Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

Kur'ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA.

Kur'ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.
Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Amma ifham ve talimdeki beyanat-ı Kur’âniye o kadar harikadır, o derece letafetli ve selâsetlidir; en basit bir âmi, en derin bir hakikati onun beyanından kolayca tefehhüm eder. Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan çok hakaik-i gàmızayı, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı taciz edip yormayacak bir surette, basitâne ve zahirâne söylüyor, ders veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça tabirat istimal edilir. Öyle de,

  تَنَزُّلاٰتٌ اِلٰهِيَّةٌ اِلٰى عُقُولِ الْبَشَرِ 

denilen mütekellim üslûbunda muhatabın


Dipnot-2

Cenâb-ı Hakkın kullarının anlayış seviyesine göre konuşması.


âmi: cahil
âyât: ayetler
basitâne: basitçe
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
cevher-i beyanî: beyâna dair cevher (bk. b-y-n)
esbabperest: sebeplere tapan (bk. s-b-b)
fikr-i avâm: halkın düşüncesi (bk. f-k-r)
hakaik-i gàmıza: derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
herc ü merc: karışıklık, dağınıklık
hilâf-ı akıl ve hikmet: akla ve hikmete aykırı (bk. ḥ-k-m)
hiss-i âmme: genelin duygusu
icmâlen: özetle, kısaca (bk. c-m-l)
ifham: (he ile) anlatma
ilzam: susturma, mağlup etme
insicam: düzgünlük, uyumluluk, pürüzsüz olma
insicam-ı ecmel: çok güzel uyumluluk, hiç pürüzü olmama (bk. c-m-l)
intizam: düzen, tertip (bk. n-ẓ-m)
intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzenlilik (bk. n-ẓ-m; k-m-l)
istiğna: ihtiyaç duymama (bk. ğ-n-y)
istimal: kullanma
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
letafetli: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muâraza: sözle mücadele
münâfi-i his ve bedâhet: duygu ve açıklığa zıt
mütekellim: konuşan (bk. k-l-m)
nazar-ı umumî: umumun bakışı (bk. n-ẓ-r)
nevi: çeşit, tür
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
rencide etmek: incitmek
sanemperest: puta tapan
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
silsile-i hakaik: gerçekler zinciri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şirk: ortak
tabirat: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)
taciz: rahatsız etme, sıkıntı verme
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
talim: öğretme (bk. a-l-m)
tefehhüm etmek: anlamak
tekzip: yalanlama
tezkir: hatırlatma
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
zahirâne: açıkça (bk. ẓ-h-r)
zir ü zeber: darmadağınık, alt üst

derecesine sözüyle nüzul edip öyle konuşan esâlib-i Kur’âniye, en mütebahhir hükemanın fikirleriyle yetişemediği hakaik-i gàmıza-ı İlâhiye ve esrar-ı Rabbâniyeyi müteşabihat suretinde bir kısım teşbihat ve temsilâtla en ümmî bir âmiye ifham eder. Meselâ

 اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى 

bir temsil ile, rububiyet-i İlâhiyeyi saltanat misalinde; ve âlemin tedbirinde mertebe-i rububiyetini, bir sultanın taht-ı saltanatında durup icra-yı hükûmet ettiği gibi bir misalde gösteriyor.

Evet, Kur’ân, bu kâinat Hâlık-ı Zülcelâlinin kelâmı olarak rububiyetinin mertebe-i âzamından çıkarak, umum mertebeler üstüne gelerek, o mertebelere çıkanları irşad ederek, yetmiş bin perdelerden geçerek, o perdelere bakıp tenvir ederek, fehim ve zekâca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek, kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzuliyetle mânâlarını ortaya saçmış olduğu halde, kemâl-i şebâbetinden, gençliğinden zerre kadar zayi etmeyerek, gayet taravette, nihayet letafette kalarak, gayet suhuletli bir tarzda, sehl-i mümteni bir surette, her âmiye anlayışlı ders verdiği gibi, aynı derste, aynı sözlerle, fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebayin pek çok tabakalara dahi ders verip ikna eden, işbâ eden bir kitab-ı mu’ciznümânın hangi tarafına dikkat edilse, elbette bir lem’a-i i’câz görülebilir.

Elhasıl: Nasıl Elhamdü lillâh gibi bir lâfz-ı Kur’ânî okunduğu zaman, dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi, aynı lafız, sineğin küçücük kulakçığına da tamamen yerleşir. Aynen öyle de, Kur’ân’ın mânâları, dağ gibi akılları işbâ ettiği gibi, sinek gibi küçücük, basit akılları dahi aynı sözlerle talim eder, tatmin eder. Zira Kur’ân bütün ins ve cinnin bütün tabakalarını imana davet eder. Hem


Dipnot-1

“O Rahmân ki, hükümranlığı Arşı kaplamıştır.” Tâhâ Sûresi, 20:5.


âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âmi: cahil
Elhamdü lillâh: hamd ve övgü Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
esâlib-i Kur’âniye: Kur’ân’ın üslûpları
esrar-ı Rabbâniye: Rabbânî sırlar (bk. r-b-b)
fehim: anlayış, kavrayış
feyz: ilim, irfan (bk. f-y-ḍ)
hakaik-i gàmıza-i İlâhiye: Allah’ın Kur’ân’da açıkladığı derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-l-h)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hükema: âlimler, filozoflar (bk. ḥ-k-m)
icra-yı hükûmet: yönetmek, idare etmek (bk. ḥ-k-m)
ifham: anlatma, öğretme
ins ve cin: insanlar ve cinler
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
işbâ: doyurma
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
karn: asır, çağ
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kemâl-i şebâbet: mükemmel derecedeki gençlik (bk. k-m-l)
kitab-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren kitap (bk. k-t-b; a-c-z)
lâfız: söz, kelime
lafz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın lafzı
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
letafet: güzellik, hoşluk (bk. l-ṭ-f)
mânâ: anlam (bk. a-n-y)
mebzuliyet: bolluk
mertebe-i âzam: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m)
mertebe-i rububiyet: rububiyetin mertebesi (bk. r-b-b)
muhtelif: çeşitli
mütebahhir: ilmi derin olan
mütebayin: ayrı ayrı
müteşabihat: metnin kelimelerinden çıkartılan dış anlam değil de, başka mânâya gelen âyetler
neşretmek: yaymak
nihayet: son derece
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın terbiye ve idarece ediciliği (bk. r-b-b; e-l-h)
sehl-i mümteni: imkânsız birşeyi kolayca ifade etme
suhuletli: kolay
tabaka: sınıf
taht-ı saltanat: egemenlik tahtı (bk. s-l-ṭ)
talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m)
taravet: tazelik
tatmin etmek: ikna etmek
tedbir: idare etme (bk. d-b-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
temsilât: kıyaslama tarzında benzetmeler, analoji (bk. m-s̱-l)
tenvir: aydınlatma (bk. n-v-r)
teşbihat: benzetmeler
umum: bütün
ümmî: tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen
zayi etmek: kaybetmek
zerre: atom, en küçük parça

umumuna imanın ulûmunu talim eder, ispat eder. Öyle ise, avâmın en ümmîsi, havassın en ehassına omuz omuza, diz dize verip beraber ders-i Kur’ânîyi dinleyip istifade edecekler. Demek Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır.

Şu makama misal istersen, bütün Kur’ân baştan nihayete kadar bu makamın misalleridir. Evet, bütün müçtehidîn ve sıddıkîn ve hükema-i İslâmiye ve muhakkıkîn ve ulema-i usulü’l-fıkıh ve mütekellimîn ve evliya-i ârifîn ve aktâb-ı âşıkîn ve müdakkikîn-i ulema ve avâm-ı Müslimin gibi Kur’ân’ın tilmizleri ve dersini dinleyenleri müttefikan diyorlar ki, “Dersimizi güzelce anlıyoruz.” Elhasıl, sair makamlar gibi, ifham ve talim makamında dahi Kur’ân’ın lemeât-ı i’câzı parlıyor.


aktâb-ı âşıkin: Allah’a âşık tarikat şeyhleri, kutupları
âşikâre: açıkça
avâm: halk
avâm-ı Müslimin: Müslüman halk kesimi (bk. s-l-m)
câmiiyet: kapsamlılık, genişlik (bk. c-m-a)
câmiiyet-i harikulâde: olağanüstü câmiiyet, mânâ ve özellikçe kapsamlılık (bk. c-m-a)
ders-i Kur’âniye: Kur’ân dersi
efkâr: fikirler, düşünceler (bk. f-k-r)
ehass: en seçkin, en bilgili
elfâz-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın lâfızları
elhasıl: özetle
ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)
evliya-i ârifin: Allah’ı hakkıyla bilen evliyâlar (bk. v-l-y; a-r-f)
evvelki: önceki
hadis: Peygamberimize ait veya onun onayladığı söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)
havass: seçkinler, okumuşlar, bilginler
hükema-i İslâmiye: büyük İslâm filozofları (bk. ḥ-k-m; s-l-m)
ifham: anlatma, öğretme
istifade: faydalanma
istikbal: gelecek zaman
kelâm: ifade, söz (bk. k-l-m)
kulûb: kalbler
lâfz: ifade, söz
lem’a: parıltı
lemeât-ı i’câz: mu’cizelik parıltıları (bk. a-c-z)
maide-i semaviye: semâvî sofra (bk. s-m-v)
makam: mevki, derece
muhakkıkîn: gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
müçtehidîn: âyet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri (bk. c-h-d)
müdakkikîn-i ulema: gerçekleri inceden inceye araştıran âlimler (bk. a-l-m)
müştehiyât: hoşa giden lezzetli şeyler
müttefikan: ittifakla, fikir birliğiyle
nihayet: son
sair: diğer
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sükût: sessiz kalma, susma
şua: parıltı
talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m)
tarz: şekil, biçim
tilmiz: öğrenci, talebe
ukul: akıllar
ulema-i usulü’l-fıkıh ve mütekellimîn: kelâm ve fıkıh usulü âlimleri (bk. a-l-m; k-l-m)
ulûm: ilimler (bk. a-l-m)
umum: bütün, genel
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vaz edilmek: konulmak
vücuh: vecihler, yönler
zikrolunmak: belirtilmek, anılmak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.522

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/522


CUMARTESİ DERSLERİ

Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar - Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.
Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar – Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek.” Yâsin Sûresi, 36:78-79. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek.” Yâsin Sûresi, 36:78-79.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURETBEŞİNCİ NOKTA.

İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.
İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Hem makam-ı ispatın en lâtif misallerinden,

يٰسۤ     وَالْقُرْاٰنِ الْحَكِيمِ     اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ     

der. Yani,

“Hikmetli Kur’ân’a kasem ederim, sen resullerdensin.” Şu kasem işaret eder ki, risaletin hücceti o derece yakinî ve haktır ki, hakkaniyette makam-ı tâzim ve hürmete çıkmış ki onunla kasem ediliyor. İşte şu işaretle der: “Sen resulsün. Çünkü senin elinde Kur’ân var. Kur’ân ise haktır ve Hakkın kelâmıdır. Çünkü içinde hakikî hikmet, üstünde sikke-i i’câz var.”

Hem makam-ı ispatın îcazlı ve i’câzlı misallerinden, şu:

قَالَ مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ     قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِۤى اَنْشَأَهَۤا اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ     6

Yani, “İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten  


Dipnot-5

Yâsin Sûresi, 36:1-3.

Dipnot-6

Yâsin Sûresi, 36:78-79.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
bidayeten: başlangıçta
ferman etmek: buyurmak
Hak: doğru, gerçek; her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüccet: delil
i’câzlı: bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakacak şekilde mucizeli (bk. a-c-z)
îcazlı: az sözle çok mânâlar anlatarak, özlü sözlü (bk. v-c-z)
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
inkar: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
kasem: yemin
kat’î: kesin
kelâm: söz (bk. k-l-m)
keyfe: “nasıl?”
keyfiyet: nitelik, özellik
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
lâfz: ifade, kelime
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
makam-ı ispat: ispat makamı
makam-ı tâzim: saygı makamı (bk. a-ẓ-m)
resul: peygamber (bk. r-s-l)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
sikke-i i’câz: mu’cizelik damgası (bk. a-c-z)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tafsil: ayrıntı
yakinî: şüphe edilmeyecek kesinlikte (bk. y-ḳ-n)
zikretmek: anmak, belirtmek

inşa edip hayat vermişse O diriltecek.” Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinin üçüncü temsilinde tasvir edildiği gibi, bir zat, göz önünde, bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, “Şu zat, efradı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar, tabur nizamı altına getirebilir.” Sen, ey insan, desen, “İnanmam”; ne kadar divanece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, hiçten, yeniden, ordu-misal bütün hayvânat ve sair zîhayatın tabur-misal cesetlerini kemâl-i intizamla ve mizan-ı hikmetle o bedenlerin zerrâtını ve letâifini emr-i

 كُنْ فَيَكُونُ 

ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hattâ her baharda rû-yi zeminde yüz binler ordu-misal zevilhayat envâlarını, taifelerini icad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışmış zerrât-ı esasiye ve ecza-yı asliyeyi bir sayha ile, sûr-u İsrafil’in borusuyla nasıl toplayabilir, istib’âd suretinde denilir mi? Denilse, eblehçesine bir divaneliktir.

Makam-ı irşadda beyanat-ı Kur’âniye o derece müessir ve rakiktir ve o derece mûnis ve şefiktir ki, şevk ile ruhu, zevk ile kalbi, aklı merakla ve gözü yaşla doldurur. Binler misallerinden yalnız şu

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً     2

ilâ âhir. Yirminci Sözün Birinci Makamında, üçüncü âyet mebhasinde ispat ve izah edildiği gibi, Benî İsrail’e der: “Mûsâ aleyhisselâmın asâsı gibi bir mu’cizesine karşı sert taş, on iki gözünden çeşme gibi yaş akıttığı halde, size ne olmuş ki, Mûsâ aleyhisselâmın bütün mu’cizâtına karşı lâkayt kalıp gözünüz kuru, yaşsız, kalbiniz katı, ateşsiz duruyor?” O Sözde şu mânâ-yı irşadî izah edildiği için, oraya havale ederek burada kısa kesiyorum.


Dipnot-1

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2

“Sonra, bütün bunların ardından, kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı.” Bakara Sûresi, 2:74.


Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
asâ: baston
Benî İsrail: İsrailoğulları
beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
divane: akılsız, deli
eblehçe: ahmakça
ecza-yı asliye: asıl parçalar (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
envâ: türler, çeşitler
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
inşa etmek: yaratmak, vücuda getirmek (bk. n-ş-e)
istib’âd: inkâr, akıldan uzak görme
istirahat: dinlenme
izah: açıklama
karn: asır, çağ, devir
kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
lâkayt: ilgisiz
letaif: latifeler, duyular (bk. l-ṭ-f)
makam-ı ifham ve ilzam: karşı tarafı susturma, âciz bırakma makamı
makam-ı irşad: doğru yolu gösterme makamı (bk. r-ş-d)
mânâ-yı irşadî: doğru yolu gösterici mânâ (bk. r-ş-d)
mebhas: bahis, kısım
mizan-ı hikmet: hikmet terazisi (bk. v-z-n; ḥ-k-m)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mûnis: sevimli, dost
Mûsâ: (bk. bilgiler)
müessir: tesirli, etkili
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
ordu-misal: ordu gibi (bk. m-s̱-l)
rakik: ince, nazik
rû-yi zemin: yeryüzü
sair: diğer
sayha: sesleniş
Sûr-u İsrâfil: Allah’ın emri ile Hz. İsrafil’in kıyamet kopacağı zaman üfleyeceği boru (bk. bilgiler-İsrafil)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şefik: çok şefkatli (bk. ş-f-ḳ)
tabur-misal: tabur gibi (bk. m-s̱-l)
taife: topluluk
tasvir etmek: anlatmak, ifade etmek (bk. ṣ-v-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
teşkil etmek: meydana getirmek
Zât-ı Kadîr-i Alîm: herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen zât, Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
zerrât: zerreler
zerrât-ı esasiya: temel zerreler
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURETBEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.512

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/512


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.
Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET.

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.
Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Beyanındaki beraattir; yani, tefevvuk ve metanet ve haşmettir. Nasıl ki nazmında cezalet, lâfzında fesahat, mânâsında belâğat, üslûbunda bedâat var. Beyanında dahi faik bir beraat vardır. Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. Meselâ:

Makam-ı tergib ve teşvikte hadsiz misallerinden, meselâ Sûre-i

 هَلْ اَتٰى عَلَى اْلاِنْسَانِ 

de beyanatı, HAŞİYE-1 âb-ı kevser gibi hoş, selsebil çeşmesi gibi selâsetle akar, Cennet meyveleri gibi tatlı, huri libası gibi güzeldir.

Makam-ı terhib ve tehditte pek çok misallerinden, meselâ

 هَلْ اَتٰيكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ 

sûresinin başında, beyanat-ı Kur’âniye ehl-i dalâletin


Dipnot-1

“İnsan üzerinden öyle bir devir geçti ki…?” İnsan Sûresi, 76:1.

Haşiye-1

Şu üslûb-u beyan, o sûrenin meâlinin libasını giymiş.

Dipnot-2

“Dehşeti herşeyi kaplayan kıyametin haberi sana geldi mi?” Gaşiye Sûresi, 88:1.


âb-ı kevser: Cennetteki Kevser Irmağının suyu
aksâm-ı kelâmiye: sözün kısımları (bk. k-l-m)
bârekallah: Allah ne mübarek yaratmış (bk. b-r-k)
bedâat: benzersizlik, eşsiz güzellik, orijinallik (bk. b-d-a)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beraat: üstünlük, harika güzellik
beşer: insan
beyan: açıklama, anlatım (bk. b-y-n)
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
beyânât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
cezalet: güçlü ve akıcı ifade (bk. c-z-l)
dakik: ince
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
envar: nurlar (bk. n-v-r)
esrar: sırlar, gizemler
faik: üstün
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
fesahat-ı lâfziye: sözün doğruluk, düzgünlük, açıklık ve akıcılık yönlerinden kusursuz olması (bk. f-ṣ-ḥ)
hadsiz: sınırsız, sayısız
harikulâde: olağanüstü
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
haşmet: büyüklük, görkem
hikmet: sır, bilinmeyen gizli nokta (bk. ḥ-k-m)
huri: Cennet kızı
huruf/hurufat: harfler
ifham: (he ile) anlatma
ifhâm: (ha ile) delille susturma
insicam: düzgünlük, uyumluluk
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
intizam-ı acip: hayrette bırakan düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
lâfz: ifade, kelime
libas: elbise
makam-ı tergib ve teşvik: isteklendirme ve şevklendirme makamı
makam-ı terhib ve tehdit: korkutma ve tehdit makamı
maşaallah: Allah dilemiş ve ne güzel yapmış
meâl: mânâ, açıklama
medar: dayanak, eksen
medih: övgü
mertebe: derece
metanet: sağlamlık
muhal: imkânsız
münasebet-i hafiye: gizli münasebet, ilişki (bk. n-s-b)
nazım: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
nizam-ı garip: şaşırtıcı düzen (bk. n-ẓ-m)
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
selsebil: Cennette tatlı suyu olan bir çeşme
tabakat-ı hitabiye: hitap tabakaları (bk. ḫ-t-b)
tefevvuk: üstünlük
tergib: isteklendirme, teşvik
terhib: korkutma
tesadüf: rastlantı
üslûb: ifade tarzı
üslûb-u beyan: açıklama tarzı (bk. b-y-n)
vaziyet-i huruf: harflerdeki vaziyet
vaziyet-i muntazama: intizamlı, düzenli vaziyet (bk. n-ẓ-m)
zem: kınama, kötüleme

simahında kaynayan rasas gibi, dimağında yakan ateş gibi, damağında yanan zakkum gibi, yüzünde saldıran Cehennem gibi, midesinde acı, dikenli darî gibi tesir eder. Evet, bir zâtın tehdidini gösteren Cehennem gibi bir azap memuru, öfkesinden ve gayzından parçalanmak vaziyetini alması ve

 تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ 

söylemesi, söyletmesi, o zâtın terhibi ne derece dehşetli olduğunu gösterir.

Makam-ı medhin binler misallerinden, başında Elhamdü lillâh olan beş sûrede2 beyanat-ı Kur’âniye güneş gibi parlak, HAŞİYE-1 yıldız gibi ziynetli, semâvât ve zemin gibi haşmetli, melekler gibi sevimli, dünyada yavrulara rahmet gibi şefkatli, âhirette Cennet gibi güzeldir.

Makam-ı zem ve zecirde binler misallerinden, meselâ

 اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا 

âyetinde zemmi altı derece zemmeder, gıybetten altı derece şiddetle zecreder. Şöyle ki: Malûmdur, âyetin başındaki hemze, sormak, “âyâ” mânâsındadır. O sormak mânâsı, su gibi, âyetin bütün kelimelerine girer.

İşte, birinci hemze ile der: Âyâ, sual ve cevap mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin birşeyi anlamıyor?

İkincisi: يُحِبُّ lâfzıyla der: Âyâ, sevmek, nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?

Üçüncüsü: اَحَدُكُمْ kelimesiyle der: Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?

Dördüncüsü: اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşını dişle parçalamayı yapıyorsunuz?


Dipnot-1

“Neredeyse öfkeden parçalanacak!” Mülk Sûresi, 67:8.

Dipnot-2

bk. Fâtiha Sûresi, 1:1; En’âm Sûresi, 6:1, Kehf Sûresi, 18:1; Sebe Sûresi, 34:1; Fâtır Sûresi, 35:1

Haşiye-1

Şu tabiratta o surelerdeki bahislere işaret var.

Dipnot-3

“Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” Hucurât Sûresi, 49:12.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
amel: davranış, iş
âyâ: acaba
beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
cemaat: topluluk (bk. c-m-a)
darî: acı ve dikenli bir ağaç
dimağ: beyin
Elhamdü lillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
gayz: öfke
gıybet: başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşma, çekiştirme (bk. ğ-y-b)
haşmetli: büyük, ihtişamlı
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
insaniyet: insanlık
kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m)
lâfz: ifade, kelime
mahal: yer
makam-ı medh: övgü makamı
makam-ı zem ve zecir: kötüleme ve yasaklama makamı
malûm: bilinen (bk. a-l-m)
menfur: nefret edilen
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rasas: kurşun
semavat: gökler (bk. s-m-v)
simah: kulak deliği
tabirat: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)
terhib: korkutma
vaziyet: durum
zakkum: Cehennemde bir ağacın ismi
zecr: sakındırma, yasaklama
zem: kınama, kötüleme
zemin: yeryüzü
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

Beşincisi: اَخِيهِ kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı mânevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Hiç aklınız yok mu ki, kendi âzânızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?

Altıncısı: مَيْتًا kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşine karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir iş yapılıyor?

Demek, zem ve gıybet, aklen, kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur. İşte, bak, nasıl ki şu âyet îcazkârâne altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’câzkârâne altı derece o cürümden zecreder.


asabiyeten: milliyet ve soy açısından
âzâ: organlar
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
cihet: yön
cürüm: suç, günah
divane: deli, akılsız
envâ: türler, çeşitler
fevkinde: üstünde
fıtrat: mizaç, karakter (bk. f-ṭ-r)
fıtraten: yaratılış gereği (bk. f-ṭ-r)
gıybet: başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşmak, çekiştirmek (bk. ğ-y-b)
girif: iç içe girmiş, karışık
gurub: batış
haşir: öldükten sonra yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
i’câzkârâne: benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekilde (bk. a-c-z)
îcazkârâne: az sözle çok mânâlar anlatarak (bk. v-c-z)
ihyâ-yı arz: yeryüzünün diriltilmesi (bk. ḥ-y-y)
insafsızca: vicdansızca
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
istib’âd: akıldan uzak görme
izale: giderme
kalem-i kudret: kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)
kat’î: kesin
kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m)
keyfiyet: nitelik, özellik
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
makam-ı ispat: ispat makamı
mazlum: zulme uğrayan (bk. ẓ-l-m)
mezmum: kötü
muhterem: saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)
müstekreh: çirkin, tiksinilen, iğrenç
nazar-ı beşer: insanın bakışı, dikkati (bk. n-ẓ-r)
nümune: örnek
rikkat-i cinsiye: kendi cinsinden olana karşı duyulan acıma hissi
sıla-i rahm: akrabayla ilişki halinde olma (bk. r-ḥ-m)
sikke: mühür, damga
şahs-ı mânevi: mânevî kişilik (bk. a-n-y)
tarz: şekil, biçim
temyiz: ayırma
tulû: doğuş
vahdâniyet: Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı (bk. v-ḥ-d)
Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kapladığı gibi herbir şeyde de ayrı ayrı görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
zecretmek: sakındırmak, yasaklamak
zem: kötüleme, kınama
zemin: yer
zemmetmek: kötülemek

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.509

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/509


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 7.
Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 7.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ