Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
Bu sayfada atom ve atomun yapısı ile ilgili bir paylaşım poster şeklinde yapılmaktadır. Herşeyin zamanla değiştiği ancak atomun yapısının değişmediği vurgulanmaktadır. Bu durumda onu değişmekten muhafaza eden bir gücün ve yaratıcının olması gerektiği ifade edilmektedir.
POSTER 8 – Zamanla her şeyde bir eskime ve metal yorgunluğu olur. Atomlar kainatın başlangıcından beri hep aynı yapıda kusursuz çalışıyor. Hiç birinde eskime ve metal yorgunluğu yok. Tesadüfen olması mümkün mü! SubhanAllah. Bir yaratıcı olmalı.
Zamanla her şeyde bir eskime ve metal yorgunluğu olur. Atomlar kainatın başlangıcından beri hep aynı yapıda kusursuz çalışıyor. Hiç birinde eskime ve metal yorgunluğu yok. Tesadüfen olması mümkün mü! SubhanAllah. Bir yaratıcı olmalı.
Balın her şeyi aynı kalsa ancak su gibi akışkan olsa yerken bu kadar lezzet alamazdık. Üstelik arılar tarafından üretilirken akıp gider ya da buharlaşıp ziyan olurdu. Bu ufak ayrıntı dahi ihmal edilmemiş ve balın moleküler yapısına işlenmiş. Tesadüf olması mümkün mü! Mutlaka bir yaratıcı olmalı. SubhanAllah
Balın her şeyi aynı kalsa ancak su gibi akışkan olsa yerken bu kadar lezzet alamazdık. Üstelik arılar tarafından üretilirken akıp gider ya da buharlaşıp ziyan olurdu. Bu ufak ayrıntı dahi ihmal edilmemiş ve balın moleküler yapısına işlenmiş. Tesadüf olması mümkün mü! Mutlaka bir yaratıcı olmalı. SubhanAllah
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Altıncı Burhan.
Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor. – Cumartesi Dersleri 22. 6.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi İkinci Söz
Birinci Makam
ALTINCI BURHAN
Gel, bu geniş ovaya çıkacağız. HAŞİYE-2 İşte, o ova içinde yüksek bir dağ var. Üstüne çıkacağız, tâ bütün etrafı görülsün. Hem herşeyi yakınlaştıracak güzel dürbünleri de beraber alacağız. Çünkü bu acip memlekette acip işler oluyor. Her saatte, hiç aklımıza gelmeyen işler oluyor.
İşte, bak: Bu dağlar ve ovalar ve şehirler, birden değişiyor. Hem nasıl değişiyor! Öyle bir tarzda ki, milyonlarla birbiri içinde işler, gayet muntazam surette değişiyor. Adeta milyonlar mütenevvi kumaşlar birbiri içinde beraber dokunuyor gibi, pek acip tahavvülât oluyor.
Bak, o kadar ünsiyet ettiğimiz ve tanıdığımız çiçekli miçekli şeyler kayboldular.
Haşiye-2
Bahar ve yaz mevsiminde zeminin yüzüne işarettir. Zira yüz binler muhtelif mahlûkatın taifeleri birbiri içinde beraber icad edilir, rû-yi zeminde yazılır. Galatsız, kusursuz, kemâl-i intizamla değiştirilir. Binler sofra-i Rahmân açılır, kaldırılır, taze taze gelir. Herbir ağaç birer tablacı, herbir bostan birer kazan hükmüne geçer.
Muntazaman yerlerine ve mahiyetçe onlara benzer, fakat suretçe ayrı, başkaları geldiler. Adeta şu ova, dağlar birer sahife; yüz binlerle ayrı ayrı kitaplar içinde yazılıyor. Hem hatasız, noksansız olarak yazılıyor.
İşte, bu işler yüz derece muhaldir ki kendi kendine olsun. Evet, nihayet derecede san’atlı, dikkatli şu işler, kendi kendine olmak bin derece muhaldir ki, kendilerinden ziyade, san’atkârlarını gösteriyorlar.
Hem bunları işleyici, öyle mu’ciznümâ bir zattır ki, hiçbir iş ona ağır gelmez. Bin kitap yazmak, bir harf kadar ona kolay gelir.
Bununla beraber, her tarafa bak ki, hem öyle bir hikmetle herşeyi yerli yerine koyuyor; ve öyle mükrimâne, herkese lâyık oldukları lütufları yapıyor; hem öyle ihsanperverâne umumî perdeler ve kapılar açıyor ki, herkesin arzularını tatmin ediyor. Hem öyle sehâvetperverâne sofralar kuruyor ki, bütün bu memleketin halklarına, hayvanlarına, herbir taifesine has ve lâyık, belki herbir ferdine mahsus ismiyle ve resmiyle bir tabla-i nimet veriliyor.
İşte, dünyada bundan muhal birşey var mı ki, bu gördüğümüz işler içinde tesadüfî işler bulunsun; veya abes ve faidesiz olsun; veya müteaddit eller karışsın; veya ustası herşeye muktedir olmasın; veya herşey ona musahhar olmasın? İşte, ey arkadaş, haddin varsa buna karşı bir bahane bul!
abes: geresiz, lüzumsuz acip: şaşırtıcı, hayret verici âlem: dünya (bk. a-l-m) cüz’iyât: küçük, ferdî şeyler (bk. c-z-e) ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e) erzak: rızıklar; yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ) eşcar: ağaçlar fail-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r) fert: birey (bk. f-r-d) gaip: görünmeyen âlem (bk. ğ-y-b) has/mahsus: özel haşiye: dipnot, açıklayıcı not hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihsanperverâne: bağışta bulunmayı pek sever şekilde (bk. ḥ-s-n) imdad: yardım inkılap: değişim, dönüşüm intizam: düzen (bk. n-ẓ-m) kafile: topluluk küllî: büyük, geniş (bk. k-l-l) lütûf: yardım, iyilik, bağış (bk. l-ṭ-f) mahiyet: nitelik, özellik merkep: binek mevcut: var olan (bk. v-c-d) mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z) muhal: imkânsız muhtelif: çeşitli mükrimâne: ikramlarda bulunarak (bk. k-r-m) muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r) muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m) musahhar: boyun eğmiş
müteaddit: çeşitli nebat: bitki nebatat: bitkiler nihayet: son nizâmât-ı külliye: kapsamlı ve her yerde geçerli olan düzenler (bk. n-ẓ-m; k-l-l) sahavetperverâne: cömertlikte bulunmaktan pek hoşlanır şekilde suret: şekil, görünüş (bk. ṣ-v-r) tabla-i erzak: yiyecek tablası (bk. r-z-ḳ) tabla-i nimet: nimet tablası (bk. n-a-m) taife: topluluk tesadüfî: rastgele, tesadüfen tevfik-i hareket: uygun hareket umumî: genel, herkese ait ziyade: fazla
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, ALTINCI BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Üçüncü Burhan.
“Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.” – Cumartesi Dersleri 22. 3.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi İkinci Söz
Birinci Makam
ÜÇÜNCÜ BURHAN
Gel, bu müteharrik antika HAŞİYE-3 san’atlarına bak. Herbirisi öyle bir tarzda yapılmış; adeta bu koca sarayın bir küçük nüshasıdır. Bütün bu sarayda ne varsa, o küçücük müteharrik makinelerde bulunuyor.
Hiç mümkün müdür ki, bu sarayın ustasından başka birisi gelip, bu acip sarayı küçük bir makinede derc etsin? Hem hiç mümkün müdür ki, bir kutu kadar bir makine, bütün bir âlemi içine aldığı halde, tesadüfî veyahut abes bir iş, içinde bulunsun?
Demek, bütün gözün gördüğü ne kadar antika makineler var, o gizli zâtın birer sikkesi hükmündedirler. Belki birer dellâl, birer ilânnâme hükmündedirler. Lisan-ı hâlleriyle derler ki: “Biz öyle bir zâtın san’atıyız ki, bütün bu âlemimizi, bizi yaptığı ve suhuletle icad ettiği gibi kolaylıkla yapabilir bir zattır.”
Haşiye-3
Hayvanlara ve insanlara işarettir. Zira hayvan, şu âlemin küçük bir fihristesi; ve mahiyet-i insaniye, şu kâinatın bir misal-i musağğarı olduğundan, adeta âlemde ne varsa insanda nümunesi vardır.
acip: şaşırtıcı, hayret verici büzr: tohum cism-i hayvanî: canlı bedeni (bk. ḥ-y-y) çuha: tüysüz ince, sık dokunmuş yün kumaş dellâl: rehber, ilan edici derc etmek: içine yerleştirmek dirhem: eskiden kullanılan ve yaklaşık 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e) fihriste: indeks, plân gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b) halk: yaratma (bk. ḫ-l-ḳ) haşiye: dipnot, açıklayıcı not hazine-i rahmet: Allah’ın rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d) ilânnâme: duyuru kâfi: yeterli kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) lâtif: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f) leziz: lezzetli lisan-ı hâl: hal ve beden dili mahiyet-i insaniye: insanın mahiyeti, iç yüzü, esası menzil: yer, mekan (bk. n-z-l) misal-i musağğar: küçültülmüş örnek (bk. m-s̱-l) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z) mu’cize-i kuvvet: kuvvet mu’cizesi (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z) müteharrik: hareketli nümune: örnek nüsha: kopya nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni nüvat: çekirdek patiska: pamuktan dokunmuş sık ve düzgün bez râm olmak: boyun eğmek safsata: yalan, uydurma sikke: madenî para gibi şeyler üstüne vurulan damga, mühür suhulet: kolaylık tesadüfî: tesadüfen, rastgele turra: padişah mührü, imzası unsur: element zerre: atom zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, ÜÇÜNCÜ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. ” konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Birinci Burhan.
Bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. – Cumartesi Dersleri 22. 1.
BİR ZAMAN iki adam bir havuzda yıkandılar. Fevkalâde bir tesir altında kendilerinden geçtiler. Gözlerini açtıkları vakit gördüler ki, acip bir âleme götürülmüşler. Öyle bir âlem ki, kemâl-i intizamından bir memleket hükmünde, belki bir şehir hükmünde, belki bir saray hükmündedir.
Kemâl-i hayretlerinden etraflarına baktılar. Gördüler ki, bir cihette bakılsa azîm bir âlem görünüyor; bir cihette bakılsa muntazam bir memleket, bir cihette bakılsa mükemmel bir şehir, diğer bir cihette bakılsa gayet muhteşem bir âlemi içine almış bir saraydır.
Şu acaip âlemde gezerek seyran ettiler. Gördüler ki, bir kısım mahlûklar var; bir tarz ile konuşuyorlar, fakat bunlar onların dillerini bilmiyorlar. Yalnız, işaretlerinden anlaşılıyor ki, mühim işler görüyorlar ve ehemmiyetli vazifeler yapıyorlar.
O iki adamdan birisi, arkadaşına dedi ki: “Şu acip âlemin elbette bir müdebbiri ve şu muntazam memleketin bir mâliki, şu mükemmel şehrin bir sahibi, şu musannâ sarayın bir ustası vardır. Biz çalışmalıyız, onu tanımalıyız. Çünkü, anlaşılıyor ki, bizi buraya getiren odur. Onu tanımazsak kim bize medet verecek? Dillerini bilmediğimiz ve onlar bizi dinlemedikleri şu âciz mahlûklardan ne bekleyebiliriz? Hem koca bir âlemi bir memleket suretinde, bir şehir tarzında,
Dipnot-1
“Allah insanlara misaller verir ki, düşünüp öğüt alsınlar.” İbrahim Sûresi, 14:25.
Dipnot-2
“Düşünsünler diye, insanlara Biz böyle misaller veriyoruz.” Haşir Sûresi, 59:21.
acaip: şaşırtıcı, hayret verici acîp: şaşırtıcı âciz: güçsüz, zavallı (bk. a-c-z) âlem: dünya (bk. a-l-m) azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) cihet: yön fevkalâde: olağanüstü kemâl-i hayret: tam bir şaşkınlık (bk. k-m-l)
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m) mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mâlik: sahip (bk. m-l-k) medet: yardım müdebbir: idareci (bk. d-b-r) muhteşem: görkemli, ihtişamlı
bir saray şeklinde yapan ve baştan başa hârika şeylerle dolduran ve müzeyyenâtın envâıyla tezyin eden ve ibretnümâ mu’cizatlarla donatan bir zat, elbette bizden ve buraya gelenlerden bir istediği vardır. Onu tanımalıyız. Hem ne istediğini bilmekliğimiz lâzımdır.”
Öteki adam dedi: “İnanmam, böyle bahsettiğin gibi bir zat bulunsun ve bütün bu âlemi tek başıyla idare etsin.”
Arkadaşı cevaben dedi ki: “Bunu tanımazsak, lâkayt kalsak, menfaati hiç yok. Zararı olsa pek azîmdir. Eğer tanımasına çalışsak, meşakkati pek hafiftir; menfaati olursa pek azîmdir. Onun için, ona karşı lâkayt kalmak hiç kâr-ı akıl değildir.”
O serseri adam dedi: “Ben bütün rahatımı, keyfimi, onu düşünmemekte görüyorum. Hem böyle aklıma sığışmayan şeylerle uğraşmayacağım. Bütün bu işler, tesadüfî ve karma karışık işlerdir; kendi kendine dönüyor. Benim neme lâzım?”
Akıllı arkadaşı ona dedi: “Senin bu temerrüdün beni de, belki çokları da belâya atacaktır. Bir edepsizin yüzünden, bazan olur ki, bir memleket harap olur.”
Yine o serseri dönüp dedi ki: “Ya kat’iyen bana ispat et ki, bu koca memleketin tek bir mâliki, tek bir sânii vardır. Yahut bana ilişme.”
Cevaben, arkadaşı dedi: “Madem inadın divanelik derecesine çıkmış; o inadınla bizi ve belki memleketi bir kahra giriftar edeceksin. Ben de sana On İki Burhan ile göstereceğim ki, bir saray gibi şu âlemin, bir şehir gibi şu memleketin tek bir ustası vardır. Ve o usta, herşeyi idare eden yalnız odur. Hiçbir cihetle noksaniyeti yoktur. Bize görünmeyen o usta, bizi ve herşeyi görür ve sözlerini işitir. Bütün işleri mu’cize ve hârikadır. Bütün bu gördüğümüz ve dillerini bilmediğimiz şu mahlûklar onun memurlarıdır.”
BİRİNCİ BURHAN
Gel, her tarafa bak, herşeye dikkat et. Bütün bu işler içinde gizli bir el işliyor. Çünkü, bak, bir dirhem HAŞİYE-1 kadar kuvveti olmayan, bir çekirdek küçüklüğünde birşey, binler batman yükü kaldırıyor. Zerre kadar şuuru HAŞİYE-2 olmayan, gayet hakîmâne işler görüyor.
Demek bunlar kendi kendilerine işlemiyorlar. Onları işlettiren gizli bir kudret sahibi vardır. Eğer kendi başına olsa, bütün baştan başa bu gördüğümüz memlekette her iş mu’cize, herşey mu’cizekâr bir hârika olmak lâzım gelir. Bu ise bir safsatadır.
Haşiye-1
Ağaçları başlarında taşıyan çekirdeklere işarettir.
Haşiye-2
Kendi kendine yükselmeyen ve meyvelerin sıkletine dayanmayan üzüm çubukları gibi nâzenin nebâtâtın, başka ağaçlara lâtif eller atıp sarmalarına ve onlara yüklenmelerine işarettir.
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) batman: eskiden kullanılan ve 8 kiloluk ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi burhan: güçlü, mantıkî delil cihet: yön, taraf dirhem: eskiden kullanılan ve 3 gramlık ağırlığa karşılık gelen bir ölçü birimi dîvane: deli envâ: çeşitler, türler giriftar etmek: düşürmek, müptelâ etmek, dûçar etmek hakîmâne: hikmetli bir biçimde (bk. ḥ-k-m)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not ibretnümâ: ibret verici kahr: mahv, helâk, batırma kâr-ı akıl: aklın kabul edeceği iş kat’iyen: kesinlikle kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) lâkayt: ilgisiz lâtif: ince, hoş (bk. l-ṭ-f) mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mâlik: sahip (bk. m-l-k) meşakkat: güçlük mu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z) mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
mu’cizekâr: mu’cize sahibi (bk. a-c-z) müzeyyenat: süslü varlıklar (bk. z-y-n) nâzenin: ince, nâzik nebatat: bitkiler noksaniyet: eksiklik safsata: yalan, uydurma sâni: sanatkâr (bk. ṣ-n-a) sıklet: ağırlık şuur: bilinç, anlayış (bk. ş-a-r) temerrüd: inat, karşı gelme tesadüfî: rastlantı tezyin etmek: süslemek (bk. z-y-n) zerre: atom, çok küçük parça
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, BİRİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.