Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 2.

Kur'ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. ”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz Mukaddime İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ CÜZ VE TETİMME-İ TARİF.

Kur'ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 2.
Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Mukaddime

İKİNCİ CÜZ VE TETİMME-İ TARİF:

Kur’ân Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi,

Kur’ân,

· bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır;

· hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır;

· hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır;

· hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir;

· hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir;

· hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir;

· hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır;

· hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.

Ve şu sırdandır ki, “Kelâmullah” ünvanı, kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’ân’dan sonra sair enbiyanın kütüp ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimât-ı İlâhiyenin ise, bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir ünvanla, hususî bir tecelliyle, cüz’î bir isimle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan ilhâmât suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvânâtın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir.


Arş-ı Âzam: Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-ẓ-m)
arz: yer, dünya
azamet-i haşmet: ihtişamın büyüklüğü (bk. a-ẓ-m)
beşer: insan
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cihet: yön
cüz: kısım, bölüm (bk. c-z-e)
cüz’î: ferde bakan (bk. c-z-e)
defter-i iltifâtât-ı Rahmâniye: sonsuz merhamet sahibi olan Allah’ın iltifatlarını içine alan defter (bk. r-h-m)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
ferman: buyruk, emir
Hâlık: yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
has: özel
haysiyetiyle: münasebetiyle
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmetfeşan: hikmet yayan (bk. ḥ-k-m)
hitap: konuşma (bk. ḫ-ṭ-b)
hususî: özel
hususiyet: özel oluş
hutbe-i ezeliye: ezelî, zamanüstü hutbe (bk. ḫ-t-b; e-z-l)
İlâh: kendisine ibadet edilen, Allah (bk. e-l-h)
ilham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ
ilhamat: ilhamlar, Allah tarafından kalbe gelen mânâlar
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
itibar: özellik
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kelâmullah: Allah’ın kelâmı, sözü (bk. k-l-m)
kelimât-ı İlâhiye: Allah’a ait kelimeler (bk. k-l-m; e-l-h)
kemâl-i liyakat: tam layık olma (bk. k-m-l)
kitab-ı mukaddes: her türlü kusur ve noksandan yüce kitap (bk. k-t-b; ḳ-d-s)
külliyet: genel, kapsamlılık (bk. k-l-l)
kütüp: kitaplar (bk. k-t-b)
mecmua: kitap (bk. c-m-a)
melek: nurdan yaratılmış varlık (bk. m-l-k)
mertebe-i âzam: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabere: haberleşme
muhât: kapsama alanı
muhit: kapsayan, kuşatıcı
mükâleme: karşılıklı konuşma (bk. k-l-m)
nihayetsiz: sonsuz, sınırsız
nokta-i nazar: bakış noktası (bk. n-ẓ-r)
nüzul: inme (bk. n-z-l)
Rab: herbir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rahmet-i vâsia-i muhîta: Allah’ın herşeyi kuşatan geniş rahmeti (bk. r-ḥ-m)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
rubûbiyet-i mutlaka: Allah’ın herşeyi kuşatan sınırsız ve sonsuz rablığı (bk. r-b-b; ṭ-l-ḳ)
sair: diğer
saltanat: hakimiyet, egemenlik (bk. s-l-ṭ)
saltanat-ı âmme-i Sübhâniye: her türlü kusurdan yüce olan Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği (bk. s-l-ṭ; s-b-ḥ)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
suhuf: bâzı peygamberlere gelen sahife halindeki kitaplar
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tecelli: yansıma (bk. c-l-y)
teftiş: denetleme
tetimme-i tarif: tanımın tamamlayıcısı, devamı (bk. a-r-f)
Ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
zahir olmak: görünmek (bk. ẓ-h-r)

ÜÇÜNCÜ CÜZ:

Kur’ân,

· asırları muhtelif bütün enbiyanın kütüplerini ve meşrepleri muhtelif bütün evliyanın risalelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyanın eserlerini icmâlen tazammun eden,

· ve cihât-ı sittesi parlak ve evham ve şübehâtın zulümâtından musaffâ,

· ve nokta-i istinadı, bilyakîn, vahy-i semâvî ve kelâm-ı ezelî,

· ve hedefi ve gayesi, bilmüşahede, saadet-i ebediye,

· içi, bilbedâhe, hâlis hidayet,

· üstü, bizzarure, envâr-ı iman,

· altı, biilmilyakîn, delil ve burhan,

· sağı, bittecrübe, teslim-i kalb ve vicdan,

· solu, biaynilyakîn, teshir-i akıl ve iz’an,

· meyvesi, bihakkılyakîn, rahmet-i Rahmân ve dâr-ı cinân,

· makamı ve revacı, bilhads-i sâdık, makbul-ü melek ve ins ü cân bir kitab-ı semâvîdir.

Kur’ân’ın tarifine dair üç cüz’ündeki sıfatların herbiri başka yerlerde kat’î ispat edilmiş veya ispat edilecektir. Dâvâmız mücerret değil, herbirisi burhan-ı kat’î ile müberhendir.


asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve velayet sahibi insanlar (bk. ṣ-f-y)
biaynilyakîn: gözle görür kesinlikte (bk. y-ḳ-n)
bihakkılyakîn: yaşamış gibi bir kesinlikte (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
biilmilyakîn: ilmî delillerle elde edilen kesinlikte (bk. a-l-m; y-ḳ-n)
bilbedâhe: ap açık
bilhads-i sâdık: doğru bir sezgiyle (bk. ṣ-d-ḳ)
bilmüşahede: göründüğü üzere (bk. ş-h-d)
bilyakîn: şüphesiz, tereddütsüz (bk. y-ḳ-n)
bittecrübe: tecrübeyle
bizzarure: zorunlu olarak
burhan: mantıkî, güçlü delil
burhan-ı kat’î: sağlam delil
cihât-ı sitte: altı yön
cüz: bölüm, kısım (bk. c-z-e)
dâr-ı cinân: cennet yurdu
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
envâr-ı iman: iman nurları (bk. n-v-r; e-m-n)
evham: vehimler, kuruntular
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hâlis: saf, katıksız (bk. ḫ-l-ṣ)
hidayet: doğru yol (bk. h-d-y)
icmâlen: kısaca, özetle (bk. c-m-l)
kat’î: kesin olarak
kelâm-ı ezelî: ezelî söz (bk. k-l-m; e-z-l)
kitab-ı semâvî: İlâhî kitap (bk. k-t-b; s-m-v)
kütüp: kitaplar (bk. k-t-b)
makbul-ü melek ve ins ve cânn: cinler, insanlar ve meleklerin kabul edip beğendiği şey (bk. m-l-k)
meslek: yol, usül
meşrep: mânevî haz ve feyiz alınan yol; usül, metod
muhtelif: çeşitli
musaffâ: arınmış, safileşmiş (bk. ṣ-f-y)
müberhen: delillerle ispatlanmış
mücerret: soyut
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
rahmet-i Rahmân: rahmeti sınırsız olan Allah’ın şefkat ve merhameti (bk. r-ḥ-m)
revac: kıymet, değer
risale: kitap (bk. r-s-l)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
şübehât: şüpheler
tazammun: içine alma, içerme
teshir-i akıl ve izân: aklı ve idraki etki ve itaat altına alma
teslim-i kalb ve vicdan: kalbin ve vicdanın teslim oluşu (bk. s-l-m)
vahy-i semâvî: Allah’ın peygambere vahyettiği şey (bk. v-ḥ-y; s-m-v)
zulümât: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mukaddime – İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ CÜZ VE TETİMME-İ TARİF, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.492

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/492


CUMARTESİ DERSLERİ

Mu'cizât-ı Kur'âniye Risalesi - Elde Kur'ân gibi bir mu'cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur'ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir - Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir – Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir? – Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.

Mu'cizât-ı Kur'âniye Risalesi - Elde Kur'ân gibi bir mu'cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur'ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir - Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir? ”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mukaddime – BİRİNCİ CÜZ.

Mu'cizât-ı Kur'âniye Risalesi - Elde Kur'ân gibi bir mu'cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur'ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir - Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir – Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken,
Başka burhan aramak aklıma zâid görünür.
Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken,
Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir?

İHTAR: Şu Sözün başında Beş Şuleyi yazmak niyet ettik. Fakat Birinci Şulenin âhirlerinde, eski hurufatla tab etmek için gayet sür’atle yazmaya mecbur olduk. Hattâ bazı gün yirmi otuz sahifeyi iki üç saat içinde yazıyorduk. Onun için, Üç Şuleyi ihtisaren, icmâlen yazarak, İki Şuleyi de şimdilik terk ettik. Bana ait kusurlar ve noksaniyetler ve işkâl ve hatalara nazar-ı insaf ve müsamaha ile bakmalarını, ihvanlarımızdan bekleriz.

Bu Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesindeki ekser âyetlerin herbiri, ya mülhidler tarafından medar-ı tenkit olmuş veya ehl-i fen tarafından itiraza uğramış veya cinnî ve insî şeytanların vesvese ve şüphelerine maruz olmuş âyetlerdir. İşte, bu Yirmi Beşinci Söz öyle bir tarzda o âyetlerin hakikatlerini ve nüktelerini beyan etmiş ki, ehl-i ilhad ve fennin kusur zannettikleri noktalar i’câzın lemeâtı ve belâğat-i Kur’âniyenin kemâlâtının menşeleri olduğu, ilmî kaideleriyle ispat edilmiş. Bulantı vermemek için, onların şüpheleri zikredilmeden cevab-ı kat’î verilmiş.

وَالشَّمْسُ تَجْرِي     وَالْجِبَالَ اَوْتاَدًا 

gibi, yalnız Yirminci Sözün Birinci Makamında üç dört âyette şüpheleri söylenmiş.


Dipnot-1

“Güneş de akıp gider.” Yâsin Sûresi, 36:38. • “Dağları da birer kazık yaptık.” Nebe’ Sûresi, 78:7.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âyet: Kur’ân’ın herbir cümlesi
belâğat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın belâğati (bk. b-l-ğ)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
burhan: güçlü, mantıkî delil
burhan-ı hakikat: gerçeklik delili (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cevab-ı kat’i: şüphe bırakmayacak kesin cevap (bk. c-v-b)
cinnî: cin taifesinden olan
ehl-i fen: bilim adamları
ehl-i ilhad ve fen: dinsizler ve bilim adamları
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hurufat: harfler
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
icmâlen: kısaca, özet olarak (bk. c-m-l)
ihtar: hatırlatma
ihtisaren: kısaca, özetleyerek
ihvan: kardeşler
ilzam: susturma
insî: insan cinsinden olan
işkâl: zorlaştırma, güçleştirme
kaide: esas, düstur
kemâlat: mükemmellikler, kusur-suzluklar (bk. k-m-l)
lemeât: parıltılar
maruz: bir şeyin karşısında engelsiz şekilde bulunan
medar-ı tenkit: tenkit nedeni
menşe: kaynak, esas
Mu’cizât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın mu’cizeleri (bk. a-c-z)
mu’cize-i bâki: devamlı ve kalıcı mu’cize (bk. a-c-z; b-ḳ-y)
mülhid: dinsiz, inkâr eden
münkir: inkârcı (bk. n-k-r)
müsamaha: hoşgörü
nazar-ı insaf: insaf bakışı (bk. n-ẓ-r)
noksaniyet: eksiklik
nükte: ince ve anlamlı söz
sıklet: ağırlık, mânevî sıkıntı
sür’at: hız
şule: ışık hüzmesi
tab etmek: basmak
vesvese: şüphe, kuruntu
zâid: fazlalık
zikredilmek: belirtilmek, hatırlatılmak

Hem bu Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi gerçi gayet muhtasar ve acele yazılmış ise de, fakat ilm-i belâğat ve ulûm-u Arabiye noktasında, âlimlere hayret verecek derecede âlimâne ve derin ve kuvvetli bir tarzda beyan edilmiş. Gerçi her bahsini her ehl-i dikkat tam anlamaz, istifade etmez. Fakat o bahçede herkesin ehemmiyetli hissesi var. Pek acele ve müşevveş hâletler içinde telif edildiğinden ifade ve ibaresinde kusur var olmasıyla beraber, ilim noktasında çok ehemmiyetli meselelerin hakikatini beyan etmiş.

Said Nursî


âlimane: âlimlere yakışır surette (bk. a-l-m)
bahis: konu
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
ehl-i dikkat: dikkat sahipleri
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlet: hal, durum
ibare: yazılış
ilm-i belâğat: belâğat ilmi (bk. a-l-m; b-l-ğ)
istifade: faydalanma
Mu’cizât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın mu’cizeleri (bk. a-c-z)
muhtasar: kısaca, sınırlandırılmış
müşevveş: dağınık, karışık, düzensiz
telif edilmek: yazılmak
ulûm-u Arabiye: Arapça ilimler (bk. a-l-m)

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Besmele - Bismillahirrahmanirrahim
Bismillahirrahmanirrahim

 قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰۤى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا     1

Mahzen-i mu’cizat ve mu’cize-i kübrâ-yı Ahmediye (a.s.m.) olan Kur’ân-ı Hakîm-i Mu’cizü’l-Beyanın hadsiz vücuh-u i’câzından kırka yakın vücuh-u i’câziyeyi Arabî risalelerimde ve Arabî Risale-i Nur’da ve İşârâtü’l-İ’câz namındaki tefsirimde ve geçen şu yirmi dört Sözlerde işaretler etmişiz. Şimdi, onlardan yalnız beş vechini bir derece beyan ve sair vücuhu içlerinde icmâlen derc ederek ve bir mukaddime ile onun tarif ve mahiyetine işaret edeceğiz.

Mukaddime

Üç cüzdür.

BİRİNCİ CÜZ:

Kur’ân nedir, tarifi nasıldır?

Elcevap: On Dokuzuncu Sözde beyan edildiği ve sair Sözlerde ispat edildiği gibi,

Kur’ân,

· şu kitab-ı kebir-i kâinatın bir tercüme-i ezeliyesi,

· ve âyât-ı tekvîniyeyi okuyan mütenevvi dillerinin tercüman-ı ebedîsi,

· ve şu âlem-i gayb ve şehadet kitabının müfessiri,

· ve zeminde ve gökte gizli esmâ-i İlâhiyenin mânevî hazinelerinin keşşafı,

· ve sutûr-u hâdisâtın altında muzmer hakaikin miftahı,


Dipnot-1

“De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” İsrâ Sûresi, 17:88.


âlem-i gayb: görünmeyen âlem (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d)
Arabî: Arapça
âyât-ı tekvîniye: yaratılışa ait âyetler, deliller (bk. k-v-n)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cüz: kısım, bölüm (bk. c-z-e)
derc etmek: yerleştirmek
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
hadsiz: sayısız
hakaik: hakikatler, gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
icmâlen: kısaca, özetle
keşşaf: keşf edici, açığa çıkarıcı (bk. k-ş-f)
kitab-ı kebir-i kâinat: büyük kâinat kitabı (bk. k-t-b; k-b-r; k-v-n)
Kur’ân-ı Hakîm-i Mu’cizü’l-Beyan: ifade ve açıklamalarıyla mu’cize olan ve sayısız hikmetleri içinde bulunduran Kur’ân (bk. ḥ-k-m; a-c-z; b-y-n)
mahiyet: iç yüz, asıl esas
mahzen-i mu’cizât: mu’cizeler mahzeni, deposu (bk. a-c-z)
miftah: anahtar
Mu’cizât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın mu’cizeleri (bk. a-c-z)
mu’cize-i kübrâ-yı Ahmediye: Peygamberimizin en büyük mu’cizesi (bk. a-c-z; k-b-r; ḥ-m-d)
mukaddime: giriş (bk. ḳ-d-m)
muzmer: gizli, saklı
müfessir: tefsirci, yorumcu (bk. f-s-r)
mütenevvi: çeşitli
nam: ad
risale: küçük kitap (bk. r-s-l)sair: diğer
sutûr-u hâdisât: olaylar dizisi
tarif: tanım, açıklama (bk. a-r-f)
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-s-r)
tercüman-ı ebedî: ebedî, sonsuz tercüman (bk. e-b-d)
tercüme-i ezeliye: zamanüstü tercüme (bk. e-z-l)
vech: yön
vücuh: yönler
vücuh-u i’câz: mu’cizelik yönleri (bk. a-c-z)
zemin: yeryüzü

· ve âlem-i şehadette âlem-i gaybın lisanı,

· ve şu âlem-i şehadet perdesi arkasında olan âlem-i gayb cihetinden gelen iltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye ve hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniyenin hazinesi,

· ve şu İslâmiyet âlem-i mânevîsinin güneşi, temeli, hendesesi,

· ve avâlim-i uhreviyenin mukaddes haritası,

· ve Zât ve sıfât ve esmâ ve şuûn-u İlâhiyenin kavl-i şârihi, tefsir-i vâzıhı, burhan-ı kàtıı, tercüman-ı sâtıı,

· ve şu âlem-i insaniyetin mürebbîsi,

· ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyetin mâ ve ziyası,

· ve nev-i beşerin hikmet-i hakikiyesi,

· ve insaniyeti saadete sevk eden hakikî mürşidi ve hâdîsi,

· ve insana hem bir kitab-ı şeriat,

· hem bir kitab-ı dua,

· hem bir kitab-ı hikmet,

· hem bir kitab-ı ubûdiyet,

· hem bir kitab-ı emir ve davet,

· hem bir kitab-ı zikir,

· hem bir kitab-ı fikir,

· hem bütün insanın bütün hâcât-ı mâneviyesine merci olacak çok kitapları tazammun eden tek, câmi’ bir kitab-ı mukaddestir.

· Hem bütün evliya ve sıddıkîn ve urefâ ve muhakkıkînin muhtelif meşreplerine ve ayrı ayrı mesleklerine, herbirindeki meşrebin mezâkına lâyık ve o meşrebi tenvir edecek ve herbir mesleğin mesâkına muvafık ve onu tasvir edecek birer risale ibraz eden mukaddes bir kütüphane hükmünde bir kitab-ı semâvîdir.


âlem-i gayb: görünmeyen âlem (bk. a-l-m; ğ-y-b)
âlem-i insaniyet: insanlık âlemi (bk. a-l-m)
âlem-i mânevî: mânevî alem (bk. a-l-m; a-n-y)
âlem-i şehadet: görünen âlem (bk. a-l-m; ş-h-d)
avâlim-i uhreviye: âhiret âlemleri (bk. a-l-m; e-ḫ-r)
burhan-ı katı: kesin delil
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cihet: yön, taraf
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hâcât-ı mâneviye: mânevî ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c; a-n-y)
hâdî: hidâyet edici (bk. h-d-y)
hendese: plan ve geometri
hikmet-i hakikiye: her şeyin belirli gayelere yönelik olarak, olması gereken keyfiyette bulunduğunu gösteren gerçek ilim, bilgi (bk. ḥ-k-m; ḥ-ḳ-ḳ)
hitâbât-ı ezeliye-i Sübhâniye: kusur ve aczden yüce olan Allah’ın ezelî konuşmaları (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l; s-b-ḥ)
ibraz etmek: meydana koymak
iltifâtât-ı ebediye-i Rahmâniye: sonsuz merhamet sahibi Allah’ın teveccühleri (bk. e-b-d; r-ḥ-m)
insaniyet-i kübrâ: en büyük insanlık (bk. k-b-r)
kavl-i şârih: açıklayıcı söz
kitab-ı dua: dua kitabı (bk. k-t-b; d-a-v)
kitab-ı emir ve davet: davet ve emir kitabı (bk. k-t-b)
kitab-ı fikir: fikir kitabı (bk. k-t-b; f-k-r)
kitab-ı hikmet: hikmet kitabı (bk. k-t-b; ḥ-k-m)
kitab-ı mukaddes: her türlü kusur ve noksandan yüce kutsal kitap (bk. k-t-b; ḳ-d-s)
kitab-ı semâvî: Allah’ın gönderdiği kitap (bk. k-t-b; s-m-v)
kitab-ı şeriat: şeriat kitabı (bk. k-t-b; ş-r-a)
kitab-ı ubûdiyet: kulluk kitabı (bk. k-t-b; a-b-d)
kitab-ı zikir: zikir kitabı (bk. k-t-b)
lisan: dil
: su
merci: kaynak
mesâk: maksat
meslek: yol, usül
meşreb: manevi haz ve feyiz alınan yol
mezâk: zevk
muhakkikîn: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitli
mukaddes: kutsal, her türlü kusur ve noksandan uzak (bk. ḳ-d-s)
muvafık: uygun
mürebbî: terbiye edici (bk. r-b-b)
mürşid: doğru yolu gösterici (bk. r-ş-d)
nev-i beşer: insanlık
risale: kitap (bk. r-s-l)
saadet: mutluluk
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sıfât: vasıflar, özellikler (bk. v-ṣ-f)
şuûn-u İlâhiye: İlâhî fiiller, işler (bk. ş-e-n; e-l-h)
tasvir etmek: anlatmak, ifade etmek (bk. ṣ-v-r)
tazammun etmek: içine almak
tefsir-i vâzıh: açık yorum (bk. f-s-r)
tenvir etmek: nurlandırmak (bk. n-v-r)
tercüman-ı satı: parlak tercüman
urefâ: ârifler, Allah’ı isim ve sıfatlarıyla hakkıyla tanıyanlar (bk. a-r-f)
ziya: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mukaddime – BİRİNCİ CÜZ, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.488

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/489


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur'ân'dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. - Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.
İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. – Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 5.

İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur'ân'dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. - Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal Beşinci Meyve.

İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur'ân'dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. - Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.
İnsan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur. – Cumartesi Dersleri 25. 5. 5.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

BEŞİNCİ MEYVE:

Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekàya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebdee çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisaldir.

Nasıl ki, tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi birtek meyve gibi zayi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa, içindeki çekirdek bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutmakla beraber, ağacın bekàsına ve hakikatinin devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde birtek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i daimeye, bir ömr-ü bâki içinde mazhar oluyor.

Öyle de, insan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur.

Ey nefsim! Madem hakikat böyledir. Ve madem millet-i İbrahimiyedensin (a.s.). İbrahimvâri

 لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 

de. Ve Mahbûb-u Bâkîye yüzünü çevir. Ve benim gibi şöyle ağla: HAŞİYE-1


Dipnot-2

“Ben batıp gidenleri sevmem.” En’âm Sûresi, 6:76.

Haşiye-1

Buradaki Farisî beyitler, On Yedinci Sözün İkinci Makamında yazılmakla burada yazılmamıştır.


adem: yokluk
âdi: basit, sıradan
arş-ı kemâlât: mükemmellikler, faziletler arşı (bk. a-r-ş; k-m-l)
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
bekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cihetü’l-vahdet: birlik ciheti (bk. v-ḥ-d)
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
Farisî: Farsça
fenâ: gelip geçicilik (bk. f-n-y)
gaflet: dalgınlık, dikkatsizlik (bk. ğ-f-l)
Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat-i külliye-i daime: devam eden büyük ve geniş hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-l-l)
hasaret: zarar, ziyan
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayt-ı vuslat: kavuşma bağı
İbrahimvâri: Hz. İbrahim gibi
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
lisan-ı Kur’ân: Kur’ân dili
Mahbûb-u Bâkî: sonsuz sevgili olan Allah (bk. ḥ-b-b; b-ḳ-y)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mebde’: başlangıç
meyve-i zîşuur: şuur sahibi, bilinçli meyve (bk. ẕî; ş-a-r)
millet-i İbrahimiye: İbrahim milleti, tevhid inancını benimseyenler
mirac: merdiven, yükseliş (bk. a-r-c)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mükerreren: tekrar tekrar
müntehâ: en son nokta
müteveccih olma: yönelme
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
nokta-i ittisal: bağlantı noktası
ömr-ü bâki: devamlı ömür (bk. b-ḳ-y)
sille-i tedib: edeplendirme tokadı
şecere-i hilkat: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)
umum: genel
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
zayi olmak: kaybolup gitmek
zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Beşinci Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.487

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/487


CUMARTESİ DERSLERİ

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş'um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.
Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş'um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal Dördüncü Meyve.

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş'um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.
Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

DÖRDÜNCÜ MEYVE:

Ey nefis! Ehl-i dünyaya, hususan ehl-i sefahete, hususan ehl-i küfre bakıp, surî ziynet ve aldatıcı gayr-ı meşru lezzetlerine aldanıp taklit etme. Çünkü sen onları taklit etsen, onlar gibi olamazsın. Pek çok sukut edeceksin. Hayvan dahi olamazsın. Çünkü senin başındaki akıl, meş’um bir âlet olur; senin başını daima dövecektir.

Meselâ, nasıl ki bir saray bulunsa, büyük bir dairesinde büyük bir elektrik lâmbası bulunur. O elektrikten teşa’ub etmiş ve onunla bağlı küçük küçük elektrikler, küçük menzillere taksim edilmiş. Şimdi, birisi o büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirip ziyayı kapatsa, bütün menziller derin bir karanlık içine ve bir vahşete düşer.

Ve başka sarayda, büyük elektrik lâmbasıyla merbut olmayan küçük elektrik lâmbaları, her menzilde bulunuyor. O saray sahibi büyük elektrik lâmbasının düğmesini çevirerek kapatsa, sair menzillerde ışıklar bulunabilir, onunla işini görebilir; hırsızlar istifade edemezler.

İşte, ey nefsim! Birinci saray, bir Müslümandır. Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâm, onun kalbinde o büyük elektrik lâmbasıdır. Eğer onu unutsa, el’iyâzü billâh, kalbinden onu çıkarsa, hiçbir peygamberi daha kabul edemez. Belki hiçbir kemâlâtın yeri ruhunda kalamaz. Hattâ Rabbini de tanımaz. Mahiyetindeki bütün menziller ve lâtifeler karanlığa düşer. Ve kalbinde müthiş bir tahribat ve vahşet oluyor. Acaba bu tahribat ve vahşete mukabil hangi şeyi kazanıp ünsiyet edebilirsin? Hangi menfaati bulup, o tahribat zararını onunla tamir edersin?

Halbuki, ecnebiler o ikinci saraya benzerler ki, Hazret-i Peygamber aleyhissalâtü vesselâmın nurunu kalblerinden çıkarsalar da, kendilerince bazı nurlar kalabilir—veya kalabilir zannederler. Onların mânevî kemâlât-ı ahlâkiyelerine medar olacak, Hazret-i Mûsâ ve İsâ Aleyhimesselâma bir nevi imanları ve Hâlıklarına bir çeşit itikatları kalabilir.

Ey nefs-i emmâre! Eğer desen, “Ben ecnebi değil, hayvan olmak isterim”; sana kaç defa söylemiştim, hayvan gibi olamazsın. Zira kafandaki akıl olduğu için, o akıl geçmiş elemleri ve gelecek korkuları tokatıyla senin yüzüne, gözüne, başına çarparak dövüyor. Bir lezzet içinde bin elem katıyor. Hayvan ise, elemsiz, güzel bir lezzet alır, zevk eder. Öyle ise, evvelâ aklını çıkar, at, sonra hayvan ol. Hem

 كَاْلاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّ 

sille-i tedibini gör.


Dipnot-1

“Hayvanlar gibi, hattâ daha da aşağıdırlar.” A’râf Sûresi, 7:179.


Aleyhimesselâm: Allah’ın selâmı onların üzerine olsun (bk. s-l-m)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ecnebi: yabancı
ehl-i dünya: dünyaya dalıp, âhireti düşünmeyenler
ehl-i küfür: kâfirler, inkârcılar (bk. k-f-r)
ehl-i sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar
el’iyâzü billâh: Allah korusun
elem: acı, keder
gayr-i meşru: helâl olmayan, dine aykırı (bk. ş-r-a)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
Hazret-i İsâ: (bk. bilgiler)
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
hususan: özellikle
istifade: yararlanma, faydalanma
itikat: inanç
kemâlât: mükemmellikler, üstün özellikler, faziletler (bk. k-m-l)
kemâlât-ı ahlâkiye: ahlâkî mükemmellikler, üstün özellikler (bk. k-m-l; ḫ-l-ḳ)
lâtife: insanın mânevî yapısındaki ince duygulardan herbiri (bk. l-ṭ-f)
mahiyet: yapı, esas, öz
mânevi: mânâya ait (bk. a-n-y)
medar: vesile, sebep
menzil: mekân, oda (bk. n-z-l)
merbut: bağlı
meş’um: kötü, uğursuz
mukabil: karşı
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nefs-i emmâre: insanı kötülüğe sevk eden içindeki duygu (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
sair: diğer
sille-i tedib: edeplendirme tokadı
sukut etmek: alçalmak
surî: görünüşteki
tahribat: yıkılıp bozulmalar
taksim: kısımlara ayırma, paylaştırma
teşa’ub: şubelere ayrılma, bölünme
ünsiyet: dostluk, canayakınlık
vahşet: ürküntü, yalnızlık
ziya: ışık
ziynet: süs (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Dörüncü Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.486

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/486


CUMARTESİ DERSLERİ

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal Üçüncü Meyve.

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer'iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.
Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

ÜÇÜNCÜ MEYVE:

Ey nefis! Az bir ömürde hadsiz bir amel-i uhrevî istersen; ve herbir dakika-i ömrünü bir ömür kadar faideli görmek istersen; ve âdetini ibadete ve gafletini huzura kalb etmeyi seversen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ et. Çünkü, bir muamele-i şer’iyeye tatbik-i amel ettiğin vakit, bir nevi huzur veriyor, bir nevi ibadet oluyor, uhrevî çok meyveler veriyor.

Meselâ birşeyi satın aldın. İcab ve kabul-ü şer’îyi tatbik ettiğin dakikada, o âdi alışverişin bir ibadet hükmünü alır. O tahattur-u hükm-ü şer’î, bir tasavvur-u vahiy verir. O dahi, Şârii düşünmekle, bir teveccüh-ü İlâhî verir. O dahi bir huzur verir. Demek, Sünnet-i Seniyyeye tatbik-i amel etmekle, bu fâni ömür, bâki meyveler verecek bir hayat-ı ebediyeye medar olacak olan faideler elde edilir.

فَاٰمِنُوا بِاللهِ وَرَسُولِهِ النَّبِىِّ اْلاُمِّىِّ الَّذِى يُؤْمِنُ بِاللهِ وَكَلِمَاتِهِ وَاتَّبِعُوهُ لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ     3

fermanını dinle. Şeriat ve Sünnet-i Seniyyenin ahkâmları içinde cilveleri intişar eden Esmâ-i Hüsnânın herbir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış.


Dipnot-3

“Siz de Allah’a ve Resulüne iman edin ki, o ümmî peygamber de Allah’a ve Onun sözlerine iman etmiştir. Ve ona uyun-tâ ki doğru yolu bulmuş olasınız.” A’râf Sûresi, 7:158.


âdet: her vakit yapılan iş, davranış
âdi: basit, sıradan
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âlâkadar: alakalı, ilgili
amel-i uhrevî: âhirete ait iş (bk. e-ḫ-r)
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
dakika-i ömr: ömür dakikası
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)
ferman: emir, buyruk
feyz-i tecellî: yansımadan doğan feyiz, bereket (bk. f-y-ḍ; c-l-y)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sayısız
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icab ve kabul-ü şer’î: şeriata göre “verdim” ve “aldım” ifadesi, ilkeleri (bk. c-v-b; ş-r-a)
intişar etme: yayılma
ittibâ etmek: tabi olmak, uymak
kalb etmek: dönüştürmek
mazhar-ı câmi’: kapsamlı bir görüntü yeri (bk. ẓ-h-r; c-m-a)
medar: vesile
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muamele-i şer’iye: dinle ilgili davranış (bk. ş-r-a)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nur-u Ahmedî: Peygamberimizin (a.s.m.) nuru (bk. n-v-r; ḥ-m-d)
salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
Şâri: kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah (bk. ş-r-a)
şeriat: İlahî kanun, İslâmiyet (bk. ş-r-a)
tahattur-u hükm-ü şer’î: dini hükmün hatırlanması (bk. ḥ-k-m; ş-r-a)
tasavvur-u vahiy: vahyi düşünme (bk. ṣ-v-r; v-ḥ-y)
tatbik etmek: uygulamak
tatbik-i amel: işin uygulanması, şeriat ve sünnete uyarlanması
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teveccüh-ü İlâhî: Allah’a yöneliş (bk. e-l-h)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Üçüncü Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.485

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/485


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.
Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle: “Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle: ‘Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal İkinci Meyve.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah'ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.
Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle Onlara söyle ki Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır. Yunus Sûresi, 1058. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

İKİNCİ MEYVE:

Ey nefis! Ubûdiyet, mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika değil, belki netice-i nimet-i sabıkadır. Evet, biz ücretimizi almışız; ona göre hizmetle ve ubûdiyetle muvazzafız.

Çünkü, ey nefis, hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hâlık-ı Zülcelâl, sana iştihalı bir mide verdiğinden, Rezzâk ismiyle, bütün mat’umâtı bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur.

Sonra sana hassasiyetli bir hayat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi rızık ister. Göz, kulak gibi bütün duyguların, eller gibidir ki, rû-yi zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o ellerin önüne koymuştur.

Sonra, mânevî çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana verdiğinden, âlem-i mülk ve melekût gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i insaniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nisbette sana açmıştır.

Sonra, nihayetsiz nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tagaddî eden ve insaniyet-i kübrâ olan İslâmiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber Esmâ-i Hüsnâ ve sıfât-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana fethetmiştir.


âlem-i mülk ve melekût: varlığın dış ve iç yüzü (bk. a-l-m; m-l-k)
câmi’: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a)
cismanî: vücutla alakalı
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
daire-i mümkinat: imkân alemi; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n)
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fermân-ı ezelî: ezelî buyruk (bk. e-z-l)
fethetmek: açmak
habîb: sevgili (bk. ḥ-b-b)
hadsiz: sınırsız
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hassasiyetli: duyarlı, hassas
hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibaret (bk. ḫ-y-r)
hazine-i ihsan ve kerem: iyilik ve bağış hazinesi (bk. ḥ-s-n; k-r-m)
hevesât: hevesler, arzular
ihsânât: iyilikler, bağışlar (bk. ḥ-s-n)
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
insaniyet-i kübrâ: en büyük insanlık (bk. k-b-r)
iştiha: iştah, fazla istek ve arzu
ittibâ etmek: uymak
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
Mahbûb-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l)
mânevî: mânâya ait (bk. a-n-y)
mat’umât: yenecek şeyler
mesken: ev, mekân (bk. s-k-n)
mide-i insaniyet: insanlık midesi, insanî değerlerle doyan mide
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika: sonradan verilecek olan mükafatın başlangıcı (bk. ḳ-d-m)
muvazzaf: vazifeli
müheyyâ etme: hazırlama
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
netice-i nimet-i sabıka: geçmişte verilmiş nimetin sonucu (bk. n-a-m)
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
rahmet: merhamet, şefkat, ihsan (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün canlıların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ)
rû-yi zemin: yeryüzü
saadet: mutluluk
sair: diğer
sıfât-ı mukaddese: mukaddes sıfatlar (bk. v-ṣ-f; ḳ-d-s)
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
şamil: içine alan, kapsayıcı
tagaddî etmek: beslenmek
tecellî-i muhabbet: sevginin yansıması (bk. c-l-y; ḥ-b-b)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zerre: atom, maddenin en küçük parçası

Sonra, imanın bir nuru olan muhabbeti sana vermekle, gayr-ı mütenâhi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir.

Yani, cismâniyetin itibarıyla küçük, zayıf, âciz, zelil, mukayyet, mahdut bir cüzsün. Onun ihsanıyla, cüz’î bir cüzden, küllî bir küll-ü nuranî hükmüne geçtin. Zira, hayatı sana vermekle, cüz’iyetten bir nevi külliyete; ve insaniyeti vermekle hakikî külliyete; ve İslâmiyeti vermekle ulvî ve nuranî bir külliyete; ve marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.

İşte, ey nefis, sen bu ücreti almışsın. Ubûdiyet gibi lezzetli, nimetli, rahatlı, hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki buna da tembellik ediyorsun. Eğer yarım yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kâfi gelmiyormuş gibi, çok büyük şeyleri mütehakkimâne istiyorsun. Ve hem “Niçin duam kabul olmadı?” diye nazlanıyorsun.

Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenâb-ı Hak, Cenneti ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazl ve keremiyle ihsan eder. Sen daima rahmet ve keremine iltica et, Ona güven ve şu fermanı dinle:

قُلْ بِفَضْلِ اللهِ وَبِرَحْمَتِهِ فَبِذٰ لِكَ فَلْيَفْرَحُوا هُوَ خَيْرٌ مِمَّا يَجْمَعُونَ     1

Eğer desen: “Şu küllî, hadsiz nimetlere karşı nasıl şu mahdut ve cüz’î şükrümle mukabele edebilirim?”

Elcevap: Küllî bir niyetle, hadsiz bir itikadla. Meselâ, nasıl ki bir adam, beş kuruş kıymetinde bir hediye ile bir padişahın huzuruna girer. Ve görür ki, herbiri milyonlara değer hediyeler, makbul adamlardan gelmiş, orada dizilmiş. Onun kalbine gelir: “Benim hediyem hiçtir, ne yapayım?” Birden der: “Ey seyyidim! Bütün şu kıymettar hediyeleri kendi namıma sana takdim ediyorum. Çünkü sen onlara lâyıksın. Eğer benim iktidarım olsaydı, bunların bir mislini sana hediye ederdim.”

İşte, hiç ihtiyacı olmayan ve raiyetinin derece-i sadakat ve hürmetlerine alâmet


Dipnot-1

“Onlara söyle ki: Allah’ın lütfuyla ve rahmetiyle—ancak bununla ferahlansınlar. Bu, onların dünyada toplayıp durduklarından daha hayırlıdır.” Yunus Sûresi, 10:58.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
alâmet: işaret
cismâniyet: bedenle, maddî vücutla ilgili oluş
cüz: parça (bk. c-z-e)
cüz’î: fert, birey (bk. c-z-e)
cüz’iyet: parça olma hali, küçüklük (bk. c-z-e)
derece-i sadakat: bağlılık derecesi (bk. ṣ-d-ḳ)
ferman: emir, buyruk
gayr-ı mütenâhi: sonu olmayan
hadsiz: sayısız
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m)
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
iktidar: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)
iltica etmek: sığınmak
insaniyet: insanlık
itikad: inanç
kâfi: yeterli
kerem: cömertlik, ikram, bağış (bk. k-r-m)
kıymettar: kıymetli, değerli
küll-ü nuranî: nurlu bir küll, bütün varlıklarla ilgisi olan bir kapsamlılık (bk. k-l-l; n-v-r)
küllî: kapsamlı, insanlık gibi bir tür hükmünde (bk. k-l-l)
külliyet: büyüklük, genellik (bk. k-l-l)
mahdut: sınırlanmış
mahz-ı fazl ve kerem: cömertlik ve ikramın ta kendisi (bk. f-ḍ-l; k-r-m)
makbul: kabul görmüş, değer ve itibar sahibi
marifet: Allah’ı bilme, tanıma (bk. a-r-f)
misil: benzer, eşdeğer (bk. m-s̱-l)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhit: herşeyi içine alan, kuşatan
mukabele etmek: karşılık vermek
mukayyet: kayıt altında, bağlı
mükellef: yükümlü
mütehakkimâne: zorbaca (bk. ḥ-k-m)
nam: ad
nevi: tür, çeşit
niyaz: dua, yalvarma, yakarma
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
raiyet: halk
saadet: mutluluk
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
seyyidim: efendim
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
takdim etmek: sunmak (bk. m-s̱-l)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
ulvî: yüce
zelil: hor, hakir
zira: çünkü

olarak hediyelerini kabul eden o padişah, o biçarenin o büyük ve küllî niyetini ve arzusunu ve o güzel ve yüksek itikad liyakatini, en büyük bir hediye gibi kabul eder.

Aynen öyle de, âciz bir abd, namazında “Ettahiyyâtü lillâh” der. Yani, “Bütün mahlûkatın hayatlarıyla Sana takdim ettikleri hediye-i ubûdiyetlerini, ben kendi hesabıma, umumunu Sana takdim ediyorum. Eğer elimden gelseydi, onlar kadar tahiyyeler Sana takdim edecektim. Hem Sen onlara, hem daha fazlasına lâyıksın.” İşte şu niyet ve itikad, pek geniş bir şükr-ü küllîdir.

Nebâtâtın tohumları ve çekirdekleri, onların niyetleridir. Meselâ, kavun, kalbinde, nüveler suretinde bin niyet eder ki, “Yâ Hâlıkım! Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını yerin birçok yerlerinde ilân etmek isterim.” Cenâb-ı Hak, gelecek şeylerin nasıl geleceklerini bildiği için, onların niyetlerini bilfiil ibadet gibi kabul eder. “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır”1 şu sırra işaret eder.

Hem

سُبْحَانَكَ وَبِحَمْدِكَ عَدَدَ خَلْقِكَ وَرِضَۤاءَ نَفْسِكَ وَزِنَةَ عَرْشِكَ وَمِدَادَ كَلِمَاتِكَ وَنُسَبِّحُكَ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ اَنْبِيَۤائِكَ وَاَوْلِيَۤائِكَ وَمَلٰۤئِكَتِكَ     2

gibi hadsiz adetle tesbih etmenin hikmeti şu sırdan anlaşılır.

Hem nasıl bir zabit bütün neferâtının yekûn hizmetlerini kendi namına padişaha takdim eder. Öyle de, mahlûkata zabitlik eden ve hayvânat ve nebâtâta kumandanlık yapan ve mevcudat-ı arziyeye halifelik etmeye kabil olan ve kendi hususî âleminde kendini herkese vekil telâkki eden insan, 

اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ 

der, bütün halkın ibadetlerini ve istiânelerini kendi namına Mâbûd-u Zülcelâle takdim eder.


Dipnot-1

bk. el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 6:291.

Dipnot-2

“Mahlûkatının sayısınca, Zâtına lâyık şekilde, Arşının ağırlığınca ve kelimelerinin mürekkebi miktarınca hamdinle Seni her türlü noksandan tenzih ederiz.” (Müslim, Zikir: 79; Ebû Dâvud, Vitir: 24; Tirmizi, Daavât: 103; Nesâî, Sehv: 94; Müsned, 1:258, 353, 6:325, 430.)Bütün peygamberlerinin, evliyalarının ve meleklerinin tesbihatlarıyla Seni kusurdan tenzih ederiz.

Dipnot-3

“Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım dileriz.” Fatiha Sûresi, 1:5.


abd: kul (bk. a-b-d)
âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
amel: iş, fiil, davranış
biçare: çaresiz
bilfiil: fiilen, gerçekte (bk. f-a-l)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan, şeref ve azamet sahibi yüce Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
hadsiz: sayısız
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f)
hayvanât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hediye-i ubûdiyet: kulluk hediyesi (bk. a-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hususî: özel
istiâne: yardım dileme
itikad: inanç
kabil: kabiliyetli
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
liyakat: layık olma
Mâbûd-u Zülcelâl: sonsuz haşmet ve heybet sahibi ve herşeyin kendisine ibadet ettiği Allah (bk. a-b-d; ẕü; c-l-l)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mevcudât-ı arziye: dünyadaki varlıklar (bk. v-c-d)
mü’min: inanan (bk. e-m-n)
nakış: işleme, dokuma (bk. n-ḳ-ş)
nam: ad
nebâtât: bitkiler
neferât: askerler, erler
nüve: çekirdek
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şükr-ü küllî: umumî ve kapsamlı bir şükür (bk. ş-k-r; k-l-l)
tahiyye: selam, hediye (bk. ḥ-y-y)
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
telâkki etmek: kabul etmek
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
umum: bütün
yekûn: bütün, toplam
zabit: subay

Hem

سُبْحَانَكَ بِجَمِيعِ تَسْبِيحَاتِ جَمِيعِ مَخْلُوقَاتِكَ وَبِاَلْسِنَةِ جَمِيعِ مَصْنُوعَاتِكَ     1

der, bütün mevcudatı kendi hesabına söylettirir.

Hem 

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ بِعَدَدِ ذَرَّاتِ الْكَۤائِنَاتِ وَمُرَكَّبَاتِهَا 

der, herşey namına bir salâvat getirir. Çünkü herşey nur-u Ahmedî (a.s.m.) ile alâkadardır. İşte, tesbihatta, salâvatlarda hadsiz adetlerin hikmetini anla.


âdet: her vakit yapılan iş, davranış
âdi: basit, sıradan
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âlâkadar: alakalı, ilgili
amel-i uhrevî: âhirete ait iş (bk. e-ḫ-r)
bâki: sürekli, devamlı (bk. b-ḳ-y)
cilve: görünme, yansıma (bk. c-l-y)
dakika-i ömr: ömür dakikası
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fâni: gelip geçici (bk. f-n-y)
ferman: emir, buyruk
feyz-i tecellî: yansımadan doğan feyiz, bereket (bk. f-y-ḍ; c-l-y)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hadsiz: sayısız
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat (bk. ḥ-y-y; e-b-d)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
icab ve kabul-ü şer’î: şeriata göre “verdim” ve “aldım” ifadesi, ilkeleri (bk. c-v-b; ş-r-a)
intişar etme: yayılma
ittibâ etmek: tabi olmak, uymak
kalb etmek: dönüştürmek
mazhar-ı câmi’: kapsamlı bir görüntü yeri (bk. ẓ-h-r; c-m-a)
medar: vesile
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muamele-i şer’iye: dinle ilgili davranış (bk. ş-r-a)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nur-u Ahmedî: Peygamberimizin (a.s.m.) nuru (bk. n-v-r; ḥ-m-d)
salâvat: Peygamberimize edilen rahmet ve esenlik duası (bk. ṣ-l-v)
Sünnet-i Seniyye: Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n)
Şâri: kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah (bk. ş-r-a)
şeriat: İlahî kanun, İslâmiyet (bk. ş-r-a)
tahattur-u hükm-ü şer’î: dini hükmün hatırlanması (bk. ḥ-k-m; ş-r-a)
tasavvur-u vahiy: vahyi düşünme (bk. ṣ-v-r; v-ḥ-y)
tatbik etmek: uygulamak
tatbik-i amel: işin uygulanması, şeriat ve sünnete uyarlanması
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teveccüh-ü İlâhî: Allah’a yöneliş (bk. e-l-h)
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, İkinci Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.482

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/482


CUMARTESİ DERSLERİ

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Beşinci Dal, Birinci Meyve.

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

BEŞİNCİ DAL

Beşinci Dalın Beş Meyvesi var.

BİRİNCİ MEYVE:

Ey nefisperest nefsim, ve ey dünyaperest arkadaşım! Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir.

İşte, ey nefis ve ey arkadaş! İnsanın havfa ve muhabbete âlet olacak iki cihaz, fıtratında derc olunmuştur. Alâküllihal, o muhabbet ve havf, ya halka veya Hâlıka müteveccih olacak. Halbuki, halktan havf ise elîm bir beliyyedir; halka muhabbet dahi belâlı bir musibettir.

Çünkü, sen öylelerden korkarsın ki, sana merhamet etmez veya senin istirhamını kabul etmez. Şu halde havf, elîm bir belâdır.

Muhabbet ise, sevdiğin şey, ya seni tanımaz, Allahaısmarladık demeyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya muhabbetin için seni tahkir eder. Görmüyor musun ki, mecazî aşklarda yüzde doksan dokuzu, mâşukundan şikâyet eder. Çünkü, Samed âyinesi olan bâtın-ı kalble sanem-misal dünyevî mahbuplara perestiş etmek, o mahbupların nazarında sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira, fıtrat, fıtrî ve lâyık olmayan şeyi reddeder, atar. (Şehvânî sevmekler bahsimizden hariçtir.)


alâküllihal: ister istemez, her durumda (bk. k-l-l)
âlet: araç, vasıta
âyine: ayna
bahis: konu
bâtın-ı kalb: kalbin içi
beliyye: belâ
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cihaz: organ, duyu
derc: yerleştirme
dünyaperest: dünyaya aşırı derecede düşkün
dünyevî: dünya ile ilgili
elîm: elemli, acılı
Erhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah (bk. r-ḥ-m)
fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
fıtrî: yaratılışla ilgili olan (bk. f-ṭ-r)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hariç: dışında
hatmetmek: bitirmek, son vermek
havf: korku
hususan: özellikle
ihtisar etmek: kısaltmak
istilâ etmek: kuşatmak
istirham: merhamet dileme (bk. r-ḥ-m)
istiskal: soğuk muameleyle hoşlanmadığını göstermek, küçümsemek
kâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)
kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)
küllî: geniş ve kapsamlı (bk. k-l-l)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
mâşuk: aşık olunan
mecâzî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)
melekî: melek gibi, meleğe ait (bk. m-l-k)
merhamet: acıma, şefkat (bk. r-ḥ-m)
müeccel: sonraya bırakılan
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
musibet: felaket, dert
müteveccih: yönelmiş
nazar: bakış, görüş (bk. n-ẓ-r)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nefisperest: nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sonsuz
niyaz: duâ, istek
nur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)
perestiş: tapma derecesinde aşırı değer verme
rabıta: bağ
rahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m)
refik: arkadaş (bk. r-f-ḳ)
sakil: ağır
Samed: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah (bk. ṣ-m-d)
sanem-misal: put gibi (bk. m-s̱-l)
sebeb-i vücud: varlık sebebi (bk. s-b-b; v-c-d)
şehvânî: şehvetle ilgili
tahkir etmek: aşağılamak
talep: isteme (bk. ṭ-l-b)
tedenniyât: alçalmalar, gerilemeler
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
terakkiyat: yükselmeler, ilerlemeler
tevfik: muvaffakiyet, başarı
ziyade: çok, fazla

Demek, sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana refakat etmiyor, senin rağmına mufarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve muhabbeti öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun, muhabbetin zilletsiz bir saadet olsun.

Evet, Hâlık-ı Zülcelâlinden havf etmek, Onun rahmetinin şefkatine yol bulup iltica etmek demektir. Havf bir kamçıdır, Onun rahmetinin kucağına atar. Malûmdur ki, bir valide, meselâ bir yavruyu korkutup sinesine celb ediyor. O korku, o yavruya gayet lezzetlidir. Çünkü şefkat sinesine celb ediyor. Halbuki, bütün validelerin şefkatleri, rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır. Demek havfullahta azîm bir lezzet vardır.

Madem havfullahın böyle lezzeti bulunsa, muhabbetullahta ne kadar nihayetsiz lezzet bulunduğu malûm olur. Hem Allah’tan havf eden, başkaların kasavetli, belâlı havfından kurtulur. Hem, Allah hesabına olduğu için, mahlûkata ettiği muhabbet dahi firaklı, elemli olmuyor.

Evet, insan evvelâ nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zîhayat mahlûkları, sonra kâinatı, dünyayı sever. Bu dairelerin herbirisine karşı alâkadardır; onların lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir. Halbuki, şu hercümerç âlemde ve rüzgâr deveranında hiçbir şey kararında kalmadığından, biçare kalb-i insan her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ıztırap içinde kalır. Yahut gafletle sarhoş olur.

Madem öyledir, ey nefis, aklın varsa bütün o muhabbetleri topla, hakikî sahibine ver, şu belâlardan kurtul. Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle ıztırapsız sevebilirsin. Demek, şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.

Bir cihet kaldı ki, en mühimi de odur ki: Ey nefis, sen muhabbetini kendi


akarib: akrabalar, yakınlar
alâkadar: alakalı, ilgili
âyine: ayna
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
biçare: çaresiz
celb etmek: çekmek
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
cihet: yön, taraf
deveran: dönüş
elem: acı, keder
elîm: elemli, acılı
eşya: şeyler, varlıklar
evvelâ: öncelikle
firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ)
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
havf: korku
havfullah: Allah korkusu
hercümerç: karışıklık, dağınıklık
iltica etmek: sığınmak
ıztırap: aşırı elem, sıkıntı
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kalb-i insan: insan kalbi
kararında: yerinde
kasavet: sıkıntı, keder
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
lem’a: parıltı
leziz: lezzetli
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)mahlûkat: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsus: has, özgü
malûm: bilinen (bk. a-l-m)
mufarakat: ayrılma (bk. f-r-ḳ)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhabbetullah: Allah sevgisi (bk. ḥ-b-b)
mühim: önemli
müteellim: elemlenme, acı çekme
mütelezziz: lezzetlenen
nam: ad
nefis: kişinin kendisi, canı (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sınırsız
nikmet: azap, ceza; nimetin tersi
rağmına: zıddına, inadına
rahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m)
rahmet-i ilâhiye: Allah’ın rahmeti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
refakat: arkadaşlık (bk. r-f-ḳ)
saadet: mutluluk
sarf etmek: harcamak
sine: göğüs, kalb
tahkir etmek: aşağılamak
tevcih etmek: yöneltmek
tezellül: alçalma
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zilletsiz: alçalmadan

nefsine sarf ediyorsun. Sen kendi nefsini kendine mâbud ve mahbup yapıyorsun. Herşeyi nefsine feda ediyorsun. Adeta bir nevi rububiyet veriyorsun. Halbuki muhabbetin sebebi ya kemâldir—zira kemâl zâtında sevilir—yahut menfaattir, yahut lezzettir, veyahut hayriyettir; ya bunlar gibi bir sebep tahtında muhabbet edilir. Şimdi, ey nefis, birkaç Sözde kat’î ispat etmişiz ki, asıl mahiyetin kusur, naks, fakr, aczden yoğrulmuştur ki; zulmet, karanlığın derecesi nisbetinde nurun parlaklığını gösterdiği gibi, zıddiyet itibarıyla sen onlarla Fâtır-ı Zülcelâlin kemâl, cemâl, kudret ve rahmetine âyinedarlık ediyorsun. Demek, ey nefis, nefsine muhabbet değil, belki adavet etmelisin yahut acımalısın veyahut, mutmainne olduktan sonra, şefkat etmelisin. Eğer nefsini seversen—çünkü senin nefsin lezzet ve menfaatin menşeidir; sen de lezzet ve menfaatin zevkine meftunsun—o zerre hükmünde olan lezzet ve menfaat-i nefsiyeyi nihayetsiz lezzet ve menfaatlere tercih etme. Yıldız böceği gibi olma. Çünkü o bütün ahbabını ve sevdiği eşyayı karanlığın vahşetine gark eder, nefsinde bir lem’acıkla iktifa eder. Zira, nefsî olan lezzet ve menfaatinle beraber, bütün alâkadar olduğun ve bütün menfaatleriyle intıfâ ettiğin ve saadetleriyle mes’ut olduğun mevcudâtın ve bütün kâinatın menfaatleri, nimetleri, iltifatına tâbi bir Mahbûb-u Ezelîyi sevmekliğin lâzımdır—tâ, hem kendinin, hem bütün onların saadetleriyle mütelezziz olasın, hem kemâl-i mutlakın muhabbetinden aldığın nihayetsiz bir lezzeti alasın.

Zaten sana, sende senin nefsine olan şedit muhabbetin, Onun zâtına karşı muhabbet-i zâtiyedir ki, sen sûiistimal edip kendi zâtına sarf ediyorsun. Öyle ise, nefsindeki ene’yi yırt, Hüve’yi göster. Ve kâinata dağınık bütün muhabbetlerin, Onun esmâ ve sıfâtına karşı verilmiş bir muhabbettir; sen sûiistimal etmişsin, cezasını da çekiyorsun. Çünkü, yerinde sarf olunmayan bir muhabbet-i gayr-ı meşruanın cezası, merhametsiz bir musibettir. Rahmânü’r-Rahîm ismiyle, hurilerle


acz: acizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
adavet: düşmanlık
ahbap: sevgililer, dostlar (bk. ḥ-b-b)
alâkadar: alakalı, ilgili
âyinedarlık: aynalık
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
ene: ben
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fakr: fakirlik (bk. f-ḳ-r)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
gark etmek: boğmak
hayriyet: hayırlılık (bk. ḫ-y-r)
huri: Cennet kızı
Hüve: O, Allah
iktifa etmek: yetinmek
iltifat: lütufla hitap ve muamele etme
intifa etmek: faydalanmak, yararlanmak
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kat’î: kesin
kemâl: mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i mutlak: her yönüyle mükemmel (bk. k-m-l; ṭ-l-ḳ)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lem’acık: küçük parıltı
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
Mahbûb-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l)
mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)
mahiyet: asıl, esas, nitelik
meftun: düşkün, tutkun
menfaat: çıkar, kişisel yarar
menfaat-i nefsiye: nefsin menfaatleri (bk. n-f-s)
menşe: kaynak
mes’ut: mutlu
mevcudât: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
muhabbet-i gayr-ı meşrua: dine uygun olmayan sevgi (bk. ḥ-b-b; ş-r-a)
muhabbet-i zâtiye: Allah’ın zâtını sevme (bk. ḥ-b-b)
musibet: belâ, sıkıntı
mütelezziz: lezzetlenen
mutmainne olmak: nefsin iyilikle kötülüğü ayırt eden, huzur ve sükûna ermiş, faziletlerle donanmış mertebesi (bk. n-f-s)
naks: eksiklik
nefis: kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nefsî: nefisle ilgili (bk. n-f-s)
nihayetsiz: sınırsız
nisbet: ölçü (bk. n-s-b)
Rahmânü’r-Rahîm: dünya ve ahirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rububiyet: rablık (bk. r-b-b)
saadet: mutluluk
sarf etmek: harcamak
şedit: şiddetli
sıfat: özellik, vasıf (bk. v-ṣ-f)
sûistimal: kötüye kullanma
tâbi: bağlı, uyan
tahtında: altında
vahşet: ürküntü, yalnızlık
zât: öz
zerre: atom, en küçük parça
zira: çünkü
zıddiyet: karşıtlık, mübayenet ve farklılık
zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)

müzeyyen Cennet gibi senin bütün arzularına câmi’ bir meskeni senin cismanî hevesâtına ihzar eden; ve sair esmâsıyla senin ruhun, kalbin, sırrın, aklın ve sair letâifin arzularını tatmin edecek ebedî ihsânâtını o Cennette sana müheyyâ eden; ve herbir isminde mânevî çok hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbûb-u Ezelînin, elbette bir zerre muhabbeti kâinata bedel olabilir; kâinat Onun bir cüz’î tecellî-i muhabbetine bedel olamaz. Öyle ise, o Mahbûb-u Ezelînin kendi habîbine söylettirdiği şu ferman-ı ezelîyi dinle, ittibâ et:

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللهَ فَاتَّبِعُونِى يُحْبِبْكُمُ اللهُ     1


Dipnot-1

“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:31.


âlem-i mülk ve melekût: varlığın dış ve iç yüzü (bk. a-l-m; m-l-k)
câmi’: kapsamlı, içine alan (bk. c-m-a)
cismanî: vücutla alakalı
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
daire-i mümkinat: imkân alemi; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n)
ebedî: sonsuz (bk. e-b-d)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
fermân-ı ezelî: ezelî buyruk (bk. e-z-l)
fethetmek: açmak
habîb: sevgili (bk. ḥ-b-b)hadsiz: sınırsız
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hassasiyetli: duyarlı, hassas
hayr-ı mahz: sırf hayırdan ibaret (bk. ḫ-y-r)
hazine-i ihsan ve kerem: iyilik ve bağış hazinesi (bk. ḥ-s-n; k-r-m)
hevesât: hevesler, arzular
ihsânât: iyilikler, bağışlar (bk. ḥ-s-n)
ihzar: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
insaniyet-i kübrâ: en büyük insanlık (bk. k-b-r)
iştiha: iştah, fazla istek ve arzu
ittibâ etmek: uymak
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
letâif: insanın mânevî yapısındaki ince duygular (bk. l-ṭ-f)
Mahbûb-u Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün yaratılmışlar tarafından sevilen Allah (bk. ḥ-b-b; e-z-l)
mânevî: mânâya ait (bk. a-n-y)
mat’umât: yenecek şeyler
mesken: ev, mekân (bk. s-k-n)
mide-i insaniyet: insanlık midesi, insanî değerlerle doyan mide
muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)
müheyyâ etme: hazırlama
mukaddeme-i mükâfat-ı lâhika: sonradan verilecek olan mükafatın başlangıcı (bk. ḳ-d-m)
muvazzaf: vazifeli
müzeyyen: süslü (bk. z-y-n)
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
netice-i nimet-i sabıka: geçmişte verilmiş nimetin sonucu (bk. n-a-m)
nihayetsiz: sonsuz
nisbet: ölçü, oran (bk. n-s-b)
rahmet: merhamet, şefkat, ihsan (bk. r-ḥ-m)
Rezzak: bütün canlıların rızıklarını veren Allah (bk. r-z-ḳ)
rû-yi zemin: yeryüzü
saadet: mutluluk
sair: diğer
şamil: içine alan, kapsayıcı
sıfât-ı mukaddese: mukaddes sıfatlar (bk. v-ṣ-f; ḳ-d-s)
sofra-i nimet: nimet sofrası (bk. n-a-m)
tagaddî etmek: beslenmek
tecellî-i muhabbet: sevginin yansıması (bk. c-l-y; ḥ-b-b)
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zerre: atom, maddenin en küçük parçası

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal, Birinci Meyve, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.479

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/479


CUMARTESİ DERSLERİ

Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi' bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. - Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.
Muhabbet şu kâinatın bir sebeb-i vücududur. Hem şu kâinatın rabıtasıdır, hem şu kâinatın nurudur, hem hayatıdır. İnsan kâinatın en câmi’ bir meyvesi olduğu için, kâinatı istilâ edecek bir muhabbet, o meyvenin çekirdeği olan kalbine derc edilmiştir. İşte, şöyle nihayetsiz bir muhabbete lâyık olacak, nihayetsiz bir kemâl sahibi olabilir. – Cumartesi Dersleri 24. 5. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.

Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi'dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Dördüncü Dal.

Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi'dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.
Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

DÖRDÜNCÜ DAL

Dördüncü kısım insandır. Şu kâinat sarayında bir nevi hademe olan insanlar hem melâikeye benzer, hem hayvânâta benzer. Melâikeye, ubûdiyet-i külliyede, nezaretin şümulünde, marifetin ihatasında, Rububiyetin dellâllığında meleklere benzer. Belki insan daha câmi’dir. Fakat insanın şerîre ve iştihalı bir nefsi bulunduğundan, melâikenin hilâfına olarak, pek mühim terakkiyat ve tedenniyâta mazhardır. Hem insan, amelinde nefsi için bir haz ve zâtı için bir hisse aradığı için, hayvana benzer.

Öyle ise insanın iki maaşı var:

Biri cüz’îdir, hayvanîdir, muacceldir.


abesiyet: faydasızlık ve gayesizlik
amel: iş, fiilcâmi’: toplayıcı, kapsamlı (bk. c-m-a)cüz’î: az, küçük, ferdî (bk. c-z-e)dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık (bk. ḍ-l-l)dellâllık: ilancılık, rehberlikekser: pekçok (bk. k-s̱-r)esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi üstün sanatıyla yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)hademe: hizmetçihâkezâ: bunun gibihayvânât: hayvanlarhayvanî: canlıya ait (bk. ḥ-y-y)haz: zevk, hoşlanmahilâf: ters, zıthizmetkâr: hizmetçiihata: kuşatma, içine almaiştihalı: fazla arzulu ve istekli
Kadîr-i Alîm: herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)kesretli: çok (bk. k-s̱-r)lisan: dilmarifet: Allah’ı bilme, tanıma (bk. a-r-f)mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)melâike: melekler (bk. m-l-k)muaccel: peşin, hemen verilenmühim: önemlinebâtât: bitkilernefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)nevi: tür, çeşitnezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)şerîr: şerli, kötülük yapanşümul: kapsamlılıktabiat: canlı cansız varlıklar, maddî alem; materyalist düşünce (bk. ṭ-b-a)taife: topluluk, gruptavzif etmek: görevlendirmekteçhiz etmek: donatmaktedenniyât: alçalmalar, gerilemelerterakkiyat: ilerlemeler, yükselmelertesbih/tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)teşhir etmek: sergilemektevcih etmek: yöneltmekubûdiyet-i külliye: geniş kapsamlı kulluk (bk. a-b-d; k-l-l)zât: kendisizer’ etmek: ekmek, dikmekzikir: Allah’ı anma

İkincisi melekîdir, küllîdir, müecceldir.

Şimdi, insanın vazifesiyle maaşı ve terakkiyat ve tedenniyâtı, geçen yirmi üç adet Sözlerde kısmen geçmiştir. Hususan On Birinci ve Yirmi Üçüncüde daha ziyade beyan edilmiş.

Onun için şurada ihtisar ederek kapıyı kapıyoruz. Erhamürrâhimînden, rahmet kapılarını bize açmasını ve şu Sözün tekmiline tevfikini refik eylemesini niyaz ile kusurumuzun ve hatamızın affını talep ile hatmediyoruz.


alâküllihal: ister istemez, her durumda (bk. k-l-l)âlet: araç, vasıtaâyine: aynabahis: konubâtın-ı kalb: kalbin içibeliyye: belâbeyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)cihaz: organ, duyuderc: yerleştirmedünyaperest: dünyaya aşırı derecede düşkündünyevî: dünya ile ilgilielîm: elemli, acılıErhamürrâhimîn: merhametlilerin en merhametlisi olan Allah (bk. r-ḥ-m)fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)fıtrî: yaratılışla ilgili olan (bk. f-ṭ-r)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)hariç: dışındahatmetmek: bitirmek, son vermekhavf: korkuhususan: özellikleihtisar etmek: kısaltmakistilâ etmek: kuşatmakistirham: merhamet dileme (bk. r-ḥ-m)istiskal: soğuk muameleyle hoşlanmadığını göstermek, küçümsemekkâinat: evren, yaratılmış her şey (bk. k-v-n)kemâl: mükemmellik, kusursuzluk (bk. k-m-l)küllî: geniş ve kapsamlı (bk. k-l-l)mahbup: sevgili (bk. ḥ-b-b)mâşuk: aşık olunanmecâzî: gerçek olmayan (bk. c-v-z)melekî: melek gibi, meleğe ait (bk. m-l-k)merhamet: acıma, şefkat (bk. r-ḥ-m)müeccel: sonraya bırakılanmuhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b)musibet: felaket, dertmüteveccih: yönelmişnazar: bakış, görüş (bk. n-ẓ-r)nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)nefisperest: nefsin arzu ve isteklerine çok düşkün olan (bk. n-f-s)nihayetsiz: sonsuzniyaz: duâ, isteknur: ışık, aydınlık (bk. n-v-r)perestiş: tapma derecesinde aşırı değer vermerabıta: bağrahmet: merhamet, şefkat (bk. r-ḥ-m)refik: arkadaş (bk. r-f-ḳ)sakil: ağırSamed: Kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşey Ona muhtaç olan Allah (bk. ṣ-m-d)sanem-misal: put gibi (bk. m-s̱-l)sebeb-i vücud: varlık sebebi (bk. s-b-b; v-c-d)şehvânî: şehvetle ilgilitahkir etmek: aşağılamaktalep: isteme (bk. ṭ-l-b)tedenniyât: alçalmalar, gerilemelertekmil: tamamlama (bk. k-m-l)terakkiyat: yükselmeler, ilerlemelertevfik: muvaffakiyet, başarıziyade: çok, fazla

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.478

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/478


CUMARTESİ DERSLERİ

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.
Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Dördüncü Dal.

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.
Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor. Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

DÖRDÜNCÜ DAL

Üçüncü kısım ameleler, nebâtat ve cemâdattır. Onların cüz-ü ihtiyarîleri olmadığı için, maaşları yoktur. Amelleri hâlisen livechillâhtır ve Cenâb-ı Hakkın iradesiyle ve ismiyle ve hesabıyla ve havl ve kuvvetiyledir.

Fakat nebâtâtın gidişatlarından hissolunuyor ki, onların vezâif-i telkih ve tevlidde ve meyvelerin terbiyesinde bir çeşit telezzüzatları var; fakat hiç teellümâta mazhar değiller. Hayvan, muhtar olduğu için, lezzetle beraber elemi de var. Cemâdat ve nebâtâtın amellerinde ihtiyar gelmediği için, eserleri de, ihtiyar sahibi olan hayvanların amellerinden daha mükemmel oluyor. İhtiyar sahibi olanların içinde, arı emsali gibi vahiy ve ilhamla tenevvür edenlerin amelleri, cüz-ü ihtiyarîsine itimad edenlerin amellerinden daha mükemmeldir.

Yeryüzünün tarlasında nebâtâtın herbir taifesi, lisan-ı hâl ve istidat diliyle Fâtır-ı Hakîmden sual ediyorlar, dua ediyorlar ki, “Yâ Rabbenâ! Bize kuvvet ver ki, yeryüzünün herbir tarafında taifemizin bayrağını dikmekle saltanat-ı rububiyetini lisanımızla ilân edelim. Ve rû-yi arz mescidinin herbir köşesinde Sana ibadet etmek için bize tevfik ver. Ve meşhergâh-ı arzın herbir tarafında Senin Esmâ-i Hüsnânın nakışlarını, Senin bedî ve antika san’atlarını kendi lisanımızla teşhir etmek için bize bir revaç ve seyahate iktidar ver” derler.


amel: iş, fiil
amele: işçi
bedî: güzel, benzersiz (bk. b-d-a)
cemâdat: cansız varlıklar
cüz-ü ihtiyarî: çok az irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
dergâh: makam, huzur
dua etmek: yalvarmak, yakarmak (bk. d-a-v)
elem: acı, üzüntü
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emsali: benzeri (bk. m-s̱-l)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
evâmir-i tekvîniye: yaratılışla ilgili emirler (bk. k-v-n)
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi üstün sanatıyla yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
fıtrat: yaratılış (bk. f-ṭ-r)
gidişat: hal, vaziyet
hâlisen: katıksız, samimi olarak (bk. ḫ-l-ṣ)
havl: güç, kuvvet
hayvânat: hayvanlar
hedâyâ: hediyeler
ibadat: ibadetler (bk. a-b-d)
ihtiyar: irade, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)
iktidar: güç, kudret (bk. ḳ-d-r)
imtisal etme: uyma
irade: istek, tercih, dileme (bk. r-v-d)
istidat: kabiliyet, yetenek (bk. a-d-d)
itimad etmek: güvenmek
izhar etme: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i itaat: tam ve mükemmel itaat (bk. k-m-l)
lisan: dillisan-ı hâl: hal ve davranış dili
livechillâh: Allah için
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
mescid: namaz kılınan yer
meşhergâh-ı arz: yeryüzü sergisi
muhtar: ihtiyar ve irade sahibi (bk. ḫ-y-r)
nakış: işleme, dokuma (bk. n-ḳ-ş)
nam: ad
nebâtat: bitkiler
revaç: kıymet, değer
rû-yi arz: yeryüzü
saltanat-ı rububiyet: Allah’ın rablık saltanatı (bk. s-l-ṭ; r-b-b)
sual etmek: istemek
tahiyyat: selamlar ve dualar (bk. ḫ-y-y)
taife: topluluk
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
teellümât: elemler, acı çekmeler
telezzüzat: lezzet almalar
tenevvür etme: nurlanma (bk. n-v-r)
tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşhir etmek: sergilemek
tevfik: muvaffakiyet, başarı
Vâhib-i Hayat: hayat bağışlayan Allah (bk. ḥ-y-y)
vahiy/ilham: Allah tarafından varlıklara bir takım duygu ve kabiliyetlerin verilmesi (bk. v-ḥ-y)
vecih: şekil, tarz
vezâif-i telkih ve tevlid: aşılama ve doğurma vazifeleri
Yâ Rabbenâ: ey Rabbimiz (bk. r-b-b)

Fâtır-ı Hakîm, onların mânevî dualarını kabul edip ki, bir taifenin tohumlarına kıldan kanatçıklar verir; her tarafa uçup gidiyorlar, taifeleri namına esmâ-i İlâhiyeyi okutturuyorlar (ekser dikenli nebâtat ve bir kısım sarı çiçeklerin tohumları gibi). Ve bir kısmına da, insana lâzım veya hoşuna gidecek güzel et veriyor, insanı ona hizmetkâr edip her tarafa ekiyor. Bazı taifelerine de, hazmolmayacak sert bir kemik üstünde hayvanlar yutacak bir et veriyor ki, hayvanlar onu çok taraflara dağıtıyorlar. Bazılara da çengelcikleri verip her temas edene yapışıyor; başka yerlere giderek taifesinin bayrağını dikerler, Sâni-i Zülcelâlin antika san’atını teşhir ediyorlar. Ve bir kısmına da-acı düvelek denilen nebâtat gibi-saçmalı tüfek gibi bir kuvvet verir ki, vakti geldiği zaman onun meyvesi olan hıyarcık düşer, saçmalar gibi birkaç metre yerlere tohumcuklarını atar, zer’ eder, Fâtır-ı Zülcelâlin zikir ve tesbihini kesretli lisanlarla söylettirmeye çalışırlar. Ve hâkezâ, kıyas et.

Fâtır-ı Hakîm ve Kadîr-i Alîm, kemâl-i intizamla, herşeyi güzel yaratmış, güzel teçhiz etmiş, güzel gayelere tevcih etmiş, güzel vazifelerle tavzif etmiş, güzel tesbihat yaptırıyor, güzel ibadet ettiriyor.

Ey insan! İnsan isen, şu güzel işlere tabiatı, tesadüfü, abesiyeti, dalâleti karıştırma, çirkin etme, çirkin yapma, çirkin olma.


abesiyet: faydasızlık ve gayesizlik
amel: iş, fiil
câmi’: toplayıcı, kapsamlı (bk. c-m-a)cüz’î: az, küçük, ferdî (bk. c-z-e)
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık (bk. ḍ-l-l)
dellâllık: ilancılık, rehberlik
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve harika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi üstün sanatıyla yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
hademe: hizmetçi
hâkezâ: bunun gibi
hayvânât: hayvanlar
hayvanî: canlıya ait (bk. ḥ-y-y)
haz: zevk, hoşlanma
hilâf: ters, zıt
hizmetkâr: hizmetçi
ihata: kuşatma, içine alma
iştihalı: fazla arzulu ve istekli
Kadîr-i Alîm: herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kesretli: çok (bk. k-s̱-r)
lisan: dil
marifet: Allah’ı bilme, tanıma (bk. a-r-f)
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
muaccel: peşin, hemen verilen
mühim: önemli
nebâtât: bitkiler
nefis: insanı maddî zevk ve isteklere sevk eden kuvvet (bk. n-f-s)
nevi: tür, çeşit
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
şerîr: şerli, kötülük yapan
şümul: kapsamlılık
tabiat: canlı cansız varlıklar, maddî alem; materyalist düşünce (bk. ṭ-b-a)
taife: topluluk, grup
tavzif etmek: görevlendirmek
teçhiz etmek: donatmak
tedenniyât: alçalmalar, gerilemeler
terakkiyat: ilerlemeler, yükselmeler
tesbih/tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşhir etmek: sergilemek
tevcih etmek: yöneltmek
ubûdiyet-i külliye: geniş kapsamlı kulluk (bk. a-b-d; k-l-l)
zât: kendisi
zer’ etmek: ekmek, dikmek
zikir: Allah’ı anma

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.477

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/477


CUMARTESİ DERSLERİ

Meşhur bülbül kuşu, gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor Birincisi Hayvânat kabileleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan münasebât-ı şedideyi ilâna memurdur. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Meşhur bülbül kuşu, gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor: Birincisi: Hayvânat kabileleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan münasebât-ı şedideyi ilâna memurdur. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 2.

Meşhur bülbül kuşu, gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor Birincisi Hayvânat kabileleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan münasebât-ı şedideyi ilâna memurdur. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Meşhur bülbül kuşu, gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor: Birincisi: Hayvânat kabileleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan münasebât-ı şedideyi ilâna memurdur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Dördüncü Söz Dördüncü Dal.

Meşhur bülbül kuşu, gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor Birincisi Hayvânat kabileleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan münasebât-ı şedideyi ilâna memurdur. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Dördüncü Söz

DÖRDÜNCÜ DAL

Ve bu saray-ı kâinatta ikinci kısım amele, hayvânattır. Hayvânat dahi, iştiha sahibi bir nefis ve bir cüz-ü ihtiyarîleri olduğundan, amelleri hâlisen livechillâh olmuyor. Bir derece nefislerine de bir hisse çıkarıyorlar. Onun için, Mâlikü’l-Mülki Zü’l-Celâli ve’l-İkram, kerîm olduğundan, onların nefislerine bir hisse vermek için, amellerinin zımnında onlara bir maaş ihsan ediyor.

Meselâ, meşhur bülbül kuşu, HAŞİYE-1 gülün aşkıyla maruf o hayvancığı, Fâtır-ı Hakîm istihdam ediyor. Beş gaye için onu istimal ediyor:

· Birincisi: Hayvânat kabileleri namına, nebâtat taifelerine karşı olan münasebât-ı şedideyi ilâna memurdur.

· İkincisi: Rahmân’ın rızka muhtaç misafirleri hükmünde olan hayvânat tarafından bir hatib-i Rabbânîdir ki, Rezzâk-ı Kerîm tarafından gönderilen hediyeleri alkışlamakla ve ilân-ı sürur etmekle muvazzaftır.


Haşiye-1

Bülbül şairâne konuştuğu için, şu bahsimiz de bir parça şairâne düşüyor. Fakat hayal değil, hakikattir.


âdet: alışkanlık
amel: iş, fiil
amele: işçiler
bahis: konu
cihâzât: donanım, cihazlar
cüz-ü ihtiyarî: çok az irade serbestliği (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
ef’âl-i ihtiyariye: iradeyle yapılan davranışlar, fiiller (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
Fâtır-ı Hakîm: herşeyi hikmetle ve eşsiz üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
hakikat: gerçek (bk.ḥ-ḳ-ḳ)
hâlisen: katıksız, samimi olarak (bk. ḫ-l-ṣ)
Hâlık-ı Külli Şey: herşeyin yaratıcısı olan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-l-l)
has: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hatib-i Rabbânî: Allah’ın bir hutbecisi, Onun adına koşan (bk. ḫ-ṭ-b; r-b-b)
hayvânat: hayvanlar
hüsn-ü istimal: güzel ve iyi kullanma (bk. ḥ-s-n)
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ilân-ı sürur: sevincin duyurulması
iştiha: iştah, fazla arzu ve istek
istihdam etmek: çalıştırmak
istimal etmek: kullanmak
kabile: topluluk
kerîm: cömertlik ve ikram sahibi (bk. k-r-m)
kisb: kazanma, edinme
lisan: dil
livechillah: Allah için
Mâlikü’l-Mülki Zü’l-Celâli ve’l-İkram: bütün mülkün sahibi, sonsuz haşmet ve ikram sahibi Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l; k-r-m)
maruf: bilinen, tanınan (bk. a-r-f)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
memur: görevli
münasebât-ı şedide: kuvvetli bağlantılar (bk. n-s-b)
muvazzaf: vazifeli, görevli
nam: ad
nebâtât: bitkiler
nefis: kendisi; maddî lezzetlere düşkün olan güç (bk. n-f-s)
nev’: çeşit, tür
nezaret: gözetim (bk. n-ẓ-r)
Rahmân: sonsuz rahmet sahibi olan ve merhametin eserleri bütün varlıkları kuşatan Allah (bk. r-ḥ-m)
Rezzâk-ı Kerîm: bütün yaratılmışların rızıklarını veren ve pek büyük ikram sahibi olan Allah (bk. r-z-ḳ; k-r-m)
şairâne: şairce, şair gibi
saray-ı kâinat: kâinat sarayı (bk. k-v-n)
sikke: varlıkların Allah’a ait olduklarını gösteren üstlerindeki mühür, damga
tahiyyât-ı mâneviye: mânevi selâm ve dualar (bk. ḥ-y-y; a-n-y)
taife: topluluk
takdim etmek: sunmak (bk. ḳ-d-m)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tasarruf-u hakikî: gerçek anlamda dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f; ḥ-ḳ-ḳ)
tesbihat-ı mâneviye: sözle değil de mânâ ile yapılan tesbihat (bk. s-b-ḥ; a-n-y)
tevcih etmek: yöneltmek
ubûdiyet: Allah’a kulluk (bk. a-b-d)
zemin: yeryüzü
zımn: iç

· Üçüncüsü: Ebnâ-yı cinsine imdat için gönderilen nebâtâta karşı hüsn-ü istikbali herkesin başında izhar etmektir.

· Dördüncüsü: Nev-i hayvânâtın nebâtâta derece-i aşka vasıl olan şiddet-i ihtiyacını, nebâtâtın güzel yüzlerine karşı, mübarek başları üstünde beyan etmektir.

· Beşincisi: Mâlikü’l-Mülk-i Zü’l-Celâli ve’l-Cemâli ve’l-İkramın bârgâh-ı merhametine en lâtif bir tesbihi, en lâtif bir şevk içinde, gül gibi en lâtif bir yüzde takdim etmektir.

İşte, şu beş gayeler gibi başka mânâlar da vardır. Şu mânâlar ve şu gayeler, bülbülün, Hak Sübhânehu ve Teâlânın hesabına ettiği amelin gayesidir. Bülbül kendi diliyle konuşur; biz şu mânâları onun hazin sözlerinden fehmediyoruz. Melâike ve ruhaniyatın fehmettikleri gibi kendisi kendi nağamâtının mânâsını tamamen bilmese de fehmimize zarar vermez. “Dinleyen söyleyenden daha iyi anlar” meşhurdur. Hem bülbül şu gayeleri tafsilâtıyla bilmemesinden, olmamasına delâlet etmiyor. Lâakal, saat gibi sana evkatını bildirir. Kendisi bilmiyor, ne yapıyor. Bilmemesi, senin bildiğine zarar vermez.

Amma o bülbülün cüz’î maaşı ise, o tebessüm eden ve gülen güzel gül çiçeklerinin müşahedesiyle aldığı zevk ve onlarla muhavere ve konuşmak ve dertlerini dökmekle aldığı telezzüzdür. Demek onun nağamât-ı hazînesi, hayvanî teellümattan gelen teşekkiyat değil, belki atâyâ-yı Rahmâniyeden gelen bir teşekkürattır.

Bülbüle nahli, fahli, ankebut ve nemli, yani arı ve vasıta-i nesil erkek hayvan ve örümcek ve karınca ve hevâm ve küçük hayvanların bülbüllerini kıyas et. Herbirinin amellerinin bülbül gibi çok gayeleri var. Onlar için de birer maaş-ı cüz’î hükmünde birer zevk-i mahsus, hizmetlerinin içinde derc edilmiştir. O zevk ile san’at-ı Rabbâniyedeki mühim gayelere hizmet ediyorlar. Nasıl ki bir sefine-i sultaniyede bir nefer dümencilik edip bir cüz’î maaş alır. Öyle de, hizmet-i Sübhâniyede bulunan bu hayvânâtın birer cüz’î maaşları vardır.


amel: iş, fiil
ankebut: örümcek
atâyâ-yı Rahmâniye: sonsuz merhamet sahibi Cenâb-ı Hakkın bağış ve hediyeleri (bk. r-ḥ-m)
bârgâh-ı merhamet: merhamet makamı (bk. r-ḥ-m)
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
cüz’î: az, küçük (bk. c-z-e)
delâlet: delil olma, işaret etme
derc etmek: yerleştirmek
derece-i aşk: aşk derecesi
ebnâ-yı cins: kendi cinsinden olanlar
evkat: vakitler
fahl: aygır; neslin devamını sağlayan erkek hayvan
fehm: anlayış
fehmetmek: anlamak
Hak Sübhânehu ve Teâlâ: Hakkın ta kendisi, her türlü kusur ve eksiklikten uzak ve yüce olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ; s-b-ḥ)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hayvanî: hayvanca (bk. ḥ-y-y)
hazin: hüzünlü
hevâm: böcekler
hizmet-i Sübhâniye: kusur ve eksiklikten yüce olan Allah’ın hizmeti (bk. s-b-ḥ)
hüsn-ü istikbal: güzel karşılama (bk. ḥ-s-n)
imdat: yardım
izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)
lâakal: en azından
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
maaş-ı cüz’î: az bir maaş (bk. c-z-e)
Mâlikü’l-Mülk-i Zü’l-Celâli ve’l-Cemâli ve’l-İkram: bütün mülkün sahibi, sonsuz haşmet, güzellik ve ikram sahibi Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l; c-m-l; k-r-m)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mübarek: hayırlı, bereketli (bk. b-r-k)
muhavere: karşılıklı konuşma
müşahede: görme, gözlem (bk. ş-h-d)
nağamât: nağmeler, hoş sesler
nağamât-ı hazîne: hüzünlü nağmeler
nahl: arı
nebâtât: bitkiler
nefer: asker, er
neml: karınca
nev-i hayvânât: hayvan türü
ruhaniyat: ruhanîler, maddî yapısı olmayan varlıklar (bk. r-v-ḥ)
san’at-ı Rabbâniye: Rabbânî sanat (bk. ṣ-n-a; r-b-b)
sefine-i sultaniye: hükümdarlık gemisi (bk. s-l-ṭ)
şiddet-i ihtiyaç: ihtiyacın şiddeti (bk. ḥ-v-c)
tafsilât: ayrıntılar
takdim: sunma (bk. ḳ-d-m)
teellümat: elemler, acılar
telezzüz: lezzetlenme
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
teşekkiyat: şikâyetler
teşekkürat: teşekkürler (bk. ş-k-r)
vasıl olan: ulaşan
vasıta-i nesil: üreme vasıtası
zevk-i mahsus: özel zevk

Bülbül bahsine bir tetimme: Sakın zannetme ki, bu ilân ve dellâllık ve tesbihatın nağamâtıyla tegannî bülbüle mahsustur. Belki ekser envâın herbir nev’inin bülbül misali bir sınıfı var ki, o nev’in en lâtif hissiyatını, en lâtif bir tesbih ile, en lâtif sec’alarla temsil edecek birer lâtif ferdi veya efradı bulunur. Hususan sinek ve böceklerin bülbülleri hem çoktur, hem çeşit çeşittirler ki, onlar, bütün kulağı bulunanların, en küçük hayvandan en büyüğüne kadar olanların başlarında, tesbihatlarını güzel sec’alarla onlara işittirip onları mütelezziz ediyorlar.

Onlardan bir kısmı leylîdir. Gecede sükûta dalan ve sükûnete giren bütün küçük hayvanların kaside-hân enisleri, gecenin sükûnetinde ve mevcudatın sükûtunda, onların tatlı sözlü nutuk-hanlarıdır. Ve o meclis-i halvette olan zikr-i hafînin dairesinde birer kutuptur ki, herbirisi onu dinler, kendi kalbleriyle Fâtır-ı Zülcelâllerine bir nevi zikir ve tesbih ederler.

Diğer bir kısmı neharîdir. Gündüzde, ağaçların minberlerinde, bütün zîhayatların başlarında, yaz ve bahar mevsimlerinde, yüksek âvazlarıyla, lâtif nağamatla, sec’alı tesbihatla Rahmânü’r-Rahîmin rahmetini ilân ediyorlar. Güya bir zikr-i cehrî halkasının bir reisi gibi, işitenlerin cezbelerini tahrik ediyorlar ki, o vakit işitenlerin herbirisi lisan-ı mahsusuyla ve bir âvâz-ı hususî ile Fâtır-ı Zülcelâlinin zikrine başlar.

Demek, herbir nevi mevcudatın, hattâ yıldızların da bir serzâkiri ve nurefşan bir bülbülü var. Fakat bütün bülbüllerin en efdali ve en eşrefi ve en münevveri ve en bâhiri ve en azîmi ve en kerîmi ve sesçe en yüksek ve vasıfça en parlak ve zikirce en etemm ve şükürce en eamm ve mahiyetçe en ekmel ve suretçe en ecmel, kâinat bostanında, arz ve semâvâtın bütün mevcudatını lâtif seceâtıyla, leziz nağamâtıyla, ulvî tesbihatiyle vecde ve cezbeye getiren, nev-i beşerin andelib-i zîşânı ve benî Âdemin bülbül-ü zü’l-Kur’ân’ı, Muhammed-i Arabîdir.


andelib-i zîşân: şan sahibi bülbül (bk. ẕî)
arz: yer, dünya
âvaz: yüksek ses
âvâz-ı hususî: kendine özel ses
azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m)
bâhir: açık, berrak
bahis: konu
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
bostan: bahçe
bülbül-ü zü’l-Kur’ân: Kur’ân sahibi, okuyan bülbül
cezbe: kendinden geçme hali
dellâllık: ilan edicilik
eamm: daha umumi ve daha genel
ecmel: en güzel (bk. c-m-l)
efdal: en üstün, en faziletli (bk. f-ḍ-l)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
ekmel: en mükemmel (bk. k-m-l)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
enis: dost, arkadaş
envâ: türler, çeşit
eşref: en şerefli, en üstün
etemm: tastamam, eksiksiz
Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi harika üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l)
hissiyat: duygular, hisler
hususan: özellikle
ilân etmek: duyurmak
kâinat: evren, bütün yaratılmışlar (bk. k-v-n)
kaside-hân: şiir okuyan
kerîm: cömert, ikram sahibi (bk. k-r-m)
kutup: önder, rehber
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
leylî: gececi
leziz: lezzetli
lisan-ı mahsus: kendine özel lisan
mahiyet: nitelik, özellik
mahsus: özgü
meclis-i halvet: zikir meclisi
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
minber: taht, kürsü
misali: gibi, benzeri (bk. m-s̱-l)
Muhammed-i Arabî: Arapların içinden çıkan peygamberimiz Muhammed (a.s.m.) (bk. ḥ-m-d)
münevver: nurlu (bk. n-v-r)
mütelezziz etme: lezzetlendirme
nağamât: nağmeler, hoş sesler
neharî: gündüzcü
nev-i beşer: insanlık
nev’: tür, çeşit
nurefşan: nur saçan (bk. n-v-r)
nutuk-han: nutuk okuyan
Rahmânü’r-Rahîm: dünya ve ahirette yarattıklarına sonsuz rahmet, şefkat ve merhametiyle muamele eden Allah (bk. r-ḥ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
reis: başkan
sec’a/seceât: belli bir ritim ve tempo ile çıkan ses/sesler
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
serzâkir: zikredenlerin başı
sükûnet: durgunluk, hareketsizlik (bk. s-k-n)
sükût: sessizlik
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tahrik etmek: harekete geçirmek
tegannî: şarkı söyleme
tesbih/tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tetimme: ek
ulvî: yüce, yüksek
vasıf: özellik (bk. v-ṣ-f)
vecd: coşku
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
zikir: Allah’ı anma
zikr-i cehrî: yüksek sesle yapılan zikir
zikr-i hafî: gizli zikir

عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰ لِهِ وَاَمْثَالِهِ اَفْضَلُ الصَّلاَةِ وَاَجْمَلُ التَّسْلِيمَاتِ     1

Elhasıl: Kâinat sarayında hizmet eden hayvânat, kemâl-i itaatle evâmir-i tekvîniyeye imtisal edip, fıtratlarındaki gayeleri güzel bir vech ile ve Cenâb-ı Hakkın namıyla izhar ederek, hayatlarının vazifelerini bedî bir tarzla, Cenâb-ı Hakkın kuvvetiyle işlemekle ettikleri tesbihat ve ibadat, onların hedâyâ ve tahiyyâtlarıdır ki, Fâtır-ı Zülcelâl ve Vâhib-i Hayat dergâhına takdim ediyorlar.

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Dördüncü Dal, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.474

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-dorduncu-soz/474


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. - Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.
Kur’ân-ı Hakîm tasrih ediyor ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyyârâttan zerrelere kadar herşey Cenâb-ı Hakka secde ve ibadet ve hamd ve tesbih eder. Fakat ibadetleri, mazhar oldukları esmâlara ve kabiliyetlerine göre ayrı ayrıdır, çeşit çeşittir. – Cumartesi Dersleri 24. 4. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ