Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. – Cumartesi Dersleri 22. 10.

Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. - Cumartesi Dersleri 22. 10.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Dokuzuncu Burhan.

Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. - Cumartesi Dersleri 22. 10.
Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. – Cumartesi Dersleri 22. 10.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

ONUNCU BURHAN

Gel, ey bir parça insafa gelmiş arkadaş! On beş gündür HAŞİYE-1 biz buradayız. Eğer şu âlemin nizamlarını bilmezsek, padişahını tanımazsak, cezaya müstehak oluruz. Özrümüz kalmadı. Zira, on beş gün, güya bize mühlet verilmiş gibi, bize ilişmiyorlar. Elbette biz başıboş değiliz. Bu derece nazik san’atlı, mizanlı, letâfetli, ibretli masnular içinde hayvan gibi gezip bozamayız. Bize bozdurmazlar. Şu memleketin haşmetli mâlikinin elbette cezası da dehşetlidir.

O zat ne kadar kudretli, haşmetli bir zat olduğunu şununla anlayınız ki, şu koca âlemi bir saray gibi tanzim ediyor, bir dolap gibi çeviriyor. Şu büyük memleketi, bir hane gibi, hiçbir şey noksan bırakmayarak idare ediyor. İşte, bak: Vakit be vakit, bir kabı doldurup boşaltmak gibi, şu sarayı, şu memleketi, şu şehri, kemâl-i intizamla doldurup kemâl-i hikmetle boşalttırıyor. Bir sofrayı da kaldırıp indirmek gibi, koca memleketi baştan başa çeşit çeşit sofralar, HAŞİYE-2 bir dest-i gaybî tarafından kaldırır, indirir tarzında, mütenevvi yemekleri sırayla getirip


Haşiye-1

On beş gün, sinn-i teklif olan on beş seneye işarettir.

Haşiye-2

Sofralar ise, yazda zeminin yüzüne işarettir ki, yüzer taze taze ve ayrı ayrı olarak matbaha-i rahmetten çıkan Rahmânî sofralar serilir, değişirler. Herbir bostan bir kazan, herbir ağaç bir tablacıdır.


âlem: dünya (bk. a-l-m)
bostan: bahçe
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
hane: ev
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
haşmet: heybet, ihtişam
hiffet: hafiflik
ibretli: düşündürücü, ders verici
icad: vücut verme, var etme, yaratma (bk. v-c-d)
insaf: hakkı kabule dayalı ılımlı davranış
kemâl-i hikmet: tam ve mükemmel bir hikmet (bk. k-m-l; ḥ-k-m)
kemâl-i intizam: kusursuz derecede düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
kemiyetçe: sayıca
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
letâfetli: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)matbaha-i rahmet: Allah’ın rahmet mutfağı (bk. r-ḥ-m)
mebzûliyet: bolluk, çokluk
mizanlı: ölçülü (bk. v-z-n)
mühlet: zaman, vakit
muhteşem: ihtişamlı, gösterişli
mükemmel: noksansız, kusursuz (bk. k-m-l)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
müşkülât: zorluklar, güçlükler
müstehak: hak eden (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
mütenevvî: çeşit çeşit
müterakkî: ilerlemiş, terakki etmiş
nefer: asker, er
nihayetsiz: sonsuz
nizam: düzen, kanun (bk. n-ẓ-m)
peydâ etme: meydana gelme
Rahmânî: Rahmân olan Allah’a ait (bk. r-ḥ-m)
rapt edilme: bağlanma
sehâvet: cömertlik (bk. c-v-d)
sinn-i teklif: sorumluluk yaşı
suhulet peydâ etmek: kolaylık kazanmak
tablacı: yiyecek sunan
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
teçhizat: donanım, cihazlar
teşekkül: oluşma
vakit be vakit: zaman zaman
zemin: yer
zira: çünkü

yedirir; onu kaldırıp başkasını getirir. Sen de görüyorsun ve aklın varsa anlarsın ki, o dehşetli haşmet içinde, hadsiz sehâvetli bir kerem var.

Hem de bak ki, o gaybî zâtın saltanatına, birliğine bütün bu şeyler şehadet ettiği gibi; öyle de, kafile kafile arkasından gelip geçen, o hakikî perde perde arkasından açılıp kapanan bu inkılâplar, bu tahavvülâtlar, o zâtın devamına, bekàsına şehadet eder. Çünkü zevâl bulan eşya ile beraber, esbabları dahi kayboluyor. Halbuki, onların arkasından, onlara isnad ettiğimiz şeyler tekrar oluyor. Demek o eserler onların değilmiş, belki zevâlsiz birinin eserleriymiş. Nasıl ki bir ırmağın kabarcıkları gidiyor; arkasından gelen kabarcıklar, gidenler gibi parladığından anlaşılıyor ki, onları parlattıran, daimî ve yüksek bir ışık sahibidir. Öyle de, bu işlerin sür’atle değişmesi, arkalarından gelenlerin aynı renk alması gösteriyor ki, zevâlsiz, daimî birtek zâtın cilveleridir, nakışlarıdır, âyineleridir, san’atlarıdır.


Asr-ı Saadet: Peygamberimizin (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
bâliğ: erişen, ulaşan
bekà: devamlılık, süreklilik (bk. b-ḳ-y)
burhan: güçlü delil
burhan-ı tevhid: Allah’ın birliğini gösteren delil (bk. v-ḥ-d)
cemiyet-i azîme: büyük topluluk, toplum (bk. c-m-a; a-z-m)
cezire: yarımada
Ceziretü’l-Arab: Arab yarımadası
cilve: görünüm, yansıma (bk. c-l-y)
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
ehl-i tahkik: gerçeği ilmî olarak araştıranlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
Fahr-i Âlem: bütün âlemin kendisiyle övündüğü Peygamberimiz (a.s.m) (bk. a-l-m)
gaybî: görünmeyen (bk. ğ-y-b)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
içtima: toplanma (bk. c-m-a)
ihtifal: merasim
inkılâp: değişim
isnad: dayandırma (bk. s-n-d)
kafile: grup
kat’î: kesin
kerem: ikram, bağış, iyilik (bk. k-r-m)
küfür: inkâr, inançsızlık (bk. k-f-r)
libas: elbise
mimsiz medeniyet: “deniyet”, aşağılık
mu’cizât-ı Ahmediye: Peygamber Efendimizin (a.s.m) gösterdiği mu’cizeler (bk. a-c-z; ḥ-m-d)
nukuş: nakışlar (bk. n-ḳ-ş)
saltanat: egemenlik, sultanlık (bk. s-l-ṭ)
sefine: gemi
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
sehâvetli: cömertçe (bk. c-v-d)
siyer: Peygamberimizin (a.s.m) hayatını konu alan ilim
tahavvülât: başkalaşmalar
tılsım: sır, gizli gerçek
zarfında: içinde
zemin: yer
zevâl: kaybolma, geçip gitme (bk. z-v-l)
ziyade: fazla
zulümat: karanlık (bk. ẓ-l-m)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, ONUNCU BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.384

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/384


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.

Demek o maddeler - hava, su, ziya (ışık), toprak - kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. - Cumartesi Dersleri 22. 8.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Sekizinci Burhan.

Demek o maddeler - hava, su, ziya (ışık), toprak - kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. - Cumartesi Dersleri 22. 8.
Demek o maddeler – hava, su, ziya (ışık), toprak – kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur. – Cumartesi Dersleri 22. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

SEKİZİNCİ BURHAN

Gel, ey nefsim gibi kendini âkıl zanneden akılsız arkadaş! Şu saray-ı muhteşemin sahibini tanımak istemiyorsun. Halbuki herşey onu gösteriyor, ona işaret ediyor, ona şehadet ediyor. Bütün bu şeylerin şehadetini nasıl tekzip ediyorsun? Öyle ise bu sarayı da inkâr et ve “Âlem yok, memleket yok” de ve kendini de inkâr et, ortadan çık. Yahut aklını başına al, beni dinle.

İşte, bak: Şu saray içinde bulunan ve memleketi ihata eden yeknesak unsurlar, madenler var. HAŞİYE-4 Âdeta, memleketten çıkan herşey o maddelerden yapılıyor.


Haşiye-4

Unsurlar, madenler ise, pek çok muntazam vazifeleri bulunan ve izn-i Rabbânî ile her muhtacın imdadına koşan ve emr-i İlâhî ile herbir yere giren, medet veren ve hayatın levazımatını yetiştiren ve zîhayatı emziren ve masnuât-ı İlâhiyenin nescine, nakşına menşe ve müvellid ve beşik olan hava, su, ziya, toprak unsurlarına işarettir.


âkıl: akıllı
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
biçare: çaresiz
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emirber: emre hazır
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
eşya: şeyler, varlıklar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihata etme: kuşatma
izn-i Rabbani: Rab olan Allah’ın izni (bk. r-b-b)
kat’î: kesin
kerem: ikram, iyilik (bk. k-r-m)
kubbe: yarım küre; gökyüzü
lâtif: şirin, hoş (bk. l-ṭ-f)
levazımat: gerekli şeyler
leziz: lezzetli
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât-ı İlâhiye: İlâhî san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
medet: yardım
menşe: kök
muavenet: yardımlaşma
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğmiş
müvellid: meydana getiren, doğurtan
nahif: çelimsiz, zayıf
nakş: işleme (bk. n-ḳ-ş)
nefer: asker
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nescetme: dokuma, örme
saray-ı acib: hayranlık uyandıran saray
saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
taam: yiyecek
tâdât: sayma
tanzim olmak: düzenlenmek (bk. n-ẓ-m)
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
tekzip: yalanlama
valide: ana
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
ziya: ışık

Demek o maddeler kimin mülkü ise, bütün ondan yapılan şeyler de onundur. Tarla kimin ise, mahsulât da onundur. Deniz kimin ise, içindekiler de onundur.

Hem bak: Bu dokunan şeyler, bu nescolunan münakkaş kumaşlar, birtek maddeden yapılıyor. O maddeyi getiren, ihzar eden ve ip haline getiren, elbette, bilbedâhe, birdir. Çünkü o iş iştirak kabul etmez. Öyle ise, bütün nescolunan san’atlı şeyler ona mahsustur.

Hem de bak: Bu dokunan, yapılan şeylerin herbir cinsi bütün memleketin her tarafında bulunuyor, bütün ebna-yi cinsleriyle öyle intişar etmiş, beraber olarak, birbiri içinde, bir tarzda, bir anda yapılıyor, nescediliyor. Demek birtek zâtın işidir; birtek emirle hareket ediyor. Yoksa, böyle bir anda, bir tarzda, bir keyfiyette, bir heyette ittifak ve muvafakat muhaldir.

Öyle ise, bu san’atlı şeylerin herbirisi, o gizli zâtın bir ilânnâmesi hükmünde, onu gösteriyor. Güya herbir çiçekli kumaş, herbir san’atlı makine, herbir tatlı lokma, o mu’ciznümâ zâtın birer sikkesi, birer hâtemi, birer nişanı, birer turrası hükmünde, lisan-ı hâl ile herbirisi der: “Ben kimin san’atıyım; bulunduğum sandıklar ve dükkânlar da onun mülküdür.” Ve herbir nakış der: “Beni kim dokuduysa, bulunduğum top da onun dokumasıdır.” Herbir tatlı lokma der: “Beni kim yapıyor, pişiriyorsa, bulunduğum kazan dahi onundur.” Herbir makine der: “Beni kim yapmışsa, memlekette intişar eden bütün emsalimi de o yapıyor. Ve bütün memleketin her tarafında bizi yetiştiren odur. Demek memleketin mâliki de odur. Öyle ise, bütün bu memlekete, bu saraya mâlik kimse, o bize mâlik olabilir.” Meselâ, nasıl mîrîye mahsus tek bir palaska veyahut birtek düğmeye mâlik olmak için, onları yapan bütün fabrikalara mâlik olmak lâzımdır ki, onlara hakikî mâlik olsun. Yoksa, o boşboğaz başıbozuktan, “Mîrî malıdır” diye elinden alınıp tecziye edilir.

Elhasıl: Nasıl bu memleketin anâsırı, memlekete muhit birer maddedir. Onların mâliki de bütün memlekete mâlik birtek zat olabilir. Öyle de, bütün memlekette intişar eden san’atlar, birbirine benzediği ve birtek sikke izhar ettikleri için, bütün memleket yüzünde intişar eden masnular, herbir şeye hükmeden tek bir zâtın san’atları olduğunu gösteriyorlar.

İşte, ey arkadaş! Madem şu memlekette, yani şu saray-ı muhteşemde bir birlik alâmeti vardır, bir vahdet sikkesi var. Çünkü bir kısım şeyler, bir iken, ihâtası var. Bir kısım müteaddit ise, fakat birbirine benzediği ve her tarafta bulunduğu


alâmet: işaret
ânâsır: unsurlar, elementler
bilbedâhe: ap açık bir şekilde
ebna-yı cins: aynı cinsten gelenler
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emsal: benzerler (bk. m-s̱-l)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâtem: mühür, damga
ihâta: kuşatıcılık
ihzar etme: hazırlama (bk. ḥ-ḍ-r)
ilânnâme: duyuru
intişar etme: yayılma
iştirak: ortaklık
ittifak: birleşme
izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
keyfiyet: durum, nitelik, özellik
lisan-ı hâl: hal ve beden dili
mahsulât: ürünler
mahsus: özgü
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
masnu: san’at eseri varlık (bk. ṣ-n-a)
mîrî: devlete, kamuya âit
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhal: imkansız
muhit: her tarafı kuşatan
mülk: sahip olunan şey (bk. m-l-k)
münakkaş: nakışlı (bk. n-ḳ-ş)
müteaddit: birçok, çeşitli
muvafakat: uygunluk
nesc: dokuma, örme
nescetme: dokuma, örme
palaska: askerlerin kullandığı geniş kemer
saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray
sikke: madenî para gibi şeyler üzerine vurulan mühür, işaret
tecziye: cezalandırma
turra: padişahın mührü ve imzası
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)

için, bir vahdet-i nev’iye gösteriyor. Vahdet ise bir vâhidi gösterir. Demek, ustası da, mâliki de, sahibi de, sânii de bir olmak lâzım gelir.

Bununla beraber, sen buna dikkat et ki, bir perde-i gaybdan kalınca bir ip çıkıyor. HAŞİYE-1 Bak, sonra binler ipler ondan uzanmış. Herbir ipin başına bak: Birer elmas, birer nişan, birer ihsan, birer hediye takılmış. Herkese göre birer hediye veriyor. Acaba bilir misin ki, böyle garip bir gayb perdesinden böyle acip ihsânâtı, hedâyâyı şu mahlûklara uzatan zâtı tanımamak, ona teşekkür etmemek ne kadar divanece bir harekettir? Çünkü, onu tanımazsan, bilmecburiye diyeceksin ki, “Bu ipler, uçlarındaki elmasları, sair hediyeleri kendileri yapıyorlar, veriyorlar.” O vakit her ipe bir padişahlık mânâsını vermek lâzım gelir. Halbuki, gözümüzün önünde bir dest-i gaybî o ipleri dahi yapıp o hedâyâyı onlara takıyor. Demek, bütün bu sarayda herşey, kendi nefsinden ziyade, o mu’ciznümâ zâtı gösteriyor. Onu tanımazsan, bütün bu şeyleri inkâr etmekle, hayvandan yüz derece aşağı düşeceksin.


Haşiye-1

Kalınca bir ip, meyvedar ağaca; binler ipler ise, dallarına; ve ipler başındaki elmas, nişan, ihsan, hediyeler ise, çiçeklerin aksâmına ve meyvelerin envâına işarettir.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
aksâm: kısımlar
âlem: dünya (bk. a-l-m)
bilmecburiye: zorunlu olarak
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
divanece: akılsızca, delice
envâ: çeşitler, türler
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hedâyâ: hediyeler
helâket: yok olma
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ihsânât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)
istib’âd: akıldan uzak görme
kudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)
külfet: yük, güçlük
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
matbaha-i mu’ciznümâ: mu’cizeli mutfak (bk. a-c-z)
mebzûliyet: bolluk, çokluk
medar: sebep, vesile
meyvedar: meyveli
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhakeme: düşünme, akıl yürütme (bk. ḥ-k-m)
muhâliyet: imkânsızlık
müşkülat: zorluklar, güçlükler
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
perde-i gayb: mânevî âlemleri gözümüzden saklayan perde (bk. ğ-y-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
sair: diğer
sâni: san’atkâr (bk. ṣ-n-a)
suûbet: zorluk, güçlük
vahdet: birlik (bk. v-ḥ-d)
vahdet-i nev: tür birliği (bk. v-ḥ-d)
vâhid: bir (bk. v-ḥ-d)
ziyade: çok, fazla

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, SEKİZİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.381

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/381


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.

Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 7.

https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta “Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder.” konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi İkinci Söz Birinci Makam Yedinci Burhan.

Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. - Cumartesi Dersleri 22. 7.
Şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. – Cumartesi Dersleri 22. 7.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi İkinci Söz

Birinci Makam

YEDİNCİ BURHAN

Ey arkadaş, gel. Şimdi bu cüz’iyâtı bırakıp, saray şeklindeki bu acip âlemin eczalarının birbirine karşı olan vaziyetlerine dikkat edeceğiz.

İşte, bak: Bu âlemde o derece intizamla küllî işler yapılıyor ve umumî inkılaplar oluyor ki, adeta bütün bu saraydaki mevcut taşlar, topraklar, ağaçlar, herbir şey, birer fâil-i muhtar gibi bütün bu âlemin nizâmât-ı külliyesini gözetip ona göre tevfik-i hareket ediyor. Birbirinden en uzak şeyler birbirinin imdadına koşuyor.

İşte, bak: Gaipten acip bir kafile HAŞİYE-1 çıkıp geliyor. Merkepleri ağaçlara, nebatlara, dağlara benzerler. Başlarında birer tabla-i erzak taşıyorlar. İşte, bak, bu tarafta bekleyen muhtelif hayvanatın erzaklarını getiriyorlar.


Haşiye-1

Umum hayvanatın erzakını taşıyan nebatat ve eşcar kafileleridir.


abes: geresiz, lüzumsuz
acip: şaşırtıcı, hayret verici
âlem: dünya (bk. a-l-m)
cüz’iyât: küçük, ferdî şeyler (bk. c-z-e)
ecza: parçalar, bölümler (bk. c-z-e)
erzak: rızıklar; yiyecek ve içecekler (bk. r-z-ḳ)
eşcar: ağaçlar
fail-i muhtar: dilediğini yapmakta serbest olan fâil (bk. f-a-l; ḫ-y-r)
fert: birey (bk. f-r-d)
gaip: görünmeyen âlem (bk. ğ-y-b)
has/mahsus: özel
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihsanperverâne: bağışta bulunmayı pek sever şekilde (bk. ḥ-s-n)
imdad: yardım
inkılap: değişim, dönüşüm
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
kafile: topluluk
küllî: büyük, geniş (bk. k-l-l)
lütûf: yardım, iyilik, bağış (bk. l-ṭ-f)
mahiyet: nitelik, özellik
merkep: binek
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
mu’ciznümâ: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muhal: imkânsız
muhtelif: çeşitli
mükrimâne: ikramlarda bulunarak (bk. k-r-m)
muktedir: güç ve iktidar sahibi (bk. ḳ-d-r)
muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğmiş
müteaddit: çeşitli
nebat: bitki
nebatat: bitkiler
nihayet: son
nizâmât-ı külliye: kapsamlı ve her yerde geçerli olan düzenler (bk. n-ẓ-m; k-l-l)
sahavetperverâne: cömertlikte bulunmaktan pek hoşlanır şekilde
suret: şekil, görünüş (bk. ṣ-v-r)
tabla-i erzak: yiyecek tablası (bk. r-z-ḳ)
tabla-i nimet: nimet tablası (bk. n-a-m)
taife: topluluk
tesadüfî: rastgele, tesadüfen
tevfik-i hareket: uygun hareket
umumî: genel, herkese ait
ziyade: fazla

Hem de bak, bu kubbede o azîm elektrik lâmbası, HAŞİYE-1 onlara ışık verdiği gibi, bütün taamlarını öyle güzel pişiriyor! Yalnız, pişirilecek taamlar, bir dest-i gaybî tarafından birer ipe takılıp HAŞİYE-2 ona karşı tutuluyor.

Bu tarafa da bak: Bu biçare, zayıf, nahif, kuvvetsiz hayvancıklar—nasıl onların başı önünde, lâtif gıda ile dolu iki tulumbacık HAŞİYE-3 takılmış. İki çeşme gibi, yalnız o kuvvetsiz mahlûk, onu ağzına yapıştırması kâfidir.

Elhasıl: Bütün bu âlemin bütün eşyası, birbirine bakar gibi, birbirine yardım eder. Birbirini görür gibi, birbirine el ele verir. Birbirinin işini tekmil için, birbirine omuz omuza veriyor, bel bele verip beraber çalışıyorlar. Herşeyi buna kıyas et; tâdât ile bitmez.

İşte, bütün bu haller, iki kere iki dört eder derecesinde kat’î gösterir ki, şu saray-ı acibin ustasına, yani şu garip âlemin sahibine herşey musahhardır. Herşey onun hesabına çalışır. Herşey ona bir emirber nefer hükmündedir. Herşey Onun kuvvetiyle döner. Herşey Onun emriyle hareket eder. Herşey onun hikmetiyle tanzim olunur. Herşey onun keremiyle muavenet eder. Herşey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani koşturulur. Ey arkadaş, haddin varsa buna karşı bir söz söyle!


Haşiye-1

O azîm elektrik lâmbası, güneşe işarettir.

Haşiye-2

İp ve ipe takılan taam ise, ağacın ince dalları ve leziz meyveleridir.

Haşiye-3

İki tulumbacık ise, validelerin memelerine işarettir.


âkıl: akıllı
azîm: büyük (bk. a-ẓ-m)
biçare: çaresiz
dest-i gaybî: görünmeyen el (bk. ğ-y-b)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
emirber: emre hazır
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
eşya: şeyler, varlıklar
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
ihata etme: kuşatma
izn-i Rabbani: Rab olan Allah’ın izni (bk. r-b-b)
kat’î: kesin
kerem: ikram, iyilik (bk. k-r-m)
kubbe: yarım küre; gökyüzü
lâtif: şirin, hoş (bk. l-ṭ-f)
levazımat: gerekli şeyler
leziz: lezzetli
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
masnuât-ı İlâhiye: İlâhî san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
medet: yardım
menşe: kök
muavenet: yardımlaşma
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
musahhar: boyun eğmiş
müvellid: meydana getiren, doğurtan
nahif: çelimsiz, zayıf
nakş: işleme (bk. n-ḳ-ş)
nefer: asker
nefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)
nescetme: dokuma, örme
saray-ı acib: hayranlık uyandıran saray
saray-ı muhteşem: ihtişamlı, görkemli saray
şehadet: şahitlik, tanıklık (bk. ş-h-d)
taam: yiyecek
tâdât: sayma
tanzim olmak: düzenlenmek (bk. n-ẓ-m)
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
tekzip: yalanlama
valide: ana
zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y)
ziya: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi İkinci Söz, Birinci Makam, YEDİNCİ BURHAN, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.380

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-ikinci-soz/380


CUMARTESİ DERSLERİ

CUMARTESİ DERSLERİ
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ