Cumartesi Derslerinde bu hafta:
‘Hem Kur’ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder -tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler.”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – İKİNCİ CİLVE.

SHORTS
UZUN VİDEO
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Birinci Şule
ÜÇÜNCÜ ŞUA
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.
…
İKİNCİ CİLVE:
…
Dördüncü esas:
Sanemperestliği şiddetle Kur’ân men ettiği gibi, sanemperestliğin bir nevi taklidi olan suretperestliği de men eder. Medeniyet ise, suretleri kendi mehâsininden sayıp Kur’ân’a muâraza etmek istemiş. Halbuki, gölgeli, gölgesiz suretler, ya bir zulm-ü mütehaccir veya bir riyâ-yı mütecessid veya bir heves-i mütecessimdir ki, beşeri zulme ve riyâya ve hevâya, hevesi kamçılayıp teşvik eder.
Hem Kur’ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder-tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. HAŞİYE-2 Medeniyet ise, kadınları yuvalarından çıkarıp, perdelerini yırtıp, beşeri de baştan çıkarmıştır. Halbuki, aile hayatı, kadın-erkek mabeyninde mütekabil hürmet ve muhabbetle devam eder. Halbuki, açık saçıklık, samimî hürmet ve muhabbeti izale edip ailevî hayatı zehirlemiştir. Hususan suretperestlik, ahlâkı fena halde sarstığı ve sukut-u ruha sebebiyet verdiği şununla anlaşılır:
Nasıl ki, merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlâkı tahrip eder. Öyle de, ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine
Haşiye-2
Tesettür-ü nisvan hakkında Otuz Birinci Mektubun Yirmi Dördüncü Lem’ası, gayet kat’î bir surette ispat etmiştir ki, tesettür kadınlar için fıtrîdir; ref-i tesettür fıtrata münâfidir.
adalet-i Kur’âniye: Kur’ân’ın adaleti âlet-i hevesat: gelip geçici istekler, arzular âleti beşer: insan düstur-u İlâhî: İlâhî prensip (bk. e-l-h) ecdad: atalar fıtrî: yaratılış gereği (bk. f-ṭ-r) hakikatli: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) haşiye: dipnot, açıklayıcı not hayâ: utanma duygusu hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a) hevâ: hevesler, arzu ve istekler (bk. h-v-y) heves-i mütecessim: cisimleşmiş heves hevesât-ı rezile: rezilce hevesler, günah ve çirkin olan arzular hususan: özellikle hürmet: saygı (bk. ḥ-r-m) iktidaen: uyarak iktiza: gerektirme istinaden: dayanarak (bk. s-n-d) ittifak: birleşme, fikir birliği |
izale etmek: ortadan kaldırmak kat’î: kesin kudsî: kutsal (bk. ḳ-d-s) lâyiha-i temyiz: yargıtaya yazılan temyiz yazısı mabeyn: ara maden: kaynak mehâsin: güzellikler, iyilikler (bk. ḥ-s-n) men etmek: yasaklamak merhume: vefat eden kadın (bk. r-ḥ-m) metâ: mal muâraza: sözle mücadele muhabbet: sevgi (bk. ḥ-b-b) muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) müdafaat: savunmalar münâfi: aykırı, zıt müsavi: eşit, denk mütekabil: karşılıklı nakzetmek: bozmak nazar-ı şehvet ve heves: şehvet ve hevesle bakma (bk. n-ẓ-r) nevi: çeşit noksaniyet: eksiklik peder: baba rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) ref-i tesettür: tesettürün kaldırılması |
riyâ: gösteriş riyâ-yı mütecessid: cesetleşmiş gösteriş rû-yi zemin: yeryüzü sanemperestlik: puta tapmak sukut-u ruh: ruhun alçalması (bk. r-v-ḥ) suret: şekil, resim (bk. ṣ-v-r) suretperestlik: surete tapmak, görünüşe çok değer vermek, fotoğrafa tapmak (bk. ṣ-v-r) şefkat: merhamet, acıma (bk. ş-f-ḳ) tahrip etmek: bozmak tasdik: doğrulama, kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ) tefsir: Kur’ân’ın mânâlarını açıklayan kitap (bk. f-s-r) tesettür-ü nisvan: kadınların örtünmesi tezevvüç etmek: evlenmek zarfında: içinde zillet: alçaklık, aşağılık zulm-ü mütehaccir: taşlaşmış zulüm (bk. ẓ-l-m) |
hevesperverâne bakmak, derinden derine hissiyât-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrip eder.
İşte, şu üç misal gibi binler mesâil-i Kur’âniyenin herbirisi, saadet-i beşeriyeyi dünyada temine hizmet etmekle beraber, hayat-ı ebediyesine de hizmet eder. Sair meseleleri, mezkûr meselelere kıyas edebilirsin.
Nasıl medeniyet-i hazıra Kur’ân’ın hayat-ı içtimaiye-i beşere ait olan düsturlarına karşı mağlûp olup Kur’ân’ın i’câz-ı mânevîsine karşı hakikat noktasında iflâs eder. Öyle de, medeniyetin ruhu olan felsefe-i Avrupa ve hikmet-i beşeriyeyi, hikmet-i Kur’ân’la yirmi beş adet Sözlerde mizanlarla iki hikmetin muvazenesinde, hikmet-i felsefiye âcize ve hikmet-i Kur’âniyenin mu’cize olduğu kat’iyetle ispat edilmiştir. Nasıl ki, On Birinci ve On İkinci Sözlerde hikmet-i felsefiyenin aczi ve iflâsı ve hikmet-i Kur’âniyenin i’câzı ve gınâsı ispat edilmiştir; müracaat edebilirsin.
Hem nasıl medeniyet-i hazıra, hikmet-i Kur’ân’ın ilmî ve amelî i’câzına karşı mağlûp oluyor. Öyle de, medeniyetin edebiyat ve belâğati de, Kur’ân’ın edep ve belâğatine karşı nisbeti, öksüz bir yetimin muzlim bir hüzünle ümitsiz ağlayışı, hem süflî bir vaziyette sarhoş bir ayyaşın velvele-i gınâsının (şarkı demektir) nisbeti ile, ulvî bir âşığın muvakkat bir iftiraktan müştakane, ümitkârâne bir hüzünle gınâsı (şarkısı), hem zafer veya harbe ve ulvî fedakârlıklara sevk etmek için teşvikkârâne kasâid-i vataniyeye nisbeti gibidir. Çünkü edeb ve belâğat, tesir-i üslûp itibarıyla ya hüzün verir, ya neş’e verir.
Hüzün ise iki kısımdır: Ya fakdü’l-ahbaptan gelir, yani ahbapsızlıktan, sahipsizlikten gelen karanlıklı bir hüzündür ki, dalâlet-âlûd, tabiatperest, gaflet-pîşe olan medeniyetin edebiyatının verdiği hüzündür. İkinci hüzün firaku’l-ahbaptan gelir; yani ahbap var, firakında müştakane bir hüzün verir. İşte şu hüzün, hidayet-edâ, nurefşan Kur’ân’ın verdiği hüzündür.
Amma neş’e ise, o da iki kısımdır: Birisi nefsi hevesâtına teşvik eder. O da
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z) ayyaş: alkolik, sarhoş belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ) dalâlet-âlûd: inkâr ve sapıklıkla karışık (bk. ḍ-l-l) düstur: prensip fakdü’l-ahbap: dostsuzluk ve ahbapsızlık (bk. ḥ-b-b) felsefe-i Avrupa: Avrupa felsefesi (bk. bilgiler – Avrupa) firak: ayrılık (bk. f-r-ḳ) firaku’l-ahbap: dostlardan ve ahbaplardan ayrılık (bk. f-r-ḳ; ḥ-b-b) gaflet-pîşe: gaflet içinde (bk. ğ-f-l) gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hayat-ı ebediye: sonsuz âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-b-d) hayat-ı içtimaiye-i beşeriye: insanların toplumsal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a) |
hevesât: gelip geçici arzu ve istekler hevesperverâne: nefsin istek ve arzularına düşkün bir şekilde hidayet-edâ: hidayet verici (bk. h-d-y) hikmet-i beşeriye: insanların bilgisi (bk. ḥ-k-m) hikmet-i felsefiye: felsefî görüş, bilgi (bk. ḥ-k-m) hikmet-i Kur’ân: Kur’ânın yüksek ilmi (bk. ḥ-k-m) hissiyât-ı ulviye-i insaniye: insanın yüksek duyguları i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z) i’câz-ı mâneviye: mânevî mu’cizelik (bk. a-c-z; a-n-y) iftirak: ayrılık kasâid-i vataniye: vatan kasideleri, marşlar kat’iyetle: kesinlikle medeniyet-i hazıra: günümüz medeniyeti mesâil-i Kur’âniye: Kur’ân’ın meseleleri (bk. m-s̱-l) mezkûr: sözü geçen mizan: ölçü (bk. v-z-n) |
mu’cize: insanların yapmada aciz kaldıkları ve ancak Allah tarafından peygamberlere verilen olağanüstü hal ve hareket (bk. a-c-z) muvakkat: geçici muvazene: karşılaştırma (bk. v-z-n) muzlim: karanlıklı (bk. ẓ-l-m) müştakane: şevkle, çok isteyerek nisbet: kıyas (bk. n-s-b) nurefşan: nur saçan (bk. n-v-r) saadet-i beşeriye: insanlığın mutluluğu sair: diğer süflî: alçak, aşağılık tabiatperest: tabiata tapan (bk. ṭ-b-a) tahrip etmek: bozmak tesir-i üslûp: üslûbun etkisi teşvik etmek: şevklendirmek, isteklendirmek teşvikkârane: teşvik ederek ulvî: yüce, büyük ümitkârâne: ümitli velvele-i gınâ: şarkı bağırtısı |
tiyatrocu, sinemacı, romancı medeniyetin edebiyatının şe’nidir. İkinci neş’e, nefsi susturup ruhu, kalbi, aklı, sırrı maâliyâta, vatan-ı aslîlerine, makarr-ı ebedîlerine, ahbab-ı uhrevîlerine yetişmek için lâtif ve edebli, masumâne bir teşviktir ki, o da Cennet ve saadet-i ebediyeye ve rüyet-i cemâlullaha beşeri sevk eden ve şevke getiren Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın verdiği neş’edir.
İşte,
قُلْ لَئِنِ اجْتَمَعَتِ اْلاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلٰۤى اَنْ يَأْتُوا بِمِثْلِ هٰذَا الْقُرْاٰنِ لاَ يَأْتُونَ بِمِثْلِهِ وَلَوْ كَانَ بَعْضُهُمْ لِبَعْضٍ ظَهِيرًا 1
ifade ettiği azîm mânâ ve büyük hakikat, kasıru’l-fehim olanlarca ve dikkatsizlikle, mübalâğalı bir belâğat için muhal bir suret zannediliyor. Hâşâ! Mübalâğa değil, muhal bir suret değil, ayn-ı hakikat bir belâğat ve mümkün ve vaki bir surettedir.
O suretin bir vechi şudur ki: Yani, Kur’ân’dan tereşşuh etmeyen ve Kur’ân’ın malı olmayan ins ve cinnin bütün güzel sözleri toplansa, Kur’ân’ı tanzir edemez demektir. Hem edememiş ki, gösterilmiyor.
İkinci vecih şudur ki: Cin ve insin, hattâ şeytanların netice-i efkârları ve muhassala-i mesaileri olan medeniyet ve hikmet-i felsefe ve edebiyat-ı ecnebiye, Kur’ân’ın ahkâm ve hikmet ve belâğatine karşı âciz derekesindedirler demektir. Nasıl da nümunesini gösterdik.
Dipnot-1
“De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” İsrâ Sûresi, 17:88.
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z) ahbab-ı uhrevî: âhiretteki dostlar (bk. ḥ-b-b; e-ḫ-r) ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m) ahkâm-ı İslâmiye: İslâmın hükümleri (bk. ḥ-k-m; s-l-m) ayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ) azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m) belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ) benî Âdem: Âdemoğulları, insanlık beşer: insan dakik: ince, derin dereke: en aşağı derece edebiyat-ı ecnebiye: yabancı edebiyat fen: ilim hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâşâ: asla öyle değil hikmet: her şeyi yerli yerinde gösteren doğru bilgi (bk. ḥ-k-m) |
hikmet-i felsefe: felsefe ilmi (bk. ḥ-k-m) hitap etmek: konuşmak (bk. ḫ-ṭ-b) kasıru’l-fehim: anlayışı kısa Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f) maâliyât: yüksek ve derin fikirler maarif: bilgiler (bk. a-r-f) makarr-ı ebedî: sonsuz kalınacak yer (bk. e-b-d) marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f) masumâne: masumca, günahsızca muhal: imkânsız muhassala-i mesai: çalışmalardan elde edilen netice |
mübalâğa: abartı mütenevvi: çeşitli müteveccih: yönelik netice-i efkâr: fikirlerin sonucu (bk. f-k-r) nev’: tür nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r) nümune: örnek rüyet-i cemâlullah: Allah’ın cemâlini görme (bk. c-m-l) saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şe’n: özellik (bk. ş-e-n) tabakat-ı beşer: insan tabakaları tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r) tereşşuh: sızma vaki: olmuş, meydana gelmiş vatan-ı aslî: gerçek vatan olan cennet vecih: yön, taraf |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – İKİNCİ CİLVE, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://erisale.com/#content.tr.1.550
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/550
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakkı” kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.
- Evet, Kur’ân’ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 3.
- “Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar.” Mâide Sûresi, 5:54. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 2.
- Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.
- “Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,
- Kur’an, gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, … şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.