Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A.

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.
Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BİRİNCİ LEM’A: 

Meselâ

 اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا 

daki

 رَتْقًا 

kelimesi, tetkikat-ı felsefe ile âlûde olmayan bir âlime, o kelime şöyle ifham eder ki: Semâ berrak, bulutsuz, zemin kuru ve hayatsız, tevellüde gayr-ı kabil bir halde iken semâyı yağmurla, zemini hazravatla fethedip, bir nevi izdivaç ve telkih suretinde bütün zîhayatları o sudan halk etmek, öyle bir Kadîr-i Zülcelâlin işidir ki, rû-yi zemin Onun küçük bir bostanı ve semânın yüz örtüsü olan bulutlar Onun bostanında bir süngerdir anlar, azamet-i kudretine secde eder.

Ve muhakkik bir hakîme, o kelime şöyle ifham eder ki: Bidâyet-i hilkatte semâ ve arz şekilsiz birer küme ve menfaatsiz birer yaş hamur, veledsiz, mahlûkatsız,


Dipnot-1

“Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden koparıp ayırdık.” Enbiyâ Sûresi, 21:30.


âlûde: karışmış, bulaşmışarz: yer
azamet-i kudret: kudretin büyüklüğü (bk. ḳ-d-r)
berrak: saydam, duru
bidâyet-i hilkat: yaratılışın başlangıcı (bk. ḫ-l-ḳ)
bostan: bahçe
Elhikmetü lillâh: gerçek bilgi ve hikmet sadece Allah’ındır (bk. ḥ-k-m)
fehmetmek: anlamak
feylesof: felsefeci
gayr-ı kabil: mümkün olmayan
gazab: öfke
gazat-ı muzırra: zararlı gazlar
hakîm: hikmet sahibi, âlim (bk. ḥ-k-m)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hamd ü senâ: şükür, minnet ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hâmi: koruyucu
hane-i hayat: hayat evi (bk. ḥ-y-y)
hasıl: meydana gelme
hazravat: yeşillikler
hiddet: kızgınlık
hikmet-i tabiiye: tabiatı konu alan fen ilmi (bk. ḥ-k-m; ṭ-b-a)
huruc: çıkma
ifham etmek: anlatmak
ihtizâzât: sallanmalar
imtizâcât: kaynaşmalar
inkılâbat: büyük değişimler
irticâc: sarsıntı
istilâ: yayılma, kaplama
izdivac: evlenme
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m)
kemâl-i tazim: Allah’ın sonsuz büyüklüğünü mükemmel bir şekilde dile getirme (bk. k-m-l; a-z-m)
küre-i zemin: yerküre
levâzımât-ı hayat-ı insaniye: insan hayatına gerekli olan şeyler (bk. ḥ-y-y)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahzen: depo
maişet: geçim (bk. a-y-ş)
medar: dayanak, eksen
medar-ı senevî: güneş etrafındaki bir yıllık yörüngesi
menâfiz: delikler
mihver: eksen
muhafaza etmek: korumak (bk. ḥ-f-ẓ)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
netice: sonuç
nevi: tür, çeşit
rû-yi zemin: yeryüzü
sair: diğer
Sâni-i Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm: sonsuz haşmet ve ikram sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l; k-r-m)
secde etmek: yere kapanmak
semâ: gök (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sükûnet: sakinlik, durgunluk (bk. s-k-n)
tasfiye: safileştirme, arındırma (bk. ṣ-f-y)
telkih: aşılama
teneffüs etmek: nefes almak
tersip: durultma, tortulardan temizleme, süzme
tetkikat-ı felsefe: felsefe araştırmaları
tevellüd: doğum
veled: evlat, çocuk
zelzele: deprem
zemin: yeryüzü
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)
zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r)

toplu birer madde iken, Fâtır-ı Hakîm onları fetih ve bast edip güzel bir şekil, menfaattar birer suret, ziynetli ve kesretli mahlûkata menşe etmiştir anlar, vüs’at-i hikmetine karşı hayran olur.

Yeni zamanın feylesofuna şu kelime şöyle ifham eder ki: Manzume-i şemsiyeyi teşkil eden küremiz, sair seyyareler, bidâyette güneşle mümteziç olarak, açılmamış bir hamur şeklinde iken, Kadîr-i Kayyûm o hamuru açıp, o seyyareleri birer birer yerlerine yerleştirerek, güneşi orada bırakıp zeminimizi buraya getirerek, zemine toprak sererek, semâ canibinden yağmur yağdırarak, güneşten ziya serptirerek dünyayı şenlendirip bizleri içine koymuştur anlar, başını tabiat bataklığından çıkarır, “Âmentü Billâhi’l-Vâhidi’l-Ehad”der.

Meselâ, 

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا 

daki lâm, hem kendi mânâsını, hem fî mânâsını, hem ilâ mânâsını ifade eder. İşte, 

لِمُسْتَقَرٍّ 

in lâm’ı, avâm o lâm’ı ilâ mânâsında görüp fehmeder ki, size nisbeten ışık verici, ısındırıcı, müteharrik bir lâmba olan güneş, elbette birgün seyri bitecek, mahall-i kararına yetişecek, size faidesi dokunmayacak bir suret alacaktır anlar. O da, Hâlık-ı Zülcelâlin güneşe bağladığı büyük nimetleri düşünerek, “Sübhânallah, Elhamdü lillâh” der.

Ve âlime dahi, o lâm’ı ilâ mânâsında gösterir. Fakat güneşi yalnız bir lâmba değil, belki bahar ve yaz destgâhında dokunan mensucat-ı Rabbâniyenin bir mekiği, gece gündüz sahifelerinde yazılan mektubat-ı Samedâniyenin mürekkebi, nur bir hokkası suretinde tasavvur ederek, güneşin cereyan-ı surîsi, alâmet olduğu ve işaret ettiği intizâmât-ı âlemi düşündürerek Sâni-i Hakîmin san’atına “Mâşaallah” ve hikmetine “Bârekâllah” diyerek secdeye kapanır.


Dipnot-1

“Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider.” Yâsin Sûresi, 36:38.


alâmet: işaret
Âmentü Billâhi’l-Vahidi’l-Ehad: Allah’ın birliğine ve tekliğine iman ettim (bk. e-m-n; v-ḥ-d)
avâm: halktan ilmi az olan kimse
Bârekâllah: Allah ne mübarek yaratmış (bk. b-r-k)
bast: genişletme
bidâyet: başlangıç
canib: taraf
cereyân-ı surî: görünüşteki akım, dönüş
Elhamdü lillâh: Allah’a hamd olsun (bk. ḥ-m-d)
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve harika üstün san’atıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
fehmetmek: anlamak
fetih: açma
feylesof: felsefeci
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hokka: mürekkeb kabı
ifham etmek: anlatmak
intizâmât-ı âlem: alemdeki düzenlilikler (bk. n-ẓ-m; a-l-m)
Kadîr-i Kayyûm: sonsuz kudret sahibi olan, herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve dilediği gibi onları idare eden Allah (bk. ḳ-d-r; ḳ-v-m)
kesretli: çok sayıda (bk. k-s̱-r)
küre: dünya
Mâaşallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmış
mahall-i karar: karar yeri
manzume-i şemsiye: güneş sistemi (bk. n-ẓ-m)
mekik: dokuma âleti
mektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
menfaattar: faydalı, yararlı
mensucat-ı Rabbâniye: Allah’ın adeta nakış nakış dokuduğu san’at eseri varlıklar (bk. r-b-b)
menşe: kaynak, esas
mümteziç: birleşik, karışık
müteharrik: hareketli
nisbeten: bir dereceye kadar (bk. n-s-b)
sair: diğer
Sâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
secde: yere kapanma
semâ: gök (bk. s-m-v)
seyir: gezme
seyyare: gezegen
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” (bk. s-b-ḥ)
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tasavvur: düşünme, zihinde tasarlama (bk. ṣ-v-r)
teşkil etmek: meydana getirmek
vüs’at-i hikmet: hikmet genişliği (bk. ḥ-k-m)
ziya: ışık
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

Ve kozmoğrafyacı bir feylesofa, lâm’ı fî mânâsında şöyle ifham eder ki: Güneş, kendi merkezinde ve mihveri üzerinde zemberekvâri bir cereyanla manzumesini emr-i İlâhî ile tanzim edip tahrik eder. Şöyle bir saat-i kübrâyı halk edip tanzim eden Sâni-i Zülcelâline karşı kemâl-i hayret ve istihsanla “El-azametü lillâh ve’l-kudretü lillâh” der, felsefeyi atar, hikmet-i Kur’âniyeye girer.

Ve dikkatli bir hakîme, şu lâm’ı, hem illet mânâsında, hem zarfiyet mânâsında tutturup şöyle ifham eder ki: Sâni-i Hakîm, işlerine esbab-ı zahiriyeyi perde ettiğinden, cazibe-i umumiye namında bir kanun-u İlâhîsiyle, sapan taşları gibi, seyyareleri güneşle bağlamış; ve o cazibeyle muhtelif, fakat muntazam hareketle o seyyareleri daire-i hikmetinde döndürüyor; ve o cazibeyi tevlit için, güneşin kendi merkezinde hareketini zahirî bir sebep etmiş. Demek,

 لِمُسْتَقَرٍّ 

mânâsı,

 فِى مُسْتَقَرٍّ لَهَا ِلاِسْتِقْرَارِ مَنْظُومَتِهَا 

yani, kendi müstekarrı içinde manzumesinin istikrarı ve nizamı için hareket ediyor. Çünkü, hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet cazibeyi zahiren tevlit eder gibi bir âdet-i İlâhiye, bir kanun-u Rabbânîdir. İşte, şu hakîm, böyle bir hikmeti Kur’ân’ın bir harfinden fehmettiği zaman, “Elhamdü lillâh, Kur’ân’dadır hak, hikmet; felsefeyi beş paraya saymam” der.

Ve şairâne bir fikir ve kalb sahibine, şu lâm’dan ve istikrar’dan şöyle bir mânâ fehmine gelir ki: Güneş nuranî bir ağaçtır, seyyareler onun müteharrik meyveleri. Ağaçların hilâfına olarak, güneş silkinir, tâ o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar. Hem tahayyül edebilir ki, şems meczup bir serzâkirdir. Halka-i zikrin merkezinde cezbeli bir zikreder ve ettirir. Bir risalede şu mânâya dair şöyle demiştim:

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri.

Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.


âdet-i İlâhiye: İlâhî kanun (bk. e-l-h)
cazibe: çekim
cazibe-i umumiye: genel çekim
cereyan: hareket, akım
cezbe: çekim
cezbeli: Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hale gelme
daire-i hikmet: hikmet dairesi (bk. ḥ-k-m)
El-azametü lillâh ve’l-kudretü lillâh: büyüklük ve kudret Allah’ındır (bk. a-ẓ-m; ḳ-d-r)
Elhamdü lillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
emr-i İlâhi: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
fehm: anlayış
feylesof: felsefeci
feza: uzay
hakîm: hikmet sahibi, âlim (bk. ḥ-k-m)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
halka-i zikr: zikir halkası
hararet: sıcaklık
hikmet: ilim, yüksek bilgi, fen bilgisi (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i Kur’âniye: Kur’ân’ın yüksek bilgisi (bk. ḥ-k-m)
hilâf: ters, zıt
ifham etmek: anlatmak
illet: esas sebep, maksat
istikrar: yerleşme, karar kılma
kanun-u İlâhî: İlâhî kanun (bk. e-l-h)
kanun-u Rabbânî: Allah’ın koyduğu kanun (bk. r-b-b)
kemâl-i hayret ve istihsan: tam bir hayret ve beğenme (bk. k-m-l; ḥ-s-n)
kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
manzume: sistem (bk. n-ẓ-m)
meczup: kendinden geçmiş, cezbeye kapılan, çekilen
meyvedar: meyveli
mihver: eksen
muhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
müstekar: karar kılınan yer
müteharrik: hareketli
nam: ad
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nuranî: nurlu, aydınlık, parlak (bk. n-v-r)
saat-i kübrâ: çok büyük saat (bk. k-b-r)
Sâni-i Hakîm: herşeyi san’at ve hikmetle yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
serzâkir: zikredenlerin başı
seyyar: gezen, dolaşan
seyyare: gezegen
sükûnet: durgunluk, hareketsizlik (bk. s-k-n)
sükût: sessiz kalma
şairâne: şair gibi
şems: güneş
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
tahrik etmek: harekete geçirmek
tanzim etmek: düzenlemek (bk. n-ẓ-m)
tevlit: doğurma
zahiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zarfiyet: kelimenin zarf olması, mekan ve zaman bildirmesi hâli
zemberekvâri: bir mekanizmanın güç merkezi gibi

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://erisale.com/#content.tr.1.526

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/526


CUMARTESİ DERSLERİ

Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.
Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ