Hava ve O – Hüve Nüktesi – Hava – Zerre – Atom – Tabiat – Doğa ve O – Hû – Hüve – Cumartesi Dersleri 13. 10.

Cumartesi Derslerinde bu hafta “Hava ve O” konusu yani “Hüve Nüktesi” ele alınmaktadır. Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından Sözler isimli eserinden On Üçüncü Söz’ün son bölümünde yer almaktadır.

Hava ve O - Hüve Nüktesi - Hava - Zerre - Atom - Tabiat - Doğa ve O - Hû - Hüve - Cumartesi Dersleri 13. 10.
Hava ve O – Hüve Nüktesi – Hava – Zerre – Atom – Tabiat – Doğa ve O – Hû – Hüve – Cumartesi Dersleri 13. 10.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

 Hüve Nüktesi

بِاسْمِهِ سُبْحَانَهُ     وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ     1

اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَةُ اللهِ وَبَرَكَاتُهُ اَبَدًا دَائِمًا     2

Çok aziz ve sıddık kardeşlerim,

Kardeşlerim,

 لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 3 

ve

 قُلْ هُوَ اللهُ 4 

deki ( هُو ) “Hû” lâfzında, yalnız maddî cihette bir seyahat-i hayaliye-i fikriyede, hava sahifesinin mütalâasıyla âni bir surette görünen bir zarif nükte-i tevhidde, meslek-i imaniyenin hadsiz derece kolay ve vücub derecesinde suhuletli bulunmasını ve şirk ve dalâletin mesleğinde hadsiz derecede müşkilâtlı, mümteni binler muhal bulunduğunu müşahede ettim. Gayet kısa bir işaretle o geniş ve uzun nükteyi beyan edeceğim.

Evet, nasıl ki bir avuç toprak, yüzer çiçeklere nöbetle saksılık eden kabında, eğer tabiata, esbaba havale edilse, lâzım gelir ki, ya o kapta küçük mikyasta yüzer, belki çiçekler adedince mânevî makineler, fabrikalar bulunsun; veyahut o parçacık topraktaki herbir zerre, bütün o ayrı ayrı çiçekleri, muhtelif hasiyetleriyle ve hayattar cihazatıyla yapmalarını bilsin, adeta bir ilâh gibi hadsiz ilmi ve nihayetsiz iktidarı bulunsun. Aynen öyle de, emir ve iradenin bir arşı olan havanın, rüzgârın herbir parçası ve bir nefes ve tırnak kadar olan ( هُو ) “Hû” lâfzındaki havada, küçücük mikyasta, bütün dünyada mevcut telefonların, telgrafların, radyoların ve hadsiz ve muhtelif konuşmaların merkezleri, santralları, âhize ve nâkileleri bulunsun ve o hadsiz işleri beraber ve bir anda yapabilsin; veyahut o ( هُو ) “Hû” daki havanın, belki unsur-u havanın herbir parçasının herbir zerresi, bütün telefoncular ve ayrı ayrı umum telgrafçılar ve radyo ile konuşanlar kadar


Dipnot-1

Onun adıyla. O her kusurdan münezzehtir. “Hiçbir şey yoktur ki Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.

Dipnot-2

Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi; sonsuza kadar sürekli üzerinize olsun.

Dipnot-3

“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2.

Dipnot-4

“De ki: O Allah’tır.” İhlâs Sûresi, 112:1.


âhize: alıcı
âni: birden bire
arş: taht; emir ve egemenliğin icra yeri (bk. a-r-ş)
aziz: çok değerli, izzetli (bk. a-z-z)
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
cihazat: organlar, donanım
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
emir ve irade: Allah’ın yaratılışa dair emir ve dilemeleri (bk. r-v-d)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
hadsiz: sınırsız
hasiyet: özellik
hayattar: canlı (bk. ḥ-y-y)
Hüve: O, Allah
iktidar: güç, kuvvet (bk. ḳ-d-r)
lâfz: ifade, kelime
maddî cihet: maddeye bakan yön
meslek-i imaniye: iman yolu (bk. e-m-n)
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
mikyas: ölçek
muhal: imkansız
muhtelif: çeşitli
mümteni: imkansız
müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)
müşkilât: zorluk
mütalâa: inceleme
nâkile: iletici
nihayetsiz: sonsuz
nükte: ince ve derin mânâ
nükte-i tevhid: Allah’ın birliğine dair ince bir mânâ (bk. v-ḥ-d)
seyahat-i hayaliye-i fikriye: hayalde ve düşüncede yapılan yolculuk (bk. f-k-r; ḫ-y-l)
şirk: Allah’a ortak koşma
sıddık: çok doğru ve bağlı (bk. ṣ-d-ḳ)
suhulet: kolaylık
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabiat: doğa, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
umum: bütün
unsur-u hava: hava maddesi
vücub: kesinlik, zorunluluk (bk. v-c-b)
zarif: güzel, ince
zerre: atom

mânevî şahsiyetleri ve kabiliyetleri bulunsun ve onların umum dillerini bilsin ve aynı zamanda başka zerrelere de bildirsin, neşretsin. Çünkü, bilfiil o vaziyet kısmen görünüyor ve havanın bütün eczasında o kabiliyet var. İşte, ehl-i küfrün ve tabiiyyun ve maddiyyunların mesleklerinde, değil bir muhal, belki zerreler adedince muhaller ve imtinâlar ve müşkilâtlar âşikâre görünüyor.

Eğer Sâni-i Zülcelâle verilse, hava bütün zerratıyla O’nun emirber neferi olur. Birtek zerrenin muntazam birtek vazifesi kadar kolayca, hadsiz küllî vazifelerini Hâlıkının izniyle ve kuvvetiyle ve Hâlıka intisap ve istinad ile ve Sâniinin cilve-i kudretiyle ve bir anda, şimşek sür’atinde ve ( هُو ) “Hû” telâffuzu ve havanın temevvücü suhuletinde yapar. Yani, kalem-i kudretin hadsiz ve harika ve muntazam yazılarına bir sahife olur. Ve zerreleri, o kalemin uçları; ve zerrelerin vazifeleri dahi, kalem-i kaderin noktaları bulunur. Birtek zerrenin hareketi derecesinde kolay çalışır.

İşte, ben

 لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1 

ve

 قُلْ هُوَ اللهُ 2 

deki hareket-i fikriye ile seyahatimde hava âlemini temâşâ ve o unsurun sahifesini mütalâa ederken, bu mücmel hakikati tam vazıh ve mufassal, aynelyakîn müşahede ettim. Ve ( هُو ) “Hû” nun lâfzında, havasında böyle parlak bir burhan ve bir lem’a-i Vâhidiyet bulunduğu gibi, mânâsında ve işaretinde gayet nuranî bir cilve-i Ehadiyet ve çok kuvvetli bir hüccet-i tevhid ve ( هُو ) “Hû” zamirinin mutlak ve müphem işareti hangi Zâta bakıyor?” işaretine bir karine-i taayyün o hüccette bulunması içindir ki, hem


Dipnot-1

“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2; Haşir Sûresi, 59:22.

Dipnot-2

“De ki: O Allah’tır.” İhlâs Sûresi, 112:1.


âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âşikâre: açıkça
aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bilfiil: fiilen, gerçekte (bk. f-a-l)
burhan: delil
cilve-i Ehadiyet: Allah’ın birliğinin herbir şeyde görünmesi (bk. c-l-y; v-ḥ-d)
cilve-i kudret: Allah’ın kudretinin yansıması (bk. c-l-y; ḳ-d-r)
ecza: cüzler, parçalar (bk. c-z-e)
ehl-i küfür: inkârcılar, inançsızlar, kâfirler (bk. k-f-r)
emirber nefer: emre hazır asker
hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hareket-i fikriye: fikrî hareket, akıl yürütme (bk. f-k-r)
hüccet: delil
hüccet-i tevhid: Allah’ın birliğinin delili (bk. v-ḥ-d)
Hüve: O, Allah
imtinâ: imkansızlık
intisap: bağlanma (bk. n-s-b)
istinad: dayanma (bk. s-n-d)
kalem-i kader: kader kalemi (bk. ḳ-d-r)
kalem-i kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak vücuda gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)
karine-i taayyün: belirtme işareti, “O” zamirinin Allah’a işaret etmesi
küllî: kapsamlı, büyük (bk. k-l-l)
lâfz: ifade, kelime
lem’a-i Vâhidiyet: Allah’ın birliğini gösteren parıltı (bk. v-ḥ-d)
maddiyyun: materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar
meslek: gidilen yol, usül
mücmel: özetlenmiş (bk. c-m-l)
mufassal: ayrıntılı
muhal: imkansızlık
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müphem: belirsiz
müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)
müşkilât: zorluklar
mütalâa: etraflıca düşünme
mutlak: serbest bırakılmış, sınırı belirtilmemiş (bk. ṭ-l-ḳ)
neşretmek: yaymak
nuranî: nurlu, ışıklı (bk. n-v-r)
Sâni-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi sanatla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
Sânii: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
suhulet: kolaylık
sür’at: hız
tabiiyyun: tabiatçılar, herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğini iddia edenler (bk. ṭ-b-a)
telâffuz: söyleyiş, ifade etme
temâşâ: seyretme
temevvüc: dalgalanma
umum: bütün
vazıh: açık, âşikar
zerrat: zerreler, atomlar
zerre: atom, maddenin en küçük parçası

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, hem ehl-i zikir, makam-ı tevhidde bu kudsî kelimeyi çok tekrar ederler diye, ilmelyakîn ile bildim.

Evet, meselâ bir nokta beyaz kâğıtta iki üç nokta konulsa karıştığı; ve bir adam, muhtelif çok vazifeleri beraber yapmasıyla şaşıracağı; ve bir küçük zîhayata çok yükler yüklenmesiyle altında ezildiği; ve bir lisan ve bir kulak, aynı anda müteaddit kelimelerin beraber çıkması ve girmesi, intizamını bozup karışacağı halde, aynelyakîn gördüm ki, ( هُو ) “Hüve”nin anahtarıyla ve pusulasıyla fikren seyahat ettiğim hava unsurunda, herbir parçası, hattâ herbir zerresi içine muhtelif binler noktalar, harfler, kelimeler konulduğu veya konulabileceği halde karışmadığını ve intizamını bozmadığını; hem ayrı ayrı pek çok vazifeler yaptığı halde hiç şaşırmadan yapıldığını; ve o parçaya ve zerreye pek çok ağır yükler yüklendiği halde hiç zaaf göstermeyerek, geri kalmayarak intizamla taşıdığını; hem binler ayrı ayrı kelime, ayrı ayrı tarzda, mânâda o küçücük kulak ve lisanlara kemâl-i intizamla gelip, çıkıp, hiç karışmayarak, bozulmayarak o küçücük kulaklara girip o gayet incecik lisanlardan çıktığı; ve o her zerre ve her parçacık, bu acip vazifeleri görmekle beraber, kemâl-i serbestiyetle, cezbedârâne, hal diliyle ve mezkûr hakikatin şehadeti ve lisanıyla

 لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 

ve

 قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ 

deyip gezer ve fırtınaların ve şimşek ve berk ve gök gürültüsü gibi havayı çarpıştırıcı dalgalar içerisinde intizamını ve vazifelerini hiç bozmuyor ve şaşırmıyor ve bir iş diğer bir işe mâni olmuyor; ben aynelyakîn müşahede ettim.

Demek, ya herbir zerre ve herbir parça havada nihayetsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilmi, iradesi ve nihayetsiz bir kuvveti, kudreti ve bütün zerrâta hâkim-i mutlak bir hassaları bulunmak lâzımdır ki, bu işlere medar olabilsin. Bu ise zerreler adedince muhal ve bâtıldır. Hiçbir şeytan dahi bunu hatıra getiremez. Öyle ise, bu sahife-i hava, hakkalyakin, aynelyakîn, ilmelyakîn derecesinde bedahetle, Zât-ı Zülcelâlin hadsiz, gayr-ı mütenâhi ilmi ve hikmetle çalıştırdığı


Dipnot-1

“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2.

Dipnot-2

“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.


aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
bâtıl: doğru olmayan, yalan, yanlış
bedahet: açıklık
berk: şimşek
cezbedârâne: kendinden geçerek
ehl-i zikir: Allah’ı sürekli olarak zikredenler, ananlar
gayr-ı mütenâhi: sonsuz
hadsiz: sınırsız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâkim-i mutlak: herşey üzerinde sınırsız egemenlik sahibi olan (bk. ḥ-k-m; ṭ-l-ḳ)
hakkalyakin: bizzat yaşayarak kesin bilgi edinme (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
hassa: özellik
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
Hüve: O, Allah
ilmelyakin: ilmî bilgiye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde öğrenme (bk. a-l-m; y-ḳ-n)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
irade: isteme, dileme, tercih (bk. r-v-d)
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemâl-i serbestiyet: tam serbestlik (bk. k-m-l)
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
kudsî: kutsal, kusur ve eksiklikten yüce (bk. ḳ-d-s)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân: açıklaması mu’cize olan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lisan: dil
makam-ı tevhid: tevhid makamı, kalben Allah’ın birliğinin hissedildiği hal (bk. v-ḥ-d)
medar: eksen, dayanak
mezkûr: sözü geçen
muhal: imkansız
muhtelif: çeşitli
müşahede: gözlem (bk. ş-h-d)
müteaddit: çeşitli, birden fazla
sahife-i hava: hava sayfası
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zerrât: zerreler, atomlar
zerre: atom, en küçük madde parçası
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)

kalem-i kudret ve kaderin mütebeddil sahifesi ve bir Levh-i Mahfuzun âlem-i tagayyürde ve mütebeddil şuûnâtında bir Levh-i Mahv, İsbat namında yazar bozar tahtası hükmündedir.

İşte, hava unsuru yalnız nakl-i asvat vazifesinde mezkûr cilve-i vahdâniyeti ve mezkûr acaibi gösterdiği ve dalâletin hadsiz muhaliyetini izhar ettiği gibi; unsur-u havanın sair ehemmiyetli vazifelerinden biri de elektrik, câzibe, dâfia, ziya gibi sair letâifin naklinde şaşırmadan, muntazaman, asvat naklindeki vazifeyi gördüğü aynı zamanda bu vazifeleri dahi gördüğü aynı zamanında, bütün nebatat ve hayvanata teneffüs ve telkih gibi hayata lüzumu bulunan levazımatı kemâl-i intizamla yetiştiriyor. Emir ve irade-i İlâhiyenin bir arşı olduğunu kat’î bir surette ispat ediyor. Ve serseri tesadüf ve kör kuvvet ve sağır tabiat ve karışık, hedefsiz esbab ve âciz, câmid, cahil maddeler bu sahife-i havaiyenin kitabetine ve vazifelerine karışması hiçbir cihetle ihtimal ve imkânı bulunmadığını aynelyakin derecesinde ispat ettiğini kat’î kanaat getirdim. Ve herbir zerre ve herbir parça lisan-ı hâl ile

 لاَ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ 1 

ve

 قُلْ هُوَ اللهُ اَحَدٌ 2 

dediklerini bildim. Ve bu ( هُو ) “Hüve” anahtarıyla havanın maddî cihetindeki bu acaibi gördüğüm gibi, hava unsuru da bir ( هُو ) “Hû” olarak âlem-i misal ve âlem-i mânâya bir anahtar oldu.

Gördüm ki, âlem-i misal, nihayetsiz fotoğraflar ve herbir fotoğraf, hadsiz hâdisât-ı dünyeviyeyi aynı zamanda hiç karıştırmayarak alıyor. Binler dünya kadar büyük ve geniş bir sinema-i uhreviye ve fâniyâtın fâni ve zâil hallerini ve vaziyetlerini ve geçici hayatlarının meyvelerini sermedî temâşâgâhlarda ve Cennette


Dipnot-1

“Ondan başka hiçbir ilâh yoktur.” Bakara Sûresi, 2:163; Âl-i İmran Sûresi, 3:2; Haşir Sûresi, 59:22.

Dipnot-2

“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112:1.


acaip: şaşırtıcı ve hayret verici şey
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
âlem-i mânâ: mânâ âlemi, mânen anlaşılan ve bilinen âlem (bk. a-l-m; a-n-y)
âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)
âlem-i tagayyür: değişken âlem (bk. a-l-m)
asvat: sesler
aynelyakin: gözle görerek kesin bilgi edinme (bk. y-ḳ-n)
câmid: cansız
câzibe: çekim gücü
cihet: yön, taraf
cilve-i vahdâniyet: Cenab-ı Allah’ın birlik görüntüsü (bk. c-l-y; v-ḥ-d)
dâfia: itme gücü
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
ehemmiyetli: önemli
emir ve irade-i İlâhiyenin arşı: Allah’ın emir ve iradesinin tahtı (bk. r-v-d; e-l-h; a-r-ş)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)
fâniyat: fâni, geçici şeyler (bk. f-n-y)
hâdisât-ı dünyeviye: dünyaya ait olaylar
hadsiz: sınırsız
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
Hüve: O, Allah
izhar etmek: göstermek (bk. ẓ-h-r)
kalem-i kudret ve kader: varlıkların ve olayların düzenli olarak meydana gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)
kat’î: kesin
kemâl-i intizam: tam ve mükemmel düzen (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kitabet: yazım (bk. k-t-b)
letâif: maddi olmayan, çok ince şeyler (bk. l-ṭ-f)
levazımat: gerekli şeyler
Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı mânevî kader levhası (bk. ḥ-f-ẓ)
Levh-i Mahv, İsbat: bir şeyin yıkılıp tekrar kuruluşunu gösteren mânevî levha, yaz boz tahtası
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
mezkûr: sözü geçen
muhaliyet: imkansızlık
muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
mütebeddil: değişken
nakl-i asvat: seslerin nakli, iletimi
nebatat: bitkiler
nihayetsiz: sınırsız, sonsuz
sahife-i havaiye: hava sahifesi
sair: diğer
sermedî: sürekli, kalıcı
sinema-i uhreviye: âhirete ait sinema (bk. e-ḫ-r)
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
şuûnat: işler, fiiller ve tasarruflar (bk. ş-e-n)
tabiat: doğa, canlı cansız varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
telkih: aşılama
temâşâgâh: seyir yeri
teneffüs: soluklanma, nefes alma
unsur-u hava: hava maddesi
zâil: yok olup gidici, geçici (bk. z-v-l)
zerre: atom, en küçük madde parçası
ziya: ışık

saadet-i ebediye ashablarına da dünya maceralarını ve eski hâtıratlarını levhalarıyla gözlerine göstermek için pek büyük bir fotoğraf makinası olarak bildim.

Hem Levh-i Mahfuzun, hem âlem-i misâlin iki hücceti ve iki küçücük nümunesi ve iki noktası, insanın başında olan kuvve-i hafıza ve kuvve-i hayaliye, mercimek küçüklüğünde iken, hiç karıştırmayarak kemâl-i intizamla içlerinde bir büyük kütüphane kadar malumatın yazılması kat’î ispat eder ki, o iki kuvvenin nümune-i ekber ve âzamları olan âlem-i misal, hava ve su unsurlarının, hususan nutfelerin suyu ve toprak unsurunun pek fevkinde daha ziyade hikmet ve irade ile ve kalem-i kader ve kudretle yazıldıklarını ve hiçbir cihetle tesadüf ve kör kuvvetin ve sağır tabiatın ve câmid, hedefsiz esbabın karışması yüz derece muhal ve hiçbir vech ile mümkün olmadığını, Hakîm-i Zülcelâlin kalem-i kader ve hikmetinin sayfası olduğu, ilmelyakîn ile kat’î bilindi.

سُبْحَانَكَ لاَ عِلْمَ لَنَۤا اِلاَّ مَا عَلَّمْتَنَا اِنَّكَ اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ     1


Dipnot-1

“Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın.” Bakara Sûresi, 2:32.


âlem-i misal: bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem (bk. a-l-m; m-s̱-l)ashab: sahiplercâmid: cansızcihet: yön, şekilesbab: sebepler (bk. s-b-b)fekvinde: üstündeHakîm-i Zülcelâl: sonsuz yücelik ve haşmet sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)hâtırat: hâtıralar, anılarhikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)hususan: özellikleilmelyakin: kesin delile dayanarak, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde edinilen bilginin kesinliği (bk. a-l-m; y-ḳ-n)irade: dileme, tercih, istek (bk. r-v-d)kalem-i kader ve kudret: varlıkların ve olayların düzenli olarak meydana gelişinde bir kalem gibi eserini gösteren İlâhî güç (bk. ḳ-d-r)kat’î: kesinkemâl-i intizam: mükemmel derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)kuvve: duyukuvve-i hâfıza: hafıza duyusu, bellek (bk. ḥ-f-ẓ)kuvve-i hayaliye: hayal duyusu (bk. ḫ-y-l)Levh-i Mahfuz: herşeyin bütün ayrıntılarıyla yazıldığı kader levhası, Allah’ın ilminin bir adı (bk. ḥ-f-ẓ)muhal: imkansızmütebaki: geri kalan kısım (bk. b-ḳ-y)nümune: örneknümune-i ekber ve âzam: çok büyük örnek (bk. k-b-r; a-ẓ-m)nutfe: memelilerin yaratıldığı su, menisaadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)tabiat: doğa, maddî âlem, canlı cansız bütün varlıklar (bk. ṭ-b-a)vecih: yönziyade: fazla, çok

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, On Üçüncü Söz, Hüve Nüktesi, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.226