bk. n-s-b)
kâfi: yeterli
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
Mâbud: Kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: has, özel
melâike-i arziye: dünyadaki işlerle meşgul olan melekler (bk. m-l-k)
melek-i müekkel: vekil tayin edilmiş, görevli melek (bk. m-l-k; v-k-l)
melekût: varlığın iç yüzü, hakikati (bk. m-l-k)
mesabe: derece
mezraa: tarla
müekkel: vazifeli, görevli (bk. v-k-l)
mülk: varlığın dış yüzü, maddî âlem (bk. m-l-k)
müşabehet: benzeyiş
müşahede: gözlemleme (bk. ş-h-d)
mütalâa: etraflıca inceleyip düşünme
nam: ad, şan
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nâzır: bakan, gözetici (bk. n-ẓ-r)
nebâtat: bitkiler
nevi: tür, çeşit
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
rahmet: şefkat, merhamet, ihsan (bk. r-ḥ-m)
râyiha-i tayyibe: güzel, hoş koku
revâyih-i tayyibe: temiz ve güzel kokular
rezzâkiyet arşı: rızık vericilik makamı (bk. r-z-ḳ; a-r-ş)
rû-yi zemin: yeryüzü
Rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
saadet-i azîme: büyük mutluluk (bk. a-ẓ-m)
taife: topluluk
taife-i mahsusa: özel topluluk
tecelliyât: tecelliler, yansımalar (bk. c-l-y)
tecelliyât-ı cemâliye ve celâliye: Allah’ın güzellik ve yücelik sıfatlarının yansımaları (bk. c-l-y; c-m-l; c-l-l)
tena’um: nimetlenme (bk. n-a-m)
tenezzüh: ferahlama, rahatlama (bk. n-z-h)
tesbih: Allah’ı yüce şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
umum: bütün
umumî: genel

nev’in ef’âl-i ihtiyariyesini bir nevi tanzim etmekten ibarettir. Ve bilhassa zeminin tarlasındaki nebâtâta nezaretleri, onların tesbihat-ı mâneviyelerini melek lisanıyla temsil etmek ve onların hayatlarıyla Fâtır-ı Zülcelâle karşı takdim ettiği tahiyyât-ı mâneviyelerini melek lisanıyla ilân etmek, hem onlara verilen cihâzâtı hüsn-ü istimal etmek ve bazı gayelere tevcih etmek ve bir nevi tanzim etmekten ibarettir.

Melâikelerin şu hizmetleri, cüz-ü ihtiyarîleriyle bir nevi kisbdir. Belki bir nevi ubûdiyet ve ibadettir. Tasarruf-u hakikîleri yoktur. Çünkü herşeyde Hâlık-ı Külli Şeye has bir sikke vardır; başkaları parmağını icada karıştıramaz. Demek melâikelerin şu nevi amelleri ise onların ibadetidir; insan gibi âdetleri değildir.


âdet: alışkanlık
amel: iş, fiil
amele: işçiler
bahis: konu
cihâzât: donanım, cihazlar
cüz-ü ihtiyarî: çok az irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
ef’âl-i ihtiyariye: iradeyle yapılan davranışlar, fiiller (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve eşsiz üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
hakikat: gerçek (bk.ḥ-ḳ-ḳ)
hâlisen: katıksız, samimi olarak (bk. ḫ-l-ṣ)
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
has: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatib-i Rabbânî: Allah’ın bir hutbecisi, Onun adına koşan (bk. ḫ-ṭ-b; r-b-b)
hayvânat: hayvanlar
hüsn-ü istimal: güzel ve iyi kullanma (bk. ḥ-s-n)
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ilân-ı sürur: sevincin duyurulması
iştiha: iştah, fazla arzu ve istek
istihdam etmek: çalıştırmak
istimal etmek: kullanmak
kabile: topluluk
kerîm: cömertlik ve ikram sahibi (bk. k-r-m)
kisb: kazanma, edinme
lisan: dil
livechillah: Allah için
Mâlikü’l-Mülki Zü’l-Celâli ve’l-İkram: bütün mülkün sahibi, sonsuz haşmet ve ikram sahibi Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l; k-r-m)
maruf: bilinen, tanınan (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
memur: görevli
münasebât-ı şedide: kuvvetli bağlantılar (bk. n-s-b)
muvazzaf: vazifeli, görevl
inam: ad
nebâtât: bitkiler
nefis: kendisi; maddî lezzetlere düşkün olan güç (bk. n-f-s)
nev’: çeşit, tür
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan ve merhametin eserleri bütün varlıkları kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
Rezzâk-ı Kerîm: bütün yaratılmışların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah (bk. r-z-ḳ; k-r-m)
şairâne: şairce, şair gibi
saray-ı kâinat: kâinat sarayı (bk. k-v-n)
sikke: varlıkların Allah’a ait olduklarını gösteren üstlerindeki mühür, damga
tahiyyât-ı mâneviye: mânevi selâm ve dualar (bk. ḥ-y-y; a-n-y)
taife: topluluk
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tasarruf-u hakikî: gerçek anlamda dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f; ḥ-ḳ-ḳ)
tesbihat-ı mâneviye: sözle değil de mânâ ile yapılan tesbihat (bk. s-b-ḥ; a-n-y)
tevcih etmek: yöneltmek
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zemin: yeryüzü
zımn: iç

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.470

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/471


CUMARTESİ DERSLERİ

Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san'aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu'cizât-ı san'atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür'atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür'atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. - Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.
Zemin, semâya nisbeten maddeten küçüklüğüyle ve hakaretiyle beraber, mânen ve san’aten bütün kâinatın kalbi, merkezi; bütün mu’cizât-ı san’atının meşheri, sergisi; bütün tecelliyât-ı esmâsının mazharı, nokta-i mihrakiyesi; nihayetsiz faaliyet-i Rabbâniyenin mahşeri, mâkesi; hadsiz hallâkıyet-i İlâhiyenin, hususan nebâtat ve hayvânâtın kesretli envâ-ı sağiresinden cevâdâne icadın medarı, çarşısı; ve pek geniş âhiret âlemlerindeki masnuâtın küçük mikyasta nümunegâhı; ve mensucât-ı ebediyenin sür’atle işleyen destgâhı; ve menâzır-ı sermediyenin çabuk değişen taklitgâhı; ve besâtîn-i daimenin tohumcuklarına sür’atle sünbüllenen dar ve muvakkat mezraası ve terbiyegâhı olmuştur. – Cumartesi Dersleri 24. 3. 5.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. – Cumartesi Dersleri 24. 1.

Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe'nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. - Cumartesi Dersleri 24. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Birinci Dal.

Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe'nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. - Cumartesi Dersleri 24. 1.
Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. – Cumartesi Dersleri 24. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

Şu Söz Beş Daldır. Dördüncü Dala dikkat et. Beşinci Dala yapış, çık, meyvelerini kopar, al.

 اَللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ لَهُ اْلاَسْمَۤاءُ الْحُسْنٰى     1

ŞU ÂYET-İ CELÎLENİN şecere-i nuraniyesinin çok hakikatlerinden bir hakikatinin Beş Dalına işaret ederiz.

BİRİNCİ DAL

Nasıl ki bir sultanın kendi hükûmetinin dairelerinde ayrı ayrı ünvanları ve raiyetinin tabakalarında başka başka nam ve vasıfları ve saltanatının mertebelerinde çeşit çeşit isim ve alâmetleri vardır. Meselâ, adliye dairesinde hâkim-i âdil; ve mülkiyede sultan; ve askeriyede kumandan-ı âzam; ve ilmiyede halife—daha buna kıyasen sair isim ve ünvanlarını bilsen anlarsın ki, birtek padişah, saltanatının dairelerinde ve tabaka-i hükûmet mertebelerinde bin isim ve ünvana sahip olabilir. Güya o hâkim, herbir dairede şahsiyet-i mâneviye haysiyetiyle ve telefonuyla mevcut ve hazırdır; bulunur ve bilir. Ve her tabakada kanunuyla, nizamıyla, mümessiliyle meşhud ve nâzırdır; görünür, görür. Ve herbir mertebede, perde arkasında hükmüyle, ilmiyle, kuvvetiyle mutasarrıf ve basîrdir; idare eder, bakar.

Öyle de, Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbü’l-Âlemîn için, rububiyetinin mertebelerinde ayrı ayrı, fakat birbirine bakar şe’n ve namları; ve ulûhiyetinin


Dipnot-1

“O Allah ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler Onundur.” Tâhâ Sûresi, 20:8.


alâmet: işaretâyet-ı celîle: yüce âyet (bk. c-l-l)basîr: gören (bk. b-ṣ-r)Ezel-Ebed Sultanı: hüküm ve saltanatı ezelden ebede devam eden Sultan, Allah (bk. e-z-l; e-b-d; s-l-ṭ)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hâkim: hükmeden, hükümdâr (bk. ḥ-k-m)hâkim-i âdil: adaletli hâkim (bk. ḥ-k-m; a-d-l)halife: Müslümanların dini reisi (bk. ḫ-l-f)haysiyetiyle: özelliğiylehükûmet: idare, yönetim (bk. ḥ-k-m)kumandan-ı âzam: en büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)mertebe: derecemeşhud: görünen, bilinen (bk. ş-h-d)mevcut: var olma (bk. v-c-d)mülkiye: yönetim daireleri ve kadroları (bk. m-l-k)mümessil: temsilci (bk. m-s̱-l)mutasarrıf: dilediği gibi idare eden (bk. ṣ-r-f)nâzır: bakan, gözlemci (bk. n-ẓ-r)nizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m)Rabbü’l-Âlemîn: âlemlerin Rabbi olan Allah (bk. r-b-b; a-l-m)raiyet: halkrububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)şahsiyet-i mâneviye: mânevî kişilik (bk. a-n-y)saltanat: egemenlik (bk. s-l-ṭ)şe’n/şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)şecere-i nuraniye: nurlu ağaç (bk. n-v-r)sultan: hükümdâr, yönetici (bk. s-l-ṭ)tabaka: kat, sınıftabaka-i hükûmet: yönetim tabakası (bk. ḥ-k-m)ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)vasıf: özellik, sıfat (bk. v-ṣ-f)

dairelerinde başka başka, fakat birbiri içinde görünür isim ve nişanları; ve haşmetnümâ icraatında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer temessül ve cilveleri; ve kudretinin tasarrufâtında başka başka, fakat birbirini ihsas eder ünvanları var. Ve sıfatlarının tecelliyâtında başka başka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhurâtı var. Ve ef’âlinin cilvelerinde çeşit çeşit, fakat birbirini ikmal eder hikmetli tasarrufâtı var. Ve rengârenk san’atında ve mütenevvi masnuâtında çeşit çeşit, fakat birbirini temâşâ eder haşmetli rububiyâtı vardır.

Bununla beraber, kâinatın herbir âleminde, herbir taifesinde Esmâ-i Hüsnâdan bir ismin ünvanı tecellî eder. O isim o dairede hâkimdir; başka isimler orada ona tâbidirler, belki onun zımnında bulunurlar.

Hem mahlûkatın herbir tabakasında, az ve çok, küçük ve büyük, has ve âmm, herbirisinde has bir tecellî, has bir rububiyet, has bir isimle cilvesi vardır. Yani, o isim herşeye muhit ve âmm olduğu halde, öyle bir kast ve ehemmiyetle birşeye teveccüh eder; güya o isim yalnız o şeye hastır.

Hem, bununla beraber, Hâlık-ı Zülcelâl herşeye yakın olduğu halde, yetmiş bine yakın nuranî perdeleri vardır. Meselâ, sana tecellî eden Hâlık isminin, mahlûkıyetindeki cüz’î mertebesinden tut, tâ bütün kâinatın Hâlıkı olan mertebe-i kübrâ ve ünvan-ı âzama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin. Demek, bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla mahlûkıyetin kapısından Hâlık isminin müntehâsına yetişirsin, daire-i sıfâta yanaşırsın.

Madem perdelerin birbirine temâşâ eder pencereleri var. Ve isimler birbiri içinde görünüyor. Ve şuûnât birbirine bakar. Ve temessülât birbiri içine girer. Ve ünvanlar birbirini ihsas eder. Ve zuhurat birbirine benzer. Ve tasarrufat birbirine yardım edip itmam eder. Ve rububiyetin mütenevvi terbiyeleri birbirine imdat edip muavenet eder. Elbette gerektir ki, Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir unvanla, bir rububiyetle, ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rububiyetleri, şe’nleri


âlem: dünya (bk. a-l-m)âmm: genelcilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)cüz’î: küçük (bk. c-z-e)daire-i sıfât: sıfat dairesi (bk. v-ṣ-f)ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)hâkezâ: böylece, bunun gibihâkim: hüküm sahibi, hükmeden, galip (bk. ḥ-k-m)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve şeref sahibi yaratıcı, Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)has: özelhaşmet: heybet, görkemhaşmetnümâ: ihtişamlı, görkemlihikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)ihsas: hissettirme, hatırlatmaikmal etme: tamamlama (bk. k-m-l)imdat: yardıma yetişmeitmam: tamamlamakâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kast: amaç, hedef (bk. ḳ-ṣ-d)kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)mahlûkıyet: yaratılmışlık (bk. ḫ-l-ḳ)masnuât: sanat eseri varlıklar (bk. ṣ-n-a)mertebe-i kübrâ: en büyük mertebe (bk. k-b-r)muavenet: yardımmuhit: kuşatan, kapsayıcımukaddes: kutsal, her türlü kusur ve eksiklikten yüce (bk. ḳ-d-s)müntehâ: en son noktamütenevvi: çeşitlinuranî: nurlu (bk. n-v-r)rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)şe’n/şuûnat: Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler (bk. ş-e-n)tâbi: uyantaife: topluluk, gruptasarrufât: tasarruflar, dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)tecellî: yansıma (bk. c-l-y)tecelliyât: tecellîler, yansımalar (bk. c-l-y)temâşâ etmek: bakmak, seyretmektemessül: görüntünün belirmesi (bk. m-s̱-l)temessülât: görüntülerin belirmesi (bk. m-s̱-l)terbiye: belli bir amaca erişecek şekilde geliştirme, olgunlaştırma (bk. r-b-b)teveccüh: yönelmeünvan-ı âzam: en büyük ünvan (bk. a-ẓ-m)zımn: iç tarafzuhurât: görünümler, meydana çıkmalar (bk. ẓ-h-r)

içinde inkâr etmesin. Belki, herbir ismin cilvesinden sair esmâya intikal etmezse zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Hâlık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. Belki lâzım gelir ki, onun nazarı, daima karşısında Hüve, Hüvallah okusun, görsün. Onun kulağı herşeyden

 قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ 

dinlesin, işitsin. Onun lisanı Lâ ilâhe illâhû beraber mîzened âlem desin, ilân etsin.

İşte, Kur’ân-ı Mübîn,

 اَللهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ لَهُ اْلاَسْمَۤاءُ الْحُسْنٰى 

fermanıyla, zikrettiğimiz hakikatlere işaret eder.

Eğer o yüksek hakikatleri yakından temâşâ etmek istersen, git, fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor. “Ne diyorsunuz?” de. Elbette “Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr” dediklerini işiteceksin.

Sonra, deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanattan ve yavrulardan sor. “Ne diyorsunuz?” de. Elbette “Yâ Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyecekler. HAŞİYE-1


Dipnot-1

“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.

Dipnot-2

“O Allah ki, Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler Onundur.” Tâhâ Sûresi, 20:8.

Haşiye-1

Hattâ birgün kedilere baktım. Yalnız yemeklerini yediler, oynadılar, yattılar. Hatırıma geldi: “Nasıl bu vazifesiz canavarcıklara mübarek denilir?”

Sonra gece yatmak için uzandım. Baktım, o kedilerden birisi geldi, yastığıma dayandı, ağzını kulağıma getirdi, sarih bir surette “Yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm, yâ Rahîm” diyerek, güya hatırıma gelen itirazı ve tahkiri, taifesi namına reddedip yüzüme çarptı.

Aklıma geldi: “Acaba şu zikir bu ferde mi mahsustur, yoksa taifesine mi âmmdır? Ve işitmek yalnız benim gibi haksız bir muterize mi münhasırdır, yoksa herkes dikkat etse bir derece işitebilir mi?”

Sonra, sabahleyin başka kedileri dinledim. Çendan onun gibi sarih değil; fakat mütefavit derecede aynı zikri tekrar ediyorlar. Bidâyette hırhırları arkasında “Yâ Rahîm” fark edilir. Git gide hırhırları, mırmırları aynı “Yâ Rahîm” olur; mahreçsiz, fasih bir zikr-i hazîn olur. Ağzını kapar, güzel “Yâ Rahîm” çeker.

Yanıma gelen ihvanlara hikâye ettim. Onlar dahi dikkat ettiler, “Bir derece işitiyoruz” dediler. Sonra kalbime geldi: “Acaba şu ismin vech-i tahsisi nedir? Ve niçin insan şivesiyle zikrederler, hayvan lisanıyla etmiyorlar?”

Kalbime geldi: Şu hayvanlar çocuk gibi çok nazdar ve nazik ve insana karışık bir arkadaş olduğundan, çok şefkat ve merhamete muhtaçtırlar. Okşandığı vakit, hoşlarına giden taltifleri gördükleri zaman, o nimete bir hamd olarak, kelbin hilâfına olarak esbabı bırakıp, yalnız kendi Hâlık-ı Rahîminin rahmetini kendi âleminde ilân ile, nevm-i gaflette olan insanları ikaz ve “Yâ Rahîm” nidâsıyla, kimden medet gelir ve kimden rahmet beklenir, esbap-perestlere ihtar ediyorlar.


Alîm: herşeyi sonsuz ilmiyle bilen Allah (bk. a-l-m)âmm: genelAzîz: izzet, şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. a-z-z)bidâyet: başlangıçCebbâr: azamet ve yücelik sahibi, yarattıklarına istediğini yaptıran Allah (bk. c-b-r)Celîl: sonsuz derecede haşmet, yücelik ve azamet sahibi Allah (bk. c-l-l)Cemîl: sonsuz güzellik sahibi olan Allah (bk. c-m-l)çendan: gerçicilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)dalâlet: inançsızlık, hak yoldan sapkınlık (bk. ḍ-l-l)esmâ: isimler (bk. s-m-v)fasih: güzel, açık ve düzgün konuşan (bk. f-s-ḥ)ferman: buyrukgaflet: umursamazlık; âhirete, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı duyarsız davranma hali (bk. ğ-f-l)güya: sankihakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâlık: herşeyi var eden, yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)haşiye: dipnot, açıklayıcı nothayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-yHüvallah: “O Allah’tır”Hüve: O, Allahihvan: kardeşlerinkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)intikal: geçme, farkına varmaKadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)Kur’ân-ı Mübîn: hak ve hakikati açıklayan Kur’ân (bk. b-y-n)Lâ ilâhe illâ Hû beraber mîzened âlem: bütün âlem hep beraber “Allah’tan başka ilâh yoktur” der (bk. e-l-h)mahreçsiz: harfleri doğru çıkarmadanmahsus: özel, hasmübarek: bereketli, hayırlı (bk. b-r-k)münhasır: ait, sınırlımütefavit: farklı farklımuteriz: itiraz edennazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)Rahîm: rahmeti herşeyi kuşatan, sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)sair: diğersarih: açıkşefkat: karşılıksız sevgi ve merhamet (bk. ş-f-ḳ)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)tahkir: hor görmetaife: kavim, gruptemâşâ etmek: seyretmekvech-i tahsis: tahsis yönü, has kılma sebebizelzele: deprem, sarsıntızemin: yeryüzüzikir: Allah’ı anmazikr-i hazîn: içli zikir, mânevî hüzün veren zikirzikretmek: bildirmek, anmak

Semâyı dinle. Nasıl “Yâ Celîl-i Zülcemâl” diyor. Ve arza kulak ver. Nasıl “Yâ Cemîl-i Zülcelâl”diyor. Ve hayvanlara dikkat et. Nasıl “Yâ Rahmân, yâ Rezzâk” diyorlar. Bahardan sor. Bak, nasıl “Yâ Hannân, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Lâtif, yâ Atûf, ya Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin” gibi çok esmâyı işiteceksin. Ve insan olan bir insandan sor. Bak, nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve cephesinde yazılı; sen de dikkat etsen okuyabilirsin. Güya kâinat azîm bir musika-i zikriyedir. En küçük nağme, en gür nağamâta karışmakla, haşmetli bir letâfet veriyor. Ve hâkezâ, kıyas et.

Fakat, çendan insan bütün esmâya mazhardır; fakat kâinatın tenevvüünü ve melâikenin ihtilâf-ı ibâdâtını intaç eden tenevvü-ü esmâ, insanların dahi bir derece tenevvüüne sebep olmuştur. Enbiyanın ayrı ayrı şeriatleri, evliyanın başka başka tarikatleri, asfiyanın çeşit çeşit meşrepleri şu sırdan neş’et etmiştir. Meselâ, İsâ aleyhisselâm, sair esmâ ile beraber, Kadîr ismi onda daha galiptir. Ehl-i aşkta Vedûd ismi ve ehl-i tefekkürde Hakîm ismi daha ziyade hâkimdir.


âlem: dünya (bk. a-l-m)Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)arz: yer, dünyaasfiya: Hz. Peygamber yolundan giden yüksek ilim ve velâyet sahibi hâlis kullar (bk. ṣ-f-y)Atûf: çok şefkatli, pek merhametli olan Allah (bk. a-ṭ-f)azîm: çok büyük (bk. a-ẓ-m)Celîl-i Zülcemâl: sınırsız güzelliğiyle beraber, sonsuz yücelik ve haşmetiyle sahibi olan Allah (bk. c-l-l; ẕü; c-m-l)Cemîl-i Zülcelâl: sınırsız yücelik ve haşmetiyle beraber, sonsuz güzel-lik sahibi Allah (bk. c-m-l; ẕü; c-l-l)çendan: gerçiehl-i aşk: kalpleri Allah sevgisiyle dolu olanlarehl-i tefekkür: varlıklar üzerinde Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünenler (bk. f-k-r)enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)esbab: sebepler (bk. s-b-b)esbap-perest: Allah’ı unutup sebeplere haddinden fazla değer veren (bk. s-b-b)esmâ: isimler (bk. s-m-v)Esmâ-yi Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)hâkezâ: bunun gibiHakîm: herşeyi hikmetle, belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah (bk. ḥ-k-m)hâkim: hüküm sahibi, hükmeden, galip (bk. ḥ-k-m)Hâlık-ı Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan yaratıcı, Allah (bk. ḫ-l-ḳ; r-ḥ-m)hamd: şükür, övgü (bk. ḥ-m-d)Hannân: rahmetlerinin en hoş cilvesini gösteren Allah (bk. ḥ-n-n)haşmetli: görkemli, heybetlihilâf: ters, aksiihtar: hatırlatma, uyarma, ikazihtilâf-ı ibâdât: ibadetlerin farklı farklı olması (bk. a-b-d)intaç eden: sonuç verenİsâ: (bk. bilgiler)Kadîr: sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kelb: köpekKerîm: cömertlik ve ikram sahibi olan Allah (bk. k-r-m)Lâtif: çok lütuf ve ihsanda bulunan Allah (bk. l-ṭ-f)letâfet: hoşluk, güzellik (bk. l-ṭ-f)mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)medet: yardımmelâike: melekler (bk. m-l-k)meşrep: mânevî haz ve feyiz alınan yol, usülMuhsin: yarattıklarına bağış ve iyiliklerde bulunan Allah (bk. ḥ-s-n)Münevvir: herşeyi maddî ve manevî nurlandıran, sonsuz nur sahibi Allah (bk. n-v-r)Musavvir: herşeyi istediği sıfat ve surette yaratan Allah (bk. ṣ-v-r)musika-i zikriye: zikir musikîsiMüzeyyin: herşeyi eşsiz sanatıyla süsleyen, güzelleştiren Allah (bk. z-y-n)nağamat: nağmeler, güzel seslernağme: ahenk, güzel sesnazdar: nazlınazik: ince, zarifneş’et: doğma, ortaya çıkmanevm-i gaflet: gaflet uykusu (bk. ğ-f-l)nidâ: seslenişRahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Allah (bk. r-ḥ-m)Râhman: çok merhamet sahibi ve şefkatle bütün yaratıkların rızkını veren Allah (bk. r-ḥ-m)rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)Rezzak: bütün canlıların rızkını veren Allah (bk. r-z-ḳ)sair: diğerşefkat: karşılıksız sevgi ve merhamet (bk. ş-f-ḳ)semâ: gökyüzü (bk. s-m-v)şeriat: yol, İlâhî kanun (bk. ş-r-a)sır: gizem, gizli gerçektaltif: lütuf ve ihsanda bulunma (bk. l-ṭ-f)tarikat: mânevî yol (bk. ṭ-r-ḳ)tenevvü: çeşitliliktenevvü-ü esmâ: isimlerin çeşitliliği (bk. s-m-v)Vedûd: kullarını çok seven ve şefkat eden, Kendisine çok sevgi beslenen Allah (bk. v-d-d)ziyade: fazla

İşte, nasıl eğer bir adam hem hoca, hem zâbit, hem adliye kâtibi, hem mülkiye müfettişi olsa, onun herbir dairede birer nisbeti, birer vazifesi, birer hizmeti, birer maaşı, birer mes’uliyeti, birer terakkiyâtı; ve muvaffakiyetsizliğine sebep birer düşman ve rakipleri oluyor. Ve padişaha karşı çok ünvanlarla görünüyor ve görür. Ve çok lisanlarla ondan medet ister ve âmirinin çok ünvanlarına müracaat eder. Ve düşmanların şerrinden kurtulmak için, muavenetini çok suretlerle talep eder.

Öyle de, çok esmâya mazhar ve çok vazifelerle mükellef ve çok düşmanlara müptelâ olan insan, münâcâtında, istiâzesinde çok isimleri zikreder. Nasıl ki, nev-i insanın medâr-ı fahri ve elhak en hakikî insan-ı kâmil olan Muhammed-i Arabî aleyhissalâtü vesselâm, Cevşenü’l-Kebîr namındaki münâcâtında bin bir ismiyle dua ediyor, ateşten istiâze ediyor.

İşte, şu sırdandır ki, Sûre-i

قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ     مَلِكِ النَّاسِ     اِلٰهِ النَّاسِ     مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِ     1

de üç ünvan ile istiâzeyi emrediyor ve Bismillâhirrahmânirrahîm’de üç ismiyle istiâneyi gösteriyor.


Dipnot-1

“De ki: Sığınırım insanların Rabbine, insanların Mâlikine, insanların İlâhına. Sinsice vesvese verenlerin şerrinden…” Nâs Sûresi, 114:1-4.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)beyan: açıklama (bk. b-y-n)Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla (bk. s-m-v; r-ḥ-m)burhan: kesin delilCevşenü’l-Kebir: Peygamberimize Cebrâil’in (a.s.) getirdiği ve “Zırhı çıkar, bu duâyı oku” dediği meşhur duâ (bk. k-b-r)efkâr: fikirler, düşünceler (bk. f-k-r)ehl-i fikir ve nazar: fikir ve dikkat sahipleri (bk. f-k-r; n-ẓ-r)elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)esmâ: isimler (bk. s-m-v)esrar: sırlar, gizli gerçeklerevliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hilâf-ı vaki: gerçeğe aykırıinsan-ı kâmil: mükemmel insan (bk. k-m-l)istiâne: yardım istemeistiâze: Allah’a sığınmaittifak: birleşme, birlikkat’î: kesinkâtib: yazıcı (bk. k-t-b)keşfiyat: keşifler, mânevî âlemlerde bazı olayları ve hakikatleri görme (bk. k-ş-f)lisan: dilmazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)medâr-ı fahr: övünç vesilesimedet: yardımmes’uliyet: sorumlulukmeşhudat: kalb gözüyle görülen şeyler (bk. ş-h-d)muavenet: yardımmuhalif-i hak: gerçeğe zıt (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) (bk. ḥ-m-d)mükellef: yükümlümülkiye müfettişi: devletin idarî işlerini ve heyetlerini denetleyen müfettiş, denetçi (bk. m-l-k)münâcât: Allah’a yalvarış, dua (bk. n-c-v)müptelâ: bağımlı, tutulmuşmüracaat: başvurmamütenakız: birbirine zıt, çelişenmuvaffakiyet: başarınam: adnev-i insan: insanlıknisbet: bağ (bk. n-s-b)şer: kötülükşuhud: gözle görme (bk. ş-h-d)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)talep: isteme (bk. ṭ-l-b)tazammun eden: içine alantehalüf: birbirine zıt olmatelâkki: kabul etmeterakkiyât: ilerlemeler, yükselmelerusul-i imaniye: iman esasları (bk. e-m-n)zâbit: subayzikretmek: anmak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Birinci Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.445

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/444


CUMARTESİ DERSLERİ

Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.
Ey ahsen-i takvimde yaratılan ve sû-i ihtiyarıyla esfel-i sâfilîn tarafına giden insan-ı gafil! Beni dinle. Ben de senin gibi gençlik sarhoşluğuyla, gaflet içinde dünyayı hoş ve güzel gördüğüm halde, gençlik sarhoşluğundan ihtiyarlık sabahında ayıldığım dakikada, o güzel zannettiğim, âhirete müteveccih olmayan dünyanın yüzünü nasıl çirkin gördüğümü ve âhirete bakan hakikî yüzü ne kadar güzel olduğunu, On Yedinci Sözün İkinci Makamındaki iki levha-i hakikate bak, sen de gör. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ