Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE.

SHORTS
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Birinci Şule
ÜÇÜNCÜ ŞUA
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.
…
ÜÇÜNCÜ CİLVE:
Kur’ân-ı Hakîm, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına, güya doğrudan doğruya o tabakaya hususî müteveccihtir, hitap ediyor. Evet, bütün benî Âdeme bütün tabakatıyla en yüksek ve en dakik ilim olan imana ve en geniş ve nuranî fen olan marifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maarif olan ahkâm-ı İslâmiyeye davet eden, ders veren Kur’ân ise, her nev’e,
âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z) ahbab-ı uhrevî: âhiretteki dostlar (bk. ḥ-b-b; e-ḫ-r) ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m) ahkâm-ı İslâmiye: İslâmın hükümleri (bk. ḥ-k-m; s-l-m) ayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ) azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m) belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ) benî Âdem: Âdemoğulları, insanlık beşer: insan dakik: ince, derin dereke: en aşağı derece edebiyat-ı ecnebiye: yabancı edebiyat fen: ilim hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâşâ: asla öyle değil hikmet: her şeyi yerli yerinde gösteren doğru bilgi (bk. ḥ-k-m) | hikmet-i felsefe: felsefe ilmi (bk. ḥ-k-m) hitap etmek: konuşmak (bk. ḫ-ṭ-b) kasıru’l-fehim: anlayışı kısa Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f) maâliyât: yüksek ve derin fikirler maarif: bilgiler (bk. a-r-f) makarr-ı ebedî: sonsuz kalınacak yer (bk. e-b-d) marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f) masumâne: masumca, günahsızca muhal: imkânsız muhassala-i mesai: çalışmalardan elde edilen netice | mübalâğa: abartı mütenevvi: çeşitli müteveccih: yönelik netice-i efkâr: fikirlerin sonucu (bk. f-k-r) nev’: tür nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r) nümune: örnek rüyet-i cemâlullah: Allah’ın cemâlini görme (bk. c-m-l) saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şe’n: özellik (bk. ş-e-n) tabakat-ı beşer: insan tabakaları tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r) tereşşuh: sızma vaki: olmuş, meydana gelmiş vatan-ı aslî: gerçek vatan olan cennet vecih: yön, taraf |
her taifeye muvafık gelecek bir ders vermek elzemdir. Halbuki ders birdir, ayrı ayrı değil. Öyle ise, aynı derste tabakat bulunmak lâzımdır. Derecâta göre, herbiri Kur’ân’ın perdelerinden bir perdeden hisse-i dersini alır. Şu hakikatin çok nümunelerini zikretmişiz; onlara müracaat edilebilir. Yalnız burada bir iki cüz’ünün, hem yalnız bir iki tabakasının hisse-i fehmine işaret ederiz.
Meselâ,
لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ 1
Kesretli tabaka olan avam tabakasının şundan hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.
Daha mutavassıt bir tabaka, şundan, İsâ aleyhisselâmın ve melâikelerin ve tevellüde mazhar şeylerin ulûhiyetini nefyetmektir. Çünkü muhal bir şeyi nefyetmek zahiren faidesiz olduğundan, belâğatte medar-ı faide olacak bir lâzım-ı hüküm murad olunur. İşte, cismâniyete mahsus veled ve vâlidi nefyetmekten murat ise, veled ve vâlidi ve küfvü bulunanların nefy-i ulûhiyetleridir ve mâbud olmaya lâyık olmadıklarını göstermektir. Şu sırdandır ki, Sûre-i İhlâs, herkese, hem her vakit faida verebilir.
Daha bir parça ileri bir tabakanın hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak, mevcudata karşı, tevlid ve tevellüdü işmam edecek bütün rabıtalardan münezzehtir. Şerik ve muinden ve hemcinsten müberrâdır. Belki mevcudata karşı nisbeti, hallâkıyettir. Emr-i
كُنْ فَيَكُونُ 2
ile, irade-i ezeliyesiyle, ihtiyarıyla icad eder. İcabî ve ıztırarî ve sudur-u gayr-ı ihtiyarî gibi münâfi-i kemâl herbir rabıtadan münezzehtir.
Daha yüksek bir tabakanın hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak ezelîdir, ebedîdir, evvel ve âhirdir. Hiçbir cihette ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef’âlinde naziri, küfvü,
Dipnot-1
“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4.
Dipnot-2
“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.
âhir: sonra olma (bk. e-ḫ-r) akran: arkadaşlar, denkler Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m) avam: halk belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ) cihet: yön, şekil cismâniyet: bedenle, maddî vücutla ilgili oluş cüz’: parça, kısım (bk. c-z-e) derecât: dereceler ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d) ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l) elzem: çok gerekli evvel: önce olma ezelî: varlığının başlangıcı olmayan (bk. e-z-l) hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hallâkiyet: yaratıcılık (bk. ḫ-l-ḳ) hemcins: aynı cinsten olan hisse-i ders: ders payı hisse-i fehm: anlayış hissesi | ıztırarî: zorunluluk, çaresizlik icabî: zorunluluk, mecburiyet icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d) ihtiyar: irade, dileme (bk. ḫ-y-r) irade-i ezeliye: ezelî irade (bk. r-v-d; e-z-l) İsâ: (bk. bilgiler) işmam etmek: hissettirmek kesretli: çoğunluk (bk. k-s̱-r) küfüv: denk lâzım-ı hüküm: hükmün gereği (bk. ḥ-k-m) mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d) mahsus: has, özel mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r) medar-ı faide: faydaya sebep melâike: melekler (bk. m-l-k) mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d) muhal: imkânsız muîn: yardımcı murad olunmak: istenmek, kastedilmek (bk. r-v-d) mutavassıt: orta derecede muvafık: uygun müberrâ: uzak, yüce | münâfi-i kemâl: mükemmelliğe aykırı (bk. k-m-l) münezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce (bk. n-z-h) nazir: benzer (bk. n-ẓ-r) nefy-i ulûhiyet: ilâhlığın reddi (bk. e-l-h) nefyetmek: reddetmek nisbet: kıyas, oran (bk. n-s-b) nümune: örnek peder: baba rabıta: bağ sıfât: özellik, nitelik (bk. v-ṣ-f) sudur-u gayr-ı ihtiyar: isteksiz olarak meydana gelme (bk. ḫ-y-r) şerik: ortak tabakat: tabakalar, dereceler taife: topluluk tevellüd: doğum, doğma tevlid: doğurma ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h) vâlid: baba veled: evlat, çocuk zahiren: görünürde (bk. ẓ-h-r) zevce: kadın eş, hanım zikretmek: anmak, belirtmek |
şebîhi, misli, misali, mesîli yoktur. Yalnız, ef’âlinde, şuûnunda, teşbihi ifade eden mesel var.
وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 1
Bu tabakata ârifîn tabakası, ehl-i aşk tabakası, sıddıkîn tabakası gibi ayrı ayrı hisse sahiplerini kıyas edebilirsin.
İkinci misal: Meselâ,
مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَۤا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ 2
Tabaka-i ûlânın şundan hisse-i fehmi şudur ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın hizmetkârı ve “veledim” hitabına mazhar olan Zeyd,3 izzetli zevcesini kendine küfüv bulmadığı için tatlik etmiş; Allah’ın emriyle, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm almış.
4 Âyet der: “Peygamber size evlâdım dese, risalet cihetiyle söyler. Şahsiyet itibarıyla pederiniz değil ki, aldığı kadınlar ona münasip düşmesin.”
İkinci tabakanın hisse-i fehmi şudur ki: Bir büyük âmir, raiyetine pederâne şefkatle bakar. Eğer o âmir, zâhir ve bâtın bir padişah-ı ruhanî olsa, o vakit merhameti pederin yüz defa şefkatinden ileri gittiğinden, o raiyetin efradı, onun hakikî evlâdı gibi, ona peder nazarıyla bakarlar. Peder nazarı zevc nazarına inkılâb edemediğinden, kız nazarı da zevce nazarına kolayca değişmediğinden, efkâr-ı âmmede Peygamber (a.s.m.) mü’minlerin kızlarını alması şu sırra uygun gelmediğinden, Kur’ân der: “Peygamber (a.s.m.) merhamet-i İlâhiye nazarıyla size şefkat eder, pederâne muamele yapar. Risalet namına siz onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniyet itibarıyla pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin.”
Üçüncü kısım şöyle fehmeder ki: Peygambere (a.s.m.) intisap edip onun kemâlâtına istinad ederek onun pederâne şefkatine itimad edip kusur ve hatîat
Dipnot-1
“En yüce sıfatlar Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.
Dipnot-2
“Muhammed, sizden hiçbir erkeğin babası değildir.” Ahzâb Sûresi, 33:40.
Dipnot-3
bk. En-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn 3:239; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 9:275.
Dipnot-4
bk. En-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn 4:24.
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) ârifîn: irfan sahipleri, İlâhî hakikatlere vakıf olanlar (bk. a-r-f) bâtın: görünmeyen, gizli cihet: taraf ef’âl: fiiller (bk. f-a-l) efkâr-ı âmme: kamuoyu (bk. f-k-r) efrad: fertler (bk. f-r-d) ehl-i aşk: Allah sevgisinde çok ileri dereceye erişenler evlad: çocuk fehmetmek: anlamak hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hatîat: hatalar hisse-i fehm: anlayış hissesi inkılâb: değişme, dönüşme intisap etmek: mensup olmak, bağlanmak (bk. n-s-b) istinad etmek: dayanmak (bk. s-n-d) | itimad etmek: güvenmek izzet: şeref, değer (bk. a-z-z) kemâlât: mükemmellikler, faziletler (bk. k-m-l) küfüv: denk, uygun mazhar: erişen, sahip olan (bk. ẓ-h-r) merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h) mesel: zenginlik, merhamet gibi sıfatlar (bk. m-s̱-l) mesîl: benzer, eş (bk. m-s̱-l) misal: örnek (bk. m-s̱-l) misil: benzer (bk. m-s̱-l) münasip: uygun (bk. n-s-b) nam: ad nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) padişah-ı ruhanî: ruhanî padişah (bk. r-v-ḥ) peder: baba pederâne: babaya yakışır şekilde raiyet: halk Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m) | risalet: peygamberlik (bk. r-s-l) sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ) şahsiyet-i insaniyet: insanın şahsiyeti şebîh: benzer şuûn: işler, haller (bk. ş-e-n) tabaka-i ûlâ: ilk tabaka tabakat: tabakalar tatlik etmek: boşamak teşbih: benzetme veledim: oğlum zâhir: görünen (bk. ẓ-h-r) zevc: erkek eş, koca zevce: kadın eş Zeyd: (bk. bilgiler) |
etmemelisiniz demektir. Evet, çoklar var ki, büyüklerine ve mürşidlerine itimad edip tembellik eder. Hattâ bazan “Namazımız kılınmış” der (bir kısım Alevîler gibi).
Dördüncü nükte: Bir kısım, şu âyetten şöyle bir işaret-i gaybiye fehmeder ki: Peygamberin (a.s.m.) evlâd-ı zükûru rical derecesinde kalmayıp, rical olarak nesli, bir hikmete binaen kalmayacaktır. Yalnız, “rical” tabirinin ifadesiyle, nisânın pederi olduğunu işaret ettiğinden, nisâ olarak nesli devam edecektir. Felillâhilhamd, Hazret-i Fatıma’nın nesl-i mübareki, Hasan ve Hüseyin gibi iki nuranî silsilenin bedr-i münevveri, şems-i nübüvvetin mânevî ve maddî neslini idame ediyorlar.
اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ 1
Birinci Şule, Üç Şua ile hitama erdi.
Dipnot-1
Allahım, ona ve âline rahmet et.
bedr-i münevver: nurlanmış ay (bk. n-v-r) binaen: -dayanarak evlâd-ı zükûr: erkek çocuklar fehmetmek: anlamak felillâhilhamd: hamd ve övgü Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d) Hasan: (bk. bilgiler) Hazret-i Fâtıma: (bk. bilgiler) hikmet: gaye, sebep (bk. ḥ-k-m) | hitama ermek: sona ermek Hüseyin: (bk. bilgiler) idame etmek: devam ettirmek işaret-i gaybiye: gelecekte olacak bir olaya işaret (bk. ğ-y-b) itimad etmek: güvenmek mürşid: doğru yolu gösteren (bk. r-ş-d) nesl-i mübarek: mübârek nesil (bk. b-r-k) | nisâ: kadınlar nuranî: nurlu (bk. n-v-r) nükte: ince anlamlı söz rical: adamlar silsile: zincir, soy ağacı şems-i nübüvvet: peygamberlik güneşi (bk. n-b-e) şua: parıltı şule: ışık |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://erisale.com/#content.tr.1.552
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/552
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- Hem Kur’ân, merhameten, kadınların hürmetini muhafaza için, hayâ perdesini takmasını emreder -tâ hevesât-ı rezilenin ayağı altında, o şefkat madenleri zillet çekmesinler; âlet-i hevesat, ehemmiyetsiz bir metâ hükmüne geçmesinler. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 7.
- Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakkı” kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.
- Evet, Kur’ân’ın hakaik-ı İlâhiyeye dair beyanatı ve tılsım-ı kâinatı fethedip ve hilkat-i âlemin muammâsını açan beyanat-ı kevniyesi, ihbârât-ı gaybiyenin en mühimmidir. Çünkü, o hakaik-ı gaybiyeyi, hadsiz dalâlet yolları içinde istikametle onları gidip bulmak, akl-ı beşerin kârı değildir ve olamaz. Beşerin en dâhi hükemaları o mesâilin en küçüğüne akıllarıyla yetişmediği malûmdur. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 3.
- “Allah öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı sever. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler; Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar.” Mâide Sûresi, 5:54. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 2.
- Evet, Kur’ân-ı Hakîm, bil’ittifak, ümmî ve emin bir zâtın lisanıyla, zaman-ı Âdem’den tâ Asr-ı Saadete kadar, enbiyaların mühim hâlâtını ve ehemmiyetli vukuatını öyle bir tarzda zikrediyor ki, Tevrat ve İncil gibi kitapların tasdiki altında gayet kuvvet ve ciddiyetle ihbar ediyor. Kütüb-ü sâlifenin ittifak ettikleri noktalarda muvafakat etmiştir. İhtilâf ettikleri bahislerde, musahhihâne, hakikat-i vakıayı faslediyor. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 1.