ORTAOKUL SOSYAL BİLGİLER 7. SINIF 1. ÜNİTE: Birey ve Toplum – OKUMA PARÇASI – Lokman’ın Çocuğuna ve Tüm Çocuklara Öğütleri

ORTAOKUL SOSYAL BİLGİLER 7. SINIF - OKUMA PARÇASI - Lokman'ın Çocuğuna ve Tüm Çocuklara Öğütleri
ORTAOKUL SOSYAL BİLGİLER 7. SINIF – OKUMA PARÇASI – Lokman’ın Çocuğuna ve Tüm Çocuklara Öğütleri


KAZANIMLAR

BİREY VE TOPLUM

Bu öğrenme alanı işlenirken özgürlük ve sorumluluk gibi değerlerle iletişim ve medya okuryazarlığı gibi becerilerin de öğrenciler tarafından edinilmesi sağlanmalıdır.

SB.7.1.1. İletişimi etkileyen tutum ve davranışları analiz ederek kendi tutum ve davranışlarını sorgular.

SB.7.1.2. Bireysel ve toplumsal ilişkilerde olumlu iletişim yollarını kullanır. 

OKUMA PARÇASI

Lokman’ın Çocuğuna ve Tüm Çocuklara Öğütleri

SOSYAL BİLGİLER 7. Sınıf 1. Ünite Birey ve Toplum konularında;

1. İletişimi etkileyen tutum ve davranışları analiz ederek kendi tutum ve davranışlarınızı sorgulama; bireysel ve toplumsal ilişkilerde olumlu iletişim yollarını kullanma konuları işlenirken Lokman’ın çocuğuna ve tüm çocuklara verdiği öğütleri okuyunuz.

2. Metni okuduktan sonra sizde oluşan duygu ve düşünceleri metinlerin sonunda verilen boş satırlara veya boş bir sayfa ya da defterinize yazınız.

3. Duygu ve düşüncelerinizi sınıfta arkadaşlarınızla paylaşınız.

Meal

Andolsun, biz Lokmân’a “Allah’a şükret” diye hikmet verdik. Kim şükrederse ancak kendisi için şükretmiş olur. Kim de nankörlük ederse, bilsin ki Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övülmeye lâyıktır. ﴾12﴿ 

Hani Lokmân oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” ﴾13﴿

{Soyu hakkındaki rivayetler, Lokman’ın, Eyüp Peygamber ile akraba olduğu yönündedir. İslâm âlimlerinin ekseriyeti, onun peygamber değil, hikmet sahibi bir zat olduğu kanaatindedirler. “Hikmet”in bir anlamı da nazarî ilimleri elde ettikten sonra kazanılan ruhî olgunluk, söz ve davranışlarda isabet melekesidir. Zemahşerî’nin Keşşâf isimli tefsir kitabında, onun hikmetlerinden bir örnek olmak üzere şu olay nakledilmektedir:

Bir gün Davud Peygamber, Lokman’dan, bir koyun kesip en iyi yerinden iki parça et getirmesini istemiş; Lokman da, ona kestiği hayvanın dilini ve yüreğini getirmiş.

Birkaç gün geçince Davud aleyhisselâm, bu defa hayvanın en kötü yerinden iki parça et getirmesini istemiş; o, yine dilini ve yüreğini getirmiş.

Hz. Davud’un, sebebini sorması üzerine Lokman şöyle demiş:

“Bu ikisi iyi olursa, bunlardan daha iyisi; kötü olursa, yine bunlardan daha kötüsü olmaz.”}

(Kaynak: Kur’ân-ı Kerim ve Açıklmalaı Meâli, Türkiye Diyanet Vakfı)

Tefsir

Lokmân, Kur’an-ı Kerîm’de ismi sadece bu sûrede geçen, aynı zamanda sûrenin de ismiyle anıldığı sâlih bir kişidir. Âlimlerin çoğunluğu, Lokmân’ın peygamber olmadığını, ancak Allah’ın kendisini bilgi ve hikmetle şereflendirdiğini belirtirler. İslâm öncesi Arap toplumunda da onun bilge bir kişi olduğu kabul edilir, saygıyla anılırdı. İslâm tarihi kaynaklarında ve tefsirlerde soyu, milliyeti, hayatı ve sözleriyle ilgili güvenilirliği tartışmalı çeşitli rivayetler vardır (bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, “Lokmân”, DİA, XXVII, 205-206).

Müfessirler 12. âyette Lokmân’a verildiği bildirilen hikmet kelimesini, “din konusunda derin bilgi, sahih inanç, akıl, yerinde ve doğru konuşma, isabetli görüş ve davranış” olarak açıklamışlardır (Taberî, XXI, 67; İbn Atıyye, IV, 346). Hikmet hem doğru bilgi, inanç ve düşünceyi hem de bu zihnî birikimin mümkün olan en mükemmel şekilde hayata geçirilmesini ifade eder.

Bilgi birikimi olan bir insan bu birikimini doğru, yerinde ve gerektiği ölçüde kullanmaz yahut yanlış yerlerde kullanırsa bu insana âlim denebilirse de hakîm denemez; çünkü hikmet kavramı, “bilgiyi yerli yerince kullanma” anlamına da gelir. Buna göre bilgisini doğru ve gerektiği şekilde kullanmayan insan, bilginin şükrünü yerine getirmemiş olur; bilgisini belirtildiği şekilde kullanan ise şükür ödevini yerine getirdiği gibi bunun faydasını da yine kendisi görmüş, yani bilgisini değerlendirmiş ve sonuçta onu kendisi için faydalı hale getirmiş olur. 12. âyette “O’na şükreden kendi iyiliği için şükretmiş olur…” buyurulurken bu gerçeğe de işaret edilmiştir.

Lokmân’a verilen hikmetin çerçevesi çizilirken tevhid inancının başta geldiği görülmektedir. Esasen bu, şükrün de birinci şartıdır; bu sebeple Lokmân, kendisi Allah’ın birliğine inandığı gibi oğluna da şirkten uzak durmayı öğütlemiştir. Âdil olmayan hakîm olamaz; adalet, “her şeyi yerli yerince yapmak, herkese hakkını vermek”tir. Herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşan yani Allah’tan başkasına tanrılık nitelikleri yükleyen kişi, Allah’ın hakkı olan tanrılığı başkasına vermiş, böylece haksızlık (zulüm) yapmış demektir; üstelik bu tutum, haksızlıkların en büyüğüdür. Bu sebeple âyette “O’na ortak koşmak çok büyük bir haksızlıktır” buyurulmuştur. Esasen İslâm’ın en başta şirki ortadan kaldırmayı hedeflemesi de Allah’a ortak koşmanın, bütün kötülüklerin başında geldiği ve diğer birçok kötülüğün temel sebebi olduğu anlayışına dayanır.

Meal

İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.” ﴾14﴿ 

“Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.” ﴾15﴿

Tefsir

Sûrenin Lokmân’a ayrılan bölümünde, araya ana babaya itaat konusundaki bu iki âyetin girmesiyle ilgili iki farklı açıklama yapılmıştır. Bir yoruma göre bu iki âyet de Lokmân’a ait sözlerdir. Buna göre âyetin başında “Allah bana buyurdu ki…” şeklinde bir ifade takdir etmek gerekir. Diğer bir yoruma göre bu âyetler araya sokulmuş bir açıklama (i‘tirâzıyye) mahiyetinde olup amaç, ana babaya saygının önemini, ayrıca bunun sınırını ve Allah’a saygıyla ilişkisini ortaya koymaktır.

Çocuğun sütten kesilmesi iki yıl içinde olur” şeklinde çevirdiğimiz ifade, emzirmenin normal süresi iki yıl kadar olmakla birlikte bunun mutlaka tamamlanması gerekmediğine, ana baba isterlerse çocuğun iki yıl dolmadan da sütten kesilebileceğine işaret eder (ayrıca bk. Bakara 2/233).

“(Ey insan), hem bana hem ana babana minnet duymalısın” buyurularak Allah’a minnettarlıkla ana babaya minnettarlığın birlikte emredilmesinin sebebi, Allah’ın insanı var edip onu nimetleriyle rızıklandırması, ana babanın da insanın hem dünyaya gelmesine vesile olması hem de hayatının en zayıf dönemlerinde, çocukluğunda, hastalığında ona kol kanat germesi, yetiştirip büyütmesi, beslemesi ve eğitmesidir (Râzî, XXV, 147; Şevkânî, IV, 273).

Âyette annenin fedakârlığına özel bir vurgu yapıldığı görülmekte, dolaylı olarak onun daha çok ilgi ve sevgi beklediğine işaret edilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber de, “Yâ Resûlellah! Kime iyilik etmeliyim?” şeklindeki bir soruya, “annene” diye cevap vermiş; “Sonra kime?” denilince yine “annene” demiş; üçüncü defa tekrarlanan soruya da aynı cevabı vermiş; nihayet dördüncüsünde “babana” buyurmuştur (Müsned, V, 3, 5; Tirmizî, “Birr”, 1).

Ancak Allah’ın hakkı bütün hakların önünde olduğu için ana baba çocuklarını bu hakkı ihlâl etmeye yani onu tevhid inancından sapmaya veya Allah’ın açıkça yasakladığı başka işler yapmaya zorlarlarsa kesinlikle onların bu baskısına boyun eğilmeyecek; bununla birlikte meşrû ve mâkul olan istekleri yerine getirilecektir (ayrıca bk. Ankebût 29/8).

Meal

(Lokmân öğütlerine şöyle devam etti:) “Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde, yahut göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, (herşeyden) hakkıyla haberdar olandır.” ﴾16﴿ 

“Yavrum! Namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten alıkoy. Başına gelen musibetlere karşı sabırlı ol. Çünkü bunlar kesin olarak emredilmiş işlerdendir.” ﴾17﴿ 

“Küçümseyerek surat asıp insanlardan yüz çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü Allah hiçbir kibirleneni, övüngeni sevmez.” ﴾18﴿ 

“Yürüyüşünde tabii ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini herhalde eşeklerin sesidir!” ﴾19﴿

Tefsir

Lokmân’ın oğluna yönelttiği bu öğütler de Allah’ın ona verdiği hikmetin meyveleridir. Kuşkusuz insanın yaptığı her şey –ne kadar saklanırsa saklansın– Allah’ın mutlaka onu bildiği, dolayısıyla onun hesabını soracağı inancı ve bilinci ile bundan doğan sorumluluk duygusu ve kaygısı ahlâkî hayatın temelidir. Nitekim meşhur bir özdeyişte “Hikmetin başı Allah korkusudur” denilmiştir. Büyük şairimiz Mehmed Âkif’in, “Ne irfandır veren ahlâka yükseklik ne vicdandır / Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır” şeklindeki beyti de bu gerçeğin güzel bir ifadesidir.

İnsanın iyi ve itaatkâr bir kul olduğunu gösteren üç örnek davranışın sıralandığı 17. âyetteki “namaz” Allah’a kulluk ödevini, “iyi olanı emredip kötü olana karşı koymak” toplumsal davranışlar karşısındaki kulluğun gerektirdiği yapıcı tutumu, “sabır” ise maddî ve sosyal çevreden gelen sıkıntıları, belâları birer imtihan bilip metanetle karşılama olgunluğunu yansıtır.

Âyetteki “İşte bunlar, kararlılık gerektiren işlerdendir” ifadesi, bu müsbet davranışların, kulluktaki kemali gösteren birer örnek olduğunu, hayatın şartları içinde yerine getirilmesi gereken böyle daha başka yüksek davranışlar da bulunduğunu gösterir.

18-19. âyetlerde ise kaçınılması gereken olumsuz davranışlardan örnekler verilmektedir. Bu örneklerin, özellikle kendini beğenmişlerin, başka insanları aşağılayıcı tutumlarından seçilmiş olması ve bunların Allah sevgisinden mahrum kalacakları uyarısında bulunulması, Kur’an’ın insan onuruna verdiği değeri yansıtması bakımından özellikle dikkat çekicidir.

KISACA ÖZETLERSEK:

Lokman’ın öğütlerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:

Yavrucuğum;

  • Allah’a ortak koşma,
  • Zulmetme, doğrusu şirk, Allah’a ortak koşma büyük bir zulümdür,
  • Anne ve babana iyi davran,
  • Allah’a şükret, teşekkür et,
  • Anne ve babana da teşekkür et,
  • Allah’a itaat et, anne ve babana itaat et,
  • Eğer anne ve baban Allah’a şirk koşmanı emrederlerse onlara itaat etme,
  • Anne ve babanla dünyada iyi geçin,
  • Allah’a yönelenlerin yoluna uy,
  • Yaptığın hardal tanesi kadar küçük de olsa Allah karşılığını verir,
  • Yaptığın bir kaya içinde, göklerde veya yerin dibinde gizli bile olsa Allah onu bilir,
  • Namazını kıl,
  • İyiliği emret,
  • Kötülükten vazgeçirmeye çalış,
  • Başına gelenlere sabret,
  • İnsanları küçümseme ve onlardan yüz çevirme,
  • İnsanlara karşı kibirlenme, büyüklük taslama,
  • Yeryüzünde böbürlenerek yürüme,
  • Yürüyüşünde tabii ol,
  • İletişiminde sesini açalt, bağırarak konuşma, alçak sesle, normal konuş,
  • Bağırarak konuşmak çirkin bir davranıştır.

KAYNAKÇA

Kur’ân-ı Kerim ve Açıklmalaı Meâli, Lokmân Sûresi, Türkiye Diyanet Vakfı

Kur’an-ı Kerim Meali, Lokmân Sûresi, Diyanet İşleri Başkanlığı

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 336-337

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/lokman-suresi-31/ayet-12/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1


ORTAOKUL





Ortaöğretim Sağlık Bilgisi ve Trafik Kültürü Dersi – Ergenlik – Okuma Parçaları

ORTAÖĞRETİM

Sağlık Bilgisi ve Trafik Kültürü Dersi

ERGENLİK

OKUMA PARÇALARI

  1. Kur’an-ı Kerimde Menstrual Döngü Nedir?
  2. Cinsel Birleşme Nasıl Olmalıdır?
  3. Yirmi Dördüncü Lem’a Tesettür hakkındadır

İLGİLİ KAZANIMLAR

1.2.1. Büyüme ve gelişme süreçlerinden biri olan ergenlik döneminde fiziksel, duygusal ve sosyal değişimleri açıklar.

a. Ergenlik döneminin sağlıklı geçirilebilmesi için olumlu tutum geliştirmenin önemi belirtilir.

b. Ergenlik döneminde yaşanabilecek sorunlar hakkında tartışılır.

c. Menstrual döngünün sağlıklı geçirilebilmesi ve bu dönemde hijyenin önemi ile ilgili farkındalık oluşturulur.

1. Kur’an-ı Kerimde Menstrual Döngü Nedir?

Meal

Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever. ﴾222﴿ (Bakara Sûresi, 2/222)

Tefsir

Medine’de yaşayan müslümanların yahudilerle yakın ilişkileri vardı ve bazı örf ve âdetlerinde Medineliler’in tamamı veya bazı kabileler onlardan etkilenmiş bulunuyorlardı. Bunlardan biri de aybaşı hallerinde kadınlarla ilişki meselesi idi. Yahudiler Tevrat hükümlerine uyarak ay halindeki kadınları pis sayarlar, onlardan her mânada uzak dururlardı. Âdet geçiren kadına dokunan hatta onun yatağında yatan, minderinde oturan kimseleri bile pis sayarlar, yıkanmaları gerektiğine inanırlardı (Levililer, 15). Yahudilerin tesirinde kalan bazı kabileler de âdet halindeki kadınlara buna yakın bir şekilde davranıyorlardı. Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince bu durum kendisine vâkıa ve soru şekillerinde intikal ettirildi, gelen âyetler meseleyi çözüme kavuşturdu.

Açıklayıcı hadislerden (meselâ bk. Müslim, “Hayz”, 16) ve uygulamadan anlaşıldığına göre bu âyetlerde geçen “uzak durma ve yaklaşmama” emirleri, bedenlerin birbirinden uzak ve ayrı olmasına değil cinsel ilişkiye yöneliktir. Cinsel ilişkide bulunmamak şartıyla aybaşı halindeki kadın ile kocası arasında başkaca bir sınırlama yoktur.

Âyette geçen ve “rahatsızlık” diye çevirdiğimiz ezâ kelimesi, “aşırı olmayan zarar” mânasında kullanılmaktadır. Allah Teâlâ kadın kullarına mahsus kıldığı aybaşı halini onlar için az da olsa “zarar ve zararlı” olsun diye takdir buyurmamıştır.

Aybaşı hali birleşme kabiliyetini yitiren yumurtaların atılmasını, erkeğin spermi ile birleşecek yeni bir yumurtanın gelmesini beklemek ve aşılanma sonrası beslenmesine zemin olmak üzere kadın rahminin hazırlanmasını sağlayan tabii ve gerekli bir oluşumdur. Bu durumda vücudun dengelerinde bazı değişiklikler yaşanmakta, bu da kadının fizyolojisi yanında psikolojisini de etkilemektedir.

Eski yumurtanın atılması ve rahimin temizlenmesi kan vasıtasıyla olmakta, aybaşı devam ettiği müddetçe rahimden üreme organı yoluyla dışarıya kan atılmaktadır. Bu durumda kadınla cinsel ilişkide bulunulması halinde bundan hem erkeğin hem de kadının çeşitli rahatsızlıklar kapması ve genel olarak rahatsız olmaları, tiksinti duymaları ihtimali galiptir. Hem böyle bir zarara (ezâ) meydan verilmemesi hem de Allah’ın buyruğuna uyarak şehvete karşı direnme imtihanı verilmesi ve irade egzersizi yapılması için “âdet gören kadınla cinsel ilişki” haram kılınmış, bunun dışında kalan ilişkiler serbest bırakılmıştır.

“Temizlenmedikçe” ve “iyice temizlendikten sonra” kayıtları, okuma farkları da göz önüne alınarak yorumlanmış ve hangi temizlenmeden sonra cinsel ilişki yasağının ortadan kalkacağı konusunda farklı hükümler ortaya çıkmıştır. Kanama sona erinceye kadar temasın yasak olduğunda ittifak vardır. Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre kanama bitince birleşmenin câiz olması için gusül abdesti gerekir (konuya ilişkin başka ayrıntılar için bk. Yunus Vehbi Yavuz, “Hayız”, DİA, XVII, 51-53).

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 353-354

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/bakara-suresi-2/ayet-222/diyanet-vakfi-meali-4


2. Cinsel Birleşme Nasıl Olmalıdır?

Meal

Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah’tan korkun, biliniz ki siz O’na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele! ﴾223﴿ (Bakara Sûresi, 2/223)

Tefsir

“Kadınlarınız sizin ekeneğinizdir” cümlesi hem cinsel ilişkinin şekilleri konusundaki hükmün gerekçesidir hem de üreme hadisesinde kadının rolüyle ilgili bir benzetmedir. Doğum yoluyla üreme, insanlığın devamı için Allah Teâlâ’nın koyduğu bir kanundur. İslâm’a göre bunun meşruiyeti (helâl, hukuk ve ahlâka göre geçerli, makbul olması), anne-babanın evlilik içinde birleşmesine bağlanmıştır.

Bilindiği üzere rahimdeki çocuğun (cenin) ilk aşaması, erkeğin spermi ile kadının yumurtasının birleşmesidir. Bu birleşmede sperm tohuma, kadının yumurtası ve rahimi de ekeneğe ve tarlaya benzetilmiştir.

Cinsî birleşmenin yolu ve şekli konusunda insanlık âleminin farklı anlayış, tutum ve uygulamaları vardır. İslâm’a göre meşrû cinsel ilişki, birbiriyle evli bulunan bir kadınla bir erkek arasında olacak (kadın kadına ve erkek erkeğe olamaz); birleşme kadının üreme organından yapılacaktır. Sapık cinsel ilişki (arkadan, anal seks) câiz değildir. İlk dönemde bazı fıkıhçıların yanlış anlamaları tashih edilmiş ve bu konuda da ittifak hâsıl olmuştur (ilgili hadisleri tenkit ve tahlilleriyle görmek için bk. İbn Kesîr, I, 380-389).

Hayız ve lohusalık durumlarında olmayan zevce ile bu sınırlar içinde yapılan cinsel ilişki câizdir, şekil (pozisyon) konusunda bir sınırlama yoktur. “… Hangi taraftan isterseniz oradan varın” cümlesi, cinsî temasın yoluyla değil (çünkü bu tektir ve bellidir) şekliyle (pozisyonlar) ilgilidir. Yahudiler “Kadının üreme organına arka taraftan yaklaşılırsa doğacak çocuk şaşı olur” gibi bâtıl inançlara sahip idiler; âyet bu gibi hurafeleri reddetmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 2/39).

“Tohum” ve “tarla” benzetmesi de cinsel ilişkinin nereden yapılacağına ışık tutmaktadır. Çünkü birleşmenin ürünü olan çocuğu alabilmek için tohum, ürün mahalli olan tarlaya atılır.

Her iki âyetteki “hangi şekilde”, “hangi taraftan” kayıtları hadislerde “Kadının üreme organından olmak şartıyla hangi şekilde olursa olsun” diye açıklanmıştır (Müsned, I, 268; Dârimî, “Vudû’”, 113-114; İbn Mâce, “Nikâh”, 29).

Ca‘ferî-Şiîler’in kadınla, anal seks yapmayı câiz gördükleri söylentisi yaygınsa da muteber kitaplarına bakıldığında bunu câiz görmedikleri ve en azından tahrîmen mekruh saydıkları anlaşılmaktadır (Tabâtabâî, I, 228).

“Kendiniz için önceden hazırlık yapın” cümlesi “Ölmeden önce âhiret hayatı için iyi amellerinizden oluşan yatırım yapın”, “Sizden sonra ailenizi ve davanızı devam ettirecek nesiller yetiştirmeye niyet ve gayret edin” vb. şekillerde yorumlanmıştır. Bunlara, “Eşinizle cinsel ilişki öncesinde ona uygun sözler söyleyin, okşayın, onu ve kendinizi güzel bir temas için hazırlayın, işi aceleye getirmeyin” şeklinde bir yorum ekleyen yazarlar da vardır.

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 354-355

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/bakara-suresi-2/ayet-223/diyanet-vakfi-meali-4


(NOT: Bu bölümde verilen okuma parçalarında anlamını bilmediğiniz kelimeler için sayfa altlarında verilen sözlüğe bakınız. Ayrıca metinlerin altında verilen internet sayfası bağlantısına tıklayarak ilgili sayfaya gidebilir ve anlamını bilmediğiniz kelimenin üzerine gelerek de anlamına bakabilirsiniz.)

Yirmi Dördüncü Lem’a

Tesettür hakkındadır

On Beşinci Notanın İkinci ve Üçüncü Meseleleri iken, ehemmiyetine binaen Yirmi Dördüncü Lem’a olmuştur.

يَۤا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ ِلاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَۤاءِ الْمُؤْمِنِينَ يُدْنِينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلاَبِيبِهِنَّ      1

Dipnot-1

“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, (evlerinden çıktıklarında) dış örtülerini üzerlerine alsınlar.” Ahzâb Sûresi, 33:59.

 (ilâ âhir) âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur’ân’ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor. HAŞİYE-1


Haşiye-1

Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaatından bir parça: “Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstûr-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.”

Elcevap: Kur’ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan ederiz.

BİRİNCİ HİKMET

Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği

http://www.erisale.com/#content.tr.3.317

asır: yüzyıl
âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle
beyan etmek: açıklamak, anlatmak
binaen: dayanarak
delâlet etmek: delil olmak, işaret etmek
düstûr-u İlâhî: İlâhi kural, kanun
ecdad: atalar, dedeler
ehemmiyet: önem
esaret: esirlik, tutsaklık
fıtrat: yaratılış, mizaç
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gayr-ı fıtrî: yaratılışa uygun olmayan
hakikatli: gerçek
haşiye: dipnot
hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat
hikmet: fayda, gaye
hilkaten: yaratılış gereği
hüküm: kural
iktidâen: uyarak
iktiza etmek: gerektirmek
ilâ âhir: sonuna kadar
istinaden: dayanarak
itikad: inanç
ittifak: birleşme, fikir birliği
kudsî: kutsal
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
Lâyiha-i Temyiz: mahkemelerce verilen bir kararın kanun ve usul yönünden incelenmesi için verilen dilekçe
lem’a: parıltı
mahkûm etmek: bir kişiyi cezalandırmak için hüküm vermek
medeniyet-i sefihe: insanları zevk ve eğlenceye yönelten medeniyet; Batı medeniyeti
müdafaat: savunmalar
muhalif: karşıt, zıt
nakzetmek: bozmak
nazik: ince, zarif
nota: bildiri
rûy-i zemin: yeryüzü
tasdik: kabul etme, onaylama
tefsir: yorumlama; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap
tesettür: örtünme
zarfında: içinde
ziyade: çok, fazla

yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.

Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.

Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîütteessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.

Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı

http://www.erisale.com/#content.tr.3.318

Avrupa: (bk. bilgiler)
belâ: büyük sıkıntı
cibilliyet: yaratılıştan gelen huy, karakter
cidden: gerçekten
dikkat-i nazar: dikkatle bakmak
ecnebî: yabancı
esaret: esirlik, tutsaklık
fıtrat: yaratılış, mizaç
fıtraten: yaratılış açısından
fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen
gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı
hâmisiz: koruyucusuz
hilâf-ı fıtrat: yaratılışa ters
hilkat: yaratılış
himaye: koruma
hıyanet: ihanet, hainlik
ihtar etmek: uyarmak
iktiza etmek: gerektirmek
istiskal: hoşlanmama, yüz vermeme, küçümseme
ittiham: suçlama
kesretle: çoklukla
kıymettar: değerli
maddeten: maddî olarak
maden-i şefkat: şefkat kaynağı
malûm: bilinen
mâruz: bir şeyin karşısında ve tesiri altında kalma
meyil: eğilim, istek
müteessir olmak: üzülmek, etkilenmek
müttehem: suçlanan
nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancı
nazar: bakış
nazik: ince, zarif
nisbeten: kıyasla
ref-i tesettür: tesettürün kaldırılması
refika-i ebediye: sonsuz hayatta hayat arkadaşı olacak kadın
sefalet: perişanlık, yoksulluk
şekvâ etmek: şikâyet etmek
semlendiren: zehirleyen, kirleten
serîütteessür: çabuk üzülen, çabuk ve kolay etkilenen
sukut: alçalma, düşüş
taarruz: saldırı
tahavvüf: korkuya düşme, korkma
tecavüz: saldırı, sataşma
tecrübe etmek: denemek
tefahhuş: fuhşa girme, ahlâksızlık
tefessüh etmek: bozulmak
tesettür: örtünme
vâki olmak: meydana gelmek
veled: evlat, çocuk
zillet: hor ve hakir duruma düşme
ziyade: çok, fazla

olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!

İKİNCİ HİKMET

Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.

Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.

Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.319

âdi: basit, sıradan
ahali: halk
alâkadar: alakalı, ilgili
aleyhinde: karşısında
bahtiyar: talihli, mutlu
bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarak
binaen: dayanarak
celb etmek: çekmek
ciddî: gerçek
diyanet: dindarlık
dünyevî: dünya ile ilgili ebedî: sonsuz
esaslı: köklü
gayr: hariç, başka
hasretmek: yalnız birşeye mahsus kılma, yalnız birşeye kullanma
hayâsız: utanmaz
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
hayvânî: hayvansal, cismanî özellik
hikmet: fayda, gaye
hürmet: saygı
küfüv olmak: denk, uygun olmak
mahsus: has, özel
mehâsin: güzellikler
mesmûât: işitilenler, duyulanlar
mü’min: Allah’a inanan
muhabbet: sevgi
mühim: önemli
mukabil: karşılık
mukteza-yı insaniyet: insanlığın gereği
münasebet: bağlantı, ilişki
münasip olmak: uygun olmak
münhasır: ait, sınırlı
mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindar
muvakkat: gelip geçici
nazar: bakış
payitaht-ı hükûmet: başkent
refika: eş, hanım
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş
rütbeten: rütbece
saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu olan kadın
şamar: tokat
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük
şer’an: şeriat hükmünce, dine göre
sırr-ı iman: iman sırrı
tahsis: özel olarak belirleme
takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak
tesettür: örtünme
veyl: yazık

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

ÜÇÜNCÜ HİKMET

Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki:

İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!

DÖRDÜNCÜ HİKMET

Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükûmet

http://www.erisale.com/#content.tr.3.320

alâmet-i farika: ayırt edici işaret
bedbaht: talihsiz, bahtsız
caiz olmayan: dinen izin verilmeyen
cihet: yön
ebedî: sonsuz
ecnebî: yabancı
emniyet: güven, korkusuzluk
emniyet-i mütekabile: karşılıklı güven
fısk: günah
fıtraten: yaratılış itibariyle
gayr: diğer, başkası, yabancı
hayvânî: hayvansal
hemşire: kız kardeş
hikmet: sebep, ince sır
hükûmet: idare, yönetim
hürmet: saygı
hürmet-i mütekabile: karşılıklı saygı göstermek
ihsas etmek: hissettirmek
karâbet: yakınlık
kesret-i nesil: neslin çokluğu
mâbeyn: ara, iki şeyin arası
mahrem: nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan
mahremiyet: mahremlik, nikâh düşmeme özelliği
malûm: bilinen
matlup: istenen, talep edilen
misilli: benzeri, gibi
mübarek: hayırlı
muhabbet: sevgi
muhabbet-i meşrua: dine uygun, helâl sevgi
müsavi: eşit, denk
mütekabil: karşılıklı
müttakî: takva sahibi, Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle uyan
nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancı
nazar: bakış
nazar-ı heves: arzulu bakış
nefis: insanı kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nefsî: nefisle ilgili
saadet-i hayatiye: hayat mutluluğu
sebebiyet: sebep olma
sefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlük
şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi
şehvânî: şehvetle ilgili, nefsânî arzularla ilgili
şer’an: şeriat hükmünce, şeriata göre
sima: yüz
süflî: alçak, âdi
sukut-u insaniyet: insanlığın alçalışı
temâyülât: eğilimler
tesettürsüzlük: açık saçıklık
veyl: yazık
zevc: erkek eş, koca
zevce: eş, hanım

yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:

تَنَاكَحُوا تَكَاثَرُوا فَاِنِّى اُبَاهِى بِكُمُ اْلاُمَمَ     1

(ev kemâ kàl.) Yani, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”

Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.

Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının—aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan—en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir.Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.

Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünkü orada, düello gibi çok şiddetli vasıtalarla, açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yani âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten memâlik-i harredir. Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesât-ı hayvâniyeyi tahrik etmek ve iştahı açmak için

Dipnot-1

el-Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, 3:269, no: 3366; el-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, 1021.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.321

ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk
âlem-i İslâm kıtası: İslâm dünyasının üzerinde bulunduğu bölge
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
asrî: çağdaş, modern
Asya: (bk. bilgiler)
Avrupa: (bk. bilgiler)
azab: sıkıntı
bârid: soğuk
câmid: cansız, donuk
düello: iki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silâhlı vuruşma
emniyet: güven, korkusuzluk
esaslı: köklü
ev kemâ kâl: veya söylediği gibi
evlâd: çocuklar
ferman etmek: buyurmak
fuhş: çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan iş
haslet: huy, özellik
haysiyet: özellik
hazinedarlık: hazine bekçiliği
hevesât-ı hayvâniye: hayvansal hisler, arzular
himâyet: koruma altına alma
hürmet: saygı
iftihar etmek: övünmek
inhisar: sınırlandırma, kontrol
izdivac: evlenme
izdivaç etmek: evlenmek
izzet-i nefis: onur, öz saygı
kesret: çokluk
kesret-i tenasül: neslin çoğalması
kıyamet: dünyanın yıkılıp, âhiret hayatının başlaması
malûm: bilinen
memâlik-i bâride: soğuk memleketler
memâlik-i harre: sıcak memleketler
merhamet: acıma, şefkat
müdir-i dahilî: iç işleri yöneten
muhafaza: koruma, saklama
muhit: coğrafî bölge, doğal çevre
nazarında: gözünde, düşüncesinde
nikâh etmek: evlenmek
nisbeten: kıyasla
ref’: ortadan kaldırma
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
sadakat: bağlılık
sehâvet: cömertlik
sülûk etmek: yönelmek, bir yola girmek
tabiat: insanların genel yapısı
tahrik etmek: harekete geçirmek
teksir etmek: çoğaltmak
tesettür: örtünme
tesir: etki
vasıta: araç

açık saçıklık belki çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta medar olmaz. Fakat seriütteessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesât-ı nefsâniyesini mütemadiyen tehyiç edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüp etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlûp ise fuhşiyata da meyleder.

Şehirliler, köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevîlerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celb eden, mâsûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsâniyeyi tehyice medar olamadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyleyse onlara kıyas edilmez.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.322

bedevî: çölde yaşayan, göçebe
derd-i maişet: geçim derdi
fuhşiyat: dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlar
hassas: duyarlı
hayız: kadınların âdet, kanama hâli
hevesât-ı nefsaniye: nefsin hevesleri, arzu ve istekleri
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen doğal ihtiyaç
isrâfât: israflar, lüzumsuz yere kullanmalar
kısmen: bir miktar
kıyas etmek: karşılaştırmak
mağlûp: yenik düşen
mâsûme: masum ve günahsız olan
medar olmak: sebep olmak, vesile olmak
mefâsid: ahlâkı bozan şeyler
memâlik-i harre: sıcak memleketler
meşgale: meşguliyet, çalışma
meyletmek: eğilim göstermek
mukabil: karşılık
münasebetiyle: vesilesiyle, sebebiyle
mütemadiyen: sürekli olarak
nazar-ı dikkat: dikkati celb eden; dikkat çeken
nefis: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nesil: soy
nisbeten: kıyasla
seriütteessür: çabuk ve kolay etkilenen
sû-i istimâlât: kötüye kullanmalar
sukut-u kuvvet: kuvvetten düşme
tecennüp etmek: sakınmak, uzak durmak
tehyiç etmek: harekete geçirmek, heyecanlandırmak
tesettür: örtünme
zaafiyet: zayıflık, güçsüzlük