“Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir.” Rum Sûresi, 30:22.  “Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.

"Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir." Rum Sûresi, 30:22.  "Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır." Yâsin Sûresi, 36:80. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir.” Rum Sûresi, 30:22.  “Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – ÜÇÜNCÜ IŞIK.

"Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir." Rum Sûresi, 30:22.  "Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır." Yâsin Sûresi, 36:80. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.
“Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir.” Rum Sûresi, 30:22.  “Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 6.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BEŞİNCİ LEM’A:

Kur’ân’ın üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık var.

ÜÇÜNCÜ IŞIK:

Kur’ân’ın i’cazkârâne îcâzıdır. Kâh olur ki, uzun bir silsilenin iki tarafını öyle bir tarzda zikreder ki, güzelce silsileyi gösterir. Hem kâh olur ki, bir kelimenin içine sarihan, işareten, remzen, imâen bir dâvânın çok burhanlarını derc eder.

Meselâ,

وَمِنْ اٰيَاتِهِ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَاخْتِلاَفُ اَلْسِنَتِكُمْ وَاَلْوَانِكُمْ     1

de, âyât ve delâil-i vahdâniyet silsilesini teşkil eden silsile-i hilkat-i kâinatın mebde’ ve müntehâsını zikirle o ikinci silsileyi gösterir, birinci silsileyi okutturuyor.

Evet, bir Sâni-i Hakîme şehadet eden sahâif-i âlemin birinci derecesi, semâvât ve arzın asl-ı hilkatleridir. Sonra gökleri yıldızlarla tezyin ile zeminin zîhayatlarla şenlendirilmesi, sonra güneş ve ayın teshiriyle mevsimlerin değişmesi, sonra gece ve gündüzün ihtilâf ve deveranı içindeki silsile-i şuûnâttır. Daha gele gele, tâ kesretin en ziyade intişar ettiği mahal olan simaların ve seslerin hususiyetlerine ve imtiyazlarına ve teşahhuslarına kadar… Madem ki en ziyade intizamdan uzak ve tesadüfün karışmasına maruz olan fertlerin simalarındaki teşahhusatta hayret verici bir intizam-ı hakîmâne bulunsa, üzerinde gayet san’atkâr bir Hakîmin kalemi işlediği gösterilse, elbette intizamları zahir olan sair sahifeler kendi kendine anlaşılır, Nakkâşını gösterir. Hem madem koca semâvât ve


Dipnot-1

“Göklerin ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da yine Onun âyetlerindendir.” Rum Sûresi, 30:22.


arz: yer, dünya
asl-ı hilkat: yaratılış başlangıcı (bk. ḫ-l-ḳ)
âyât: âyetler
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın âyetleri
burhan: güçlü delil
câmiiyet: kapsamlılık (bk. c-m-a)
delâil-i vahdâniyet: Allah’ın birliğinin delilleri (bk. v-ḥ-d)
derc etmek: yerleştirmek
deveran: dönüş
durub-u emsal: atasözleri (bk. m-s̱-l)
ehl-i hakikat: gerçeği ve doğruyu bulan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
elzem: çok lüzumlu
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
Hakîm: herşeyi hikmetle yapan Allah (bk. ḥ-k-m)
hâsiyet: özellik
hususiyet: özellik
i’cazkârâne: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
îcâz: az sözle çok mânâlar anlatma (bk. v-c-z)
ihtilâf: farklılık
imâen: imâ ederek
imtiyaz: farklılık
intişar etmek: yayılmak
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
intizam-ı hakîmâne: hikmetli bir düzen (bk. n-ẓ-m; ḥ-k-m)
kâh: bazen
kat’-ı merâtip etmek: mertebeler katetmek, aşmak
kesret: çokluk (bk. k-s̱-r)
mabeyn: ara
mahal: yer
makbul: kabul görmüş
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
mebde’: başlangıç
müntehâ: son
Nakkaş: herşeyi san’atlı bir şekilde nakış nakış işleyen Allah (bk. n-ḳ-ş)
rehber-i mutlak: her bakımdan rehber (bk. ṭ-l-ḳ)remzen: işareten
sahaîf-i âlem: âlem sahifeleri (bk. a-l-m)
sair: diğer
Sâni-i Hakîm: herşeyi hikmetle ve san’atla yapan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ -k-m)
sarihan: açıkça
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
silsile: zincir
silsile-i hilkat-i kâinat: kâinatın yaratılış devreleri (bk. ḫ-l-ḳ; k -v-n)
silsile-i şuûnat: işler zinciri (bk. ş-e-n)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
tabakat-ı ehl-i kemâl: kemâl sahibi insanların tabakaları, grupları (bk. k-m-l)
terakkiyat: terakkiler, ilerlemeler
teshir: boyun eğdirme
teşahhus: şahıslanma, belirlenme
teşahhusat: şahıslanmalar, belirlenmeler
teşkil etmek: meydana getirmek
tezyin: süsleme (bk. z-y-n)
zahir: görünen (bk. ẓ-h-r)
zemin: yeryüzü
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)
zikretmek: anmak, belirtmek
ziyade: fazla

arzın asl-ı hilkatinde eser-i san’at ve hikmet görünüyor. Elbette kâinat sarayının binasında temel taşı olarak gökleri ve zemini hikmetle koyan bir Sâniin, sair eczalarında eser-i san’atı, nakş-ı hikmeti pek çok zahirdir. İşte şu âyet, hafîyi izhar, zahirîyi ihfâ ederek gayet güzel bir îcaz yapmış.

Elhak,

 فَسُبْحَانَ اللهِ حِينَ تُمْسُونَ 

den tut, tâ

وَلَهُ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ     2

e kadar altı defa

 وَمِنْ اٰيَاتِهِ، وَمِنْ اٰيَاتِهِ 

ile başlayan silsile-i berâhin, bir silsile-i cevahirdir, bir silsile-i nurdur, bir silsile-i i’cazdır, bir silsile-i îcâz-ı i’câzîdir. Kalb istiyor ki, şu definelerde gizli olan elmasları göstereyim. Fakat, ne yapayım, makam kaldırmıyor. Başka vakte talik edip o kapıyı şimdi açmıyorum.

Hem meselâ,

 فَاَرْسِلُونِ     يُوسُفُ اَيُّهَاالصِّدِّيقُ 4

فَاَرْسِلُونِ kelâmıyla يُوسُفُ kelimesi ortalarında şunlar var:

اِلٰى يُوسُفَ لاَسْتَعْبَرَ مِنْهُ الرُّؤْيَا فَاَرْسَلُوهُ فَذَهَبَ اِلَى السِّجْنِ وَقَالَ يُوسُفُ     5

Demek beş cümleyi bir cümlede icmal edip îcaz ettiği halde vuzuhu ihlâl etmemiş, fehmi işkâl etmemiş.

Hem meselâ

 اَلَّذِى جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا 

insan-ı âsi “Çürümüş kemikleri kim diriltecek?” diye meydan okur gibi inkârına karşı Kur’ân der: “Kim bidâyeten yaratmışsa O diriltecek. O yaratan Zât ise, herbir şeyi herbir keyfiyette bilir. Hem size yeşil ağaçtan ateş çıkaran bir Zât, çürümüş kemiğe hayat verebilir.”


Dipnot-1

“Akşama erdiğinizde Allah’ı tesbih edin.” Rum Sûresi, 30:17.

Dipnot-2

“Göklerde ve yerde tecellî eden en yüce sıfatlar Onundur. Onun kudreti herşeye galiptir; Onun hikmeti herşeyi kuşatır.” Rum Sûresi, 30:27.

Dipnot-3

“Yine Onun âyetlerindendir ki…”

Dipnot-4

“Beni gönderin. Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi.” Yusuf Sûresi, 12:45-46.

Dipnot-5

Yusuf’a, rüyayı ona tabir ettirmek için gönderin. Onu gönderdiler. O da zindana gitti ve dedi ki:

Dipnot-6

“Odur ki, yem yeşil ağaçtan size ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80.


arz: yer, dünya
asl-ı hilkat: yaratılışın aslı, esası (bk. ḫ-l-ḳ)
bidâyeten: başlangıçta
ecza: kısımlar, bölümler (bk. c-z-e)
elhak: gerçekten (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
eser-i san’at ve hikmet: hikmet ve san’at eseri (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
fehm: anlayış
hafî: gizli
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
îcaz: az sözle çok manalar anlatma (bk. v-c-z)
icmal etmek: özetlemek (bk. c-m-l)
ihfâ: gizleme
ihlâl etmek: bozmak, karıştırmak
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
insan-ı âsi: isyan eden insan
işkal etmek: zorlaştırmak
izhar: gösterme (bk. ẓ-h-r)
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
keyfiyet: özellik, nitelik
nakş-ı hikmet: hikmet nakşı (bk. n-ḳ-ş; ḥ-k-m)
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
silsile-i berâhin: deliller zinciri
silsile-i cevahir: cevherler zinciri
silsile-i i’câz: mu’cizelik zinciri (bk. a-c-z)
silsile-i îcâz-ı i’câzî: mu’cize olan veciz ifadeler zinciri (bk. v-c-z; a-c-z)
silsile-i nur: nur zinciri (bk. n-v-r)
talik etmek: sonraya bırakmak
vuzuh: açıklık
zahir: görünür, açık (bk. ẓ-h-r)
zemin: yeryüzü

İşte şu kelâm, diriltmek dâvâsına müteaddit cihetlerle bakar, ispat eder.

Evvelâ, insana karşı ettiği silsile-i ihsânâtı şu kelâmıyla başlar, tahrik eder, hatıra getirir. Başka âyetlerde tafsil ettiği için kısa keser, akla havale eder. Yani, size ağaçtan meyveyi ve ateşi ve ottan erzakı ve hububu ve topraktan hububâtı ve nebâtâtı verdiği gibi, zemini size hoş, herbir erzakınız içinde konulmuş bir beşik ve âlemi güzel ve bütün levâzımâtınız içinde bulunur bir saray yapan bir Zâttan kaçıp, başıboş kalıp, ademe gidip saklanılmaz. Vazifesiz olup, kabre girip uyandırılmamak üzere rahat yatamazsınız.

Sonra, o dâvânın bir deliline işaret eder.

 اَلشَّجَرِ اْلاَخْضَرِ نَارًا 

kelimesiyle remzen der: Ey haşri inkâr eden adam! Ağaçlara bak. Kışta ölmüş kemikler gibi hadsiz ağaçları baharda dirilten, yeşillendiren, hattâ herbir ağaçta yaprak ve çiçek ve meyve cihetiyle üç haşrin nümunelerini gösteren bir Zâta karşı inkâr ile, istib’âd ile kudretine meydan okunmaz.

Sonra bir delile daha işaret eder, der: Size ağaç gibi kesif, sakil, karanlıklı bir maddeden ateş gibi lâtif, hafif, nuranî bir maddeyi çıkaran bir Zâttan, odun gibi kemiklere ateş gibi bir hayat ve nur gibi bir şuur vermeyi nasıl istib’âd ediyorsunuz?

Sonra bir delile daha tasrih eder, der ki: Bedevîler için kibrit yerine ateş çıkaran meşhur ağacın, yeşilken iki dalı birbirine sürüldüğü vakit ateşi yaratan ve rutubetiyle yeşil ve hararetiyle kuru gibi iki zıt tabiatı cem edip onu buna menşe etmekle herbir şey, hattâ anâsır-ı asliye ve tabâyi-i esasiye Onun emrine bakar, Onun kuvvetiyle hareket eder, hiçbirisi başıboş olup tabiatıyla hareket etmediğini gösteren bir Zâttan, topraktan yapılan ve sonra toprağa dönen insanı topraktan yeniden çıkarması istib’âd edilmez. İsyan ile Ona meydan okunmaz.

Sonra, Hazret-i Mûsâ aleyhisselâmın şecere-i meşhuresini hatıra getirmekle, “Şu dâvâ-yı Ahmediye aleyhissalâtü vesselâm, Mûsâ aleyhisselâmın dahi dâvâsıdır,” enbiyanın ittifakına hafî bir ima edip şu kelimenin îcâzına bir letafet daha katar.


Dipnot-1

“Yem yeşil ağaçtan ateş çıkarır.” Yâsin Sûresi, 36:80.


adem: hiçlik, yokluk
âlem: dünya (bk. a-l-m)
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
anâsır-ı asliye: temel unsurlar, ana maddeler
bedevî: göçebe hayatı yaşayan
câmi’: kapsamlı (bk. c-m-a)
cem etmek: toplamak (bk. c-m-a)
cihet: yön
dâvâ-yı Ahmediye: Hz. Muhammed’in dâvâsı (bk. ḥ-m-d)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
erzak: rızıklar (bk. r-z-ḳ)
hadsiz: sayısız
hafî: gizli
hararet: sıcaklık
hârık: harika
haşr: öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
Hazret-i Mûsâ: (bk. bilgiler)
hubub: tohumlar, tâneler
hububât: taneli bitkiler, tahıl
îcâz: az sözle çok mânâ ifade etme (bk. v-c-z)
îcâz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın vecizliği, az sözle çok mânâlar anlatması (bk. v-c-z)
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
istib’ad: inkâr, akıldan uzak görme
ittifak: birleşme, birlik
kelâm: kelime, ifade (bk. k-l-m)
kesif: katı
kudret: güç, iktidar (bk. ḳ-d-r)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
letafet: güzellik, hoşluk (bk. l-ṭ-f)l
evâzımât: gerekli olan şeyler
menşe: kaynak, kök
müteaddit: çeşitli
nebâtât: bitkiler
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
nümune: örnek
remzen: işareten
sakil: ağır
silsile-i ihsanât: iyilikler zinciri (bk. ḥ-s-n)
şecere-i meşhure: meşhur ağaç
şuur: bilinç, idrak (bk. ş-a-r)
tabâyi-i esasiye: esas unsurların özellikleri
tabiat: mizaç (bk. ṭ-b-a)
tafsil: ayrıntılı olarak açıklama
tahrik etmek: harekete geçirmek
tasrih etmek: açıklamak
zemin: yeryüzü

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – ÜÇÜNCÜ IŞIK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.535

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/535


CUMARTESİ DERSLERİ

Herkes, her vakit Kur'ân'a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur'ân'ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur'ân'dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur'ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.
Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

Herkes, her vakit Kur'ân'a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur'ân'ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur'ân'dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur'ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BİRİNCİ VE İKİNCİ IŞIK.

Herkes, her vakit Kur'ân'a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur'ân'ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur'ân'dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur'ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.
Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

KISA VIDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BEŞİNCİ LEM’A:

Kur’ân’ın üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık var.

BİRİNCİ IŞIK: 

Üslûb-u Kur’ân’ın o kadar acip bir cem’iyeti var ki, birtek sûre, kâinatı içine alan bahr-i muhit-i Kur’ânîyi içine alır. Birtek âyet, o sûrenin hazinesini içine alır. Âyetlerin çoğu, herbirisi birer küçük sûre; sûrelerin çoğu, herbirisi birer küçük Kur’ân’dır.

İşte şu i’cazkârâne îcazdan, büyük bir lütf-u irşaddır ve güzel bir teshildir. Çünkü herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. Hattâ Kur’ân Fâtiha’da, Fâtiha dahi Besmelede münderiç olduğuna ehl-i keşif müttefiktirler. Şu hakikate burhan ise, ehl-i tahkikin icmâıdır.

İKİNCİ IŞIK: 

Âyât-ı Kur’âniye, emir ve nehiy, vaad ve vaîd, tergib ve terhib, zecir ve irşad, kasas ve emsal, ahkâm ve maarif-i İlâhiye ve ulûm-u kevniye ve kavânin ve şerâit-i hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye ve hayat-ı kalbiye ve hayat-ı mâneviye ve hayat-ı uhreviye gibi umum tabakat-ı kelâmiye ve maarif-i hakikiye ve hâcât-ı beşeriyeye delâlâtıyla, işârâtıyla câmi’ olmakla beraber

  خُذْ مَا شِئْتَ لِمَا شِئْتَ 

yani, “İstediğin herşey için, Kur’ân’dan her ne istersen al” ifade ettiği mânâ, o derece doğruluğuyla makbul olmuş ki, ehl-i hakikat mabeyninde durub-u emsal sırasına geçmiştir. Âyât-ı Kur’âniyede öyle bir câmiiyet var ki, her derde deva, her hacete gıda olabilir. Evet, öyle olmak lâzım gelir. Çünkü, daima terakkiyatta kat’-ı merâtip eden bütün tabakat-ı ehl-i kemâlin rehber-i mutlakı, elbette şu hâsiyete mâlik olması elzemdir.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın âyetleri
bahr-i muhit-i Kur’ânî: büyük Kur’ân denizi
binaen: -dayanarak
burhan: mantıkî, güçlü delil
câmi’: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)
câmiiyet: kapsamlılık (bk. c-m-a)
câmiiyet-i harika: şaşırtıcı derecede çok mânâları ve özellikleri kapsayıcılık (bk. c-m-a)
cem’iyet: kapsamlılık, genişlik (bk. c-m-a)
delâlât: deliller
durub-u emsal: atasözleri (bk. m-s̱-l)
ehl-i hakikat: gerçeği ve doğruyu bulan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler (bk. k-ş-f)
ehl-i tahkik: hakikatleri delilleriyle bilen araştırmacı alimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
elzem: çok lüzumlu
emsal: misaller (bk. m-s̱-l)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
gabavet: ahmaklık, anlayışsızlık
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hâcât-ı beşeriye: insanın ihtiyaçları (bk. ḥ-v-c)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâsiyet: özellik
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayat-ı kalbiye: kalbî, manevî hayat (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı mâneviye: mânevî hayat (bk. ḥ-y-y; a-n-y)
hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-ḫ-r)
i’cazkârane: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
îcâz: az sözle çok mânâlar anlatma, özlü söz (bk. v-c-z)
icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
istihsan etmek: beğenmek, güzel bulmak (bk. ḥ-s-n)
işârât: işaretler
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasas: kıssalar
kat’-ı merâtip etmek: mertebeler katetmek, aşmak
kavânin: kanunlar (bk. ḳ-n-n)
kelâm: söz (bk. k-l-m)
lâkayt: kayıtsız, ilgisiz
lütf-u irşad: doğru yola eriştirme nimeti (bk. l-ṭ-f; r-ş-d)
maarif-i hakikiye: gerçek bilgiler (bk. a-r-f; ḥ-ḳ-ḳ)
maarif-i İlâhiye: İlâhî bilgiler (bk. a-r-f; e-l-h)
mabeyn: ara
makbul: kabul görmüş
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
Mâlikü’l-Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi Allah (bk. m-l-k)
muhal: imkânsız
mülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k)
münderic: yerleştirilmiş
müttefik: birleşmiş
nehiy: yasaklama
rehber-i mutlak: her bakımdan rehber (bk. ṭ-l-ḳ)
şerâit-i hayat-ı şahsiye: şahsî hayat şartları (bk. ḥ-y-y)
tabakat-ı ehl-i kemâl: kemâl sahibi insanların tabakaları, grupları (bk. k-m-l)
tabakat-ı kelâmiye: söz tabakaları, alanları (bk. k-l-m)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
terakkiyat: terakkiler, ilerlemeler
tergib: isteklendirme, şevklendirme
terhib: korkutma
teshil: kolaylaştırma
ulûm-u kevniye: kâinat ve dünya ile ilgili ilimler (bk. a-l-m; k-v-n)
umum: bütün
üslub-u Kur’ân: Kur’ân’ın ifade tarzı
üslûp: ifade tarzı
vaad: söz verme (bk. v-a-d)
vaîd: tehdit etme (bk. v-a-d)
velvele: coşku
zecir: sakındırma
ziynetlendirmek: süslemek (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BİRİNCİ VE İKİNCİ IŞIK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.534

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/534


CUMARTESİ DERSLERİ

Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? - Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.
Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? – Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

Hem meselâ, kasas-ı Kur'âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A.

Hem meselâ, kasas-ı Kur'âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.
Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BİRİNCİ LEM’A: 

Hem meselâ, 

اُولٰۤئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 

da bir sükût var, bir ıtlak var. Neye zafer bulacaklarını tayin etmemiş, tâ herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun. Çünkü, bir kısım muhatabın maksadı ateşten kurtulmaktır. Bir kısmı yalnız Cenneti düşünür. Bir kısım, saadet-i ebediyeyi arzu eder. Bir kısım, yalnız rıza-i İlâhîyi rica eder. Bir kısım, rüyet-i İlâhiyeyi gaye-i emel bilir. Ve hâkezâ, bunun gibi pek çok yerlerde, Kur’ân sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazf eder, tâ çok mânâları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun. İşte,

 اَلْمُفْلِحُونَ 

der, neye felâh bulacaklarını tayin etmiyor. Güya o sükûtla der: “Ey Müslümanlar, müjde size! Ey müttakî, sen Cehennemden felâh bulursun. Ey salih, sen Cennete felâh bulursun. Ey ârif, sen rıza-i İlâhîye nail olursun. Ey âşık, sen rüyete mazhar olursun.” Ve hâkezâ…

İşte, Kur’ân, câmiiyet-i lâfziye cihetiyle, kelâmdan, kelimeden, huruftan ve sükûttan, herbirisinin binler misallerinden yalnız nümune olarak birer misal getirdik. Âyeti ve kıssatı bunlara kıyas edersin.

Hem meselâ, 

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ 

âyeti, o kadar vücuhu var ve o derece merâtibi var ki, bütün tabakat-ı evliya, bütün sülûklerinde ve mertebelerinde şu âyete ihtiyaçlarını görüp, ondan kendi mertebesine lâyık bir gıda-yı mânevî, bir taze mânâ almışlar. Çünkü Allah bir ism-i câmi’ olduğundan, Esmâ-i Hüsnâ adedince tevhidler, içinde bulunur.

اَىْ لاَ رَزَّاقَ اِلاَّ هُوَ     لاَ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ     لاَ رَحْمٰنَ اِلاَّ هُوَ     3 

ve hâkezâ.


Dipnot-1

“İşte kurtuluşa erenler onlardır.” Bakara Sûresi, 2:5.

Dipnot-2

“Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Günahın için istiğfar et.” Muhammed Sûresi, 47:19.

Dipnot-3

Yani, Ondan başka Rezzâk yoktur. Ondan başka Hâlık yoktur. Ondan başka Rahmân yoktur.


âmm: genel
ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f)
câmiiyet-i lafziye: sözün kapsamlılığı, çok geniş ve genel mânâları içine alması (bk. c-m-a)
cezbe: çekim
cihet: yön
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
felâh: kurtuluş
feza: uzay
gaye-i emel: emelinin gayesi, arzu edilen hedef
gıda-yı mânevî: mânevî gıda (bk. a-n-y)
hâkezâ: böylece, bunun gibi
hazfetmek: kaldırmak, aradan çıkarmak
huruf: harfler
ıtlak: genelleştirme, sınırlamama (bk. ṭ-l-ḳ)
ism-i câmi’: bütün isimlerin mânâlarını içinde toplayan isim (bk. s-m-v; c-m-a)
kelâm: kelime, ifade (bk. k-l-m)
kıssat: kıssalar
maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
mazhar: kavuşma, erişme (bk. ẓ-h-r)
meczup: cezbeye kapılan, çekilen
merâtib: mertebeler
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
mutlak: serbest bırakılmış, sınırı belirtilmemiş (bk. ṭ-l-ḳ)
müttakî: Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle dinleyen
nail olmak: erişmek
nümune: örnek
rıza-i İlahî: Allah’ın rızası (bk. e-l-h)
rica etmek: ummak, ümit etmek
rüyet: Allah’ın cemâlini görme
rüyet-i İlâhî: Allah’ın cemâlini görme (bk. e-l-h)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sükûnet: durgunluk, hareketsizlik (bk. s-k-n)
sükût: sessiz kalma
sülûk: mânevî yol alma
tabakat-ı evliya: velilerin tabakaları, dereceleri (bk. v-l-y)
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
vücuh: yönler

Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. Onun için sûrelerde tekrar edilmiştir. Her yerde bütün maksatları ifade ile beraber, yalnız birisi maksud-u bizzat olur, diğerleri ona tâbi kalırlar.

Eğer desen: “Geçmiş misallerdeki bütün mânâları, nasıl bileceğiz ki Kur’ân onları irade etmiş ve işaret ediyor?”

Elcevap: Madem Kur’ân bir hutbe-i ezeliyedir. Hem muhtelif, tabaka tabaka olarak, asırlar üzerinde ve arkasında oturup dizilmiş bütün benî Âdeme hitap ediyor, ders veriyor. Elbette o muhtelif efhâma göre müteaddit mânâları derc edip irade edecektir ve iradesine emareleri vaz edecektir.

Evet, İşârâtü’l-İ’câz’da, şuradaki mânâlar misillü kelimât-ı Kur’âniyenin müteaddit mânâlarını ilm-i sarf ve nahvin kaideleriyle ve ilm-i beyan ve fenn-i maânînin düsturlarıyla, fenn-i belâğatin kanunlarıyla ispat edilmiştir. Bununla beraber, ulûm-u Arabiyece sahih ve usul-ü diniyece hak olmak şartıyla ve fenn-i maânîce makbul ve ilm-i beyanca münasip ve belâğatçe müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usulü’d-din ve ehl-i usulü’l-fıkhın icmâıyla ve ihtilâflarının şehadetiyle, Kur’ân’ın mânâlarındandırlar. O mânâlara, derecelerine göre birer emare vaz etmiştir: ya lâfziyedir, ya mâneviyedir. O mâneviye ise, ya siyak veya sibak-ı kelâmdan veya başka âyetten birer emare, o mânâya işaret eder. Bir kısmı yirmi ve otuz ve kırk ve altmış, hattâ seksen cilt olarak muhakkikler tarafından yazılan yüz binler tefsirler,1 Kur’ân’ın câmiiyet ve harikiyet-i lâfziyesine kat’î bir burhan-ı bâhirdir. Her ne ise, biz şu Sözde herbir mânâya delâlet eden emareyi kanunuyla, kaidesiyle göstersek söz çok uzanır. Onun için kısa kesip kısmen İşârâtü’l-İ’câz’a havale ederiz.


Dipnot-1

bk. El-Kevserî, el-Makalât s. 473-474.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
Asâ-yı Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu (bk. bilgiler)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
burhan-ı bâhir: açık delil
câmiiyet ve harikiyet-i lâfziye: sözün harikalığı ve kapsamlılığı (bk. c-m-a)
derc etmek: yerleştirmek
delâlet: işaret etme, delil olma
düstur: kâide, kural
efhâm: anlayışlar
ehl-i içtihad: müçtehidler, dinî delillerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri (bk. c-h-d)
ehl-i tefsir: müfessirler, Kur’ân’ı mânâ bakımından yorumlayanlar (bk. f-s-r)
ehl-i usulü’d-din: kelâm âlimleri
ehl-i usulü’l-fıkh: fıkıh âlimleri
emare: belirti, işaret
fenn-i belâğat: belâğat ilmi; sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesini inceleyen ilim (bk. b-l-ğ)
fenn-i maâni: mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim (bk. a-n-y)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hutbe-i ezeliye: ezelî hutbe (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l)
icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)
ihtilâf: farklılık, uyuşmazlık
ilm-i beyan: belâğat ilminin, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinâye kısımlarından bahseden kısmı (bk. a-l-m; b-y-n)
ilm-i sarf ve nahv: Arapçada kelime ve cümle bilgisiirade: dileme, istek, kast etme (bk. r-v-d)
kaide: kural, esas
kasas-ı Kur’âniye: Kur’ân’daki kıssalar
kat’î: kesin
kelimât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın kelimeleri (bk. k-l-m)
kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kıssası
küffar: kâfirler (bk. k-f-r)
lâfziye: kelimenin söylenişine ve yapısına aitmaâni: mânâlar (bk. a-n-y)
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)
makbul: kabul gören, geçerli
maksud-u bizzat: asıl gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitli
münasip: uygun (bk. n-s-b)
müstahsen: güzel karşılanan, beğenilen (bk. ḥ-s-n)
müteaddit: çeşitli
sahih: doğru
siyak ve sibak-ı kelâm: sözün başıyla sonunun ahenk ve uyum içinde olması (bk. k-l-m)
tâbi kalmak: uymak
takbih: kötüleme
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-ṣ-r)
teskin: sakinleştirme (bk. s-k-n)
tevbih: azarlama
ulûm-u Arabiye: Arapça ilimler (bk. a-l-m)
usul-ü din: dinin esasları
vaz etmek: koymak
vücuh: vecihler, yönler

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://erisale.com/#content.tr.1.529

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/529


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.
Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.

Ey ins ve cin! Eğer Kur'ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü'l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur'ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA.

Ey ins ve cin! Eğer Kur'ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü'l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur'ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.
Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Makam-ı ifham ve ilzamda binler misallerinden yalnız şu iki misale bak.

Birinci misal:

وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَۤاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ     1

Yani, “Eğer bir şüpheniz varsa, size yardım edecek, şehadet edecek bütün büyüklerinizi ve taraftarlarınızı çağırınız, birtek sûresine bir nazire yapınız.” İşârâtü’l-İ’câz’da izah ve ispat edildiği için, burada yalnız icmâline işaret ederiz. Şöyle ki:

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan diyor:

Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin2 dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız.

Bunu yapamazsanız, haydi, ümmî olmasın, en meşhur bir edip, bir âlim olsun.

Bunu da yapamazsanız, haydi, birtek olmasın, bütün büleganız, hutebânız, belki bütün geçmiş beliğlerin güzel eserlerini ve bütün gelecek ediplerin yardımlarını ve ilâhlarınızın himmetlerini beraber alınız, bütün kuvvetinizle çalışınız, şu Kur’ân’a bir nazire yapınız.

Bunu da yapamazsanız, haydi, kabil-i taklit olmayan hakaik-i Kur’âniyeden ve mânevî çok mu’cizâtından kat’-ı nazar, yalnız nazmındaki belâğatine nazire olarak bir eser yapınız.

فَاْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ 

ilzamıyla der: Haydi, sizden mânânın doğruluğunu istemiyorum. Müftereyat ve yalanlar ve bâtıl hikâyeler olsun.

Bunu da yapamıyorsunuz. Haydi, bütün Kur’ân kadar olmasın, yalnız

بِعَشْرِ سُوَرٍ 

on sûresine nazire getiriniz.

Bunu da yapamıyorsunuz. Haydi, birtek sûresine nazire getiriniz.

Bu da çoktur. Haydi, kısa bir sûresine bir nazire ibraz ediniz.


Dipnot-1

Bakara Sûresi, 2:23.

Dipnot-2

bk. Muhammed İbni İshak, Sîratü İbni İshak 2:57; Burhanuddin el-Halebî, Sîratü’l-Halebiyye 2:391.

Dipnot-3

Hud Sûresi, 11:13


bâtıl: yalan, gerçek dışı
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ)
beşer: insan
bülega: belâğatçiler, edebiyatçılar (bk. b-l-ğ)
edip: edebiyatçı
hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
himmet: yardım
hutebâ: hatipler (bk. ḫ-ṭ-b)
ibraz etmek: ortaya koymak, göstermek
icmâl: özet (bk. c-m-l)
ilzam: susturma, mağlup etme
ins: insan
izah: açıklama
kabil-i taklit: taklidi mümkün
kat-ı nazar: dikkate almama (bk. n-ẓ-r)
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kelâm-ı İlâhî: Allah kelâmı (bk. k-l-m; e-l-h)
kıraat: okuma
kitabet: yazma (bk. k-t-b)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
makam-ı ifham ve ilzam: karşı tarafı susturma, âciz bırakma makamı
meşhur: tanınmış
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
Muhammedü’l-Emin: güvenilir Muhammed (bk. ḥ-m-d; e-m-n)
müftereyat: uydurmalar
nazire: benzeri, misli (bk. n-ẓ-r)
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
tevehhüm etmek: zannetmek, sanmak
ümmî: tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen

Hattâ, madem bunu da yapmazsanız ve yapamazsınız. Hem bu kadar muhtaç olduğunuz halde—çünkü haysiyet ve namusunuz, izzet ve dininiz, asabiyet ve şerefiniz, can ve malınız, dünya ve âhiretiniz buna nazire getirmekle kurtulabilir. Yoksa dünyada haysiyetsiz, namussuz, dinsiz, şerefsiz, zillet içinde, can ve malınız helâkette mahvolup ve âhirette

 فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ 

işaretiyle, Cehennemde haps-i ebedî ile mahkûm ve sanemlerinizle beraber ateşe odunluk edeceksiniz.

Hem madem sekiz mertebe aczinizi anladınız. Elbette sekiz defa, Kur’ân dahi mu’cize olduğunu bilmekliğiniz gerektir. Ya imana geliniz veyahut susunuz, Cehenneme gidiniz!

İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın makam-ı ifhamdaki ilzamına bak ve de:

 لَيْسَ بَعْدَ بَيَانِ الْقُرْاٰنِ بَياَنٌ 

Evet, beyan-ı Kur’ân’dan sonra beyan olamaz ve hacet kalmaz.


Dipnot-1

“Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşinden sakının.” Bakara Sûresi, 2:24.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
asabiyet: ırkçılık, kendi akraba ve milletini aşırı derecede kayırma gayreti
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n)
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
haps-ı ebedî: sonsuz hapis (bk. e-b-d)
haysiyet: itibar, şeref, değer
helâket: yok oluş
ilzam: susturma, mağlup etme
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
makam-ı ifham: delille susturma makamı
mertebe: kat, derece
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
nazire: benzeri, misli (bk. n-ẓ-r)
sanem: put
zillet: alçaklık, aşağılık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.513

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/514


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.
Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek.” Yâsin Sûresi, 36:78-79. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek.” Yâsin Sûresi, 36:78-79.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURETBEŞİNCİ NOKTA.

İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.
İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Hem makam-ı ispatın en lâtif misallerinden,

يٰسۤ     وَالْقُرْاٰنِ الْحَكِيمِ     اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ     

der. Yani,

“Hikmetli Kur’ân’a kasem ederim, sen resullerdensin.” Şu kasem işaret eder ki, risaletin hücceti o derece yakinî ve haktır ki, hakkaniyette makam-ı tâzim ve hürmete çıkmış ki onunla kasem ediliyor. İşte şu işaretle der: “Sen resulsün. Çünkü senin elinde Kur’ân var. Kur’ân ise haktır ve Hakkın kelâmıdır. Çünkü içinde hakikî hikmet, üstünde sikke-i i’câz var.”

Hem makam-ı ispatın îcazlı ve i’câzlı misallerinden, şu:

قَالَ مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ     قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِۤى اَنْشَأَهَۤا اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ     6

Yani, “İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten  


Dipnot-5

Yâsin Sûresi, 36:1-3.

Dipnot-6

Yâsin Sûresi, 36:78-79.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
bidayeten: başlangıçta
ferman etmek: buyurmak
Hak: doğru, gerçek; her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüccet: delil
i’câzlı: bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakacak şekilde mucizeli (bk. a-c-z)
îcazlı: az sözle çok mânâlar anlatarak, özlü sözlü (bk. v-c-z)
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
inkar: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
kasem: yemin
kat’î: kesin
kelâm: söz (bk. k-l-m)
keyfe: “nasıl?”
keyfiyet: nitelik, özellik
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
lâfz: ifade, kelime
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
makam-ı ispat: ispat makamı
makam-ı tâzim: saygı makamı (bk. a-ẓ-m)
resul: peygamber (bk. r-s-l)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
sikke-i i’câz: mu’cizelik damgası (bk. a-c-z)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tafsil: ayrıntı
yakinî: şüphe edilmeyecek kesinlikte (bk. y-ḳ-n)
zikretmek: anmak, belirtmek

inşa edip hayat vermişse O diriltecek.” Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinin üçüncü temsilinde tasvir edildiği gibi, bir zat, göz önünde, bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, “Şu zat, efradı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar, tabur nizamı altına getirebilir.” Sen, ey insan, desen, “İnanmam”; ne kadar divanece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, hiçten, yeniden, ordu-misal bütün hayvânat ve sair zîhayatın tabur-misal cesetlerini kemâl-i intizamla ve mizan-ı hikmetle o bedenlerin zerrâtını ve letâifini emr-i

 كُنْ فَيَكُونُ 

ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hattâ her baharda rû-yi zeminde yüz binler ordu-misal zevilhayat envâlarını, taifelerini icad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışmış zerrât-ı esasiye ve ecza-yı asliyeyi bir sayha ile, sûr-u İsrafil’in borusuyla nasıl toplayabilir, istib’âd suretinde denilir mi? Denilse, eblehçesine bir divaneliktir.

Makam-ı irşadda beyanat-ı Kur’âniye o derece müessir ve rakiktir ve o derece mûnis ve şefiktir ki, şevk ile ruhu, zevk ile kalbi, aklı merakla ve gözü yaşla doldurur. Binler misallerinden yalnız şu

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً     2

ilâ âhir. Yirminci Sözün Birinci Makamında, üçüncü âyet mebhasinde ispat ve izah edildiği gibi, Benî İsrail’e der: “Mûsâ aleyhisselâmın asâsı gibi bir mu’cizesine karşı sert taş, on iki gözünden çeşme gibi yaş akıttığı halde, size ne olmuş ki, Mûsâ aleyhisselâmın bütün mu’cizâtına karşı lâkayt kalıp gözünüz kuru, yaşsız, kalbiniz katı, ateşsiz duruyor?” O Sözde şu mânâ-yı irşadî izah edildiği için, oraya havale ederek burada kısa kesiyorum.


Dipnot-1

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2

“Sonra, bütün bunların ardından, kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı.” Bakara Sûresi, 2:74.


Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
asâ: baston
Benî İsrail: İsrailoğulları
beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
divane: akılsız, deli
eblehçe: ahmakça
ecza-yı asliye: asıl parçalar (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
envâ: türler, çeşitler
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
inşa etmek: yaratmak, vücuda getirmek (bk. n-ş-e)
istib’âd: inkâr, akıldan uzak görme
istirahat: dinlenme
izah: açıklama
karn: asır, çağ, devir
kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
lâkayt: ilgisiz
letaif: latifeler, duyular (bk. l-ṭ-f)
makam-ı ifham ve ilzam: karşı tarafı susturma, âciz bırakma makamı
makam-ı irşad: doğru yolu gösterme makamı (bk. r-ş-d)
mânâ-yı irşadî: doğru yolu gösterici mânâ (bk. r-ş-d)
mebhas: bahis, kısım
mizan-ı hikmet: hikmet terazisi (bk. v-z-n; ḥ-k-m)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mûnis: sevimli, dost
Mûsâ: (bk. bilgiler)
müessir: tesirli, etkili
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
ordu-misal: ordu gibi (bk. m-s̱-l)
rakik: ince, nazik
rû-yi zemin: yeryüzü
sair: diğer
sayha: sesleniş
Sûr-u İsrâfil: Allah’ın emri ile Hz. İsrafil’in kıyamet kopacağı zaman üfleyeceği boru (bk. bilgiler-İsrafil)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şefik: çok şefkatli (bk. ş-f-ḳ)
tabur-misal: tabur gibi (bk. m-s̱-l)
taife: topluluk
tasvir etmek: anlatmak, ifade etmek (bk. ṣ-v-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
teşkil etmek: meydana getirmek
Zât-ı Kadîr-i Alîm: herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen zât, Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
zerrât: zerreler
zerrât-ı esasiya: temel zerreler
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURETBEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.512

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/512


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.
Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 7.

Kur'ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 7.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET.

Kur'ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 7.
Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 7.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

DÖRDÜNCÜ NOKTA: 

Lâfzındaki fesahat-i harikasıdır. Evet, Kur’ân mânen, üslûb-u beyan cihetiyle fevkalâde beliğ olduğu gibi, lâfzında gayet selis bir fesahati vardır. Fesahatin kat’î vücuduna, usandırmaması delildir. Ve fesahatin hikmetine, fenn-i beyan ve maânînin dâhi ulemasının şehadetleri bir burhan-ı bâhirdir.

Evet, binler defa tekrar edilse usandırmıyor. Belki lezzet veriyor. Küçük, basit bir çocuğun hafızasına ağır gelmiyor; hıfzedebilir. En hastalıklı, az bir sözden müteezzî olan bir kulağa nâhoş gelmiyor, hoş geliyor. Sekeratta olanın damağına şerbet gibi oluyor. Zemzeme-i Kur’ân, onun kulağında ve dimağında, aynen ağzında ve damağında mâ-i zemzem gibi leziz geliyor.

Usandırmamasının sırr-ı hikmeti şudur ki: Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. Demek, Kur’ân hak ve hakikat ve sıdk ve hidayet ve harika bir fesahat olduğundandır ki, usandırmıyor. Daima gençliğini muhafaza ettiği gibi, taravetini, halâvetini de muhafaza ediyor. Hattâ Kureyş’in rüesasından müdakkik bir beliğ, müşrikler tarafından, Kur’ân’ı dinlemek için gitmiş. Dinlemiş, dönmüş, demiş ki: “Şu kelâmın öyle bir halâveti ve tarâveti var ki, kelâm-ı beşere benzemez. Ben şairleri, kâhinleri biliyorum. Bu onların hiç sözlerine benzemez. Olsa olsa, etbâımızı kandırmak için sihir demeliyiz.” İşte, Kur’ân-ı Hakîmin en muannid düşmanları bile fesahatinden hayran oluyorlar.

Kur’ân-ı Hakîmin âyetlerinde, kelâmlarında, cümlelerinde fesahatin esbabını izah çok uzun gider. Onun için sözü kısa kesip yalnız nümune olarak bir


bedevî: çölde yaşayan
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin, makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ)
burhan-ı bâhir: çok açık, güçlü delil
cihet: yön
devâ: şifa, ilâç
dimağ: beyin
esbap: sebepler (bk. s-b-b)
etbâ: halk, yönetilenler
fenn-i beyan ve maânî: beyan ve mânâ ilimleri; belâğat ilminin üç ana dalından ikisi (bk. b-y-n; a-n-y)
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
fesahat-i harika: sözün hayranlık verici şekildeki düzgünlük, açıklık ve akıcılığı (bk. f-ṣ-ḥ)
fevkalâde: olağanüstü
gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y)
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
halâvet: tatlılık
hıfz etmek: ezberlemek (bk. ḥ-f-ẓ)
hidayet: doğru yolu gösterme (bk. h-d-y)
izah: açıklama
kâhin: gelecekten haber veren kimse
kat’î: kesin
kelâm: kelime, söz (bk. k-l-m)
kelâm-ı beşer: insan sözü (bk. k-l-m)
kulûb: kalpler
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kureyş: (bk. bilgiler)
kut: gıda
lâfz: ifade, kelime
leziz: lezzetli, tatlı
: su
mâ-i zemzem: zemzem suyu
muannid: inatçı
muhafaza etmek: korumak (bk. ḥ-f-ẓ)
müdakkik: dikkatli
müşrik: Allah’a ortak koşan
müteezzî: incinen
nâhoş: hoşa gitmeyen
nüfus: nefisler (bk. n-f-s)nümune: örnek
rüesa: reisler, önde gelenler
secde: yere kapanma
sekerat: ölüm ânı
selis: düzgün ve akıcı (bk. s-l-s)
sıdk: doğruluk (bk. ṣ-d-ḳ)
sırr-ı hikmet: hikmetin sırrı (bk. ḥ-k-m)
taravet: tazelik
ukûl: akıllar
ulema: âlimler (bk. a-l-m)
üslûb-u beyan: açıklama tarzı (bk. b-y-n)
vücud: varlık (bk. v-c-d)
zemzeme-i Kur’ân: Kur’ân sesi
ziya: ışık

âyetteki huruf-u hecâiyenin vaziyetiyle hasıl olan bir selâset ve fesahat-i lâfziyeyi ve o vaziyetten parlayan bir lem’a-i i’câzı göstereceğiz. İşte,

ثُمَّ اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنْ بَعْدِ الْغَمِّ اَمَنَةً نُعَاسًا يَغْشٰى طَۤائِفَةً مِنْكُمْ     1

ilâ âhir. İşte şu âyette bütün huruf-u hecâ mevcuttur. Bak ki, sakil, ağır bütün aksâm-ı huruf beraber olduğu halde selâsetini bozmamış. Belki bir revnak ve muhtelif tellerden mütenasip, mütesanit bir nağme-i fesahat katmış. Hem şu lem’a-i i’câza dikkat et ki, huruf-u hecâdan ى ile ا en hafif ve birbirine kalb olduğu için, iki kardeş gibi, herbirisi yirmi bir kere tekrarı var. م ile ن HAŞİYE-1 birbirinin kardeşi ve birbirinin yerine geçtiği için, herbirisi otuz üçer defa zikredilmiştir. ص , س, ش mahreççe, sıfatça, savtça kardeş oldukları için her biri üç def’a ع , غ kardeş oldukları halde, ع daha hafif altı defa, غ sıkleti için yarısı olarak üç defa zikredilmiştir. ط , ظ, ذ, ز mahreççe, sıfatça, sesçe kardeş oldukları için herbirisi ikişer defa, ل ve ا ile beraber ikisi لا suretinde ittihad ettikleri ve ا لا , suretinde hissesi ل ‘ın yarısıdır; onun için ل kırk iki defa, ا onun yarısı olarak yirmi bir defa zikredilmiştir. ﻫ , ء ile mahreççe kardeş oldukları için ء HAŞİYE-2 on üç, ﻫ bir derece daha hafif olduğu için on dört defa ق , ف, ك kardeş oldukları için, ق ‘ın bir noktası fazla olduğu için ق on, ف dokuz, ك dokuz, ب dokuz, ت on iki— ت ‘nin derecesi üç olduğu için on iki—defa zikredilmiştir. ل , ر ‘ın kardeşidir; fakat ebced hesabıyla ر iki yüz, ل otuzdur. Altı derece yukarı çıktığı için altı derece aşağı düşmüştür. Hem ر telâffuzca tekerrür ettiğinden sakil olup yalnız altı defa zikredilmiştir. خ , ح, ث, ض sıkletleri ve bazı cihât-ı münasebat için birer defa zikredilmiştir. ح , و ‘dan ve ء ‘den daha hafif ve ى ‘den ve ا ‘ten daha sakil olduğu için on yedi defa, sakil ء ‘den dört derece yukarı, hafif ا ‘ten dört derece aşağı zikredilmiştir.


Dipnot-1

“Sonra Allah, bu kederin ardından size bir emniyet, bir uyku verdi de, içinizden bir topluluğu o uyku sarıverdi.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:154.

Haşiye-1

Tenvin dahi nun’dur.

Haşiye-2

Hemze, melfuze ve gayr-ı melfuze yirmi beştir ve hemze’nin sakin kardeşi elif’ten üç derece yukarıdır. Zira hareke üçtür.


aksâm-ı huruf: harflerin kısımları
cihât-ı münasebet: münasebet yönleri (bk. n-s-b)
ebced hesabı: eski Sami alfabesindeki sıralanışa göre Arapça harflere sayı değeri vererek tarih düşürme
fesahat-ı lâfziye: sözün lâfız yönünden sağlam ve akıcı olması (bk. f-ṣ-ḥ)
gayr-ı melfuze: okunmayan
hareke: Arapça harflerin nasıl okunacağını gösteren işaretler
hasıl olmak: meydana gelmek
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
huruf-u hecâiye: alfabedeki harflerin hepsi
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
ittihad etmek: birleşmek
kalb olmak: dönüşmek
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
mahreç: harflerin ağızdaki çıkış yerleri
melfuze: okunan
mevcut: var olma (bk. v-c-d)
muhtelif: çeşitli
mütenasip: birbirine uygun (bk. n-s-b)
mütesanit: birbirini destekleyen
nağme-i fesahat: kusursuz derecede düzgün, açık ve akıcı nağme (bk. f-ṣ-ḥ)
revnak: süs, güzellik
sakil: okunuşu ağır
sakin: harekesiz
savt: ses
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
sıfat: özellik (bk. v-ṣ-f)
sıklet: ağırlık
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tekerrür: tekrarlanma
telâffuz: söyleyiş
tenvin: kelimenin sonunu nun gibi okutmak üzere konulan işaret (iki üstün, iki esre, iki ötre)
vaziyet: durum
zikredilmek: anılmak, belirtilmek

İşte şu hurufun bu zikrinde harikulâde bu vaziyet-i muntazama ile ve o münasebet-i hafiye ile ve o güzel intizam ve o dakik ve ince nazım ve insicam ile iki kere iki dört eder derecede gösterir ki, beşer fikrinin haddi değil ki şunu yapabilsin. Tesadüf ise, muhaldir ki ona karışsın. İşte şu vaziyet-i huruftaki intizam-ı acip ve nizam-ı garip, selâset ve fesahat-i lâfziyeye medar olduğu gibi, daha gizli çok hikmetleri bulunabilir. Madem hurufatında böyle intizam gözetilmiş. Elbette kelimelerinde, cümlelerinde, mânâlarında öyle esrarlı bir intizam, öyle envarlı bir insicam gözetilmiş ki, göz görse “Maşaallah,” akıl anlasa “Bârekâllah” diyecek.


âb-ı kevser: Cennetteki Kevser Irmağının suyu
aksâm-ı kelâmiye: sözün kısımları (bk. k-l-m)
bârekallah: Allah ne mübarek yaratmış (bk. b-r-k)
bedâat: benzersizlik, eşsiz güzellik, orijinallik (bk. b-d-a
)belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beraat: üstünlük, harika güzellik
beşer: insan
beyan: açıklama, anlatım (bk. b-y-n)
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
beyânât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
cezalet: güçlü ve akıcı ifade (bk. c-z-l)
dakik: ince
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
envar: nurlar (bk. n-v-r)
esrar: sırlar, gizemler
faik: üstün
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
fesahat-ı lâfziye: sözün doğruluk, düzgünlük, açıklık ve akıcılık yönlerinden kusursuz olması (bk. f-ṣ-ḥ)
hadsiz: sınırsız, sayısız
harikulâde: olağanüstü
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
haşmet: büyüklük, görkem
hikmet: sır, bilinmeyen gizli nokta (bk. ḥ-k-m)
huri: Cennet kızı
huruf/hurufat: harfler
ifham: (he ile) anlatma
ifhâm: (ha ile) delille susturma
insicam: düzgünlük, uyumluluk
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
intizam-ı acip: hayrette bırakan düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
lâfz: ifade, kelime
libas: elbise
makam-ı tergib ve teşvik: isteklendirme ve şevklendirme makamı
makam-ı terhib ve tehdit: korkutma ve tehdit makamı
maşaallah: Allah dilemiş ve ne güzel yapmış
meâl: mânâ, açıklama
medar: dayanak, eksen
medih: övgü
mertebe: derece
metanet: sağlamlık
muhal: imkânsız
münasebet-i hafiye: gizli münasebet, ilişki (bk. n-s-b)
nazım: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
nizam-ı garip: şaşırtıcı düzen (bk. n-ẓ-m)
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
selsebil: Cennette tatlı suyu olan bir çeşme
tabakat-ı hitabiye: hitap tabakaları (bk. ḫ-t-b)
tefevvuk: üstünlük
tergib: isteklendirme, teşvik
terhib: korkutma
tesadüf: rastlantı
üslûb: ifade tarzı
üslûb-u beyan: açıklama tarzı (bk. b-y-n)
vaziyet-i huruf: harflerdeki vaziyet
vaziyet-i muntazama: intizamlı, düzenli vaziyet (bk. n-ẓ-m)
zem: kınama, kötüleme

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.507

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/507


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, Kur'ân'ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 6.
Evet, Kur’ân’ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 6.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, Kur’ân’ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 6.

Evet, Kur'ân'ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 6.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, Kur’ân’ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET.

Evet, Kur'ân'ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 6.
Evet, Kur’ân’ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 6.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

ÜÇÜNCÜ NOKTA:

Üslûbundaki bedâat-i harikadır. Evet, Kur’ân’ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor.

Ezcümle, bir kısım sûrelerin başlarında şifre-misal

 الۤمۤ, الۤرٰ, طٰهٰ, يٰسۤ, حٰمۤ عۤسۤقۤ 

gibi mukattaat hurufundaki üslûb-u bedîîsi, beş altı lem’a-i i’câzı tazammun ettiğini, İşârâtü’l-İ’câz’da yazmışız. Ezcümle:

Sûrelerin başında mezkûr olan huruf, hurufâtın aksâm-ı malûmesi olan mechûre, mehmûse, şedîde, rahve, zelâka, kalkale gibi aksâm-ı kesiresinden, herbir kısmından nısfını almıştır. Kabil-i taksim olmayan hafifinden nısf-ı ekser, sakîlinden nısf-ı ekall olarak, bütün aksâmını tansif etmiştir. Şu mütedahil ve birbiri içindeki kısımları ve iki yüz ihtimal içinde mütereddit, yalnız gizli ve fikren


acip: hayret verici
âciz: güçsüz (bk. a-c-z)
adüvv-ü kâfir: kâfir düşman (bk. k-f-r)
aksâm: kısımlar, bölümler
aksâm-ı kesire: çok kısımlar (bk. k-s̱-r)
aksâm-ı malûme: bilinen kısımlar (bk. a-l-m)
arz: dünya
âyât: ayetler
azametli: büyük (bk. a-ẓ-m)
bedâat-i harika: harika, olağanüstü güzellik (bk. b-d-a)
bedî: eşsiz derecede güzel, benzersiz (bk. b-d-a)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde, halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
cünud: askerler
emirber nefer: emre hazır asker
ezcümle: meselâ
faraza: varsayalım ki
farz-ı muhal: olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme
garâbet: şaşırtıcılık
Hâkim-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeye hükmeden Allah (bk. ḥ-k-m; ẕü; c-l-l)
huruf/hurufât: harfler
kabil-i taksim: bölünebilen
kalkale: harfi okurken, mahrecinden çıkarır çıkarmaz kesme ve böylece harfi iki defa okunmuş gibi çıkarma
küfran: nankörlük, inkar (bk. k-f-r)
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
Mâlik-i Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyin mâliki Allah (bk. m-l-k; ẕü; c-l-l)
mânâ: anlam (bk. a-n-y)
mechûre: harf, hareke ile okunduğunda, nefesin hapsolunup sesin açığa çıktığı anda okunan harfler
mehmûse: gizli okunan harfler
mezkûr: sözü geçen
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
mukattaat: bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler
mukni: ikna edici
mutî: itaat eden, emre uyan
mübareze: karşı koyma
mütedahil: iç içe, birbiri içinde
mütereddit: tereddütte kalan, her bir ihtimale eşit mesafede olan
nısf-ı ekall: yarıdan az
nısf-ı ekser: yarıdan çok (bk. k-s̱-r)
nısfı: yarısı
rahve: harf cezimli söylenirken sesin akması hali
recmetmek: taşlamak
sair: diğer
sakîl: ağır ve kalın okunan harfler
sifre-misal: şifre gibi (bk. m-s̱-l)
şedîde: harf sükun ile ve nefesin hepsi hapsolarak sâkin bir halde okunduğu zaman sesin aslâ akmaması
tansif etmek: ikiye bölmek
tarâvet: tazelik
tazammun etmek: içine almak
tuğyan: azgınlık, taşkınlık (bk. ṭ-ğ-y)
ulviyet-i ifade: ifadedeki yücelik
üslûb-u bedî: eşsiz güzellikteki ifade tarzı (bk. b-d-a)
üslûp: ifade tarzı
zelâka: tecvitte keskin olarak çıkan harfler (lâm, râ, nun)

bilinmeyecek birtek yolla umumunu tansif etmek kabil olduğu halde, o yolda, o geniş mesafede sevk-i kelâm etmek, fikr-i beşerin işi olamaz. Tesadüf hiç karışamaz.

İşte, bir şifre-i İlâhiye olan sûrelerin başlarındaki huruf, bunun gibi daha beş altı lem’a-i i’câziyeyi gösterdikleriyle beraber, ilm-i esrar-ı huruf ulemasıyla evliyanın muhakkikleri şu mukattaattan çok esrar istihraç etmişler ve öyle hakaik bulmuşlar ki, onlarca şu mukattaat kendi başıyla gayet parlak bir mu’cizedir. Onların esrarına ehil olmadığımız, hem umum göz görecek derecede ispat edemediğimiz için, o kapıyı açamayız. Yalnız, İşârâtü’l-İ’câz’da şunlara dair beyan olunan beş altı lem’a-i i’câza havale etmekle iktifa ediyoruz.

Şimdi, esâlib-i Kur’âniyeye, sûre itibarıyla, maksat itibarıyla, âyât ve kelâm ve kelime itibarıyla birer işaret edeceğiz.

Meselâ, Sûre-i Amme’ye dikkat edilse, öyle bir üslûb-u bedî ile âhireti, haşri, Cennet ve Cehennemin ahvâlini öyle bir tarzda gösteriyor ki, şu dünyadaki ef’âl-i İlâhiyeyi, âsâr-ı Rabbâniyeyi o ahvâl-i uhreviyeye birer birer bakar, ispat eder gibi kalbi ikna eder. Şu sûredeki üslûbun izahı uzun olduğundan, yalnız bir iki noktasına işaret ederiz. Şöyle ki:

Şu sûrenin başında, kıyamet gününü ispat için der: “Size zemini güzel serilmiş bir beşik, dağları hanenize ve hayatınıza defineli direk, hazineli kazık, sizi birbirini sever, ünsiyet eder çift, geceyi hâb-ı rahatınıza örtü, gündüzü meydan-ı maişet, güneşi ışık verici, ısındırıcı bir lâmba, bulutları âb-ı hayat çeşmesi gibi ondan suyu akıttım. Basit bir sudan bütün erzakınızı taşıyan bütün çiçekli, meyveli muhtelif eşyayı kolay ve az bir zamanda icad ederiz. Öyle ise, yevm-i fasl olan kıyamet sizi bekliyor. O günü getirmek Bize ağır gelemez.”

İşte, bundan sonra, kıyamette dağların dağılması, semâvâtın parçalanması, Cehennemin hazırlanması ve Cennet ehline bağ ve bostan vermesini, gizli bir surette ispatlarına işaret eder. Mânen der: “Madem gözünüz önünde dağ ve zeminde şu işleri yapar. Âhirette dahi bunlara benzer işleri yapar.” Demek, sûrenin


âb-ı hayat: hayat suyu (bk. ḥ-y-y)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
ahvâl: haller
ahvâl-i uhreviye: âhiretteki haller (bk. e-ḫ-r)
âsâr-ı Rabbâniye: Rabbâni eserler (bk. r-b-b)
âyât: âyetler
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
define: hazine
ef’âl-i İlâhiye: İlâhî fiiller (bk. f-a-l; e-l-h)
ehil: yetkili, bilen
erzak: rızıklar (bk. r-z-ḳ)
esâlib-i Kur’âniye: Kur’ân’a ait üsluplar, anlatım tarzları
esrar: sırlar
evliya: veliler (bk. v-l-y)
fikr-i beşer: insan düşüncesi (bk. f-k-r)
hâb-ı rahat: rahat uykusu
hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hane: ev
haşr: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
huruf: harfler
icad: vücut verme, yoktan yaratma (bk. v-c-d)
iktifa etmek: yetinmek
ilm-i esrar-ı huruf: harflerin sırlarını ve hikmetlerini konu alan ilim (bk. a-l-m)
istihraç etmek: çıkarmak
izah: açıklama
kabil: mümkün
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
lem’a-i i’câziye: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
meydan-ı maişet: geçimi temin etme meydanı (bk. a-y-ş)
muhakkik: hakikatleri delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitli
mukattaat: bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
sevk-i kelâm etmek: söz ileri sürmek (bk. k-l-m)
Sûre-i Amme: Amme Sûresi
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şifre-i İlâhiye: İlâhî şifre (bk. e-l-h)
tansif etmek: ikiye bölmek
tesadüf: rastlantı
ulema: âlimler (bk. a-l-m)
umum: bütün; genel, herkes
ünsiyet: dostluk, canayakınlık
üslûb-u bedî: eşsiz güzellikteki ifade tarzı (bk. b-d-a)
üslûp: ifade tarzı
yevm-i fasl: iyi insanların kötü insanlardan ayrıldığı gün
zemin: yeryüzü

başındaki “dağ” kıyametteki dağların haline bakar; ve “bağ” ise âhirde ve âhiretteki hadikaya ve bağa bakar.

İşte, sair noktaları buna kıyas et, ne kadar güzel ve âli bir üslûbu var, gör.

Meselâ,

قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِى الْمُلْكَ مَنْ تَشَۤاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَۤاءُ     1

ilâ âhir. Öyle bir üslûb-u âlide, benî beşerdeki şuûnât-ı İlâhiyeyi ve gece ve gündüzün deveranındaki tecelliyât-ı İlâhiyeyi ve senenin mevsimlerinde olan tasarrufât-ı Rabbâniyeyi ve yeryüzünde hayat, memat, haşir ve neşr-i dünyeviyedeki icraat-ı Rabbâniyeyi öyle bir ulvî üslûpla beyan eder ki, ehl-i dikkatin akıllarını teshir eder. Parlak ve ulvî, geniş üslûbu az dikkatle göründüğü için, şimdilik o hazineyi açmayacağız.

Meselâ,

اِذاَ السَّمَۤاءُ انْشَقَّتْ     وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ     وَاِذَا اْلاَرْضُ مُدَّتْ     وَاَلْقَتْ مَا فِيهَا وَتَخَلَّتْ     وَاَذِنَتْ لِرَبِّهَا وَحُقَّتْ     2

Gök ve zeminin, Cenâb-ı Hakkın emrine karşı derece-i inkıyad ve itaatlerini şöyle âli bir üslûpla beyan eder ki: Nasıl bir kumandan-ı âzam, mücahede ve manevra ve ahz-ı asker şubeleri gibi, mücahedeye lâzım işler için iki daireyi teşkil edip açmış. O mücahede, o muamele işi bittikten sonra, o iki daireyi başka işlerde kullanmak ve tebdil ederek istimal etmek için, o kumandan-ı âzam o iki daireye müteveccih olur. O daireler, herbirisi hademeleri lisanıyla veya nutka gelip kendi lisanıyla der ki:

“Ey kumandanım, bir parça mühlet ver ki, eski işlerin ufak tefeklerini, pırtı mırtılarını temizleyip dışarı atayım, sonra teşrif ediniz. İşte, atıp senin emrine


Dipnot-1

“De ki: Ey mülkün hakikî sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden de mülkü çeker alırsın.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:26.

Dipnot-2

“Gök yarıldığında, Rabbinin emrine boyun eğdiğinde-ki ona lâyık olan da budur. Yer düm düz edildiğinde, içinde ne varsa atıp boşaldığında, Rabbinin emrine boyun eğdiğinde—ki ona lâyık olan da budur.” İnşikak Sûresi, 84:1-5.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
ahz-ı asker: asker alımı
âli: yüce, yüksek
benî beşer: insanoğlu
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
Cenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
derece-i inkıyad: boyun eğme derecesi
deveran: dönüş
ehl-i dikkat: dikkat sahibi insanlar
hademe: hizmetçi
hadika: bahçe
haşir ve neşr-i dünyeviye: dünyadaki varlıkların yeniden diriltilip yayılmaları (bk. ḥ-ş-r)
icraat-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare edip egemenliği altında tutan Allah’ın icrâatları, fiilleri (bk. r-b-b)
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
istimal etmek: kullanmak
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
kumandan-ı âzam: çok büyük kumandan (bk. a-ẓ-m)
lisan: dil
manevra: eğitim ve deneme
memat: ölüm (bk. m-v-t)
muamele: işlem
mücahede: savaş (bk. c-h-d)
mühlet: zaman, vakit
müteveccih: yönelmiş
nutka gelmek: konuşmak
sair: diğer
şuûnât-ı İlâhiye: Cenâb-ı Allah’ın işleri ve icraatları (bk. ş-e-n; e-l-h)
tasarrufât-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın fiil ve tasarrufları (bk. ṣ-r-f; r-b-b)
tebdil etmek: değiştirmek
tecelliyât-ı İlâhiye: İlâhi tecelliler, yansımalar (bk. c-l-y; e-l-h)
teshir etmek: boyun eğdirmek
teşkil etmek: oluşturmak
teşrif etmek: şeref vermek, şereflendirmek
ulvî: yüce, yüksek
üslûb-u âli: yüksek ifade tarzı
üslûp: ifade tarzı
zemin: yeryüzü

hazır duruyoruz. Buyurun, ne yaparsanız yapınız. Senin emrine münkadız. Senin yaptığın işler bütün hak, güzel, maslahattır.”

Öyle de, semâvât ve arz, böyle iki daire-i teklif ve tecrübe ve imtihan için açılmıştır. Müddet bittikten sonra, semâvât ve arz, daire-i teklife ait eşyayı emr-i İlâhî ile bertaraf eder, derler: “Yâ Rabbenâ! Buyurun, ne için bizi istihdam edersen et. Hakkımız Sana itaattir. Her yaptığın şey de haktır.”

İşte, cümlelerindeki üslûbun haşmetine bak, dikkat et.

Hem meselâ,

يَۤا اَرْضُ ابْلَعِى مَۤاءَكِ وَيَا سَمَۤاءُ اَقْلِعِى وَغِيضَ الْمَۤاءُ وَقُضِىَ اْلاَمْرُ وَاسْتَوَتْ عَلَى الْجُودِىِّ وَقِيلَ بُعْدًا لِلْقَوْمِ الظَّالِمِينَ     1

İşte şu âyetin bahr-i belâğatinden bir katreye işaret için, bir üslûbunu bir temsil âyinesinde göstereceğiz.

Nasıl bir harb-i umumîde bir kumandan, zaferden sonra, ateş eden bir ordusuna “Ateş kes!” ve hücum eden diğer bir ordusuna “Dur!” der, emreder; o anda ateş kesilir, hücum durur. “İş bitti, istilâ ettik, bayrağımız düşmanın merkezlerinde yüksek kalelerinin başında dikildi. Esfelü’s-sâfilîne giden o edepsiz zalimler cezalarını buldular” der.

Aynen öyle de, Padişah-ı Bîmisal, kavm-i Nuh’un mahvı için semâvât ve arza emir vermiş. Vazifelerini yaptıktan sonra, ferman ediyor: “Ey arz, suyunu yut. Ey semâ, dur, işin bitti.” Su çekildi. Dağın başında memur-u İlâhînin çadır vazifesini gören gemisi kuruldu. Zalimler cezalarını buldular.

İşte şu üslûbun ulviyetine bak. “Zemin ve gök, iki muti’ asker gibi emir dinler, itaat ederler” diyor. İşte şu üslûp işaret eder ki, insanın isyanından kâinat kızıyor, semâvât ve arz hiddete geliyorlar. Ve şu işaretle der ki: “Yer ve gök iki muti’ asker gibi emirlerine bakan bir Zâta isyan edilmez, edilmemeli.” Dehşetli bir zecri ifade eder.

İşte, tufan gibi bir hadise-i umumiyeyi bütün netâiciyle, hakaikiyle, birkaç


Dipnot-1

“Ey yer, suyunu yut. Ey gök, suyunu tut. Su çekildi, iş bitirildi ve gemi Cûdî Dağına oturdu. Ve ‘Zalimler güruhu Allah’ın rahmetinden uzak olsun’ denildi.” Hûd Sûresi, 11:44.


arz: yer, dünya
âyine: ayna
bahr-i belâğat: belâğat denizi (bk. b-l-ğ)
bertaraf etmek: bir tarafa atmak
daire-i teklif: sorumluluk ve imtihan yeri
emr-i İlâhî: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
esfelü’s-sâfilîn: aşağıların en aşağısı
ferman: emir, buyruk
hadise-i umumiye: geneli ilgilendiren ve her tarafı kuşatan olay
hak: doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakaik: gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
harb-i umumî: dünya savaşı
haşmet: büyüklük, görkem
hiddet: öfke, gazap
istihdam etmek: çalıştırmak, kullanmak
istilâ etmek: ele geçirmek
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
katre: damla
kavm-i Nuh: Nuh kavmi
mahv: yok olma
maslahat: fayda, yarar (bk. ṣ-l-ḥ)
memur-u İlâhî: Allah’ın memuru (bk. e-l-h)
muti’: itaat eden
münkad: boyun eğen
netâic: sonuçlar
Padişah-ı Bîmisal: eşsiz ve benzeriz Padişah Allah (bk. m-s̱-l)
semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
tecrübe: deneme
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
tufan: büyük su baskını
ulviyet: yücelik
üslûb: ifade tarzı
Yâ Rabbenâ: ey Rabbimiz (bk. r-b-b)
zecr: sakındırma
zemin: yer

cümlede, îcazlı, i’câzlı, cemâlli, icmalli bir tarzda beyan eder. Şu denizin sair katrelerini şu katreye kıyas et.

Şimdi, kelimelerin penceresiyle gösterdiği üslûba bak. Meselâ,

     وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ 

deki

 كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ 

kelimesine bak, ne kadar lâtif bir üslûbu gösteriyor. Şöyle ki:

Kamerin bir menzili var ki, Süreyya yıldızlarının dairesidir. Kameri, hilâl vaktinde, hurmanın eskimiş beyaz bir dalına teşbih eder. Şu teşbihle, semânın yeşil perdesi arkasında güya bir ağaç bulunuyor gibi, beyaz, sivri, nuranî bir dalı, perdeyi yırtıp, başını çıkarıp, Süreyya o dalın bir salkımı gibi ve sair yıldızlar o gizli hilkat ağacının birer münevver meyvesi olarak, işitenin hayali olan gözüne göstermekle, medar-ı maişetlerinin en mühimmi hurma ağacı olan sahrânişinlerin nazarında ne kadar münasip, güzel, lâtif, ulvî bir üslûb-u ifade olduğunu, zevkin varsa anlarsın.

Meselâ, On Dokuzuncu Sözün âhirinde ispat edildiği gibi,

 وَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا 

deki tecrî kelimesi şöyle bir üslûb-u âliye pencere açar. Şöyle ki: Tecrî lâfzıyla, yani “Güneş döner” tabiriyle, kış ve yaz, gece ve gündüzün deveranındaki muntazam tasarrufât-ı kudret-i İlâhiyeyi ihtarla, Sâniin azametini ifham eder ve o mevsimlerin sahifelerinde kalem-i kudretin yazdığı mektubat-ı Samedâniyeye nazarı çevirir, Hâlık-ı Zülcelâlin hikmetini ilâm eder.

وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا 

Yani, “lâmba” tabiriyle şöyle bir üslûba pencere açar ki: Şu âlem bir saray; ve içinde olan eşya ise, insana ve zîhayata ihzar edilmiş


Dipnot-1

“Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik ki, kurumuş hurma dalının ince yay halini alıncaya kadar incelir.” Yâsin Sûresi, 36:39.

Dipnot-2

“Kurumuş hurma dalının ince yaya benzer şekli gibi.” Yâsin Sûresi, 36:39.

Dipnot-3

“Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider.” Yâsin Sûresi, 36:38.

Dipnot-4

“Güneşi de bir kandil yaptı.” Nuh Sûresi, 71:16.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
azamet: büyüklük (bk. a-ẓ-m)
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
cemâlli: güzel (bk. c-m-l)
deveran: dönüş
eşya: şeyler, varlıklar
güya: sanki
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hikmet: İlâhî gaye ve fayda (bk. ḥ-k-m)
hilâl: yay şeklinde görülen yeni ay
hilkat: yaratılış (bk. ḫ-l-ḳ)
i’câzlı: bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakacak şekilde, mucizeli (bk. a-c-z)
îcazlı: az sözle çok mânâlar anlatan, özlü sözlü (bk. v-c-z)
icmalli: özet şekilde (bk. c-m-l)
ifham: anlatma, bildirme
ihtar: hatırlatma
ihzar etmek: hazırlamak
ilâm etmek: duyurmak (bk. a-l-m)
kalem-i kudret: Allah’ın kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)
kamer: ay
katre: damla
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
medar-ı maişet: geçim kaynağı (bk. a-y-ş)
mektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
menzil: yer, durak (bk. n-z-l)
muntazam: düzenli (bk. n-ẓ-m)
mühim: önemli
münasip: uygun (bk. n-s-b)
münevver: nurlanmış, aydınlanmış (bk. n-v-r)
nazar: bakış, dikkat (bk. n-ẓ-r)
nuranî: nurlu, aydınlık (bk. n-v-r)
sahrânişîn: çölde yaşayan
sair: diğer
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
semâ: gök (bk. s-m-v)
Süreyya: Ülker yıldızı
tasarrufât-ı kudret-i İlâhiye: Allah’ın sonsuz kudretiyle yaptığı işler (bk. ṣ-r-f; ḳ-d-r; e-l-h)
tecrî: “döner, akıp gider”
teşbih: benzetme
ulvî: yüce, büyük
üslûb-u âliye: yüksek ifade tarzı
üslûb-u ifade: ifade tarzı
üslûp: ifade tarzı
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)

müzeyyenat ve mat’ûmat ve levazımat olduğunu; ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtarla Sâniin haşmetini ve Hâlıkın ihsanını ifham ederek tevhide bir delil gösterir ki, müşriklerin en mühim, en parlak mâbud zannettikleri güneş, musahhar bir lâmba, câmid bir mahlûktur. Demek, sirac tabirinde, Hâlıkın azamet-i rububiyetindeki rahmetini ihtar eder; rahmetin vüs’atindeki ihsanını ifham eder; ve o ifhamda, saltanatının haşmetindeki keremini ihsas eder; ve bu ihsasta, vahdâniyeti ilâm eder ve mânen der ki: “Câmid bir sirâc-ı musahhar, hiçbir cihette ibadete lâyık olamaz.”

Hem cereyan-ı tecrî tabirinde gece gündüzün, kış ve yazın dönmelerindeki tasarrufât-ı muntazama-i acibeyi ihtar eder ve o ihtarda, rububiyetinde münferid bir Sâniin azamet-i kudretini ifham eder. Demek, şems ve kamer noktalarından beşerin zihnini gece ve gündüz, kış ve yaz sahifelerine çevirir ve o sahifelerde yazılan hâdisâtın satırlarına nazar-ı dikkati celb eder.

Evet, Kur’ân güneşten güneş için bahsetmiyor. Belki, onu ışıklandıran Zât için bahsediyor. Hem güneşin insana lüzumsuz olan mahiyetinden bahsetmiyor. Belki güneşin vazifesinden bahsediyor ki, san’at-ı Rabbâniyenin intizamına bir zemberek ve hilkat-i Rabbâniyenin nizamına bir merkez, hem Nakkâş-ı Ezelînin gece-gündüz ipleriyle dokuduğu eşyadaki san’at-ı Rabbâniyenin insicamına bir mekik vazifesini yapıyor.

Daha sair kelimât-ı Kur’âniyeyi bunlara kıyas edebilirsin. Adeta basit, melûf birer kelime iken, lâtif mânâların definelerine birer anahtar vazifesini görüyor.

İşte, ekseriyetle üslûb-u Kur’ân’ın geçen tarzlarda ulvî ve parlak olduğundandır ki, bazan bir bedevî Arap, birtek kelâma meftun olur, Müslüman olmadan secdeye giderdi. Bir bedevî

 فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ 

kelâmını işittiği anda secdeye gitti. Ona dediler: “Müslüman mı oldun?” “Yok,” dedi. “Ben şu kelâmın belâğatine secde ediyorum.”

Dipnot-1

“Emrolunduğun şeyi açıkla.” Hicr Sûresi, 15:94.


azamet-i kudret: kudretin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; ḳ-d-r)
azamet-i rububiyet: Allah’ın bütün varlıkları terbiye ve idare ediciliğinin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; r-b-b)
bedevî: çölde yaşayan
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin, makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beşer: insan
câmid: cansız
celb etmek: çekmek
cereyan-ı tecrî: “döner, akar gider” ifadesi
cihet: yön
ekseriyetle: çoğunlukla (bk. k-s̱-r)
hâdisât: hadiseler, olaylar
Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
haşmet: görkem
hilkat-i Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın yaratıcılığı (bk. ḫ-l-ḳ; r-b-b)
ifham: anlatma, bildirme
ihsan: bağış, iyilik (bk. ḥ-s-n)
ihsas etmek: hissettirmek
ihtar: hatırlatma
ilâm etmek: duyurmak
insicam: uyumluluk, düzgünlük
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
kamer: ay
kelâm: kelime, söz (bk. k-l-m)
kelimât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın kelimeleri (bk. k-l-m)
kerem: cömertlik (bk. k-r-m)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
levazımat: gerekli şeyler
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahiyet: özellik, nitelik
mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)
mânen: mânevî olarak (bk. a-n-y)
mat’ûmat: yiyecekler
meftun olmak: tutulmak
mekik: dokuma âleti
melûf: alışılmış
mumdar: ışık veren
musahhar: emre uyan
mühim: önemli
münferid: tek başına (bk. f-r-d)
müşrik: Allah’a ortak koşan
müzeyyenat: süslü şeyler (bk. z-y-n)
Nakkaş-ı Ezelî: başlangıcı olmayan, ezelî nakşedici olan Allah (bk. n-ḳ-ş; e-z-l)
nazar-ı dikkat: dikkatli bakış (bk. n-ẓ-r)
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
sair: diğer
san’at-ı Rabbâniye: herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın san’atı (bk. ṣ-n-a; r-b-b)
Sâni: herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a)
sirac: lamba, kandil
sirâc-ı musahhar: emre boyun eğen lamba
şems: güneş
tabir: ifâde (bk. a-b-r)
tasarrufât-ı muntazama-i acibe: hayret verici ve düzenli işler, tasarruflar (bk. ṣ-r-f; n-ẓ-m)
secde: yere kapanma
tevhid: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)
ulvî: yüce, büyük
üslûb-u Kur’ân: Kur’ân’ın ifade tarzı
vahdâniyet: Allah’ın bir ve tek olup ortağının olmayışı (bk. v-ḥ-d)
vüs’at: genişlik
zemberek: hareketi sağlayan güç kaynağı

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.501

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/501


CUMARTESİ DERSLERİ

"Ey acz ve hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve zaaf ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi, elinizden gelirse hudud-u mülkümden çıkınız! Nasıl cesaret edersiniz ki, ..." - Cumartesi Dersleri 25. 1. 5. 
“Ey acz ve hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve zaaf ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi, elinizden gelirse hudud-u mülkümden çıkınız! Nasıl cesaret edersiniz ki, …” – Cumartesi Dersleri 25. 1. 5. 

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar.” Bakara Sûresi, 2:3. Şu cümlenin hey’âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder. Birinci şart: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, … – Cumartesi Dersleri 25. 1. 4.

Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar. Bakara Sûresi, 23. Şu cümlenin hey'âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder. Birinci şart Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, ... - Cumartesi Dersleri 25. 1. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“”Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar.” Bakara Sûresi, 2:3. Şu cümlenin hey’âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder. Birinci şart: Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, …”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET.

Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar. Bakara Sûresi, 23. Şu cümlenin hey'âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder. Birinci şart Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, ... - Cumartesi Dersleri 25. 1. 4.
Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar. Bakara Sûresi, 23. Şu cümlenin hey’âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder. Birinci şart Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, … – Cumartesi Dersleri 25. 1. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

Belâğatindeki i’câz-ı Kur’ânînin hikmetini Beş Noktada beyan edeceğiz.

BİRİNCİ NOKTA:

Kur’ân’ın nazmında bir cezalet-i harika var. O nazımdaki cezalet ve metaneti, İşârâtü’l-İ’câz baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi beyan eder. Saatin saniye, dakika, saati sayan ve birbirinin nizamını tekmil eden ne ise, Kur’ân-ı Hakîmin herbir cümledeki, hey’âtındaki nazım ve kelimelerindeki nizam ve cümlelerin birbirine karşı münasebâtındaki intizamı öyle bir tarzda İşârâtü’l-İ’câz’da âhirine kadar beyan edilmiştir. Kim isterse ona bakabilir


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
alâküllihal: ister istemez, her halde (bk. k-l-l)
âmi: câhil
Arabî: Arapça
battal: bâtıl, hükümsüz
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beşer: insanlar
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n)
celb etmek: çekmek
cezalet: güzel ve güçlü ifade (bk. c-z-l)
cezalet-i harika: hayranlık verici güçlü ifade (bk. c-z-l)
cezalet-i nazmiye: Kur’ân’ın dizilişindeki güzellik ve akıcılık (bk. c-z-l)
çendan: gerçi
fevkinde: üstünde
fıkra: kısa yazı, bent
hadsiz: sonsuz
hey’ât: kısımlar, parçalar
hezeyan: saçmalama
hırs-ı muâraza: karşı koymak için aşırı istek
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüsn-ü cemâl: maddî manevî güzellik (bk. ḥ-s-n; c-m-l)
i’câz: mu’cizelik (bk. a-c-z)
i’câz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iştihar bulmak: meşhur olmak
ittifak: birleşme
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
kesretli: çok, fazla (bk. k-s̱-r)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
metanet: sağlamlık
mevcut: var (bk. v-c-d)
muannit: inatçı
muâraza: sözle mücadele
muarız: karşı gelen
muhal: imkansız
münasebât: münasebetler, bağlantılar (bk. n-s-b)
Müseylime-i Kezzâb: (bk. bilgiler)
nazar-ı istiğrab: garip ve hayretli bakış (bk. n-ẓ-r)
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
nisbet etmek: kıyaslamak (bk. n-s-b)
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
sâik-i şedid: şiddetli sevk edici gerekçe
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şenî: fena, kötü
şevk-i taklidi: benzerini yapma arzusu ve isteği
tanzir: benzerini yapma (bk. n-ẓ-r)
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
teşebbüs etmek: başvurmak, girişmek
umum: bütün
vukuat: vâkıalar, olaylar

ve bu nazımdaki cezalet-i harikayı bu surette görebilir. Yalnız bir iki misal, bir cümlenin hey’âtındaki nazmı göstermek için zikredeceğiz.

Meselâ

 وَلَئِنْ مَسَّتْهُمْ نَفْحَةٌ مِنْ عَذَابِ رَبِّكَ 

bu cümlede, azâbı dehşetli göstermek için, en azının şiddetle tesirini göstermekle göstermek ister. Demek taklîli ifade edecek; cümlenin bütün heyetleri de bu taklîle bakıp ona kuvvet verecek. İşte, لَئِنْ lâfzı, teşkiktir. Şek kıllete bakar. مَسَّ lâfzı, azıcık dokunmaktır; yine kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ lâfzı, maddesi bir kokucuk olup kılleti ifade ettiği gibi, sîgası bire delâlet eder. Masdar-ı merre tabir-i sarfiyesinde “biricik” demektir, kılleti ifade eder. نَفْحَةٌ deki tenvin-i tenkirî, taklîli içindir ki, “O kadar küçük ki, bilinemiyor” demektir. مِنْ lâfzı, teb’îz içindir, “bir parça” demektir; kılleti ifade eder. عَذَابِ lâfzı, nekâl, ikab’a nisbeten hafif bir nevi cezadır ki, kıllete işaret eder. رَبِّكَ lâfzı, Kahhâr, Cebbar, Müntakîm’e bedel yine şefkati ihsas etmekle

kılleti işaret ediyor. İşte, bu kadar kılletteki bir parça azap böyle tesirli ise, ikab-ı İlâhî ne kadar dehşetli olur, kıyas edebilirsiniz diye ifade eder. İşte şu cümlede küçük heyetler nasıl birbirine bakıp yardım eder. Maksad-ı küllîyi, herbiri kendi lisanıyla takviye eder. Şu misal bir derece lafız ve maksada bakar.

İkinci misal:

 وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ 

Şu cümlenin hey’âtı, sadakanın şerâit-i kabulünün beşine işaret eder.

Birinci şart: 

Sadakaya muhtaç olmamak derecede sadaka vermek ki, وَمِمَّا lâfzındaki مِنْ i teb’îz ile o şartı ifade eder.


Dipnot-1

“And olsun, Rabbinin azâbından en küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa…” Enbiyâ Sûresi, 21:46.

Dipnot-2

“Onlara rızık olarak verdiğimizden bağışta bulunurlar.” Bakara Sûresi, 2:3.


Cebbâr: azamet ve yücelik sahibi, yarattıklarına dilediğini yaptıran Allah (bk. c-b-r)
cezalet-i harika: hayranlık verici düzgün ifade, güzel anlatım (bk. c-z-l)
dehşetli: korkunç, ürkütücü
delâlet: işaret etme, delil olma
hey’ât: parçalar, kısımlar
heyet: kısım, parça
ihsas etmek: hissettirmek
ikab: âhiret azabı
ikab-ı İlâhî: Allah’ın azabı (bk. e-l-h)
Kahhar: herşeye her zaman mutlak galip gelen ve boyun eğdiren Allah (bk. ḳ-h-r)
kıllet: azlık
lâfız: ifade, kelime
lisan: dil
maksad: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
maksad-ı küllî: bütünündeki maksat (bk. ḳ-ṣ-d; k-l-l)
masdar-ı merre: fiilin bir defa yapıldığını belirten masdar
Müntakim: suç işleyene cezasını veren Allah
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
nekâl: şiddetli azap
nevi: tür, çeşit
nisbeten: kıyasla (bk. n-s-b)
sadaka: Allah rızası için ihtiyaç sahibi kişilere yapılan yardım
sîga: kip
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şek: şüphe, tereddüt
şerâit-i kabul: kabul şartları
tabir-i sarfiye: gramerle ilgili ifade (bk. a-b-r)
taklîl: az gösterme, azaltma
takviye etmek: kuvvetlendirmek
teb’îz: parçalara bölme, ayırma
tenvin-i tenkirî: kelimenin belirsizliğini gösteren tenvin işareti; harf-i tarifsiz (“el” takısız) olduğu için tenvinli olan ve nekra denen kelime
teşkik: şüphede bırakma
zikretmek: belirtmek, anmak

İkinci şart:

Ali’den alıp Veli’ye vermek değil, belki kendi malından vermektir. Şu şartı رَزَقْنَاهُمْ lâfzı ifade ediyor. “Size rızık olandan veriniz” demektir.

Üçüncü şart: 

Minnet etmemektir. Şu şarta رَزَقْنَا daki نَا lâfzı işaret eder. Yani, “Ben size rızkı veriyorum. Benim malımdan Benim abdime vermekte minnetiniz yoktur.”

Dördüncü şart:

Öyle adama veresin ki, nafakasına sarf etsin. Yoksa sefâhete sarf edenlere sadaka makbul olmaz. Şu şarta يُنْفِقُونَ lâfzı işaret ediyor.

Beşinci şart:

Allah namına vermektir ki, رَزَقْنَاهُمْ ifade ediyor. Yani, “Mal Benimdir; Benim namımla vermelisiniz.”

Şu şartlarla beraber, tevsî de var. Yani, sadaka nasıl mal ile olur; ilim ile dahi olur, kavl ile, fiil ile, nasihat ile de oluyor. İşte şu aksâma مِمَّا lâfzındaki مَا umumiyetiyle işaret ediyor. Hem şu cümle de bizzat işaret ediyor; çünkü mutlaktır, umumu ifade eder.

İşte, sadakayı ifade eden şu kısacık cümlede, beş şartla beraber geniş bir dairesini akla ihsan ediyor, heyetiyle ihsas ediyor.

İşte, heyette böyle pek çok nazımlar var. Kelimâtın dahi, birbirine karşı aynen, geniş, böyle bir daire-i nazmiyesi var. Sonra kelâmların da, meselâ

قُلْ هُوَ اللهُ أَحَدٌ 

‘de altı cümle var: üçü müsbet, üçü menfi. Altı mertebe-i tevhidi ispat etmekle beraber, şirkin altı envâını reddeder. Herbir cümlesi, öteki cümlelere hem delil olur, hem netice olur. Çünkü herbir cümlenin iki mânâsı var. Bir mânâ ile netice olur, bir mânâ ile de delil olur. Demek, Sûre-i İhlâsta otuz Sûre-i İhlâs kadar, muntazam, birbirini ispat eder delillerden mürekkep sûreler vardır. Meselâ,

قُلْ هُوَ اللهُ: ِلاَنَّهُ اَحَدٌ     ِلاَنَّهُ صَمَدٌ     ِلاَنَّهُ لَمْ يَلِدْ     ِلاَنَّهُ لَمْ يُولَدْ     ِلاَنَّهُ لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ     2


Dipnot-1

“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi, 112-1.

Dipnot-2

De ki: O Allah’tır. Çünkü O birdir. Çünkü O hiçbir şeye muhtaç değildir ve herşey Ona muhtaçtır. Çünkü O doğurmamıştır. Çünkü O doğurulmamıştır. Çünkü Ona denk olacak hiçbir şey yoktur.


abd: kul (bk. a-b-d)
aksâm: kısımlar, bölümler
daire-i nazmiye: nazım, diziliş dairesi (bk. n-ẓ-m)
envâ: çeşitler
heyet: kısım, parça
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
ihsas etmek: hissettirmek
kavl: söz
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kelimât: kelimeler (bk. k-l-m)
lâfz: ifade, kelime
makbul: kabul olunma
menfi: olumsuz
mertebe-i tevhid: her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu anlatan mertebe, seviye (bk. v-ḥ-d)
minnet: başa kakma
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
mutlak: serbest bırakılmış, sınırı belirtilmemiş (bk. ṭ-l-ḳ)
mürekkep: oluşmuş
müsbet: olumlu
nafaka: geçim vasıtası
nam: ad
nasihat: öğüt
nazım: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
netice: sonuç
sarf etmek: harcamak
sefahet: zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkünlük, budalalık
şirk: Allah’a ortak koşma
tevsî: genişletme
umum: genel

hem

وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ: ِلاَنَّهُ لَمْ يُولَدْ     ِلاَنَّهُ لَمْ يَلِدْ     ِلاَنَّهُ صَمَدٌ     ِلاَنَّهُ اَحَدٌ     ِلاَنَّهُ هُوَ اللهُ     1

hem

هُوَ اللهُ فَهُوَ اَحَدٌ     فَهُوَ صَمَدٌ     فَاِذًا لَمْ يَلِدْ     فَاِذًا لَمْ يُولَدْ     فَاِذًا لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ     2

Daha sen buna göre kıyas et. Meselâ,

الۤمۤ     ذٰلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِلْمُتَّقِينَ     3

Şu dört cümlenin herbirisinin iki mânâsı var. Bir mânâ ile öteki cümlelere delildir; diğer mânâ ile onlara neticedir. On altı münasebet hatlarından bir nakş-ı nazmî-i i’câzî hasıl olur. İşârâtü’l-İ’câz’da öyle bir tarzda beyan edilmiş ki, bir nakş-ı nazmî-i i’câzî teşkil eder. On Üçüncü Sözde beyan edildiği gibi, güya ekser âyât-ı Kur’âniyenin herbirisi, ekser âyâtın herbirisine bakar bir gözü ve nâzır bir yüzü vardır ki, onlara münasebâtın hutut-u mâneviyesini uzatıyor, birer nakş-ı i’câzî nescediyor. İşte, İşârâtü’l-İ’câz baştan aşağıya kadar bu cezalet-i nazmiyeyi şerh etmiştir.


Dipnot-1

Hiçbir şey Onun dengi değildir. Çünkü O doğurulmamıştır. Çünkü O doğurmaktan münezzehtir. Çünkü O hiçbir şeye muhtaç değildir ve herşey Ona muhtaçtır. Çünkü O birdir. Çünkü O Allah’tır.

Dipnot-2

O Allah’tır. Öyle ise O birdir. Öyle ise O Sameddir. Öyle ise O doğurmamıştır. Öyle ise O doğurulmamıştır. Öyle ise Onun hiçbir dengi yoktur.

Dipnot-3

“Elif lâm mim. Şu kitap ki, onda asla şüphe yoktur. O, takvâ sahipleri için bir yol göstericidir.” Bakara Sûresi, 2:1.


asr-ı cahiliyet: cahiliye asrıâyât-ı Kurâniye: Kur’ân’ın âyetleribelâğat-i harika: hayranlık verici belâğat (bk. b-l-ğ)belâğat-i mâneviye: mânevî belâğat (bk. b-l-ğ; a-n-y)beyan edilmek: açıklanmak (bk. b-y-n)cezalet-i nazmiye: Kur’ân’ın nazmındaki güzellik, üstünlük ve akıcılık (bk. c-z-l; n-ẓ-m)ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)evvel: öncefarz etmek: varsaymakhasıl olmak: meydana gelmekhutut-u mâneviye: manevi hatlar, çizgiler (bk. a-n-y)mânâ: anlam (bk. a-n-y)münasebât: ilişkiler, bağlantılar (bk. n-s-b)münasebet: ilişki, bağlantı (bk. n-s-b)nakş-ı i’câzî: mu’cizelik nakşı (bk. n-ḳ-ş; a-c-z)nakş-ı nazmî-i i’câzî: bir mu’cize olan tertip ve dizilişindeki örgü (bk. n-ḳ-ş; n-ẓ-m; a-c-z)nâzır: bakan (bk. n-ẓ-r)nescetmek: dokumaknetice: sonuçnur-u Kur’ân: Kur’ân’ın nuru (bk. n-v-r)sahrâ-yı bedeviyet: bedevîlik çölüşerh etmek: açıklamaktarz: şekil, biçimteşkil etmek: oluşturmakzulmet-i cehil ve gaflet: cehalet ve gaflet karanlığı (bk. ẓ-l-m; ğ-f-l)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.496

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/496


CUMARTESİ DERSLERİ

Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 3.
Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 3.

Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – BİRİNCİ SURET.

Eğer kulumuz Muhammed'e indirdiğimiz Kur'ân'dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 3.
Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin. Bakara Sûresi, 223. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

Bu Şulenin Üç Şuası var.

BİRİNCİ ŞUA

Derece-i i’cazda belâğat-i Kur’âniyedir. O belâğat ise, nazmın cezaletinden ve hüsn-ü metanetinden ve üslûplarının bedâatinden, garip ve müstahsenliğinden ve beyanının beraatinden, fâik ve safvetinden ve maânîsinin kuvvet ve hakkaniyetinden ve lâfzının fesahatinden, selâsetinden tevellüd eden bir belâğat-i harikulâdedir ki, benî Âdemin en dâhi ediplerini, en harika hatiplerini, en mütebahhir ulemasını muârazaya davet edip bin üç yüz senedir meydan okuyor. Onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muârazaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başını semâvâta vuran o dâhiler, ona muâraza için ağız açamayıp, kemâl-i zilletle boyun eğdiler.

İşte, belâğatindeki vech-i i’câzı iki suretle işaret ederiz.

BİRİNCİ SURET: 

İ’câzı vardır ve mevcuttur. Çünkü, Ceziretü’l-Arap ahalisi o asırda ekseriyet-i mutlaka itibarıyla ümmî idi. Ümmîlikleri için, mefahirlerini ve vukuat-ı tarihiyelerini ve mehâsin-i ahlâka yardım edecek durub-u emsallerini, kitabet yerine şiir ve belâğat kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Mânidar bir kelâm, şiir ve belâğat cazibesiyle eslâftan ahlâfa hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte, şu ihtiyac-ı fıtrî neticesi olarak, o kavmin mânevî çarşı-yı ticaretlerinde en ziyade revaç bulan, fesahat ve belâğat metâı idi. Hattâ bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millîsi gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte, İslâmiyetten sonra âlemi zekâlarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve medar-ı iftiharları ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belâğatte


ahlâf: halefler, sonradan gelenler
âlem: dünya (bk. a-l-m)
bedâat: benzersizlik, eşsiz güzellik, orijinallik (bk. b-d-a)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
belâğat-i harikulâde: olağanüstü söyleyiş güzelliği (bk. b-l-ğ)
belâğat-i Kur’âniye: Kur’ân’ın belâğatı (bk. b-l-ğ)
beliğ: belâğat sahibi (bk. b-l-ğ)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
beraat: harika, parlak
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cazibe: çekim
cezâlet: akıcı ve güçlü ifade, güzel anlatım (bk. c-z-l)
Ceziretü’l-Arap: Arabistan yarım-adası (bk. bilgiler)
çarşı-yı ticaret: ticaret çarşısı
dâhi: son derece zeki
derece-i i’caz: mu’cizelik derecesi (bk. a-c-z)
durub-u emsal: meşhur atasözleri (bk. m-s̱-l)
edip: edebiyatçı
ekseriyet-i mutlaka: büyük çoğunluk (bk. k-s̱-r; ṭ-l-ḳ)
eslâf: selefler, geçmiştekiler
fâik: üstün
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
hakkaniyet: hak oluş, doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hüsn-ü metanet: metanetin ve sağlamlığın güzelliği (bk. ḥ-s-n)
i’câz: mu’cize oluş (bk. a-c-z)
iftihar etmek: övünmek
ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen ihtiyaç (bk. ḥ-v-c; f-ṭ-r)
itibarıyla: özelliğiyle
kahraman-ı millî: millî kahraman
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kemâl-i zillet: tam bir aşağılık (bk. k-m-l)
kitabet: yazım (bk. k-t-b)
lâfz: ifade, kelime
maânî: mânâlar (bk. a-n-y)
mânidar: anlamlı (bk. a-n-y)
medar-ı iftihar: övünç kaynağı
mefahir: övünülecek şeyler
mehâsin-i ahlak: ahlakî güzellikler (bk. ḥ-s-n; ḫ-l-ḳ)
metâ: kıymetli eşya
mevcut: var olan (bk. v-c-d)
muâraza: sözle mücadele
müstahsenlik: güzellik (bk. ḥ-s-n)
mütebahhir: çok bilgili
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
revaç: kıymet, değer
safvet: safilik, halislik, parlak (bk. ṣ-f-y)
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
semâvât: gökler (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şiddet-i ihtiyaç: şiddetli ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
şua: parıltı
şule: ışık hüzmesi
tevellüd etmek: doğmak
ulema: âlimler (bk. a-l-m)
ümmî: okuma yazma bilmeyen
üslûp: ifade tarzı
vech-i i’câz: mu’cizelik yönü (bk. a-c-z)
vukuat-ı tarihiye: tarihî olaylar
ziyade: çok, fazla

akvâm-ı âlemden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belâğat o kadar kıymettardı ki, bir edibin bir sözü için iki kavim büyük muharebe ederdi ve bir sözüyle musalâha ediyorlardı. Hattâ, onların içinde, “Muallâkat-ı Seb’a” namıyla, yedi edibin yedi kasidesini altınla Kâbe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.

İşte böyle bir zamanda, belâğat en revaçlı olduğu bir anda, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan nüzul etti. Nasıl ki zaman-ı Mûsâ aleyhisselâmda sihir ve zaman-ı İsâ aleyhisselâmda tıp revaçta idi; mu’cizelerinin mühimmi o cinsten geldi. İşte, o vakit, bülega-yı Arabı, en kısa bir sûresine mukabeleye davet etti

وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ     1

fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem der ki: “İman getirmezseniz mel’unsunuz, Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını istihfaf ediyor. Onları bidayeten idam-ı ebedî ile ve sonra da Cehennemde idam-ı ebedî ile beraber dünyevî idamla da mahkûm ediyor. Der: “Ya muâraza ediniz, yahut can ve malınız helâkettedir.”

İşte, eğer muâraza mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün müydü ki, bir iki satırla muâraza edip dâvâsını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkülâtlı muharebe tariki ihtiyar edilsin? Evet, o zeki kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belâya atacak uzun bir yolu ihtiyar etsin, hiç kabil midir? Çünkü edipleri birkaç hurufatla muâraza edebilseydi, Kur’ân dâvâsından vazgeçerdi, onlar da maddî ve mânevî helâketten kurtulurlardı. Halbuki muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar ettiler. Demek muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bissüyufa mecbur oldular.

Hem Kur’ân’ı tanzir etmek, taklidini yapmak için gayet şiddetli iki sebep vardı.  


Dipnot-1

“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’ân’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sûre getirin.” Bakara Sûresi, 2:23.


akvâm-ı âlem: dünyadaki kavimler, milletler (bk. a-l-m)
âlem: dünya (bk. a-l-m)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
bidayeten: ilk önce
bülega-yı Arab: Arap belâğatçıları, edebiyatçıları (bk. b-l-ğ)
dehşetli: korkunç
edip: edebiyatçı
ferman: emir, buyruk
helâket: mahvoluş, yok oluş
hurufat: harfler
idam-ı ebedî: sonsuz yok oluş (bk. e-b-d)
ihtiyar etmek: seçmek, tercih etmek (bk. ḫ-y-r)
istihfaf etmek: küçümsemek
Kâbe: (bk. bilgiler)
kabil: mümkün
kaside: şiir
kıymettar: kıymetli
kibir: gurur, kendini büyük görme (bk. k-b-r)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
mel’un: lanetlenmiş
mertebe: derece
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muallâkat-ı Seb’a: yedi askı; Kur’ân nazil olmadan önce, meşhur Arap şâirlerinin en beğenilmiş şiirlerinden, Kâbe’nin duvarına asılmış olanları
muâraza: sözle mücadele
muâraza-i bilhuruf: harflerle mücadele, yazılı ve sözlü mücadele
muhal: imkânsız
muharebe: harp, savaş
muharebe-i bissüyuf: kılıçlarla savaşma, silahlı mücadele
mukabele: karşılık verme
musalâha etmek: barışmak (bk. ṣ-l-ḥ)
müşkilâtlı: zor
nam: ad
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
revaç: değer, kıymet
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r)
tarik: yol (bk. ṭ-r-ḳ)
Zaman-ı İsâ: Hz. İsâ’nın zamanı
zaman-ı Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın zamanı (bk. bilgiler)

Birisi düşmanın hırs-ı muârazası, diğeri dostlarının şevk-i taklididir ki, şu iki sâik-i şedid altında milyonlar Arabî kitaplar yazılmış ki, hiçbirisi ona benzemez. Âlim olsun, âmi olsun, her kim ona ve onlara baksa, kat’iyen diyecek ki, “Kur’ân bunlara benzemez; hiçbirisi onu tanzir edemez.” Şu halde, ya Kur’ân bütününün altındadır—bu ise bütün dost ve düşmanın ittifakıyla battaldır, muhaldir—veya Kur’ân, o yazılan umum kitapların fevkindedir.

Eğer desen: “Nasıl biliyoruz ki, kimse muârazaya teşebbüs etmedi? Kimse kendine güvenemedi mi ki meydana çıksın? Birbirinin yardımı da mı faide etmedi?”

Elcevap: Eğer muâraza mümkün olsaydı, alâküllihal kat’î teşebbüs edilecekti. Çünkü izzet ve namus meselesi, can ve mal tehlikesi vardı. Eğer teşebbüs edilseydi, alâküllihal, kat’î taraftar pek çok bulunacaktı. Çünkü hakka muarız ve muannit daima kesretli idi. Eğer taraftar bulsaydı, alâküllihal iştihar bulacaktı. Çünkü, küçük bir mücadele, beşerin nazar-ı istiğrabını celb edip destanlarda iştihar eder. Şöyle acip bir mücadele ve vukuat ise gizli kalamaz. İslâmiyet aleyhinde tâ en çirkin ve en şenî şeylere kadar nakledilir, meşhur olur. Halbuki, muârazaya dair, Müseylime-i Kezzab’ın bir iki fıkrasından başka nakledilmemiş. O Müseylime’de çendan belâğat varmış. Fakat hadsiz bir hüsn-ü cemâle mâlik olan beyan-ı Kur’ân’a nisbet edildiği için, onun sözleri hezeyan suretinde tarihlere geçmiştir. İşte, Kur’ân’ın belâğatindeki i’câz, kat’iyen, iki kere iki dört eder gibi mevcuttur ki, iş böyle oluyor.


âhir: son (bk. e-ḫ-r)
alâküllihal: ister istemez, her halde (bk. k-l-l)
âmi: câhil
Arabî: Arapça
battal: bâtıl, hükümsüz
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beşer: insanlar
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n)
celb etmek: çekmek
cezalet: güzel ve güçlü ifade (bk. c-z-l)
cezalet-i harika: hayranlık verici güçlü ifade (bk. c-z-l)
cezalet-i nazmiye: Kur’ân’ın dizilişindeki güzellik ve akıcılık (bk. c-z-l)
çendan: gerçi
fevkinde: üstünde
fıkra: kısa yazı, bent
hadsiz: sonsuz
hey’ât: kısımlar, parçalar
hezeyan: saçmalama
hırs-ı muâraza: karşı koymak için aşırı istek
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüsn-ü cemâl: maddî manevî güzellik (bk. ḥ-s-n; c-m-l)
i’câz: mu’cizelik (bk. a-c-z)
i’câz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın mu’cizeliği (bk. a-c-z)
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
iştihar bulmak: meşhur olmak
ittifak: birleşme
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
kesretli: çok, fazla (bk. k-s̱-r)
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
metanet: sağlamlık
mevcut: var (bk. v-c-d)
muannit: inatçı
muâraza: sözle mücadele
muarız: karşı gelen
muhal: imkansız
münasebât: münasebetler, bağlantılar (bk. n-s-b)
Müseylime-i Kezzâb: (bk. bilgiler)
nazar-ı istiğrab: garip ve hayretli bakış (bk. n-ẓ-r)
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
nisbet etmek: kıyaslamak (bk. n-s-b)
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
sâik-i şedid: şiddetli sevk edici gerekçe
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şenî: fena, kötü
şevk-i taklidi: benzerini yapma arzusu ve isteği
tanzir: benzerini yapma (bk. n-ẓ-r)
tekmil: tamamlama (bk. k-m-l)
teşebbüs etmek: başvurmak, girişmek
umum: bütün
vukuat: vâkıalar, olaylar

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – BİRİNCİ SURET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.494

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/494


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 2.
Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 2.

Kur'ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. ”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz Mukaddime İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ CÜZ VE TETİMME-İ TARİF.

Kur'ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah'ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah'ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. - Cumartesi Dersleri - 25. 1. 2.
Kur’ân, bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır; hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır; hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır; … hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir. – Cumartesi Dersleri – 25. 1. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Mukaddime

İKİNCİ CÜZ VE TETİMME-İ TARİF:

Kur’ân Arş-ı Âzamdan, İsm-i Âzamdan, her ismin mertebe-i âzamından geldiği için, On İkinci Sözde beyan ve ispat edildiği gibi,

Kur’ân,

· bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır;

· hem bütün mevcudatın İlâhı ünvanıyla Allah’ın fermanıdır;

· hem bütün semâvât ve arzın Hâlıkı namına bir hitaptır;

· hem rububiyet-i mutlaka cihetinde bir mükâlemedir;

· hem saltanat-ı âmme-i Sübhâniye hesabına bir hutbe-i ezeliyedir;

· hem rahmet-i vâsia-i muhîta nokta-i nazarında bir defter-i iltifâtât-ı Rahmâniyedir;

· hem Ulûhiyetin azamet-i haşmeti haysiyetiyle, başlarında bazan şifre bulunan bir muhabere mecmuasıdır;

· hem İsm-i Âzamın muhitinden nüzul ile Arş-ı Âzamın bütün muhâtına bakan ve teftiş eden hikmetfeşan bir kitab-ı mukaddestir.

Ve şu sırdandır ki, “Kelâmullah” ünvanı, kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş ve daima da veriliyor. Kur’ân’dan sonra sair enbiyanın kütüp ve suhufları derecesi gelir. Sair nihayetsiz kelimât-ı İlâhiyenin ise, bir kısmı dahi has bir itibarla, cüz’î bir ünvanla, hususî bir tecelliyle, cüz’î bir isimle ve has bir rububiyetle ve mahsus bir saltanatla ve hususî bir rahmetle zahir olan ilhâmât suretinde bir mükâlemedir. Melek ve beşer ve hayvânâtın ilhamları, külliyet ve hususiyet itibarıyla çok muhteliftir.


Arş-ı Âzam: Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer (bk. a-r-ş; a-ẓ-m)
arz: yer, dünya
azamet-i haşmet: ihtişamın büyüklüğü (bk. a-ẓ-m)
beşer: insan
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
cihet: yön
cüz: kısım, bölüm (bk. c-z-e)
cüz’î: ferde bakan (bk. c-z-e)
defter-i iltifâtât-ı Rahmâniye: sonsuz merhamet sahibi olan Allah’ın iltifatlarını içine alan defter (bk. r-h-m)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
ferman: buyruk, emir
Hâlık: yaratıcı Allah (bk. ḫ-l-ḳ)
has: özel
haysiyetiyle: münasebetiyle
hayvânât: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
hikmetfeşan: hikmet yayan (bk. ḥ-k-m)
hitap: konuşma (bk. ḫ-ṭ-b)
hususî: özel
hususiyet: özel oluş
hutbe-i ezeliye: ezelî, zamanüstü hutbe (bk. ḫ-t-b; e-z-l)
İlâh: kendisine ibadet edilen, Allah (bk. e-l-h)
ilham: Allah tarafından kalbe gelen mânâ
ilhamat: ilhamlar, Allah tarafından kalbe gelen mânâlar
İsm-i Âzam: Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı (bk. s-m-v; a-ẓ-m)
itibar: özellik
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kelâmullah: Allah’ın kelâmı, sözü (bk. k-l-m)
kelimât-ı İlâhiye: Allah’a ait kelimeler (bk. k-l-m; e-l-h)
kemâl-i liyakat: tam layık olma (bk. k-m-l)
kitab-ı mukaddes: her türlü kusur ve noksandan yüce kitap (bk. k-t-b; ḳ-d-s)
külliyet: genel, kapsamlılık (bk. k-l-l)
kütüp: kitaplar (bk. k-t-b)
mecmua: kitap (bk. c-m-a)
melek: nurdan yaratılmış varlık (bk. m-l-k)
mertebe-i âzam: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhabere: haberleşme
muhât: kapsama alanı
muhit: kapsayan, kuşatıcı
mükâleme: karşılıklı konuşma (bk. k-l-m)
nihayetsiz: sonsuz, sınırsız
nokta-i nazar: bakış noktası (bk. n-ẓ-r)
nüzul: inme (bk. n-z-l)
Rab: herbir varlığı terbiye edip idaresi ve tasarrufu altında bulunduran Allah (bk. r-b-b)
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rahmet-i vâsia-i muhîta: Allah’ın herşeyi kuşatan geniş rahmeti (bk. r-ḥ-m)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
rubûbiyet-i mutlaka: Allah’ın herşeyi kuşatan sınırsız ve sonsuz rablığı (bk. r-b-b; ṭ-l-ḳ)
sair: diğer
saltanat: hakimiyet, egemenlik (bk. s-l-ṭ)
saltanat-ı âmme-i Sübhâniye: her türlü kusurdan yüce olan Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği (bk. s-l-ṭ; s-b-ḥ)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
suhuf: bâzı peygamberlere gelen sahife halindeki kitaplar
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tecelli: yansıma (bk. c-l-y)
teftiş: denetleme
tetimme-i tarif: tanımın tamamlayıcısı, devamı (bk. a-r-f)
Ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
zahir olmak: görünmek (bk. ẓ-h-r)

ÜÇÜNCÜ CÜZ:

Kur’ân,

· asırları muhtelif bütün enbiyanın kütüplerini ve meşrepleri muhtelif bütün evliyanın risalelerini ve meslekleri muhtelif bütün asfiyanın eserlerini icmâlen tazammun eden,

· ve cihât-ı sittesi parlak ve evham ve şübehâtın zulümâtından musaffâ,

· ve nokta-i istinadı, bilyakîn, vahy-i semâvî ve kelâm-ı ezelî,

· ve hedefi ve gayesi, bilmüşahede, saadet-i ebediye,

· içi, bilbedâhe, hâlis hidayet,

· üstü, bizzarure, envâr-ı iman,

· altı, biilmilyakîn, delil ve burhan,

· sağı, bittecrübe, teslim-i kalb ve vicdan,

· solu, biaynilyakîn, teshir-i akıl ve iz’an,

· meyvesi, bihakkılyakîn, rahmet-i Rahmân ve dâr-ı cinân,

· makamı ve revacı, bilhads-i sâdık, makbul-ü melek ve ins ü cân bir kitab-ı semâvîdir.

Kur’ân’ın tarifine dair üç cüz’ündeki sıfatların herbiri başka yerlerde kat’î ispat edilmiş veya ispat edilecektir. Dâvâmız mücerret değil, herbirisi burhan-ı kat’î ile müberhendir.


asfiya: Hz. Peygamberin yolundan giden ilim ve velayet sahibi insanlar (bk. ṣ-f-y)
biaynilyakîn: gözle görür kesinlikte (bk. y-ḳ-n)
bihakkılyakîn: yaşamış gibi bir kesinlikte (bk. ḥ-ḳ-ḳ; y-ḳ-n)
biilmilyakîn: ilmî delillerle elde edilen kesinlikte (bk. a-l-m; y-ḳ-n)
bilbedâhe: ap açık
bilhads-i sâdık: doğru bir sezgiyle (bk. ṣ-d-ḳ)
bilmüşahede: göründüğü üzere (bk. ş-h-d)
bilyakîn: şüphesiz, tereddütsüz (bk. y-ḳ-n)
bittecrübe: tecrübeyle
bizzarure: zorunlu olarak
burhan: mantıkî, güçlü delil
burhan-ı kat’î: sağlam delil
cihât-ı sitte: altı yön
cüz: bölüm, kısım (bk. c-z-e)
dâr-ı cinân: cennet yurdu
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
envâr-ı iman: iman nurları (bk. n-v-r; e-m-n)
evham: vehimler, kuruntular
evliya: veliler, Allah dostları (bk. v-l-y)
hâlis: saf, katıksız (bk. ḫ-l-ṣ)
hidayet: doğru yol (bk. h-d-y)
icmâlen: kısaca, özetle (bk. c-m-l)
kat’î: kesin olarak
kelâm-ı ezelî: ezelî söz (bk. k-l-m; e-z-l)
kitab-ı semâvî: İlâhî kitap (bk. k-t-b; s-m-v)
kütüp: kitaplar (bk. k-t-b)
makbul-ü melek ve ins ve cânn: cinler, insanlar ve meleklerin kabul edip beğendiği şey (bk. m-l-k)
meslek: yol, usül
meşrep: mânevî haz ve feyiz alınan yol; usül, metod
muhtelif: çeşitli
musaffâ: arınmış, safileşmiş (bk. ṣ-f-y)
müberhen: delillerle ispatlanmış
mücerret: soyut
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
rahmet-i Rahmân: rahmeti sınırsız olan Allah’ın şefkat ve merhameti (bk. r-ḥ-m)
revac: kıymet, değer
risale: kitap (bk. r-s-l)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
şübehât: şüpheler
tazammun: içine alma, içerme
teshir-i akıl ve izân: aklı ve idraki etki ve itaat altına alma
teslim-i kalb ve vicdan: kalbin ve vicdanın teslim oluşu (bk. s-l-m)
vahy-i semâvî: Allah’ın peygambere vahyettiği şey (bk. v-ḥ-y; s-m-v)
zulümât: karanlıklar (bk. ẓ-l-m)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mukaddime – İKİNCİ VE ÜÇÜNCÜ CÜZ VE TETİMME-İ TARİF, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.492

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/492


CUMARTESİ DERSLERİ

Mu'cizât-ı Kur'âniye Risalesi - Elde Kur'ân gibi bir mu'cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur'ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir - Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Elde Kur’ân gibi bir mu’cize-i bâki varken, Başka burhan aramak aklıma zâid görünür. Elde Kur’ân gibi bir burhan-ı hakikat varken, Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir – Cumartesi Dersleri 25. 1. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ