Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR – İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂĞAT.

SHORTS
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
İkinci Şule
İkinci Şulenin Üç Nuru var.
…
İKİNCİ NURU
…
İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂĞAT:
Kur’ân, beşerin nazarına san’at-ı İlâhiyenin mensucatını açar, gösterir. Sonra, fezlekede o mensucatı esmâ içinde tayyeder; veyahut akla havale eder.
Birincinin misallerinden, meselâ
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَۤاءِ وَاْلاَرْضِ اَمَّنْ يَمْلِكُ السَّمْعَ وَاْلاَبْصَارَ وَمَنْ يُخْرِجُ الْحَىَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَيُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَىِّ وَمَنْ يُدَّبِّرُ اْلاَمْرَ فَسَيَقُولُونَ اللهُ فَقُلْ اَفَلاَ تَتَّقُونَ فَذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ 1
İşte, başta der: Semâ ve zemini, rızkınıza iki hazine gibi müheyyâ edip oradan yağmuru, buradan hububatı çıkaran kimdir? Allah’tan başka, koca semâ ve zemini iki mutî hazinedar hükmüne kimse getirebilir mi? Öyle ise şükür Ona münhasırdır.
İkinci fıkrada der ki: Sizin âzâlarınız içinde en kıymettar göz ve kulaklarınızın mâliki kimdir? Hangi destgâh ve dükkândan aldınız? Bu lâtif, kıymettar göz ve kulağı verecek ancak Rabbinizdir. Sizi icad edip terbiye eden Odur ki; bunları size vermiştir. Öyle ise yalnız Rab Odur. Mâbud da O olabilir.
Üçüncü fıkrada der: Ölmüş yeri ihyâ edip yüz binler ölmüş taifeleri ihyâ eden kimdir? Haktan başka ve bütün kâinatın Hâlıkından başka şu işi kim yapabilir? Elbette O yapar, O ihyâ eder. Madem Haktır; hukuku zayi etmeyecektir. Sizi bir mahkeme-i kübrâya gönderecektir. Yeri ihyâ ettiği gibi, sizi de ihyâ edecektir.
Dördüncü fıkrada der: Bu azîm kâinatı bir saray gibi, bir şehir gibi, kemâl-i intizamla idare edip tedbirini gören, Allah’tan başka kim olabilir? Madem Allah’tan başka olamaz. Koca kâinatı bütün ecrâmıyla gayet kolay idare eden kudret o derece kusursuz, nihayetsizdir ki, hiçbir şerik ve iştirake ve muavenet ve yardıma ihtiyacı olamaz. Koca kâinatı idare eden, küçük mahlûkatı başka ellere bırakmaz. Demek, ister istemez “Allah” diyeceksiniz.
İşte, birinci ve dördüncü fıkra Allah der, ikinci fıkra Rab der, üçüncü fıkra el-Hak der.
فَذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ 2
ne kadar mu’cizâne düştüğünü anla. İşte, Cenâb-ı Hakkın azîm tasarrufâtını, kudretinin mühim mensucatını zikreder. Sonra da, o azîm âsârın, mensucatın destgâhı,
فَذٰلِكُمُ اللهُ رَبُّكُمُ الْحَقُّ
yani Hak, Rab, Allah isimlerini zikretmekle, o tasarrufât-ı azîmenin menbaını gösterir.
Dipnot-1
“De ki: Kimdir gökten ve yerden sizi rızıklandıran? Kimdir kulak ve gözler yaratıp size veren? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir kâinatı yerli yerince tedbir ve idare eden? Onlar diyecekler ki, ‘Allah’tır.’ Öyle ise, ‘Hâlâ Ona ortak koşmaktan korkmaz mısınız?’ de. İşte, Hak olan Rabbiniz Allah Odur.” Yunus Sûresi, 10:31-32.
Dipnot-2
“İşte, Hak olan Rabbiniz Allah Odur.” Yunus Sûresi, 10:32.
âsâr: eserler âzâ: âzalar, organlar azîm: büyük (bk. a-ẓ-m) beşer: insan Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) destgâh: işyeri ecrâm: büyük varlıklar, gök cisimleri esmâ: isimler (bk. s-m-v) fezleke: netice, özet fıkra: kısım, bölüm Hak: varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık: herşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ) hububât: tohumlar, taneli bitkiler ihyâ etmek: diriltmek, hayat vermek (bk. ḥ-y-y) iştirak: ortaklık kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m) | kıymettar: kıymetli, değerli kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f) Mâbud: kendisine ibadet edilen Allah (bk. a-b-d) mahkeme-i kübrâ: âhirette Allah’ın huzurunda kurulacak olan büyük mahkeme (bk. ḥ-k-m; k-b-r) mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ) mâlik: sahip (bk. m-l-k) menba: kaynak mensucat: dokumalar mu’cizâne: mu’cize şeklinde (bk. a-c-z) muavenet: yardımlaşma mutî: itaat eden, emre uyan müheyyâ etmek: hazırlamak mühim: önemli münhasır: ait, sınırlı nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r) nükte-i belâğat: belâğat inceliği (bk. b-l-ğ) Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) | san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; e-l-h) semâ: gök (bk. s-m-v) şerik: ortak taife: topluluk, grup tasarrufat: tasarruflar, herşeyi dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f) tasarrufât-ı azîme: büyük tasarruflar (bk. ṣ-r-f; a-ẓ-m) tayyetme: sarıp dürme, yerleştirme tedbir: çekip çevirme, ihtiyacını karşılama (bk. d-b-r) zemin: yeryüzü zikretmek: anmak |
İkincinin misallerinden:
اِنَّ فِى خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَالْفُلْكِ الَّتى تَجْرِى فِى الْبَحْرِ بِمَا يَنْفَعُ النَّاسَ وَمَاۤ اَنْزَلَ اللهُ مِنَ السَّمَۤاءِ مِنْ مَۤاءٍ فَاَحْيَا بِهِ اْلاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَبَثَّ فِيهَا مِنْ كُلِّ دَۤابَّةٍ وَتَصْرِيفِ الرِّيَاحِ وَالسَّحَابِ الْمُسَخَّرِ بَيْنَ السَّمَاۤءِ وَاْلاَرْضِ لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ 1
İşte bu âyet Cenâb-ı Hakkın kemâl-i kudretini ve azamet-i rububiyetini gösteren ve vahdâniyetine şehadet eden, semâvât ve arzın hilkatindeki tecellî-i saltanat-ı ulûhiyet; ve gece gündüzün ihtilâfındaki tecellî-i rububiyet; ve hayat-ı içtimaiye-i insana en büyük bir vasıta olan gemiyi denizde teshir ile tecellî-i rahmet; ve semâdan âb-ı hayatı ölmüş zemine gönderip zemini yüz bin taifeleriyle ihyâ edip bir mahşer-i acaip suretine getirmekteki tecellî-i azamet-i kudret; ve zeminde hadsiz, muhtelif hayvânâtı basit bir topraktan halk etmekteki tecellî-i rahmet ve kudret; ve rüzgârları, nebâtat ve hayvânâtın teneffüs ve telkihlerine hizmet gibi vezaif-i azîme ile tavzif edip tedbir ve teneffüse salih vaziyete getirmek için tahrik ve idaresindeki tecellî-i rahmet ve hikmet; ve zemin ve âsüman ortasında, vasıta-i rahmet olan bulutları bir mahşer-i acaip gibi muallâkta toplayıp dağıtmak, bir ordu gibi istirahat ettirip vazife başına davet etmek gibi teshirindeki tecellî-i rububiyet gibi mensucat-ı san’atı tâdât ettikten sonra, aklı, onların hakaikına ve tafsiline sevk edip tefekkür ettirmek için
لاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَ
der, onunla ukulü ikaz için akla havale eder.
Dipnot-1
“Göklerin ve yerin yaratılmasında, gecenin ve gündüzün değişmesinde, insanlara faydalı şeylerle denizde akıp giden gemilerde, Allah’ın gökten su indirip onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, her türlü canlıyı yeryüzüne yaymasında, rüzgârları sevk etmesinde ve gökle yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş bulutlarda, aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır.” Bakara Sûresi, 2:164.
âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y) arz: yer, dünya âsüman: gökyüzü azamet-i rububiyet: Allah’ın rububiyetinin terbiye ve idare ediciliğinin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; r-b-b) Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hadsiz: sayısız hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ) hayat-ı içtimaiye-i insan: insanların sosyal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a) hayvânât: hayvanlar hikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ) ihtilâf: farklılık, ayrılık ihyâ: diriltme, hayat verme (bk. ḥ-y-y) ikaz: uyarma kemâl-i kudret: kudretin mükemmelliği (bk. k-m-l; ḳ-d-r) | kudret: İlâhî güç, iktidar (bk. ḳ-d-r) mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r) mensucat-ı san’at: san’at dokumaları (bk. ṣ-n-a) muallâkta: boşlukta, havada muhtelif: çeşitli, ayrı ayrı nebâtat: bitkiler salih: elverişli, uygun semâ: gök (bk. s-m-v) semâvat: gökler (bk. s-m-v) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d) tâdât etmek: saymak tafsil: ayrıntı tahrik: harekete geçirme taife: topluluk tavzif etmek: vazifelendirmek tecellî-i azamet-i kudret: Allah’ın kudretinin büyüklüğünün tecellîsi, yansıması (bk. c-l-y; a-ẓ-m; ḳ-d-r) tecellî-i rahmet: rahmet yansıması (bk. c-l-y; r-ḥ-m) | tecellî-i rububiyet: Allah’ın rububiyetinin terbiye ve idare ediciliğinin görünümü (bk. c-l-y; r-b-b) tecellî-i saltanat-ı ulûhiyet: Allah’ın ilâhlık saltanatının yansıması (bk. c-l-y; s-l-ṭ; e-l-h) tedbir: idare etme, çekip çevirme (bk. d-b-r) tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde düşünme (bk. f-k-r) telkih: aşılama teneffüs: soluk alma teshir: emir altında tutma ukul: akıllar vahdâniyet: Allah’ın bir ve tek oluşu, ortağının bulunmayışı (bk. v-ḥ-d) vasıta-i rahmet: rahmet vasıtası (bk. r-ḥ-m) vezaif-i azîme: büyük vazifeler (bk. a-ẓ-m) zemin: yeryüzü |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR – İKİNCİ NÜKTE-İ BELÂĞAT, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://erisale.com/#content.tr.1.559
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/559
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- “Odur ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra iradesini semâya yöneltti ve gökleri yedi tabaka olarak tanzim etti. O herşeyi hakkıyla bilendir.” Bakara Sûresi, 2:29. – Sözler 25.2.2.1.
- Hem basîresinde selim bir gözü olan görür ki, Kur’ân’da öyle bir göz vardır ki, o göz bütün kâinatı zâhir ve bâtınıyla vâzıh, göz önünde bir sahife gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sahifenin mânâlarını söyler. – 25. Söz – İkinci Şule – BİRİNCİ NUR
- “O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.
- Hem Kur’ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder -tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 7.
- Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakkı” kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.