Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun!” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Dördüncü Burhan.
Bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun! – Cumartesi Dersleri – 22. 4.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi İkinci Söz
Birinci Makam
DÖRDÜNCÜ BURHAN
Ey muannid arkadaş! Gel, sana daha acibini göstereceğim. Bak, bu memlekette bütün bu işler, bu şeyler değişti, değişiyor. Bir halette durmuyor. Dikkat et ki, bu gördüğümüz câmid cisimler, hissiz kutular, birer hâkim-i mutlak suretini aldılar. Adeta herbir şey bütün eşyaya hükmediyor.
İşte, bu yanımızdaki bu makineye bak. HAŞİYE-1 Güya emrediyor; işte, onun tezyinatına ve işlemesine lâzım levazımat ve maddeler, uzak yerlerden koşup geliyorlar. İşte, oraya bak: O şuursuz cisim HAŞİYE-2 güya bir işaret ediyor; en büyük bir cismi kendine hizmetkâr ediyor, kendi işlerinde çalıştırıyor.
Daha başka şeyleri bunlara kıyas et. Adeta herbir şey, bütün bu âlemdeki hilkatleri musahhar ediyor. Eğer o gizli zâtı kabul etmezsen, bütün bu memleketteki taşında, toprağında, hayvanında, insana benzer mahlûklarda, o zâtın bütün hünerlerini, san’atlarını, kemâlâtlarını, birer birer o şeylere vereceksin. İşte, aklın uzak gördüğü birtek mu’ciznümâ zâtın bedeline, milyarlar onun gibi mu’ciznümâ, hem birbirine zıt, hem birbirine misil, hem birbiri içinde bulunsun, bu intizam bozulmasın, ortalığı karıştırmasınlar. Halbuki bu koca memlekette iki parmak karışsa, karıştırır. Çünkü bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, karıştırır. Nerede kaldı, hadsiz hâkim-i mutlak beraber bulunsun!
Haşiye-1
Makine, meyvedar ağaçlara işarettir. Çünkü yüzer tezgâhları, fabrikaları incecik dallarında taşıyor gibi, hayretnümâ yaprakları, çiçekleri, meyveleri dokuyor, süslendiriyor, pişiriyor, bizlere uzatıyor. Halbuki çam ve katran gibi muhteşem ağaçlar kuru bir taşta tezgâhını atmış, çalışıp duruyorlar.
Haşiye-2
Hububata, tohumlara, sineklerin tohumcuklarına işarettir. Meselâ, bir sinek, bir karaağacın yaprağında yumurtasını bırakır. Birden, o koca karaağaç, yapraklarını o yumurtalara bir rahm-ı mâder, bir beşik, bal gibi bir gıda ile dolu bir mahzene çeviriyor. Adeta o meyvesiz ağaç, o surette zîruh meyveler veriyor.
abes: faydasız, anlamsız acib: hayret verici, şaşırtıcı azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) câmid: cansız dellâl: rehber, ilan edici eşya: şeyler, varlıklar hadsiz: sonsuz, sınırsız hâkim-i mutlak: tam ve kayıtsız egemenlik sahibi (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ) halet: hal, vaziyet haşiye: dipnot, açıklayıcı not hayretnümâ: hayret verici, şaşırtıcı hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
hizmetkâr: hizmetçi hububat: tohumlar icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d) ilânnâme: duyuru intizam: düzen (bk. n-ẓ-m) kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l) levazımat: gerekli şeyler lisan-ı hâl: hal ve beden dili mahluk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mahzen: depo misil: benzer mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z) muannid: inatçı muhteşem: görkemli, ihtişamlı musahhar: boyun eğmiş
nakış: işleme (bk. n-ḳ-ş) rahm-ı mâder: anne karnı (bk. r-ḥ-m) sikke: madenî para gibi şeyler üstüne vurulan damga, mühür suhulet: kolaylık suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şuursuz: bilinçsiz, idraksiz (bk. ş-a-r) tesadüfî: tesadüfen, rastgelet ezyinat: süslemeler (bk. z-y-n) vesvese: şüphe, kuruntu zîruh: ruh sahibi (bk. ẕî; r-v-ḥ)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, DÖRDÜNCÜ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Üçüncü Burhan.
“Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi İkinci Söz
Birinci Makam
ÜÇÜNCÜ BURHAN
Gel, bu müteharrik antika HAŞİYE-3 san’atlarına bak. Herbirisi öyle bir tarzda yapılmış; adeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor.
Hiç mümkün müdür ki, bu sarayın ustasından başka birisi gelip, bu acip sarayı küçük bir makinede derc etsin? Hem hiç mümkün müdür ki, bir kutu kadar bir makine, bütün bir âlemi içine aldığı halde, tesadüfî veyahut abes bir iş, içinde bulunsun?
Demek, bütün gözün gördüğü ne kadar antika makineler var, o gizli zâtın birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer ilânnâme hükmündedirler. Lisan-ı hâlleriyle derler ki: “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.”
Haşiye-3
Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zira hayvan, şu âlemin küçük bir fihristesi; ve mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musağğarı olduğundan, adeta âlemde ne varsa insanda nümunesi vardır.
acip: şaşırtıcı, hayret verici büzr: tohum cism-i hayvanî: canlı bedeni (bk. ḥ-y-y) çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş dellâl: rehber, ilan edici derc etmek: içine yerleştirmek dirhem: eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e) fihriste: indeks, plân gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b) halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ) haşiye: dipnot, açıklayıcı not hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d) ilânnâme: duyuru kâfi: yeterli kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) leziz: lezzetli lisan-ı hâl: hal ve beden dili mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası menzil: yer, mekan (bk. n-z-l) misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) mu’cize-i kuvvet: kuvvet mu’cizesi (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z) müteharrik: hareketli nümune: örnek nüsha: kopya nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni nüvat: çekirdek patiska: pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez râm olmak: boyun eğmek safsata: yalan, uydurma sikke: madenî para gibi şeyler üstüne vurulan damga, mühür suhulet: kolaylık tesadüfî: tesadüfen, rastgele turra: padişah mührü, imzası unsur: element zerre: atom zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, ÜÇÜNCÜ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör!” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam İkinci Burhan.
Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası yaptı. Bak, gör! – Cumartesi Dersleri 22. 2.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi İkinci Söz
Birinci Makam
İKİNCİ BURHAN
Gel, bütün bu ovaları, bu meydanları, bu menzilleri süslendiren şeyler üstünde dikkat et. Herbirisinde o gizli zattan haber veren işler var. Adeta herbiri birer turra, birer sikke gibi, o gaybî zattan haber veriyorlar. İşte, gözünün önünde, bak, bir dirhem pamuktan HAŞİYE-1 ne yapıyor:
Bak, kaç top çuha ve patiska ve çiçekli kumaş çıktı. Bak, ondan ne kadar şekerlemeler, yuvarlak tatlı köfteler yapılıyor ki, bizim gibi binler adam giyse ve yese kâfi gelir.
Hem de bak, bu demiri, toprağı, suyu, kömürü, bakırı, gümüşü, altını gaybî avucuna aldı, bir et parçası HAŞİYE-2 yaptı. Bak, gör!
İşte, ey akılsız adam, bu işler öyle bir zâta mahsustur ki, bütün bu memleket, bütün eczasıyla onun mu’cize-i kuvveti altında duruyor, her arzusuna râm oluyor.
Haşiye-1
Tohuma işarettir. Meselâ, zerre gibi bir afyon büzrü, bir dirhem gibi bir zerdali nüvatı, bir kavun çekirdeği, nasıl çuhadan daha güzel dokunmuş yapraklar, patiskadan daha beyaz ve sarı çiçekler, şekerlemeden daha tatlı ve köftelerden ve konserve kutularından daha lâtif, daha leziz, daha şirin meyveleri hazine-i rahmetten getiriyorlar, bize takdim ediyorlar.
Haşiye-2
Unsurlardan cism-i hayvanîyi halk ve nutfeden zîhayatı icad etmeye işarettir.
acip: şaşırtıcı, hayret verici büzr: tohum cism-i hayvanî: canlı bedeni (bk. ḥ-y-y) çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş derc etmek: içine yerleştirmek dirhem: eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e) fihriste: indeks, plân gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b) halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ) haşiye: dipnot, açıklayıcı not hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d) kâfi: yeterli kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) leziz: lezzetli mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası menzil: yer, mekan (bk. n-z-l) misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) mu’cize-i kuvvet: kuvvet mu’cizesi (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z) müteharrik: hareketli nümune: örnek nüsha: kopya nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni nüvat: çekirdek patiska: pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez râm olmak: boyun eğmek safsata: yalan, uydurma sikke: madenî para gibi şeyler üstüne vurulan damga, mühür turra: padişah mührü, imzası unsur: element zerre: atom zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, İKİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. ” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Birinci Burhan.
Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. – Cumartesi Dersleri 22. 1.
BİR ZAMAN iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acip bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.
Kemâl-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki, bir cihette bakılsa azîm bir âlem görünüyor; bir cihette bakılsa muntazam bir memleket, bir cihette bakılsa mükemmel bir şehir, diğer bir cihette bakılsa gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır.
Şu acaip âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki, bir kısım mahlûklar var; bir tarz ile konuşuyorlar, fakat bunlar onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız, işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.
O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: “Şu acip âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâ sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünkü, anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize medet verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekleyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir şehir tarzında,
Dipnot-1
“Allah insanlara misaller verir ki, düşünüp öğüt alsınlar.” İbrahim Sûresi, 14:25.
Dipnot-2
“Düşünsünler diye, insanlara Biz böyle misaller veriyoruz.” Haşir Sûresi, 59:21.
acaip: şaşırtıcı, hayret verici acîp: şaşırtıcı âciz: güçsüz, zavallı (bk. a-c-z) âlem: dünya (bk. a-l-m) azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) cihet: yön fevkalâde: olağanüstü kemâl-i hayret: tam bir şaşkınlık (bk. k-m-l)
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m) mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mâlik: sahip (bk. m-l-k) medet: yardım müdebbir: idareci (bk. d-b-r) muhteşem: görkemli, ihtişamlı
bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenâtın envâıyla tezyin eden ve ibretnümâ mu’cizatlarla donatan bir zat, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız. Hem ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır.”
Öteki adam dedi: “İnanmam, böyle bahsettiğin gibi bir zat bulunsun ve bütün bu âlemi tek başıyla idare etsin.”
Arkadaşı cevaben dedi ki: “Bunu tanımazsak, lâkayt kalsak, menfaati hiç yok. Zararı olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir; menfaati olursa pek azîmdir. Onun için, ona karşı lâkayt kalmak hiç kâr-ı akıl değildir.”
O serseri adam dedi: “Ben bütün rahatımı, keyfimi, onu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, tesadüfî ve karma karışık işlerdir; kendi kendine dönüyor. Benim neme lâzım?”
Akıllı arkadaşı ona dedi: “Senin bu temerrüdün beni de, belki çokları da belâya atacaktır. Bir edepsizin yüzünden, bazan olur ki, bir memleket harap olur.”
Yine o serseri dönüp dedi ki: “Ya kat’iyen bana ispat et ki, bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sânii vardır. Yahut bana ilişme.”
Cevaben, arkadaşı dedi: “Madem inadın divanelik derecesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi bir kahra giriftar edeceksin. Ben de sana On İki Burhan ile göstereceğim ki, bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. Ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihetle noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu’cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır.”
BİRİNCİ BURHAN
Gel, her tarafa bak, herşeye dikkat et. Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor. Çünkü, bak, bir dirhem HAŞİYE-1 kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek küçüklüğünde birşey, binler batman yükü kaldırıyor. Zerre kadar şuuru HAŞİYE-2 olmayan, gayet hakîmâne işler görüyor.
Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onları işlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. Eğer kendi başına olsa, bütün baştan başa bu gördüğümüz memlekette her iş mu’cize, herşey mu’cizekâr bir hârika olmak lâzım gelir. Bu ise bir safsatadır.
Haşiye-1
Ağaçları başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir.
Haşiye-2
Kendi kendine yükselmeyen ve meyvelerin sıkletine dayanmayan üzüm çubukları gibi nâzenin nebâtâtın, başka ağaçlara lâtif eller atıp sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir.
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) batman: eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi burhan: güçlü, mantıkî delil cihet: yön, taraf dirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi dîvane: deli envâ: çeşitler, türler giriftar etmek: düşürmek, müptelâ etmek, dûçar etmek hakîmâne: hikmetli bir biçimde (bk. ḥ-k-m)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not ibretnümâ: ibret verici kahr: mahv, helâk, batırma kâr-ı akıl: aklın kabul edeceği iş kat’iyen: kesinlikle kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) lâkayt: ilgisiz lâtif: ince, hoş (bk. l-ṭ-f) mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mâlik: sahip (bk. m-l-k) meşakkat: güçlük mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z) müzeyyenat: süslü varlıklar (bk. z-y-n) nâzenin: ince, nâzik nebatat: bitkiler noksaniyet: eksiklik safsata: yalan, uydurma sâni: sanatkâr (bk. ṣ-n-a) sıklet: ağırlık şuur: bilinç, anlayış (bk. ş-a-r) temerrüd: inat, karşı gelme tesadüfî: rastlantı tezyin etmek: süslemek (bk. z-y-n) zerre: atom, çok küçük parça
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, BİRİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş?” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam Beşinci Vecih.
Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? – Cumartesi Dersleri 21. 10.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı
BEŞİNCİ VECİH
Mesâil-i imâniyede şüphe suretinde gelen vesvesedir. Biçare vesveseli adam, bazan tahayyülü taakkul ile iltibas eder. Yani, hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder. Hem bazan tevehhüm ettiği bir şüpheyi, imana zarar veren bir şek zanneder. Hem bazan tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-i aklîye girmiş bir şüphe zanneder. Hem bazan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yani, dalâletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i müfekkirenin cevelânını ve tetkikatını ve bîtarafâne muhakemesini, hilâf-ı iman zanneder. İşte, telkinât-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek, “Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş” der. O haller galiben ihtiyarsız olduğundan, cüz-ü ihtiyarîsiyle ıslah edemediğinden ye’se düşer. Bu yaranın merhemi şudur ki:
Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir.
acz: güçsüzlük (bk. a-c-z) amel: dinin emirlerini yerine getirme biçare: çaresiz bîtarafâne: tarafsız cevelân: dolaşma cüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r) dalâlet: hak yoldan sapkınlık inançsızlık (bk. ḍ-l-l) dehâlet etmek: sığınmak eda etmek: yerine getirmek emr-i küfrî: inkârla ilgili husus (bk. k-f-r) esbab: sebepler (bk. s-b-b) evlâ: daha iyi galiben: çoğunlukla hakikat-i hal: işin aslı, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) halel: zarar, eksiklik harec: zorluk hilâf-ı iman: imana zıt (bk. e-m-n) ihtiyar: irade, istek, tercih (bk. ḫ-y-r) iltibas: karıştırma
Tasavvur-u dalâlet, dalâlet olmadığı gibi, tefekkür-ü dalâlet dahi dalâlet değildir. Çünkü hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür, tasdik-i aklîden ve iz’ân-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz-ü ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz’an öyle değiller. Bir mizana tâbidirler.
Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasıl ki tasdik ve iz’an değiller. Öyle de, şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Fakat, eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi şüphe, ondan tevellüt edebilir.
Hem bîtarafâne muhakeme namıyla veya insaf namına deyip, şıkk-ı muhalifi iltizam ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizam eder. Ona vâcip olan hakkın iltizamı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrur eder.
Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani, birşeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkûk tevehhüm eder. Halbuki, ilm-i kelâmın kaidelerindendir ki, imkân-ı zâtî ise yakîn-i ilmîye münâfi değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Meselâ, şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki, yakînen o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şüphesiz biliyoruz. Ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zâtî bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ şu güneş, zâtında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulû etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez.
İşte, bunun gibi, meselâ hakaik-ı imâniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler,
aklen: akıl bakımından bitarafâne: tarafsız bir şekilde cihet: yöncüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r) dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) gurub: batma hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakaik-i imâniye: iman hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n) hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) halet: durum, hal hasım: düşman hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-ḫ-r) ihtimal-i imkânî: mümkün olma ihtimali (bk. m-k-n) ihtiyar: irade, tercih (bk. ḫ-y-r) ilm-i kelâm: kelâm ilmi (bk. a-l-m; k-l-m) iltibas: karıştırma iltizam: taraf tutma imkân-ı zâtî: bir şeyin aslında mümkün olması (bk. m-k-n)
imkân-ı zihnî: bir şeyin mümkün olabileceğini zihinde düşünmek (bk. m-k-n) insaf: merhamet ve adâlet dâiresinde hareket iz’an: kesin şekilde inanma iz’ân-ı kalbî: kalben kabul etme kaide: kural meşkûk: şüpheli mizan: ölçü (bk. v-z-n)muhakeme: değerlendirme (bk. ḥ-k-m) muhtemel: ihtimal dahilinde münâfi: aykırı, zıt müstekar: kararlı, yerleşmiş nevi: çeşit, tür şek: şüphe şıkk-ı muhalif: karşı taraf tâbi: uyma tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l) takarrur: karar kılma, yerleşme taraf-ı muhalif: karşı taraf tasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r) tasavvur-u dalâlet: inançsızlığı zihinde şekillendirme (bk. ṣ-v-r; ḍ-l-l) tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tasdik-i aklî: aklen doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ) tefekkür: düşünme (bk. f-k-r) tefekkür-ü dalâlet: inançsızlığı düşünme (bk. f-k-r; ḍ-l-l) teklif-i dinî: dinin yükümlülükleri tereddüt: şüphede kalma tevehhüm: olmayan şeyi varmış gibi düşünme, kuruntuya kapılma tevellüt: doğma, meydana gelme tulû: doğma vâcip: zorunlu (bk. v-c-b) vehim: kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşünce vekil-i fuzulî: gereksiz vekil vesvese: şüphe, kuruntu yakîn: kesinlik (bk. y-ḳ-n) yakîn-i ilmî: kesin ve sağlam bilgi (bk. y-ḳ-n; a-l-m) yakînen: kesin olarak (bk. y-ḳ-n) zaruret-i zihniye: zihnin zorunlulukları zâtı: kendisi zıddiyet: zıtlık, karşıtlık
yani, “Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur” olan kaide-i meşhure, hem usulü’d-din, hem usulü’l-fıkhın kaide-i mukarreresindendir.
Eğer desen: “Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş?”
Elcevap: İfrâta varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebeptir, taharrîye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı atar, tehâvünü def eder. Onun için, Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş, beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîme şekvâ etmeli,
اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ 2
demeli.
Dipnot-1
bk. Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-i İslâmiye ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kamusu 1:279.
Dipnot-2
“Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.”
asl-ı vesvese: vesvesenin aslı beşer: insan binaen: –dayanarak, dolayı dâî: sebep dâr-ı imtihan: imtihan yeri def etme: ortadan kaldırma galebe çalmak: üstün gelmek Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ) Hakîm-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m)
hikmet: sebep, gaye (bk. ḥ-k-m) ifrât: aşırılık kaide-i meşhur: bilinen kural kaide-i mukarrere: kesinleşmiş kural kamçı-yı teşvik: teşvik kamçısı lâkaytlık: ilgisizlik, duyarsızlık meydan-ı müsabaka: yarış meydanı mü’min: iman etmiş (bk. e-m-n) müz’iç olan: sıkıntı veren muzır: zararlı neş’et: meydana gelme şekvâ: şikayet taharrî: araştırma, inceleme
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “İşlediğin ameline ‘Acaba sahih olmuş mu?’ deyip vesvese etme. Fakat ‘Kabul olmuş mu?’ de, gururlanma, ucbe girme.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam Dördüncü Vecih.
İşlediğin ameline “Acaba sahih olmuş mu?” deyip vesvese etme. Fakat “Kabul olmuş mu?” de, gururlanma, ucbe girme. – Cumartesi Dersleri 21. 9.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı
DÖRDÜNCÜ VECİH
Amelin en iyi suretini taharrîden neş’et eden bir vesvesedir ki, takvâ zannıyla teşeddüt ettikçe, hal ona şiddetlenir. Hattâ bir dereceye varır ki, o adam amelin daha evlâsını ararken harama düşer. Bazan bir sünnetin araması, bir vâcibi terk ettiriyor. “Acaba amelim sahih oldu mu?” der, iade eder. Bu hal devam eder, gayet ye’se düşer. Şeytan şu halinden istifade eder, onu yaralar. Şu yaranın iki merhemi var.
BİRİNCİ MERHEM: Bu gibi vesvese, ehl-i i’tizâle lâyıktır. Çünkü onlar derler: “Medar-ı teklif olan ef’al ve eşya, kendi zâtında, âhiret itibarıyla ya hüsnü var, sonra o hüsne binaen emredilmiş; veya kubhu var, sonra ona binaen nehyedilmiş. Demek eşyada, âhiret ve hakikat nokta-i nazarında olan hüsün ve kubh zâtîdir; emir ve nehy-i İlâhî ona tâbidir.” Bu mezhebe göre, insan her işlediği amelde şöyle bir vesvese gelir: “Acaba amelim nefsülemirdeki güzel surette yapılmış mıdır?”
Amma mezheb-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat derler ki: “Cenâb-ı Hak bir şeye emreder, sonra hasen olur. Nehyeder, sonra kabih olur.” Demek emirle güzellik, nehiyle çirkinlik tahakkuk eder. Hüsün ve kubh, mükellefin ıttılaına bakar ve ona göre takarrur eder. Şu hüsün ve kubh ise, surî ve dünyaya bakan yüzünde değil, belki âhirete bakan yüzdedir. Meselâ sen namaz kıldın veya abdest aldın. Halbuki namazını ve abdestini fesada verecek bir sebep, nefsülemirde varmış; lâkin sen ona hiç muttali olmadın. Senin namazın ve abdestin hem sahihtir, hem hasendir. Mûtezile der: “Hakikatte kabih ve fâsittir. Lâkin senden kabul edilir. Çünkü cehlin var, bilmedin; ve özrün var.” Öyle ise, Ehl-i Sünnet mezhebine göre zahir-i şeriate muvafık olarak işlediğin ameline “Acaba sahih olmuş mu?” deyip vesvese etme. Fakat “Kabul olmuş mu?” de, gururlanma, ucbe girme.
İKİNCİ MERHEM: Dinde harec yoktur.
لاَحَرَجَ فِى الدِّينِ 1
Madem dört mezhep haktır. Madem istiğfara müncer olan derk-i kusur ise, gurura müncer olan hüsn-ü amelin rüyetine—böyle vesveseli adama—müreccahtır. Yani, böyle
Dipnot-1
“Dinde zorluk yoktur.” (Şer’î bir hükümdür.)
âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r) amel: dinin emirlerini yerine getirmek binâen: –dayanarak, dolayı cehl: cahillik, bilgisizlik derk-i kusur: kusurunu anlama ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l) ehl-i i’tizâl: Mûtezile mezhebinin mensupları Ehl-i Sünnet ve Cemaat: Hz. Muhammed’in sünnetine uyan, onun yolundan giden büyük Müslüman topluluk (bk. s-n-n; c-m-a) eşya: şeyler, varlıklar evlâ: daha iyi fâsit: bozuk fesada vermek: bozmak hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) harec: zorluk hasen: güzel (bk. ḥ-s-n) hüsn-ü amel: güzel amel (bk. ḥ-s-n) hüsün: güzellik (bk. ḥ-s-n) istifade: faydalanma, yararlanma
istiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme (bk. ğ-f-r) ıttıla: bilgi sahibi olma kabih: çirkin kubh: çirkinlik lâkin: fakat medar-ı teklif: görev ve sorumluluk sebebi mezheb-i hak: doğru mezhep (bk. ẕ-h-b; ḥ-ḳ-ḳ) mezhep: dinde tutulan yol (bk. ẕ-h-b) mükellef: yükümlü müncer olan: sonuçlanan müreccah: tercih edilen Mûtezile: kendi akıllarını temel unsur kabul edip, Kur’ân ve sünneti ona uydurmaya çalışan Ehl-i Sünnet dışı bâtıl bir mezhep muttali olma: bilme muvafık: uygun nefsülemir: işin kendisi, aslı (bk. n-f-s) nehy-i İlâhî: Allah’ın yasaklaması (bk. e-l-h) nehyetmek: yasaklamak
neş’et etmek: meydana gelmek nokta-i nazar: görüş, bakış açısı (bk. n-ẓ-r) rüyet: görme sahih: doğru, kusursuz sünnet: Resulullahın söz ve hareketlerine dayanan yüce prensipler (bk. s-n-n) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) surî: görünüşteki tâbi: uyan tahakkuk: gerçekleşme (bk. ḥ-ḳ-ḳ) taharrî: araştırma takarrur: karar bulma takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma (bk. v-ḳ-y) teşeddüt: şiddetlenme ucb: kendini beğenme, gurur vâcib: yerine getirilmesi zorunlu olup, yapılmadığı takdirde günahı olan İlâhî emir (bk. v-c-b) vesvese: şüphe, kuruntu ye’s: ümitsizlik zahir-i şeriat: şeriatın görünürdeki yönü (bk. ẓ-h-r; ş-r-a) zâtî: kendinden olma
vesveseli adam, amelini güzel görüp gurura düşmektense, amelini kusurlu görse, istiğfar etse, daha evlâdır.
Madem böyledir. Sen vesveseyi at. Şeytana de ki: Şu hal bir harecdir. Hakikat-i hale muttali olmak güçtür, dindeki yüsre münafidir.
لاَحَرَجَ فِى اَلدِّينُ 1 اَلدِّينُ يُسْرٌ 2
esasına muhaliftir. Elbette böyle amelim bir mezheb-i hakka muvafık gelir. O bana kâfidir. Hem lâakal ben aczimi itiraf ederek, ibadeti lâyıkı vechile eda edemediğimden istiğfar ve tazarru ile merhamet-i İlâhiyeye dehâlet edip, kusurum affolunmak, kusurlu amelim kabul olunmak için mütezellilâne bir niyaza vesiledir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Cumartesi Derslerinde bu hafta “Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes’uliyet yoktur.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam Üçüncü Vecih.
Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes’uliyet yoktur. – Cumartesi Dersleri 21. 8.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı
ÜÇÜNCÜ VECİH
Budur ki: Eşya mabeynlerinde bazı münasebât-ı hafiye bulunur. Hattâ, hiç ümit etmediğin şeyler içinde münasebet ipleri bulunur. Ya bizzat bulunur; veya senin hayalin, meşgul olduğu san’ata göre o ipleri yapmış, onları birbiriyle bağlamış.
Şu sırr-ı münasebettendir ki, bazan bir mukaddes şeyi görmek, bir mülevves şeyi hatıra getirir. Fenn-i beyanda beyan olunduğu gibi, “Hariçte uzaklık sebebi olan zıddiyet ise, hayalde sebeb-i kurbiyettir.” Yani, iki zıddın suretlerinin cem’ine vasıta, bir münasebet-i hayaliyedir. Bu münasebetle gelen tahattura “tedâi-yi efkâr” tabir edilir. Meselâ, sen namazda, münacatta, Kâbe karşısında, huzur-u İlâhîde iken, âyâtı tefekkürde olduğun bir halde, şu tedâi-yi efkâr, seni tutup en uzak mâlâyâniyât-ı rezileye sevk eder.
Senin başın böyle bir tedâi-yi efkâra müptelâ ise, sakın telâş etme. Belki intibaha geldiğin anda dön. “Aman, ne kusur ettim!” deyip tetkikle meşgul olup durma; tâ o zayıf münasebet, senin dikkatinle kuvvet peyda etmesin. Zira, teessür gösterdikçe, ehemmiyet verdikçe, senin o zayıf tahatturun melekeye döner, bir maraz-ı hayalî olur. Korkma, maraz-ı kalbî değil. Şu nevi tahattur ise, galiben ihtiyarsızdır. Hususan, hassas asabîlerde daha galiptir. Şeytan şu nevi vesvesenin madenini çok işlettirir.
Şu yaranın merhemi şudur ki:
Tedâi-yi efkâr, galiben ihtiyarsızdır; onda mes’uliyet yoktur. Hem tedâide mücaveret var, temas ve ihtilât yoktur. Onun için, efkârın keyfiyetleri birbirine sirayet etmez, birbirine zarar vermez. Nasıl ki, şeytan ile melek-i ilham, kalb taraflarında mücaveretleri var. Ve füccar ve ebrârın karâbetleri ve bir meskende durmaları zarar vermez. Öyle de, tedâi-yi efkâr saikasıyla, istemediğin pis hayalât gelip nezih efkârın içine girse, zarar vermez-meğer kasten olsa veya zarar zannıyla onunla ziyade meşgul olsa. Hem bazan kalb yoruluyor. Fikir, kendini eğlendirmek için rastgele birşeyle meşgul olur. Şeytan fırsat bulur. Pis şeyleri önüne serpiyor, sürüyor.
amel: dinin emirlerini yerine getirmek asabî: sinirli âyât: âyetler beyan: açıklama (bk. b-y-n) cem’: bir araya gelme (bk. c-m-a) ebrâr: iyi kimseler efkâr: fikirler, düşünceler (bk. f-k-r) eşya: şeyler, varlıklar fenn-i beyan: konuşma bilimi (bk. b-y-n) füccar: günahkârlar galiben: çoğunlukla galip: daha kuvvetli, baskın hariç: dış hayalât: hayaller (bk. ḫ-y-l) hususan: özellikle huzur-u İlâhî: Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; e-l-h) ihtilât: karışma ihtiyar: irade, tercih (bk. ḫ-y-r) intibah: uyanış Kâbe: (bk. bilgiler) karâbet: yakınlık kasten: bilerek ve isteyerek (bk. ḳ-s-d) keyfiyet: durum, esas
kuvvet peyda etmek: kuvvet kazanmak mabeyn: ara maden: kaynak mâlâniyât-ı reziliye: kötü ve çirkin şeyler (bk. mâ-lâ) maraz-ı hayalî: hayalî hastalık (bk. ḫ-y-l) maraz-ı kalbî: kalbî hastalık melek-i ilham: ilham meleği (bk. m-l-k) meleke: alışkanlık (bk. m-l-k) mes’uliyet: sorumluluk mesken: yer, ev (bk. s-k-n) mücaveret: komşuluk mukaddes: kutsal (bk. ḳ-d-s) mülevves: kirli, pis münacat: dua, yakarış (bk. n-c-v) münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b) münasebât-ı hafiye: gizli münasebetler (bk. n-s-b) münasebet-i hayaliye: hayalî münasebet, bağlantı (bk. n-s-b; ḫ-y-l) müptelâ: bağımlı, tutkun neş’et etmek: meydana gelmek
nevi: çeşit nezih: temiz, pak (bk. n-z-h) saika: sevk etme sebeb-i kurbiyet: yakınlık sebebi (bk. s-b-b) sirayet: bulaşma sırr-ı münasebet: münasebet, ilişki sırrı (bk. n-s-b) suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r) tabir: ifade (bk. a-b-r) taharrî: araştırma tahattur: hatırlama takvâ: Allah’tan korkup emir ve yasaklarına titizlikle uyma (bk. v-ḳ-y) tedâi: çağrışım tedâi-yi efkâr: fikirlerin çağrışımı (bk. f-k-r) teessür: üzüntü tefekkür: düşünme (bk. f-k-r) teşeddüt: şiddetlenme tetkik: inceleme vesvese: şüphe, kuruntu ziyade: fazla zıddiyet: zıtlık
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam, ÜÇÜNCÜ VECİH, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam İkinci Vecih.
Mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. – Cumartesi Dersleri 21. 7.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı
İKİNCİ VECİH
Budur ki, mânâlar kalbden çıktıkları vakit, suretlerden çıplak olarak hayale girerler, oradan suretleri giyerler. Hayal ise, her vakit bir sebep tahtında bir nevi suretleri nesceder. Ehemmiyet verdiği şeyin suretlerini yol üstünde bırakır. Hangi mânâ geçse, ya ona giydirir, ya takar, ya bulaştırır, ya perde eder. Eğer mânâlar münezzeh ve temiz iseler, suretler mülevves ve rezil ise, giymek yoktur, fakat temas var. Vesveseli adam, teması, telebbüsle iltibas eder. “Eyvah!” der. “Kalbim ne kadar bozulmuş. Bu sefillik, bu hisset-i nefs, beni matrud eder.” Şeytan onun şu damarından çok istifade eder.
Şu yaranın merhemi şudur: Dinle ey biçare! Nasıl ki senin namazın edeb-i nezihânesinin vesilesi olan zahirî taharete, batnının bâtınındaki necaset ona tesir etmez ve bozmaz. Öyle de, maânî-i mukaddesenin, suret-i mülevveseye mücavereti zarar etmez. Meselâ, sen âyât-ı İlâhiyeyi tefekkür ediyorsun. Birden, bir maraz, ya bir iştiha, ya bevl gibi bir emr-i müheyyic şiddetle senin hissine dokunuyor. Elbette senin hayalin, devâ-i illet ve kaza-i hâcetin levazımatını görecek, bakacak, onlara münasip süflî suretleri nescedecek. Ve gelen mânâlar ortalarından geçecekler. Geçeceklere ne beis vardır, ne televvüs var ve ne zarar var ve ne hatar var. Yalnız hatar ise, hasr-ı nazardır, zann-ı zarardır.
levazımat: gerekli şeyler lümme-i şeytani: şeytanın verdiği kuruntu maân-i mukaddese: kutsal mânâlar (bk. a-n-y; ḳ-d-s) mabeyn: ara maraz: hastalık matrud: kovulmuş mücaveret: komşuluk mülevves: kirli, pis münasebât-ı hafiye: gizli münasebetler (bk. n-s-b) münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b) münasip: uygun (bk. n-s-b) münezzeh: temiz, kusurdan uzak (bk. n-z-h) mutazarrır: zarar gören müteessif: hayıflanmış, eseflenmiş müteessir: etkilenmiş, üzüntülü
necaset: pislik nescetme: dokuma, örme nevi: çeşit sefillik: aşağılık, çirkinlik süflî: aşağılık suret: görüntü (bk. ṣ-v-r) suret-i mülevves: kirli ve çirkin görünüş (bk. ṣ-v-r) taharet: temizlik tahtında: altında tefekkür: düşünme (bk. f-k-r) telebbüs: giyme televvüs: kirlenme tevehhüm: kuruntuya kapılma, olmayan şeyi var zannetme tevehhüm-ü zarar: zarar zannetmek vesvese: şüphe, kuruntu zahirî: görünürdeki (bk. ẓ-h-r) zann-ı zarar: zararlı sanma
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam, İKİNCİ VECİH, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “EY MARAZ-I VESVESE İLE MÜPTELÂ! Biliyor musun, vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer; ehemmiyet vermezsen söner.” konusu işlenmektedir. Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam Birinci Vecih – Birinci Yara.
EY MARAZ-I VESVESE İLE MÜPTELÂ! Biliyor musun, vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer; ehemmiyet vermezsen söner. Ona büyük nazarıyla baksan büyür; küçük görsen küçülür. Korksan ağırlaşır, hasta eder; havf etmezsen hafif olur, mahfî kalır. Mahiyetini bilmezsen devam eder, yerleşir; mahiyetini bilsen, onu tanısan, gider.
Öyle ise, şu musibetli vesvesenin aksâm-ı kesiresinden kesîrü’l-vuku olan yalnız Beş Vechini beyan edeceğim; belki sana ve bana şifa olur. Zira şu vesvese öyle birşeydir ki, cehil onu davet eder, ilim onu tard eder. Tanımazsan gelir, tanısan gider.
BİRİNCİ VECİH – BİRİNCİ YARA
Şeytan, evvelâ şüpheyi kalbe atar. Eğer kalb kabul etmezse, şüpheden şetme döner. Hayale karşı şetme benzer bazı pis hatıraları ve münâfi-i edep çirkin halleri tasvir eder. Kalbe “Eyvah!” dedirtir, ye’se düşürtür. Vesveseli adam zanneder ki, kalbi, Rabbine karşı sû-i edepte bulunuyor. Müthiş bir halecan ve heyecan hisseder. Bundan kurtulmak için huzurdan kaçar, gaflete dalmak ister. Bu yaranın merhemi budur:
Bak, ey biçare vesveseli adam! Telâş etme. Çünkü senin hatırına gelen şetim değil, belki tahayyüldür. Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi; tahayyül-ü şetm dahi şetm değildir. Zira, mantıkça, tahayyül, hüküm değildir. Şetm ise hükümdür.
Hem bununla beraber, o çirkin sözler, senin kalbinin sözleri değil. Çünkü senin kalbin, ondan müteessir ve müteessiftir. Belki kalbe yakın olan lümme-i şeytanîden geliyor. Vesvesenin zararı, tevehhüm-ü zarardır. Yani, onu zararlı tevehhüm etmekle, kalben mutazarrır olmaktır. Çünkü hükümsüz bir tahayyülü hakikat tevehhüm eder. Hem şeytanın işini kendi kalbine mal eder; onun sözünü ondan zanneder. Zarar anlar, zarara düşer. Zaten şeytanın da istediği odur.
Dipnot-1
“Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da, ey Rabbim, Sana sığınırım.” Mü’minûn Sûresi, 23:97-98.
aksâm-ı kesire: çok kısımlar (bk. k-s̱-r) beyan: açıklama (bk. b-y-n) biçare: çaresiz cehil: câhillik, bilgisizlik evvelâ: önce gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) halecan: titreme, çarpıntı havf etmek: korkmak kesîrü’l-vuku: çok ve sık vuku bulan (bk. k-s̱-r) lümme-i şeytani: şeytanın verdiği kuruntu
mahfî: gizli mahiyet: nitelik, esas, iç yüz maraz-ı vesvese: şüphe ve kuruntu hastalığı münâfi-i edep: edebe aykırı müptelâ: bağımlı, tutulmuş musibet: belâ, sıkıntı mutazarrır: zarar gören müteessif: hayıflanmış, eseflenmiş müteessir: etkilenmiş, üzüntülü nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) şetm: çirkin söz, kötü düşünce sû-i edep: edepsizlik tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l) tahayyül-ü küfür: küfrü hayal etme (bk. ḫ-y-l; k-f-r)
tahayyül-ü şetm: çirkin ve kötü şeyleri hayal etme (bk. ḫ-y-l) tard etmek: kovmak tasvir: resimleme, suret verme (bk. ṣ-v-r) tazammun: içine alma, içerme tevehhüm: kuruntuya kapılma, olmayan şeyi var zannetme tevehhüm-ü zarar: zarar zannetmek vecih: yön, yüz vesvese: şüphe, kuruntu ye’s: ümitsizlik zira: çünkü
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam, BİRİNCİ VECİH – BİRİNCİ YARA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz Birinci Makam Beşinci İkaz.
Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun? – Cumartesi Dersleri 21. 5.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Birinci Söz
Birinci Makam
…
BEŞİNCİ İKAZ
Ey dünyaperest nefsim! Acaba ibadetteki füturun ve namazdaki kusurun meşâgıl-i dünyeviyenin kesretinden midir veyahut derd-i maişetin meşgalesiyle vakit bulamadığından mıdır? Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarf ediyorsun?
Sen istidat cihetiyle bütün hayvânâtın fevkinde olduğunu ve hayat-ı dünyeviyenin levâzımâtını tedarikte iktidar cihetiyle bir serçe kuşuna yetişemediğini biliyorsun. Bundan neden anlamıyorsun ki, vazife-i asliyen hayvan gibi çabalamak değil, belki hakikî bir insan gibi hakikî bir hayat-ı daime için sa’y etmektir?
Bununla beraber, meşâgıl-i dünyeviye dediğin, çoğu sana ait olmayan ve fuzulî bir surette karıştığın ve karıştırdığın mâlâyâni meşgalelerdir. En elzemini bırakıp, güya binler sene ömrün var gibi, en lüzumsuz malûmatla vakit geçiriyorsun. Meselâ “Zuhal’in etrafındaki halkaların keyfiyeti nasıldır?” ve “Amerika tavukları ne kadardır?” gibi kıymetsiz şeylerle, kıymettar vaktini geçiriyorsun. Güya kozmoğrafya ilminden ve istatistikçi fenninden bir kemâl alıyorsun!
Eğer desen, “Beni namazdan ve ibadetten alıkoyan ve fütur veren öyle lüzumsuz şeyler değil, belki derd-i maişetin zarurî işleridir.” Öyle ise, ben de sana derim ki:
Eğer yüz kuruş bir gündelikle çalışsan, sonra biri gelse, dese ki: “Gel, on dakika kadar şurayı kaz; yüz lira kıymetinde bir pırlanta ve bir zümrüt bulacaksın.” Sen ona “Yok, gelmem. Çünkü on kuruş gündeliğimden kesilecek, nafakam azalacak” desen, ne kadar divanece bir bahane olduğunu elbette bilirsin.
Aynen onun gibi, sen şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen, o vakit, bereketli
derd-i maişet: geçim derdi (bk. a-y-ş) divanece: akılsızca dünyaperest: dünyaya tutkun dünyevî: dünyaya ait elzem: çok gerekli olan fen: bilim fevkinde: üstünde fütur: usanç fütursuz: usanmadan fuzulî: lüzumsuz hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haps-i ebedi: sonsuz hapis (bk. e-b-d) havf: korku hayat-ı daime: devamlı hayat (bk. ḥ-y-y) hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
iktidar: kuvvet, güç (bk. ḳ-d-r) istidat: yetenek, kabiliyet (bk. a-d-d) istihfaf: hafife alma itham: suçlama kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l) kesret: çokluk (bk. k-s̱-r) keyfiyet: nitelik, özellik kıymettar: kıymetli, değerli kozmoğrafya: gökbilimi, astronomi lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) levâzımat: gerekli şeyler mâlâyâni: anlamsız, faydasız (bk. mâ-lâ) malûmat: bilgiler (bk. a-l-m) medar: sebep, vesile
meşâgıl-i dünyeviye: dünya meşguliyetleri meşgale: meşguliyet, iş münhasır: sınırlı müstehak: hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ) nafaka: geçim için gerekli olan şey sa’y: çalışma semere: ürün suhre: zoraki, angarya iş gören suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) tâzip: azap verme, cezalandırma tedarik: elde etme tedip: edeplendirme, haddini bildirme vazife-i asliye: asıl görev Zuhal: Satürn gezegeni
nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki maden-i mânevî bulursun.
Birinci maden: Bütün bağındaki HAŞİYE-1 yetiştirdiğin, çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebatın, her ağacın tesbihatından, güzel bir niyetle, bir hisse alıyorsun.
İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulâttan kim yese-hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun-sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şartla ki, sen Rezzâk-ı Hakikî namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve Onun malını Onun mahlûkatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan…
İşte, bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder. Ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder. Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflâs eder. Hattâ ihtiyarlandıkça bahçecilikten usanır, fütur gelir. “Neme lâzım,” der. “Ben zaten dünyadan gidiyorum. Bu kadar zahmeti niçin çekeceğim?” diyecek, kendini tembelliğe atacak. Fakat evvelki adam der: “Daha ziyade ibadetle beraber sa’y-i helâle çalışacağım. Tâ kabrime daha ziyade ışık göndereceğim, âhiretime daha ziyade zahîre tedarik edeceğim.”
Elhasıl: Ey nefis! Bil ki, dünkü gün senin elinden çıktı. Yarın ise, senin elinde senet yok ki ona mâliksin. Öyle ise, hakikî ömrünü, bulunduğun gün bil; lâakal günün bir saatini, ihtiyat akçesi gibi, hakikî istikbal için teşkil olunan bir sandukça-i uhreviye olan bir mescide veya bir seccadeye at.
Hem bil ki, her yeni gün, sana, hem herkese bir yeni âlemin kapısıdır. Eğer namaz kılmazsan, senin o günkü âlemin zulümatlı ve perişan bir halde gider, senin aleyhinde âlem-i misalde şehadet eder. Zira herkesin, her günde, şu âlemden bir mahsus âlemi var.
Hem o âlemin keyfiyeti, o adamın kalbine ve ameline tâbidir. Nasıl ki, âyinende görünen muhteşem bir saray, âyinenin rengine bakar. Siyah ise siyah görünür; kırmızı ise kırmızı görünür. Hem onun keyfiyetine bakar. O âyine şişesi düzgünse, sarayı güzel gösterir. Düzgün değilse çirkin gösterir. En nazik şeyleri kaba gösterdiği misillü, sen kalbinle, aklınla, amelinle, gönlünle, kendi
Haşiye-1
Bu Makam, bir bağda, bir zâta bir derstir ki, bu tarzla beyan edilmiş.
âlem-i misal: görüntüler âlemi (bk. a-l-m; m-s̱-l) amel: iş, fiil âyine: ayna beyan: açıklama (bk. b-y-n) elhasıl: kısaca, özetle fütur: usanç hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hasâret: ziyan haşiye: dipnot açıklayıcı not ihtiyat akçesi: tedbir akçesi, yedek para istikbal: gelecek keyfiyet: nitelik, özellik kuvve-i mânevî: mânevî kuvvet (bk. a-n-y) lâakal: en az maden-i mânevî: mânevî kaynak (bk. a-n-y) mahlukât: yaratılmışlar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahsulât: ürünler mahsus: özel mâlik: sahip (bk. m-l-k) menba: kaynak misillü: gibi (bk. m-s̱-l) nafaka-i dünyeviye: dünya hayatında geçinmek için lüzumlu olan şey nafaka-i uhreviye: âhiret hayatında geçinmek için lüzumlu olan şey (bk. e-ḫ-r) nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) nebat: bitki Rezzâk-ı Hakikî: gerçek rızık verici olan Allah (bk. r-z-ḳ; ḥ-ḳ-ḳ)sa’y: çalışma sa’y-i helâl: helâl çalışma sandukça-i uhreviye: âhiret sandığı (bk. e-ḫ-r)
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d) şevk: şiddetli arzu ve istek tâbi: uyan tasarruf etmek: kullanmak (bk. ṣ-r-f) tedarik: elde etme tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler (bk. s-b-ḥ) teşkil olunmak: oluşturulmak tevziat: dağıtım zâd-ı âhiret: âhiret azığı (bk. e-ḫ-r) zahîre: azık ziyade: çok, fazla zulümatlı: karanlık (bk. ẓ-l-m)
âleminin şeklini değiştirirsin. Ya aleyhinde, ya lehinde şehadet ettirebilirsin. Eğer namazı kılsan, o namazınla o âlemin Sâni-i Zülcelâline müteveccih olsan, birden, sana bakan âlemin tenevvür eder. Adeta namazın bir elektrik lâmbası ve namaza niyetin onun düğmesine dokunması gibi, o âlemin zulümâtını dağıtır ve o hercümerc-i dünyeviyedeki karma karışık perişaniyet içindeki tebeddülât ve harekât, hikmetli bir intizam ve mânidar bir kitabet-i kudret olduğunu gösterir.
اَللهُ نُورُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 1
âyet-i pür-envârından bir nuru senin kalbine serper. Senin o günkü âlemini, o nurun in’ikâsıyla ışıklandırır, senin lehinde nuraniyetle şehadet ettirir.
Sakın deme, “Benim namazım nerede, şu hakikat-i namaz nerede?” Zira, bir hurma çekirdeği, bir hurma ağacı gibi, kendi ağacını tavsif eder. Fark yalnız icmal ve tafsil ile olduğu gibi; senin ve benim gibi bir âmînin—velev hissetmezse—namazı, büyük bir velînin namazı gibi şu nurdan bir hissesi var, şu hakikatten bir sırrı vardır—velev şuurun taallûk etmezse. Fakat derecâta göre inkişaf ve tenevvürü ayrı ayrıdır. Nasıl bir hurma çekirdeğinden tâ mükemmel bir hurma ağacına kadar, ne kadar merâtip bulunur. Öyle de, namazın derecatında da daha fazla meratip bulunabilir. Fakat bütün o merâtipte, o hakikat-i nuraniyenin esası bulunur.
“Allah göklerin ve yerin nurudur.” Nur Sûresi, 24:35.
Dipnot-2
Allahım! “Namaz dinin direğidir”(Tirmizî, İmân: 8; İbni Mâce, Fiten: 12; Müsned, 5:231, 237; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:76.) buyuran zâta ve bütün âl ve ashâbına salât ve selâm et.
âmî: cahil âyet-i pür-envâr: nurlarla dolu âyet (bk. n-v-r) derecât: dereceler hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i namaz: gerçek namaz; namazın gerçek mahiyeti, esası (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i nuraniye: parlak hakikat (bk. ḥ-ḳ-ḳ; n-v-r) harekât: hareketler hercümerc-i dünyeviye: dünyanın kargaşaları hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)