Kâh oluyor, âyet insanın isyankârâne amellerini zikreder, şedit bir tehditle zecreder; sonra, şiddet-i tehdit ye’se ve ümitsizliğe atmamak için, rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime verir, tesellî eder. – Sözler 25.2.2.10.

Kâh oluyor, âyet insanın isyankârâne amellerini zikreder, şedit bir tehditle zecreder; sonra, şiddet-i tehdit ye'se ve ümitsizliğe atmamak için, rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime verir, tesellî eder. - Sözler 25.2.2.10.
Kâh oluyor, âyet insanın isyankârâne amellerini zikreder, şedit bir tehditle zecreder; sonra, şiddet-i tehdit ye’se ve ümitsizliğe atmamak için, rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime verir, tesellî eder. – Sözler 25.2.2.10.

Kur’an Mucizeleri ve İlahî Rahmetin Hâtimeleri

Verilen metin, Yirmi Beşinci Söz başlıklı eserden, Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi‘nin İkinci Şule ve İkinci Nur kısımlarında yer alan Onuncu Nükte-i Belâğat’ı açıklamaktadır.

Bu bölümde, Kur’an ayetlerinin isyankâr insan eylemlerini sert bir tehditle ele alırken, bu tehdidin umutsuzluğa yol açmaması için rahmetine işaret eden esmâ ile sonlandırılarak teselli verdiğini belirtir.

Özellikle İsrâ Sûresi, 17:42-44 ayetleri üzerinden, evrendeki her şeyin Allah’ı tesbih ettiğini ve O’nun birliğini onayladığını vurgulayarak, insanın küfür ve şirkinin çirkinliğini izah eder.

Ayetlerin sonunda yer alan “innâhu kâne halîmen gafûrâ” (Şüphesiz ki O halîmdir, gafûrdur) ifadesinin hikmetini açıklayarak, Allah’ın cezalandırmakta acele etmeyişinin ve bağışlayıcılığının bir kapı bıraktığını ifade ederken, ayetlerin bu gibi belâgatli sonlarının Kur’an’ın mucizevi yönlerini gösterdiğini öne sürer.

NotebookLM

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

İkinci Şule

İkinci Şulenin Üç Nuru var.

İKİNCİ NURU

ONUNCU NÜKTE-İ BELÂĞAT: 

Kâh oluyor, âyet insanın isyankârâne amellerini zikreder, şedit bir tehditle zecreder; sonra, şiddet-i tehdit ye’se ve ümitsizliğe atmamak için, rahmetine işaret eden bir kısım esmâ ile hâtime verir, tesellî eder.

Meselâ,

قُلْ لَوْ كَانَ مَعَهُۤ اٰلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ اِذًا لاَبْتَغَوْا اِلٰى ذِى الْعَرْشِ سَبِيلاً     سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَبِيرًا     تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّوَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ وَلٰكِنْ لاَتَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ اِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا     1

İşte şu âyet der ki: De: Eğer dediğiniz gibi mülkünde şeriki olsaydı, elbette Arş-ı Rububiyetine el uzatıp, müdahale eseri görünecek bir derecede bir intizamsızlık olacaktı. Halbuki, yedi tabaka semâvâttan tut tâ hurdebinî zîhayatlara kadar herbir mahlûk, küllî olsun, cüz’î olsun, küçük olsun, büyük olsun, mazhar olduğu bütün isimlerin cilve ve nakışları dilleriyle, o Esmâ-i Hüsnânın Müsemmâ-i Zülcelâlini tesbih edip şerik ve nazirden tenzih ediyorlar.

Evet, nasıl ki semâ güneşler, yıldızlar denilen nurefşan kelimâtıyla, hikmet ve intizamıyla Onu takdis ediyor, vahdetine şehadet ediyor; ve cevv-i hava dahi bulutların sesiyle, berk ve raad ve katrelerin kelimâtıyla Onu tesbih ve takdis ve vahdâniyetine şehadet eder. Öyle de, zemin, hayvânat ve nebâtat ve mevcudat denilen hayattar kelimâtıyla Hâlık-ı Zülcelâlini tesbih ve tevhid etmekle beraber; herbir ağacı, yaprak ve çiçek ve meyvelerin kelimâtıyla yine tesbih edip birliğine şehadet eder. Öyle de, en küçük mahlûk, en cüz’î bir masnu, küçüklüğü ve cüz’iyetiyle beraber, taşıdığı nakışlar ve keyfiyetler işaretiyle pek çok esmâ-i külliyeyi göstermekle Müsemmâ-yı Zülcelâli tesbih edip vahdâniyetine şehadet eder.

İşte, bütün kâinat birden, bir lisanla, müttefikan Hâlık-ı Zülcelâlini tesbih edip


Dipnot-1

“De ki: Eğer onların dedikleri gibi, Allah ile beraber başka ilâhlar da bulunsaydı, Arşın sahibi olan Allah’a üstün gelmek için elbette bir yol ararlardı. • Allah, onların söyledikleri şeylerden pek münezzehtir ve pek büyük bir yücelikle yücedir. • Yedi gökle yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder. Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin; lâkin siz onların tesbihini anlamazsınız. Şüphesiz ki O halîmdir, ceza vermekte acele etmez; gafûrdur, günahları çokça bağışlar.” İsrâ Sûresi, 17:42-44.


amel: iş, davranış
Arş-ı Rububiyet: Allah’ın büyüklüğünün, hüküm ve egemenliğinin tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; r-b-b)
berk: şimşek
cevv-i hava: gökyüzü, hava boşluğu
cilve: yansıma (bk. c-l-y)
cüz’î: fert (bk. c-z-e)
cüz’iyet: fert oluşu (bk. c-z-e)
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
esmâ-i külliye: bütün varlık âleminde yansımaları görünen Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; k-l-l)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hâtime: son
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hurdebîni: gözle görülemeyecek kadar küçük, mikroskobik
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
intizamsızlık: düzensizlik (bk. n-ẓ-m)
isyankârane: isyan ederek
kâh: bazen
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
katre: damla
kelimât: kelimeler (bk. k-l-m)
keyfiyet: durum, nitelik
küllî: tür (bk. k-l-l)
lisan: dil
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
mazhar: görünme ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
mülk: sahip olunan şey, hükmedilen yer (bk. m-l-k)
Müsemmâ-i Zülcelâl: güzel isimlerin sahibi ve sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Allah (bk. s-m-v; ẕü; c-l-l)
müttefikan: ittifakla, birleşerek
nakış: süsleme, işleme (bk. n-ḳ-ş)
nazir: benzer, eş (bk. n-ẓ-r)
nebâtat: bitkiler
nurefşan: nur saçan (bk. n-v-r)
nükte-i belâğat: belâğat inceliği (bk. b-l-ğ)
raad: gök gürültüsü
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
şedit: şiddetli
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
şerik: ortak
şiddet-i tehdit: tehdidin şiddeti
takdis: Allah’ın her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce olduğunu ilân etme (bk. ḳ-d-s)
tenzih: pâk ve yüce tutma
tesbih: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma (bk. s-b-ḥ)
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
vahdâniyet: Allah’ın birliği ve ortağının olmayışı (bk. v-ḥ-d)
vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
ye’s: ümitsizlik
zecretme: şiddetle sakındırma
zemin: yeryüzü
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)
zikretmek: anmak, belirtmek

vahdâniyetine şehadet ederek kendilerine göre muvazzaf oldukları vazife-i ubûdiyeti kemâl-i itaatle yerine getirdikleri halde, şu kâinatın hülâsası ve neticesi ve nazdar bir halifesi ve nazenin bir meyvesi olan insan, bütün bunların aksine, zıddına olarak ettikleri küfür ve şirkin ne kadar çirkin düşüp ne derece cezaya şayeste olduğunu ifade edip bütün bütün ye’se düşürmemek için, hem şunun gibi nihayetsiz bir cinayete, hadsiz çirkin bir isyana Kahhâr-ı Zülcelâl nasıl meydan verip kâinatı başlarına harap etmediğinin hikmetini göstermek için

 اِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا 

der. O hâtime ile hikmet-i imhâli gösterip bir rica kapısı açık bırakır.

İşte, şu on işârât-ı i’câziyeden anla ki, âyetlerin hâtimelerindeki fezlekelerde, çok reşahât-ı hidayetiyle beraber çok lemeât-ı i’câziye vardır ki, bülegaların en büyük dâhileri, şu bedî üslûplara karşı kemâl-i hayret ve istihsanlarından parmağını ısırmış, dudağını dişlemiş, “Mâ hâzâ kelâmu beşer” demiş;

اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحٰى 

ya hakkalyakîn olarak iman etmişler. Demek, bazı âyette, bütün mezkûr işaratla beraber, bahsimize girmeyen çok mezâyâ-yı âhari de tazammun eder ki, o mezâyânın icmâında öyle bir nakş-ı i’caz görünür ki, kör dahi görebilir.


Dipnot-1

Şüphesiz ki O halîmdir, ceza vermekte acele etmez; gafûrdur, günahları çokça bağışlar.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-2

“O (Kur’ân ve peygamberin sözleri) ancak bir vahiydir ki vahyolunur (kendisine vahiy suretinde bildirilir.) Necm Sûresi, 53:4.


bedî: eşsiz derecede güzel, benzersiz (bk. b-d-a)
bülega: belâğatçiler, edebiyatçılar (bk. b-l-ğ)
cihet: yön
dâhi: son derece zeki; dehâ ve hikmet sahibi
fezleke: özet, netice
hadsiz: sınırsız
hakkalyakîn: bizzat yaşanarak elde edilen kesinlik (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halife: yeryüzünde Allah namına hareket eden insan (bk. ḫ-l-f)
hâtime: sonuç
hikmet: sebep, gaye (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i imhal: zaman tanımanın sebebi (bk. ḥ-k-m)
hülâsa: özet
hüsn-ü cemâl: güzellik (bk. ḥ-s-n; c-m-l)
icmâ: toplam (bk. c-m-a)
işarat: işaretler
işârât-ı i’câziye: mu’cizelik işaretleri (bk. a-c-z)
kabil-i kıyas: kıyası mümkün
Kahhâr-ı Zülcelâl: zorlayıcı güç ve mutlak üstünlük sahibi olan, haşmet ve yüceliği sonsuz Allah (bk. ḳ-h-r; ẕü; c-l-l)
kelâm: kelime, söz (bk. k-l-m)
kemâl-i hayret ve istihsan: tam bir hayret ve beğenmişlik (bk. k-m-l; ḥ-s-n)
kemâl-i itaat: tam bir itaat, mükemmel ve kusursuz bir şekilde boyun eğme (bk. k-m-l)
küfür: inkar, inançsızlık (bk. k-f-r)
lemeât-i i’câziye: mu’cizelik parıltıları (bk. a-c-z)
mâ hâzâ kelâmu beşer: “bu insan sözü olamaz” (bk. k-l-m)
menba: kaynak
mezâyâ: meziyetler, üstün özellikler
mezâyâ-yı âhar: diğer meziyetler (bk. e-ḫ-r)
mezkûr: sözü geçen, bahsedilen
muvazzaf: vazifeli, görevli
nakş-ı i’caz: mu’cizelik nakışı (bk. n-ḳ-ş; a-c-z)
nazdar: nazlı
nazenin: ince, nazik
nihayetsiz: sonsuz
reşahât-i hidayet: hidayet sızıntıları, doğru ve hak yolu gösterici izler (bk. h-d-y)
rica: ümit
şayeste: lâyık
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
şirk: Allah’a ortak koşma
şule: parıltı
tabaka: derece
tazammun: içine alma
ulviyet: yücelik
üslûp: ifade tarzı
vahdâniyet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
vazife-i ubûdiyet: kulluk vazifesi (bk. a-b-d)
ye’s: ümitsizlik

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR – ONUNCU NÜKTE-İ BELÂĞAT, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.576

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/576


CUMARTESİ DERSLERİ

Kocası hakkında sana müracaat eden ve Allah'a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitti. Zaten Allah sizin konuşmalarınızı işitiyordu. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla işitir, herşeyi hakkıyla görür. Mücâdele Sûresi, 581. - Sözler 25.2.2.9.
Kocası hakkında sana müracaat eden ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitti. Zaten Allah sizin konuşmalarınızı işitiyordu. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla işitir, herşeyi hakkıyla görür. Mücâdele Sûresi, 581. – Sözler 25.2.2.9.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bir yanıt yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.