Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, bil'ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem'den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – BİRİNCİ ŞAVK.

Evet, Kur'ân-ı Hakîm, bil'ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem'den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.
Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.

BİRİNCİ CİLVE: 

İhbârât-ı gaybiyesidir. Şu Cilvenin Üç Şavkı var.

BİRİNCİ ŞAVK: 

Maziye ait ihbârât-ı gaybiyesidir. Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle


alâmet: iz, işaret
Asr-ı Saadet: Peygamberimiz (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
bil’ittifak: ittifakla, fikir birliğiyle
ceberut: büyüklük ve haşmet (bk. c-b-r)
cilve: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
emâre: işaret, iz
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
farz-ı muhal: olmayacak şeyi olacakmış gibi düşünme
hadsiz: sınırsız
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
hâlet: durum, hal
Hâlık-ı Kâinat: kâinatın yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve şeref sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hasıl olmak: ortaya çıkmak
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
ihbârât-ı gaybiye: gaybdan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
İncil: Hz. İsâ’ya indirilen kitap
izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasem: yemin
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lisan: dil
mazi: geçmiş zaman
muhabere: haberleşme
muvafık: uygun
Müseylime: (bk. bilgiler)
pest: aşağı
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
şavk: ışık, parıltı
şebâbiyet: tazelik, gençlik
şua: parıltı
taklitkârâne: taklik ederek
tasdik: doğruluğunu kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ)
Tevrat: Hz. Musa’ya indirilen kitap
ulvî: yüce
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vukuat: olaylar
zaman-ı Âdem: Hz. Âdem’in zamanı
zikretmek: anmak, belirtmek

ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. Demek, Kur’ân’ın nazar-ı gayb-bînîsi, o kütüb-ü sâlifenin umumunun fevkinde ahvâl-i maziyeyi görüyor ki, ittifakî meselelerde musaddıkane onları tezkiye ediyor, ihtilâfî meselelerde musahhihâne onlara faysal oluyor. Halbuki, Kur’ân’ın vukuat ve ahvâl-i maziyeye dair ihbârâtı aklî bir iş değil ki akılla ihbar edilsin. Belki semâa mütevakkıf nakildir. Nakil ise, kıraat ve kitabet ehline mahsustur. Dost ve düşmanın ittifakıyla kıraatsiz, kitabetsiz, emanetle maruf, ümmî lâkabıyla mevsuf bir zâta nüzul ediyor.

Hem o ahvâl-i maziyeyi öyle bir surette ihbar eder ki, bütün o ahvâli görür gibi bahseder. Çünkü, uzun bir hadisenin ukde-i hayatiyesini ve ruhunu alır, maksadına mukaddime yapar. Demek, Kur’ân’daki fezlekeler, hülâsalar gösteriyor ki, bu hülâsa ve fezlekeyi gösteren, bütün maziyi bütün ahvâliyle görüyor. Zira bir zâtın bir fende veya bir san’atta mütehassıs olduğu, hülâsalı bir sözle, fezlekeli bir san’atçıkla, o şahısların maharet ve melekelerini gösterdiği gibi, Kur’ân’da zikrolunan vukuatın hülâsaları ve ruhları gösteriyor ki, onları söyleyen, bütün vukuatı ihata etmiş, görüyor, tabiri caizse bir maharet-i fevkalâde ile ihbar ediyor.


ahvâl: haller, durumlar
ahvâl-i maziye: geçmişteki haller
aklî: akılla ilgili
ehl-i keşif ve velâyet: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler (bk. k-ş-f; v-l-y)
emanet: eminlik, güvenilirlik (bk. e-m-n)
envâ: çeşitler, türler
fasletmek: çözüme kavuşturmak
faysal: ayırıcı, çözüme kavuşturucu
fen: bilim
fevkinde: üstünde
fezleke: netice, özet
hâkezâ: bunun gibi
hakikat-i vakıa: olayın gerçekliği (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hususî: özel
hülâsa: özet
ihata: kapsama, içine alma
ihbar: haber verme
ihbârât: haber vermeler
ihbârât-ı gaybiye: gayptan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
ihtilâf: ayrılık, anlaşmazlık
ihtilafî: tartışmalı
İmam-ı Rabbânî: (bk. bilgiler)
istikbal: gelecek zaman
ittifak: birleşme, fikir birliği
ittifak etmek: birleşmek
ittifakî: üzerinde birleşilmiş
kıraat: okuma
kitabet: yazma (bk. k-t-b)
kütüb-ü sâlife: Tevrat, Zebur ve İncil gibi geçmiş kitaplar (bk. k-t-b)
maharet: ustalık, beceri
maharet-i fevkalâde: olağanüstü beceri
maksad: gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)
maruf: bilinen (bk. a-r-f)
mazi: geçmiş zamanı
meleke: kabiliyet, beceri (bk. m-l-k)
mevsuf: vasıflandırılan (bk. v-ṣ-f)
muamelât-ı gaybiye: gayba ait muamele ve işleyişler (bk. ğ-y-b)
Muhyiddin-i Arabî: (bk. bilgiler)
mukaddime: başlangıç, giriş (bk. ḳ-d-m)
mukattaât-ı huruf: bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler
musaddıkane: doğrulayarak (bk. ṣ-d-ḳ)
musahhihâne: düzelterek
muvafakat etmek: uyuşmak
mütehassıs: ihtisas sahibi, uzman
mütevakkıf: bağlı
nakil: aktarma, anlatma
nazar-ı gayb-bînî: gaybı gören bakış (bk. n-ẓ-r; ğ-y-b)
nev’: tür
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
semâ: işitme, duyma (bk. s-m-a)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şavk: ışık, parıltı
tezkiye: iyi hal üzere şahitlik etme
ukde-i hayatiye: hayat düğümü, çekirdeği (bk. ḥ-y-y)
ulema-yı bâtın: şeriatın zâhirinden ve açık hükümlerinden daha çok, mânâ ve esrârını bilen âlimler (bk. a-l-m)
umum: bütün
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vukuat: olaylar
zikrolunmak: anılmak, belirtilmek

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – BİRİNCİ CİLVE – BİRİNCİ ŞAVK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.542

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/542


CUMARTESİ DERSLERİ

Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Necm Sûresi, 531-4. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,
“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,

Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Necm Sûresi, 531-4. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BEŞİNCİ IŞIK.

Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler. Necm Sûresi, 531-4. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,
“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 8,

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BEŞİNCİ LEM’A:

Kur’ân’ın üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık var.

BEŞİNCİ IŞIK:

Kur’ân’ın makàsıd ve mesâil, maânî ve esâlib ve letâif ve mehâsin cihetiyle câmiiyet-i harikasıdır. Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın sûrelerine ve âyetlerine ve hususan sûrelerin fâtihalarına, âyetlerin mebde’ ve maktalarına dikkat edilse görünüyor ki, belâğatlerin bütün envâını, fezâil-i kelâmiyenin bütün aksâmını, ulvî üslûpların bütün esnâfını, mehâsin-i ahlâkiyenin bütün efradını, ulûm-u kevniyenin bütün fezlekelerini, maarif-i İlâhiyenin bütün fihristelerini, hayat-ı şahsiye ve içtimaiye-i beşeriyenin bütün nâfi düsturlarını ve hikmet-i âliye-i kâinatın bütün nuranî kanunlarını cem etmekle beraber, hiçbir müşevveşiyet eseri görünmüyor. Elhak, o kadar ecnâs-ı muhtelifeyi bir yerde toplayıp bir münakaşa, bir karışık çıkmamak, kahhar bir nizam-ı i’câzînin işi olabilir.

Elhak, bütün bu câmiiyet içinde şu intizamla beraber, geçmiş yirmi dört adet Sözlerde izah ve ispat edildiği gibi, cehl-i mürekkebin menşei olan âdiyat perdelerini keskin beyanatıyla yırtmak, âdet perdeleri altında gizli olan harikulâdeleri çıkarıp göstermek ve dalâletin menbaı olan tabiat tâğutunu burhanın elmas kılıcıyla parçalamak ve gaflet uykusunun kalın tabakalarını ra’d-misal sayhalarıyla dağıtmak ve felsefe-i beşeriyeyi ve hikmet-i insaniyeyi âciz bırakan kâinatın tılsım-ı muğlâkını ve hilkat-i âlemin muammâ-yı acibesini fetih ve keşfetmek, elbette hakikat-bîn ve gayb-âşinâ ve hidayet-bahş ve haknümâ olan Kur’ân gibi bir mu’cizekârın harikulâde işleridir.

Evet, Kur’ân’ın âyetlerine insafla dikkat edilse görünüyor ki, sair kitaplar gibi bir iki maksadı takip eden tedricî bir fikrin silsilesine benzemiyor. Belki, def’î ve âni bir tavrı var. Ve ilka olunuyor bir gidişatı var. Ve beraber gelen herbir taifesi, müstakil olarak uzak bir yerden ve gayet ciddî ve ehemmiyetli bir muhaberenin tek tek, kısa kısa bir surette geldiğinin nişanı var. Evet, kâinatın Hâlıkından


âdet: alışkanlık
âdiyat: alışılmış şeyler
aksâm: kısımlar
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
burhan: güçlü delil
câmiiyet: kapsayıcılık (bk. c-m-a)
câmiiyet-i harika: harika kapsamlılık (bk. c-m-a)
cehl-i mürekkeb: bilmediği halde kendini bilmiş sayma
cem etmek: toplamak (bk. c-m-a)
cihet: yön
dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l)
def’î: birden bire, âni
ecnâs-ı muhtelife: çeşitli cinsler
efrad: fertler (bk. f-r-d)
elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
envâ: türler, çeşitler
esâlib: üsluplar
esnâf: sınıflar
fâtiha: başlangıç, açılış kısmı
felsefe-i beşeriye: insanların geliştirdiği fikir, felsefe
fetih: açmak
fezâil-i kelâmiye: sözün üstünlükleri (bk. f-ḍ-l; k-l-m)
fezleke: hülasa, öz
gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l)
gayb-âşinâ: gaybı bilen, görünmeyenden haberi olan (bk. ğ-y-b)
hakikat-bîn: hakikatı gören (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haknümâ: hakkı ve doğruyu gösteren (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hayat-ı şahsiye: şahsî hayat (bk. ḥ-y-y)
hidayet-bahş: hidâyet veren (bk. h-d-y)
hikmet-i âliye-i kâinat: evren ile ilgili yüksek bilgi (bk. ḥ-k-m; k-v-n)
hikmet-i insaniye: insanların ortaya koyduğu ilim (bk. ḥ-k-m)
hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)
içtimaiye-i beşeriye: insanlığın toplum hayatı (bk. c-m-a)
ilka: vahiyle indirilme, kalbe bırakılma
insaf: merhamet ve adalet dairesinde hareket
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
izah: açıklama
kahhar: herşeye her zaman mutlak galip gelen ve kahretmeye gücü yeten (bk. ḳ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
keşfetmek: gizli birşeyi ortaya çıkarmak (bk. k-ş-f)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
letâif: güzellikler, hoşluklar (bk. l-ṭ-f)
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
maarif-i İlâhiye: İlâhî bilgiler (bk. a-r-f; e-l-h)
makàsıd: maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d)
maksad: gaye, amaç (bk. ḳ-ṣ-d)
makta: durak yeri
mebde’: başlangıç
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
mehâsin-i ahlâkiye: ahlâk güzellikleri (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)
menba: kaynak
menşe: kaynak, esas
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)
mu’cizekâr: mu’cize gösteren (bk. a-c-z)
muammâ-i acibe: hayret verici, bilinmeyen sır
muhabere: haberleşme
müstakil: bağımsız, başlıbaşına
müşevveşiyet: karışıklık
nâfî: faydalı, yararlı
nizam-ı i’câzî: mu’cize olan düzen (bk. n-ẓ-m; a-c-z)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
ra’d-misal: şimşek gibi (bk. m-s̱-l)
sayha: sesleniş, kükreyiş
silsile: zincir
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tabiat tâğutu: tabiat putu (bk. ṭ-b-a)
tedricî: yavaş yavaş, derece derece
tılsım-ı muğlâk: anlaşılması zor sır
ulûm-u kevniye: kâinat ve dünya ile ilgili ilimler (bk. a-l-m; k-v-n)
ulvî: yüce
üslûp: ifade tarzı

başka kim var ki, bu derece kâinat ve Hâlık-ı Kâinatla ciddî alâkadar bir muhabereyi yapabilsin? Hadsiz derece haddinden çıkıp Hâlık-ı Zülcelâli kendi keyfiyle söyleştirsin, kâinatı doğru olarak konuştursun?

Evet, Kur’ân’da Kâinat Sâniinin pek ciddî ve hakikî ve ulvî ve hak olarak konuşması ve konuşturması görünüyor; taklidi ima edecek hiçbir emare bulunmuyor. O söyler ve söylettirir. Farz-ı muhal olarak, Müseylime gibi hadsiz derece haddinden çıkıp taklitkârâne o izzet ve ceberut sahibi olan Hâlık-ı Zülcelâlini kendi fikriyle konuşturup ve kâinatı onunla konuştursa, elbette binler taklit emareleri ve binler sahtekârlık alâmetleri bulunacaktır. Çünkü en pest bir halinde en yüksek tavrı takınanların her hâleti taklitçiliğini gösterir.

İşte şu hakikati kasemle ilân eden

وَالنَّجْمِ اِذَا هَوٰى     مَا ضَلَّ صَاحِبُكُمْ وَمَا غَوٰى     وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰى     اِنْ هُوَ اِلاَّ وَحْىٌ يُوحٰى     1

ya bak, dikkat et.


Dipnot-1

“Kayan yıldıza yemin olsun ki, arkadaşınız (Peygamberiniz) ne şaştı, ne de bâtıla inandı. O kendi keyfine göre de konuşmaz. O ancak kendisine vahyolunanı söyler.” Necm Sûresi, 53:1-4.


alâmet: iz, işaret
Asr-ı Saadet: Peygamberimiz (a.s.m.) yaşadığı dönem, mutluluk asrı
bil’ittifak: ittifakla, fikir birliğiyle
ceberut: büyüklük ve haşmet (bk. c-b-r)
cilve: yansıma, görünüm (bk. c-l-y)
emâre: işaret, iz
emin: güvenilir (bk. e-m-n)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
farz-ı muhal: olmayacak şeyi olacakmış gibi düşünme
hadsiz: sınırsız
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlât: haller, durumlar
hâlet: durum, hal
Hâlık-ı Kâinat: kâinatın yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve şeref sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hasıl olmak: ortaya çıkmak
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
ihbârât-ı gaybiye: gaybdan verilen haberler (bk. ğ-y-b)
İncil: Hz. İsâ’ya indirilen kitap
izzet: şeref, yücelik (bk. a-z-z)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasem: yemin
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lisan: dil
mazi: geçmiş zaman
muhabere: haberleşme
muvafık: uygun
Müseylime: (bk. bilgiler)
pest: aşağı
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
şavk: ışık, parıltı
şebâbiyet: tazelik, gençlik
şua: parıltı
taklitkârâne: taklik ederek
tasdik: doğruluğunu kabul etme (bk. ṣ-d-ḳ)
Tevrat: Hz. Musa’ya indirilen kitap
ulvî: yüce
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vukuat: olaylar
zaman-ı Âdem: Hz. Âdem’in zamanı
zikretmek: anmak, belirtmek

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule  – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BEŞİNCİ IŞIK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.540

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/540


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'an, gark olan Firavuna der: "Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim" (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, ... şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu'cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem'a-i İ'cazı ve bu tek kelime bir mu'cize olduğunu ifade eder. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.
Kur’an, gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, … şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Kur’an, gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, … şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.

Kur'an, gark olan Firavuna der: "Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim" (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, ... şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu'cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem'a-i İ'cazı ve bu tek kelime bir mu'cize olduğunu ifade eder. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’an, gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, … şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – DÖRDÜNCÜ IŞIK.

Kur'an, gark olan Firavuna der: "Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim" (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, ... şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu'cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem'a-i İ'cazı ve bu tek kelime bir mu'cize olduğunu ifade eder. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.
Kur’an, gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” (Yunus Sûresi, 10:92) ünvanıyla, … şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 7.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BEŞİNCİ LEM’A:

Kur’ân’ın üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık var.

DÖRDÜNCÜ IŞIK: 

Îcâz-ı Kur’ânî o derece câmi’ ve hârıktır, dikkat edilse görünüyor ki, bazan bir denizi bir ibrikte gösteriyor gibi pek geniş ve çok uzun ve küllî düsturları ve umumî kanunları, basit ve âmi fehimlere merhameten, basit bir cüz’üyle, hususî bir hadise ile gösteriyor. Binler misallerinden yalnız iki misaline işaret ederiz.

Birinci misal:

Yirminci Sözün Birinci Makamında tafsilen beyan olunan üç âyettir ki, şahs-ı Âdem’e talim-i esmâ ünvanıyla, nev-i benî Âdeme ilham olunan bütün ulûm ve fünunun talimini ifade eder.1 Ve Âdem’e melâikenin secde etmesi ve şeytanın etmemesi hadisesiyle, nev-i insana semekten meleğe kadar ekser mevcudat musahhar olduğu gibi, yılandan şeytana kadar muzır mahlûkatın dahi ona itaat etmeyip düşmanlık ettiğini ifade ediyor.2

Hem kavm-i Mûsâ (a.s.) bir bakarayı, bir ineği kesmekle Mısır bakarperestli-ğinden alınan ve “icl” hadisesinde tesirini gösteren bir bakarperestlik mefkûre-sinin Mûsâ aleyhisselâmın bıçağıyla kesildiğini ifade ediyor.3

Hem taştan su çıkması, çay akması ve dağılıp yuvarlanması ünvanıyla, tabaka-i türabiye altında olan taş tabakası, su damarlarına hazinedarlık ve toprağa analık ettiğini ifade ediyor.4

İkinci misal:

Kur’ân’da çok tekrar edilen kıssa-i Mûsâ aleyhisselâmın cümleleri ve cüzleridir ki, herbir cümlesi, hattâ herbir cüz’ü, bir düstur-u küllînin ucu olarak gösterilmiş ve o düsturu ifade ediyor.5

Meselâ,

 يَا هَامَانُ ابْنِ لِى صَرْحًا 

Firavun vezirine emreder ki, “Bana yüksek bir kule yap; semâvâtın halini rasat edip bakacağım: Semânın gidişatından, acaba Mûsâ’nın dâvâ ettiği gibi semâda tasarruf eden bir ilâh var mıdır?” İşte, صَرْحًا kelimesiyle ve şu cüz’î hadiseyle, dağsız bir çölde olduğundan dağları arzulayan ve Hâlıkı tanımadığından tabiatperest olup rububiyet dâvâ eden ve âsâr-ı ceberutlarını göstermekle ibkà-yı nam eden, şöhretperest olup dağ-misal


Dipnot-1

bk. Bakara Sûresi, 2:31.

Dipnot-2

bk. Bakara Sûresi, 2:34.

Dipnot-3

bk. Bakara Sûresi, 2:67-71.

Dipnot-4

bk. Bakara Sûresi, 2:60.

Dipnot-5

bk. Bakara Sûresi, 2:40-71; Nisâ Sûresi, 4:153-162; Mâide Sûresi, 5:20-26; A’râf Sûresi, 7:103-162.

Dipnot-6

bk. “Ey Hâmân, bana bir kule yap.” Mü’min Sûresi, 40:36.


Âdem: (bk. bilgiler)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
âmi: cahil
âsâr-ı ceberrut: zulüm ve zorbalık eserleri (bk. c-b-r)
bakara: inek
bakarperest: ineğe tapan
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cüz: kısım, parça (bk. c-z-e)
cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)
dağ-misal: dağ gibi (bk. m-s̱-l)
düstur: kural, prensip
düstur-u küllî: büyük ve kapsamlı prensip (bk. k-l-l)
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
fehim: anlayış
Firavun: (bk. bilgiler)
fünun: fenler, bilimler
Hâlık: herşeyin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hârık: harika
hususî: özel
ibkà-yı nam: namını sürdürme (bk. b-ḳ-y)
îcâz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın vecizliği, az sözle çok mânâlar anlatması (bk. v-c-z)
icl: sığır yavrusu, buzağı
ilham: Allah tarafından insanın kalbine indirilen mânâ
kavm-i Mûsâ: Hz. Musa’nın kavmi
kıssa-i Mûsâ: Hz. Musa’nın kıssası
küllî: büyük, kapsamlı (bk. k-l-l)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mefkûre: düşünce (bk. f-k-r)
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
Mısır: (bk. bilgiler)
Mûsâ: (bk. bilgiler)
musahhar: boyun eğmiş
muzır: zararlı
nev-i benî Âdem: Âdemoğulları, insanlık
nev-i insan: insanlık
rasat etmek: gözetlemek
rububiyet: rablık (bk. r-b-b)
semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
semek: balık
şahs-ı Âdem: Hz. Âdem’in şahsı
şöhretperest: şöhret düşkünü
tabaka-i türabiye: toprak katmanı
tabiatperest: tabiata tapan (bk. ṭ-b-a)
tafsilen: ayrıntılı olarak
talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m)
talim-i esmâ: isimlerin öğretilmesi (bk. a-l-m; s-m-v)
tasarruf: dilediği gibi kullanma ve yönetme (bk. ṣ-r-f)
ulûm: ilimler (bk. a-l-m)

meşhur ehramları bina eden ve sihir ve tenasuha kail olup cenazelerini mumya edip dağ misillü mezarlarda muhafaza eden Mısır Firavunlarının an’anesinde hükümfermâ bir düstur-u acibi ifade eder.

Meselâ,

 فَالْيَوْمَ نُنَجِّيكَ بِبَدَنِكَ 

gark olan Firavuna der: “Bugün senin gark olan cesedine necat vereceğim” ünvanıyla, umum Firavunların, tenasuh fikrine binaen, cenazelerini mumyalamakla maziden alıp müstakbeldeki ensâl-i âtiyenin temâşâgâhına göndermek olan mevt-âlûd, ibretnümâ bir düstur-u hayatiyelerini ifade etmekle beraber, şu asr-ı âhirde, o gark olan Firavunun aynı cesedi olarak keşfolunan bir beden, o mahall-i gark denizinden sahile atıldığı gibi, zamanın denizinden asırların mevceleri üstünde şu asır sahiline atılacağını, mu’cizâne bir işaret-i gaybiyyeyi bir lem’a-i İ’cazı ve bu tek kelime bir mu’cize olduğunu ifade eder.

Meselâ,

 يُذَبِّحُونَ اَبْنَۤاءَكُمْ وَيَسْتَحْيُونَ نِسَۤاءَكُمْ 

Benî İsrail’in oğullarının kesilip kadın ve kızlarını hayatta bırakmak, bir Firavun zamanında yapılan bir hadise ünvanıyla, Yahudi milletinin ekser memleketlerde her asırda maruz olduğu müteaddit katliamları, kadın ve kızları hayat-ı beşeriye-i sefihânede oynadık-ları rolü ifade eder.

وَلَتَجِدَنَّهُمْ اَحْرَصَ النَّاسِ عَلٰى حَيٰوةٍ 3    وَتَرٰى كَثِيرًا مِنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِى اْلاِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَاَكْلِهِمُ السُّحْتَ لَبِئْسَ مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ 4    وَيَسْعَوْنَ فِى اْلاَرْضِ فَسَادًا وَاللهُ لاَ يُحِبُّ الْمُفْسِدِينَ 5    وَقَضَيْنَۤا اِلٰى بَنِۤى اِسْرَۤائِيلَ فِى الْكِتَابِ لَتُفْسِدُنَّ فِى اْلاَرْضِ مَرَّتَيْنِ 6    وَلاَتَعْثَوْا فِى اْلاَرْضِ مُفْسِدِينَ     7


Dipnot-1

bk. Yunus Sûresi, 10:92.

Dipnot-2

“Kızlarınızı sağ bırakıp erkek çocuklarınızı kesiyorlardı.” Bakara Sûresi, 2:49.

Dipnot-3

“Sen onları, hayata karşı insanların en hırslısı olarak bulursun.” Bakara Sûresi, 2:96.

Dipnot-4

“Onların çoğunun günaha, zulme ve haram yemeye koşuştuklarını görürsün. Ne kötü birşeydir o yaptıkları!” Mâide Sûresi, 5:62.

Dipnot-5

“Onlar yeryüzünde hep bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.” Mâide Sûresi, 5:64.

Dipnot-6

“İsrailoğullarına Tevrat’ta şöyle bildirdik: Siz yeryüzünde iki kere fesat çıkaracaksınız.” İsrâ Sûresi, 17:4.

Dipnot-7

“Bozgunculuk yaparak yeryüzünü fesada vermeyin.” Bakara Sûresi, 2:60.


an’ane: gelenek
asr-ı âhir: son asır (bk. e-ḫ-r)
Benî İsrail: İsrailoğulları
binaen: -dayanarak
düstur-u acib: hayret verici düstur
düstur-u hayatiye: hayat prensibi (bk. ḥ-y-y)
ehram: Mısır’daki Firavunların piramit şeklindeki mezarları
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
ensâl-i âtiye: gelecek nesiller
Firavun: (bk. bilgiler)
gark olmak: boğulmak
hayat-ı beşeriye-i sefihâne: insanların haram ve yasak eğlence hayatı (bk. ḥ-y-y)
hükümfermâ: hüküm süren (bk. ḥ-k-m)
ibretnümâ: ibretli
işaret-i gaybiye: gelecekte olacak bir hadiseye yapılan işaret (bk. ğ-y-b)
kail olmak: inanmak
keşfolunmak: meydana çıkarılmak
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
mahall-i gark: boğulma yeri
maruz olmak: tesiri altında kalmak
mazi: geçmiş zaman
mevc: dalga
mevt-âlûd: ölümlü (bk. m-v-t)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mu’cizâne: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
mu’cize: yaratma noktasında bütün sebepleri âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
müstakbel: gelecek zaman
müteaddit: birçok, çeşitli
necat: kurtuluş (bk. n-c-v)
temâşâgâh: seyir yeri
tenasuh: reenkarnasyon

Yahudilere müteveccih şu iki hükm-ü Kur’ânî, o milletin hayat-ı içtimaiye-i insaniyede dolap hilesiyle çevirdikleri şu iki müthiş düstur-u umumîyi tazammun eder ki, hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeyi sarsan ve sa’y-u ameli, sermaye ile mübareze ettirip fukarayı zenginlerle çarpıştıran muzaaf ribâ yapıp bankaları tesise sebebiyet veren ve hile ve hud’a ile cem-i mal eden o millet olduğu gibi; mahrum kaldıkları ve daima zulmünü gördükleri hükûmetlerden ve galiplerden intikamlarını almak için her çeşit fesat komitelerine karışan ve her nevi ihtilâle parmak karıştıran yine o millet olduğunu ifade ediyor.

Meselâ,

 فَتَمَنَّوُا الْمَوْتَ 

“Eğer doğru iseniz mevti isteyiniz. Hiç istemeyeceksiniz.” İşte, meclis-i Nebevîde, küçük bir cemaatin, cüz’î bir hadise ünvanıyla, milel-i insaniye içinde hırs-ı hayat ve havf-ı mematla en meşhur olan millet-i Yehudun tâ kıyamete kadar lisan-ı hâlleri mevti istemeyeceğini ve hayat hırsını bırakmayacağını ifade eder.

Meselâ, 

وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ 

şu ünvanla, o milletin mukadderât-ı istikbaliyesini umumî bir surette ifade eder. İşte, şu milletin seciyelerinde ve mukadderatında münderiç olan şöyle müthiş desatir içindir ki, Kur’ân onlara karşı pek şiddetli davranıyor, dehşetli sille-i tedip vuruyor.

İşte, şu misallerden, kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm ve Benî İsrail’in sair cüzlerini ve sair kıssalarını bu kıssaya kıyas et. Şimdi şu Dördüncü Işıktaki i’câzî lem’a-i îcaz gibi, Kur’ân’ın basit kelimatlarının ve cüz’î mebhaslarının arkalarında pek çok lemeât-ı i’câziye vardır. Ârife işaret yeter.


Dipnot-1

bk. Bakara Sûresi, 2:94.

Dipnot-2

“Onların üzerine bir zillet ve yoksulluk damgası vuruldu.” Bakara Sûresi, 2:61.


Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f)
Benî İsrail: İsrailoğulları
câmiiyet-i harika: harika kapsamlılık (bk. c-m-a)
cem-i mal: mal biriktirme (bk. c-m-a)
cihet: yön
cüz: kısım, parça (bk. c-z-e)
cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e)
desatir: prensipler, kurallar
düstur-u umumî: genel prensip
esâlib: üsluplar
fesat komitesi: bozgunculuk ve fenalık yapan cemiyet
havf-ı memat: ölüm korkusu (bk. m-v-t)
hayat-ı içtimaiye-i insaniye/beşeriye: insanlığın sosyal hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hırs-ı hayat: hayat hırsı (bk. ḥ-y-y)
hud’a: hile, aldatma
hükm-ü Kur’ânî: Kur’ân’ın hükmü (bk. ḥ-k-m)
i’câzî: mu’cizeliğe dair (bk. a-c-z)
ihtilâl: ayaklanma, karışıklık
kelimat: kelimeler (bk. k-l-m)
kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kıssası
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lem’a-i îcâz: vecizlik parıltısı (bk. v-c-z)
lemeât-ı i’câziye: mu’cizelik parıltıları (bk. a-c-z)
letâif: güzellikler, hoşluklar (bk. l-ṭ-f)
lisan-ı hâl: hal ve davranış dili
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
makàsıd: maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d)
mebhas: bahisler, konular
meclis-i Nebevî: Peygamberimizin (a.s.m.) bulunduğu meclis (bk. n-b-e)
mehâsin: güzellikler (bk. ḥ-s-n)
mesâil: meseleler (bk. m-s̱-l)
mevt: ölüm (bk. m-v-t)
milel-i insaniye: insan milletleri
millet-i Yehud: Yahudi milleti
mukadderat: Allah tarafından takdir olunmuş ileride meydana gelecek haller ve olaylar (bk. ḳ-d-r)
mukadderât-ı istikbaliye: gelecekle ilgili takdir olunan şeyler (bk. ḳ-d-r)
muzaaf: kat kat
mübareze: karşı koyma
münderiç: yerleştirilmiş
müteveccih: yönelik
nevi: tür, çeşit
ribâ: faiz
sa’y-u amel: iş ve iş gücü
sair: diğer
seciye: karakter, huy
sermaye: servet
sille-i tedip: edeplendirme tokadı
suret: şekil (bk. ṣ-v-r)
tazammun etmek: içine almak
umumî: genel

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – DÖRDÜNCÜ IŞIK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.537

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/538


CUMARTESİ DERSLERİ

"Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir." Rum Sûresi, 30:22.  "Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır." Yâsin Sûresi, 36:80. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.
“Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir.” Rum Sûresi, 30:22.  “Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

Herkes, her vakit Kur'ân'a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur'ân'ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur'ân'dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur'ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BİRİNCİ VE İKİNCİ IŞIK.

Herkes, her vakit Kur'ân'a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur'ân'ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur'ân'dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur'ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.
Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

KISA VIDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BEŞİNCİ LEM’A:

Kur’ân’ın üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık var.

BİRİNCİ IŞIK: 

Üslûb-u Kur’ân’ın o kadar acip bir cem’iyeti var ki, birtek sûre, kâinatı içine alan bahr-i muhit-i Kur’ânîyi içine alır. Birtek âyet, o sûrenin hazinesini içine alır. Âyetlerin çoğu, herbirisi birer küçük sûre; sûrelerin çoğu, herbirisi birer küçük Kur’ân’dır.

İşte şu i’cazkârâne îcazdan, büyük bir lütf-u irşaddır ve güzel bir teshildir. Çünkü herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. Hattâ Kur’ân Fâtiha’da, Fâtiha dahi Besmelede münderiç olduğuna ehl-i keşif müttefiktirler. Şu hakikate burhan ise, ehl-i tahkikin icmâıdır.

İKİNCİ IŞIK: 

Âyât-ı Kur’âniye, emir ve nehiy, vaad ve vaîd, tergib ve terhib, zecir ve irşad, kasas ve emsal, ahkâm ve maarif-i İlâhiye ve ulûm-u kevniye ve kavânin ve şerâit-i hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye ve hayat-ı kalbiye ve hayat-ı mâneviye ve hayat-ı uhreviye gibi umum tabakat-ı kelâmiye ve maarif-i hakikiye ve hâcât-ı beşeriyeye delâlâtıyla, işârâtıyla câmi’ olmakla beraber

  خُذْ مَا شِئْتَ لِمَا شِئْتَ 

yani, “İstediğin herşey için, Kur’ân’dan her ne istersen al” ifade ettiği mânâ, o derece doğruluğuyla makbul olmuş ki, ehl-i hakikat mabeyninde durub-u emsal sırasına geçmiştir. Âyât-ı Kur’âniyede öyle bir câmiiyet var ki, her derde deva, her hacete gıda olabilir. Evet, öyle olmak lâzım gelir. Çünkü, daima terakkiyatta kat’-ı merâtip eden bütün tabakat-ı ehl-i kemâlin rehber-i mutlakı, elbette şu hâsiyete mâlik olması elzemdir.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın âyetleri
bahr-i muhit-i Kur’ânî: büyük Kur’ân denizi
binaen: -dayanarak
burhan: mantıkî, güçlü delil
câmi’: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)
câmiiyet: kapsamlılık (bk. c-m-a)
câmiiyet-i harika: şaşırtıcı derecede çok mânâları ve özellikleri kapsayıcılık (bk. c-m-a)
cem’iyet: kapsamlılık, genişlik (bk. c-m-a)
delâlât: deliller
durub-u emsal: atasözleri (bk. m-s̱-l)
ehl-i hakikat: gerçeği ve doğruyu bulan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler (bk. k-ş-f)
ehl-i tahkik: hakikatleri delilleriyle bilen araştırmacı alimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
elzem: çok lüzumlu
emsal: misaller (bk. m-s̱-l)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
gabavet: ahmaklık, anlayışsızlık
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hâcât-ı beşeriye: insanın ihtiyaçları (bk. ḥ-v-c)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâsiyet: özellik
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayat-ı kalbiye: kalbî, manevî hayat (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı mâneviye: mânevî hayat (bk. ḥ-y-y; a-n-y)
hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-ḫ-r)
i’cazkârane: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
îcâz: az sözle çok mânâlar anlatma, özlü söz (bk. v-c-z)
icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
istihsan etmek: beğenmek, güzel bulmak (bk. ḥ-s-n)
işârât: işaretler
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasas: kıssalar
kat’-ı merâtip etmek: mertebeler katetmek, aşmak
kavânin: kanunlar (bk. ḳ-n-n)
kelâm: söz (bk. k-l-m)
lâkayt: kayıtsız, ilgisiz
lütf-u irşad: doğru yola eriştirme nimeti (bk. l-ṭ-f; r-ş-d)
maarif-i hakikiye: gerçek bilgiler (bk. a-r-f; ḥ-ḳ-ḳ)
maarif-i İlâhiye: İlâhî bilgiler (bk. a-r-f; e-l-h)
mabeyn: ara
makbul: kabul görmüş
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
Mâlikü’l-Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi Allah (bk. m-l-k)
muhal: imkânsız
mülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k)
münderic: yerleştirilmiş
müttefik: birleşmiş
nehiy: yasaklama
rehber-i mutlak: her bakımdan rehber (bk. ṭ-l-ḳ)
şerâit-i hayat-ı şahsiye: şahsî hayat şartları (bk. ḥ-y-y)
tabakat-ı ehl-i kemâl: kemâl sahibi insanların tabakaları, grupları (bk. k-m-l)
tabakat-ı kelâmiye: söz tabakaları, alanları (bk. k-l-m)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
terakkiyat: terakkiler, ilerlemeler
tergib: isteklendirme, şevklendirme
terhib: korkutma
teshil: kolaylaştırma
ulûm-u kevniye: kâinat ve dünya ile ilgili ilimler (bk. a-l-m; k-v-n)
umum: bütün
üslub-u Kur’ân: Kur’ân’ın ifade tarzı
üslûp: ifade tarzı
vaad: söz verme (bk. v-a-d)
vaîd: tehdit etme (bk. v-a-d)
velvele: coşku
zecir: sakındırma
ziynetlendirmek: süslemek (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BİRİNCİ VE İKİNCİ IŞIK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.534

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/534


CUMARTESİ DERSLERİ

Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? - Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.
Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? – Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? – Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.

Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? - Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın?”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ ve DÖRDÜNCÜ LEM’A.

Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? - Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.
Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? – Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

İKİNCİ LEM’A:

Mânâsındaki câmiiyet-i harikadır. Evet, Kur’ân, bütün müçtehidlerin me’hazlarını, bütün âriflerin mezaklarını, bütün vâsılların meşreplerini, bütün kâmillerin mesleklerini, bütün muhakkiklerin mezheplerini, mânâsının hazinesinden ihsan etmekle beraber, daima onlara rehber ve terakkiyatlarında her vakit onlara mürşid olup, o tükenmez hazinesinden onların yollarına neşr-i envar ettiği bütün onlarca musaddaktır ve müttefekun aleyhtir.

ÜÇÜNCÜ LEM’A:

İlmindeki câmiiyet-i harikadır. Evet, Kur’ân, şeriatin müteaddit ve çok ilimlerini, hakikatin mütenevvi ve kesretli ilimlerini, tarikatin muhtelif ve hadsiz ilimlerini, kendi ilminin denizinden akıttığı gibi, daire-i mümkinâtın hakikî hikmetini ve daire-i vücubun ulûm-u hakikiyesini ve daire-i âhiretin maarif-i gàmızasını, o denizinden muntazaman ve kesretle akıtıyor. Şu Lem’aya misal getirilse bir cilt yazmak lâzım gelir. Öyle ise, yalnız nümune olarak şu yirmi beş adet Sözleri gösteriyoruz. Evet, bütün yirmi beş adet Sözlerin doğru hakikatleri, Kur’ân’ın bahr-i ilminden ancak yirmi beş katredir. O Sözlerde kusur varsa, benim fehm-i kàsırıma aittir.

DÖRDÜNCÜ LEM’A: 

Mebâhisindeki câmiiyet-i harikadır. Evet, insan ve insanın vazifesi, kâinat ve Hâlık-ı Kâinatın, arz ve semâvâtın, dünya ve âhiretin, mazi ve müstakbelin, ezel ve ebedin mebâhis-i külliyelerini cem etmekle beraber, nutfeden halk etmek, tâ kabre girinceye kadar; yemek, yatmak âdâbından tut, tâ kaza ve kader mebhaslerine kadar; altı gün hilkat-i âlemden tut, tâ


âdâb: görgü ve davranış kuralları
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f)
arz: yer, dünya
bahr-i ilm: ilim denizi (bk. a-l-m)
câmiiyet-i harika: şaşırtıcı derecede çok mânâları ve özellikleri kapsayıcılık (bk. c-m-a)
cem’ etmek: toplamak, içine almak (bk. c-m-a)
daire-i âhiret: âhiret âlemi (bk. e-ḫ-r)
daire-i mümkinat: imkân alemi; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n)
daire-i vücub: hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu ve vasıflarının zıddı düşünülemeyen ilâhlık dairesi (bk. v-c-b)
delâlet: işaret etme, delil olma
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
emare: belirti, işaret
ezel: başlangıcı olmayan (bk. e-z-l)
fehm-i kàsır: kısa anlayış
hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Kâinat: bütün âlemleri yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
kader: Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce bilip tayin etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
kaide: kural, esas
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâmil: kemâl ve fazilet sahibi (bk. k-m-l)
katre: damla
kaza: olacağı Cenab-ı Hak tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y)
kesretle: çoklukla (bk. k-s̱-r)
kesretli: çok sayıda (bk. k-s̱-r)
lem’a: parıltı
maarif-i gàmıza: anlaşılması güç olan bilgiler
mazi: geçmiş
me’haz: kaynak
mebâhis: bahisler, konular
mebâhis-i külliye: geniş, büyük ve çok şeyle ilgili konular (bk. k-l-l)
mebhas: konu
meşrep: manevi haz ve feyiz alınan yol
mezak: zevk alma tarzı
mezhep: yol, usül (bk. ẕ-h-b)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlim (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitli, farklı
muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
musaddak: doğrulanmış (bk. ṣ-d-ḳ)
müçtehid: dinî delillerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlim (bk. c-h-d)
mürşid: doğru yol gösteren (bk. r-ş-d)
müstakbel: gelecek
müteaddit: çeşitli, birden fazla
mütenevvi: çeşitli
müttefekun aleyh: üzerinde birleşilmiş
neşr-i envar: nurları yayma (bk. n-v-r)
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
nümune: örnek
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)
tarikat: manevi ilerlemeye götüren yol (bk. ṭ-r-ḳ)
terakkiyat: terakkiler, ilerlemeler
ulûm-u hakikiye: gerçek ilimler (bk. a-l-m; ḥ-ḳ-ḳ)
vâsıl: ulaşan, kavuşan

وَالْمُرْسَلاَتِ، وَالذَّارِيَاتِ 

kasemleriyle işaret olunan rüzgârların esmesindeki vazifelerine kadar;

وَمَا تَشَۤاؤُنَ اِلاَّۤ اَنْ يَشَۤاءَ اللهُ 2    يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ     3

işârâtıyla, insanın kalbine ve iradesine müdahalesinden tut, tâ

 وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ 

yani bütün semâvâtı bir kabzasında tutmasına kadar;

 وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَاَعْنَابٍ 

zeminin çiçek ve üzüm ve hurmasından tut, tâ

 اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا 

ile ifade ettiği hakikat-i acibeye kadar; ve semânın

 ثُمَّ اسْتَوٰۤى اِلَى السَّمَۤاءِ وَهِىَ دُخَانٌ 

hâletindeki vaziyetinden tut, tâ duhanla inşikakına ve yıldızlarının düşüp hadsiz fezada dağılmasına kadar; ve dünyanın imtihan için açılmasından, tâ kapanmasına kadar; ve âhiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, tâ Cennete, tâ saadet-i ebediyeye kadar; mazi zamanının vukuatından, Hazret-i Âdem’in hilkat-i cesedinden, iki oğlunun kavgasından tâ tufana, tâ kavm-i Firavunun garkına, tâ ekser enbiyanın mühim hâdisâtına kadar; ve

 اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ 

işaret ettiği hadise-i ezeliyeden tut, tâ

 وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ     اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ 

ifade ettiği vakıa-i ebediyeye kadar bütün mebâhis-i esasiyeyi ve mühimmeyi


Dipnot-1

“Yemin olsun peş peşe gönderilen meleklere.” Mürselât Sûresi, 77:1. “Yemin olsun esip kavuran rüzgâra.” Zâriyât Sûresi, 51:1.

Dipnot-2

“Allah dilemedikçe siz hiçbir şeyi isteyemezsiniz.” İnsan Sûresi, 76:30.

Dipnot-3

“Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer.” Enfâl Sûresi, 8:24.

Dipnot-4

“Gökler Onun kudret elinde dürülmüştür.” Zümer Sûresi, 39:67.

Dipnot-5

“Yeryüzünde hurma ve üzüm bahçeleri yarattık.” Yâsin Sûresi, 36:34.

Dipnot-6

“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.” Zilzâl Sûresi, 99:1.

Dipnot-7

“Sonra iradesini buhar halindeki semâya yöneltti.” Fussilet Sûresi, 41:11.

Dipnot-8

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” A’râf Sûresi, 7:172.

Dipnot-9

“Yüzler var, o gün ışıl ışıldır, Rabbine bakar.” Kıyamet Sûresi, 75:22-23.


berzah: kâbir âlemi
duhan: buhar, duman
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
feza: uzay
gark: boğulma
hâdisât: olaylar (bk. ḥ-d-s̱)
hadise-i ezeliye: zaman üstü olay (bk. e-z-l)
hadsiz: sınırsız
hakikat-i acibe: hayret verici gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlet: hal, vaziyet
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
Hazret-i Âdem: (bk. bilgiler)
hilkat-i cesed: cesedin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ)
inşikak: bölünme, yarılma
irade: dileme, tercih gücü (bk. r-v-d)
işârât: işaretler
kabza: el, avuç
kasem: yemin
kavm-i Firavun: Firavun’un kavmi (bk. bilgiler)
mazi: geçmiş
mebâhis-i esasiye ve mühimme: esas ve önemli konular
menzil: durak, yer (bk. n-z-l)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
tufan: büyük su baskını; Nuh tufanı
vakıa-i ebediye: sonsuz olay (bk. e-b-d)
vaziyet: durum
vukuat: meydana gelen olaylar

öyle bir tarzda beyan eder ki, o beyan, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden; ve dünyayı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan; ve zemin bir bahçe, ve semâ, misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden; ve mazi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sahife hükmünde temâşâ eden; ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuûnâtın iki tarafı birleşmiş, ittisal peydâ etmiş bir surette, bir zaman-ı hazır gibi onlara bakan bir Zât-ı Zülcelâle yakışır bir tarz-ı beyandır.

Nasıl bir usta, bina ettiği ve idare ettiği iki haneden bahseder, programını ve işlerinin liste ve fihristesini yapar. Kur’ân dahi, şu kâinatı yapan ve idare eden ve işlerinin listesini ve fihristesini, tabir caizse programını yazan, gösteren bir Zâtın beyanına yakışır bir tarzdadır. Hiçbir cihetle eser-i tasannu ve tekellüf görünmüyor. Hiçbir şaibe-i taklit veya başkasının hesabına ve onun yerinde kendini farz edip konuşmuş gibi bir hud’anın emaresi olmadığı gibi, bütün ciddiyetiyle, bütün safvetiyle, bütün hulûsuyla, sâfi, berrak, parlak beyanı, nasıl gündüzün ziyası “Güneşten geldim” der, Kur’ân dahi “Ben Hâlık-ı Âlemin beyanıyım ve kelâmıyım” der.

Evet, şu dünyayı antika san’atlarla süslendiren ve lezzetli nimetlerle dolduran ve san’atperverâne ve nimetperverâne, şu derece san’atının acibeleriyle, şu derece kıymettar nimetlerini dünyanın yüzüne serpen, sıravâri tanzim eden ve zeminin yüzünde seren, güzelce dizen bir Sâni, bir Mün’imden başka, şu velvele-i takdir ve istihsanla ve zemzeme-i hamd ve şükranla dünyayı dolduran ve zemini bir zikirhane, bir mescit, bir temâşâgâh-ı san’at-ı İlâhiyeye çeviren Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan kime yakışır ve kimin kelâmı olabilir? Ondan başka kim ona sahip çıkabilir? Ondan başka kimin sözü olabilir? Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın?

Evet, bu dünyayı san’atlarıyla ziynetlendiren bir San’atkârın, san’atını istihsan eden insanla konuşmaması muhaldir. Madem ki yapar ve bilir; elbette konuşur. Madem konuşur; elbette konuşmasına yakışan Kur’ân’dır. Bir çiçeğin tanziminden lâkayt kalmayan bir Mâlikü’l-Mülk, bütün mülkünü velveleye veren bir kelâma karşı nasıl lâkayt kalır? Hiç başkasına mal edip hiçe indirir mi?


acibe: şaşırtıcı, hayret verici
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n)
dam: tavan
ebed: sonsuz (bk. e-b-d)
emare: işaret
eser-i tasannu ve tekellüf: yapmacık ve gösterişe dayalı eser veya sonuç (bk. ṣ-n-a)
ezel: başlangıcı olmayan (bk. e-z-l)
hadd: yetki
Hâlık-ı Âlem: âlemin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)
hud’a: hile, aldatma
hulûs: halis, paklık (bk. ḫ-l-ṣ)
istihsan etmek: beğenmek, güzel bulmak (bk. ḥ-s-n)
ittisal peydâ etmek: bitişmek, birleşmek
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kelâm: söz (bk. k-l-m)
keşfetmek: ortaya çıkarmak (bk. k-ş-f)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lâkayt: kayıtsız, ilgisiz
Mâlikü’l-Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi Allah (bk. m-l-k)
mazi: geçmiş
misbah: lamba, kandil
muhal: imkânsız
mülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k)
Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)
müstakbel: gelecek
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nazire: benzer (bk. n-ẓ-r)
nimetperverâne: nimetle besleyerek (bk. n-a-m)
sâfi: saf, duru (bk. ṣ-f-y)safvet: safilik, temizlik (bk. ṣ-f-y)
san’atperverâne: san’atkârcasına (bk. ṣ-n-a)
Sâni: herşeyi san’âtla yapan Allah (bk. ṣ-n-a)
semâ: gök (bk. s-m-v)
sıravâri: sıralı
silsile-i şuûnât: haller, işler zinciri (bk. ş-e-n)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şaibe-i taklit: taklit kusuru
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri herşeyi aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tarz-ı beyan: açıklama şekli (bk. b-y-n)
tasarruf: dilediği gibi kullanma (bk. ṣ-r-f)
temâşâ etmek: seyretmek
temâşâgâh-ı san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atlarına ibretle bakılan yer (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
tılsım-ı kâinat: kâinatın gizemi, sırrı (bk. k-v-n)
velvele: coşku
velvele-i takdir ve istihsan: takdirleri ve güzellikleri pek çok dille bir arada haykıran sesler (bk. ḳ-d-r; ḥ-s-n)
zaman-ı hazır: şimdiki zaman
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zemin: yeryüzü
zemzeme-i hamd ve şükran: teşekkür ve övgü nağmesi (bk. ḥ-m-d; ş-k-r)
zikirhane: Allah’ın anıldığı yer
ziya: ışık
ziynetlendirmek: süslemek (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ ve DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://erisale.com/#content.tr.1.531

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/531


CUMARTESİ DERSLERİ

Hem meselâ, kasas-ı Kur'âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.
Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

Hem meselâ, kasas-ı Kur'âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A.

Hem meselâ, kasas-ı Kur'âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.
Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BİRİNCİ LEM’A: 

Hem meselâ, 

اُولٰۤئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 

da bir sükût var, bir ıtlak var. Neye zafer bulacaklarını tayin etmemiş, tâ herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun. Çünkü, bir kısım muhatabın maksadı ateşten kurtulmaktır. Bir kısmı yalnız Cenneti düşünür. Bir kısım, saadet-i ebediyeyi arzu eder. Bir kısım, yalnız rıza-i İlâhîyi rica eder. Bir kısım, rüyet-i İlâhiyeyi gaye-i emel bilir. Ve hâkezâ, bunun gibi pek çok yerlerde, Kur’ân sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazf eder, tâ çok mânâları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun. İşte,

 اَلْمُفْلِحُونَ 

der, neye felâh bulacaklarını tayin etmiyor. Güya o sükûtla der: “Ey Müslümanlar, müjde size! Ey müttakî, sen Cehennemden felâh bulursun. Ey salih, sen Cennete felâh bulursun. Ey ârif, sen rıza-i İlâhîye nail olursun. Ey âşık, sen rüyete mazhar olursun.” Ve hâkezâ…

İşte, Kur’ân, câmiiyet-i lâfziye cihetiyle, kelâmdan, kelimeden, huruftan ve sükûttan, herbirisinin binler misallerinden yalnız nümune olarak birer misal getirdik. Âyeti ve kıssatı bunlara kıyas edersin.

Hem meselâ, 

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ 

âyeti, o kadar vücuhu var ve o derece merâtibi var ki, bütün tabakat-ı evliya, bütün sülûklerinde ve mertebelerinde şu âyete ihtiyaçlarını görüp, ondan kendi mertebesine lâyık bir gıda-yı mânevî, bir taze mânâ almışlar. Çünkü Allah bir ism-i câmi’ olduğundan, Esmâ-i Hüsnâ adedince tevhidler, içinde bulunur.

اَىْ لاَ رَزَّاقَ اِلاَّ هُوَ     لاَ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ     لاَ رَحْمٰنَ اِلاَّ هُوَ     3 

ve hâkezâ.


Dipnot-1

“İşte kurtuluşa erenler onlardır.” Bakara Sûresi, 2:5.

Dipnot-2

“Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Günahın için istiğfar et.” Muhammed Sûresi, 47:19.

Dipnot-3

Yani, Ondan başka Rezzâk yoktur. Ondan başka Hâlık yoktur. Ondan başka Rahmân yoktur.


âmm: genel
ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f)
câmiiyet-i lafziye: sözün kapsamlılığı, çok geniş ve genel mânâları içine alması (bk. c-m-a)
cezbe: çekim
cihet: yön
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
felâh: kurtuluş
feza: uzay
gaye-i emel: emelinin gayesi, arzu edilen hedef
gıda-yı mânevî: mânevî gıda (bk. a-n-y)
hâkezâ: böylece, bunun gibi
hazfetmek: kaldırmak, aradan çıkarmak
huruf: harfler
ıtlak: genelleştirme, sınırlamama (bk. ṭ-l-ḳ)
ism-i câmi’: bütün isimlerin mânâlarını içinde toplayan isim (bk. s-m-v; c-m-a)
kelâm: kelime, ifade (bk. k-l-m)
kıssat: kıssalar
maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
mazhar: kavuşma, erişme (bk. ẓ-h-r)
meczup: cezbeye kapılan, çekilen
merâtib: mertebeler
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
mutlak: serbest bırakılmış, sınırı belirtilmemiş (bk. ṭ-l-ḳ)
müttakî: Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle dinleyen
nail olmak: erişmek
nümune: örnek
rıza-i İlahî: Allah’ın rızası (bk. e-l-h)
rica etmek: ummak, ümit etmek
rüyet: Allah’ın cemâlini görme
rüyet-i İlâhî: Allah’ın cemâlini görme (bk. e-l-h)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sükûnet: durgunluk, hareketsizlik (bk. s-k-n)
sükût: sessiz kalma
sülûk: mânevî yol alma
tabakat-ı evliya: velilerin tabakaları, dereceleri (bk. v-l-y)
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
vücuh: yönler

Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. Onun için sûrelerde tekrar edilmiştir. Her yerde bütün maksatları ifade ile beraber, yalnız birisi maksud-u bizzat olur, diğerleri ona tâbi kalırlar.

Eğer desen: “Geçmiş misallerdeki bütün mânâları, nasıl bileceğiz ki Kur’ân onları irade etmiş ve işaret ediyor?”

Elcevap: Madem Kur’ân bir hutbe-i ezeliyedir. Hem muhtelif, tabaka tabaka olarak, asırlar üzerinde ve arkasında oturup dizilmiş bütün benî Âdeme hitap ediyor, ders veriyor. Elbette o muhtelif efhâma göre müteaddit mânâları derc edip irade edecektir ve iradesine emareleri vaz edecektir.

Evet, İşârâtü’l-İ’câz’da, şuradaki mânâlar misillü kelimât-ı Kur’âniyenin müteaddit mânâlarını ilm-i sarf ve nahvin kaideleriyle ve ilm-i beyan ve fenn-i maânînin düsturlarıyla, fenn-i belâğatin kanunlarıyla ispat edilmiştir. Bununla beraber, ulûm-u Arabiyece sahih ve usul-ü diniyece hak olmak şartıyla ve fenn-i maânîce makbul ve ilm-i beyanca münasip ve belâğatçe müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usulü’d-din ve ehl-i usulü’l-fıkhın icmâıyla ve ihtilâflarının şehadetiyle, Kur’ân’ın mânâlarındandırlar. O mânâlara, derecelerine göre birer emare vaz etmiştir: ya lâfziyedir, ya mâneviyedir. O mâneviye ise, ya siyak veya sibak-ı kelâmdan veya başka âyetten birer emare, o mânâya işaret eder. Bir kısmı yirmi ve otuz ve kırk ve altmış, hattâ seksen cilt olarak muhakkikler tarafından yazılan yüz binler tefsirler,1 Kur’ân’ın câmiiyet ve harikiyet-i lâfziyesine kat’î bir burhan-ı bâhirdir. Her ne ise, biz şu Sözde herbir mânâya delâlet eden emareyi kanunuyla, kaidesiyle göstersek söz çok uzanır. Onun için kısa kesip kısmen İşârâtü’l-İ’câz’a havale ederiz.


Dipnot-1

bk. El-Kevserî, el-Makalât s. 473-474.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
Asâ-yı Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu (bk. bilgiler)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
burhan-ı bâhir: açık delil
câmiiyet ve harikiyet-i lâfziye: sözün harikalığı ve kapsamlılığı (bk. c-m-a)
derc etmek: yerleştirmek
delâlet: işaret etme, delil olma
düstur: kâide, kural
efhâm: anlayışlar
ehl-i içtihad: müçtehidler, dinî delillerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri (bk. c-h-d)
ehl-i tefsir: müfessirler, Kur’ân’ı mânâ bakımından yorumlayanlar (bk. f-s-r)
ehl-i usulü’d-din: kelâm âlimleri
ehl-i usulü’l-fıkh: fıkıh âlimleri
emare: belirti, işaret
fenn-i belâğat: belâğat ilmi; sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesini inceleyen ilim (bk. b-l-ğ)
fenn-i maâni: mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim (bk. a-n-y)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hutbe-i ezeliye: ezelî hutbe (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l)
icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)
ihtilâf: farklılık, uyuşmazlık
ilm-i beyan: belâğat ilminin, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinâye kısımlarından bahseden kısmı (bk. a-l-m; b-y-n)
ilm-i sarf ve nahv: Arapçada kelime ve cümle bilgisiirade: dileme, istek, kast etme (bk. r-v-d)
kaide: kural, esas
kasas-ı Kur’âniye: Kur’ân’daki kıssalar
kat’î: kesin
kelimât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın kelimeleri (bk. k-l-m)
kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kıssası
küffar: kâfirler (bk. k-f-r)
lâfziye: kelimenin söylenişine ve yapısına aitmaâni: mânâlar (bk. a-n-y)
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)
makbul: kabul gören, geçerli
maksud-u bizzat: asıl gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitli
münasip: uygun (bk. n-s-b)
müstahsen: güzel karşılanan, beğenilen (bk. ḥ-s-n)
müteaddit: çeşitli
sahih: doğru
siyak ve sibak-ı kelâm: sözün başıyla sonunun ahenk ve uyum içinde olması (bk. k-l-m)
tâbi kalmak: uymak
takbih: kötüleme
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-ṣ-r)
teskin: sakinleştirme (bk. s-k-n)
tevbih: azarlama
ulûm-u Arabiye: Arapça ilimler (bk. a-l-m)
usul-ü din: dinin esasları
vaz etmek: koymak
vücuh: vecihler, yönler

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://erisale.com/#content.tr.1.529

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/529


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.
Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A.

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.
Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BİRİNCİ LEM’A: 

Meselâ

 اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا 

daki

 رَتْقًا 

kelimesi, tetkikat-ı felsefe ile âlûde olmayan bir âlime, o kelime şöyle ifham eder ki: Semâ berrak, bulutsuz, zemin kuru ve hayatsız, tevellüde gayr-ı kabil bir halde iken semâyı yağmurla, zemini hazravatla fethedip, bir nevi izdivaç ve telkih suretinde bütün zîhayatları o sudan halk etmek, öyle bir Kadîr-i Zülcelâlin işidir ki, rû-yi zemin Onun küçük bir bostanı ve semânın yüz örtüsü olan bulutlar Onun bostanında bir süngerdir anlar, azamet-i kudretine secde eder.

Ve muhakkik bir hakîme, o kelime şöyle ifham eder ki: Bidâyet-i hilkatte semâ ve arz şekilsiz birer küme ve menfaatsiz birer yaş hamur, veledsiz, mahlûkatsız,


Dipnot-1

“Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden koparıp ayırdık.” Enbiyâ Sûresi, 21:30.


âlûde: karışmış, bulaşmışarz: yer
azamet-i kudret: kudretin büyüklüğü (bk. ḳ-d-r)
berrak: saydam, duru
bidâyet-i hilkat: yaratılışın başlangıcı (bk. ḫ-l-ḳ)
bostan: bahçe
Elhikmetü lillâh: gerçek bilgi ve hikmet sadece Allah’ındır (bk. ḥ-k-m)
fehmetmek: anlamak
feylesof: felsefeci
gayr-ı kabil: mümkün olmayan
gazab: öfke
gazat-ı muzırra: zararlı gazlar
hakîm: hikmet sahibi, âlim (bk. ḥ-k-m)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hamd ü senâ: şükür, minnet ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hâmi: koruyucu
hane-i hayat: hayat evi (bk. ḥ-y-y)
hasıl: meydana gelme
hazravat: yeşillikler
hiddet: kızgınlık
hikmet-i tabiiye: tabiatı konu alan fen ilmi (bk. ḥ-k-m; ṭ-b-a)
huruc: çıkma
ifham etmek: anlatmak
ihtizâzât: sallanmalar
imtizâcât: kaynaşmalar
inkılâbat: büyük değişimler
irticâc: sarsıntı
istilâ: yayılma, kaplama
izdivac: evlenme
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m)
kemâl-i tazim: Allah’ın sonsuz büyüklüğünü mükemmel bir şekilde dile getirme (bk. k-m-l; a-z-m)
küre-i zemin: yerküre
levâzımât-ı hayat-ı insaniye: insan hayatına gerekli olan şeyler (bk. ḥ-y-y)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahzen: depo
maişet: geçim (bk. a-y-ş)
medar: dayanak, eksen
medar-ı senevî: güneş etrafındaki bir yıllık yörüngesi
menâfiz: delikler
mihver: eksen
muhafaza etmek: korumak (bk. ḥ-f-ẓ)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
netice: sonuç
nevi: tür, çeşit
rû-yi zemin: yeryüzü
sair: diğer
Sâni-i Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm: sonsuz haşmet ve ikram sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l; k-r-m)
secde etmek: yere kapanmak
semâ: gök (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sükûnet: sakinlik, durgunluk (bk. s-k-n)
tasfiye: safileştirme, arındırma (bk. ṣ-f-y)
telkih: aşılama
teneffüs etmek: nefes almak
tersip: durultma, tortulardan temizleme, süzme
tetkikat-ı felsefe: felsefe araştırmaları
tevellüd: doğum
veled: evlat, çocuk
zelzele: deprem
zemin: yeryüzü
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)
zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r)

toplu birer madde iken, Fâtır-ı Hakîm onları fetih ve bast edip güzel bir şekil, menfaattar birer suret, ziynetli ve kesretli mahlûkata menşe etmiştir anlar, vüs’at-i hikmetine karşı hayran olur.

Yeni zamanın feylesofuna şu kelime şöyle ifham eder ki: Manzume-i şemsiyeyi teşkil eden küremiz, sair seyyareler, bidâyette güneşle mümteziç olarak, açılmamış bir hamur şeklinde iken, Kadîr-i Kayyûm o hamuru açıp, o seyyareleri birer birer yerlerine yerleştirerek, güneşi orada bırakıp zeminimizi buraya getirerek, zemine toprak sererek, semâ canibinden yağmur yağdırarak, güneşten ziya serptirerek dünyayı şenlendirip bizleri içine koymuştur anlar, başını tabiat bataklığından çıkarır, “Âmentü Billâhi’l-Vâhidi’l-Ehad”der.

Meselâ, 

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا 

daki lâm, hem kendi mânâsını, hem fî mânâsını, hem ilâ mânâsını ifade eder. İşte, 

لِمُسْتَقَرٍّ 

in lâm’ı, avâm o lâm’ı ilâ mânâsında görüp fehmeder ki, size nisbeten ışık verici, ısındırıcı, müteharrik bir lâmba olan güneş, elbette birgün seyri bitecek, mahall-i kararına yetişecek, size faidesi dokunmayacak bir suret alacaktır anlar. O da, Hâlık-ı Zülcelâlin güneşe bağladığı büyük nimetleri düşünerek, “Sübhânallah, Elhamdü lillâh” der.

Ve âlime dahi, o lâm’ı ilâ mânâsında gösterir. Fakat güneşi yalnız bir lâmba değil, belki bahar ve yaz destgâhında dokunan mensucat-ı Rabbâniyenin bir mekiği, gece gündüz sahifelerinde yazılan mektubat-ı Samedâniyenin mürekkebi, nur bir hokkası suretinde tasavvur ederek, güneşin cereyan-ı surîsi, alâmet olduğu ve işaret ettiği intizâmât-ı âlemi düşündürerek Sâni-i Hakîmin san’atına “Mâşaallah” ve hikmetine “Bârekâllah” diyerek secdeye kapanır.


Dipnot-1

“Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider.” Yâsin Sûresi, 36:38.


alâmet: işaret
Âmentü Billâhi’l-Vahidi’l-Ehad: Allah’ın birliğine ve tekliğine iman ettim (bk. e-m-n; v-ḥ-d)
avâm: halktan ilmi az olan kimse
Bârekâllah: Allah ne mübarek yaratmış (bk. b-r-k)
bast: genişletme
bidâyet: başlangıç
canib: taraf
cereyân-ı surî: görünüşteki akım, dönüş
Elhamdü lillâh: Allah’a hamd olsun (bk. ḥ-m-d)
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve harika üstün san’atıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
fehmetmek: anlamak
fetih: açma
feylesof: felsefeci
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hokka: mürekkeb kabı
ifham etmek: anlatmak
intizâmât-ı âlem: alemdeki düzenlilikler (bk. n-ẓ-m; a-l-m)
Kadîr-i Kayyûm: sonsuz kudret sahibi olan, herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve dilediği gibi onları idare eden Allah (bk. ḳ-d-r; ḳ-v-m)
kesretli: çok sayıda (bk. k-s̱-r)
küre: dünya
Mâaşallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmış
mahall-i karar: karar yeri
manzume-i şemsiye: güneş sistemi (bk. n-ẓ-m)
mekik: dokuma âleti
mektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
menfaattar: faydalı, yararlı
mensucat-ı Rabbâniye: Allah’ın adeta nakış nakış dokuduğu san’at eseri varlıklar (bk. r-b-b)
menşe: kaynak, esas
mümteziç: birleşik, karışık
müteharrik: hareketli
nisbeten: bir dereceye kadar (bk. n-s-b)
sair: diğer
Sâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
secde: yere kapanma
semâ: gök (bk. s-m-v)
seyir: gezme
seyyare: gezegen
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” (bk. s-b-ḥ)
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tasavvur: düşünme, zihinde tasarlama (bk. ṣ-v-r)
teşkil etmek: meydana getirmek
vüs’at-i hikmet: hikmet genişliği (bk. ḥ-k-m)
ziya: ışık
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

Ve kozmoğrafyacı bir feylesofa, lâm’ı fî mânâsında şöyle ifham eder ki: Güneş, kendi merkezinde ve mihveri üzerinde zemberekvâri bir cereyanla manzumesini emr-i İlâhî ile tanzim edip tahrik eder. Şöyle bir saat-i kübrâyı halk edip tanzim eden Sâni-i Zülcelâline karşı kemâl-i hayret ve istihsanla “El-azametü lillâh ve’l-kudretü lillâh” der, felsefeyi atar, hikmet-i Kur’âniyeye girer.

Ve dikkatli bir hakîme, şu lâm’ı, hem illet mânâsında, hem zarfiyet mânâsında tutturup şöyle ifham eder ki: Sâni-i Hakîm, işlerine esbab-ı zahiriyeyi perde ettiğinden, cazibe-i umumiye namında bir kanun-u İlâhîsiyle, sapan taşları gibi, seyyareleri güneşle bağlamış; ve o cazibeyle muhtelif, fakat muntazam hareketle o seyyareleri daire-i hikmetinde döndürüyor; ve o cazibeyi tevlit için, güneşin kendi merkezinde hareketini zahirî bir sebep etmiş. Demek,

 لِمُسْتَقَرٍّ 

mânâsı,

 فِى مُسْتَقَرٍّ لَهَا ِلاِسْتِقْرَارِ مَنْظُومَتِهَا 

yani, kendi müstekarrı içinde manzumesinin istikrarı ve nizamı için hareket ediyor. Çünkü, hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet cazibeyi zahiren tevlit eder gibi bir âdet-i İlâhiye, bir kanun-u Rabbânîdir. İşte, şu hakîm, böyle bir hikmeti Kur’ân’ın bir harfinden fehmettiği zaman, “Elhamdü lillâh, Kur’ân’dadır hak, hikmet; felsefeyi beş paraya saymam” der.

Ve şairâne bir fikir ve kalb sahibine, şu lâm’dan ve istikrar’dan şöyle bir mânâ fehmine gelir ki: Güneş nuranî bir ağaçtır, seyyareler onun müteharrik meyveleri. Ağaçların hilâfına olarak, güneş silkinir, tâ o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar. Hem tahayyül edebilir ki, şems meczup bir serzâkirdir. Halka-i zikrin merkezinde cezbeli bir zikreder ve ettirir. Bir risalede şu mânâya dair şöyle demiştim:

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri.

Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.


âdet-i İlâhiye: İlâhî kanun (bk. e-l-h)
cazibe: çekim
cazibe-i umumiye: genel çekim
cereyan: hareket, akım
cezbe: çekim
cezbeli: Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hale gelme
daire-i hikmet: hikmet dairesi (bk. ḥ-k-m)
El-azametü lillâh ve’l-kudretü lillâh: büyüklük ve kudret Allah’ındır (bk. a-ẓ-m; ḳ-d-r)
Elhamdü lillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
emr-i İlâhi: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
fehm: anlayış
feylesof: felsefeci
feza: uzay
hakîm: hikmet sahibi, âlim (bk. ḥ-k-m)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
halka-i zikr: zikir halkası
hararet: sıcaklık
hikmet: ilim, yüksek bilgi, fen bilgisi (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i Kur’âniye: Kur’ân’ın yüksek bilgisi (bk. ḥ-k-m)
hilâf: ters, zıt
ifham etmek: anlatmak
illet: esas sebep, maksat
istikrar: yerleşme, karar kılma
kanun-u İlâhî: İlâhî kanun (bk. e-l-h)
kanun-u Rabbânî: Allah’ın koyduğu kanun (bk. r-b-b)
kemâl-i hayret ve istihsan: tam bir hayret ve beğenme (bk. k-m-l; ḥ-s-n)
kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
manzume: sistem (bk. n-ẓ-m)
meczup: kendinden geçmiş, cezbeye kapılan, çekilen
meyvedar: meyveli
mihver: eksen
muhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
müstekar: karar kılınan yer
müteharrik: hareketli
nam: ad
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nuranî: nurlu, aydınlık, parlak (bk. n-v-r)
saat-i kübrâ: çok büyük saat (bk. k-b-r)
Sâni-i Hakîm: herşeyi san’at ve hikmetle yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
serzâkir: zikredenlerin başı
seyyar: gezen, dolaşan
seyyare: gezegen
sükûnet: durgunluk, hareketsizlik (bk. s-k-n)
sükût: sessiz kalma
şairâne: şair gibi
şems: güneş
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
tahrik etmek: harekete geçirmek
tanzim etmek: düzenlemek (bk. n-ẓ-m)
tevlit: doğurma
zahiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zarfiyet: kelimenin zarf olması, mekan ve zaman bildirmesi hâli
zemberekvâri: bir mekanizmanın güç merkezi gibi

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://erisale.com/#content.tr.1.526

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/526


CUMARTESİ DERSLERİ

Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.
Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.

Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A.

Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.
Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BİRİNCİ LEM’A: 

Lâfzındaki câmiiyettir. Elbette, evvelki Sözlerde, hem bu Sözde zikrolunan âyetlerden, şu câmiiyet âşikâre görünüyor. Evet,

لِكُلِّ اٰيَةٍ ظَهْرٌ وَبَطْنٌ وَحَدٌّ وَمُطَّلَعٌ – وَلِكُلٍّ شُجُونٌ وَغُصُونٌ وَفُنُونٌ 1

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:

1 : “Her bir âyetin mânâ mertebeleri vardır; zâhirî (açık), bâtınî (açık ve görünür mânâsının içindeki, ehlinin anlayabileceği mânâ), haddi (kapsamı) ve muttala’ı (anlam çerçevesi) vardır. (Bu dört mânâ tabakasından her birinin de fürûatı (detayları), işaretleri, dalları ve ayrıntıları vardır.” rânî, el-Mu’cemü’l-evsat 1:236. Bu kısmın açıklaması Üstadımız tarafından hemen devamında verilmiştir.

olan hadisin işaret ettiği gibi, elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.

Meselâ

 وَالْجِبَالَ اَوْتاَداً 1 

1 : Nebe’ Sûresi, 78:7.

yani “Dağları zemininize kazık ve direk yaptım” bir kelâmdır.

Bir âminin şu kelâmdan hissesi: Zahiren yere çakılmış kazıklar gibi görünen dağları görür, onlardaki menâfiini ve nimetlerini düşünür, Hâlıkına şükreder.

Bir şairin bu kelâmdan hissesi: Zemin, bir taban; ve kubbe-i semâ, üstünde konulmuş yeşil ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir muhteşem çadır; ufkî bir daire suretinde ve semânın etekleri başında görünen dağları, o çadırın kazıkları misalinde tahayyül eder, Sâni-i Zülcelâline hayretkârâne perestiş eder.

Hayme-nîşin bir edibin bu kelâmdan nasibi: Zeminin yüzünü bir çöl ve sahrâ, dağların silsilelerini pek kesretle ve çok muhtelif bedevî çadırları gibi, güya tabaka-i türabiye yüksek direkler üstünde atılmış, o direklerin sivri başları o perde-i türabiyeyi yukarıya kaldırmış, birbirine bakar, pek çok muhtelif mahlûkatın meskeni olarak tasavvur eder. O büyük, azametli mahlûkları böyle yeryüzünde çadırlar misillü kolayca kuran ve koyan Fâtır-ı Zülcelâline karşı secde-i hayret eder.

Coğrafyacı bir edibin o kelâmdan kısmeti: Küre-i zemin, bahr-i muhit-i havaîde veya esirîde yüzen bir sefine; ve dağları, o sefinenin üstünde tesbit ve muvazene için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder. O koca küre-i zemini muntazam bir gemi gibi yapıp, bizleri içine koyup aktâr-ı âlemde gezdiren Kadîr-i Zülkemâle karşı

سُبْحَانَكَ مَا اَعْظَمَ شَانَكَ 2 

2 : Sen her türlü kusur ve noksandan münezzehsin. Ne yücedir Senin şânın!

der.

Medeniyet ve heyet-i içtimaiyenin mütehassıs bir hakîminin bu kelâmdan hissesi: Zemini bir hane; ve o hane hayatının direği, hayat-ı hayvaniye; ve hayat-ı hayvaniye direği, şerâit-i hayat olan su, hava ve topraktır. Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı dağlardır.

Zira dağlar suyun mahzeni, havanın tarağı (gazat-ı muzırrayı tersip edip havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhafaza eder) ve sair levâzımât-ı hayat-ı insaniyenin hazinesi olarak fehmeder.

Şu koca dağları şu suretle hane-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maişetimize hazinedar tayin eden Sâni-i Zü’l-Celâl ve’l-İkrâma, kemâl-i tazimle hamd ü senâ eder.

Hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun şu kelâmdan nasibi şudur ki: Küre-i zeminin karnında bazı inkılâbat ve imtizâcâtın neticesi olarak hasıl olan zelzele ve ihtizâzâtı, dağların zuhuruyla sükûnet bulduğunu ve medar ve mihverindeki istikrarına ve zelzelenin irticâcıyla medar-ı senevîsinden çıkmamasına sebep, dağların hurucu olduğunu ve zeminin hiddeti ve gazabı, dağların menâfiziyle teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder, tamamen imana gelir, “Elhikmetü lillâh” der.

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/524

http://erisale.com/#content.tr.1.524


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.
Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

Kur'ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA.

Kur'ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.
Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Amma ifham ve talimdeki beyanat-ı Kur’âniye o kadar harikadır, o derece letafetli ve selâsetlidir; en basit bir âmi, en derin bir hakikati onun beyanından kolayca tefehhüm eder. Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan çok hakaik-i gàmızayı, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı taciz edip yormayacak bir surette, basitâne ve zahirâne söylüyor, ders veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça tabirat istimal edilir. Öyle de,

  تَنَزُّلاٰتٌ اِلٰهِيَّةٌ اِلٰى عُقُولِ الْبَشَرِ 

denilen mütekellim üslûbunda muhatabın


Dipnot-2

Cenâb-ı Hakkın kullarının anlayış seviyesine göre konuşması.


âmi: cahil
âyât: ayetler
basitâne: basitçe
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
cevher-i beyanî: beyâna dair cevher (bk. b-y-n)
esbabperest: sebeplere tapan (bk. s-b-b)
fikr-i avâm: halkın düşüncesi (bk. f-k-r)
hakaik-i gàmıza: derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
herc ü merc: karışıklık, dağınıklık
hilâf-ı akıl ve hikmet: akla ve hikmete aykırı (bk. ḥ-k-m)
hiss-i âmme: genelin duygusu
icmâlen: özetle, kısaca (bk. c-m-l)
ifham: (he ile) anlatma
ilzam: susturma, mağlup etme
insicam: düzgünlük, uyumluluk, pürüzsüz olma
insicam-ı ecmel: çok güzel uyumluluk, hiç pürüzü olmama (bk. c-m-l)
intizam: düzen, tertip (bk. n-ẓ-m)
intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzenlilik (bk. n-ẓ-m; k-m-l)
istiğna: ihtiyaç duymama (bk. ğ-n-y)
istimal: kullanma
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
letafetli: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muâraza: sözle mücadele
münâfi-i his ve bedâhet: duygu ve açıklığa zıt
mütekellim: konuşan (bk. k-l-m)
nazar-ı umumî: umumun bakışı (bk. n-ẓ-r)
nevi: çeşit, tür
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
rencide etmek: incitmek
sanemperest: puta tapan
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
silsile-i hakaik: gerçekler zinciri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şirk: ortak
tabirat: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)
taciz: rahatsız etme, sıkıntı verme
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
talim: öğretme (bk. a-l-m)
tefehhüm etmek: anlamak
tekzip: yalanlama
tezkir: hatırlatma
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
zahirâne: açıkça (bk. ẓ-h-r)
zir ü zeber: darmadağınık, alt üst

derecesine sözüyle nüzul edip öyle konuşan esâlib-i Kur’âniye, en mütebahhir hükemanın fikirleriyle yetişemediği hakaik-i gàmıza-ı İlâhiye ve esrar-ı Rabbâniyeyi müteşabihat suretinde bir kısım teşbihat ve temsilâtla en ümmî bir âmiye ifham eder. Meselâ

 اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى 

bir temsil ile, rububiyet-i İlâhiyeyi saltanat misalinde; ve âlemin tedbirinde mertebe-i rububiyetini, bir sultanın taht-ı saltanatında durup icra-yı hükûmet ettiği gibi bir misalde gösteriyor.

Evet, Kur’ân, bu kâinat Hâlık-ı Zülcelâlinin kelâmı olarak rububiyetinin mertebe-i âzamından çıkarak, umum mertebeler üstüne gelerek, o mertebelere çıkanları irşad ederek, yetmiş bin perdelerden geçerek, o perdelere bakıp tenvir ederek, fehim ve zekâca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek, kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzuliyetle mânâlarını ortaya saçmış olduğu halde, kemâl-i şebâbetinden, gençliğinden zerre kadar zayi etmeyerek, gayet taravette, nihayet letafette kalarak, gayet suhuletli bir tarzda, sehl-i mümteni bir surette, her âmiye anlayışlı ders verdiği gibi, aynı derste, aynı sözlerle, fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebayin pek çok tabakalara dahi ders verip ikna eden, işbâ eden bir kitab-ı mu’ciznümânın hangi tarafına dikkat edilse, elbette bir lem’a-i i’câz görülebilir.

Elhasıl: Nasıl Elhamdü lillâh gibi bir lâfz-ı Kur’ânî okunduğu zaman, dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi, aynı lafız, sineğin küçücük kulakçığına da tamamen yerleşir. Aynen öyle de, Kur’ân’ın mânâları, dağ gibi akılları işbâ ettiği gibi, sinek gibi küçücük, basit akılları dahi aynı sözlerle talim eder, tatmin eder. Zira Kur’ân bütün ins ve cinnin bütün tabakalarını imana davet eder. Hem


Dipnot-1

“O Rahmân ki, hükümranlığı Arşı kaplamıştır.” Tâhâ Sûresi, 20:5.


âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âmi: cahil
Elhamdü lillâh: hamd ve övgü Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
esâlib-i Kur’âniye: Kur’ân’ın üslûpları
esrar-ı Rabbâniye: Rabbânî sırlar (bk. r-b-b)
fehim: anlayış, kavrayış
feyz: ilim, irfan (bk. f-y-ḍ)
hakaik-i gàmıza-i İlâhiye: Allah’ın Kur’ân’da açıkladığı derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-l-h)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hükema: âlimler, filozoflar (bk. ḥ-k-m)
icra-yı hükûmet: yönetmek, idare etmek (bk. ḥ-k-m)
ifham: anlatma, öğretme
ins ve cin: insanlar ve cinler
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
işbâ: doyurma
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
karn: asır, çağ
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kemâl-i şebâbet: mükemmel derecedeki gençlik (bk. k-m-l)
kitab-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren kitap (bk. k-t-b; a-c-z)
lâfız: söz, kelime
lafz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın lafzı
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
letafet: güzellik, hoşluk (bk. l-ṭ-f)
mânâ: anlam (bk. a-n-y)
mebzuliyet: bolluk
mertebe-i âzam: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m)
mertebe-i rububiyet: rububiyetin mertebesi (bk. r-b-b)
muhtelif: çeşitli
mütebahhir: ilmi derin olan
mütebayin: ayrı ayrı
müteşabihat: metnin kelimelerinden çıkartılan dış anlam değil de, başka mânâya gelen âyetler
neşretmek: yaymak
nihayet: son derece
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın terbiye ve idarece ediciliği (bk. r-b-b; e-l-h)
sehl-i mümteni: imkânsız birşeyi kolayca ifade etme
suhuletli: kolay
tabaka: sınıf
taht-ı saltanat: egemenlik tahtı (bk. s-l-ṭ)
talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m)
taravet: tazelik
tatmin etmek: ikna etmek
tedbir: idare etme (bk. d-b-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
temsilât: kıyaslama tarzında benzetmeler, analoji (bk. m-s̱-l)
tenvir: aydınlatma (bk. n-v-r)
teşbihat: benzetmeler
umum: bütün
ümmî: tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen
zayi etmek: kaybetmek
zerre: atom, en küçük parça

umumuna imanın ulûmunu talim eder, ispat eder. Öyle ise, avâmın en ümmîsi, havassın en ehassına omuz omuza, diz dize verip beraber ders-i Kur’ânîyi dinleyip istifade edecekler. Demek Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır.

Şu makama misal istersen, bütün Kur’ân baştan nihayete kadar bu makamın misalleridir. Evet, bütün müçtehidîn ve sıddıkîn ve hükema-i İslâmiye ve muhakkıkîn ve ulema-i usulü’l-fıkıh ve mütekellimîn ve evliya-i ârifîn ve aktâb-ı âşıkîn ve müdakkikîn-i ulema ve avâm-ı Müslimin gibi Kur’ân’ın tilmizleri ve dersini dinleyenleri müttefikan diyorlar ki, “Dersimizi güzelce anlıyoruz.” Elhasıl, sair makamlar gibi, ifham ve talim makamında dahi Kur’ân’ın lemeât-ı i’câzı parlıyor.


aktâb-ı âşıkin: Allah’a âşık tarikat şeyhleri, kutupları
âşikâre: açıkça
avâm: halk
avâm-ı Müslimin: Müslüman halk kesimi (bk. s-l-m)
câmiiyet: kapsamlılık, genişlik (bk. c-m-a)
câmiiyet-i harikulâde: olağanüstü câmiiyet, mânâ ve özellikçe kapsamlılık (bk. c-m-a)
ders-i Kur’âniye: Kur’ân dersi
efkâr: fikirler, düşünceler (bk. f-k-r)
ehass: en seçkin, en bilgili
elfâz-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın lâfızları
elhasıl: özetle
ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)
evliya-i ârifin: Allah’ı hakkıyla bilen evliyâlar (bk. v-l-y; a-r-f)
evvelki: önceki
hadis: Peygamberimize ait veya onun onayladığı söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)
havass: seçkinler, okumuşlar, bilginler
hükema-i İslâmiye: büyük İslâm filozofları (bk. ḥ-k-m; s-l-m)
ifham: anlatma, öğretme
istifade: faydalanma
istikbal: gelecek zaman
kelâm: ifade, söz (bk. k-l-m)
kulûb: kalbler
lâfz: ifade, söz
lem’a: parıltı
lemeât-ı i’câz: mu’cizelik parıltıları (bk. a-c-z)
maide-i semaviye: semâvî sofra (bk. s-m-v)
makam: mevki, derece
muhakkıkîn: gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
müçtehidîn: âyet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri (bk. c-h-d)
müdakkikîn-i ulema: gerçekleri inceden inceye araştıran âlimler (bk. a-l-m)
müştehiyât: hoşa giden lezzetli şeyler
müttefikan: ittifakla, fikir birliğiyle
nihayet: son
sair: diğer
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sükût: sessiz kalma, susma
şua: parıltı
talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m)
tarz: şekil, biçim
tilmiz: öğrenci, talebe
ukul: akıllar
ulema-i usulü’l-fıkıh ve mütekellimîn: kelâm ve fıkıh usulü âlimleri (bk. a-l-m; k-l-m)
ulûm: ilimler (bk. a-l-m)
umum: bütün, genel
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vaz edilmek: konulmak
vücuh: vecihler, yönler
zikrolunmak: belirtilmek, anılmak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.522

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/522


CUMARTESİ DERSLERİ

Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar - Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.
Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar – Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir.” Tûr Sûresi, 52:42. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? – Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.

Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar - Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir.’ Tûr Sûresi, 52:42. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar?”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA.

Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar - Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.
Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar – Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

İkinci misal:

فَذَكِّرْ فَمَۤا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلاَ مَجْنُونٍ     أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ     قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنِّى مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّصِينَ     أَمْ تَاْمُرُهُمْ اَحْلاَمُهُمْ بِهٰذَا اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ     اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَلْ لاَ يُؤْمِنُونَ     فَلْيَاْتُوا بِحَدِيثٍ مِثْلِهِ اِنْ كَانُوا صَادِقِينَ     اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَىْءٍ اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ     اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ بَلْ لاَيُوقِنُونَ     اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَۤائِنُ رَبِّكَ اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ     اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ     اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ     اَمْ تَسْئَلُهُمْ اَجْرًافَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ     اَمْ عِنْدَهُمُ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ     اَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ     اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللهِ سُبْحَانَ اللهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ 1

İşte, şu âyâtın binler hakikatlerinden yalnız beyan-ı ifhâmiyeye misal için bir hakikatini beyan ederiz. Şöyle ki:

 اَمْ ، اَمْ 2

lâfzıyla on beş tabaka istifham-ı inkârî-i taaccübî ile ehl-i dalâletin bütün aksâmını susturur ve şübehâtın bütün menşelerini kapatır. Ehl-i dalâlet için, içine girip saklanacak şeytanî bir delik bırakmıyor, kapatıyor. Altına girip gizlenecek bir perde-i dalâlet bırakmıyor, yırtıyor. Yalanlarından hiçbir yalanı bırakmıyor, başını eziyor. Herbir fıkrada, bir taifenin hülâsa-i fikr-i küfrîlerini ya bir kısa tabirle iptal eder, ya butlanı zahir olduğundan sükûtla butlanını bedâhete havale eder, veya başka âyetlerde tafsilen reddedildiği için burada mücmelen işaret eder.

Meselâ, birinci fıkra

 وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغِى لَهُ 

âyetine işaret eder. On beşinci fıkra ise

 لَوْ كَانَ فِيهِمَۤاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا 

âyetine remzeder. Daha sair fıkraları buna kıyas et. Şöyle ki:

Başta diyor: Ahkâm-ı İlâhiyeyi tebliğ et. Sen kâhin değilsin. Zira kâhinin sözleri karışık ve tahminîdir; seninki hak ve yakinîdir. Mecnun olamazsın; düşmanın dahi senin kemâl-i aklına şehadet eder.


Dipnot-1

“Sen öğüt vermeye devam et. Rabbinin sana verdiği peygamberlik nimeti hakkı için, sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun. • Yoksa onlar “O bir şâirdir, biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar? • Sen “Bekleyedurun,” de. “Ben de sizinle beraber bekliyorum.” • Onlar akıllarını kullanarak mı bunu söylüyorlar, yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur? • Yahut Kur’ân’ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların îmân etmeye niyetleri yoktur. • Eğer doğru söylüyorlarsa, Kur’ân’ın benzeri bir söz getirsinler. • Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar? Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar? • Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Doğru onların düşünüp îmân etmeye niyetleri yoktur. • Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı? Veya kâinatın tedbir ve idaresini onlar mı ele geçirdi? • Yoksa göklere çıkıp da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyle ise dinleyicileri, işittiklerine dair açık bir delil getirsin. • Yoksa kız çocukları Onun, erkek çocuklar da sizin mi? • Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler? • Yoksa gaybın ilmi onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar? • Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. • Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” Tûr Sûresi, 52:29-43.

Dipnot-2

Yoksa, yoksa…

Dipnot-3

“Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yakışmaz da.” Yâsin Sûresi, 36:69.

Dipnot-4

“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.


ahkâm-ı İlâhiye: Allah’ın hükümleri (bk. ḥ-k-m; e-l-h)aksâm: kısımlarâyât: âyetlerbedâhet: açıklık, aşikâr olmabeyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)beyan-ı ifhâmiye: delillerle susturma anlatımı (bk. b-y-n)butlan: bâtıl oluşehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)hülâsa-i fikr-i küfrî: küfür düşüncesinin özeti (bk. f-k-r; k-f-r)istifham-i inkârî-i taaccübî: “yoksa…?” diyerek şaşkınlığı ifade eder tarzda olumsuz yönde soru sorma (bk. n-k-r)kâhin: gelecekten haber veren kimsekemâl-i akl: aklın mükemmelliği (bk. k-m-l)lâfz: ifade, kelimemecnun: deli, akılsızmenşe: kaynakmücmelen: kısaca, özetle (bk. c-m-l)perde-i dalâlet: inançsızlık perdesi (bk. ḍ-l-l)remzetmek: işaret etmeksükût: sessiz kalma, susmaşehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)şübehât: şüphelertafsilen: ayrıntılı olaraktaife: topluluktebliğ etmek: bildirmek (bk. b-l-ğ)yakinî: şüphe edilmeyecek derece kesinlik (bk. y-ḳ-n)zahir: açık, görünür (bk. ẓ-h-r)

اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ 1 Âyâ, acaba muhakemesiz, âmi kâfirler gibi, sana şair mi diyorlar? Senin helâketini mi bekliyorlar? Sen de: “Bekleyiniz, ben de bekliyorum.” Senin parlak, büyük hakikatlerin şiirin hayalâtından münezzeh ve tezyinatından müstağnidir.

اَمْ تَاْمُرُهُمْ اَحْلاَمُهُمْ بِهٰذَا 2 Yahut, acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi, “Aklımız bize yeter” deyip sana ittibâdan istinkâf mı ederler? Halbuki, akıl ise sana ittibâı emreder. Çünkü bütün dediğin makuldür. Fakat akıl kendi başıyla ona yetişemez.

اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ 3 Yahut inkârlarına sebep, tâği zalimler gibi, Hakka serfuru etmemeleri midir? Halbuki, mütecebbir zalimlerin rüesaları olan Firavunların, Nemrutların akıbetleri malûmdur.

اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَلْ لاَ يُؤْمِنُونَ 4Veyahut yalancı, vicdansız münafıklar gibi, “Kur’ân senin sözlerindir” diye seni itham mı ediyorlar? Halbuki, tâ şimdiye kadar Muhammedü’l-Emin diyerek, içlerinde seni en doğru sözlü biliyorlardı. Demek onların imana niyetleri yoktur. Yoksa Kur’ân’ın âsâr-ı beşeriye içinde bir nazirini bulsunlar.

اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَىْءٍ 5Veyahut, kâinatı abes ve gayesiz itikad eden felâsife-i abesiyyun gibi, kendilerini başıboş, hikmetsiz, gayesiz, vazifesiz, hâlıksız mı zannediyorlar? Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle müsmirdir ve mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır ve evâmir-i İlâhiyeye musahharlardır.


Dipnot-1

“Yoksa onlar “O bir şâirdir, biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar?” Tûr Sûresi, 52:30.

Dipnot-2

“Yoksa bunu onlara akılları mı söylüyor?” Tûr Sûresi, 52:32.

Dipnot-3

“Yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur?” Tûr Sûresi, 52:32.

Dipnot-4

“Yahut Kur’ân’ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların iman etmeye niyetleri yoktur.” Tûr Sûresi, 52:33.

Dipnot-5

“Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar?” Tûr Sûresi, 52:35.


abes: boş ve faydasızakıbet: son, neticeâmi: cahilâsâr-ı beşeriye: insan eserleriâyâ: acabaevâmir-i İlâhiye: Allah’ın emirleri (bk. e-l-h)felâsife-i abesiyyun: içi kof olan faydasız felsefeyle uğraşan filozoflarfeylesof: felsefeciFiravun: (bk. bilgiler)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hâlık: yaratıcı (bk. ḫ-l-ḳ)hayalât: hayaller (bk. ḫ-y-l)helâket: yok oluşhikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)istinkâf etmek: kabul etmemek, çekimser kalmakitham: suçlamaitikad etmek: inanmakittibâ: tabi olma, uymakâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)makul: akla uygunmalûm: bilinen (bk. a-l-m)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)muhakemesiz: akıl yürütüp doğru netice elde edemeyen (bk. ḥ-k-m)Muhammedü’l-Emin: güvenilir Muhammed (bk. ḥ-m-d; e-m-n)musahhar: boyun eğenmuvazzaf: vazifeli, görevlimünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünenmünezzeh: kusur ve eksiklikten yüce, temiz (bk. n-z-h)müsmir: meyvelimüstağnî: ihtiyaç duymayan (bk. ğ-n-y)mütecebbir: zorbamüzeyyen: süslü (bk. z-y-n)nazir: benzer (bk. n-ẓ-r)Nemrud: (bk. bilgiler)rüesa: reisler, başkanlarserfuru: baş eğmetâği: azgın (bk. t-ğ-y)tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)zerre: atom

اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ 1 Veyahut, firavunlaşmış maddiyyun gibi, “kendi kendine oluyorlar, kendi kendini besliyorlar, kendilerine lâzım olan herşeyi yaratıyorlar” mı tahayyül ediyorlar ki, imandan, ubûdiyetten istinkâf ederler? Demek kendilerini birer hâlık zannederler. Halbuki, birtek şeyin hâlıkı, herbir şeyin hâlıkı olmak lâzım gelir. Demek kibir ve gururları onları nihayet derecede ahmaklaştırmış ki, bir sineğe, bir mikroba karşı mağlûp bir âciz-i mutlakı, bir kadîr-i mutlak zannederler. Madem bu derece akıldan, insaniyetten sukut etmişler. Hayvandan, belki cemâdattan daha aşağıdırlar. Öyle ise bunların inkârlarından müteessir olma. Bunları dahi bir nevi muzır hayvan ve pis maddeler sırasına say. Bakma, ehemmiyet verme.

اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ بَلْ لاَيُوقِنُونَ 2 Veyahut, Hâlıkı inkâr eden fikirsiz, sersem muattıla gibi, Allah’ı inkâr mı ediyorlar ki Kur’ân’ı dinlemiyorlar? Öyle ise, semâvât ve arzın vücutlarını inkâr etsinler; veyahut “Biz halk ettik” desinler, bütün bütün aklın zıvanasından çıkıp divaneliğin hezeyanına girsinler. Çünkü, semâda yıldızları kadar, zeminde çiçekleri kadar berâhin-i tevhid görünüyor, okunuyor. Demek yakîne ve hakka niyetleri yoktur. Yoksa bir harf kâtipsiz olmaz bildikleri halde, nasıl bir harfinde bir kitap yazılan şu kâinat kitabını kâtipsiz zannediyorlar?

اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَۤائِنُ رَبِّكَ 3 Veyahut, Cenâb-ı Hakkın ihtiyarını nefyeden bir kısım hükemâ-yı dâlle gibi ve Berahime gibi, asl-ı nübüvveti mi inkâr ediyorlar, sana iman getirmiyorlar? Öyle ise, bütün mevcudatta görünen ve ihtiyar ve iradeyi gösteren bütün âsâr-ı hikmeti ve gayâtı ve intizâmâtı ve semerâtı ve âsâr-ı rahmet  


Dipnot-1

“Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar?” Tûr Sûresi, 52:35.

Dipnot-2

“Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Doğrusu onların düşünüp iman etmeye niyetleri yoktur.” Tûr Sûresi, 52:36.

Dipnot-3

“Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı?” Tûr Sûresi, 52:37.


âciz-i mutlak: son derece güçsüz (bk. a-c-z; ṭ-l-ḳ)arz: yer, dünyaâsâr-ı hikmet: hikmet eserleri (bk. ḥ-k-m)âsâr-ı rahmet: rahmet eserleri (bk. r-ḥ-m)asl-ı nübüvvet: peygamberliğin aslı, temeli (bk. n-b-e)Berahime: Berehmenler; bâtıl ve sapkın Hind ve Mecusî dinlerinin reisleriberâhin-i tevhid: tevhid delilleri (bk. v-ḥ-d)cemâdat: cansız varlıklarCenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)divanelik: delilik, akılsızlıkfiravunlaşmak: kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görmegayât: gayelerhak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâlık: yaratıcı; herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)hezeyan: saçmalamahükemâ-yı dâlle: hak yoldan sapmış felsefeciler (bk. ḥ-k-m; ḍ-l-l)ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)inkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r)insaniyet: insanlıkintizâmât: intizamlar, düzenlilikler (bk. n-ẓ-m)irade: dileme, tercih, istek (bk. r-v-d)istinkâf etmek: kabul etmemek, çekimser kalmakkadîr-i mutlak: sınırsız güç sahibi (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kâtip: yazar (bk. k-t-b)maddiyyun: materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlarmağlûp: yenilenmevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)muattıla: Allah’ı veya Allah’ın sıfatlarını inkâr edenmuzır: zararlımüteessir olmak: üzülmeknefyetmek: inkâr etmeknevi: çeşitnihayet: sonsemâ: gök (bk. s-m-v)semâvat: gökler (bk. s-m-v)semerât: meyveler, neticelersukut etmek: düşmektahayyül etmek: hayal etmek (bk. ḫ-y-l)ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)vücut: varlık (bk. v-c-d)yakîn: şüphesiz, kesin bilgi (bk. y-ḳ-n)zemin: yeryüzü

ve inâyâtı ve bütün enbiyanın bütün mu’cizatlarını inkâr etsinler. Veya “Mahlûkata verilen ihsânâtın hazineleri yanımızda ve elimizdedir” desinler, kabil-i hitap olmadıklarını göstersinler. Sen de onların inkârından müteellim olma; “Allah’ın akılsız hayvanları çoktur” de.

اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ 1 Veyahut, aklı hâkim yapan mütehakkim Mutezile gibi, kendilerini Hâlıkın işlerine rakîb ve müfettiş tahayyül edip Hâlık-ı Zülcelâli mes’ul tutmak mı istiyorlar? Sakın fütur getirme. Öyle hodbinlerin inkârlarından birşey çıkmaz. Sen de aldırma.

اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ 2 Veyahut, cin ve şeytana uyup kehanetfuruşlar, ispritizmacılar gibi, âlem-i gayba başka bir yol mu bulunmuş zannederler? Öyle ise, şeytanlarına kapanan semâvâta, onunla çıkılacak bir merdivenleri mi var tahayyül ediyorlar ki, senin semâvî haberlerini tekzip ederler? Böyle şarlatanların inkârları, hiç hükmündedir.

اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ 3 Veyahut, ukul-ü aşere ve erbâbü’l-envâ namıyla şerikleri itikad eden müşrik felâsife gibi ve yıldızlara ve melâikelere bir nevi ulûhiyet isnad eden Sâbiiyyun gibi, Cenâb-ı Hakka veled nisbet eden mülhid ve dâllinler gibi, Zât-ı Ehad ve Samedin vücub-u vücuduna, vahdetine, samediyetine,


Dipnot-1

“Veya kâinatın tedbir ve idaresini onlar mı ele geçirdi?” Tûr Sûresi, 52:37.

Dipnot-2

“Yoksa göklere çıkıp da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyle ise dinleyicileri, işittiklerine dair açık bir delil getirsin.” Tûr Sûresi, 52:38.

Dipnot-3

“Yoksa kız çocukları Onun, erkek çocuklar da sizin mi?” Tûr Sûresi, 52:39.


âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)dâllin: hak yoldan sapanlar (bk. ḍ-l-l)enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)erbâbü’l-envâ: türlerin yöneticileri; bir felsefî iddiaya göre her türün bir tanrısı¬nın olması (bk. r-b-b)felâsife: felsefecilerfütur: usançhâkim: hükmeden, yargılayan (bk. ḥ-k-m)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)hodbin: bencil, kibirliihsanât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)inâyât: ikramlar, yardımlar (bk. a-n-y)inkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r)isnad: dayandırma (bk. s-n-d)ispritizmacı: ruh çağırarak onlarla ilişki kurduğu iddiasında bulunanitikad etmek: inanmakkabil-i hitap: muhatap alınabilen (bk. ḫ-ṭ-b)kehanetfuruş: kâhinlik, falcılık yapanmahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)melâike: melekler (bk. m-l-k)mes’ul: sorumlumu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)Mutezile: aklı temel kabul ederek Kur’ân ve sünneti kendi akıllarına uydurmaya çalışan ehl-i sünnet dışı bâtıl bir mezhepmüfettiş: teftiş edenmülhid: dinsiz, inkârcımüşrik: Allah’a ortak koşanmüteellim olmak: acı duymak, üzülmekmütehakkim: zorba (bk. ḥ-k-m)nam: adnevi: tür, çeşitnisbet etmek: bağ kurmak (bk. n-s-b)rakîb: kontrol eden, gözetleyenSâbiiyyun: yıldızlara tapanlarsamediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)semâvat: gökler (bk. s-m-v)semâvî: vahiyle gelmiş olan (bk. s-m-v)şarlatan: yalancı, aldatıcışerik: ortaktahayyül etmek: hayal etmek (bk. ḫ-y-l)tekzip etmek: yalanlamakukul-ü aşere: bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl; birincisi Allah’ın yarattığı akıl, diğerleri de ondan türemiş akıllarulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)veled: evlat, çocukvücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)Zât-ı Ehad ve Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde O hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)

istiğna-yı mutlakına zıt olan veledi nisbet ve melâikenin ubûdiyetine ve ismetine ve cinsiyetine münafi olan ünûseti isnad mı ederler? Kendilerine şefaatçi mi zannederler ki, sana tâbi olmuyorlar? İnsan gibi mümkin, fâni, bekà-yı nev’ine muhtaç ve cismanî ve mütecezzî, tekessüre kabil ve âciz, dünyaperest, yardımcı bir vârise muhtaç ve müştak mahlûklar için vasıta-i tekessür ve teâvün ve rabıta-i hayat ve bekà olan tenasül, elbette ve elbette vücudu vacip ve daim, bekàsı ezelî ve ebedî, zâtı cismâniyetten mücerred ve muallâ ve mahiyeti, tecezzî ve tekessürden münezzeh ve müberrâ ve kudreti aczden mukaddes ve bîhemtâ olan Zât-ı Zülcelâle evlât isnad etmek; hem o âciz, mümkin, miskin insanlar dahi beğenmedikleri ve izzet-i mağrurânesine yakıştıramadıkları bir nevi evlât, yani hadsiz kızları isnad etmek öyle bir safsatadır ve öyle bir divanelik hezeyanıdır ki, o fikirde olan heriflerin tekzipleri, inkârları hiçtir. Aldırmamalısın. Herbir sersemin safsatasına, her divanenin hezeyanına kulak verilmez.

اَمْ تَسْئَلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ 1 Veyahut, hırsa, hıssete alışmış tâği, bâği dünyaperestler gibi, senin tekâlifini ağır mı buluyorlar ki senden kaçıyorlar? Ve bilmiyorlar mı ki, sen ecrini, ücretini yalnız Allah’tan istiyorsun? Ve onlara Cenâb-ı Hak tarafından verilen maldan hem bereket, hem fakirlerin haset ve beddualarından kurtulmak için, ya ondan veya kırktan birisini kendi fakirlerine vermek ağır birşey midir ki, emr-i zekâtı ağır görüp İslâmiyetten çekiniyorlar? Bunların tekzipleri ehemmiyetsiz olmakla beraber, hakları tokattır, cevap vermek değil!


Dipnot-1

“Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler?” Tûr Sûresi, 52:40.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)bâği: âsi, zâlimbekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)bekà-yı nev’: türün varlığını sürdürmesi (bk. b-ḳ-y)bihemtâ: benzersiz, eşsizCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)cismanî: maddi vücuda sahipcismâniyet: maddî vücuda sahip olmadaim: devamlıdivanelik: delilik, akılsızlıkdünyaperest: dünyaya aşırı derecede düşkünebedî: sonsuz (bk. e-b-d)ecr: ücret, mükâfatemr-i zekât: zekât emrievlât: çocukezelî: başlangıcı olmama (bk. e-z-l)fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)hadsiz: sayısızhaset: kıskançlıkhezeyan: saçmalamahısset: cimrilik, tamahkârlıkinkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r)ismet: günahsızlıkisnad etmek: dayandırmak (bk. s-n-d)istiğna-yı mutlak: Allah’ın sınırsız zenginliğe sahip olması (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)izzet-i mağrurâne: gururluca izzet, şeref (bk. a-z-z)kabil: kabiliyetlikudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)mahiyet: asıl, esas, nitelikmahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)melâike: melekler (bk. m-l-k)muallâ: yüce, yüksekmukaddes: kutsal, her türlü kusur ve noksanlıktan uzak (bk. ḳ-d-s)müberrâ: arınmış, uzakmücerred: soyutlanmış, tekmümkin: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olan, Allah’ın var etmesine bağlı olan (bk. m-k-n)münafi: zıt, aykırımünezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)müştak: düşkün, isteklimütecezzî: parça parça olma (bk. c-z-e)nevi: çeşitnisbet etmek: bağ kurmak (bk. n-s-b)rabıta-i hayat: hayat bağı (bk. ḥ-y-y)safsata: yalan, uydurmaşefaatçı: af için aracılık eden (bk. ş-f-a)tâbi olma: uymatâği: şımarık, azgın (bk. t-ğ-y)teâvün: yardımlaşmatecezzî: parçalara ayrılma (bk. c-z-e)tekâlüf: teklifler, yükümlülüklertekessür: çoğalma (bk. k-s̱-r)tekzip: yalanlamatenasül: üremeubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)ünûset: dişilikvâcip: zorunlu (bk. v-c-b)vâris: mirasçıvasıta-ı tekessür: çoğalma vasıtası (bk. k-s̱-r)veled: evlat, çocukvücud: varlık (bk. v-c-d)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)

اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ 1 Veyahut, gayb-âşinâlık dâvâ eden Budeîler2 gibi ve umur-u gaybiyeye dair tahminlerini yakîn tahayyül eden akılfuruşlar gibi, senin gaybî haberlerini beğenmiyorlar mı? Gaybî kitapları mı var ki senin gaybî kitabını kabul etmiyorlar? Öyle ise, vahye mazhar resullerden başka kimseye açılmayan ve kendi başıyla ona girmeye kimsenin haddi olmayan âlem-i gayb kendi yanlarında hazır, açık tahayyül edip ondan malûmat alarak yazıyorlar hülyasında bulunuyorlar. Böyle haddinden hadsiz tecavüz etmiş mağrur hodfuruşların tekzipleri sana fütur vermesin. Zira az bir zamanda senin hakikatlerin onların hülyalarını zir ü zeber edecek.

اَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ 3 Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? Böyle hilebaz şarlatanları insan sayıp desiselerinden, inkârlarından müteessir olarak fütur getirme. Belki daha ziyade gayret et. Çünkü onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler. Ve onların fenalıkta muvaffakiyetleri muvakkattir ve istidraçtır, bir mekr-i İlâhîdir.

اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللهِ سُبْحَانَ اللهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ 4 Veyahut, hâlık-ı hayır ve hâlık-ı şer namıyla ayrı ayrı iki ilâh tevehhüm eden Mecusîler gibi ve ayrı ayrı esbaba


Dipnot-1

“Yoksa gaybın ilmi onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar?” Tûr Sûresi, 52:41.

Dipnot-2

Buda dinine mensup olanlar, Budistler.

Dipnot-3

“Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir.” Tûr Sûresi, 52:42.

Dipnot-4

“Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” Tûr Sûresi, 52:43.


akılfuruş: aklını beğendirmeye çalışanâlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)Budeî: Budistlerdâvâ: iddiadesise: hiledessas: hilekâr, aldatıcıesbab: sebepler (bk. s-b-b)fenalık: kötülük (bk. f-n-y)fıtrat: yaratılış, mizaç, karakter (bk. f-ṭ-r)fütur: usanç, gevşeklikgayb-âşinalık: gaybdan haber verme (bk. ğ-y-b)gaybî: görünmeyen âlemlerden gelen (bk. ğ-y-b)hadd: yetkihadsiz: sınırsızhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hâlık-ı hayır: iyiliğin yaratıcısı (bk. ḫ-l-ḳ; ḫ-y-r)hâlık-ı şer: kötülüğün yaratıcısı (bk. ḫ-l-ḳ)hidayet: doğru ve hak yol, İslâmiyet (bk. h-d-y)hilebaz: hilekâr, aldatıcıhodfuruş: kendi kendini beğenen, meziyetlerini satmaya çalışanhülya: hayal (bk. ḫ-y-l)inkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r)istidraç: Allah tarafından günahkâr kişilere verilen bir takım olağanüstü haller ve üstünlüklerkâh: bazenkâhin: falcı, gelecekten haber veren kimsemağrur: gururlumalûmat: bilgiler (bk. a-l-m)mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)mecnun: deli, akılsızMecusî: ateşperest, ateşe tapanmekr-i İlâhî: Allah’ın hilesi, düzeni (bk. e-l-h)muvaffakiyet: başarımuvakkat: geçicimünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünenmüteessir: etkilenmiş, üzüntülünefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)resul: peygamber (bk. r-s-l)sâhir: sihirbazşarlatan: yalancı, aldatıcıtahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)tecavüz: ileri gitme, sınırı aşmatekzip: yalanlamatevehhüm: vehimlenmek, sanmakumur-u gaybiye: gaybî, bilinmeyen şeyler (bk. ğ-y-b)vahy: Allah tarafından gönderilen ve bildirilen şey (bk. v-ḥ-y)yakîn: şüphesiz, kesin bilgi (bk. y-ḳ-n)zındık: dinsizzir ü zeber: darmadağınık, alt üstziyade: çok, fazla

bir nevi ulûhiyet veren ve onları kendilerine birer nokta-i istinad tahayyül eden esbabperestler, sanemperestler gibi, başka ilâhlara dayanıp sana muâraza mı ederler? Senden istiğna mı ediyorlar? Demek لَوْ كَانَ فِيهِمَۤا اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا 1 hükmünce, şu bütün kâinatta gündüz gibi görünen bu intizam-ı ekmeli, bu insicam-ı ecmeli, kör olup görmüyorlar. Halbuki bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam zir ü zeber olur ve insicam herc ü merce düşer. Halbuki, sinek kanadından, tâ semâvât kandillerine kadar, o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke yer bırakılmamış. Madem bunlar bu derece hilâf-ı akıl ve hikmet ve münâfi-i his ve bedâhet hareket ediyorlar; onların tekzipleri seni tezkirden vazgeçirmesin.

İşte, silsile-i hakaik olan şu âyâtın yüzer cevherlerinden, yalnız ifham ve ilzama dair birtek cevher-i beyanîsini icmâlen beyan ettik. Eğer iktidarım olsaydı, birkaç cevherlerini daha gösterseydim, “Şu âyetler tek başıyla bir mu’cizedir” sen dahi diyecektin.


Dipnot-1

“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi.” Enbiya Sûresi, 21:22.


âmi: cahilâyât: ayetlerbasitâne: basitçebeyan: açıklama (bk. b-y-n)beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)cevher-i beyanî: beyâna dair cevher (bk. b-y-n)esbabperest: sebeplere tapan (bk. s-b-b)fikr-i avâm: halkın düşüncesi (bk. f-k-r)hakaik-i gàmıza: derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)herc ü merc: karışıklık, dağınıklıkhilâf-ı akıl ve hikmet: akla ve hikmete aykırı (bk. ḥ-k-m)hiss-i âmme: genelin duygusuicmâlen: özetle, kısaca (bk. c-m-l)ifham: (he ile) anlatmailzam: susturma, mağlup etmeinsicam: düzgünlük, uyumluluk, pürüzsüz olmainsicam-ı ecmel: çok güzel uyumluluk, hiç pürüzü olmama (bk. c-m-l)intizam: düzen, tertip (bk. n-ẓ-m)intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzenlilik (bk. n-ẓ-m; k-m-l)istiğna: ihtiyaç duymama (bk. ğ-n-y)istimal: kullanmakâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)letafetli: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)muâraza: sözle mücadelemünâfi-i his ve bedâhet: duygu ve açıklığa zıtmütekellim: konuşan (bk. k-l-m)nazar-ı umumî: umumun bakışı (bk. n-ẓ-r)nevi: çeşit, türnokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)rencide etmek: incitmeksanemperest: puta tapanselâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)semâvat: gökler (bk. s-m-v)silsile-i hakaik: gerçekler zinciri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)şirk: ortaktabirat: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)taciz: rahatsız etme, sıkıntı vermetahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)talim: öğretme (bk. a-l-m)tefehhüm etmek: anlamaktekzip: yalanlamatezkir: hatırlatmaulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)zahirâne: açıkça (bk. ẓ-h-r)zir ü zeber: darmadağınık, alt üst

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.515

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/516


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.
İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ