Eğitim ve Öğretime, Bilgi ve Bilime Farklı Bir Bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ Yerine MÂNÂ-YI HARFİ İle Bakış. Kâr Amacı Gütmeyen Ücretsiz Açık Kaynak Bir Eğitim Sitesi. A Different Perspective on Education and Teaching, Knowledge and Science; Glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. A Free Non-Profit Open Source Education Site.
Derslerin içerikleri ve bilimler ile ilgili gerçekliği ve hakikatı gösteren farklı bir tefsir, farklı bir yorum. Bu yorumdan elektrik ile ilgili bir örnek grafikleislamiyet.com isimli site tarafından afiş haline getirilmiş dersdunyasi.net tarafından Poster 6 olarak hazırlanıp yayınlanmıştır. Bu bölüm Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Şuâlar isimli eserinden On Birinci Şuâ Meyve Risâlesi Altıncı Mes’ele’de yer almaktadır.
Altıncı Mesele
…
Kastamonu’da lise talebelerinden bir kısmı yanıma geldiler. “Bize Hâlıkımızı tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar” dediler.
Ben dedim:
Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyla mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlıkı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz.
…
Hem nasılki bir harika şehirde milyonlar elektrik lâmbaları hareket ederek her yeri gezerler. Yanmak maddeleri tükenmiyor bir tarzdaki elektrik lâmbaları ve fabrikası, şeksiz, bedahetle elektriği idare eden ve seyyar lâmbaları yapan ve fabrikayı kuran ve iştial maddelerini getiren bir mu’cizekâr ustayı ve fevkalâde kudretli bir elektrikçiyi hayretler ve tebriklerle tanıttırır, yaşasınlar ile sevdirir.
Aynen öyle de, bu âlem şehrinde, dünya sarayının damındaki yıldız lâmbaları, bir kısmı—kozmoğrafyanın dediğine bakılsa—küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa sür’atli hareket ettikleri halde, intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan ve bir misafirhane-i Rahmâniyede bir lâmba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için, her gün küre-i arzın denizleri kadar gazyağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvî yıldızları gazyağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber ve çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lâmbaları ve idareleri ne derece o misâlden daha büyük, daha mükemmeldir; o derecede, sizin okuduğunuz veya okuyacağınız, fenn-i elektrik mikyasıyla, bu meşher-i âzam-ı kâinatın Sultanını, Münevvirini, Müdebbirini, Sâniini, o nuranî yıldızları şahit göstererek tanıttırır, tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiş ettirir.
…
acip: şaşırtıcı, hayret verici arz: dünya bârekallah: Allah ne mübarek yaratmış, ne kadar hayırlı ve mübarek kılmış bedahet: ap açıklık fenn-i elektrik: elektrik bilimi fevkalâde: olağanüstü gayet: son derece hüner: beceri, ustalık iktidar: güç, kudret intizam: disiplin, düzen iştial: yanma, tutuşma kâinat: evren, yaratılan herşey kâtip: yazan, yazıcı kemâlât: faziletler, iyilikler, mükemmel özellikler kitab-ı kebir: büyük kitap, kâinat kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi kudret: güç ve iktidar küre-i arz: yer küre, dünya
mânidar: anlamlı maşaallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmış mecmua: kitap, dergi meşher-i âzam-ı kâinat: büyük kâinat sergisi mikyas: ölçü misafirhane-i Rahmâniye: Allah’ın sonsuz rahmetiyle kulları için bir konak gibi hazırladığı dünya misal: örnek, benzetme mu’cizekâr: mu’cize gösteren Müdebbir: idare eden, ilmiyle herşeyin sonunu görüp ona göre hikmetle iş yapan Allah müellif: telif eden, yazan Münevvir: herşeyi maddî ve mânevî nurlandıran, sonsuz nur sahibi Allah musannif: sınıflandıran, düzenleyen
nihayetsiz: sınırsız, sonsuz nuranî: nurlu, parlak perestiş ettirmek: sevdirmek Sâni: herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah şehr-i muhteşem: muhteşem şehir şeksiz: kuşkusuz, şüphesiz seyyar: gezen, dolaşan Sultan: hükümdâr, yönetici; Allah sûre-i Kur’âniye: Kur’ân’ın sûresi takdisat: kutsamalar, Allah’ı her türlü eksiklik ve çirkinlikten yüce tutmalar tesbihat: Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma teyid etmek: desteklemek ulvî: yüce, yüksek zemin: yer ziyade: çok, fazla
https://dersdunyasi.net/ olarak düzenlediğimiz Cumartesi Derslerinde bu hafta Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler isimli eserinden On Üçüncü Sözün İkinci Makamının Zeyli “Leyle-i Kadîrde ihtar edilen bir mesele-i mühimme” konusu işlenmektedir.
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Leyle-i Kadîrde ihtar edilen bir mesele-i mühimme
On Üçüncü Sözün İkinci Makamının Zeyli
Leyle-i Kadîrde kalbe gelen pek geniş ve uzun bir hakikate, pek kısaca bir işaret edeceğiz. Şöyle ki:
Nev-i beşer bu son Harb-i Umumînin eşedd-i zulüm ve eşedd-i istibdadıyla ve merhametsiz tahribatıyla ve birtek düşmanın yüzünden yüzer masumu perişan etmesiyle ve mağlûpların dehşetli meyusiyetleriyle ve galiplerin dehşetli telâş
adavet: düşmanlık âhiret: öteki dünya (bk. e-ḫ-r) aziz: çok değerli, izzetli (bk. a-z-z) bâd-ı heva: boşu boşuna, faydasız biçare: çaresiz, zavallı cihet: yön Denizli: (bk. bilgiler) eşedd-i istibdat: baskının en şiddetlisi eşedd-i zulüm: zulmün en şiddetlisi (bk. ẓ-l-m) fitrî: yaratılıştan gelen (bk. f-ṭ-r) galip: yenen, üstün gelen gam: sıkıntı, üzüntü
güya: sanki hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ihtar: hatırlatma inâyet-i İlâhiye: Allah’ın yardımı, lütfu (bk. a-n-y; e-l-h) irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d) kat’î: kesin Leyle-i Kadir: Kadir gecesi mağlup: yenilen mahpus: hapsedilmiş olan maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ) mavzer: bir cins tüfek mesele-i mühimme: önemli mesele (bk. m-s̱-l) meyusiyet: ümitsizlik
mübarek: bereketli, uğurlu (bk. b-r-k) musibetzede: felakete uğramış nev-i beşer: insanlık, insan türü revolver: tabanca, küçük silah sadakat: bağlılık (bk. ṣ-d-ḳ) son Harb-i Umumî: İkinci Dünya Savaşı tahribat: yıkımlar, bozmalar tecavüz: saldırma, sataşma uhuvvet-i İslâmiye: İslâm kardeşliği (bk. s-l-m) zayi: kayıp zeyl: ilâve, ek
ve hâkimiyetlerini muhafaza ve büyük tahribatlarını tamir edememelerinden gelen dehşetli vicdan azaplarıyla ve dünya hayatının bütün bütün fâni ve muvakkat olması ve medeniyet fantaziyelerinin aldatıcı ve uyutucu olduğu umuma görünmesiyle ve fıtrat-ı beşeriyedeki yüksek istidadatın ve mahiyet-i insaniyesinin umumî bir surette dehşetli yaralanmasıyla ve gaflet ve dalâletin, sert ve sağır olan tabiatın, Kur’ân’ın elmas kılıcı altında parçalanmasıyla ve gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi olan siyaset-i rû-yi zeminin pek çirkin, pek gaddârâne hakikî sureti görünmesiyle, elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki: Şimalde, garpta, Amerika’da emareleri göründüğüne binaen, nev-i beşerin mâşuk-u mecazîsi olan hayat-ı dünyeviye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak.
Ve elbette, hiç şüphe yok ki: Bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şakirdi bulunan ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan ve her dakikada milyonlar hafızların kalbinde kudsiyet ile bulunup lisanlarıyla beşere ders veren ve hiçbir kitapta emsali bulunmayan bir tarzda beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren ve bütün beşerin yaralarını tedavi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarihan ve işareten on binler defa dâvâ edip haber veren ve sarsılmaz, kat’î delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle hayat-ı bâkiyeyi kat’iyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi; elbette nev-i beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyamet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın din-i hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi rû-yi zeminin geniş kıt’aları ve büyük hükûmetleri Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyanı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün ruh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü bu hakikat noktasında, kat’iyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz ve hiçbir şey bu mucize-i ekber in yerini tutamaz.
Amerika: (bk. bilgiler) âyât: âyetler beşer: insanlar binâen: –dayanarak cemiyet: dernek (bk. c-m-a) dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) din-i hak: hak din, İslâmiyet (bk. ḥ-ḳ-ḳ) ehl-i hakikat: hak ve doğru yolda olanlar (bk. ḥ-ḳ-ḳ) emare: belirti, işaret emsal: benzerler (bk. m-s̱-l) fâni: ölümlü, geçici (bk. f-n-y) fantaziye: aşırı süs ve lüks, yalandan gösteriş Finlandiya: (bk. bilgiler) fıtrat-ı beşeriye: insanın yaratılışı, tabiatı (bk. f-ṭ-r) gaddârâne: acımasızca, zulmederek gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l) garp: batı hadsiz: sayısız hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hatip: konuşmacı (bk. ḫ-ṭ-b) hayat-ı bâkiye: devamlı ve kalıcı hayat (bk. ḥ-y-y; b-ḳ-y) hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı (bk. ḥ-y-y) hüccet: delil hükûmet: yönetim, idare (bk. ḥ-k-m) İngiltere: (bk. bilgiler) istidadat: kabiliyetler, yetenekler (bk. a-d-d) İsveç: (bk. bilgiler) kat’î: kesin kat’iyen: kesinlikle kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m) kudsiyet: kusur ve noksandan uzak oluş, kutsallık (bk. ḳ-d-s) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) lisan: dil mahiyet-i insaniye: insanın niteliği, iç yüzü
mâşuk-u mecazî: gerçek sevgiye layık olmadığı halde aşık olunan şeyler (bk. c-v-z) misil: benzer (bk. m-s̱-l) mu’cize-i ekber: en büyük mu’cize (bk. a-c-z; k-b-r) muhafaza: koruma (bk. ḥ-f-ẓ) muvakkat: geçici nev-i beşer: insanlık, insan türü Norveç: (bk. bilgiler) rû-yi zemin: yeryüzü saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) şakird: talebe, öğrenci sarihan: açıkça şimal: kuzey siyaset-i rû-yi zemin: dünya siyaseti suret: şekil, görüntü (bk. ṣ-v-r) tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a) tahribat: yıkımlar, bozmalar tasdik: doğrulama, onaylama (bk. ṣ-d-ḳ) umum: genel, herkes
Saniyen: Madem Risale-i Nur, bu mucize-i kübrânın elinde bir elmas kılıç hükmünde hizmetini göstermiş ve muannid düşmanlarını teslime mecbur etmiş. Hem kalbi, hem ruhu, hem hissiyatı tam tenvir edecek ve ilâçlarını verecek bir tarzda hazine-i Kur’âniyenin dellâllığını yapan ve ondan başka me’hazı ve mercii olmayan ve bir mucize-i mâneviyesi bulunan Risale-i Nur o vazifeyi tam yapıyor. Ve aleyhindeki dehşetli propagandalara ve gayet muannid zındıklara tam galebe çalmış. Ve dalâletin en sert, kuvvetli kalesi olan tabiatı, Tabiat Risalesi ile parça parça etmiş. Ve gafletin en kalın ve boğucu ve geniş daire-i âfâkında ve fennin en geniş perdelerinde Asâ-yı Mûsâ’daki Meyvenin Altıncı Meselesi ve Birinci, İkinci, Üçüncü, Sekizinci Hüccetleriyle gayet parlak bir tarzda gafleti dağıtıp nur-u tevhidi göstermiş.
burhan: delil daire-i âfâk: çok büyük ve geniş daire dalâlet: hak yoldan sapkınlık, inançsızlık (bk. ḍ-l-l) dellal: davetçi, ilâncı eczahane-i kübra: büyük eczane (bk. k-b-r) fen: bilim dalı fenn-i tıb: tıp bilimi gaflet: umursamazlık, âhiretten ve Allah’ın emir ve yasaklarından habersiz davranma (bk. ğ-f-l) galebe çalmak: üstün gelmek hakîm: bilgili, hikmetli (bk. ḥ-k-m) Hakîm-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l) Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
hayvanat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) hazine-i Kur’âniye: Kur’ân hazinesi hissiyat: hisler, duygular hüccet: kanıt, delil iman-ı billâh: Allah’a iman (bk. e-m-n) izah: açıklama Kastamonu: (bk. bilgiler) kat’î: kesin küllî: çok, kapsamlı (bk. k-l-l) küre-i arz: yerküre, dünya lisan-ı mahsus: özel dil macun: karışım halinde ilaç me’haz: kaynak merci: başvurulacak, sığınılacak yer mikyas: ölçek mizan: ölçü (bk. v-z-n) mu’cize-i kübrâ: en büyük mu’cize (bk. a-c-z; k-b-r) mu’cize-i mâneviye: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z; a-n-y)
muallim: öğretmen (bk. a-l-m) muannid: inatçı mütemadiyen: sürekli olarak nebatat: bitkiler nisbet: oran (bk. n-s-b) nur-u tevhid: Allah’ın birliğini gösteren nur (bk. n-v-r; v-ḥ-d) rükn: esas, şart (bk. r-k-n) saniyen: ikinci olarak tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a) Tabiat Risalesi: Yirmi Üçüncü Lem’a (bk. ṭ-b-a; r-s-l) tenvir: nurlandırma, aydınlatma (bk. n-v-r) tiryak: ilâç zîhayat: canlı (bk. ẕî; ḥ-y-y) zındık: dinsiz