“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 3.

Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – BİRİNCİ SURET.

Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 3.
Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

Bu Şulenin Üç Şuası var.

BİRİNCİ ŞUA

Derece-i i’cazda belâğat-i Kur’âniyedir. O belâğat ise, nazmın cezaletinden ve hüsn-ü metanetinden ve üslûplarının bedâatinden, garip ve müstahsenliğinden ve beyanının beraatinden, fâik ve safvetinden ve maânîsinin kuvvet ve hakkaniyetinden ve lâfzının fesahatinden, selâsetinden tevellüd eden bir belâğat-i harikulâdedir ki, benî Âdemin en dâhi ediplerini, en harika hatiplerini, en mütebahhir ulemasını muârazaya davet edip bin üç yüz senedir meydan okuyor. Onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muârazaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başını semâvâta vuran o dâhiler, ona muâraza için ağız açamayıp, kemâl-i zilletle boyun eğdiler.

İşte, belâğatindeki vech-i i’câzı iki suretle işaret ederiz.

BİRİNCİ SURET: 

İ’câzı vardır ve mevcuttur. Çünkü, Ceziretü’l-Arap ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibarıyla ümmî idi. Ümmîlikleri için, mefahirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsallerini, kitabet yerine şiir ve belâğat kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâğat cazibesiyle eslâftan ahlâfa hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte, şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak, o kavmin mânevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve belâğat metâı idi. Hattâ bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte, İslâmiyetten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâğatte


ahlâf: halefler, sonradan gelenler
âlem: dünya (bk. a-l-m)
bedâat: benzersizlik, eşsiz güzellik, orijinallik (bk. b-d-a)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
belâğat-i harikulâde: olağanüstü söyleyiş güzelliği (bk. b-l-ğ)
belâğat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın belâğatı (bk. b-l-ğ)
beliğ: belâğat sahibi (bk. b-l-ğ)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
beraat: harika, parlak
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cazibe: çekim
cezâlet: akıcı ve güçlü ifade, güzel anlatım (bk. c-z-l)
Ceziretü’l-Arap: Arabistan yarım-adası (bk. bilgiler)
çarşı-yı ticaret: ticaret çarşısı
dâhi: son derece zeki
derece-i i’caz: mu’cizelik derecesi (bk. a-c-z)
durub-u emsal: meşhur atasözleri (bk. m-s̱-l)
edip: edebiyatçı
ekseriyet-i mutlaka: büyük çoğunluk (bk. k-s̱-r; ṭ-l-ḳ)
eslâf: selefler, geçmiştekiler
fâik: üstün
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
hakkaniyet: hak oluş, doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hüsn-ü metanet: metanetin ve sağlamlığın güzelliği (bk. ḥ-s-n)
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
iftihar etmek: övünmek
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen ihtiyaç (bk. ḥ-v-c; f-ṭ-r)
itibarıyla: özelliğiyle
kahraman-ı millî: millî kahraman
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kemâl-i zillet: tam bir aşağılık (bk. k-m-l)
kitabet: yazım (bk. k-t-b)
lâfz: ifade, kelime
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
medar-ı iftihar: övünç kaynağı
mefahir: övünülecek şeyler
mehâsin-i ahlak: ahlakî güzellikler (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)
metâ: kıymetli eşya
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
muâraza: sözle mücadele
müstahsenlik: güzellik (bk. ḥ-s-n)
mütebahhir: çok bilgili
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
revaç: kıymet, değer
safvet: safilik, halislik, parlak (bk. ṣ-f-y)
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şiddet-i ihtiyaç: şiddetli ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
şua: parıltı
şule: ışık hüzmesi
tevellüd etmek: doğmak
ulema: âlimler (bk. a-l-m)
ümmî: okuma yazma bilmeyen
üslûp: ifade tarzı
vech-i i’câz: mu’cizelik yönü (bk. a-c-z)
vukuat-ı tarihiye: tarihî olaylar
ziyade: çok, fazla

akvâm-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâğat o kadar kıymettardı ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalâha ediyorlardı. Hattâ, onların içinde, “Muallâkat-ı Seb’a” namıyla, yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.

İşte böyle bir zamanda, belâğat en revaçlı olduğu bir anda, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı Mûsâ aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı İsâ aleyhisselâmda tıp revaçta idi; mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte, o vakit, bülega-yı Arabı, en kısa bir sûresine mukabeleye davet etti

وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ     1

fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem der ki: “İman getirmezseniz mel’unsunuz, Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidayeten idam-ı ebedî ile ve sonra da Cehennemde idam-ı ebedî ile beraber dünyevî idamla da mahkûm ediyor. Der: “Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir.”

İşte, eğer muâraza mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün müydü ki, bir iki satırla muâraza edip dâvâsını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkülâtlı muharebe tariki ihtiyar edilsin? Evet, o zeki kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir? Çünkü edipleri birkaç hurufatla muâraza edebilseydi, Kur’ân dâvâsından vazgeçerdi, onlar da maddî ve mânevî helâketten kurtulurlardı. Halbuki muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bissüyufa mecbur oldular.

Hem Kur’ân’ı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep vardı.  


Dipnot-1

“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23.


akvâm-ı âlem: dünyadaki kavimler, milletler (bk. a-l-m)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
bidayeten: ilk önce
bülega-yı Arab: Arap belâğatçıları, edebiyatçıları (bk. b-l-ğ)
dehşetli: korkunç
edip: edebiyatçı
ferman: emir, buyruk
helâket: mahvoluş, yok oluş
hurufat: harfler
idam-ı ebedî: sonsuz yok oluş (bk. e-b-d)
ihtiyar etmek: seçmek, tercih etmek (bk. ḫ-y-r)
istihfaf etmek: küçümsemek
Kâbe: (bk. bilgiler)
kabil: mümkün
kaside: şiir
kıymettar: kıymetli
kibir: gurur, kendini büyük görme (bk. k-b-r)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
mel’un: lanetlenmiş
mertebe: derece
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muallâkat-ı Seb’a: yedi askı; Kur’ân nazil olmadan önce, meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden, Kâbe’nin duvarına asılmış olanları
muâraza: sözle mücadele
muâraza-i bilhuruf: harflerle mücadele, yazılı ve sözlü mücadele
muhal: imkânsız
muharebe: harp, savaş
muharebe-i bissüyuf: kılıçlarla savaşma, silahlı mücadele
mukabele: karşılık verme
musalâha etmek: barışmak (bk. ṣ-l-ḥ)
müşkilâtlı: zor
nam: ad
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
revaç: değer, kıymet
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r)
tarik: yol (bk. ṭ-r-ḳ)
Zaman-ı İsâ: Hz. İsâ’nın zamanı
zaman-ı Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın zamanı (bk. bilgiler)

Birisi düşmanın hırs-ı muârazası, diğeri dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki sâik-i şedid altında milyonlar Arabî kitaplar yazılmış ki, hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun, her kim ona ve onlara baksa, kat’iyen diyecek ki, “Kur’ân bunlara benzemez; hiçbirisi onu tanzir edemez.” Şu halde, ya Kur’ân bütününün altındadır—bu ise bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir—veya Kur’ân, o yazılan umum kitapların fevkindedir.

Eğer desen: “Nasıl biliyoruz ki, kimse muârazaya teşebbüs etmedi? Kimse kendine güvenemedi mi ki meydana çıksın? Birbirinin yardımı da mı faide etmedi?”

Elcevap: Eğer muâraza mümkün olsaydı, alâküllihal kat’î teşebbüs edilecekti. Çünkü izzet ve namus meselesi, can ve mal tehlikesi vardı. Eğer teşebbüs edilseydi, alâküllihal, kat’î taraftar pek çok bulunacaktı. Çünkü hakka muarız ve muannit daima kesretli idi. Eğer taraftar bulsaydı, alâküllihal iştihar bulacaktı. Çünkü, küçük bir mücadele, beşerin nazar-ı istiğrabını celb edip destanlarda iştihar eder. Şöyle acip bir mücadele ve vukuat ise gizli kalamaz. İslâmiyet aleyhinde tâ en çirkin ve en şenî şeylere kadar nakledilir, meşhur olur. Halbuki, muârazaya dair, Müseylime-i Kezzab’ın bir iki fıkrasından başka nakledilmemiş. O Müseylime’de çendan belâğat varmış. Fakat hadsiz bir hüsn-ü cemâle mâlik olan beyan-ı Kur’ân’a nisbet edildiği için, onun sözleri hezeyan suretinde tarihlere geçmiştir. İşte, Kur’ân’ın belâğatindeki i’câz, kat’iyen, iki kere iki dört eder gibi mevcuttur ki, iş böyle oluyor.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
alâküllihal: ister istemez, her halde (bk. k-l-l)
âmi: câhil
Arabî: Arapça
battal: bâtıl, hükümsüz
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beşer: insanlar
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n)
celb etmek: çekmek
cezalet: güzel ve güçlü ifade (bk. c-z-l)
cezalet-i harika: hayranlık verici güçlü ifade (bk. c-z-l)
cezalet-i nazmiye: Kur’ân’ın dizilişindeki güzellik ve akıcılık (bk. c-z-l)
çendan: gerçi
fevkinde: üstünde
fıkra: kısa yazı, bent
hadsiz: sonsuz
hey’ât: kısımlar, parçalar
hezeyan: saçmalama
hırs-ı muâraza: karşı koymak için aşırı istek
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüsn-ü cemâl: maddî manevî güzellik (bk. ḥ-s-n; c-m-l)
i’câz: mu’cizelik (bk. a-c-z)
i’câz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iştihar bulmak: meşhur olmak
ittifak: birleşme
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
kesretli: çok, fazla (bk. k-s̱-r)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
metanet: sağlamlık
mevcut: var (bk. v-c-d)
muannit: inatçı
muâraza: sözle mücadele
muarız: karşı gelen
muhal: imkansız
münasebât: münasebetler, bağlantılar (bk. n-s-b)
Müseylime-i Kezzâb: (bk. bilgiler)
nazar-ı istiğrab: garip ve hayretli bakış (bk. n-ẓ-r)
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
nisbet etmek: kıyaslamak (bk. n-s-b)
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
sâik-i şedid: şiddetli sevk edici gerekçe
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şenî: fena, kötü
şevk-i taklidi: benzerini yapma arzusu ve isteği
tanzir: benzerini yapma (bk. n-ẓ-r)
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
teşebbüs etmek: başvurmak, girişmek
umum: bütün
vukuat: vâkıalar, olaylar

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – BİRİNCİ SURET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.494

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/494


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 2.
Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? – Cumartesi Dersleri 21. 10.

Bu derece mü'minlere muzır ve müz'iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? - Cumartesi Dersleri 21. 10.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş?” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Birinci Söz İkinci Makam Beşinci Vecih.

Bu derece mü'minlere muzır ve müz'iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? - Cumartesi Dersleri 21. 10.
Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş? – Cumartesi Dersleri 21. 10.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Birinci Sözün İkinci Makamı

BEŞİNCİ VECİH

Mesâil-i imâniyede şüphe suretinde gelen vesvesedir. Biçare vesveseli adam, bazan tahayyülü taakkul ile iltibas eder. Yani, hayale gelen bir şüpheyi, akla girmiş bir şüphe tevehhüm edip, itikadına halel gelmiş zanneder. Hem bazan tevehhüm ettiği bir şüpheyi, imana zarar veren bir şek zanneder. Hem bazan tasavvur ettiği bir şüpheyi, tasdik-i aklîye girmiş bir şüphe zanneder. Hem bazan bir emr-i küfrîde tefekkürü, küfür zanneder. Yani, dalâletin esbabını anlamak suretinde kuvve-i müfekkirenin cevelânını ve tetkikatını ve bîtarafâne muhakemesini, hilâf-ı iman zanneder. İşte, telkinât-ı şeytaniyenin eseri olan şu zanlardan ürkerek, “Eyvah! Kalbim bozulmuş, itikadıma halel gelmiş” der. O haller galiben ihtiyarsız olduğundan, cüz-ü ihtiyarîsiyle ıslah edemediğinden ye’se düşer. Bu yaranın merhemi şudur ki:

Tahayyül-ü küfür, küfür olmadığı gibi, tevehhüm-ü küfür dahi küfür değildir.


acz: güçsüzlük (bk. a-c-z)
amel: dinin emirlerini yerine getirme
biçare: çaresiz
bîtarafâne: tarafsız
cevelân: dolaşma
cüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
dehâlet etmek: sığınmak
eda etmek: yerine getirmek
emr-i küfrî: inkârla ilgili husus (bk. k-f-r)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
evlâ: daha iyi
galiben: çoğunlukla
hakikat-i hal: işin aslı, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halel: zarar, eksiklik
harec: zorluk
hilâf-ı iman: imana zıt (bk. e-m-n)
ihtiyar: irade, istek, tercih (bk. ḫ-y-r)
iltibas: karıştırma
istiğfar: Allah’tan bağışlanma dileme (bk. ğ-f-r)
itikad: inanç
ıslah: iyileştirme (bk. ṣ-l-ḥ)
kâfi: yeterli
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
kuvve-i müfekkire: düşünme duygusu (bk. f-k-r)
lâakal: en az
merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
mesâil-i imâniye: imanî meseleler (bk. m-s̱-l; e-m-n)
mezheb-i hak: doğru mezhep (bk. ẕ-h-b; ḥ-ḳ-ḳ)
muhakeme: değerlendirme (bk. ḥ-k-m)
muhalif: zıt
münafi: aykırı
mütezellilâne: kendi kusur ve aczini bilerek
muttali: bilme, bilgiye ulaşma
muvafık: uygun
niyaz: dua, yalvarma
şek: şüphe, tereddüt
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
taakkul: akıl erdirme
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
tahayyül-ü küfür: küfrü hayal etme (bk. ḫ-y-l; k-f-r)
tasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r)
tasdik-i aklî: aklen doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
tazarru: yakarış, dua
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
telkinât-ı şeytaniye: şeytanın telkinleri
tetkikat: araştırmalar, incelemeler
tevehhüm: zannetme, kuruntuya kapılma
tevehhüm-ü küfür: küfrü tevehhüm etme; küfür olmadığını kesin bildiği halde, küfürmüş gibi vehimlenme (bk. k-f-r)
vechile: yönüyle
vesvese: şüphe, kuruntu
ye’s: ümitsizlik
yüsr: kolaylık

Tasavvur-u dalâlet, dalâlet olmadığı gibi, tefekkür-ü dalâlet dahi dalâlet değildir. Çünkü hem tahayyül, hem tevehhüm, hem tasavvur, hem tefekkür, tasdik-i aklîden ve iz’ân-ı kalbîden ayrıdırlar, başkadırlar. Onlar bir derece serbesttirler. Cüz-ü ihtiyariyeyi pek dinlemiyorlar. Teklif-i dinî altına çok giremiyorlar. Tasdik ve iz’an öyle değiller. Bir mizana tâbidirler.

Hem tahayyül, tevehhüm, tasavvur, tefekkür, nasıl ki tasdik ve iz’an değiller. Öyle de, şüphe ve tereddüt sayılmazlar. Fakat, eğer lüzumsuz tekrar ede ede müstekar bir hale gelse, o vakit hakikî bir nevi şüphe, ondan tevellüt edebilir.

Hem bîtarafâne muhakeme namıyla veya insaf namına deyip, şıkk-ı muhalifi iltizam ede ede, tâ öyle bir hale gelir ki, ihtiyarsız taraf-ı muhalifi iltizam eder. Ona vâcip olan hakkın iltizamı kırılır. O da tehlikeye düşer. Hasmın veya şeytanın bir vekil-i fuzulîsi olacak bir halet, zihninde takarrur eder.

Şu nevi vesvesenin en mühimi budur ki: Vesveseli adam, imkân-ı zâtî ile imkân-ı zihnîyi birbiriyle iltibas eder. Yani, birşeyi zâtında mümkün görse, o şeyi zihnen dahi mümkün ve aklen meşkûk tevehhüm eder. Halbuki, ilm-i kelâmın kaidelerindendir ki, imkân-ı zâtî ise yakîn-i ilmîye münâfi değil ve zaruret-i zihniyeye zıddiyeti yoktur. Meselâ, şu dakikada Karadeniz’in yere batması, zâtında mümkündür ve o imkân-ı zâtî ile muhtemeldir. Halbuki, yakînen o denizin yerinde olduğunu hükmediyoruz, şüphesiz biliyoruz. Ve o ihtimal-i imkânî ve o imkân-ı zâtî bize şek vermez, bir şüphe getirmez, yakînimizi bozmaz. Meselâ şu güneş, zâtında mümkündür ki, bugün gurub etmesin veya yarın tulû etmesin. Halbuki bu imkân yakînimize zarar vermez, şüphe getirmez.

İşte, bunun gibi, meselâ hakaik-ı imâniyeden olan hayat-ı dünyeviyenin gurubuna ve hayat-ı uhreviyenin tulûuna imkân-ı zâtî cihetinde gelen vehimler,


aklen: akıl bakımından
bitarafâne: tarafsız bir şekilde
cihet: yöncüz-ü ihtiyarî: insanın elindeki seçim gücü, irade (bk. c-z-e; ḫ-y-r)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
gurub: batma
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaik-i imâniye: iman hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-m-n)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halet: durum, hal
hasım: düşman
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-ḫ-r)
ihtimal-i imkânî: mümkün olma ihtimali (bk. m-k-n)
ihtiyar: irade, tercih (bk. ḫ-y-r)
ilm-i kelâm: kelâm ilmi (bk. a-l-m; k-l-m)
iltibas: karıştırma
iltizam: taraf tutma
imkân-ı zâtî: bir şeyin aslında mümkün olması (bk. m-k-n)
imkân-ı zihnî: bir şeyin mümkün olabileceğini zihinde düşünmek (bk. m-k-n)
insaf: merhamet ve adâlet dâiresinde hareket
iz’an: kesin şekilde inanma
iz’ân-ı kalbî: kalben kabul etme
kaide: kural
meşkûk: şüpheli
mizan: ölçü (bk. v-z-n)muhakeme: değerlendirme (bk. ḥ-k-m)
muhtemel: ihtimal dahilinde
münâfi: aykırı, zıt
müstekar: kararlı, yerleşmiş
nevi: çeşit, tür
şek: şüphe
şıkk-ı muhalif: karşı taraf
tâbi: uyma
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
takarrur: karar kılma, yerleşme
taraf-ı muhalif: karşı taraf
tasavvur: zihinde şekillendirme, tasarlama (bk. ṣ-v-r)
tasavvur-u dalâlet: inançsızlığı zihinde şekillendirme (bk. ṣ-v-r; ḍ-l-l)
tasdik: doğruluğunu kabul etme, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
tasdik-i aklî: aklen doğrulama (bk. ṣ-d-ḳ)
tefekkür: düşünme (bk. f-k-r)
tefekkür-ü dalâlet: inançsızlığı düşünme (bk. f-k-r; ḍ-l-l)
teklif-i dinî: dinin yükümlülükleri
tereddüt: şüphede kalma
tevehhüm: olmayan şeyi varmış gibi düşünme, kuruntuya kapılma
tevellüt: doğma, meydana gelme
tulû: doğma
vâcip: zorunlu (bk. v-c-b)
vehim: kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşünce
vekil-i fuzulî: gereksiz vekil
vesvese: şüphe, kuruntu
yakîn: kesinlik (bk. y-ḳ-n)
yakîn-i ilmî: kesin ve sağlam bilgi (bk. y-ḳ-n; a-l-m)
yakînen: kesin olarak (bk. y-ḳ-n)
zaruret-i zihniye: zihnin zorunlulukları
zâtı: kendisi
zıddiyet: zıtlık, karşıtlık

yakîn-i imânîye zarar vermez. Hem

 لاَعِبْرَةَ ِلْلاِحْتِمَالِ الْغَيْرِ النَّاشِئِ عَنْ دَلِيلٍ 

yani, “Bir delilden neş’et etmeyen bir ihtimalin hiç ehemmiyeti yoktur” olan kaide-i meşhure, hem usulü’d-din, hem usulü’l-fıkhın kaide-i mukarreresindendir.

Eğer desen: “Bu derece mü’minlere muzır ve müz’iç olan vesvese ne hikmete binaen bize belâ olmuş?”

Elcevap: İfrâta varmamak, hem galebe çalmamak şartıyla, asl-ı vesvese teyakkuza sebeptir, taharrîye dâîdir, ciddiyete vesiledir. Lâkaytlığı atar, tehâvünü def eder. Onun için, Hakîm-i Mutlak, şu dâr-ı imtihanda, şu meydan-ı müsabakada bize bir kamçı-yı teşvik olarak, vesveseyi şeytanın eline vermiş, beşerin başına vuruyor. Şayet ziyade incitse, Hakîm-i Rahîme şekvâ etmeli,

 اَعُوذُ بِاللهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ 

demeli.


Dipnot-1

bk. Ömer Nasuhî Bilmen, Hukuk-i İslâmiye ve Istılahât-ı Fıkhiyye Kamusu 1:279.

Dipnot-2

“Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım.”


asl-ı vesvese: vesvesenin aslı
beşer: insan
binaen: –dayanarak, dolayı
dâî: sebep
dâr-ı imtihan: imtihan yeri
def etme: ortadan kaldırma
galebe çalmak: üstün gelmek
Hakîm-i Mutlak: herşeyi belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan, sınırsız hikmet sahibi Allah (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
Hakîm-i Rahîm: sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; r-ḥ-m)
hikmet: sebep, gaye (bk. ḥ-k-m)
ifrât: aşırılık
kaide-i meşhur: bilinen kural
kaide-i mukarrere: kesinleşmiş kural
kamçı-yı teşvik: teşvik kamçısı
lâkaytlık: ilgisizlik, duyarsızlık
meydan-ı müsabaka: yarış meydanı
mü’min: iman etmiş (bk. e-m-n)
müz’iç olan: sıkıntı veren
muzır: zararlı
neş’et: meydana gelme
şekvâ: şikayet
taharrî: araştırma, inceleme
tehâvün: aldırış etmeme
teyakkuz: uyanıklık
usulü’d-din: din metodolojisi, kelâm ilmi
usulü’l-fıkh: fıkıh metodolojisi
vesvese: şüphe, kuruntu
yakîn-i imânîye: imanın kesinliği (bk. y-ḳ-n; e-m-n)
ziyade: fazla

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Birinci Söz, İkinci Makam, BEŞİNCİ VECİH, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.372

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-birinci-soz/ikinci-makam/372


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ