Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-i insaniyeye kadar olan neş’etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki neş’e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O onun misli, belki daha ehvenidir. – Sözler 25.2.2.8.

Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-i insaniyeye kadar olan neş'etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki neş'e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O onun misli, belki daha ehvenidir. - Sözler 25.2.2.8.
Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-i insaniyeye kadar olan neş’etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki neş’e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O onun misli, belki daha ehvenidir. – Sözler 25.2.2.8.

Kur’an’ın Diriliş Argümanı

Bu metin, Yirmi Beşinci Söz ve ilgili kısımlardan alınmış olup, Kur’an-ı Kerim’in ahiret inancını (haşir) ispatlamak için kainattaki harika fiilleri nasıl örnek gösterdiğini açıklayan tefsirî bir çalışmadır.

Çalışma, Allah’ın kıyamette gerçekleştireceği büyük dönüşümleri kalbe kabul ettirmek için, dünyevi olaylardan somut kıyaslamalar (nezâir) sunduğunu ileri sürer.

İspat yöntemleri arasında, insanın bir damla sudan yaratılışının (neş’e-i ûlâ) ikinci yaratılışa kıyaslanması, ölü ağaçların dirilerek yeşillenmesi ve yeşil ağaçtan ateş çıkarılması gibi doğal döngüler öne sürülür.

Ayrıca, bütün bir kâinatı yöneten ve kün feyekûn emrine mutlak itaat edilen bir Kudret’in, insanın yeniden yaratılmasından aciz kalmayacağı mantığı işlenir.

Metin, büyük kozmik olayların yanı sıra (Güneş’in dürülmesi), baharda her canlının amellerinin tohumlarda neşredilmesi gibi mikro düzeydeki delillerle de haşrin imkanını destekler.

Sonuç olarak, metin her şeyin hüküm ve tasarrufunun elinde olan Zât’ın, insanları kabirden çıkarıp hesap için huzurunda toplayacağını kesin bir dille belirtir.

NotebookLM

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

İkinci Şule

İkinci Şulenin Üç Nuru var.

İKİNCİ NURU

SEKİZİNCİ MEZİYET-İ CEZÂLET:

Kur’ân, kâh oluyor ki, Cenâb-ı Hakkın âhiretteki harika ef’allerini kalbe kabul ettirmek için ihzariye hükmünde ve zihni tasdike müheyyâ etmek için bir idadiye suretinde, dünyadaki acaib-i ef’âlini zikreder. Veyahut istikbalî ve uhrevî olan ef’âl-i acîbe-i İlâhiyeyi öyle bir surette zikreder ki, meşhudumuz olan çok nazireleriyle onlara kanaatimiz gelir. Meselâ,

 اَوَلَمْ يَرَ اْلاِنْسَانُ اَنَّاخَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَاِذَا هُوَخَصِيمٌ مُبِينٌ 

tâ sûrenin âhirine kadar… İşte, şu bahiste, haşir meselesinde, Kur’ân-ı Hakîm, haşri ispat için yedi sekiz surette, muhtelif bir tarzda ispat ediyor.

Evvelâ neş’e-i ûlâyı nazara verir, der ki: Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-i insaniyeye kadar olan neş’etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki neş’e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O onun misli, belki daha ehvenidir.


Dipnot-1

“Görmedi mi o insan? Biz onu bir damla sudan yarattık da, sonra o Bize ap açık bir düşman kesiliverdi.” Yâsin Sûresi, 36:77.


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
acaib-i ef’âl: şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı işler ve fiiler (bk. f-a-l)
âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
alâka: kan pıhtısı, embriyo
Alîm: herşeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah (bk. a-l-m)
berrak: açık, duru
Cenâb-ı Hak: Hakkın, ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
cesamet: büyüklük
cevv: hava, gök boşluğu
cihet: yön, taraf
dağvâri: dağ gibi
ef’al: fiiller, işler (bk. f-a-l)
ef’âl-i acîbe-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın şaşırtıcı ve hayret uyandırıcı harika fiilleri (bk. f-a-l; e-l-h)
ehven: kolay
esmâ: isimler (bk. s-m-v)
evvelâ: ilk önce, birinci olarak
hâcât: ihtiyaçlar (bk. ḥ-v-c)
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hilkat-i insaniye: insanın yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ)
idadiye: hazırlama
ihzariye: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
irade: dileme, tercih (bk. r-v-d)
istikbalî: geleceğe ait
Kadîr: herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah (bk. ḳ-d-r)
kâh: bazen
kanaat: razı olma, inanma
kast: amaç, hedef (bk. ḳ-ṣ-d)
keyfiyet: nitelik, durum
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r)
matla: doğuş yeri
mesafe-i mânevî: mânevî mesafe (bk. a-n-y)
meşhud: görünen (bk. ş-h-d)
meziyet-i cezâlet: ifade güzelliğindeki üstünlük (bk. c-z-l)
mudga: et parçası, bir çiğnem et
Mugîs: yardım dileyenler için yardıma yetişen Allah
muhtelif: çeşitli
Muhyî: bütün canlılara hayat veren Allah (bk. ḥ-y-y)
Mutasarrıf: sonsuz tasarruf hakkı ve yetkisi olan; her işi kendi istek ve kurallarına göre idare eden Allah (bk. ṣ-r-f)
Müdebbir: ilmiyle herşeyin sonunu görüp, ona göre hikmetle iş yapan Allah (bk. d-b-r)
müheyyâ etmek: hazırlamak
Mürebbî: herşeyi terbiye eden, ihtiyaçlarını veren Allah (bk. r-b-b)
nazar: dikkat (bk. n-ẓ-r)
nazire: örnek, benzer (bk. n-ẓ-r)
neş’e-i ûlâ: insanın ilk yaratılışı
neş’e-yi uhrâ: öldükten sonra ikinci kez yaratılış (bk. e-ḫ-r)
neş’et: doğma, ilk yaratılış
nutfe: rahimde iki ayrı cins hücrenin birleşmiş hali, zigot
sâfi: duru, temiz (bk. ṣ-f-y)
sehab: bulut
seyyar: gezici
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
taife: topluluk, grup
tarz: şekil, biçim
tasdik: onaylama (bk. ṣ-d-ḳ)
telif etmek: uzlaştırmak, barıştırmak
teşkil etmek: meydana gelmek, oluşmak
uhrevî: âhirete ait (bk. e-ḫ-r)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)
zikretmek: anmak, hatırlatmak

Hem Cenâb-ı Hak insana karşı ettiği ihsânât-ı azîmeyi 

1 اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا 

kelimesiyle işaret edip der: Size böyle nimet eden bir Zât sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.

Hem remzen der: Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib’âd ediyorsunuz.

Hem semâvât ve arzı halk eden, semâvât ve arzın meyvesi olan insanın hayat ve memâtından âciz kalır mı? Koca ağacı idare eden, o ağacın meyvesine ehemmiyet vermeyip başkasına mal eder mi? Bütün ağacın neticesini terk etmekle, bütün eczasıyla hikmetle yoğrulmuş hilkat şeceresini abes ve beyhude yapar mı zannedersiniz?

Der: Haşirde sizi ihyâ edecek Zât öyle bir zattır ki, bütün kâinat Ona emirber nefer hükmündedir; emr-i

 كُنْ فَيَكُونُ 

‘a karşı kemâl-i inkıyadla serfuru eder. Bir baharı halketmek, bir çiçek kadar Ona ehven gelir. Bütün hayvânâtı icad etmek, bir sinek icadı kadar kudretine kolay gelir bir Zâttır. Öyle bir Zâta karşı 

مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ 

deyip kudretine karşı tâcizle meydan okunmaz.

Sonra,

 فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَىْءٍ 

tabiriyle, herşeyin dizgini elinde, herşeyin anahtarı yanında, gece ve gündüzü, kış ve yazı bir kitap sahifeleri gibi kolayca çevirir, dünya ve âhireti iki menzil gibi bunu kapar, onu açar bir Kadîr-i Zülcelâldir.

Madem böyledir. Bütün delâilin neticesi olarak

 وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ 

yani, kabirden sizi ihyâ edip, haşre getirip huzur-u kibriyâsında hesabınızı görecektir.


Dipnot-1

“Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80.

Dipnot-2

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-3

“Çürümüş kemikleri kim diriltir?” Yâsin Sûresi, 36:78.

Dipnot-4

“Herşeyin hüküm ve tasarrufu elinde olan Zât, her türlü kusur ve noksandan münezzehtir.” Yâsin Sûresi, 36:83.

Dipnot-5

“Siz de Ona döndürüleceksiniz.” Yâsin Sûresi, 36:83.


abes: anlamsız, faydasız
âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
arz: yer
beyhude: boşuna
delâil: deliller, işaretler
ecza: parçalar (bk. c-z-e)
ehven: kolay
emirber nefer: emre hazır asker
halketmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilkat şeceresi: yaratılış ağacı (bk. ḫ-l-ḳ)
huzur-u kibriyâ: sonsuz büyüklük sahibi olan Allah’ın huzuru (bk. ḥ-ḍ-r; k-b-r)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ihsânât-ı azîme: çok büyük iyilikler, ikramlar, bağışlar (bk. ḥ-s-n; a-ẓ-m)
ihyâ: hayat verme, diriltme (bk. ḥ-y-y)
istib’ad: akıldan uzak görme
Kadîr-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve her şeye gücü yeten Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kemâl-i inkıyad: tam itaat, mükemmel ve kusursuz boyun eğme (bk. k-m-l)
kıyas: karşılaştırma
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
memât: ölümler (bk. m-v-t)
menzil: ev, mekân (bk. n-z-l)
remzen: işareten
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
serfuru etmek: boyun eğmek
tabir: ifade (bk. a-b-r)
tâciz: âcizlikle ithem etme, “yapamazsın” deme

İşte, şu âyetler, haşrin kabulüne zihni müheyyâ etti, kalbi de hazır etti. Çünkü nezâirini dünyevî ef’âl ile de gösterdi.

Hem kâh oluyor ki, ef’âl-i uhreviyesini öyle bir tarzda zikreder ki, dünyevî nezâirlerini ihsas etsin, tâ istib’âd ve inkâra meydan kalmasın. Meselâ

 اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ 

ilh., ve

 اِذَا السَّمَۤاءُ انْفَطَرَتْ 

ilh., ve

 اِذَا السَّمَۤاۤءُ انْشَقَّتْ 3

İşte, şu sûrelerde, kıyamet ve haşirdeki inkılâbât-ı azîmeyi ve tasarrufât-ı rububiyeti öyle bir tarzda zikreder ki, insan onların nazirelerini dünyada, meselâ güzde, baharda gördüğü için, kalbe dehşet verip akla sığmayan o inkılâbâtı kolayca kabul eder. Şu üç sûrenin meâl-i icmâlîsine işaret dahi pek uzun olur. Onun için birtek kelimeyi nümune olarak göstereceğiz.

Meselâ

 اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ 

kelimesi ifade eder ki, haşirde herkesin bütün a’mâli bir sahife içinde yazılı olarak neşrediliyor. Şu mesele, kendi kendine çok acaip olduğundan, akıl ona yol bulamaz. Fakat sûrenin işaret ettiği gibi, haşr-i baharîde başka noktaların naziresi olduğu gibi, şu neşr-i suhuf naziresi pek zâhirdir. Çünkü, her meyvedar ağacın, çiçekli bir otun da amelleri var, fiilleri var, vazifeleri var, esmâ-i İlâhiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmişse ubûdiyetleri var. İşte, onun, bütün bu amelleri tarih-i hayatlarıyla beraber umum çekirdeklerinde, tohumcuklarında yazılıp, başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği şekil ve suret lisanıyla, gayet fasih bir surette, analarının ve asıllarının a’mâlini zikrettiği gibi, dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle, sahife-i a’mâlini neşreder. İşte, gözümüzün önünde bu hakîmâne, hafîzâne, müdebbirâne, mürebbiyâne, lâtifâne şu işi yapan Odur ki, der:

 اِذَا الصُّحُفُ نُشِرَتْ


Dipnot-1

“Güneş dürülüp toplandığında.” Tekvir Sûresi, 81:1.

Dipnot-2

“Gök yarıldığında.” İnfitar Sûresi, 82:1.

Dipnot-3

“Gök yarıldığında.” İnşikak Sûresi, 84:1.

Dipnot-4

“Defterler açılıp neşredildiğinde.” Tekvir Sûresi, 81:10.


a’mâl: davranışlar, işleracaip: şaşırtıcı, hayret vericiamel: davranış, işdünyevî: dünyaya aitef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)ef’âl-i uhreviye: âhirete ait işler (bk. f-a-l; e-ḫ-r)esmâ-i İlâhiye: Cenab-ı Allah’ın isimleri (bk. s-m-v; e-l-h)fasih: güzel, düzgün ve açık konuşan (bk. f-ṣ-ḥ)güz: sonbaharhafîzâne: koruyup gözeterek, esirgeyerek ve saklayarak (bk. ḥ-f-ẓ)hakîmâne: hikmetli bir şekilde (bk. ḥ-k-m)haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)haşr-i baharî: bahardaki diriliş, bahar mevsiminde bitkilerin ve hayvanların dirilişi (bk. ḥ-ş-r)ihsas: hissettirmeinkılâbât: büyük değişimlerinkılâbât-ı azîme: çok büyük değişimler (bk. a-ẓ-m)istib’âd: akıldan uzak görmekâh: bazenlâtifâne: hoş ve güzel bir şekilde (bk. l-ṭ-f)meâl-i icmâlî: kısaca açıklama (bk. c-m-l)müdebbirâne: tedbirli bir şekilde, herşeyi önceden düşünerek (bk. d-b-r)müheyyâ: hazırlanmışmürebbiyâne: terbiye ederek ve yetiştirerek (bk. r-b-b)nazire: benzer, örnek (bk. n-ẓ-r)neşr-i suhuf: haşir zamanı, insanların hesaplarının görülmesi için amel defterlerinin meydana çıkarılıp herkesin hesabının görülmesineşretmek: yaymaknezâir: benzerler, örnekler (bk. n-ẓ-r)sahife-i a’mâl: iş ve davranışların yazıldığı sahifelersuret: tarz, biçim (bk. ṣ-v-r)tarih-i hayat: hayatının tarihi (bk. ḥ-y-y)tasarrufât-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın fiil ve icraatları (bk. ṣ-r-f; r-b-b)tesbihat: Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler ve varlıkların hal diliyle bu anlamı ifade etmesi (bk. s-b-ḥ)ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)umum: bütünzâhir: açık (bk. ẓ-h-r)

Başka noktaları buna kıyas eyle, kuvvetin varsa istinbat et. Sana yardım için bunu da söyleyeceğiz: İşte,

 اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ 

şu kelâm, tekvir lâfzıyla, yani “sarmak ve toplamak” mânâsıyla parlak bir temsile işaret ettiği gibi, nazirini dahi ima eder.

Birinci: Evet, Cenâb-ı Hak tarafından adem ve esir ve semâ perdelerini açıp, güneş gibi dünyayı ışıklandıran pırlanta-misal bir lâmbayı, hazine-i rahmetinden çıkarıp dünyaya gösterdi. Dünya kapandıktan sonra, o pırlantayı perdelerine sarıp kaldıracak.

İkinci: Veya, ziya metâını neşretmek ve zeminin kafasına ziyayı zulmetle münavebeten sarmakla muvazzaf bir memur olduğunu ve her akşam o memura metâını toplattırıp gizlettiği gibi, kâh olur bir bulut perdesiyle alışverişini az yapar, kâh olur ay onun yüzüne karşı perde olur, muamelesini bir derece çeker; metâını ve muamelât defterlerini topladığı gibi, elbette o memur bir vakit o memuriyetten infisal edecektir. Hattâ hiçbir sebeb-i azil bulunmazsa, şimdilik küçük, fakat büyümeye yüz tutmuş yüzündeki iki leke büyümekle, güneş, yerin başına izn-i İlâhî ile sardığı ziyayı emr-i Rabbânî ile geriye alıp, güneşin başına sarıp, “Haydi, yerde işin kalmadı,” der. “Cehenneme git, sana ibadet edip senin gibi bir memur-u musahharı sadakatsizlikle tahkir edenleri yak” der,

 اِذَا الشَّمْسُ كُوِّرَتْ 

fermanını lekeli siyah yüzüyle yüzünde okur.


Dipnot-1

“Güneş dürülüp toplandığında.” Tekvir Sûresi, 81:1.


adem: yokluk, hiçlikcüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)cüz’iyat: küçük ve ferdî şeyler (bk. c-z-e)emr-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın emri (bk. r-b-b)esir: kâinatı kapladığına inanılan maddeEsmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)ferman: buyrukhazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m)ima: işaretinfisal: azledilme, memurluktan çıkarılmaistinbat: bir söz veya bir işten gizli bir mana ve hüküm çıkarmaizn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h)kâh: bazenkaide-i külliye: genel kural (bk. k-l-l)kelâm: söz (bk. k-l-m)kıyas: karşılaştırmaKur’ân-ı Hakîm: içinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)küllî: büyük ve kapsamlı (bk. k-l-l)lâfız: söz, kelimemakàsıd: maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d)maksat: kastedilen şey (bk. ḳ-ṣ-d)memur-u musahhar: emre itaat eden memurmetâ: kıymetli şeymuamelât: işlermuamele: davranış, işmuvazzaf: görevlimünavebeten: nöbetleşereknazir: benzer (bk. n-ẓ-r)neşretmek: yaymaknükte-i belâğat: belâğat inceliği (bk. b-l-ğ)pırlanta-misal: pırlanta gibisebeb-i azil: memurluktan çıkarılma sebebisemâ: gök (bk. s-m-v)tahkik: doğruluğunu araştırma (bk. ḥ-ḳ-ḳ)tahkir: hakaret, aşağılamatakrir etmek: bildirmektekvir: sarmak, toplamaktemsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)zemin: yeryüzüziya: ışıkzulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR – SEKİZİNCİ MEZİYET-İ CEZÂLET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.570

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/570


CUMARTESİ DERSLERİ

Size ve hayvânâtınıza rızkı yetiştirmek için su semâdan geliyor. O suda, size ve hayvânâtınıza acıyıp, şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti olmadığından, su gelmiyor, gönderiliyor demektir. - Sözler 25.2.2.7.
Size ve hayvânâtınıza rızkı yetiştirmek için su semâdan geliyor. O suda, size ve hayvânâtınıza acıyıp, şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti olmadığından, su gelmiyor, gönderiliyor demektir. – Sözler 25.2.2.7.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Bir yanıt yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.