Cumartesi Derslerinde bu hafta:
“Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın?”
konusu işlenmektedir.
Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ ve DÖRDÜNCÜ LEM’A.

KISA VİDEO
UZUN VİDEO
SHORTS
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
Birinci Şule
İKİNCİ ŞUA
Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.
…
İKİNCİ LEM’A:
Mânâsındaki câmiiyet-i harikadır. Evet, Kur’ân, bütün müçtehidlerin me’hazlarını, bütün âriflerin mezaklarını, bütün vâsılların meşreplerini, bütün kâmillerin mesleklerini, bütün muhakkiklerin mezheplerini, mânâsının hazinesinden ihsan etmekle beraber, daima onlara rehber ve terakkiyatlarında her vakit onlara mürşid olup, o tükenmez hazinesinden onların yollarına neşr-i envar ettiği bütün onlarca musaddaktır ve müttefekun aleyhtir.
ÜÇÜNCÜ LEM’A:
İlmindeki câmiiyet-i harikadır. Evet, Kur’ân, şeriatin müteaddit ve çok ilimlerini, hakikatin mütenevvi ve kesretli ilimlerini, tarikatin muhtelif ve hadsiz ilimlerini, kendi ilminin denizinden akıttığı gibi, daire-i mümkinâtın hakikî hikmetini ve daire-i vücubun ulûm-u hakikiyesini ve daire-i âhiretin maarif-i gàmızasını, o denizinden muntazaman ve kesretle akıtıyor. Şu Lem’aya misal getirilse bir cilt yazmak lâzım gelir. Öyle ise, yalnız nümune olarak şu yirmi beş adet Sözleri gösteriyoruz. Evet, bütün yirmi beş adet Sözlerin doğru hakikatleri, Kur’ân’ın bahr-i ilminden ancak yirmi beş katredir. O Sözlerde kusur varsa, benim fehm-i kàsırıma aittir.
DÖRDÜNCÜ LEM’A:
Mebâhisindeki câmiiyet-i harikadır. Evet, insan ve insanın vazifesi, kâinat ve Hâlık-ı Kâinatın, arz ve semâvâtın, dünya ve âhiretin, mazi ve müstakbelin, ezel ve ebedin mebâhis-i külliyelerini cem etmekle beraber, nutfeden halk etmek, tâ kabre girinceye kadar; yemek, yatmak âdâbından tut, tâ kaza ve kader mebhaslerine kadar; altı gün hilkat-i âlemden tut, tâ
âdâb: görgü ve davranış kuralları âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f) arz: yer, dünya bahr-i ilm: ilim denizi (bk. a-l-m) câmiiyet-i harika: şaşırtıcı derecede çok mânâları ve özellikleri kapsayıcılık (bk. c-m-a) cem’ etmek: toplamak, içine almak (bk. c-m-a) daire-i âhiret: âhiret âlemi (bk. e-ḫ-r) daire-i mümkinat: imkân alemi; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n) daire-i vücub: hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu ve vasıflarının zıddı düşünülemeyen ilâhlık dairesi (bk. v-c-b) delâlet: işaret etme, delil olma ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d) emare: belirti, işaret ezel: başlangıcı olmayan (bk. e-z-l) fehm-i kàsır: kısa anlayış hadsiz: sayısız hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) Hâlık-ı Kâinat: bütün âlemleri yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n) | halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m) ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n) kader: Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce bilip tayin etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r) kaide: kural, esas kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kâmil: kemâl ve fazilet sahibi (bk. k-m-l) katre: damla kaza: olacağı Cenab-ı Hak tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y) kesretle: çoklukla (bk. k-s̱-r) kesretli: çok sayıda (bk. k-s̱-r) lem’a: parıltı maarif-i gàmıza: anlaşılması güç olan bilgiler mazi: geçmiş me’haz: kaynak mebâhis: bahisler, konular mebâhis-i külliye: geniş, büyük ve çok şeyle ilgili konular (bk. k-l-l) mebhas: konu meşrep: manevi haz ve feyiz alınan yol | mezak: zevk alma tarzı mezhep: yol, usül (bk. ẕ-h-b) muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlim (bk. ḥ-ḳ-ḳ) muhtelif: çeşitli, farklı muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m) musaddak: doğrulanmış (bk. ṣ-d-ḳ) müçtehid: dinî delillerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlim (bk. c-h-d) mürşid: doğru yol gösteren (bk. r-ş-d) müstakbel: gelecek müteaddit: çeşitli, birden fazla mütenevvi: çeşitli müttefekun aleyh: üzerinde birleşilmiş neşr-i envar: nurları yayma (bk. n-v-r) nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni nümune: örnek semâvat: gökler (bk. s-m-v) şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a) tarikat: manevi ilerlemeye götüren yol (bk. ṭ-r-ḳ) terakkiyat: terakkiler, ilerlemeler ulûm-u hakikiye: gerçek ilimler (bk. a-l-m; ḥ-ḳ-ḳ) vâsıl: ulaşan, kavuşan |
وَالْمُرْسَلاَتِ، وَالذَّارِيَاتِ 1
kasemleriyle işaret olunan rüzgârların esmesindeki vazifelerine kadar;
وَمَا تَشَۤاؤُنَ اِلاَّۤ اَنْ يَشَۤاءَ اللهُ 2 يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ
3
işârâtıyla, insanın kalbine ve iradesine müdahalesinden tut, tâ
وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ 4
yani bütün semâvâtı bir kabzasında tutmasına kadar;
وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَاَعْنَابٍ 5
zeminin çiçek ve üzüm ve hurmasından tut, tâ
اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا 6
ile ifade ettiği hakikat-i acibeye kadar; ve semânın
ثُمَّ اسْتَوٰۤى اِلَى السَّمَۤاءِ وَهِىَ دُخَانٌ 7
hâletindeki vaziyetinden tut, tâ duhanla inşikakına ve yıldızlarının düşüp hadsiz fezada dağılmasına kadar; ve dünyanın imtihan için açılmasından, tâ kapanmasına kadar; ve âhiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, tâ Cennete, tâ saadet-i ebediyeye kadar; mazi zamanının vukuatından, Hazret-i Âdem’in hilkat-i cesedinden, iki oğlunun kavgasından tâ tufana, tâ kavm-i Firavunun garkına, tâ ekser enbiyanın mühim hâdisâtına kadar; ve
اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ 8
işaret ettiği hadise-i ezeliyeden tut, tâ
وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ 9
ifade ettiği vakıa-i ebediyeye kadar bütün mebâhis-i esasiyeyi ve mühimmeyi
Dipnot-1
“Yemin olsun peş peşe gönderilen meleklere.” Mürselât Sûresi, 77:1. “Yemin olsun esip kavuran rüzgâra.” Zâriyât Sûresi, 51:1.
Dipnot-2
“Allah dilemedikçe siz hiçbir şeyi isteyemezsiniz.” İnsan Sûresi, 76:30.
Dipnot-3
“Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer.” Enfâl Sûresi, 8:24.
Dipnot-4
“Gökler Onun kudret elinde dürülmüştür.” Zümer Sûresi, 39:67.
Dipnot-5
“Yeryüzünde hurma ve üzüm bahçeleri yarattık.” Yâsin Sûresi, 36:34.
Dipnot-6
“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.” Zilzâl Sûresi, 99:1.
Dipnot-7
“Sonra iradesini buhar halindeki semâya yöneltti.” Fussilet Sûresi, 41:11.
Dipnot-8
“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” A’râf Sûresi, 7:172.
Dipnot-9
“Yüzler var, o gün ışıl ışıldır, Rabbine bakar.” Kıyamet Sûresi, 75:22-23.
berzah: kâbir âlemi duhan: buhar, duman ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) feza: uzay gark: boğulma hâdisât: olaylar (bk. ḥ-d-s̱) hadise-i ezeliye: zaman üstü olay (bk. e-z-l) hadsiz: sınırsız hakikat-i acibe: hayret verici gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hâlet: hal, vaziyet haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r) | Hazret-i Âdem: (bk. bilgiler) hilkat-i cesed: cesedin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ) inşikak: bölünme, yarılma irade: dileme, tercih gücü (bk. r-v-d) işârât: işaretler kabza: el, avuç kasem: yemin kavm-i Firavun: Firavun’un kavmi (bk. bilgiler) mazi: geçmiş mebâhis-i esasiye ve mühimme: esas ve önemli konular menzil: durak, yer (bk. n-z-l) | saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) semâ: gök (bk. s-m-v) semâvat: gökler (bk. s-m-v) tufan: büyük su baskını; Nuh tufanı vakıa-i ebediye: sonsuz olay (bk. e-b-d) vaziyet: durum vukuat: meydana gelen olaylar |
öyle bir tarzda beyan eder ki, o beyan, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden; ve dünyayı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan; ve zemin bir bahçe, ve semâ, misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden; ve mazi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sahife hükmünde temâşâ eden; ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuûnâtın iki tarafı birleşmiş, ittisal peydâ etmiş bir surette, bir zaman-ı hazır gibi onlara bakan bir Zât-ı Zülcelâle yakışır bir tarz-ı beyandır.
Nasıl bir usta, bina ettiği ve idare ettiği iki haneden bahseder, programını ve işlerinin liste ve fihristesini yapar. Kur’ân dahi, şu kâinatı yapan ve idare eden ve işlerinin listesini ve fihristesini, tabir caizse programını yazan, gösteren bir Zâtın beyanına yakışır bir tarzdadır. Hiçbir cihetle eser-i tasannu ve tekellüf görünmüyor. Hiçbir şaibe-i taklit veya başkasının hesabına ve onun yerinde kendini farz edip konuşmuş gibi bir hud’anın emaresi olmadığı gibi, bütün ciddiyetiyle, bütün safvetiyle, bütün hulûsuyla, sâfi, berrak, parlak beyanı, nasıl gündüzün ziyası “Güneşten geldim” der, Kur’ân dahi “Ben Hâlık-ı Âlemin beyanıyım ve kelâmıyım” der.
Evet, şu dünyayı antika san’atlarla süslendiren ve lezzetli nimetlerle dolduran ve san’atperverâne ve nimetperverâne, şu derece san’atının acibeleriyle, şu derece kıymettar nimetlerini dünyanın yüzüne serpen, sıravâri tanzim eden ve zeminin yüzünde seren, güzelce dizen bir Sâni, bir Mün’imden başka, şu velvele-i takdir ve istihsanla ve zemzeme-i hamd ve şükranla dünyayı dolduran ve zemini bir zikirhane, bir mescit, bir temâşâgâh-ı san’at-ı İlâhiyeye çeviren Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan kime yakışır ve kimin kelâmı olabilir? Ondan başka kim ona sahip çıkabilir? Ondan başka kimin sözü olabilir? Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın?
Evet, bu dünyayı san’atlarıyla ziynetlendiren bir San’atkârın, san’atını istihsan eden insanla konuşmaması muhaldir. Madem ki yapar ve bilir; elbette konuşur. Madem konuşur; elbette konuşmasına yakışan Kur’ân’dır. Bir çiçeğin tanziminden lâkayt kalmayan bir Mâlikü’l-Mülk, bütün mülkünü velveleye veren bir kelâma karşı nasıl lâkayt kalır? Hiç başkasına mal edip hiçe indirir mi?
acibe: şaşırtıcı, hayret verici âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r) beyan: açıklama (bk. b-y-n) beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n) dam: tavan ebed: sonsuz (bk. e-b-d) emare: işaret eser-i tasannu ve tekellüf: yapmacık ve gösterişe dayalı eser veya sonuç (bk. ṣ-n-a) ezel: başlangıcı olmayan (bk. e-z-l) hadd: yetki Hâlık-ı Âlem: âlemin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m) hud’a: hile, aldatma hulûs: halis, paklık (bk. ḫ-l-ṣ) istihsan etmek: beğenmek, güzel bulmak (bk. ḥ-s-n) ittisal peydâ etmek: bitişmek, birleşmek kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) kelâm: söz (bk. k-l-m) keşfetmek: ortaya çıkarmak (bk. k-ş-f) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) lâkayt: kayıtsız, ilgisiz | Mâlikü’l-Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi Allah (bk. m-l-k) mazi: geçmiş misbah: lamba, kandil muhal: imkânsız mülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k) Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m) müstakbel: gelecek nazar: bakış (bk. n-ẓ-r) nazire: benzer (bk. n-ẓ-r) nimetperverâne: nimetle besleyerek (bk. n-a-m) sâfi: saf, duru (bk. ṣ-f-y)safvet: safilik, temizlik (bk. ṣ-f-y) san’atperverâne: san’atkârcasına (bk. ṣ-n-a) Sâni: herşeyi san’âtla yapan Allah (bk. ṣ-n-a) semâ: gök (bk. s-m-v) sıravâri: sıralı silsile-i şuûnât: haller, işler zinciri (bk. ş-e-n) suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şaibe-i taklit: taklit kusuru Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri herşeyi aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l) tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m) | tarz-ı beyan: açıklama şekli (bk. b-y-n) tasarruf: dilediği gibi kullanma (bk. ṣ-r-f) temâşâ etmek: seyretmek temâşâgâh-ı san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atlarına ibretle bakılan yer (bk. ṣ-n-a; e-l-h) tılsım-ı kâinat: kâinatın gizemi, sırrı (bk. k-v-n) velvele: coşku velvele-i takdir ve istihsan: takdirleri ve güzellikleri pek çok dille bir arada haykıran sesler (bk. ḳ-d-r; ḥ-s-n) zaman-ı hazır: şimdiki zaman Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ẕü; c-l-l) zemin: yeryüzü zemzeme-i hamd ve şükran: teşekkür ve övgü nağmesi (bk. ḥ-m-d; ş-k-r) zikirhane: Allah’ın anıldığı yer ziya: ışık ziynetlendirmek: süslemek (bk. z-y-n) |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ ve DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://erisale.com/#content.tr.1.531
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/531
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.
- Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.
- Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.
- Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.
- “Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir.” Tûr Sûresi, 52:42. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? – Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.
- Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.