Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir. – Sözler 25.2.2.2.

Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir. - Sözler 25.2.2.2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR – İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂĞAT.

Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir. - Sözler 25.2.2.2.
Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir. – Sözler 25.2.2.2.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

İkinci Şule

İkinci Şulenin Üç Nuru var.

İKİNCİ NURU

İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂĞAT:

Kur’ân, beşerin nazarına san’at-ı İlâhiyenin mensucatını açar, gösterir. Sonra, fezlekede o mensucatı esmâ içinde tayyeder; veyahut akla havale eder.

Birincinin misallerinden, meselâ

قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَۤاءِ وَاْلاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَاْلاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَىَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَىِّ وَمَنْ يُدَّبِّرُ اْلاَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللهُ فَقُلْ اَفَلاَ تَتَّقُونَ     فَذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ     1

İşte, başta der: Semâ ve zemini, rızkınıza iki hazine gibi müheyyâ edip oradan yağmuru, buradan hububatı çıkaran kimdir? Allah’tan başka, koca semâ ve zemini iki mutî hazinedar hükmüne kimse getirebilir mi? Öyle ise şükür Ona münhasırdır.

İkinci fıkrada der ki: Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir.

Üçüncü fıkrada der: Ölmüş yeri ihyâ edip yüz binler ölmüş taifeleri ihyâ eden kimdir? Haktan başka ve bütün kâinatın Hâlıkından başka şu işi kim yapabilir? Elbette O yapar, O ihyâ eder. Madem Haktır; hukuku zayi etmeyecektir. Sizi bir mahkeme-i kübrâya gönderecektir. Yeri ihyâ ettiği gibi, sizi de ihyâ edecektir.

Dördüncü fıkrada der: Bu azîm kâinatı bir saray gibi, bir şehir gibi, kemâl-i intizamla idare edip tedbirini gören, Allah’tan başka kim olabilir? Madem Allah’tan başka olamaz. Koca kâinatı bütün ecrâmıyla gayet kolay idare eden kudret o derece kusursuz, nihayetsizdir ki, hiçbir şerik ve iştirake ve muavenet ve yardıma ihtiyacı olamaz. Koca kâinatı idare eden, küçük mahlûkatı başka ellere bırakmaz. Demek, ister istemez “Allah” diyeceksiniz.

İşte, birinci ve dördüncü fıkra Allah der, ikinci fıkra Rab der, üçüncü fıkra el-Hak der.

 فَذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ 

ne kadar mu’cizâne düştüğünü anla. İşte, Cenâb-ı Hakkın azîm tasarrufâtını, kudretinin mühim mensucatını zikreder. Sonra da, o azîm âsârın, mensucatın destgâhı,

 فَذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ 

yani Hak, Rab, Allah isimlerini zikretmekle, o tasarrufât-ı azîmenin menbaını gösterir.


Dipnot-1

“De ki: Kimdir gökten ve yerden sizi rızıklandıran? Kimdir kulak ve gözler yaratıp size veren? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir kâinatı yerli yerince tedbir ve idare eden? Onlar diyecekler ki, ‘Allah’tır.’ Öyle ise, ‘Hâlâ Ona ortak koşmaktan korkmaz mısınız?’ de. İşte, Hak olan Rabbiniz Allah Odur.” Yunus Sûresi, 10:31-32.

Dipnot-2

“İşte, Hak olan Rabbiniz Allah Odur.” Yunus Sûresi, 10:32.


âsâr: eserler
âzâ: âzalar, organlar
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
beşer: insan
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
destgâh: işyeri
ecrâm: büyük varlıklar, gök cisimleri
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
fezleke: netice, özet
fıkra: kısım, bölüm
Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: herşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hububât: tohumlar, taneli bitkiler
ihyâ etmek: diriltmek, hayat vermek (bk. ḥ-y-y)
iştirak: ortaklık
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kıymettar: kıymetli, değerli
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
Mâbud: kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d)
mahkeme-i kübrâ: âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme (bk. ḥ-k-m; k-b-r)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
menba: kaynak
mensucat: dokumalar
mu’cizâne: mu’cize şeklinde (bk. a-c-z)
muavenet: yardımlaşma
mutî: itaat eden, emre uyan
müheyyâ etmek: hazırlamak
mühim: önemli
münhasır: ait, sınırlı
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nükte-i belâğat: belâğat inceliği (bk. b-l-ğ)
Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
semâ: gök (bk. s-m-v)
şerik: ortak
taife: topluluk, grup
tasarrufat: tasarruflar, herşeyi dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)
tasarrufât-ı azîme: büyük tasarruflar (bk. ṣ-r-f; a-ẓ-m)
tayyetme: sarıp dürme, yerleştirme
tedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılama (bk. d-b-r)
zemin: yeryüzü
zikretmek: anmak

İkincinin misallerinden:

اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَاۤ اَنْزَلَ اللهُ مِنَ السَّمَۤاءِ مِنْ مَۤاءٍ فَاَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَۤابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاۤءِ وَاْلاَرْضِ لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ     1

İşte bu âyet Cenâb-ı Hakkın kemâl-i kudretini ve azamet-i rububiyetini gösteren ve vahdâniyetine şehadet eden, semâvât ve arzın hilkatindeki tecellî-i saltanat-ı ulûhiyet; ve gece gündüzün ihtilâfındaki tecellî-i rububiyet; ve hayat-ı içtimaiye-i insana en büyük bir vasıta olan gemiyi denizde teshir ile tecellî-i rahmet; ve semâdan âb-ı hayatı ölmüş zemine gönderip zemini yüz bin taifeleriyle ihyâ edip bir mahşer-i acaip suretine getirmekteki tecellî-i azamet-i kudret; ve zeminde hadsiz, muhtelif hayvânâtı basit bir topraktan halk etmekteki tecellî-i rahmet ve kudret; ve rüzgârları, nebâtat ve hayvânâtın teneffüs ve telkihlerine hizmet gibi vezaif-i azîme ile tavzif edip tedbir ve teneffüse salih vaziyete getirmek için tahrik ve idaresindeki tecellî-i rahmet ve hikmet; ve zemin ve âsüman ortasında, vasıta-i rahmet olan bulutları bir mahşer-i acaip gibi muallâkta toplayıp dağıtmak, bir ordu gibi istirahat ettirip vazife başına davet etmek gibi teshirindeki tecellî-i rububiyet gibi mensucat-ı san’atı tâdât ettikten sonra, aklı, onların hakaikına ve tafsiline sevk edip tefekkür ettirmek için

 لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ 

der, onunla ukulü ikaz için akla havale eder.


Dipnot-1

“Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır.” Bakara Sûresi, 2:164.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
arz: yer, dünya
âsüman: gökyüzü
azamet-i rububiyet: Allah’ın rububiyetinin terbiye ve idare ediciliğinin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; r-b-b)
Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hadsiz: sayısız
hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı içtimaiye-i insan: insanların sosyal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayvânât: hayvanlar
hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
ihtilâf: farklılık, ayrılık
ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y)
ikaz: uyarma
kemâl-i kudret: kudretin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r)
kudret: İlâhî güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r)
mensucat-ı san’at: san’at dokumaları (bk. ṣ-n-a)
muallâkta: boşlukta, havada
muhtelif: çeşitli, ayrı ayrı
nebâtat: bitkiler
salih: elverişli, uygun
semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
tâdât etmek: saymak
tafsil: ayrıntı
tahrik: harekete geçirme
taife: topluluk
tavzif etmek: vazifelendirmek
tecellî-i azamet-i kudret: Allah’ın kudretinin büyüklüğünün tecellîsi, yansıması (bk. c-l-y; a-ẓ-m; ḳ-d-r)
tecellî-i rahmet: rahmet yansıması (bk. c-l-y; r-ḥ-m)
tecellî-i rububiyet: Allah’ın rububiyetinin terbiye ve idare ediciliğinin görünümü (bk. c-l-y; r-b-b)
tecellî-i saltanat-ı ulûhiyet: Allah’ın ilâhlık saltanatının yansıması (bk. c-l-y; s-l-ṭ; e-l-h)
tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r)
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r)
telkih: aşılama
teneffüs: soluk alma
teshir: emir altında tutma
ukul: akıllar
vahdâniyet: Allah’ın bir ve tek oluşu, ortağının bulunmayışı (bk. v-ḥ-d)
vasıta-i rahmet: rahmet vasıtası (bk. r-ḥ-m)
vezaif-i azîme: büyük vazifeler (bk. a-ẓ-m)
zemin: yeryüzü

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR – İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂĞAT, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.559

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/559


CUMARTESİ DERSLERİ

Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur'ân'da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler. - 25. Söz - İkinci Şule - BİRİNCİ NUR
Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler. – 25. Söz – İkinci Şule – BİRİNCİ NUR

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29. – Sözler 25. 2. 2. 1.

"Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir." Bakara Sûresi, 2:29. - Sözler 25. 2. 2. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR.

"Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir." Bakara Sûresi, 2:29. - Sözler 25. 2. 2. 1.
“Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29. – Sözler 25. 2. 2. 1.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

İkinci Şule

İkinci Şulenin Üç Nuru var.

İKİNCİ NURU

Kur’ân-ı Hakîmin, âyetlerinin hâtimelerinde gösterdiği fezlekeler ve Esmâ-i Hüsnâ cihetindeki üslûb-u bediîsinde olan meziyet-i i’câziyeye dairdir.

İhtar: Şu İkinci Nurda çok âyetler gelecektir. O âyetler, yalnız İkinci Nurun misalleri değil, belki geçmiş mesâil ve Şuaların misalleri dahi olurlar. Bunları hakkıyla izah etmek çok uzun gelir. Şimdilik ihtisar ve icmâle mecburum. Onun için, gayet muhtasar bir tarzda, şu sırr-ı azîm-i i’câzın misallerinden olan âyetlere birer işaret edip, tafsilâtını başka vakte tâlik ettik.

İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, âyetlerin hâtimelerinde galiben bazı fezlekeleri zikreder ki, o fezlekeler, ya Esmâ-i Hüsnâyı veya mânâlarını tazammun ediyor; veyahut, aklı tefekküre sevk etmek için akla havale eder, veyahut makàsıd-ı Kur’âniyeden bir kaide-i külliyeyi tazammun eder ki, âyetin tekid ve teyidi için fezlekeler yapar. İşte o fezlekelerde Kur’ân’ın hikmet-i ulviyesinden bazı işarat ve hidayet-i İlâhiyenin âb-ı hayatından bazı reşaşat, i’câz-ı Kur’ân’ın berklerinden bazı şerarat vardır. Şimdi, pek çok o işarattan yalnız on tanesini icmalen zikrederiz. Hem pek çok misallerinden birer misal ve herbir misalin pek çok hakaikından yalnız herbirinde bir hakikatin meâl-i icmâlîsine işaret ederiz. Bu on işaretin ekserîsi, ekser âyetlerde müctemian beraber bulunup hakikî bir nakş-ı i’câzî teşkil ederler. Hem misal olarak getirdiğimiz âyetlerin ekserîsi, ekser işârâta misaldir. Biz yalnız her âyetten bir işaret göstereceğiz. Misal getireceğimiz âyetlerden, eski Sözlerde bahsi geçenlerin yalnız meâline bir hafif işaret ederiz.

BİRİNCİ MEZİYET-İ CEZÂLET: 

Kur’ân-ı Hakîm, i’cazkâr beyanatıyla Sâni-i Zülcelâlin ef’al ve eserlerini nazara karşı serer, bast eder. Sonra, o âsar ve


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)âsar: eserlerbast etmek: yaymak, genişlemekberk: şimşekbeyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)cihet: yön, tarafef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)fezleke: özet, neticegaliben: çoğunluklahakaik: gerçekler, doğrular (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hâtime: sonhidayet-i İlâhiye: Allah’ın doğru yola erdirmesi (bk. h-d-y; e-l-h)hikmet-i ulviye: yüce hikmet (bk. ḥ-k-m)i’câz-ı Kur’ân: Kur’ân’ın mu’cize oluşu (bk. a-c-z)i’cazkâr: mu’cizeli (bk. a-c-z)icmâl: özetleme (bk. c-m-l)icmalen: kısaca (bk. c-m-l)ihtar: hatırlatmaihtisar: özetleme, kısaltmaiktifa: yetinmeişârât: işaretlerizah etmek: açıklamakizahat: izahlar, açıklamalarkaide-i külliye: genel kural (bk. k-l-l)Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)makàsıd-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın maksatları (bk. ḳ-ṣ-d)meâl: kısaca anlammeâl-i icmâlî: kısaca mânâ (bk. c-m-l)mecmu-u Kur’ân: Kur’ân’ın tamamı (bk. c-m-a)mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)meziyet-i cezâlet: ifade güzelliğindeki üstünlük (bk. c-z-l)meziyet-i i’câziye: mu’cizelik meziyeti, üstünlüğü (bk. a-c-z)muhtasar: kısaca, özetlemüctemian: topluca, beraber (bk. c-m-a)nakş-ı i’câz: mu’cizelik nakşı (bk. n-ḳ-ş; a-c-z)nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)reşaşat: sızıntılar, serpintilerSâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atla yapan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)sırr-ı azîm-i i’câz: mu’ceziliğin büyük sırrı (bk. a-ẓ-m; a-c-z)şerarat: parlak kıvılcımlarşua: parıltıtafsilât: ayrıntılartâlik: sonraya bırakmatazammun etmek: içine almaktefekkür: düşünme (bk. f-k-r)tekid: sağlamlaştırma, kuvvetlendirmeteşkil etmek: meydana getirmekteyid: destekleme, kuvvetlendirmeüslûb-u bedî: eşsiz güzellikteki ifade tarzı (bk. b-d-a)

ef’âlinde esmâ-i İlâhiyeyi istihraç eder; veya haşir ve tevhid gibi bir makàsıd-ı asliye-i Kur’âniyeyi ispat ediyor.

Birinci mânânın misallerinden, meselâ

هُوَ الَّذِى خَلَقَ لَكُمْ مَا فِى اْلاَرْضِ جَمِيعًا ثُمَّ اسْتَوٰۤى اِلَى السَّمَۤاءِ فَسَوّٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ وَهُوَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ 1

İkinci şıkkın misallerinden, meselâ

اَلَمْ نَجْعَلِ اْلاَرْضَ مِهَادًا وَالْجِبَالَ اَوْتَادًا وَخَلَقْنَاكُمْ اَزْوَاجًا

ilâ âhir

اِنَّ يَوْمَ الْفَصْلِ كَانَ مِيقَاتًا 2

e kadar…

Birinci âyette âsârı bast edip, bir neticenin, bir mühim maksudun mukaddemâtı gibi, ilim ve kudrete gayat ve nizâmâtıyla şehadet eden en azîm eserleri serd eder, Alîm ismini istihraç eder. İkinci âyette, Birinci Şulenin Birinci Şuaının Üçüncü Noktasında bir derece izah olunduğu gibi, Cenâb-ı Hakkın büyük ef’âlini, azîm âsârını zikrederek, neticesinde, yevm-i fasl olan haşri, netice olarak zikrediyor.


Dipnot-1
“Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29.


Dipnot-2
“Yeryüzünü bir döşek, dağları birer kazık yapmadık mı? Sizi de çift çift yarattık. Uykunuzu bir dinlenme vasıtası kıldık. Geceyi bir örtü yaptık. Gündüzü bir maişet vakti kıldık. Üzerinizde yedi sağlam semâ kurduk. Gökyüzüne parıl parıl parlayan bir kandil astık. Yağışa hazır bulutlardan, bol bol su indirdik. Onunla yerden daneler ve bitkiler, gür ağaçlı bahçeler çıkardık. Şüphesiz, hüküm günü belirlenmiş bir vakittir.” Nebe’ Sûresi, 78:6-17.


Alîm: her şeyi hakkıyla bilen, ilmi herşeyi kuşatan, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)âsar: eserlerazîm: büyük (bk. a-ẓ-m)bast etmek: yaymakbeşer: insanCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)esmâ: isimler (bk. s-m-v)esmâ-i İlâhiye: Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)fezleke: netice, özetgayat: gayelerhaşir: öldükten sonra yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)istihraç etmek: meydana çıkarmakizah: açıklamakudret: Allah’ın sonsuz güç ve iktidarı (bk. ḳ-d-r)makàsıd-ı asliye-i Kur’âniye: Kur’ân’ın asıl maksatları, gayeleri (bk. ḳ-ṣ-d)maksud: maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d)mensucat: dokumalarmukaddemât: önsözler, başlangıçlar (bk. ḳ-d-m)mühim: önemlinazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)netice: sonuçnizâmât: nizamlar, düzenler (bk. n-ẓ-m)nükte-i belâğat: belâğat inceliği (bk. b-l-ğ)san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h)serd etmek: sözü peş peşe ve güzel bir edâ ile söylemekşehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)tayyetme: sarıp dürme, yerleştirmetevhid: birleme, Allah’ın birliğine inanma (bk. v-ḥ-d)yevm-i fasl: iyi insanların kötülerden kısım kısım ayrıldığı ve dâvâların halledildiği kıyâmet günü

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.558

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/558


CUMARTESİ DERSLERİ

"O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir." İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.
“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler. – 25. Söz – İkinci Şule – BİRİNCİ NUR

Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur'ân'da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler. - 25. Söz - İkinci Şule - BİRİNCİ NUR

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler.’

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – BİRİNCİ NUR.

Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur'ân'da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler. - 25. Söz - İkinci Şule - BİRİNCİ NUR
Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler. – 25. Söz – İkinci Şule – BİRİNCİ NUR

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

İkinci Şule

İkinci Şulenin Üç Nuru var.

BİRİNCİ NUR

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın heyet-i mecmuasında râik bir selâset, fâik bir selâmet, metin bir tesanüd, muhkem bir tenasüp, cümleleri ve heyetleri mabeyninde kavî bir teâvün ve âyetler ve maksatları mabeyninde ulvî bir tecavüb olduğunu, ilm-i beyan ve fenn-i maânî ve beyanînin Zemahşerî, Sekkâkî, Abdülkahir-i Cürcanî gibi binlerle dâhi imamların şehadetiyle sabit olduğu halde, o tecavüb ve teâvün ve tesanüdü ve selâset ve selâmeti kıracak, bozacak sekiz dokuz mühim esbab bulunurken; o esbab, bozmaya değil, belki selâsetine, selâmetine, tesanüdüne kuvvet vermiştir.

Yalnız, o esbab bir derece hükmünü icra edip başlarını perde-i nizam ve selâsetten çıkarmışlar. Fakat nasıl ki yeknesak, düz bir ağacın gövdesinden bir kısım çıkıntılar, sivricikler çıkar. Lâkin ağacın tenasübünü bozmak için çıkmıyorlar; belki o ağacın ziynetli tekemmülüne ve cemâline medar olan meyveleri vermek için çıkıyorlar. Aynen bunun gibi, şu esbab dahi, Kur’ân’ın selâset-i nazmına kıymettar mânâları ifade için sivri başlarını çıkarıyorlar. İşte, o Kur’ân-ı Mübîn, yirmi senede, hacetlerin mevkileri itibarıyla necim necim olarak, müteferrik, parça parça nüzul ettiği halde, öyle bir kemâl-i tenasübü vardır ki, güya bir defada nazil olmuş gibi bir münasebet gösteriyor.

Hem o Kur’ân, yirmi senede, hem muhtelif, mütebayin esbab-ı nüzule göre geldiği halde, tesanüdün kemâlini öyle gösteriyor; güya bir sebeb-i vahidle nüzul etmiştir.


Abdülkahir-i Cürcânî: (bk. bilgiler)
cemâl: güzellik (bk. c-m-l)
dâhi: son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esbab-ı nüzul: iniş sebepleri (bk. s-b-b; n-z-l)
fâik: üstün
fenn-i maâni: mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim (bk. a-n-y)
hâcet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
heyet: genel yapı
heyet-i mecmua: bütün, genel yapı (bk. c-m-a)
icra etmek: yerine getirmek
ilm-i beyan: belâğat ilminin, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinâye kısımlarından bahseden kısmı (bk. a-l-m; b-y-n)
itibar: özellik
kavî: kuvvetli
kemâl: kusursuzluk, mükemmellik (bk. k-m-l)
kemâl-i tenasüb: tam bir uygunluk (bk. k-m-l; n-s-b)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
Kur’ân-ı Mübîn: hak ve hakikatı açıklayan Kur’ân (bk. b-y-n)
mabeyn: ara
maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
medar: vesile, kaynak
metin: sağlam
mevki: yer
muhkem: sağlam, kuvvetli (bk. ḥ-k-m)
muhtelif: çeşitli
münasebet: bağlantı, ilişki (bk. n-s-b)
mütebayin: ayrı, farklı
müteferrik: kısım kısım
nazil olmak: inmek (bk. n-z-l)
necim: kısım, parça
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
perde-i nizam: düzen perdesi (bk. n-ẓ-m)
râik: safi, sade
sebeb-i vâhid: tek sebep (bk. s-b-b; v-ḥ-d)
Sekkâkî: (bk. bilgiler)
selâmet: cümlelerdeki düzgünlük ve doğruluk (bk. s-l-m)
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
selâset-i nazm: Kur’ân’ın âyet ve cümlelerinin tertip ve düzenindeki açıklık, ahenk, akıcılık (bk. s-l-s; n-ẓ-m)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
şule: ışık
teavün: yardımlaşma
tecavüb: birbirine cevap verme (bk. c-v-b)
tekemmül: mükemmelleşme (bk. k-m-l)
tenasüp: uygunluk (bk. n-s-b)
tesanüd: dayanışma (bk. s-n-d)
ulvî: yüce, büyük
yeknesak: tekdüze, monoton
Zemahşerî: (bk. bilgiler)
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

Hem o Kur’ân, mütefavit ve mükerrer suallerin cevabı olarak geldiği halde, nihayet imtizac ve ittihadı gösteriyor. Güya bir sual-i vâhidin cevabıdır.

Hem Kur’ân, mütegayir, müteaddit hâdisâtın ahkâmını beyan için geldiği halde, öyle bir kemâl-i intizamı gösteriyor ki, güya bir hadise-i vâhidin beyanıdır.

Hem Kur’ân, mütehalif, mütenevvi halette, hadsiz muhatapların fehimlerine münasip üslûplarda tenezzülât-ı kelâmiye ile nazil olduğu halde, öyle bir hüsn-ü temasül ve güzel bir selâset gösteriyor ki, güya hâlet birdir, bir derece-i fehimdir, su gibi akar bir selâset gösteriyor.

Hem o Kur’ân, mütebâid, müteaddit muhatabîn esnafına müteveccihen mütekellim olduğu halde, öyle bir suhulet-i beyanı, bir cezâlet-i nizamı, bir vuzuh-u ifhâmı var ki, güya muhatabı bir sınıftır. Hattâ her bir sınıf zanneder ki, bil’asale muhatap yalnız kendisidir.

Hem Kur’ân, mütefavit, mütederriç irşadî bazı gayelere isal ve hidayet etmek için nazil olduğu halde, öyle bir kemâl-i istikamet, öyle bir dikkat-i muvazenet, öyle bir hüsn-ü intizam vardır ki, güya maksat birdir.

İşte, bu esbablar, müşevveşiyetin esbabı iken, Kur’ân’ın i’câz-ı beyanında, selâset ve tenasübünde istihdam edilmişlerdir. Evet, kalbi sakamsız, aklı müstakim, vicdanı marazsız, zevki selim her adam Kur’ân’ın beyanında güzel bir selâset, rânâ bir tenasüp, hoş bir âhenk, yektâ bir fesahat görür.

Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler.

Şu Birinci Nurun hakikatini misallerle tavzih etsek, birkaç mücelled lâzım. Öyle ise, sair risale-i Arabiyemde ve İşârâtü’l-İ’câz’da ve şu yirmi beş adet

Sözlerde şu hakikatin ispatına dair olan izahatla iktifa edip, misal olarak mecmu-u Kur’ân’ı birden gösteriyorum.


âhenk: uygunluk
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
basîre: görme kuvveti, görüş (bk. b-ṣ-r)
bâtın: görünmeyen, gizli
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
bil’asale: bizzat, aslında
cezâlet-i nizam: tertip ve düzenin güçlülüğü, uygunluğu (bk. c-z-l; n-ẓ-m)
derece-i fehim: anlayış derecesi
dikkat-i muvazenet: dikkatli bir denge (bk. v-z-n)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
esnaf: sınıflar
fehim: anlayış
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
hâdisât: olaylar
hadise-i vâhid: tek bir olay (bk. v-ḥ-d)
hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlet: hal, vaziyet
hidayet etmek: doğru yola erdirmek (bk. h-d-y)
hüsn-ü intizam: güzel bir düzenlilik (bk. ḥ-s-n; n-ẓ-m)
hüsn-ü temasül: güzel benzeyiş (bk. ḥ-s-n;)
i’câz-ı beyan: açıklamanın mu’cizeliği (bk. a-c-z; b-y-n)
iktifa: yetinme
imtizac: kaynaşma, uyuşma
irşadî: irşadla, doğru yolu göstermeyle ilgili (bk. r-ş-d)
isal etmek: ulaştırmak
istihdam edilmek: çalıştırılmak
ittihad: birlik
izah etmek: açıklamak
izahat: izahlar, açıklamalar
kâinat: evren, yaratılan herşey (bk. k-v-n)
kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemâl-i istikamet: tam ve mükemmel doğruluk (bk. k-m-l)
maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
maraz: hastalık
mecmu-u Kur’ân: Kur’ân’ın tamamı (bk. c-m-a)
muhatabîn: muhataplar (bk. ḫ-ṭ-b)
mücelled: ciltli kitap
mükerrer: tekrarla, defalarca
münasip: uygun (bk. n-s-b)
müstakim: dosdoğru
müşevveşiyet: karışıklıklar
müteaddit: çeşitli
mütebâid: birbirinden uzak
mütederriç: derece derece
mütefavit: farklı, çeşitli
mütegayir: değişik, birbirine zıt
mütehalif: birbirine uymayan
mütekellim: konuşan (bk. k-l-m)
mütenevvi: çeşitli
müteveccihen: yönelmiş olarak
nazil olmak: inmek (bk. n-z-l)
rânâ: güzel, hoş
risale-i Arabiye: Arapça risale (bk. r-s-l)
sair: diğer
sakam: hastalık
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
selim: sağlam, doğru (bk. s-l-m)
sual-i vâhid: tek soru (bk. v-ḥ-d)
suhulet-i beyan: açıklama kolaylığı (bk. b-y-n)
tavzih etmek: açıklamak
tenasüb: uygunluk (bk. n-s-b)
tenezzülât-ı kelâm: sözün muhatapların seviyelerine uygun olarak ayarlanması (bk. n-z-l; k-l-m)
vâzıh: açık, âşikâr
vuzuh-u ifhâm: anlatım açıklığı
yektâ: eşsiz
zâhir: görünen (bk. ẓ-h-r)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – BİRİNCİ NUR, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.556

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/556


CUMARTESİ DERSLERİ

Hem Kur'ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder -tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 7.
Hem Kur’ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder -tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 7.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

"O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir." İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

"O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir." İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE.
“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.

ÜÇÜNCÜ CİLVE: 

Kur’ân-ı Hakîm, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına, güya doğrudan doğruya o tabakaya hususî müteveccihtir, hitap ediyor. Evet, bütün benî Âdeme bütün tabakatıyla en yüksek ve en dakik ilim olan imana ve en geniş ve nuranî fen olan marifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maarif olan ahkâm-ı İslâmiyeye davet eden, ders veren Kur’ân ise, her nev’e,


âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
ahbab-ı uhrevî: âhiretteki dostlar (bk. ḥ-b-b; e-ḫ-r)
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
ahkâm-ı İslâmiye: İslâmın hükümleri (bk. ḥ-k-m; s-l-m)
ayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlık
beşer: insan
dakik: ince, derin
dereke: en aşağı derece
edebiyat-ı ecnebiye: yabancı edebiyat
fen: ilim
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâşâ: asla öyle değil
hikmet: her şeyi yerli yerinde gösteren doğru bilgi (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i felsefe: felsefe ilmi (bk. ḥ-k-m)
hitap etmek: konuşmak (bk. ḫ-ṭ-b)
kasıru’l-fehim: anlayışı kısa
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
maâliyât: yüksek ve derin fikirler
maarif: bilgiler (bk. a-r-f)
makarr-ı ebedî: sonsuz kalınacak yer (bk. e-b-d)
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
masumâne: masumca, günahsızca
muhal: imkânsız
muhassala-i mesai: çalışmalardan elde edilen netice
mübalâğa: abartı
mütenevvi: çeşitli
müteveccih: yönelik
netice-i efkâr: fikirlerin sonucu (bk. f-k-r)
nev’: tür
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
nümune: örnek
rüyet-i cemâlullah: Allah’ın cemâlini görme (bk. c-m-l)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şe’n: özellik (bk. ş-e-n)
tabakat-ı beşer: insan tabakaları
tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r)
tereşşuh: sızma
vaki: olmuş, meydana gelmiş
vatan-ı aslî: gerçek vatan olan cennet
vecih: yön, taraf

her taifeye muvafık gelecek bir ders vermek elzemdir. Halbuki ders birdir, ayrı ayrı değil. Öyle ise, aynı derste tabakat bulunmak lâzımdır. Derecâta göre, herbiri Kur’ân’ın perdelerinden bir perdeden hisse-i dersini alır. Şu hakikatin çok nümunelerini zikretmişiz; onlara müracaat edilebilir. Yalnız burada bir iki cüz’ünün, hem yalnız bir iki tabakasının hisse-i fehmine işaret ederiz.

Meselâ, 

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ     وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ 

Kesretli tabaka olan avam tabakasının şundan hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.

Daha mutavassıt bir tabaka, şundan, İsâ aleyhisselâmın ve melâikelerin ve tevellüde mazhar şeylerin ulûhiyetini nefyetmektir. Çünkü muhal bir şeyi nefyetmek zahiren faidesiz olduğundan, belâğatte medar-ı faide olacak bir lâzım-ı hüküm murad olunur. İşte, cismâniyete mahsus veled ve vâlidi nefyetmekten murat ise, veled ve vâlidi ve küfvü bulunanların nefy-i ulûhiyetleridir ve mâbud olmaya lâyık olmadıklarını göstermektir. Şu sırdandır ki, Sûre-i İhlâs, herkese, hem her vakit faida verebilir.

Daha bir parça ileri bir tabakanın hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak, mevcudata karşı, tevlid ve tevellüdü işmam edecek bütün rabıtalardan münezzehtir. Şerik ve muinden ve hemcinsten müberrâdır. Belki mevcudata karşı nisbeti, hallâkıyettir. Emr-i 

كُنْ فَيَكُونُ 

ile, irade-i ezeliyesiyle, ihtiyarıyla icad eder. İcabî ve ıztırarî ve sudur-u gayr-ı ihtiyarî gibi münâfi-i kemâl herbir rabıtadan münezzehtir.

Daha yüksek bir tabakanın hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak ezelîdir, ebedîdir, evvel ve âhirdir. Hiçbir cihette ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef’âlinde naziri, küfvü,


Dipnot-1

“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4.

Dipnot-2

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.


âhir: sonra olma (bk. e-ḫ-r)
akran: arkadaşlar, denkler
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
avam: halk
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
cihet: yön, şekil
cismâniyet: bedenle, maddî vücutla ilgili oluş
cüz’: parça, kısım (bk. c-z-e)
derecât: dereceler
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)
elzem: çok gerekli
evvel: önce olma
ezelî: varlığının başlangıcı olmayan (bk. e-z-l)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hallâkiyet: yaratıcılık (bk. ḫ-l-ḳ)
hemcins: aynı cinsten olan
hisse-i ders: ders payı
hisse-i fehm: anlayış hissesi
ıztırarî: zorunluluk, çaresizlik
icabî: zorunluluk, mecburiyet
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
ihtiyar: irade, dileme (bk. ḫ-y-r)
irade-i ezeliye: ezelî irade (bk. r-v-d; e-z-l)
İsâ: (bk. bilgiler)
işmam etmek: hissettirmek
kesretli: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
küfüv: denk
lâzım-ı hüküm: hükmün gereği (bk. ḥ-k-m)
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahsus: has, özel
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
medar-ı faide: faydaya sebep
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhal: imkânsız
muîn: yardımcı
murad olunmak: istenmek, kastedilmek (bk. r-v-d)
mutavassıt: orta derecede
muvafık: uygun
müberrâ: uzak, yüce
münâfi-i kemâl: mükemmelliğe aykırı (bk. k-m-l)
münezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce (bk. n-z-h)
nazir: benzer (bk. n-ẓ-r)
nefy-i ulûhiyet: ilâhlığın reddi (bk. e-l-h)
nefyetmek: reddetmek
nisbet: kıyas, oran (bk. n-s-b)
nümune: örnek
peder: baba
rabıta: bağ
sıfât: özellik, nitelik (bk. v-ṣ-f)
sudur-u gayr-ı ihtiyar: isteksiz olarak meydana gelme (bk. ḫ-y-r)
şerik: ortak
tabakat: tabakalar, dereceler
taife: topluluk
tevellüd: doğum, doğma
tevlid: doğurma
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
vâlid: baba
veled: evlat, çocuk
zahiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zevce: kadın eş, hanım
zikretmek: anmak, belirtmek

şebîhi, misli, misali, mesîli yoktur. Yalnız, ef’âlinde, şuûnunda, teşbihi ifade eden mesel var.

 وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 1

Bu tabakata ârifîn tabakası, ehl-i aşk tabakası, sıddıkîn tabakası gibi ayrı ayrı hisse sahiplerini kıyas edebilirsin.

İkinci misal: Meselâ,

 مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَۤا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ 

Tabaka-i ûlânın şundan hisse-i fehmi şudur ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın hizmetkârı ve “veledim” hitabına mazhar olan Zeyd,3 izzetli zevcesini kendine küfüv bulmadığı için tatlik etmiş; Allah’ın emriyle, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm almış.4 Âyet der: “Peygamber size evlâdım dese, risalet cihetiyle söyler. Şahsiyet itibarıyla pederiniz değil ki, aldığı kadınlar ona münasip düşmesin.”

İkinci tabakanın hisse-i fehmi şudur ki: Bir büyük âmir, raiyetine pederâne şefkatle bakar. Eğer o âmir, zâhir ve bâtın bir padişah-ı ruhanî olsa, o vakit merhameti pederin yüz defa şefkatinden ileri gittiğinden, o raiyetin efradı, onun hakikî evlâdı gibi, ona peder nazarıyla bakarlar. Peder nazarı zevc nazarına inkılâb edemediğinden, kız nazarı da zevce nazarına kolayca değişmediğinden, efkâr-ı âmmede Peygamber (a.s.m.) mü’minlerin kızlarını alması şu sırra uygun gelmediğinden, Kur’ân der: “Peygamber (a.s.m.) merhamet-i İlâhiye nazarıyla size şefkat eder, pederâne muamele yapar. Risalet namına siz onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniyet itibarıyla pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin.”

Üçüncü kısım şöyle fehmeder ki: Peygambere (a.s.m.) intisap edip onun kemâlâtına istinad ederek onun pederâne şefkatine itimad edip kusur ve hatîat


Dipnot-1

“En yüce sıfatlar Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.

Dipnot-2

“Muhammed, sizden hiçbir erkeğin babası değildir.” Ahzâb Sûresi, 33:40.

Dipnot-3

bk. En-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn 3:239; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 9:275.

Dipnot-4

bk. En-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn 4:24.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ârifîn: irfan sahipleri, İlâhî hakikatlere vakıf olanlar (bk. a-r-f)
bâtın: görünmeyen, gizli
cihet: taraf
ef’âl: fiiller (bk. f-a-l)
efkâr-ı âmme: kamuoyu (bk. f-k-r)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
ehl-i aşk: Allah sevgisinde çok ileri dereceye erişenler
evlad: çocuk
fehmetmek: anlamak
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hatîat: hatalar
hisse-i fehm: anlayış hissesi
inkılâb: değişme, dönüşme
intisap etmek: mensup olmak, bağlanmak (bk. n-s-b)
istinad etmek: dayanmak (bk. s-n-d)
itimad etmek: güvenmek
izzet: şeref, değer (bk. a-z-z)
kemâlât: mükemmellikler, faziletler (bk. k-m-l)
küfüv: denk, uygun
mazhar: erişen, sahip olan (bk. ẓ-h-r)
merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
mesel: zenginlik, merhamet gibi sıfatlar (bk. m-s̱-l)
mesîl: benzer, eş (bk. m-s̱-l)
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
misil: benzer (bk. m-s̱-l)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
nam: ad
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
padişah-ı ruhanî: ruhanî padişah (bk. r-v-ḥ)
peder: baba
pederâne: babaya yakışır şekilde
raiyet: halk
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
şahsiyet-i insaniyet: insanın şahsiyeti
şebîh: benzer
şuûn: işler, haller (bk. ş-e-n)
tabaka-i ûlâ: ilk tabaka
tabakat: tabakalar
tatlik etmek: boşamak
teşbih: benzetme
veledim: oğlum
zâhir: görünen (bk. ẓ-h-r)
zevc: erkek eş, koca
zevce: kadın eş
Zeyd: (bk. bilgiler)

etmemelisiniz demektir. Evet, çoklar var ki, büyüklerine ve mürşidlerine itimad edip tembellik eder. Hattâ bazan “Namazımız kılınmış” der (bir kısım Alevîler gibi).

Dördüncü nükte: Bir kısım, şu âyetten şöyle bir işaret-i gaybiye fehmeder ki: Peygamberin (a.s.m.) evlâd-ı zükûru rical derecesinde kalmayıp, rical olarak nesli, bir hikmete binaen kalmayacaktır. Yalnız, “rical” tabirinin ifadesiyle, nisânın pederi olduğunu işaret ettiğinden, nisâ olarak nesli devam edecektir. Felillâhilhamd, Hazret-i Fatıma’nın nesl-i mübareki, Hasan ve Hüseyin gibi iki nuranî silsilenin bedr-i münevveri, şems-i nübüvvetin mânevî ve maddî neslini idame ediyorlar.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ     1

Birinci Şule, Üç Şua ile hitama erdi.


Dipnot-1

Allahım, ona ve âline rahmet et.


bedr-i münevver: nurlanmış ay (bk. n-v-r)
binaen: -dayanarak
evlâd-ı zükûr: erkek çocuklar
fehmetmek: anlamak
felillâhilhamd: hamd ve övgü Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
Hasan: (bk. bilgiler)
Hazret-i Fâtıma: (bk. bilgiler)
hikmet: gaye, sebep (bk. ḥ-k-m)
hitama ermek: sona ermek
Hüseyin: (bk. bilgiler)
idame etmek: devam ettirmek
işaret-i gaybiye: gelecekte olacak bir olaya işaret (bk. ğ-y-b)
itimad etmek: güvenmek
mürşid: doğru yolu gösteren (bk. r-ş-d)
nesl-i mübarek: mübârek nesil (bk. b-r-k)
nisâ: kadınlar
nuranî: nurlu (bk. n-v-r)
nükte: ince anlamlı söz
rical: adamlar
silsile: zincir, soy ağacı
şems-i nübüvvet: peygamberlik güneşi (bk. n-b-e)
şua: parıltı
şule: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.552

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/552


CUMARTESİ DERSLERİ

Amma hikmet-i Kur'âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine "hakkı" kabul eder. Gayede, menfaat yerine "fazilet ve rıza-i İlâhîyi" kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, "düstur-u teâvünü" esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.
Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakkı” kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. Birinci kelime: “Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!” İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.” – Cumartesi Dersleri 25. 3. 5.

Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. Birinci kelime: "Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!" İkinci kelime: "Sen çalış, ben yiyeyim." - Cumartesi Dersleri 25. 3. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. Birinci kelime: “Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!” İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – İKİNCİ CİLVE.

Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. Birinci kelime: "Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!" İkinci kelime: "Sen çalış, ben yiyeyim." - Cumartesi Dersleri 25. 3. 5.
Bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. Birinci kelime: “Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!” İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.” – Cumartesi Dersleri 25. 3. 5.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.

İKİNCİ CİLVE:

Üçüncü derece: Binler mesâilinden, yalnız nümune olarak üç dört meseleyi göstereceğiz. Evet, Kur’ân’ın düsturları, kanunları, ezelden geldiğinden, ebede gidecektir. Medeniyetin kanunları gibi ihtiyar olup ölüme mahkûm değildir. Daima gençtir, kuvvetlidir.

Meselâ, medeniyetin bütün cem’iyât-ı hayriyeleriyle, bütün cebbârâne şedit inzibat ve nizâmatlarıyla, bütün ahlâkî terbiyegâhlarıyla, Kur’ân-ı Hakîmin iki meselesine karşı muâraza edemeyip mağlûp düşmüşlerdir.

Meselâ

 وَاَقِيمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ 1

وَاَحَلَّ اللهُ الْبَيْعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰوا 

Kur’ân’ın bu galebe-i i’cazkârânesini bir mukaddime ile beyan edeceğiz. Şöyle ki:

İşârâtü’l-İ’câz’da ispat edildiği gibi, bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin madeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir.

Birinci kelime: “Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne!”

İkinci kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.”

Evet, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyede havas ve avam, yani zenginler ve fakirler, muvazeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvazenenin esası ise, havas tabakasında merhamet ve şefkat, aşağısında hürmet ve itaattir. Şimdi, birinci kelime havas tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir. İkinci kelime avâmı kine, hasede, mübarezeye sevk edip rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selbettiği


Dipnot-1

“Namazı dos doğru kılın ve zekâtı verin.” Bakara Sûresi, 2:43.

Dipnot-2

“Allah alışverişi helâl, faizi ise haram kıldı.” Bakara Sûresi, 2:275.


ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk (bk. ḫ-l-ḳ)
avam: halk, fakirler sınıfı
bahusus: özellikle
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
cebbârâne: baskıcı bir şekilde, zorla (bk. c-b-r)
cem’iyât-ı hayriye: hayır cemiyetleri (bk. c-m-a; ḫ-y-r)
düstur: prensip
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
edyân-ı sâbıka-i semâviye: İslâmdan önceki semâvî dinler (bk. s-m-v)
ezel: başlangıcı olmayan, öncesizlik (bk. e-z-l)
fazilet: güzel ahlâk, erdem (bk. f-ḍ-l)
galebe-i i’câzkârâne: mu’cizeli bir şekilde galip gelme (bk. a-c-z)
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hased: kıskançlık
havas: zenginler sınıfı
hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanlığın sosyal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
ihtilâlât-ı beşeriye: insanlardaki ihtilaller, karışıklıklar
imdad: yardım
incizap: kendine çekme
inzibat: âsayiş, düzen
irşâdâd: irşâdlar, doğru yolu gösteren sözler (bk. r-ş-d)
ittifak: birlik
kemâlât: mükemmellikler (bk. k-m-l)
Kur’ân-ı Hakim: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
maden: kaynak
medeniyet-i hazıra: günümüz medeniyeti
mehâsin: güzellikler, iyilikler (bk. ḥ-s-n)
menba: kaynak
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)
muâraza: sözle karşı koyma, muhalefet
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
muvazene: denge (bk. v-z-n)
mübareze: mücadele, çatışma
nazar: bakış, düşünce (bk. n-ẓ-r)
nefs-i emmâre: insanı kötülüğe sevk eden içindeki duygu (bk. n-f-s)
nizâmat: kanunlar (bk. n-ẓ-m)
nümune: örnek
rahat-ı beşeriye: insanlığın rahatı
saadet-i dareyn: dünya ve âhiret mutluluğu
selb etmek: ortadan kaldırmak
şe’n: özellik, belirleyici nitelik (bk. ş-e-n)
şedit: çok şiddetli
teavün: yardımlaşma
terbiyegâh: terbiye yeri (bk. r-b-b)
tesanüd: dayanışma (bk. s-n-d)
uhuvvet: kardeşlik

gibi, şu asırda sa’y, sermaye ile mübareze neticesi, herkesçe malûm olan Avrupa hâdisât-ı azîmesi meydana geldi.

İşte, medeniyet, bütün cem’iyât-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedit inzibat ve nizâmâtıyla beşerin o iki tabakasını musalâha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedavi edememiştir. Kur’ân, birinci kelimeyi, esasından “vücub-u zekât” ile kal’ eder, tedavi eder. İkinci kelimenin esasını “hurmet-i ribâ” ile kal’ edip tedavi eder. Evet, âyet-i Kur’âniye âlem kapısında durup ribâya “Yasaktır” der. “Kavga kapısını kapamak için banka (ribâ) kapısını kapayınız” diyerek insanlara ferman eder, şakirtlerine “Girmeyiniz” emreder.


ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
Avrupa: (bk. bilgiler)
âyet-i Kur’âniye: Kur’an’ın âyeti
bekà: devamlılık (bk. b-ḳ-y)
beşer: insan
bilâkis: tersine
cem’iyât-ı hayriye: hayır cemiyetleri (bk. c-m-a; ḫ-y-r)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
ekseriyet: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
fahişehâne: fuhuş yapılan yer
ferman etmek: buyurmak, emretmek
hâdisât-ı azîme: büyük olaylar (bk. a-ẓ-m)
hakikaten: hakikat gereği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayat-ı beşer: insanlık hayatı (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: gaye, fayda (bk. ḥ-k-m)
hikmeten: hikmet gereği (bk. ḥ-k-m)
himaye: koruma
hurmet-i ribâ: fâizin haramlığı (bk. ḥ-r-m)
inzibat: âsayiş, düzen
izdivaç: evlilik
kabil: kabiliyetli
kabil-i telâkkuh: gebeliği mümkün olan, döllenebilen
kabil-i telkih: dölleme kabiliyeti olan
kâfi: yeterli
kal’ etmek: kaldırmak
kazâ-yı şehvet: şehvet ihtiyacını giderme (bk. ḳ-ḍ-y)
malûm: bilinen (bk. a-l-m)
maslahat-ı beşeriye: insanlığın yararı (bk. ṣ-l-ḥ)
muhakemesiz: akıl yürütemeyen, düşüncesiz (bk. ḥ-ḳ-m)
muhalif-i hikmet: hikmete zıt (bk. ḥ-k-m)
musalahâ: barıştırma (bk. ṣ-l-ḥ)
mübareze: mücadele, çatışma
münâfi: aykırı
müthiş: dehşet veren
nafaka: geçim için gerekli olan şey
nebâtât: bitkiler
nev’: tür
nizâmât: kanunlar (bk. n-ẓ-m)
peder: baba
rahmet: İlâhî şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
ribâ: faizsa’y: çalışma
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sülüs: (mirasta) üçte bir
şakirt: talebe, öğrenci
şedit: şiddetli
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
taaddüd-ü ezvâc: çok evlilik
taaddüt: birden fazla olma
tasdik: doğruluğunu kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ)
telâkki: kabul etme
tenasül: üreme, nesil yetiştirme
teşrik-i mesai: birlikte çalışma, işbirliği
tevellüd: doğum
ücret-i cüz’iye: küçük ücret (bk. c-z-e)
vücub-u zekât: zekâtın farz oluşu (bk. v-c-b)
ye’s: ümitsizlik

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – İKİNCİ CİLVE, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.548

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/548


CUMARTESİ DERSLERİ

Amma hikmet-i Kur'âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine "hakkı" kabul eder. Gayede, menfaat yerine "fazilet ve rıza-i İlâhîyi" kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, "düstur-u teâvünü" esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.
Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakkı” kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, Kur’ân’ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 3.

Evet, Kur'ân'ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, Kur’ân’ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – ÜÇÜNCÜ ŞAVK.

Evet, Kur'ân'ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 3.
Evet, Kur’ân’ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 3.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.

BİRİNCİ CİLVE: 

İhbârât-ı gaybiyesidir. Şu Cilvenin Üç Şavkı var.

ÜÇÜNCÜ ŞAVK: 

Hakaik-ı İlâhiyeye ve hakaik-ı kevniyeye ve umur-u uhreviyeye dair ihbârât-ı gaybiyesidir. Evet, Kur’ân’ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur.

Hem Kur’ân gösterdiği o hakaik-ı İlâhiye ve o hakaik-ı kevniyeyi beyandan


akl-ı beşerin kârı: insan aklının yapacağı bir iş
âyât: âyetler
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
beyanat-ı kevniye: yaratılışa âit açıklamalar (bk. b-y-n; k-v-n)
dâhi: son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık (bk. ḍ-l-l)
dâvâ: iddia
fethetmek: açmak
hakaik-i İlâhiye: Allah’ın zat ve sıfatlarına ait gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-l-h)
hakaik-i kevniye: kâinatla, yaratılışla ilgili hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-v-n)
hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)
hükema: filozoflar (bk. ḥ-k-m)
ihbârât-ı gaybiye: gaybdan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
ihsas etmek: hissettirmek
istikametle: doğru bir şekilde
itirâzat: itirazlar
kat’iyen: kesinlikle
kemâl-i ciddiyet ve emniyet: tam bir ciddiyet ve güven (bk. k-m-l; e-m-n)
malûm: bilinen (bk. a-l-m)
maruz: uğramış, tesirinde kalmış
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)
muamma: anlaşılması zor sır
şavk: ışık, parıltı
tenkidât: tenkitler
tılsım-ı kâinat: kâinatın tılsımı, gizemi (bk. k-v-n)
umur-u uhreviye: âhirete ait işler (bk. e-ḫ-r)
Üstad-ı Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün ilimlerin öğreticisi olan Allah (bk. e-z-l)
vüsuk: doğruluk, güvenilirlik

sonra ve safa-yı kalb ve tezkiye-i nefisten sonra ve ruhun terakkiyatından ve aklın tekemmülünden sonra beşerin ukulü “Sadakte” deyip o hakaikı kabul eder, Kur’ân’a “Bârekâllah” der. Bu kısmın, kısmen On Birinci Sözde izah ve ispatı geçmiştir; tekrara hacet kalmamıştır.

Amma ahvâl-i uhreviye ve berzahiye ise, çendan akl-ı beşer kendi başıyla yetişemiyor, göremiyor. Fakat, Kur’ân’ın gösterdiği yollarla, onları görmek derecesinde ispat ediyor. Onuncu Sözde, Kur’ân’ın şu ihbârât-ı gaybiyesi ne derece doğru ve hak olduğu izah ve ispat edilmiştir. Ona müracaat et.


âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
ahvâl-i uhreviye ve berzahiye: kabir ve âhiret halleri (bk. e-ḫ-r)
akl-ı beşer: insan aklı
aktâr: her taraf, her yan
âlem: dünya (bk. a-l-m)
âsâr: eserler
asr-ı hazır: şimdiki asır
Bârekâllah: Allah ne mübarek yaratmış (bk. b-r-k)
beşer: insan
cemaat: topluluk, grup (bk. c-m-a)
cilve: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
cinnî: cinlerden olan
çendan: gerçi
efkârca: fikirler bakımından (bk. f-k-r)
ehl-i kitap: kitap ehli; Allah’ın gönderdiği kitaplara inanan Hıristiyan ve Yahudiler (bk. k-t-b)
ehle’l-mekteb: mektepli, okumuş, bilgili (bk. k-t-b)
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hitab-ı mürşidâne: doğru yolu gösterici hitap (bk. ḫ-ṭ-b; r-ş-d)
hutbe-i ezeliye: ezelî hutbe (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l)
ihbârât-ı gaybiye: gaybdan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
istidatça: kabiliyetçe (bk. a-d-d)
izah: açıklama
lâfz: kelime, ifade
medeniyet-i hazıra: günümüz medeniyeti
muâraza: karşı koyma, muhalefet
muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ)
muhtelif: çeşitli, değişik
mütebayin: ayrı ayrı
müteveccih: yönelik
nazil olmak: inmek (bk. n-z-l)
netice-i efkâr: fikirlerin sonucu (bk. f-k-r)
nev-i beşer: insanlık
rasih: sağlam
sadakte: “doğrudur” (bk. ṣ-d-ḳ)
safa-yı kalb: kalbin safiliği, temizliği (bk. ṣ-f-y)
sayha: sesleniş
şebâbet: gençlik, tazelik
tabakat-ı beşeriye: insan tabakaları, sınıfları
tazammun etme: içine alma, kapsama
tebdil edilmek: değiştirilmek
tekemmül: mükemmelleşme (bk. k-m-l)
terakkiyat: ilerlemeler, yükselmeler
tezkiye-i nefis: nefsi terbiye edip temizleme (bk. n-f-s)
ukul: akıllar

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – ÜÇÜNCÜ ŞAVK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.545

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/545


CUMARTESİ DERSLERİ

"Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar." Mâide Sûresi, 5:54. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 2.
“Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar.” Mâide Sûresi, 5:54. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar.” Mâide Sûresi, 5:54. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 2.

"Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar." Mâide Sûresi, 5:54. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“”Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar.” Mâide Sûresi, 5:54.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – İKİNCİ ŞAVK.

"Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar." Mâide Sûresi, 5:54. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 2.
“Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar.” Mâide Sûresi, 5:54. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.

BİRİNCİ CİLVE: 

İhbârât-ı gaybiyesidir. Şu Cilvenin Üç Şavkı var.

İKİNCİ ŞAVK: 

İstikbale ait ihbârât-ı gaybiyesidir. Şu kısım ihbârâtın çok envâı var. Birinci kısım hususîdir. Bir kısım, ehl-i keşif ve velâyete mahsustur. Meselâ, Muhyiddin-i Arabî

 الۤمۤ     غُلِبَتِ الرُّومُ 

Sûresinde pek çok ihbârât-ı gaybiyeyi bulmuştur. İmam-ı Rabbânî, sûrelerin başındaki mukattaât-ı hurufla çok muamelât-ı gaybiyenin işaretlerini ve ihbârâtını görmüştür ve hâkezâ… Ulema-yı bâtın için, Kur’ân baştan başa ihbârât-ı gaybiye nev’indendir. Biz ise,


Dipnot-1

“Elif lâm mim. Rumlar mağlûp düştüler.” Rum Sûresi, 30:1-2.


ahvâl: haller, durumlar
ahvâl-i maziye: geçmişteki haller
aklî: akılla ilgili
ehl-i keşif ve velâyet: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler (bk. k-ş-f; v-l-y)
emanet: eminlik, güvenilirlik (bk. e-m-n)
envâ: çeşitler, türler
fasletmek: çözüme kavuşturmak
faysal: ayırıcı, çözüme kavuşturucu
fen: bilim
fevkinde: üstünde
fezleke: netice, özet
hâkezâ: bunun gibi
hakikat-i vakıa: olayın gerçekliği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hususî: özel
hülâsa: özet
ihata: kapsama, içine alma
ihbar: haber verme
ihbârât: haber vermeler
ihbârât-ı gaybiye: gayptan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
ihtilâf: ayrılık, anlaşmazlık
ihtilafî: tartışmalı
İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)
istikbal: gelecek zaman
ittifak: birleşme, fikir birliği
ittifak etmek: birleşmek
ittifakî: üzerinde birleşilmiş
kıraat: okuma
kitabet: yazma (bk. k-t-b)
kütüb-ü sâlife: Tevrat, Zebur ve İncil gibi geçmiş kitaplar (bk. k-t-b)
maharet: ustalık, beceri
maharet-i fevkalâde: olağanüstü beceri
maksad: gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)
maruf: bilinen (bk. a-r-f)
mazi: geçmiş zamanı
meleke: kabiliyet, beceri (bk. m-l-k)
mevsuf: vasıflandırılan (bk. v-ṣ-f)
muamelât-ı gaybiye: gayba ait muamele ve işleyişler (bk. ğ-y-b)
Muhyiddin-i Arabî: (bk. bilgiler)
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
mukattaât-ı huruf: bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler
musaddıkane: doğrulayarak (bk. ṣ-d-ḳ)
musahhihâne: düzelterek
muvafakat etmek: uyuşmak
mütehassıs: ihtisas sahibi, uzman
mütevakkıf: bağlı
nakil: aktarma, anlatma
nazar-ı gayb-bînî: gaybı gören bakış (bk. n-ẓ-r; ğ-y-b)
nev’: tür
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
semâ: işitme, duyma (bk. s-m-a)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şavk: ışık, parıltı
tezkiye: iyi hal üzere şahitlik etme
ukde-i hayatiye: hayat düğümü, çekirdeği (bk. ḥ-y-y)
ulema-yı bâtın: şeriatın zâhirinden ve açık hükümlerinden daha çok, mânâ ve esrârını bilen âlimler (bk. a-l-m)
umum: bütün
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vukuat: olaylar
zikrolunmak: anılmak, belirtilmek

umuma ait olacak bir kısmına işaret edeceğiz. Bunun da pek çok tabakatı var; yalnız bir tabakadan bahsedeceğiz. İşte, Kur’ân-ı Hakîm, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâma der: HAŞİYE-1

فَاصْبِرْ اِنَّ وَعْدَ اللهِ حَقٌ 1     لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَۤاءَ اللهُ اٰمِنِينَ مُحَلِّقِينَ رُؤُسَكُمْ وَمُقَصِّرِينَ لاَ تَخَافُونَ… هُوَ الَّذِۤى اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَدِينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدِّينِ كُلِّهِ 2    وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَ     فِى بِضْعِ سِنِينَ لِلّٰهِ اْلاَمْرُ 3     فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ     بِأَيِّكُمُ الْمَفْتُونُ 4     اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ     قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنِّى مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّصِين َ 5    وَاللهُ يَعْصِمُكَ مِنَ النَّاسِ 6    فَاِنْ لَمْ تَفْعَلُوا وَلَنْ تَفْعَلُوا 7     وَلَنْ يَتَمَنَّوْهُ اَبَدًا 8    سَنُرِيهِمْ اٰيَاتِنَا فِى اْلاٰفَاقِ وَفِۤى اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّ 9     قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰى اَنْ يَاْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَ يَاْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا 10    يَاْتِى اللهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ


Haşiye-1

Bu, gaybdan haber veren âyetler, pek çok tefsirlerde izah edilmesinden ve eski harfle tab etmek niyeti müellifine verdiği acelelik hatasından, burada izahsız ve o kıymettar hazineler kapalı kaldılar.

Dipnot-1

“Sabret; Allah’ın vaadi haktır.” Rum Sûresi, 30:60.

Dipnot-2

“İnşaallah, hepiniz emniyet içinde ve saçlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mescid-i Harama gireceksiniz. … Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resulünü hak din ile gönderen Odur.” Fetih Sûresi, 48:27-28.

Dipnot-3

“Bu mağlûbiyetlerinden sonra, birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Hüküm Allah’ındır.” Rum Sûresi, 30:3-4.

Dipnot-4

“Yakında sen de göreceksin, onlar da görecekler: Hanginiz cinnete uğramış?” Kalem Sûresi, 68:5-6.

Dipnot-5

“Yoksa onlar ‘O bir şairdir; biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz’ mu diyorlar? Sen ‘Bekleyedurun,’ de. ‘Ben de sizinle beraber bekliyorum.'” Tûr Sûresi, 52:30-31.

Dipnot-6

“Allah seni insanlardan korur.” Mâide Sûresi, 5:67.

Dipnot-7

“Eğer bunu yapamazsanız-ki asla yapamayacaksınız.” Bakara Sûresi, 2:24.

Dipnot-8

“Ölümü hiçbir zaman temennî etmeyecekler.” Bakara Sûresi, 2:95.

Dipnot-9

“Onlara gerek âlemin her tarafında, gerekse kendi nefislerinde âyetlerimizi göstereceğiz-tâ ki Kur’ân’ın hak olduğu onlara iyice açıklanmış olsun.” Fussılet Sûresi, 41:53.

Dipnot-10

“De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” İsrâ Sûresi, 17:88.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
gayb: görünmeyen ve bilinmeyen (bk. ğ-y-b)
izah: açıklama
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
müellif: yazar
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
tab etmek: yazmak, basmak
tefsir: Kur’ân-ı Kerimi mânâ yönünden yorumlayan kitap (bk. f-s-r)
umum: genel, herkes

وَيُحِبُّونَهُ اَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ اَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِى سَبِيلِ اللهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لاَئِمٍ 1     وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّٰهِ سَيُرِيكُمْ اٰيَاتِهِ فَتَعْرِفُونَهَا 2     قُلْ هُوَ الرَّحْمٰنُ اٰمَنَّا بِهِ وَعَلَيْهِ تَوَكَّلْنَا فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ هُوَ فِى ضَلاَلٍ مُبِينٍ 3     وَعَدَ اللهُ الَّذِينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْ وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَيَسْتَخْلِفَنَّهُمْ فِى اْلاَرْضِ كَمَا اسْتَخْلَفَ الَّذِينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَلَيُمَكّنَنَّ لَهُمْ دِيَنهُمُ الَّذِي ارْتَضٰى لَهُمْ وَلَيُبَدِّلَنَّهُمْ مِنْ بَعْدِ خَوْفِهِمْ اَمْنًا     4

gibi çok âyâtın ifade ettiği ihbârât-ı gaybiyedir ki, aynen doğru olarak çıkmıştır. İşte, pek çok itirâzat ve tenkidâta maruz ve en küçük bir hatasından dolayı dâvâsını kaybedecek bir zâtın lisanından böyle tereddütsüz, kemâl-i ciddiyet ve emniyetle ve kuvvetli bir vüsuku ihsas eden bir tarzda böyle ihbârât-ı gaybiye, kat’iyen gösterir ki, o zât, Üstad-ı Ezelîsinden ders alıyor, sonra söylüyor.


Dipnot-1

“Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar.” Mâide Sûresi, 5:54.

Dipnot-2

“De ki: Hamd Allah’a mahsustur. O size delillerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız.” Neml Sûresi, 27:93.

Dipnot-3

“De ki: O Rahmân’dır; Ona inandık ve Ona güvendik. Kimin ap açık bir sapıklık içinde bulunduğunu yakında bileceksiniz.” Mülk Sûresi, 67:29.

Dipnot-4

“Sizden iman edip güzel işler yapanlara Allah vaad etmiştir ki, kendilerinden önceki mü’minleri nasıl kâfirlerin yerine getirdiyse, onları da şimdiki kâfirlerin yerine, yeryüzünde hâkim kılacak, onlar için razı olduğu İslâm dinini onların kalblerinde sağlamlaştıracak ve korkularını emniyete çevirecektir.” Nur Sûresi, 24:55.


akl-ı beşerin kârı: insan aklının yapacağı bir iş
âyât: âyetler
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
beyanat-ı kevniye: yaratılışa âit açıklamalar (bk. b-y-n; k-v-n)
dâhi: son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi
dalâlet: hak yoldan ayrılma, sapkınlık (bk. ḍ-l-l)
dâvâ: iddia
fethetmek: açmak
hakaik-i İlâhiye: Allah’ın zat ve sıfatlarına ait gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-l-h)
hakaik-i kevniye: kâinatla, yaratılışla ilgili hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; k-v-n)
hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)
hükema: filozoflar (bk. ḥ-k-m)
ihbârât-ı gaybiye: gaybdan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
ihsas etmek: hissettirmek
istikametle: doğru bir şekilde
itirâzat: itirazlar
kat’iyen: kesinlikle
kemâl-i ciddiyet ve emniyet: tam bir ciddiyet ve güven (bk. k-m-l; e-m-n)
malûm: bilinen (bk. a-l-m)
maruz: uğramış, tesirinde kalmış
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)
muamma: anlaşılması zor sır
şavk: ışık, parıltı
tenkidât: tenkitler
tılsım-ı kâinat: kâinatın tılsımı, gizemi (bk. k-v-n)
umur-u uhreviye: âhirete ait işler (bk. e-ḫ-r)
Üstad-ı Ezelî: varlığının başlangıcı olmayan ve bütün ilimlerin öğreticisi olan Allah (bk. e-z-l)
vüsuk: doğruluk, güvenilirlik

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – İKİNCİ ŞAVK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.543

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/543


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, bil'ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem'den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.
Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, bil'ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem'den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – BİRİNCİ ŞAVK.

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, bil'ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem'den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.
Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.

BİRİNCİ CİLVE: 

İhbârât-ı gaybiyesidir. Şu Cilvenin Üç Şavkı var.

BİRİNCİ ŞAVK: 

Maziye ait ihbârât-ı gaybiyesidir. Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle


alâmet: iz, işaret
Asr-ı Saadet: Peygamberimiz (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
bil’ittifak: ittifakla, fikir birliğiyle
ceberut: büyüklük ve haşmet (bk. c-b-r)
cilve: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
emâre: işaret, iz
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
farz-ı muhal: olmayacak şeyi olacakmış gibi düşünme
hadsiz: sınırsız
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
hâlet: durum, hal
Hâlık-ı Kâinat: kâinatın yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve şeref sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hasıl olmak: ortaya çıkmak
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
ihbârât-ı gaybiye: gaybdan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
İncil: Hz. İsâ’ya indirilen kitap
izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasem: yemin
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lisan: dil
mazi: geçmiş zaman
muhabere: haberleşme
muvafık: uygun
Müseylime: (bk. bilgiler)
pest: aşağı
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
şavk: ışık, parıltı
şebâbiyet: tazelik, gençlik
şua: parıltı
taklitkârâne: taklik ederek
tasdik: doğruluğunu kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ)
Tevrat: Hz. Musa’ya indirilen kitap
ulvî: yüce
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vukuat: olaylar
zaman-ı Âdem: Hz. Âdem’in zamanı
zikretmek: anmak, belirtmek

ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. Demek, Kur’ân’ın nazar-ı gayb-bînîsi, o kütüb-ü sâlifenin umumunun fevkinde ahvâl-i maziyeyi görüyor ki, ittifakî meselelerde musaddıkane onları tezkiye ediyor, ihtilâfî meselelerde musahhihâne onlara faysal oluyor. Halbuki, Kur’ân’ın vukuat ve ahvâl-i maziyeye dair ihbârâtı aklî bir iş değil ki akılla ihbar edilsin. Belki semâa mütevakkıf nakildir. Nakil ise, kıraat ve kitabet ehline mahsustur. Dost ve düşmanın ittifakıyla kıraatsiz, kitabetsiz, emanetle maruf, ümmî lâkabıyla mevsuf bir zâta nüzul ediyor.

Hem o ahvâl-i maziyeyi öyle bir surette ihbar eder ki, bütün o ahvâli görür gibi bahseder. Çünkü, uzun bir hadisenin ukde-i hayatiyesini ve ruhunu alır, maksadına mukaddime yapar. Demek, Kur’ân’daki fezlekeler, hülâsalar gösteriyor ki, bu hülâsa ve fezlekeyi gösteren, bütün maziyi bütün ahvâliyle görüyor. Zira bir zâtın bir fende veya bir san’atta mütehassıs olduğu, hülâsalı bir sözle, fezlekeli bir san’atçıkla, o şahısların maharet ve melekelerini gösterdiği gibi, Kur’ân’da zikrolunan vukuatın hülâsaları ve ruhları gösteriyor ki, onları söyleyen, bütün vukuatı ihata etmiş, görüyor, tabiri caizse bir maharet-i fevkalâde ile ihbar ediyor.


ahvâl: haller, durumlar
ahvâl-i maziye: geçmişteki haller
aklî: akılla ilgili
ehl-i keşif ve velâyet: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler (bk. k-ş-f; v-l-y)
emanet: eminlik, güvenilirlik (bk. e-m-n)
envâ: çeşitler, türler
fasletmek: çözüme kavuşturmak
faysal: ayırıcı, çözüme kavuşturucu
fen: bilim
fevkinde: üstünde
fezleke: netice, özet
hâkezâ: bunun gibi
hakikat-i vakıa: olayın gerçekliği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hususî: özel
hülâsa: özet
ihata: kapsama, içine alma
ihbar: haber verme
ihbârât: haber vermeler
ihbârât-ı gaybiye: gayptan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
ihtilâf: ayrılık, anlaşmazlık
ihtilafî: tartışmalı
İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)
istikbal: gelecek zaman
ittifak: birleşme, fikir birliği
ittifak etmek: birleşmek
ittifakî: üzerinde birleşilmiş
kıraat: okuma
kitabet: yazma (bk. k-t-b)
kütüb-ü sâlife: Tevrat, Zebur ve İncil gibi geçmiş kitaplar (bk. k-t-b)
maharet: ustalık, beceri
maharet-i fevkalâde: olağanüstü beceri
maksad: gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)
maruf: bilinen (bk. a-r-f)
mazi: geçmiş zamanı
meleke: kabiliyet, beceri (bk. m-l-k)
mevsuf: vasıflandırılan (bk. v-ṣ-f)
muamelât-ı gaybiye: gayba ait muamele ve işleyişler (bk. ğ-y-b)
Muhyiddin-i Arabî: (bk. bilgiler)
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
mukattaât-ı huruf: bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler
musaddıkane: doğrulayarak (bk. ṣ-d-ḳ)
musahhihâne: düzelterek
muvafakat etmek: uyuşmak
mütehassıs: ihtisas sahibi, uzman
mütevakkıf: bağlı
nakil: aktarma, anlatma
nazar-ı gayb-bînî: gaybı gören bakış (bk. n-ẓ-r; ğ-y-b)
nev’: tür
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
semâ: işitme, duyma (bk. s-m-a)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şavk: ışık, parıltı
tezkiye: iyi hal üzere şahitlik etme
ukde-i hayatiye: hayat düğümü, çekirdeği (bk. ḥ-y-y)
ulema-yı bâtın: şeriatın zâhirinden ve açık hükümlerinden daha çok, mânâ ve esrârını bilen âlimler (bk. a-l-m)
umum: bütün
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vukuat: olaylar
zikrolunmak: anılmak, belirtilmek

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – BİRİNCİ ŞAVK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.542

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/542


CUMARTESİ DERSLERİ

Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Necm Sûresi, 531-4. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,
“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,

Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Necm Sûresi, 531-4. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BEŞİNCİ IŞIK.

Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Necm Sûresi, 531-4. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,
“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BEŞİNCİ LEM’A:

Kur’ân’ın üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık var.

BEŞİNCİ IŞIK:

Kur’ân’ın makàsıd ve mesâil, maânî ve esâlib ve letâif ve mehâsin cihetiyle câmiiyet-i harikasıdır. Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın sûrelerine ve âyetlerine ve hususan sûrelerin fâtihalarına, âyetlerin mebde’ ve maktalarına dikkat edilse görünüyor ki, belâğatlerin bütün envâını, fezâil-i kelâmiyenin bütün aksâmını, ulvî üslûpların bütün esnâfını, mehâsin-i ahlâkiyenin bütün efradını, ulûm-u kevniyenin bütün fezlekelerini, maarif-i İlâhiyenin bütün fihristelerini, hayat-ı şahsiye ve içtimaiye-i beşeriyenin bütün nâfi düsturlarını ve hikmet-i âliye-i kâinatın bütün nuranî kanunlarını cem etmekle beraber, hiçbir müşevveşiyet eseri görünmüyor. Elhak, o kadar ecnâs-ı muhtelifeyi bir yerde toplayıp bir münakaşa, bir karışık çıkmamak, kahhar bir nizam-ı i’câzînin işi olabilir.

Elhak, bütün bu câmiiyet içinde şu intizamla beraber, geçmiş yirmi dört adet Sözlerde izah ve ispat edildiği gibi, cehl-i mürekkebin menşei olan âdiyat perdelerini keskin beyanatıyla yırtmak, âdet perdeleri altında gizli olan harikulâdeleri çıkarıp göstermek ve dalâletin menbaı olan tabiat tâğutunu burhanın elmas kılıcıyla parçalamak ve gaflet uykusunun kalın tabakalarını ra’d-misal sayhalarıyla dağıtmak ve felsefe-i beşeriyeyi ve hikmet-i insaniyeyi âciz bırakan kâinatın tılsım-ı muğlâkını ve hilkat-i âlemin muammâ-yı acibesini fetih ve keşfetmek, elbette hakikat-bîn ve gayb-âşinâ ve hidayet-bahş ve haknümâ olan Kur’ân gibi bir mu’cizekârın harikulâde işleridir.

Evet, Kur’ân’ın âyetlerine insafla dikkat edilse görünüyor ki, sair kitaplar gibi bir iki maksadı takip eden tedricî bir fikrin silsilesine benzemiyor. Belki, def’î ve âni bir tavrı var. Ve ilka olunuyor bir gidişatı var. Ve beraber gelen herbir taifesi, müstakil olarak uzak bir yerden ve gayet ciddî ve ehemmiyetli bir muhaberenin tek tek, kısa kısa bir surette geldiğinin nişanı var. Evet, kâinatın Hâlıkından


âdet: alışkanlık
âdiyat: alışılmış şeyler
aksâm: kısımlar
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
burhan: güçlü delil
câmiiyet: kapsayıcılık (bk. c-m-a)
câmiiyet-i harika: harika kapsamlılık (bk. c-m-a)
cehl-i mürekkeb: bilmediği halde kendini bilmiş sayma
cem etmek: toplamak (bk. c-m-a)
cihet: yön
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
def’î: birden bire, âni
ecnâs-ı muhtelife: çeşitli cinsler
efrad: fertler (bk. f-r-d)
elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
envâ: türler, çeşitler
esâlib: üsluplar
esnâf: sınıflar
fâtiha: başlangıç, açılış kısmı
felsefe-i beşeriye: insanların geliştirdiği fikir, felsefe
fetih: açmak
fezâil-i kelâmiye: sözün üstünlükleri (bk. f-ḍ-l; k-l-m)
fezleke: hülasa, öz
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
gayb-âşinâ: gaybı bilen, görünmeyenden haberi olan (bk. ğ-y-b)
hakikat-bîn: hakikatı gören (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haknümâ: hakkı ve doğruyu gösteren (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı şahsiye: şahsî hayat (bk. ḥ-y-y)
hidayet-bahş: hidâyet veren (bk. h-d-y)
hikmet-i âliye-i kâinat: evren ile ilgili yüksek bilgi (bk. ḥ-k-m; k-v-n)
hikmet-i insaniye: insanların ortaya koyduğu ilim (bk. ḥ-k-m)
hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)
içtimaiye-i beşeriye: insanlığın toplum hayatı (bk. c-m-a)
ilka: vahiyle indirilme, kalbe bırakılma
insaf: merhamet ve adalet dairesinde hareket
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
izah: açıklama
kahhar: herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten (bk. ḳ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
keşfetmek: gizli birşeyi ortaya çıkarmak (bk. k-ş-f)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
letâif: güzellikler, hoşluklar (bk. l-ṭ-f)
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
maarif-i İlâhiye: İlâhî bilgiler (bk. a-r-f; e-l-h)
makàsıd: maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d)
maksad: gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)
makta: durak yeri
mebde’: başlangıç
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
mehâsin-i ahlâkiye: ahlâk güzellikleri (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)
menba: kaynak
menşe: kaynak, esas
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)
mu’cizekâr: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muammâ-i acibe: hayret verici, bilinmeyen sır
muhabere: haberleşme
müstakil: bağımsız, başlıbaşına
müşevveşiyet: karışıklık
nâfî: faydalı, yararlı
nizam-ı i’câzî: mu’cize olan düzen (bk. n-ẓ-m; a-c-z)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
ra’d-misal: şimşek gibi (bk. m-s̱-l)
sayha: sesleniş, kükreyiş
silsile: zincir
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabiat tâğutu: tabiat putu (bk. ṭ-b-a)
tedricî: yavaş yavaş, derece derece
tılsım-ı muğlâk: anlaşılması zor sır
ulûm-u kevniye: kâinat ve dünya ile ilgili ilimler (bk. a-l-m; k-v-n)
ulvî: yüce
üslûp: ifade tarzı

başka kim var ki, bu derece kâinat ve Hâlık-ı Kâinatla ciddî alâkadar bir muhabereyi yapabilsin? Hadsiz derece haddinden çıkıp Hâlık-ı Zülcelâli kendi keyfiyle söyleştirsin, kâinatı doğru olarak konuştursun?

Evet, Kur’ân’da Kâinat Sâniinin pek ciddî ve hakikî ve ulvî ve hak olarak konuşması ve konuşturması görünüyor; taklidi ima edecek hiçbir emare bulunmuyor. O söyler ve söylettirir. Farz-ı muhal olarak, Müseylime gibi hadsiz derece haddinden çıkıp taklitkârâne o izzet ve ceberut sahibi olan Hâlık-ı Zülcelâlini kendi fikriyle konuşturup ve kâinatı onunla konuştursa, elbette binler taklit emareleri ve binler sahtekârlık alâmetleri bulunacaktır. Çünkü en pest bir halinde en yüksek tavrı takınanların her hâleti taklitçiliğini gösterir.

İşte şu hakikati kasemle ilân eden

وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰى     مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰى     وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰى     اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحٰى     1

ya bak, dikkat et.


Dipnot-1

“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4.


alâmet: iz, işaret
Asr-ı Saadet: Peygamberimiz (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
bil’ittifak: ittifakla, fikir birliğiyle
ceberut: büyüklük ve haşmet (bk. c-b-r)
cilve: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
emâre: işaret, iz
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
farz-ı muhal: olmayacak şeyi olacakmış gibi düşünme
hadsiz: sınırsız
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
hâlet: durum, hal
Hâlık-ı Kâinat: kâinatın yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve şeref sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hasıl olmak: ortaya çıkmak
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
ihbârât-ı gaybiye: gaybdan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
İncil: Hz. İsâ’ya indirilen kitap
izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasem: yemin
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lisan: dil
mazi: geçmiş zaman
muhabere: haberleşme
muvafık: uygun
Müseylime: (bk. bilgiler)
pest: aşağı
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
şavk: ışık, parıltı
şebâbiyet: tazelik, gençlik
şua: parıltı
taklitkârâne: taklik ederek
tasdik: doğruluğunu kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ)
Tevrat: Hz. Musa’ya indirilen kitap
ulvî: yüce
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vukuat: olaylar
zaman-ı Âdem: Hz. Âdem’in zamanı
zikretmek: anmak, belirtmek

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule  – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BEŞİNCİ IŞIK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.540

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/540


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'an, gark olan Firavuna der: "Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim" (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, ... şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu'cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem'a-i İ'cazı ve bu tek kelime bir mu'cize olduğunu ifade eder. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.
Kur’an, gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, … şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Kur’an, gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, … şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.

Kur'an, gark olan Firavuna der: "Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim" (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, ... şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu'cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem'a-i İ'cazı ve bu tek kelime bir mu'cize olduğunu ifade eder. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’an, gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, … şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – DÖRDÜNCÜ IŞIK.

Kur'an, gark olan Firavuna der: "Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim" (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, ... şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu'cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem'a-i İ'cazı ve bu tek kelime bir mu'cize olduğunu ifade eder. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.
Kur’an, gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, … şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BEŞİNCİ LEM’A:

Kur’ân’ın üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık var.

DÖRDÜNCÜ IŞIK: 

Îcâz-ı Kur’ânî o derece câmi’ ve hârıktır, dikkat edilse görünüyor ki, bazan bir denizi bir ibrikte gösteriyor gibi pek geniş ve çok uzun ve küllî düsturları ve umumî kanunları, basit ve âmi fehimlere merhameten, basit bir cüz’üyle, hususî bir hadise ile gösteriyor. Binler misallerinden yalnız iki misaline işaret ederiz.

Birinci misal:

Yirminci Sözün Birinci Makamında tafsilen beyan olunan üç âyettir ki, şahs-ı Âdem’e talim-i esmâ ünvanıyla, nev-i benî Âdeme ilham olunan bütün ulûm ve fünunun talimini ifade eder.1 Ve Âdem’e melâikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hadisesiyle, nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudat musahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlûkatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.2

Hem kavm-i Mûsâ (a.s.) bir bakarayı, bir ineği kesmekle Mısır bakarperestli-ğinden alınan ve “icl” hadisesinde tesirini gösteren bir bakarperestlik mefkûre-sinin Mûsâ aleyhisselâmın bıçağıyla kesildiğini ifade ediyor.3

Hem taştan su çıkması, çay akması ve dağılıp yuvarlanması ünvanıyla, tabaka-i türabiye altında olan taş tabakası, su damarlarına hazinedarlık ve toprağa analık ettiğini ifade ediyor.4

İkinci misal:

Kur’ân’da çok tekrar edilen kıssa-i Mûsâ aleyhisselâmın cümleleri ve cüzleridir ki, herbir cümlesi, hattâ herbir cüz’ü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor.5

Meselâ,

 يَا هَامَانُ ابْنِ لِى صَرْحًا 

Firavun vezirine emreder ki, “Bana yüksek bir kule yap; semâvâtın halini rasat edip bakacağım: Semânın gidişatından, acaba Mûsâ’nın dâvâ ettiği gibi semâda tasarruf eden bir ilâh var mıdır?” İşte, صَرْحًا kelimesiyle ve şu cüz’î hadiseyle, dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlıkı tanımadığından tabiatperest olup rububiyet dâvâ eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibkà-yı nam eden, şöhretperest olup dağ-misal


Dipnot-1

bk. Bakara Sûresi, 2:31.

Dipnot-2

bk. Bakara Sûresi, 2:34.

Dipnot-3

bk. Bakara Sûresi, 2:67-71.

Dipnot-4

bk. Bakara Sûresi, 2:60.

Dipnot-5

bk. Bakara Sûresi, 2:40-71; Nisâ Sûresi, 4:153-162; Mâide Sûresi, 5:20-26; A’râf Sûresi, 7:103-162.

Dipnot-6

bk. “Ey Hâmân, bana bir kule yap.” Mü’min Sûresi, 40:36.


Âdem: (bk. bilgiler)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
âmi: cahil
âsâr-ı ceberrut: zulüm ve zorbalık eserleri (bk. c-b-r)
bakara: inek
bakarperest: ineğe tapan
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cüz: kısım, parça (bk. c-z-e)
cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)
dağ-misal: dağ gibi (bk. m-s̱-l)
düstur: kural, prensip
düstur-u küllî: büyük ve kapsamlı prensip (bk. k-l-l)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
fehim: anlayış
Firavun: (bk. bilgiler)
fünun: fenler, bilimler
Hâlık: herşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hârık: harika
hususî: özel
ibkà-yı nam: namını sürdürme (bk. b-ḳ-y)
îcâz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın vecizliği, az sözle çok mânâlar anlatması (bk. v-c-z)
icl: sığır yavrusu, buzağı
ilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
kavm-i Mûsâ: Hz. Musa’nın kavmi
kıssa-i Mûsâ: Hz. Musa’nın kıssası
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mefkûre: düşünce (bk. f-k-r)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
Mısır: (bk. bilgiler)
Mûsâ: (bk. bilgiler)
musahhar: boyun eğmiş
muzır: zararlı
nev-i benî Âdem: Âdemoğulları, insanlık
nev-i insan: insanlık
rasat etmek: gözetlemek
rububiyet: rablık (bk. r-b-b)
semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
semek: balık
şahs-ı Âdem: Hz. Âdem’in şahsı
şöhretperest: şöhret düşkünü
tabaka-i türabiye: toprak katmanı
tabiatperest: tabiata tapan (bk. ṭ-b-a)
tafsilen: ayrıntılı olarak
talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m)
talim-i esmâ: isimlerin öğretilmesi (bk. a-l-m; s-m-v)
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)
ulûm: ilimler (bk. a-l-m)

meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasuha kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillü mezarlarda muhafaza eden Mısır Firavunlarının an’anesinde hükümfermâ bir düstur-u acibi ifade eder.

Meselâ,

 فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ 

gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” ünvanıyla, umum Firavunların, tenasuh fikrine binaen, cenazelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensâl-i âtiyenin temâşâgâhına göndermek olan mevt-âlûd, ibretnümâ bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder.

Meselâ,

 يُذَبِّحُونَ اَبْنَۤاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَۤاءَكُمْ 

Benî İsrail’in oğullarının kesilip kadın ve kızlarını hayatta bırakmak, bir Firavun zamanında yapılan bir hadise ünvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddit katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihânede oynadık-ları rolü ifade eder.

وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍ 3    وَتَرٰى كَثِيرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 4    وَيَسْعَوْنَ فِى اْلاَرْضِ فَسَادًا وَاللهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ 5    وَقَضَيْنَۤا اِلٰى بَنِۤى اِسْرَۤائِيلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى اْلاَرْضِ مَرَّتَيْنِ 6    وَلاَتَعْثَوْا فِى اْلاَرْضِ مُفْسِدِينَ     7


Dipnot-1

bk. Yunus Sûresi, 10:92.

Dipnot-2

“Kızlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı kesiyorlardı.” Bakara Sûresi, 2:49.

Dipnot-3

“Sen onları, hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.” Bakara Sûresi, 2:96.

Dipnot-4

“Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. Ne kötü birşeydir o yaptıkları!” Mâide Sûresi, 5:62.

Dipnot-5

“Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.” Mâide Sûresi, 5:64.

Dipnot-6

“İsrailoğullarına Tevrat’ta şöyle bildirdik: Siz yeryüzünde iki kere fesat çıkaracaksınız.” İsrâ Sûresi, 17:4.

Dipnot-7

“Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.” Bakara Sûresi, 2:60.


an’ane: gelenek
asr-ı âhir: son asır (bk. e-ḫ-r)
Benî İsrail: İsrailoğulları
binaen: -dayanarak
düstur-u acib: hayret verici düstur
düstur-u hayatiye: hayat prensibi (bk. ḥ-y-y)
ehram: Mısır’daki Firavunların piramit şeklindeki mezarları
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
ensâl-i âtiye: gelecek nesiller
Firavun: (bk. bilgiler)
gark olmak: boğulmak
hayat-ı beşeriye-i sefihâne: insanların haram ve yasak eğlence hayatı (bk. ḥ-y-y)
hükümfermâ: hüküm süren (bk. ḥ-k-m)
ibretnümâ: ibretli
işaret-i gaybiye: gelecekte olacak bir hadiseye yapılan işaret (bk. ğ-y-b)
kail olmak: inanmak
keşfolunmak: meydana çıkarılmak
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
mahall-i gark: boğulma yeri
maruz olmak: tesiri altında kalmak
mazi: geçmiş zaman
mevc: dalga
mevt-âlûd: ölümlü (bk. m-v-t)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
mu’cize: yaratma noktasında bütün sebepleri âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
müstakbel: gelecek zaman
müteaddit: birçok, çeşitli
necat: kurtuluş (bk. n-c-v)
temâşâgâh: seyir yeri
tenasuh: reenkarnasyon

Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’ânî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y-u ameli, sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran muzaaf ribâ yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mal eden o millet olduğu gibi; mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.

Meselâ,

 فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ 

“Eğer doğru iseniz mevti isteyiniz. Hiç istemeyeceksiniz.” İşte, meclis-i Nebevîde, küçük bir cemaatin, cüz’î bir hadise ünvanıyla, milel-i insaniye içinde hırs-ı hayat ve havf-ı mematla en meşhur olan millet-i Yehudun tâ kıyamete kadar lisan-ı hâlleri mevti istemeyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını ifade eder.

Meselâ, 

وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ 

şu ünvanla, o milletin mukadderât-ı istikbaliyesini umumî bir surette ifade eder. İşte, şu milletin seciyelerinde ve mukadderatında münderiç olan şöyle müthiş desatir içindir ki, Kur’ân onlara karşı pek şiddetli davranıyor, dehşetli sille-i tedip vuruyor.

İşte, şu misallerden, kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm ve Benî İsrail’in sair cüzlerini ve sair kıssalarını bu kıssaya kıyas et. Şimdi şu Dördüncü Işıktaki i’câzî lem’a-i îcaz gibi, Kur’ân’ın basit kelimatlarının ve cüz’î mebhaslarının arkalarında pek çok lemeât-ı i’câziye vardır. Ârife işaret yeter.


Dipnot-1

bk. Bakara Sûresi, 2:94.

Dipnot-2

“Onların üzerine bir zillet ve yoksulluk damgası vuruldu.” Bakara Sûresi, 2:61.


Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f)
Benî İsrail: İsrailoğulları
câmiiyet-i harika: harika kapsamlılık (bk. c-m-a)
cem-i mal: mal biriktirme (bk. c-m-a)
cihet: yön
cüz: kısım, parça (bk. c-z-e)
cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)
desatir: prensipler, kurallar
düstur-u umumî: genel prensip
esâlib: üsluplar
fesat komitesi: bozgunculuk ve fenalık yapan cemiyet
havf-ı memat: ölüm korkusu (bk. m-v-t)
hayat-ı içtimaiye-i insaniye/beşeriye: insanlığın sosyal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hırs-ı hayat: hayat hırsı (bk. ḥ-y-y)
hud’a: hile, aldatma
hükm-ü Kur’ânî: Kur’ân’ın hükmü (bk. ḥ-k-m)
i’câzî: mu’cizeliğe dair (bk. a-c-z)
ihtilâl: ayaklanma, karışıklık
kelimat: kelimeler (bk. k-l-m)
kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kıssası
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lem’a-i îcâz: vecizlik parıltısı (bk. v-c-z)
lemeât-ı i’câziye: mu’cizelik parıltıları (bk. a-c-z)
letâif: güzellikler, hoşluklar (bk. l-ṭ-f)
lisan-ı hâl: hal ve davranış dili
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
makàsıd: maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d)
mebhas: bahisler, konular
meclis-i Nebevî: Peygamberimizin (a.s.m.) bulunduğu meclis (bk. n-b-e)
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
milel-i insaniye: insan milletleri
millet-i Yehud: Yahudi milleti
mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş ileride meydana gelecek haller ve olaylar (bk. ḳ-d-r)
mukadderât-ı istikbaliye: gelecekle ilgili takdir olunan şeyler (bk. ḳ-d-r)
muzaaf: kat kat
mübareze: karşı koyma
münderiç: yerleştirilmiş
müteveccih: yönelik
nevi: tür, çeşit
ribâ: faiz
sa’y-u amel: iş ve iş gücü
sair: diğer
seciye: karakter, huy
sermaye: servet
sille-i tedip: edeplendirme tokadı
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tazammun etmek: içine almak
umumî: genel

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – DÖRDÜNCÜ IŞIK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.537

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/538


CUMARTESİ DERSLERİ

"Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir." Rum Sûresi, 30:22.  "Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır." Yâsin Sûresi, 36:80. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.
“Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir.” Rum Sûresi, 30:22.  “Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ