Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

Herkes, her vakit Kur'ân'a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur'ân'ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur'ân'dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur'ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BİRİNCİ VE İKİNCİ IŞIK.

Herkes, her vakit Kur'ân'a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur'ân'ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur'ân'dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur'ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.
Herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 5.

KISA VIDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BEŞİNCİ LEM’A:

Kur’ân’ın üslûp ve îcâzındaki câmiiyet-i harikadır. Bunda Beş Işık var.

BİRİNCİ IŞIK: 

Üslûb-u Kur’ân’ın o kadar acip bir cem’iyeti var ki, birtek sûre, kâinatı içine alan bahr-i muhit-i Kur’ânîyi içine alır. Birtek âyet, o sûrenin hazinesini içine alır. Âyetlerin çoğu, herbirisi birer küçük sûre; sûrelerin çoğu, herbirisi birer küçük Kur’ân’dır.

İşte şu i’cazkârâne îcazdan, büyük bir lütf-u irşaddır ve güzel bir teshildir. Çünkü herkes, her vakit Kur’ân’a muhtaç olduğu halde, ya gabavetinden veya başka esbaba binaen, her vakit bütün Kur’ân’ı okumayan veyahut okumaya vakit ve fırsat bulamayan adamlar Kur’ân’dan mahrum kalmamak için, herbir sûre birer küçük Kur’ân hükmüne, hattâ herbir uzun âyet birer kısa sûre makamına geçer. Hattâ Kur’ân Fâtiha’da, Fâtiha dahi Besmelede münderiç olduğuna ehl-i keşif müttefiktirler. Şu hakikate burhan ise, ehl-i tahkikin icmâıdır.

İKİNCİ IŞIK: 

Âyât-ı Kur’âniye, emir ve nehiy, vaad ve vaîd, tergib ve terhib, zecir ve irşad, kasas ve emsal, ahkâm ve maarif-i İlâhiye ve ulûm-u kevniye ve kavânin ve şerâit-i hayat-ı şahsiye ve hayat-ı içtimaiye ve hayat-ı kalbiye ve hayat-ı mâneviye ve hayat-ı uhreviye gibi umum tabakat-ı kelâmiye ve maarif-i hakikiye ve hâcât-ı beşeriyeye delâlâtıyla, işârâtıyla câmi’ olmakla beraber

  خُذْ مَا شِئْتَ لِمَا شِئْتَ 

yani, “İstediğin herşey için, Kur’ân’dan her ne istersen al” ifade ettiği mânâ, o derece doğruluğuyla makbul olmuş ki, ehl-i hakikat mabeyninde durub-u emsal sırasına geçmiştir. Âyât-ı Kur’âniyede öyle bir câmiiyet var ki, her derde deva, her hacete gıda olabilir. Evet, öyle olmak lâzım gelir. Çünkü, daima terakkiyatta kat’-ı merâtip eden bütün tabakat-ı ehl-i kemâlin rehber-i mutlakı, elbette şu hâsiyete mâlik olması elzemdir.


acip: şaşırtıcı, hayret verici
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
âyât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın âyetleri
bahr-i muhit-i Kur’ânî: büyük Kur’ân denizi
binaen: -dayanarak
burhan: mantıkî, güçlü delil
câmi’: içine alan, kapsayan (bk. c-m-a)
câmiiyet: kapsamlılık (bk. c-m-a)
câmiiyet-i harika: şaşırtıcı derecede çok mânâları ve özellikleri kapsayıcılık (bk. c-m-a)
cem’iyet: kapsamlılık, genişlik (bk. c-m-a)
delâlât: deliller
durub-u emsal: atasözleri (bk. m-s̱-l)
ehl-i hakikat: gerçeği ve doğruyu bulan kimseler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
ehl-i keşif: maneviyat âlemlerinde iman hakikatlerini gözleme yeteneğine sahip insanlar, veliler (bk. k-ş-f)
ehl-i tahkik: hakikatleri delilleriyle bilen araştırmacı alimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
elzem: çok lüzumlu
emsal: misaller (bk. m-s̱-l)
esbab: sebepler (bk. s-b-b)
gabavet: ahmaklık, anlayışsızlık
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
hâcât-ı beşeriye: insanın ihtiyaçları (bk. ḥ-v-c)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâsiyet: özellik
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
hayat-ı kalbiye: kalbî, manevî hayat (bk. ḥ-y-y)
hayat-ı mâneviye: mânevî hayat (bk. ḥ-y-y; a-n-y)
hayat-ı uhreviye: âhiret hayatı (bk. ḥ-y-y; e-ḫ-r)
i’cazkârane: mu’cizeli bir şekilde (bk. a-c-z)
îcâz: az sözle çok mânâlar anlatma, özlü söz (bk. v-c-z)
icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
istihsan etmek: beğenmek, güzel bulmak (bk. ḥ-s-n)
işârât: işaretler
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kasas: kıssalar
kat’-ı merâtip etmek: mertebeler katetmek, aşmak
kavânin: kanunlar (bk. ḳ-n-n)
kelâm: söz (bk. k-l-m)
lâkayt: kayıtsız, ilgisiz
lütf-u irşad: doğru yola eriştirme nimeti (bk. l-ṭ-f; r-ş-d)
maarif-i hakikiye: gerçek bilgiler (bk. a-r-f; ḥ-ḳ-ḳ)
maarif-i İlâhiye: İlâhî bilgiler (bk. a-r-f; e-l-h)
mabeyn: ara
makbul: kabul görmüş
mâlik: sahip (bk. m-l-k)
Mâlikü’l-Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi Allah (bk. m-l-k)
muhal: imkânsız
mülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k)
münderic: yerleştirilmiş
müttefik: birleşmiş
nehiy: yasaklama
rehber-i mutlak: her bakımdan rehber (bk. ṭ-l-ḳ)
şerâit-i hayat-ı şahsiye: şahsî hayat şartları (bk. ḥ-y-y)
tabakat-ı ehl-i kemâl: kemâl sahibi insanların tabakaları, grupları (bk. k-m-l)
tabakat-ı kelâmiye: söz tabakaları, alanları (bk. k-l-m)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
terakkiyat: terakkiler, ilerlemeler
tergib: isteklendirme, şevklendirme
terhib: korkutma
teshil: kolaylaştırma
ulûm-u kevniye: kâinat ve dünya ile ilgili ilimler (bk. a-l-m; k-v-n)
umum: bütün
üslub-u Kur’ân: Kur’ân’ın ifade tarzı
üslûp: ifade tarzı
vaad: söz verme (bk. v-a-d)
vaîd: tehdit etme (bk. v-a-d)
velvele: coşku
zecir: sakındırma
ziynetlendirmek: süslemek (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ ŞUA – BEŞİNCİ LEM’A – BİRİNCİ VE İKİNCİ IŞIK, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.534

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/534


CUMARTESİ DERSLERİ

Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? - Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.
Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? – Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? – Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.

Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? - Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın?”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ ve DÖRDÜNCÜ LEM’A.

Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur'ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? - Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.
Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın? – Cumartesi Dersleri 25. 2. 4.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

İKİNCİ LEM’A:

Mânâsındaki câmiiyet-i harikadır. Evet, Kur’ân, bütün müçtehidlerin me’hazlarını, bütün âriflerin mezaklarını, bütün vâsılların meşreplerini, bütün kâmillerin mesleklerini, bütün muhakkiklerin mezheplerini, mânâsının hazinesinden ihsan etmekle beraber, daima onlara rehber ve terakkiyatlarında her vakit onlara mürşid olup, o tükenmez hazinesinden onların yollarına neşr-i envar ettiği bütün onlarca musaddaktır ve müttefekun aleyhtir.

ÜÇÜNCÜ LEM’A:

İlmindeki câmiiyet-i harikadır. Evet, Kur’ân, şeriatin müteaddit ve çok ilimlerini, hakikatin mütenevvi ve kesretli ilimlerini, tarikatin muhtelif ve hadsiz ilimlerini, kendi ilminin denizinden akıttığı gibi, daire-i mümkinâtın hakikî hikmetini ve daire-i vücubun ulûm-u hakikiyesini ve daire-i âhiretin maarif-i gàmızasını, o denizinden muntazaman ve kesretle akıtıyor. Şu Lem’aya misal getirilse bir cilt yazmak lâzım gelir. Öyle ise, yalnız nümune olarak şu yirmi beş adet Sözleri gösteriyoruz. Evet, bütün yirmi beş adet Sözlerin doğru hakikatleri, Kur’ân’ın bahr-i ilminden ancak yirmi beş katredir. O Sözlerde kusur varsa, benim fehm-i kàsırıma aittir.

DÖRDÜNCÜ LEM’A: 

Mebâhisindeki câmiiyet-i harikadır. Evet, insan ve insanın vazifesi, kâinat ve Hâlık-ı Kâinatın, arz ve semâvâtın, dünya ve âhiretin, mazi ve müstakbelin, ezel ve ebedin mebâhis-i külliyelerini cem etmekle beraber, nutfeden halk etmek, tâ kabre girinceye kadar; yemek, yatmak âdâbından tut, tâ kaza ve kader mebhaslerine kadar; altı gün hilkat-i âlemden tut, tâ


âdâb: görgü ve davranış kuralları
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f)
arz: yer, dünya
bahr-i ilm: ilim denizi (bk. a-l-m)
câmiiyet-i harika: şaşırtıcı derecede çok mânâları ve özellikleri kapsayıcılık (bk. c-m-a)
cem’ etmek: toplamak, içine almak (bk. c-m-a)
daire-i âhiret: âhiret âlemi (bk. e-ḫ-r)
daire-i mümkinat: imkân alemi; yaratılanların tamamının teşkil ettiği âlem (bk. m-k-n)
daire-i vücub: hiç değişikliğe uğramayan, varlığı zorunlu ve vasıflarının zıddı düşünülemeyen ilâhlık dairesi (bk. v-c-b)
delâlet: işaret etme, delil olma
ebed: sonsuzluk (bk. e-b-d)
emare: belirti, işaret
ezel: başlangıcı olmayan (bk. e-z-l)
fehm-i kàsır: kısa anlayış
hadsiz: sayısız
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
Hâlık-ı Kâinat: bütün âlemleri yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; k-v-n)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hilkat-i âlem: âlemin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)
ihsan etmek: bağışlamak (bk. ḥ-s-n)
kader: Allah’ın meydana gelecek herşeyi olmadan önce bilip tayin etmesi, planlaması (bk. ḳ-d-r)
kaide: kural, esas
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kâmil: kemâl ve fazilet sahibi (bk. k-m-l)
katre: damla
kaza: olacağı Cenab-ı Hak tarafından bilinen ve takdir olunan şeylerin zamanı gelince yaratılması (bk. ḳ-ḍ-y)
kesretle: çoklukla (bk. k-s̱-r)
kesretli: çok sayıda (bk. k-s̱-r)
lem’a: parıltı
maarif-i gàmıza: anlaşılması güç olan bilgiler
mazi: geçmiş
me’haz: kaynak
mebâhis: bahisler, konular
mebâhis-i külliye: geniş, büyük ve çok şeyle ilgili konular (bk. k-l-l)
mebhas: konu
meşrep: manevi haz ve feyiz alınan yol
mezak: zevk alma tarzı
mezhep: yol, usül (bk. ẕ-h-b)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlim (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitli, farklı
muntazaman: düzenli olarak (bk. n-ẓ-m)
musaddak: doğrulanmış (bk. ṣ-d-ḳ)
müçtehid: dinî delillerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlim (bk. c-h-d)
mürşid: doğru yol gösteren (bk. r-ş-d)
müstakbel: gelecek
müteaddit: çeşitli, birden fazla
mütenevvi: çeşitli
müttefekun aleyh: üzerinde birleşilmiş
neşr-i envar: nurları yayma (bk. n-v-r)
nutfe: memelilerin yaratıldığı su, meni
nümune: örnek
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
şeriat: Allah tarafından bildirilen İlâhî emir ve yasaklara dayanan hükümlerin hepsi (bk. ş-r-a)
tarikat: manevi ilerlemeye götüren yol (bk. ṭ-r-ḳ)
terakkiyat: terakkiler, ilerlemeler
ulûm-u hakikiye: gerçek ilimler (bk. a-l-m; ḥ-ḳ-ḳ)
vâsıl: ulaşan, kavuşan

وَالْمُرْسَلاَتِ، وَالذَّارِيَاتِ 

kasemleriyle işaret olunan rüzgârların esmesindeki vazifelerine kadar;

وَمَا تَشَۤاؤُنَ اِلاَّۤ اَنْ يَشَۤاءَ اللهُ 2    يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ     3

işârâtıyla, insanın kalbine ve iradesine müdahalesinden tut, tâ

 وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَمِينِهِ 

yani bütün semâvâtı bir kabzasında tutmasına kadar;

 وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَاَعْنَابٍ 

zeminin çiçek ve üzüm ve hurmasından tut, tâ

 اِذَا زُلْزِلَتِ اْلاَرْضُ زِلْزَالَهَا 

ile ifade ettiği hakikat-i acibeye kadar; ve semânın

 ثُمَّ اسْتَوٰۤى اِلَى السَّمَۤاءِ وَهِىَ دُخَانٌ 

hâletindeki vaziyetinden tut, tâ duhanla inşikakına ve yıldızlarının düşüp hadsiz fezada dağılmasına kadar; ve dünyanın imtihan için açılmasından, tâ kapanmasına kadar; ve âhiretin birinci menzili olan kabirden, sonra berzahtan, haşirden, köprüden tut, tâ Cennete, tâ saadet-i ebediyeye kadar; mazi zamanının vukuatından, Hazret-i Âdem’in hilkat-i cesedinden, iki oğlunun kavgasından tâ tufana, tâ kavm-i Firavunun garkına, tâ ekser enbiyanın mühim hâdisâtına kadar; ve

 اَلَسْتُ بِرَبِّكُمْ 

işaret ettiği hadise-i ezeliyeden tut, tâ

 وُجُوهٌ يَوْمَئِذٍ نَاضِرَةٌ     اِلٰى رَبِّهَا نَاظِرَةٌ 

ifade ettiği vakıa-i ebediyeye kadar bütün mebâhis-i esasiyeyi ve mühimmeyi


Dipnot-1

“Yemin olsun peş peşe gönderilen meleklere.” Mürselât Sûresi, 77:1. “Yemin olsun esip kavuran rüzgâra.” Zâriyât Sûresi, 51:1.

Dipnot-2

“Allah dilemedikçe siz hiçbir şeyi isteyemezsiniz.” İnsan Sûresi, 76:30.

Dipnot-3

“Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer.” Enfâl Sûresi, 8:24.

Dipnot-4

“Gökler Onun kudret elinde dürülmüştür.” Zümer Sûresi, 39:67.

Dipnot-5

“Yeryüzünde hurma ve üzüm bahçeleri yarattık.” Yâsin Sûresi, 36:34.

Dipnot-6

“Ne zaman ki yer müthiş bir sarsıntıyla sarsılır.” Zilzâl Sûresi, 99:1.

Dipnot-7

“Sonra iradesini buhar halindeki semâya yöneltti.” Fussilet Sûresi, 41:11.

Dipnot-8

“Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” A’râf Sûresi, 7:172.

Dipnot-9

“Yüzler var, o gün ışıl ışıldır, Rabbine bakar.” Kıyamet Sûresi, 75:22-23.


berzah: kâbir âlemi
duhan: buhar, duman
ekser: pekçok (bk. k-s̱-r)
enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)
feza: uzay
gark: boğulma
hâdisât: olaylar (bk. ḥ-d-s̱)
hadise-i ezeliye: zaman üstü olay (bk. e-z-l)
hadsiz: sınırsız
hakikat-i acibe: hayret verici gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâlet: hal, vaziyet
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
Hazret-i Âdem: (bk. bilgiler)
hilkat-i cesed: cesedin yaratılışı (bk. ḫ-l-ḳ)
inşikak: bölünme, yarılma
irade: dileme, tercih gücü (bk. r-v-d)
işârât: işaretler
kabza: el, avuç
kasem: yemin
kavm-i Firavun: Firavun’un kavmi (bk. bilgiler)
mazi: geçmiş
mebâhis-i esasiye ve mühimme: esas ve önemli konular
menzil: durak, yer (bk. n-z-l)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
semâ: gök (bk. s-m-v)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
tufan: büyük su baskını; Nuh tufanı
vakıa-i ebediye: sonsuz olay (bk. e-b-d)
vaziyet: durum
vukuat: meydana gelen olaylar

öyle bir tarzda beyan eder ki, o beyan, bütün kâinatı bir saray gibi idare eden; ve dünyayı ve âhireti iki oda gibi açıp kapayan; ve zemin bir bahçe, ve semâ, misbahlarıyla süslendirilmiş bir dam gibi tasarruf eden; ve mazi ve müstakbel, bir gece ve gündüz gibi nazarına karşı hazır iki sahife hükmünde temâşâ eden; ve ezel ve ebed, dün ve bugün gibi silsile-i şuûnâtın iki tarafı birleşmiş, ittisal peydâ etmiş bir surette, bir zaman-ı hazır gibi onlara bakan bir Zât-ı Zülcelâle yakışır bir tarz-ı beyandır.

Nasıl bir usta, bina ettiği ve idare ettiği iki haneden bahseder, programını ve işlerinin liste ve fihristesini yapar. Kur’ân dahi, şu kâinatı yapan ve idare eden ve işlerinin listesini ve fihristesini, tabir caizse programını yazan, gösteren bir Zâtın beyanına yakışır bir tarzdadır. Hiçbir cihetle eser-i tasannu ve tekellüf görünmüyor. Hiçbir şaibe-i taklit veya başkasının hesabına ve onun yerinde kendini farz edip konuşmuş gibi bir hud’anın emaresi olmadığı gibi, bütün ciddiyetiyle, bütün safvetiyle, bütün hulûsuyla, sâfi, berrak, parlak beyanı, nasıl gündüzün ziyası “Güneşten geldim” der, Kur’ân dahi “Ben Hâlık-ı Âlemin beyanıyım ve kelâmıyım” der.

Evet, şu dünyayı antika san’atlarla süslendiren ve lezzetli nimetlerle dolduran ve san’atperverâne ve nimetperverâne, şu derece san’atının acibeleriyle, şu derece kıymettar nimetlerini dünyanın yüzüne serpen, sıravâri tanzim eden ve zeminin yüzünde seren, güzelce dizen bir Sâni, bir Mün’imden başka, şu velvele-i takdir ve istihsanla ve zemzeme-i hamd ve şükranla dünyayı dolduran ve zemini bir zikirhane, bir mescit, bir temâşâgâh-ı san’at-ı İlâhiyeye çeviren Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan kime yakışır ve kimin kelâmı olabilir? Ondan başka kim ona sahip çıkabilir? Ondan başka kimin sözü olabilir? Dünyayı ışıklandıran ziya, güneşten başka hangi şeye yakışır? Tılsım-ı kâinatı keşfedip âlemi ışıklandıran beyan-ı Kur’ân, Şems-i Ezelîden başka kimin nuru olabilir? Kimin haddine düşmüş ki ona nazire getirsin, onun taklidini yapsın?

Evet, bu dünyayı san’atlarıyla ziynetlendiren bir San’atkârın, san’atını istihsan eden insanla konuşmaması muhaldir. Madem ki yapar ve bilir; elbette konuşur. Madem konuşur; elbette konuşmasına yakışan Kur’ân’dır. Bir çiçeğin tanziminden lâkayt kalmayan bir Mâlikü’l-Mülk, bütün mülkünü velveleye veren bir kelâma karşı nasıl lâkayt kalır? Hiç başkasına mal edip hiçe indirir mi?


acibe: şaşırtıcı, hayret verici
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n)
dam: tavan
ebed: sonsuz (bk. e-b-d)
emare: işaret
eser-i tasannu ve tekellüf: yapmacık ve gösterişe dayalı eser veya sonuç (bk. ṣ-n-a)
ezel: başlangıcı olmayan (bk. e-z-l)
hadd: yetki
Hâlık-ı Âlem: âlemin yaratıcısı Allah (bk. ḫ-l-ḳ; a-l-m)
hud’a: hile, aldatma
hulûs: halis, paklık (bk. ḫ-l-ṣ)
istihsan etmek: beğenmek, güzel bulmak (bk. ḥ-s-n)
ittisal peydâ etmek: bitişmek, birleşmek
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
kelâm: söz (bk. k-l-m)
keşfetmek: ortaya çıkarmak (bk. k-ş-f)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lâkayt: kayıtsız, ilgisiz
Mâlikü’l-Mülk: bütün mülkün gerçek sahibi Allah (bk. m-l-k)
mazi: geçmiş
misbah: lamba, kandil
muhal: imkânsız
mülk: sahip olunan ve hükmedilen şey (bk. m-l-k)
Mün’im: gerçek nimet verici olan Allah (bk. n-a-m)
müstakbel: gelecek
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
nazire: benzer (bk. n-ẓ-r)
nimetperverâne: nimetle besleyerek (bk. n-a-m)
sâfi: saf, duru (bk. ṣ-f-y)safvet: safilik, temizlik (bk. ṣ-f-y)
san’atperverâne: san’atkârcasına (bk. ṣ-n-a)
Sâni: herşeyi san’âtla yapan Allah (bk. ṣ-n-a)
semâ: gök (bk. s-m-v)
sıravâri: sıralı
silsile-i şuûnât: haller, işler zinciri (bk. ş-e-n)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şaibe-i taklit: taklit kusuru
Şems-i Ezelî: Ezelî Güneş; bu tabir ezelden beri herşeyi aydınlatan Allah için bir benzetme olarak kullanılır (bk. e-z-l)
tanzim: düzenleme (bk. n-ẓ-m)
tarz-ı beyan: açıklama şekli (bk. b-y-n)
tasarruf: dilediği gibi kullanma (bk. ṣ-r-f)
temâşâ etmek: seyretmek
temâşâgâh-ı san’at-ı İlâhiye: Allah’ın san’atlarına ibretle bakılan yer (bk. ṣ-n-a; e-l-h)
tılsım-ı kâinat: kâinatın gizemi, sırrı (bk. k-v-n)
velvele: coşku
velvele-i takdir ve istihsan: takdirleri ve güzellikleri pek çok dille bir arada haykıran sesler (bk. ḳ-d-r; ḥ-s-n)
zaman-ı hazır: şimdiki zaman
Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ẕü; c-l-l)
zemin: yeryüzü
zemzeme-i hamd ve şükran: teşekkür ve övgü nağmesi (bk. ḥ-m-d; ş-k-r)
zikirhane: Allah’ın anıldığı yer
ziya: ışık
ziynetlendirmek: süslemek (bk. z-y-n)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA İKİNCİ ŞUA – İKİNCİ, ÜÇÜNCÜ ve DÖRDÜNCÜ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://erisale.com/#content.tr.1.531

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/531


CUMARTESİ DERSLERİ

Hem meselâ, kasas-ı Kur'âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.
Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

Hem meselâ, kasas-ı Kur'âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A.

Hem meselâ, kasas-ı Kur'âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.
Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 3.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BİRİNCİ LEM’A: 

Hem meselâ, 

اُولٰۤئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 

da bir sükût var, bir ıtlak var. Neye zafer bulacaklarını tayin etmemiş, tâ herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun. Çünkü, bir kısım muhatabın maksadı ateşten kurtulmaktır. Bir kısmı yalnız Cenneti düşünür. Bir kısım, saadet-i ebediyeyi arzu eder. Bir kısım, yalnız rıza-i İlâhîyi rica eder. Bir kısım, rüyet-i İlâhiyeyi gaye-i emel bilir. Ve hâkezâ, bunun gibi pek çok yerlerde, Kur’ân sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazf eder, tâ çok mânâları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun. İşte,

 اَلْمُفْلِحُونَ 

der, neye felâh bulacaklarını tayin etmiyor. Güya o sükûtla der: “Ey Müslümanlar, müjde size! Ey müttakî, sen Cehennemden felâh bulursun. Ey salih, sen Cennete felâh bulursun. Ey ârif, sen rıza-i İlâhîye nail olursun. Ey âşık, sen rüyete mazhar olursun.” Ve hâkezâ…

İşte, Kur’ân, câmiiyet-i lâfziye cihetiyle, kelâmdan, kelimeden, huruftan ve sükûttan, herbirisinin binler misallerinden yalnız nümune olarak birer misal getirdik. Âyeti ve kıssatı bunlara kıyas edersin.

Hem meselâ, 

فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ اللهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ 

âyeti, o kadar vücuhu var ve o derece merâtibi var ki, bütün tabakat-ı evliya, bütün sülûklerinde ve mertebelerinde şu âyete ihtiyaçlarını görüp, ondan kendi mertebesine lâyık bir gıda-yı mânevî, bir taze mânâ almışlar. Çünkü Allah bir ism-i câmi’ olduğundan, Esmâ-i Hüsnâ adedince tevhidler, içinde bulunur.

اَىْ لاَ رَزَّاقَ اِلاَّ هُوَ     لاَ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ     لاَ رَحْمٰنَ اِلاَّ هُوَ     3 

ve hâkezâ.


Dipnot-1

“İşte kurtuluşa erenler onlardır.” Bakara Sûresi, 2:5.

Dipnot-2

“Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Günahın için istiğfar et.” Muhammed Sûresi, 47:19.

Dipnot-3

Yani, Ondan başka Rezzâk yoktur. Ondan başka Hâlık yoktur. Ondan başka Rahmân yoktur.


âmm: genel
ârif: bilgide ileri olan (bk. a-r-f)
câmiiyet-i lafziye: sözün kapsamlılığı, çok geniş ve genel mânâları içine alması (bk. c-m-a)
cezbe: çekim
cihet: yön
Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n)
felâh: kurtuluş
feza: uzay
gaye-i emel: emelinin gayesi, arzu edilen hedef
gıda-yı mânevî: mânevî gıda (bk. a-n-y)
hâkezâ: böylece, bunun gibi
hazfetmek: kaldırmak, aradan çıkarmak
huruf: harfler
ıtlak: genelleştirme, sınırlamama (bk. ṭ-l-ḳ)
ism-i câmi’: bütün isimlerin mânâlarını içinde toplayan isim (bk. s-m-v; c-m-a)
kelâm: kelime, ifade (bk. k-l-m)
kıssat: kıssalar
maksat: gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
mazhar: kavuşma, erişme (bk. ẓ-h-r)
meczup: cezbeye kapılan, çekilen
merâtib: mertebeler
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
mutlak: serbest bırakılmış, sınırı belirtilmemiş (bk. ṭ-l-ḳ)
müttakî: Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle dinleyen
nail olmak: erişmek
nümune: örnek
rıza-i İlahî: Allah’ın rızası (bk. e-l-h)
rica etmek: ummak, ümit etmek
rüyet: Allah’ın cemâlini görme
rüyet-i İlâhî: Allah’ın cemâlini görme (bk. e-l-h)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
sükûnet: durgunluk, hareketsizlik (bk. s-k-n)
sükût: sessiz kalma
sülûk: mânevî yol alma
tabakat-ı evliya: velilerin tabakaları, dereceleri (bk. v-l-y)
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma (bk. v-ḥ-d)
vücuh: yönler

Hem meselâ, kasas-ı Kur’âniyeden kıssa-i Mûsâ aleyhisselâm, adeta Asâ-yı Mûsâ aleyhisselâm gibi, binler faideleri var. O kıssada, hem Peygamber aleyhissalâtü vesselâmı teskin ve tesellî, hem küffarı tehdit, hem münafıkları takbih, hem Yahudileri tevbih gibi çok makàsıdı, pek çok vücuhu vardır. Onun için sûrelerde tekrar edilmiştir. Her yerde bütün maksatları ifade ile beraber, yalnız birisi maksud-u bizzat olur, diğerleri ona tâbi kalırlar.

Eğer desen: “Geçmiş misallerdeki bütün mânâları, nasıl bileceğiz ki Kur’ân onları irade etmiş ve işaret ediyor?”

Elcevap: Madem Kur’ân bir hutbe-i ezeliyedir. Hem muhtelif, tabaka tabaka olarak, asırlar üzerinde ve arkasında oturup dizilmiş bütün benî Âdeme hitap ediyor, ders veriyor. Elbette o muhtelif efhâma göre müteaddit mânâları derc edip irade edecektir ve iradesine emareleri vaz edecektir.

Evet, İşârâtü’l-İ’câz’da, şuradaki mânâlar misillü kelimât-ı Kur’âniyenin müteaddit mânâlarını ilm-i sarf ve nahvin kaideleriyle ve ilm-i beyan ve fenn-i maânînin düsturlarıyla, fenn-i belâğatin kanunlarıyla ispat edilmiştir. Bununla beraber, ulûm-u Arabiyece sahih ve usul-ü diniyece hak olmak şartıyla ve fenn-i maânîce makbul ve ilm-i beyanca münasip ve belâğatçe müstahsen olan bütün vücuh ve maânî, ehl-i içtihad ve ehl-i tefsir ve ehl-i usulü’d-din ve ehl-i usulü’l-fıkhın icmâıyla ve ihtilâflarının şehadetiyle, Kur’ân’ın mânâlarındandırlar. O mânâlara, derecelerine göre birer emare vaz etmiştir: ya lâfziyedir, ya mâneviyedir. O mâneviye ise, ya siyak veya sibak-ı kelâmdan veya başka âyetten birer emare, o mânâya işaret eder. Bir kısmı yirmi ve otuz ve kırk ve altmış, hattâ seksen cilt olarak muhakkikler tarafından yazılan yüz binler tefsirler,1 Kur’ân’ın câmiiyet ve harikiyet-i lâfziyesine kat’î bir burhan-ı bâhirdir. Her ne ise, biz şu Sözde herbir mânâya delâlet eden emareyi kanunuyla, kaidesiyle göstersek söz çok uzanır. Onun için kısa kesip kısmen İşârâtü’l-İ’câz’a havale ederiz.


Dipnot-1

bk. El-Kevserî, el-Makalât s. 473-474.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
Asâ-yı Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın asâsı, bastonu (bk. bilgiler)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlar
burhan-ı bâhir: açık delil
câmiiyet ve harikiyet-i lâfziye: sözün harikalığı ve kapsamlılığı (bk. c-m-a)
derc etmek: yerleştirmek
delâlet: işaret etme, delil olma
düstur: kâide, kural
efhâm: anlayışlar
ehl-i içtihad: müçtehidler, dinî delillerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri (bk. c-h-d)
ehl-i tefsir: müfessirler, Kur’ân’ı mânâ bakımından yorumlayanlar (bk. f-s-r)
ehl-i usulü’d-din: kelâm âlimleri
ehl-i usulü’l-fıkh: fıkıh âlimleri
emare: belirti, işaret
fenn-i belâğat: belâğat ilmi; sözün düzgün, kusursuz, hâlin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesini inceleyen ilim (bk. b-l-ğ)
fenn-i maâni: mânâ ilmi, anlam bilim; sözün maksada, duruma ve yerine uygunluğundan bahseden ve hâlin gerekliliğine yakışması yollarını gösteren ilim (bk. a-n-y)
hak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hutbe-i ezeliye: ezelî hutbe (bk. ḫ-ṭ-b; e-z-l)
icmâ: fikir birliği (bk. c-m-a)
ihtilâf: farklılık, uyuşmazlık
ilm-i beyan: belâğat ilminin, hakikat, teşbih, istiâre, mecaz, kinâye kısımlarından bahseden kısmı (bk. a-l-m; b-y-n)
ilm-i sarf ve nahv: Arapçada kelime ve cümle bilgisiirade: dileme, istek, kast etme (bk. r-v-d)
kaide: kural, esas
kasas-ı Kur’âniye: Kur’ân’daki kıssalar
kat’î: kesin
kelimât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın kelimeleri (bk. k-l-m)
kıssa-i Mûsâ: Hz. Mûsâ’nın kıssası
küffar: kâfirler (bk. k-f-r)
lâfziye: kelimenin söylenişine ve yapısına aitmaâni: mânâlar (bk. a-n-y)
makàsıd: maksatlar, gayeler (bk. ḳ-ṣ-d)
makbul: kabul gören, geçerli
maksud-u bizzat: asıl gaye (bk. ḳ-ṣ-d)
misillü: gibi (bk. m-s̱-l)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
muhtelif: çeşitli
münasip: uygun (bk. n-s-b)
müstahsen: güzel karşılanan, beğenilen (bk. ḥ-s-n)
müteaddit: çeşitli
sahih: doğru
siyak ve sibak-ı kelâm: sözün başıyla sonunun ahenk ve uyum içinde olması (bk. k-l-m)
tâbi kalmak: uymak
takbih: kötüleme
tefsir: Kur’ân’ın mânâ bakımından izahı, yorumu (bk. f-ṣ-r)
teskin: sakinleştirme (bk. s-k-n)
tevbih: azarlama
ulûm-u Arabiye: Arapça ilimler (bk. a-l-m)
usul-ü din: dinin esasları
vaz etmek: koymak
vücuh: vecihler, yönler

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://erisale.com/#content.tr.1.529

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/529


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.
Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A.

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.
Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri. Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 2.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BİRİNCİ LEM’A: 

Meselâ

 اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا 

daki

 رَتْقًا 

kelimesi, tetkikat-ı felsefe ile âlûde olmayan bir âlime, o kelime şöyle ifham eder ki: Semâ berrak, bulutsuz, zemin kuru ve hayatsız, tevellüde gayr-ı kabil bir halde iken semâyı yağmurla, zemini hazravatla fethedip, bir nevi izdivaç ve telkih suretinde bütün zîhayatları o sudan halk etmek, öyle bir Kadîr-i Zülcelâlin işidir ki, rû-yi zemin Onun küçük bir bostanı ve semânın yüz örtüsü olan bulutlar Onun bostanında bir süngerdir anlar, azamet-i kudretine secde eder.

Ve muhakkik bir hakîme, o kelime şöyle ifham eder ki: Bidâyet-i hilkatte semâ ve arz şekilsiz birer küme ve menfaatsiz birer yaş hamur, veledsiz, mahlûkatsız,


Dipnot-1

“Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden koparıp ayırdık.” Enbiyâ Sûresi, 21:30.


âlûde: karışmış, bulaşmışarz: yer
azamet-i kudret: kudretin büyüklüğü (bk. ḳ-d-r)
berrak: saydam, duru
bidâyet-i hilkat: yaratılışın başlangıcı (bk. ḫ-l-ḳ)
bostan: bahçe
Elhikmetü lillâh: gerçek bilgi ve hikmet sadece Allah’ındır (bk. ḥ-k-m)
fehmetmek: anlamak
feylesof: felsefeci
gayr-ı kabil: mümkün olmayan
gazab: öfke
gazat-ı muzırra: zararlı gazlar
hakîm: hikmet sahibi, âlim (bk. ḥ-k-m)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
hamd ü senâ: şükür, minnet ve övgü (bk. ḥ-m-d)
hâmi: koruyucu
hane-i hayat: hayat evi (bk. ḥ-y-y)
hasıl: meydana gelme
hazravat: yeşillikler
hiddet: kızgınlık
hikmet-i tabiiye: tabiatı konu alan fen ilmi (bk. ḥ-k-m; ṭ-b-a)
huruc: çıkma
ifham etmek: anlatmak
ihtizâzât: sallanmalar
imtizâcât: kaynaşmalar
inkılâbat: büyük değişimler
irticâc: sarsıntı
istilâ: yayılma, kaplama
izdivac: evlenme
Kadîr-i Zülcelâl: kudreti herşeyi kuşatan ve sonsuz haşmet sahibi olan Allah (bk. ḳ-d-r; ẕü; c-l-l)
kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m)
kemâl-i tazim: Allah’ın sonsuz büyüklüğünü mükemmel bir şekilde dile getirme (bk. k-m-l; a-z-m)
küre-i zemin: yerküre
levâzımât-ı hayat-ı insaniye: insan hayatına gerekli olan şeyler (bk. ḥ-y-y)
mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)
mahzen: depo
maişet: geçim (bk. a-y-ş)
medar: dayanak, eksen
medar-ı senevî: güneş etrafındaki bir yıllık yörüngesi
menâfiz: delikler
mihver: eksen
muhafaza etmek: korumak (bk. ḥ-f-ẓ)
muhakkik: gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
netice: sonuç
nevi: tür, çeşit
rû-yi zemin: yeryüzü
sair: diğer
Sâni-i Zü’l-Celâl ve’l-İkrâm: sonsuz haşmet ve ikram sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l; k-r-m)
secde etmek: yere kapanmak
semâ: gök (bk. s-m-v)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
sükûnet: sakinlik, durgunluk (bk. s-k-n)
tasfiye: safileştirme, arındırma (bk. ṣ-f-y)
telkih: aşılama
teneffüs etmek: nefes almak
tersip: durultma, tortulardan temizleme, süzme
tetkikat-ı felsefe: felsefe araştırmaları
tevellüd: doğum
veled: evlat, çocuk
zelzele: deprem
zemin: yeryüzü
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)
zuhur: meydana çıkma (bk. ẓ-h-r)

toplu birer madde iken, Fâtır-ı Hakîm onları fetih ve bast edip güzel bir şekil, menfaattar birer suret, ziynetli ve kesretli mahlûkata menşe etmiştir anlar, vüs’at-i hikmetine karşı hayran olur.

Yeni zamanın feylesofuna şu kelime şöyle ifham eder ki: Manzume-i şemsiyeyi teşkil eden küremiz, sair seyyareler, bidâyette güneşle mümteziç olarak, açılmamış bir hamur şeklinde iken, Kadîr-i Kayyûm o hamuru açıp, o seyyareleri birer birer yerlerine yerleştirerek, güneşi orada bırakıp zeminimizi buraya getirerek, zemine toprak sererek, semâ canibinden yağmur yağdırarak, güneşten ziya serptirerek dünyayı şenlendirip bizleri içine koymuştur anlar, başını tabiat bataklığından çıkarır, “Âmentü Billâhi’l-Vâhidi’l-Ehad”der.

Meselâ, 

وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا 

daki lâm, hem kendi mânâsını, hem fî mânâsını, hem ilâ mânâsını ifade eder. İşte, 

لِمُسْتَقَرٍّ 

in lâm’ı, avâm o lâm’ı ilâ mânâsında görüp fehmeder ki, size nisbeten ışık verici, ısındırıcı, müteharrik bir lâmba olan güneş, elbette birgün seyri bitecek, mahall-i kararına yetişecek, size faidesi dokunmayacak bir suret alacaktır anlar. O da, Hâlık-ı Zülcelâlin güneşe bağladığı büyük nimetleri düşünerek, “Sübhânallah, Elhamdü lillâh” der.

Ve âlime dahi, o lâm’ı ilâ mânâsında gösterir. Fakat güneşi yalnız bir lâmba değil, belki bahar ve yaz destgâhında dokunan mensucat-ı Rabbâniyenin bir mekiği, gece gündüz sahifelerinde yazılan mektubat-ı Samedâniyenin mürekkebi, nur bir hokkası suretinde tasavvur ederek, güneşin cereyan-ı surîsi, alâmet olduğu ve işaret ettiği intizâmât-ı âlemi düşündürerek Sâni-i Hakîmin san’atına “Mâşaallah” ve hikmetine “Bârekâllah” diyerek secdeye kapanır.


Dipnot-1

“Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider.” Yâsin Sûresi, 36:38.


alâmet: işaret
Âmentü Billâhi’l-Vahidi’l-Ehad: Allah’ın birliğine ve tekliğine iman ettim (bk. e-m-n; v-ḥ-d)
avâm: halktan ilmi az olan kimse
Bârekâllah: Allah ne mübarek yaratmış (bk. b-r-k)
bast: genişletme
bidâyet: başlangıç
canib: taraf
cereyân-ı surî: görünüşteki akım, dönüş
Elhamdü lillâh: Allah’a hamd olsun (bk. ḥ-m-d)
Fâtır-ı Hakîm: her şeyi hikmetle ve harika üstün san’atıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ḥ-k-m)
fehmetmek: anlamak
fetih: açma
feylesof: felsefeci
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hokka: mürekkeb kabı
ifham etmek: anlatmak
intizâmât-ı âlem: alemdeki düzenlilikler (bk. n-ẓ-m; a-l-m)
Kadîr-i Kayyûm: sonsuz kudret sahibi olan, herşeyi Kendi varlığıyla ayakta tutan ve dilediği gibi onları idare eden Allah (bk. ḳ-d-r; ḳ-v-m)
kesretli: çok sayıda (bk. k-s̱-r)
küre: dünya
Mâaşallah: Allah dilemiş ve ne güzel yaratmış
mahall-i karar: karar yeri
manzume-i şemsiye: güneş sistemi (bk. n-ẓ-m)
mekik: dokuma âleti
mektubat-ı Samedâniye: Allah tarafından gönderilmiş birer mektup gibi, şuur sahiplerine İlâhî san’atı anlatan eserler (bk. k-t-b; ṣ-m-d)
menfaattar: faydalı, yararlı
mensucat-ı Rabbâniye: Allah’ın adeta nakış nakış dokuduğu san’at eseri varlıklar (bk. r-b-b)
menşe: kaynak, esas
mümteziç: birleşik, karışık
müteharrik: hareketli
nisbeten: bir dereceye kadar (bk. n-s-b)
sair: diğer
Sâni-i Hakîm: herşeyi san’atla ve hikmetle yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
secde: yere kapanma
semâ: gök (bk. s-m-v)
seyir: gezme
seyyare: gezegen
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
Sübhânallah: “Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir” (bk. s-b-ḥ)
tabiat: doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem (bk. ṭ-b-a)
tasavvur: düşünme, zihinde tasarlama (bk. ṣ-v-r)
teşkil etmek: meydana getirmek
vüs’at-i hikmet: hikmet genişliği (bk. ḥ-k-m)
ziya: ışık
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

Ve kozmoğrafyacı bir feylesofa, lâm’ı fî mânâsında şöyle ifham eder ki: Güneş, kendi merkezinde ve mihveri üzerinde zemberekvâri bir cereyanla manzumesini emr-i İlâhî ile tanzim edip tahrik eder. Şöyle bir saat-i kübrâyı halk edip tanzim eden Sâni-i Zülcelâline karşı kemâl-i hayret ve istihsanla “El-azametü lillâh ve’l-kudretü lillâh” der, felsefeyi atar, hikmet-i Kur’âniyeye girer.

Ve dikkatli bir hakîme, şu lâm’ı, hem illet mânâsında, hem zarfiyet mânâsında tutturup şöyle ifham eder ki: Sâni-i Hakîm, işlerine esbab-ı zahiriyeyi perde ettiğinden, cazibe-i umumiye namında bir kanun-u İlâhîsiyle, sapan taşları gibi, seyyareleri güneşle bağlamış; ve o cazibeyle muhtelif, fakat muntazam hareketle o seyyareleri daire-i hikmetinde döndürüyor; ve o cazibeyi tevlit için, güneşin kendi merkezinde hareketini zahirî bir sebep etmiş. Demek,

 لِمُسْتَقَرٍّ 

mânâsı,

 فِى مُسْتَقَرٍّ لَهَا ِلاِسْتِقْرَارِ مَنْظُومَتِهَا 

yani, kendi müstekarrı içinde manzumesinin istikrarı ve nizamı için hareket ediyor. Çünkü, hareket harareti, hararet kuvveti, kuvvet cazibeyi zahiren tevlit eder gibi bir âdet-i İlâhiye, bir kanun-u Rabbânîdir. İşte, şu hakîm, böyle bir hikmeti Kur’ân’ın bir harfinden fehmettiği zaman, “Elhamdü lillâh, Kur’ân’dadır hak, hikmet; felsefeyi beş paraya saymam” der.

Ve şairâne bir fikir ve kalb sahibine, şu lâm’dan ve istikrar’dan şöyle bir mânâ fehmine gelir ki: Güneş nuranî bir ağaçtır, seyyareler onun müteharrik meyveleri. Ağaçların hilâfına olarak, güneş silkinir, tâ o meyveler düşmesin. Eğer silkinmezse düşüp dağılacaklar. Hem tahayyül edebilir ki, şems meczup bir serzâkirdir. Halka-i zikrin merkezinde cezbeli bir zikreder ve ettirir. Bir risalede şu mânâya dair şöyle demiştim:

Evet, güneş bir meyvedardır; silkinir, tâ düşmesin seyyar olan yemişleri.

Eğer sükûtuyla sükûnet eylese cezbe, kaçar, ağlar fezada muntazam meczupları.


âdet-i İlâhiye: İlâhî kanun (bk. e-l-h)
cazibe: çekim
cazibe-i umumiye: genel çekim
cereyan: hareket, akım
cezbe: çekim
cezbeli: Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hale gelme
daire-i hikmet: hikmet dairesi (bk. ḥ-k-m)
El-azametü lillâh ve’l-kudretü lillâh: büyüklük ve kudret Allah’ındır (bk. a-ẓ-m; ḳ-d-r)
Elhamdü lillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
emr-i İlâhi: Allah’ın emri (bk. e-l-h)
esbab-ı zahiriye: görünürdeki sebepler (bk. s-b-b; ẓ-h-r)
fehm: anlayış
feylesof: felsefeci
feza: uzay
hakîm: hikmet sahibi, âlim (bk. ḥ-k-m)
halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)
halka-i zikr: zikir halkası
hararet: sıcaklık
hikmet: ilim, yüksek bilgi, fen bilgisi (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i Kur’âniye: Kur’ân’ın yüksek bilgisi (bk. ḥ-k-m)
hilâf: ters, zıt
ifham etmek: anlatmak
illet: esas sebep, maksat
istikrar: yerleşme, karar kılma
kanun-u İlâhî: İlâhî kanun (bk. e-l-h)
kanun-u Rabbânî: Allah’ın koyduğu kanun (bk. r-b-b)
kemâl-i hayret ve istihsan: tam bir hayret ve beğenme (bk. k-m-l; ḥ-s-n)
kozmoğrafya: astronomi, gök bilimi
manzume: sistem (bk. n-ẓ-m)
meczup: kendinden geçmiş, cezbeye kapılan, çekilen
meyvedar: meyveli
mihver: eksen
muhtelif: çeşitli
muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m)
müstekar: karar kılınan yer
müteharrik: hareketli
nam: ad
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
nuranî: nurlu, aydınlık, parlak (bk. n-v-r)
saat-i kübrâ: çok büyük saat (bk. k-b-r)
Sâni-i Hakîm: herşeyi san’at ve hikmetle yaratan Allah (bk. ṣ-n-a; ḥ-k-m)
Sâni-i Zülcelâl: herşeyi san’atla yapan haşmet ve yücelik sahibi Allah (bk. ṣ-n-a; ẕü; c-l-l)
serzâkir: zikredenlerin başı
seyyar: gezen, dolaşan
seyyare: gezegen
sükûnet: durgunluk, hareketsizlik (bk. s-k-n)
sükût: sessiz kalma
şairâne: şair gibi
şems: güneş
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
tahrik etmek: harekete geçirmek
tanzim etmek: düzenlemek (bk. n-ẓ-m)
tevlit: doğurma
zahiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zahirî: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zarfiyet: kelimenin zarf olması, mekan ve zaman bildirmesi hâli
zemberekvâri: bir mekanizmanın güç merkezi gibi

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://erisale.com/#content.tr.1.526

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/526


CUMARTESİ DERSLERİ

Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.
Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.

Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A.

Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. - Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.
Elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir. – Cumartesi Dersleri 25. 2. 1.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

İKİNCİ ŞUA

Kur’ân’ın câmiiyet-i harikulâdesidir. Şu Şuanın Beş Lem’ası var.

BİRİNCİ LEM’A: 

Lâfzındaki câmiiyettir. Elbette, evvelki Sözlerde, hem bu Sözde zikrolunan âyetlerden, şu câmiiyet âşikâre görünüyor. Evet,

لِكُلِّ اٰيَةٍ ظَهْرٌ وَبَطْنٌ وَحَدٌّ وَمُطَّلَعٌ – وَلِكُلٍّ شُجُونٌ وَغُصُونٌ وَفُنُونٌ 1

Dipnotlar – Arapça İbareler – Haşiyeler:

1 : “Her bir âyetin mânâ mertebeleri vardır; zâhirî (açık), bâtınî (açık ve görünür mânâsının içindeki, ehlinin anlayabileceği mânâ), haddi (kapsamı) ve muttala’ı (anlam çerçevesi) vardır. (Bu dört mânâ tabakasından her birinin de fürûatı (detayları), işaretleri, dalları ve ayrıntıları vardır.” rânî, el-Mu’cemü’l-evsat 1:236. Bu kısmın açıklaması Üstadımız tarafından hemen devamında verilmiştir.

olan hadisin işaret ettiği gibi, elfâz-ı Kur’âniye öyle bir tarzda vaz edilmiş ki, herbir kelâmın, hattâ herbir kelimenin, hattâ herbir harfin, hattâ bazan bir sükûtun çok vücuhu bulunuyor, herbir muhatabına ayrı ayrı bir kapıdan hissesini verir.

Meselâ

 وَالْجِبَالَ اَوْتاَداً 1 

1 : Nebe’ Sûresi, 78:7.

yani “Dağları zemininize kazık ve direk yaptım” bir kelâmdır.

Bir âminin şu kelâmdan hissesi: Zahiren yere çakılmış kazıklar gibi görünen dağları görür, onlardaki menâfiini ve nimetlerini düşünür, Hâlıkına şükreder.

Bir şairin bu kelâmdan hissesi: Zemin, bir taban; ve kubbe-i semâ, üstünde konulmuş yeşil ve elektrik lâmbalarıyla süslenmiş bir muhteşem çadır; ufkî bir daire suretinde ve semânın etekleri başında görünen dağları, o çadırın kazıkları misalinde tahayyül eder, Sâni-i Zülcelâline hayretkârâne perestiş eder.

Hayme-nîşin bir edibin bu kelâmdan nasibi: Zeminin yüzünü bir çöl ve sahrâ, dağların silsilelerini pek kesretle ve çok muhtelif bedevî çadırları gibi, güya tabaka-i türabiye yüksek direkler üstünde atılmış, o direklerin sivri başları o perde-i türabiyeyi yukarıya kaldırmış, birbirine bakar, pek çok muhtelif mahlûkatın meskeni olarak tasavvur eder. O büyük, azametli mahlûkları böyle yeryüzünde çadırlar misillü kolayca kuran ve koyan Fâtır-ı Zülcelâline karşı secde-i hayret eder.

Coğrafyacı bir edibin o kelâmdan kısmeti: Küre-i zemin, bahr-i muhit-i havaîde veya esirîde yüzen bir sefine; ve dağları, o sefinenin üstünde tesbit ve muvazene için çakılmış kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder. O koca küre-i zemini muntazam bir gemi gibi yapıp, bizleri içine koyup aktâr-ı âlemde gezdiren Kadîr-i Zülkemâle karşı

سُبْحَانَكَ مَا اَعْظَمَ شَانَكَ 2 

2 : Sen her türlü kusur ve noksandan münezzehsin. Ne yücedir Senin şânın!

der.

Medeniyet ve heyet-i içtimaiyenin mütehassıs bir hakîminin bu kelâmdan hissesi: Zemini bir hane; ve o hane hayatının direği, hayat-ı hayvaniye; ve hayat-ı hayvaniye direği, şerâit-i hayat olan su, hava ve topraktır. Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı dağlardır.

Zira dağlar suyun mahzeni, havanın tarağı (gazat-ı muzırrayı tersip edip havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhafaza eder) ve sair levâzımât-ı hayat-ı insaniyenin hazinesi olarak fehmeder.

Şu koca dağları şu suretle hane-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maişetimize hazinedar tayin eden Sâni-i Zü’l-Celâl ve’l-İkrâma, kemâl-i tazimle hamd ü senâ eder.

Hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun şu kelâmdan nasibi şudur ki: Küre-i zeminin karnında bazı inkılâbat ve imtizâcâtın neticesi olarak hasıl olan zelzele ve ihtizâzâtı, dağların zuhuruyla sükûnet bulduğunu ve medar ve mihverindeki istikrarına ve zelzelenin irticâcıyla medar-ı senevîsinden çıkmamasına sebep, dağların hurucu olduğunu ve zeminin hiddeti ve gazabı, dağların menâfiziyle teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder, tamamen imana gelir, “Elhikmetü lillâh” der.

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – İKİNCİ ŞUA – BİRİNCİ LEM’A, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/524

http://erisale.com/#content.tr.1.524


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.
Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

Kur'ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA.

Kur'ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.
Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 12.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Amma ifham ve talimdeki beyanat-ı Kur’âniye o kadar harikadır, o derece letafetli ve selâsetlidir; en basit bir âmi, en derin bir hakikati onun beyanından kolayca tefehhüm eder. Evet, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan çok hakaik-i gàmızayı, nazar-ı umumîyi okşayacak, hiss-i âmmeyi rencide etmeyecek, fikr-i avâmı taciz edip yormayacak bir surette, basitâne ve zahirâne söylüyor, ders veriyor. Nasıl bir çocukla konuşulsa, çocukça tabirat istimal edilir. Öyle de,

  تَنَزُّلاٰتٌ اِلٰهِيَّةٌ اِلٰى عُقُولِ الْبَشَرِ 

denilen mütekellim üslûbunda muhatabın


Dipnot-2

Cenâb-ı Hakkın kullarının anlayış seviyesine göre konuşması.


âmi: cahil
âyât: ayetler
basitâne: basitçe
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
cevher-i beyanî: beyâna dair cevher (bk. b-y-n)
esbabperest: sebeplere tapan (bk. s-b-b)
fikr-i avâm: halkın düşüncesi (bk. f-k-r)
hakaik-i gàmıza: derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
herc ü merc: karışıklık, dağınıklık
hilâf-ı akıl ve hikmet: akla ve hikmete aykırı (bk. ḥ-k-m)
hiss-i âmme: genelin duygusu
icmâlen: özetle, kısaca (bk. c-m-l)
ifham: (he ile) anlatma
ilzam: susturma, mağlup etme
insicam: düzgünlük, uyumluluk, pürüzsüz olma
insicam-ı ecmel: çok güzel uyumluluk, hiç pürüzü olmama (bk. c-m-l)
intizam: düzen, tertip (bk. n-ẓ-m)
intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzenlilik (bk. n-ẓ-m; k-m-l)
istiğna: ihtiyaç duymama (bk. ğ-n-y)
istimal: kullanma
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
letafetli: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
muâraza: sözle mücadele
münâfi-i his ve bedâhet: duygu ve açıklığa zıt
mütekellim: konuşan (bk. k-l-m)
nazar-ı umumî: umumun bakışı (bk. n-ẓ-r)
nevi: çeşit, tür
nokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)
rencide etmek: incitmek
sanemperest: puta tapan
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
semâvat: gökler (bk. s-m-v)
silsile-i hakaik: gerçekler zinciri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şirk: ortak
tabirat: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)
taciz: rahatsız etme, sıkıntı verme
tahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)
talim: öğretme (bk. a-l-m)
tefehhüm etmek: anlamak
tekzip: yalanlama
tezkir: hatırlatma
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
zahirâne: açıkça (bk. ẓ-h-r)
zir ü zeber: darmadağınık, alt üst

derecesine sözüyle nüzul edip öyle konuşan esâlib-i Kur’âniye, en mütebahhir hükemanın fikirleriyle yetişemediği hakaik-i gàmıza-ı İlâhiye ve esrar-ı Rabbâniyeyi müteşabihat suretinde bir kısım teşbihat ve temsilâtla en ümmî bir âmiye ifham eder. Meselâ

 اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى 

bir temsil ile, rububiyet-i İlâhiyeyi saltanat misalinde; ve âlemin tedbirinde mertebe-i rububiyetini, bir sultanın taht-ı saltanatında durup icra-yı hükûmet ettiği gibi bir misalde gösteriyor.

Evet, Kur’ân, bu kâinat Hâlık-ı Zülcelâlinin kelâmı olarak rububiyetinin mertebe-i âzamından çıkarak, umum mertebeler üstüne gelerek, o mertebelere çıkanları irşad ederek, yetmiş bin perdelerden geçerek, o perdelere bakıp tenvir ederek, fehim ve zekâca muhtelif binler tabaka muhataplara feyzini dağıtıp ve nurunu neşrederek, kabiliyetçe ayrı ayrı asırlar, karnlar üzerinde yaşamış ve bu kadar mebzuliyetle mânâlarını ortaya saçmış olduğu halde, kemâl-i şebâbetinden, gençliğinden zerre kadar zayi etmeyerek, gayet taravette, nihayet letafette kalarak, gayet suhuletli bir tarzda, sehl-i mümteni bir surette, her âmiye anlayışlı ders verdiği gibi, aynı derste, aynı sözlerle, fehimleri muhtelif ve dereceleri mütebayin pek çok tabakalara dahi ders verip ikna eden, işbâ eden bir kitab-ı mu’ciznümânın hangi tarafına dikkat edilse, elbette bir lem’a-i i’câz görülebilir.

Elhasıl: Nasıl Elhamdü lillâh gibi bir lâfz-ı Kur’ânî okunduğu zaman, dağın kulağı olan mağarasını doldurduğu gibi, aynı lafız, sineğin küçücük kulakçığına da tamamen yerleşir. Aynen öyle de, Kur’ân’ın mânâları, dağ gibi akılları işbâ ettiği gibi, sinek gibi küçücük, basit akılları dahi aynı sözlerle talim eder, tatmin eder. Zira Kur’ân bütün ins ve cinnin bütün tabakalarını imana davet eder. Hem


Dipnot-1

“O Rahmân ki, hükümranlığı Arşı kaplamıştır.” Tâhâ Sûresi, 20:5.


âlem: kâinat, evren (bk. a-l-m)
âmi: cahil
Elhamdü lillâh: hamd ve övgü Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
elhasıl: özetle, sonuç olarak
esâlib-i Kur’âniye: Kur’ân’ın üslûpları
esrar-ı Rabbâniye: Rabbânî sırlar (bk. r-b-b)
fehim: anlayış, kavrayış
feyz: ilim, irfan (bk. f-y-ḍ)
hakaik-i gàmıza-i İlâhiye: Allah’ın Kur’ân’da açıkladığı derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ; e-l-h)
Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)
hükema: âlimler, filozoflar (bk. ḥ-k-m)
icra-yı hükûmet: yönetmek, idare etmek (bk. ḥ-k-m)
ifham: anlatma, öğretme
ins ve cin: insanlar ve cinler
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
işbâ: doyurma
kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)
karn: asır, çağ
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kemâl-i şebâbet: mükemmel derecedeki gençlik (bk. k-m-l)
kitab-ı mu’ciznümâ: mu’cize gösteren kitap (bk. k-t-b; a-c-z)
lâfız: söz, kelime
lafz-ı Kur’ânî: Kur’ân’ın lafzı
lem’a-i i’câz: mu’cizelik parıltısı (bk. a-c-z)
letafet: güzellik, hoşluk (bk. l-ṭ-f)
mânâ: anlam (bk. a-n-y)
mebzuliyet: bolluk
mertebe-i âzam: en büyük mertebe (bk. a-ẓ-m)
mertebe-i rububiyet: rububiyetin mertebesi (bk. r-b-b)
muhtelif: çeşitli
mütebahhir: ilmi derin olan
mütebayin: ayrı ayrı
müteşabihat: metnin kelimelerinden çıkartılan dış anlam değil de, başka mânâya gelen âyetler
neşretmek: yaymak
nihayet: son derece
nüzul etmek: inmek (bk. n-z-l)
rububiyet: Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması (bk. r-b-b)
rububiyet-i İlâhiye: Allah’ın terbiye ve idarece ediciliği (bk. r-b-b; e-l-h)
sehl-i mümteni: imkânsız birşeyi kolayca ifade etme
suhuletli: kolay
tabaka: sınıf
taht-ı saltanat: egemenlik tahtı (bk. s-l-ṭ)
talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m)
taravet: tazelik
tatmin etmek: ikna etmek
tedbir: idare etme (bk. d-b-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
temsilât: kıyaslama tarzında benzetmeler, analoji (bk. m-s̱-l)
tenvir: aydınlatma (bk. n-v-r)
teşbihat: benzetmeler
umum: bütün
ümmî: tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen
zayi etmek: kaybetmek
zerre: atom, en küçük parça

umumuna imanın ulûmunu talim eder, ispat eder. Öyle ise, avâmın en ümmîsi, havassın en ehassına omuz omuza, diz dize verip beraber ders-i Kur’ânîyi dinleyip istifade edecekler. Demek Kur’ân-ı Kerîm öyle bir mâide-i semâviyedir ki, binler muhtelif tabakada olan efkâr ve ukul ve kulûb ve ervah, o sofradan gıdalarını buluyorlar, müştehiyâtını alıyorlar, arzuları yerine gelir. Hattâ pek çok kapıları kapalı kalıp istikbalde geleceklere bırakılmıştır.

Şu makama misal istersen, bütün Kur’ân baştan nihayete kadar bu makamın misalleridir. Evet, bütün müçtehidîn ve sıddıkîn ve hükema-i İslâmiye ve muhakkıkîn ve ulema-i usulü’l-fıkıh ve mütekellimîn ve evliya-i ârifîn ve aktâb-ı âşıkîn ve müdakkikîn-i ulema ve avâm-ı Müslimin gibi Kur’ân’ın tilmizleri ve dersini dinleyenleri müttefikan diyorlar ki, “Dersimizi güzelce anlıyoruz.” Elhasıl, sair makamlar gibi, ifham ve talim makamında dahi Kur’ân’ın lemeât-ı i’câzı parlıyor.


aktâb-ı âşıkin: Allah’a âşık tarikat şeyhleri, kutupları
âşikâre: açıkça
avâm: halk
avâm-ı Müslimin: Müslüman halk kesimi (bk. s-l-m)
câmiiyet: kapsamlılık, genişlik (bk. c-m-a)
câmiiyet-i harikulâde: olağanüstü câmiiyet, mânâ ve özellikçe kapsamlılık (bk. c-m-a)
ders-i Kur’âniye: Kur’ân dersi
efkâr: fikirler, düşünceler (bk. f-k-r)
ehass: en seçkin, en bilgili
elfâz-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın lâfızları
elhasıl: özetle
ervah: ruhlar (bk. r-v-ḥ)
evliya-i ârifin: Allah’ı hakkıyla bilen evliyâlar (bk. v-l-y; a-r-f)
evvelki: önceki
hadis: Peygamberimize ait veya onun onayladığı söz, emir veya davranış (bk. ḥ-d-s̱)
havass: seçkinler, okumuşlar, bilginler
hükema-i İslâmiye: büyük İslâm filozofları (bk. ḥ-k-m; s-l-m)
ifham: anlatma, öğretme
istifade: faydalanma
istikbal: gelecek zaman
kelâm: ifade, söz (bk. k-l-m)
kulûb: kalbler
lâfz: ifade, söz
lem’a: parıltı
lemeât-ı i’câz: mu’cizelik parıltıları (bk. a-c-z)
maide-i semaviye: semâvî sofra (bk. s-m-v)
makam: mevki, derece
muhakkıkîn: gerçekleri araştıran, hakikatleri delilleriyle bilen âlimler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
müçtehidîn: âyet ve hadislerden hüküm çıkaran büyük İslâm âlimleri (bk. c-h-d)
müdakkikîn-i ulema: gerçekleri inceden inceye araştıran âlimler (bk. a-l-m)
müştehiyât: hoşa giden lezzetli şeyler
müttefikan: ittifakla, fikir birliğiyle
nihayet: son
sair: diğer
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
sükût: sessiz kalma, susma
şua: parıltı
talim: öğretme, eğitme (bk. a-l-m)
tarz: şekil, biçim
tilmiz: öğrenci, talebe
ukul: akıllar
ulema-i usulü’l-fıkıh ve mütekellimîn: kelâm ve fıkıh usulü âlimleri (bk. a-l-m; k-l-m)
ulûm: ilimler (bk. a-l-m)
umum: bütün, genel
ümmî: okuma yazma bilmeyen, tahsil görmemiş
vaz edilmek: konulmak
vücuh: vecihler, yönler
zikrolunmak: belirtilmek, anılmak

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.522

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/522


CUMARTESİ DERSLERİ

Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar - Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.
Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar – Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir.” Tûr Sûresi, 52:42. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? – Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.

Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar - Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir.’ Tûr Sûresi, 52:42. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar?”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA.

Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar - Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.
Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. Tûr Sûresi, 5242. Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar – Cumartesi Dersleri 25. 1. 11.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

İkinci misal:

فَذَكِّرْ فَمَۤا اَنْتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلاَ مَجْنُونٍ     أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ     قُلْ تَرَبَّصُوا فَاِنِّى مَعَكُمْ مِنَ الْمُتَرَبِّصِينَ     أَمْ تَاْمُرُهُمْ اَحْلاَمُهُمْ بِهٰذَا اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ     اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَلْ لاَ يُؤْمِنُونَ     فَلْيَاْتُوا بِحَدِيثٍ مِثْلِهِ اِنْ كَانُوا صَادِقِينَ     اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَىْءٍ اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ     اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ بَلْ لاَيُوقِنُونَ     اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَۤائِنُ رَبِّكَ اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ     اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ     اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ     اَمْ تَسْئَلُهُمْ اَجْرًافَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ     اَمْ عِنْدَهُمُ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ     اَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ     اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللهِ سُبْحَانَ اللهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ 1

İşte, şu âyâtın binler hakikatlerinden yalnız beyan-ı ifhâmiyeye misal için bir hakikatini beyan ederiz. Şöyle ki:

 اَمْ ، اَمْ 2

lâfzıyla on beş tabaka istifham-ı inkârî-i taaccübî ile ehl-i dalâletin bütün aksâmını susturur ve şübehâtın bütün menşelerini kapatır. Ehl-i dalâlet için, içine girip saklanacak şeytanî bir delik bırakmıyor, kapatıyor. Altına girip gizlenecek bir perde-i dalâlet bırakmıyor, yırtıyor. Yalanlarından hiçbir yalanı bırakmıyor, başını eziyor. Herbir fıkrada, bir taifenin hülâsa-i fikr-i küfrîlerini ya bir kısa tabirle iptal eder, ya butlanı zahir olduğundan sükûtla butlanını bedâhete havale eder, veya başka âyetlerde tafsilen reddedildiği için burada mücmelen işaret eder.

Meselâ, birinci fıkra

 وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشِّعْرَ وَمَا يَنْبَغِى لَهُ 

âyetine işaret eder. On beşinci fıkra ise

 لَوْ كَانَ فِيهِمَۤاۤ اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا 

âyetine remzeder. Daha sair fıkraları buna kıyas et. Şöyle ki:

Başta diyor: Ahkâm-ı İlâhiyeyi tebliğ et. Sen kâhin değilsin. Zira kâhinin sözleri karışık ve tahminîdir; seninki hak ve yakinîdir. Mecnun olamazsın; düşmanın dahi senin kemâl-i aklına şehadet eder.


Dipnot-1

“Sen öğüt vermeye devam et. Rabbinin sana verdiği peygamberlik nimeti hakkı için, sen ne bir kâhinsin, ne de bir mecnun. • Yoksa onlar “O bir şâirdir, biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar? • Sen “Bekleyedurun,” de. “Ben de sizinle beraber bekliyorum.” • Onlar akıllarını kullanarak mı bunu söylüyorlar, yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur? • Yahut Kur’ân’ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların îmân etmeye niyetleri yoktur. • Eğer doğru söylüyorlarsa, Kur’ân’ın benzeri bir söz getirsinler. • Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar? Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar? • Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Doğru onların düşünüp îmân etmeye niyetleri yoktur. • Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı? Veya kâinatın tedbir ve idaresini onlar mı ele geçirdi? • Yoksa göklere çıkıp da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyle ise dinleyicileri, işittiklerine dair açık bir delil getirsin. • Yoksa kız çocukları Onun, erkek çocuklar da sizin mi? • Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler? • Yoksa gaybın ilmi onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar? • Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir. • Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” Tûr Sûresi, 52:29-43.

Dipnot-2

Yoksa, yoksa…

Dipnot-3

“Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yakışmaz da.” Yâsin Sûresi, 36:69.

Dipnot-4

“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harap olup giderdi.” Enbiyâ Sûresi, 21:22.


ahkâm-ı İlâhiye: Allah’ın hükümleri (bk. ḥ-k-m; e-l-h)aksâm: kısımlarâyât: âyetlerbedâhet: açıklık, aşikâr olmabeyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)beyan-ı ifhâmiye: delillerle susturma anlatımı (bk. b-y-n)butlan: bâtıl oluşehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)hülâsa-i fikr-i küfrî: küfür düşüncesinin özeti (bk. f-k-r; k-f-r)istifham-i inkârî-i taaccübî: “yoksa…?” diyerek şaşkınlığı ifade eder tarzda olumsuz yönde soru sorma (bk. n-k-r)kâhin: gelecekten haber veren kimsekemâl-i akl: aklın mükemmelliği (bk. k-m-l)lâfz: ifade, kelimemecnun: deli, akılsızmenşe: kaynakmücmelen: kısaca, özetle (bk. c-m-l)perde-i dalâlet: inançsızlık perdesi (bk. ḍ-l-l)remzetmek: işaret etmeksükût: sessiz kalma, susmaşehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)şübehât: şüphelertafsilen: ayrıntılı olaraktaife: topluluktebliğ etmek: bildirmek (bk. b-l-ğ)yakinî: şüphe edilmeyecek derece kesinlik (bk. y-ḳ-n)zahir: açık, görünür (bk. ẓ-h-r)

اَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ 1 Âyâ, acaba muhakemesiz, âmi kâfirler gibi, sana şair mi diyorlar? Senin helâketini mi bekliyorlar? Sen de: “Bekleyiniz, ben de bekliyorum.” Senin parlak, büyük hakikatlerin şiirin hayalâtından münezzeh ve tezyinatından müstağnidir.

اَمْ تَاْمُرُهُمْ اَحْلاَمُهُمْ بِهٰذَا 2 Yahut, acaba akıllarına güvenen akılsız feylesoflar gibi, “Aklımız bize yeter” deyip sana ittibâdan istinkâf mı ederler? Halbuki, akıl ise sana ittibâı emreder. Çünkü bütün dediğin makuldür. Fakat akıl kendi başıyla ona yetişemez.

اَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ 3 Yahut inkârlarına sebep, tâği zalimler gibi, Hakka serfuru etmemeleri midir? Halbuki, mütecebbir zalimlerin rüesaları olan Firavunların, Nemrutların akıbetleri malûmdur.

اَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَلْ لاَ يُؤْمِنُونَ 4Veyahut yalancı, vicdansız münafıklar gibi, “Kur’ân senin sözlerindir” diye seni itham mı ediyorlar? Halbuki, tâ şimdiye kadar Muhammedü’l-Emin diyerek, içlerinde seni en doğru sözlü biliyorlardı. Demek onların imana niyetleri yoktur. Yoksa Kur’ân’ın âsâr-ı beşeriye içinde bir nazirini bulsunlar.

اَمْ خُلِقُوا مِنْ غَيْرِ شَىْءٍ 5Veyahut, kâinatı abes ve gayesiz itikad eden felâsife-i abesiyyun gibi, kendilerini başıboş, hikmetsiz, gayesiz, vazifesiz, hâlıksız mı zannediyorlar? Acaba gözleri kör olmuş, görmüyorlar mı ki, kâinat baştan aşağıya kadar hikmetlerle müzeyyen ve gayelerle müsmirdir ve mevcudat, zerrelerden güneşlere kadar vazifelerle muvazzaftır ve evâmir-i İlâhiyeye musahharlardır.


Dipnot-1

“Yoksa onlar “O bir şâirdir, biz onun başına gelecek felâketi bekliyoruz” mu diyorlar?” Tûr Sûresi, 52:30.

Dipnot-2

“Yoksa bunu onlara akılları mı söylüyor?” Tûr Sûresi, 52:32.

Dipnot-3

“Yoksa onlar sırf bir azgınlar gürûhu mudur?” Tûr Sûresi, 52:32.

Dipnot-4

“Yahut Kur’ân’ı kendisi mi uydurdu diyorlar? Doğrusu onların iman etmeye niyetleri yoktur.” Tûr Sûresi, 52:33.

Dipnot-5

“Yoksa onlar bir yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar?” Tûr Sûresi, 52:35.


abes: boş ve faydasızakıbet: son, neticeâmi: cahilâsâr-ı beşeriye: insan eserleriâyâ: acabaevâmir-i İlâhiye: Allah’ın emirleri (bk. e-l-h)felâsife-i abesiyyun: içi kof olan faydasız felsefeyle uğraşan filozoflarfeylesof: felsefeciFiravun: (bk. bilgiler)hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hâlık: yaratıcı (bk. ḫ-l-ḳ)hayalât: hayaller (bk. ḫ-y-l)helâket: yok oluşhikmet: herşeyin bir gayeye yönelik olarak, anlamlı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)istinkâf etmek: kabul etmemek, çekimser kalmakitham: suçlamaitikad etmek: inanmakittibâ: tabi olma, uymakâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)makul: akla uygunmalûm: bilinen (bk. a-l-m)mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)muhakemesiz: akıl yürütüp doğru netice elde edemeyen (bk. ḥ-k-m)Muhammedü’l-Emin: güvenilir Muhammed (bk. ḥ-m-d; e-m-n)musahhar: boyun eğenmuvazzaf: vazifeli, görevlimünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünenmünezzeh: kusur ve eksiklikten yüce, temiz (bk. n-z-h)müsmir: meyvelimüstağnî: ihtiyaç duymayan (bk. ğ-n-y)mütecebbir: zorbamüzeyyen: süslü (bk. z-y-n)nazir: benzer (bk. n-ẓ-r)Nemrud: (bk. bilgiler)rüesa: reisler, başkanlarserfuru: baş eğmetâği: azgın (bk. t-ğ-y)tezyinat: süslemeler (bk. z-y-n)zerre: atom

اَمْ هُمُ الْخَالِقُونَ 1 Veyahut, firavunlaşmış maddiyyun gibi, “kendi kendine oluyorlar, kendi kendini besliyorlar, kendilerine lâzım olan herşeyi yaratıyorlar” mı tahayyül ediyorlar ki, imandan, ubûdiyetten istinkâf ederler? Demek kendilerini birer hâlık zannederler. Halbuki, birtek şeyin hâlıkı, herbir şeyin hâlıkı olmak lâzım gelir. Demek kibir ve gururları onları nihayet derecede ahmaklaştırmış ki, bir sineğe, bir mikroba karşı mağlûp bir âciz-i mutlakı, bir kadîr-i mutlak zannederler. Madem bu derece akıldan, insaniyetten sukut etmişler. Hayvandan, belki cemâdattan daha aşağıdırlar. Öyle ise bunların inkârlarından müteessir olma. Bunları dahi bir nevi muzır hayvan ve pis maddeler sırasına say. Bakma, ehemmiyet verme.

اَمْ خَلَقُوا السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ بَلْ لاَيُوقِنُونَ 2 Veyahut, Hâlıkı inkâr eden fikirsiz, sersem muattıla gibi, Allah’ı inkâr mı ediyorlar ki Kur’ân’ı dinlemiyorlar? Öyle ise, semâvât ve arzın vücutlarını inkâr etsinler; veyahut “Biz halk ettik” desinler, bütün bütün aklın zıvanasından çıkıp divaneliğin hezeyanına girsinler. Çünkü, semâda yıldızları kadar, zeminde çiçekleri kadar berâhin-i tevhid görünüyor, okunuyor. Demek yakîne ve hakka niyetleri yoktur. Yoksa bir harf kâtipsiz olmaz bildikleri halde, nasıl bir harfinde bir kitap yazılan şu kâinat kitabını kâtipsiz zannediyorlar?

اَمْ عِنْدَهُمْ خَزَۤائِنُ رَبِّكَ 3 Veyahut, Cenâb-ı Hakkın ihtiyarını nefyeden bir kısım hükemâ-yı dâlle gibi ve Berahime gibi, asl-ı nübüvveti mi inkâr ediyorlar, sana iman getirmiyorlar? Öyle ise, bütün mevcudatta görünen ve ihtiyar ve iradeyi gösteren bütün âsâr-ı hikmeti ve gayâtı ve intizâmâtı ve semerâtı ve âsâr-ı rahmet  


Dipnot-1

“Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar?” Tûr Sûresi, 52:35.

Dipnot-2

“Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Doğrusu onların düşünüp iman etmeye niyetleri yoktur.” Tûr Sûresi, 52:36.

Dipnot-3

“Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı?” Tûr Sûresi, 52:37.


âciz-i mutlak: son derece güçsüz (bk. a-c-z; ṭ-l-ḳ)arz: yer, dünyaâsâr-ı hikmet: hikmet eserleri (bk. ḥ-k-m)âsâr-ı rahmet: rahmet eserleri (bk. r-ḥ-m)asl-ı nübüvvet: peygamberliğin aslı, temeli (bk. n-b-e)Berahime: Berehmenler; bâtıl ve sapkın Hind ve Mecusî dinlerinin reisleriberâhin-i tevhid: tevhid delilleri (bk. v-ḥ-d)cemâdat: cansız varlıklarCenâb-ı Hak: Hakkın tâ kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)divanelik: delilik, akılsızlıkfiravunlaşmak: kendisini Firavun gibi ilâh seviyesine çıkaracak derecede büyük görmegayât: gayelerhak: doğru, gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)Hâlık: yaratıcı; herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)halk etmek: yaratmak (bk. ḫ-l-ḳ)hezeyan: saçmalamahükemâ-yı dâlle: hak yoldan sapmış felsefeciler (bk. ḥ-k-m; ḍ-l-l)ihtiyar: irade, tercih, seçme gücü (bk. ḫ-y-r)inkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r)insaniyet: insanlıkintizâmât: intizamlar, düzenlilikler (bk. n-ẓ-m)irade: dileme, tercih, istek (bk. r-v-d)istinkâf etmek: kabul etmemek, çekimser kalmakkadîr-i mutlak: sınırsız güç sahibi (bk. ḳ-d-r; ṭ-l-ḳ)kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)kâtip: yazar (bk. k-t-b)maddiyyun: materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlarmağlûp: yenilenmevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)muattıla: Allah’ı veya Allah’ın sıfatlarını inkâr edenmuzır: zararlımüteessir olmak: üzülmeknefyetmek: inkâr etmeknevi: çeşitnihayet: sonsemâ: gök (bk. s-m-v)semâvat: gökler (bk. s-m-v)semerât: meyveler, neticelersukut etmek: düşmektahayyül etmek: hayal etmek (bk. ḫ-y-l)ubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)vücut: varlık (bk. v-c-d)yakîn: şüphesiz, kesin bilgi (bk. y-ḳ-n)zemin: yeryüzü

ve inâyâtı ve bütün enbiyanın bütün mu’cizatlarını inkâr etsinler. Veya “Mahlûkata verilen ihsânâtın hazineleri yanımızda ve elimizdedir” desinler, kabil-i hitap olmadıklarını göstersinler. Sen de onların inkârından müteellim olma; “Allah’ın akılsız hayvanları çoktur” de.

اَمْ هُمُ الْمُصَيْطِرُونَ 1 Veyahut, aklı hâkim yapan mütehakkim Mutezile gibi, kendilerini Hâlıkın işlerine rakîb ve müfettiş tahayyül edip Hâlık-ı Zülcelâli mes’ul tutmak mı istiyorlar? Sakın fütur getirme. Öyle hodbinlerin inkârlarından birşey çıkmaz. Sen de aldırma.

اَمْ لَهُمْ سُلَّمٌ يَسْتَمِعُونَ فِيهِ فَلْيَأْتِ مُسْتَمِعُهُمْ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ 2 Veyahut, cin ve şeytana uyup kehanetfuruşlar, ispritizmacılar gibi, âlem-i gayba başka bir yol mu bulunmuş zannederler? Öyle ise, şeytanlarına kapanan semâvâta, onunla çıkılacak bir merdivenleri mi var tahayyül ediyorlar ki, senin semâvî haberlerini tekzip ederler? Böyle şarlatanların inkârları, hiç hükmündedir.

اَمْ لَهُ الْبَنَاتُ وَلَكُمُ الْبَنُونَ 3 Veyahut, ukul-ü aşere ve erbâbü’l-envâ namıyla şerikleri itikad eden müşrik felâsife gibi ve yıldızlara ve melâikelere bir nevi ulûhiyet isnad eden Sâbiiyyun gibi, Cenâb-ı Hakka veled nisbet eden mülhid ve dâllinler gibi, Zât-ı Ehad ve Samedin vücub-u vücuduna, vahdetine, samediyetine,


Dipnot-1

“Veya kâinatın tedbir ve idaresini onlar mı ele geçirdi?” Tûr Sûresi, 52:37.

Dipnot-2

“Yoksa göklere çıkıp da gök ehlinin haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyle ise dinleyicileri, işittiklerine dair açık bir delil getirsin.” Tûr Sûresi, 52:38.

Dipnot-3

“Yoksa kız çocukları Onun, erkek çocuklar da sizin mi?” Tûr Sûresi, 52:39.


âlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)dâllin: hak yoldan sapanlar (bk. ḍ-l-l)enbiya: peygamberler (bk. n-b-e)erbâbü’l-envâ: türlerin yöneticileri; bir felsefî iddiaya göre her türün bir tanrısı¬nın olması (bk. r-b-b)felâsife: felsefecilerfütur: usançhâkim: hükmeden, yargılayan (bk. ḥ-k-m)Hâlık: herşeyi yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ)Hâlık-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. ḫ-l-ḳ; ẕü; c-l-l)hodbin: bencil, kibirliihsanât: bağışlar, iyilikler (bk. ḥ-s-n)inâyât: ikramlar, yardımlar (bk. a-n-y)inkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r)isnad: dayandırma (bk. s-n-d)ispritizmacı: ruh çağırarak onlarla ilişki kurduğu iddiasında bulunanitikad etmek: inanmakkabil-i hitap: muhatap alınabilen (bk. ḫ-ṭ-b)kehanetfuruş: kâhinlik, falcılık yapanmahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ)melâike: melekler (bk. m-l-k)mes’ul: sorumlumu’cizat: mu’cizeler (bk. a-c-z)Mutezile: aklı temel kabul ederek Kur’ân ve sünneti kendi akıllarına uydurmaya çalışan ehl-i sünnet dışı bâtıl bir mezhepmüfettiş: teftiş edenmülhid: dinsiz, inkârcımüşrik: Allah’a ortak koşanmüteellim olmak: acı duymak, üzülmekmütehakkim: zorba (bk. ḥ-k-m)nam: adnevi: tür, çeşitnisbet etmek: bağ kurmak (bk. n-s-b)rakîb: kontrol eden, gözetleyenSâbiiyyun: yıldızlara tapanlarsamediyet: Allah’ın hiçbir şeye muhtaç olmayıp herşeyin Ona muhtaç olması (bk. ṣ-m-d)semâvat: gökler (bk. s-m-v)semâvî: vahiyle gelmiş olan (bk. s-m-v)şarlatan: yalancı, aldatıcışerik: ortaktahayyül etmek: hayal etmek (bk. ḫ-y-l)tekzip etmek: yalanlamakukul-ü aşere: bazı eski felsefecilere göre kâinatı idare eden on akıl; birincisi Allah’ın yarattığı akıl, diğerleri de ondan türemiş akıllarulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)vahdet: Allah’ın birliği (bk. v-ḥ-d)veled: evlat, çocukvücub-u vücud: varlığının zorunlu oluşu (bk. v-c-b; v-c-d)Zât-ı Ehad ve Samed: herşey Kendisine muhtaç olduğu halde O hiçbir şeye muhtaç olmayan ve birliği herbir şeyde görünen Allah (bk. v-ḥ-d; ṣ-m-d)

istiğna-yı mutlakına zıt olan veledi nisbet ve melâikenin ubûdiyetine ve ismetine ve cinsiyetine münafi olan ünûseti isnad mı ederler? Kendilerine şefaatçi mi zannederler ki, sana tâbi olmuyorlar? İnsan gibi mümkin, fâni, bekà-yı nev’ine muhtaç ve cismanî ve mütecezzî, tekessüre kabil ve âciz, dünyaperest, yardımcı bir vârise muhtaç ve müştak mahlûklar için vasıta-i tekessür ve teâvün ve rabıta-i hayat ve bekà olan tenasül, elbette ve elbette vücudu vacip ve daim, bekàsı ezelî ve ebedî, zâtı cismâniyetten mücerred ve muallâ ve mahiyeti, tecezzî ve tekessürden münezzeh ve müberrâ ve kudreti aczden mukaddes ve bîhemtâ olan Zât-ı Zülcelâle evlât isnad etmek; hem o âciz, mümkin, miskin insanlar dahi beğenmedikleri ve izzet-i mağrurânesine yakıştıramadıkları bir nevi evlât, yani hadsiz kızları isnad etmek öyle bir safsatadır ve öyle bir divanelik hezeyanıdır ki, o fikirde olan heriflerin tekzipleri, inkârları hiçtir. Aldırmamalısın. Herbir sersemin safsatasına, her divanenin hezeyanına kulak verilmez.

اَمْ تَسْئَلُهُمْ اَجْرًا فَهُمْ مِنْ مَغْرَمٍ مُثْقَلُونَ 1 Veyahut, hırsa, hıssete alışmış tâği, bâği dünyaperestler gibi, senin tekâlifini ağır mı buluyorlar ki senden kaçıyorlar? Ve bilmiyorlar mı ki, sen ecrini, ücretini yalnız Allah’tan istiyorsun? Ve onlara Cenâb-ı Hak tarafından verilen maldan hem bereket, hem fakirlerin haset ve beddualarından kurtulmak için, ya ondan veya kırktan birisini kendi fakirlerine vermek ağır birşey midir ki, emr-i zekâtı ağır görüp İslâmiyetten çekiniyorlar? Bunların tekzipleri ehemmiyetsiz olmakla beraber, hakları tokattır, cevap vermek değil!


Dipnot-1

“Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir borç altına mı girdiler?” Tûr Sûresi, 52:40.


âciz: güçsüz (bk. a-c-z)acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)bâği: âsi, zâlimbekà: süreklilik, devamlılık (bk. b-ḳ-y)bekà-yı nev’: türün varlığını sürdürmesi (bk. b-ḳ-y)bihemtâ: benzersiz, eşsizCenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)cismanî: maddi vücuda sahipcismâniyet: maddî vücuda sahip olmadaim: devamlıdivanelik: delilik, akılsızlıkdünyaperest: dünyaya aşırı derecede düşkünebedî: sonsuz (bk. e-b-d)ecr: ücret, mükâfatemr-i zekât: zekât emrievlât: çocukezelî: başlangıcı olmama (bk. e-z-l)fâni: gelip geçici, ölümlü (bk. f-n-y)hadsiz: sayısızhaset: kıskançlıkhezeyan: saçmalamahısset: cimrilik, tamahkârlıkinkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r)ismet: günahsızlıkisnad etmek: dayandırmak (bk. s-n-d)istiğna-yı mutlak: Allah’ın sınırsız zenginliğe sahip olması (bk. ğ-n-y; ṭ-l-ḳ)izzet-i mağrurâne: gururluca izzet, şeref (bk. a-z-z)kabil: kabiliyetlikudret: güç, kuvvet, iktidar (bk. ḳ-d-r)mahiyet: asıl, esas, nitelikmahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ)melâike: melekler (bk. m-l-k)muallâ: yüce, yüksekmukaddes: kutsal, her türlü kusur ve noksanlıktan uzak (bk. ḳ-d-s)müberrâ: arınmış, uzakmücerred: soyutlanmış, tekmümkin: varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olan, Allah’ın var etmesine bağlı olan (bk. m-k-n)münafi: zıt, aykırımünezzeh: arınmış, yüce (bk. n-z-h)müştak: düşkün, isteklimütecezzî: parça parça olma (bk. c-z-e)nevi: çeşitnisbet etmek: bağ kurmak (bk. n-s-b)rabıta-i hayat: hayat bağı (bk. ḥ-y-y)safsata: yalan, uydurmaşefaatçı: af için aracılık eden (bk. ş-f-a)tâbi olma: uymatâği: şımarık, azgın (bk. t-ğ-y)teâvün: yardımlaşmatecezzî: parçalara ayrılma (bk. c-z-e)tekâlüf: teklifler, yükümlülüklertekessür: çoğalma (bk. k-s̱-r)tekzip: yalanlamatenasül: üremeubûdiyet: kulluk (bk. a-b-d)ünûset: dişilikvâcip: zorunlu (bk. v-c-b)vâris: mirasçıvasıta-ı tekessür: çoğalma vasıtası (bk. k-s̱-r)veled: evlat, çocukvücud: varlık (bk. v-c-d)Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet ve yücelik sahibi Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l)

اَمْ عِنْدَهُمُ الْغَيْبُ فَهُمْ يَكْتُبُونَ 1 Veyahut, gayb-âşinâlık dâvâ eden Budeîler2 gibi ve umur-u gaybiyeye dair tahminlerini yakîn tahayyül eden akılfuruşlar gibi, senin gaybî haberlerini beğenmiyorlar mı? Gaybî kitapları mı var ki senin gaybî kitabını kabul etmiyorlar? Öyle ise, vahye mazhar resullerden başka kimseye açılmayan ve kendi başıyla ona girmeye kimsenin haddi olmayan âlem-i gayb kendi yanlarında hazır, açık tahayyül edip ondan malûmat alarak yazıyorlar hülyasında bulunuyorlar. Böyle haddinden hadsiz tecavüz etmiş mağrur hodfuruşların tekzipleri sana fütur vermesin. Zira az bir zamanda senin hakikatlerin onların hülyalarını zir ü zeber edecek.

اَمْ يُرِيدُونَ كَيْدًا فَالَّذِينَ كَفَرُوا هُمُ الْمَكِيدُونَ 3 Veyahut, fıtratları bozulmuş, vicdanları çürümüş şarlatan münafıklar, dessas zındıklar gibi, ellerine geçmeyen hidayetten halkları aldatıp çevirmek, hile edip döndürmek mi istiyorlar ki, sana karşı kâh kâhin, kâh mecnun, kâh sâhir deyip, kendileri dahi inanmadıkları halde başkalarını inandırmak mı istiyorlar? Böyle hilebaz şarlatanları insan sayıp desiselerinden, inkârlarından müteessir olarak fütur getirme. Belki daha ziyade gayret et. Çünkü onlar kendi nefislerine hile ederler, kendilerine zarar ederler. Ve onların fenalıkta muvaffakiyetleri muvakkattir ve istidraçtır, bir mekr-i İlâhîdir.

اَمْ لَهُمْ اِلٰهٌ غَيْرُ اللهِ سُبْحَانَ اللهِ عَمَّا يُشْرِكُونَ 4 Veyahut, hâlık-ı hayır ve hâlık-ı şer namıyla ayrı ayrı iki ilâh tevehhüm eden Mecusîler gibi ve ayrı ayrı esbaba


Dipnot-1

“Yoksa gaybın ilmi onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar?” Tûr Sûresi, 52:41.

Dipnot-2

Buda dinine mensup olanlar, Budistler.

Dipnot-3

“Yoksa sana bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların tâ kendileridir.” Tûr Sûresi, 52:42.

Dipnot-4

“Yoksa onların Allah’tan başka bir ilâhı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir.” Tûr Sûresi, 52:43.


akılfuruş: aklını beğendirmeye çalışanâlem-i gayb: görünmeyen, fakat varlığı kesin olan ve mahiyeti Allah tarafından bilinen başka dünyalar (bk. a-l-m; ğ-y-b)Budeî: Budistlerdâvâ: iddiadesise: hiledessas: hilekâr, aldatıcıesbab: sebepler (bk. s-b-b)fenalık: kötülük (bk. f-n-y)fıtrat: yaratılış, mizaç, karakter (bk. f-ṭ-r)fütur: usanç, gevşeklikgayb-âşinalık: gaybdan haber verme (bk. ğ-y-b)gaybî: görünmeyen âlemlerden gelen (bk. ğ-y-b)hadd: yetkihadsiz: sınırsızhakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hâlık-ı hayır: iyiliğin yaratıcısı (bk. ḫ-l-ḳ; ḫ-y-r)hâlık-ı şer: kötülüğün yaratıcısı (bk. ḫ-l-ḳ)hidayet: doğru ve hak yol, İslâmiyet (bk. h-d-y)hilebaz: hilekâr, aldatıcıhodfuruş: kendi kendini beğenen, meziyetlerini satmaya çalışanhülya: hayal (bk. ḫ-y-l)inkâr: kabul etmeme, yok sayma (bk. n-k-r)istidraç: Allah tarafından günahkâr kişilere verilen bir takım olağanüstü haller ve üstünlüklerkâh: bazenkâhin: falcı, gelecekten haber veren kimsemağrur: gururlumalûmat: bilgiler (bk. a-l-m)mazhar: erişme, nail olma (bk. ẓ-h-r)mecnun: deli, akılsızMecusî: ateşperest, ateşe tapanmekr-i İlâhî: Allah’ın hilesi, düzeni (bk. e-l-h)muvaffakiyet: başarımuvakkat: geçicimünafık: iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünenmüteessir: etkilenmiş, üzüntülünefis: kişinin kendisi (bk. n-f-s)resul: peygamber (bk. r-s-l)sâhir: sihirbazşarlatan: yalancı, aldatıcıtahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)tecavüz: ileri gitme, sınırı aşmatekzip: yalanlamatevehhüm: vehimlenmek, sanmakumur-u gaybiye: gaybî, bilinmeyen şeyler (bk. ğ-y-b)vahy: Allah tarafından gönderilen ve bildirilen şey (bk. v-ḥ-y)yakîn: şüphesiz, kesin bilgi (bk. y-ḳ-n)zındık: dinsizzir ü zeber: darmadağınık, alt üstziyade: çok, fazla

bir nevi ulûhiyet veren ve onları kendilerine birer nokta-i istinad tahayyül eden esbabperestler, sanemperestler gibi, başka ilâhlara dayanıp sana muâraza mı ederler? Senden istiğna mı ediyorlar? Demek لَوْ كَانَ فِيهِمَۤا اٰلِهَةٌ اِلاَّ اللهُ لَفَسَدَتَا 1 hükmünce, şu bütün kâinatta gündüz gibi görünen bu intizam-ı ekmeli, bu insicam-ı ecmeli, kör olup görmüyorlar. Halbuki bir köyde iki müdür, bir şehirde iki vali, bir memlekette iki padişah bulunsa, intizam zir ü zeber olur ve insicam herc ü merce düşer. Halbuki, sinek kanadından, tâ semâvât kandillerine kadar, o derece ince bir intizam gözetilmiş ki, sinek kanadı kadar şirke yer bırakılmamış. Madem bunlar bu derece hilâf-ı akıl ve hikmet ve münâfi-i his ve bedâhet hareket ediyorlar; onların tekzipleri seni tezkirden vazgeçirmesin.

İşte, silsile-i hakaik olan şu âyâtın yüzer cevherlerinden, yalnız ifham ve ilzama dair birtek cevher-i beyanîsini icmâlen beyan ettik. Eğer iktidarım olsaydı, birkaç cevherlerini daha gösterseydim, “Şu âyetler tek başıyla bir mu’cizedir” sen dahi diyecektin.


Dipnot-1

“Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, ikisi de harab olup giderdi.” Enbiya Sûresi, 21:22.


âmi: cahilâyât: ayetlerbasitâne: basitçebeyan: açıklama (bk. b-y-n)beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)cevher-i beyanî: beyâna dair cevher (bk. b-y-n)esbabperest: sebeplere tapan (bk. s-b-b)fikr-i avâm: halkın düşüncesi (bk. f-k-r)hakaik-i gàmıza: derin hakikatler (bk. ḥ-ḳ-ḳ)hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)herc ü merc: karışıklık, dağınıklıkhilâf-ı akıl ve hikmet: akla ve hikmete aykırı (bk. ḥ-k-m)hiss-i âmme: genelin duygusuicmâlen: özetle, kısaca (bk. c-m-l)ifham: (he ile) anlatmailzam: susturma, mağlup etmeinsicam: düzgünlük, uyumluluk, pürüzsüz olmainsicam-ı ecmel: çok güzel uyumluluk, hiç pürüzü olmama (bk. c-m-l)intizam: düzen, tertip (bk. n-ẓ-m)intizam-ı ekmel: çok mükemmel düzenlilik (bk. n-ẓ-m; k-m-l)istiğna: ihtiyaç duymama (bk. ğ-n-y)istimal: kullanmakâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n)Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)letafetli: hoş, güzel (bk. l-ṭ-f)mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)muâraza: sözle mücadelemünâfi-i his ve bedâhet: duygu ve açıklığa zıtmütekellim: konuşan (bk. k-l-m)nazar-ı umumî: umumun bakışı (bk. n-ẓ-r)nevi: çeşit, türnokta-i istinad: dayanak noktası (bk. s-n-d)rencide etmek: incitmeksanemperest: puta tapanselâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)semâvat: gökler (bk. s-m-v)silsile-i hakaik: gerçekler zinciri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)şirk: ortaktabirat: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)taciz: rahatsız etme, sıkıntı vermetahayyül: hayal etme (bk. ḫ-y-l)talim: öğretme (bk. a-l-m)tefehhüm etmek: anlamaktekzip: yalanlamatezkir: hatırlatmaulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)zahirâne: açıkça (bk. ẓ-h-r)zir ü zeber: darmadağınık, alt üst

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.515

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/516


CUMARTESİ DERSLERİ

İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.
İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.

Ey ins ve cin! Eğer Kur'ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü'l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur'ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA.

Ey ins ve cin! Eğer Kur'ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü'l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur'ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.
Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 10.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Makam-ı ifham ve ilzamda binler misallerinden yalnız şu iki misale bak.

Birinci misal:

وَاِنْ كُنْتُمْ فِى رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَاْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُوا شُهَدَۤاءَكُمْ مِنْ دُونِ اللهِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِقِينَ     1

Yani, “Eğer bir şüpheniz varsa, size yardım edecek, şehadet edecek bütün büyüklerinizi ve taraftarlarınızı çağırınız, birtek sûresine bir nazire yapınız.” İşârâtü’l-İ’câz’da izah ve ispat edildiği için, burada yalnız icmâline işaret ederiz. Şöyle ki:

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan diyor:

Ey ins ve cin! Eğer Kur’ân kelâm-ı İlâhî olduğunda şüpheniz varsa, bir beşer kelâmı olduğunu tevehhüm ediyorsanız, haydi, işte meydan, geliniz! Siz dahi ona Muhammedü’l-Emin2 dediğiniz zat gibi okumak yazmak bilmez, kıraat ve kitabet görmemiş bir ümmîden bu Kur’ân gibi bir kitap getiriniz, yaptırınız.

Bunu yapamazsanız, haydi, ümmî olmasın, en meşhur bir edip, bir âlim olsun.

Bunu da yapamazsanız, haydi, birtek olmasın, bütün büleganız, hutebânız, belki bütün geçmiş beliğlerin güzel eserlerini ve bütün gelecek ediplerin yardımlarını ve ilâhlarınızın himmetlerini beraber alınız, bütün kuvvetinizle çalışınız, şu Kur’ân’a bir nazire yapınız.

Bunu da yapamazsanız, haydi, kabil-i taklit olmayan hakaik-i Kur’âniyeden ve mânevî çok mu’cizâtından kat’-ı nazar, yalnız nazmındaki belâğatine nazire olarak bir eser yapınız.

فَاْتُوا بِعَشْرِ سُوَرٍ مِثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ 

ilzamıyla der: Haydi, sizden mânânın doğruluğunu istemiyorum. Müftereyat ve yalanlar ve bâtıl hikâyeler olsun.

Bunu da yapamıyorsunuz. Haydi, bütün Kur’ân kadar olmasın, yalnız

بِعَشْرِ سُوَرٍ 

on sûresine nazire getiriniz.

Bunu da yapamıyorsunuz. Haydi, birtek sûresine nazire getiriniz.

Bu da çoktur. Haydi, kısa bir sûresine bir nazire ibraz ediniz.


Dipnot-1

Bakara Sûresi, 2:23.

Dipnot-2

bk. Muhammed İbni İshak, Sîratü İbni İshak 2:57; Burhanuddin el-Halebî, Sîratü’l-Halebiyye 2:391.

Dipnot-3

Hud Sûresi, 11:13


bâtıl: yalan, gerçek dışı
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beliğ: maksadını noksansız ve güzel sözlerle anlatabilen (bk. b-l-ğ)
beşer: insan
bülega: belâğatçiler, edebiyatçılar (bk. b-l-ğ)
edip: edebiyatçı
hakaik-i Kur’âniye: Kur’ân hakikatleri (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
himmet: yardım
hutebâ: hatipler (bk. ḫ-ṭ-b)
ibraz etmek: ortaya koymak, göstermek
icmâl: özet (bk. c-m-l)
ilzam: susturma, mağlup etme
ins: insan
izah: açıklama
kabil-i taklit: taklidi mümkün
kat-ı nazar: dikkate almama (bk. n-ẓ-r)
kelâm: söz (bk. k-l-m)
kelâm-ı İlâhî: Allah kelâmı (bk. k-l-m; e-l-h)
kıraat: okuma
kitabet: yazma (bk. k-t-b)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
makam-ı ifham ve ilzam: karşı tarafı susturma, âciz bırakma makamı
meşhur: tanınmış
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
Muhammedü’l-Emin: güvenilir Muhammed (bk. ḥ-m-d; e-m-n)
müftereyat: uydurmalar
nazire: benzeri, misli (bk. n-ẓ-r)
nazm: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
şehadet: şahitlik (bk. ş-h-d)
tevehhüm etmek: zannetmek, sanmak
ümmî: tahsil görmemiş, okuma yazma bilmeyen

Hattâ, madem bunu da yapmazsanız ve yapamazsınız. Hem bu kadar muhtaç olduğunuz halde—çünkü haysiyet ve namusunuz, izzet ve dininiz, asabiyet ve şerefiniz, can ve malınız, dünya ve âhiretiniz buna nazire getirmekle kurtulabilir. Yoksa dünyada haysiyetsiz, namussuz, dinsiz, şerefsiz, zillet içinde, can ve malınız helâkette mahvolup ve âhirette

 فَاتَّقُوا النَّارَ الَّتِى وَقُودُهَا النَّاسُ وَالْحِجَارَةُ 

işaretiyle, Cehennemde haps-i ebedî ile mahkûm ve sanemlerinizle beraber ateşe odunluk edeceksiniz.

Hem madem sekiz mertebe aczinizi anladınız. Elbette sekiz defa, Kur’ân dahi mu’cize olduğunu bilmekliğiniz gerektir. Ya imana geliniz veyahut susunuz, Cehenneme gidiniz!

İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın makam-ı ifhamdaki ilzamına bak ve de:

 لَيْسَ بَعْدَ بَيَانِ الْقُرْاٰنِ بَياَنٌ 

Evet, beyan-ı Kur’ân’dan sonra beyan olamaz ve hacet kalmaz.


Dipnot-1

“Yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem ateşinden sakının.” Bakara Sûresi, 2:24.


acz: âcizlik, güçsüzlük (bk. a-c-z)
âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
asabiyet: ırkçılık, kendi akraba ve milletini aşırı derecede kayırma gayreti
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
beyan-ı Kur’ân: Kur’ân’ın açıklaması (bk. b-y-n)
hacet: ihtiyaç (bk. ḥ-v-c)
haps-ı ebedî: sonsuz hapis (bk. e-b-d)
haysiyet: itibar, şeref, değer
helâket: yok oluş
ilzam: susturma, mağlup etme
izzet: şeref, üstünlük (bk. a-z-z)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
makam-ı ifham: delille susturma makamı
mertebe: kat, derece
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
mu’cize: bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey (bk. a-c-z)
nazire: benzeri, misli (bk. n-ẓ-r)
sanem: put
zillet: alçaklık, aşağılık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET – BEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.513

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/514


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.
Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

“İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek.” Yâsin Sûresi, 36:78-79. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek.” Yâsin Sûresi, 36:78-79.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURETBEŞİNCİ NOKTA.

İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.
İnsan der Çürümüş kemikleri kim diriltecek Sen de Kim onları bidayeten inşa edip hayat vermişse O diriltecek. Yâsin Sûresi, 3678-79. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 9.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Hem makam-ı ispatın en lâtif misallerinden,

يٰسۤ     وَالْقُرْاٰنِ الْحَكِيمِ     اِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ     

der. Yani,

“Hikmetli Kur’ân’a kasem ederim, sen resullerdensin.” Şu kasem işaret eder ki, risaletin hücceti o derece yakinî ve haktır ki, hakkaniyette makam-ı tâzim ve hürmete çıkmış ki onunla kasem ediliyor. İşte şu işaretle der: “Sen resulsün. Çünkü senin elinde Kur’ân var. Kur’ân ise haktır ve Hakkın kelâmıdır. Çünkü içinde hakikî hikmet, üstünde sikke-i i’câz var.”

Hem makam-ı ispatın îcazlı ve i’câzlı misallerinden, şu:

قَالَ مَنْ يُحْيِى الْعِظَامَ وَهِىَ رَمِيمٌ     قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِۤى اَنْشَأَهَۤا اَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلِّ خَلْقٍ عَلِيمٌ     6

Yani, “İnsan der: Çürümüş kemikleri kim diriltecek? Sen de: Kim onları bidayeten  


Dipnot-5

Yâsin Sûresi, 36:1-3.

Dipnot-6

Yâsin Sûresi, 36:78-79.


acip: hayret verici, şaşırtıcı
beyan: açıklama (bk. b-y-n)
bidayeten: başlangıçta
ferman etmek: buyurmak
Hak: doğru, gerçek; her şeyi hakkıyla yaratan, varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hakkaniyet: doğruluk (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
haşir: öldükten sonra âhirette yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m)
hüccet: delil
i’câzlı: bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakacak şekilde mucizeli (bk. a-c-z)
îcazlı: az sözle çok mânâlar anlatarak, özlü sözlü (bk. v-c-z)
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
inkar: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
kasem: yemin
kat’î: kesin
kelâm: söz (bk. k-l-m)
keyfe: “nasıl?”
keyfiyet: nitelik, özellik
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
lâfz: ifade, kelime
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
makam-ı ispat: ispat makamı
makam-ı tâzim: saygı makamı (bk. a-ẓ-m)
resul: peygamber (bk. r-s-l)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
sikke-i i’câz: mu’cizelik damgası (bk. a-c-z)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
tafsil: ayrıntı
yakinî: şüphe edilmeyecek kesinlikte (bk. y-ḳ-n)
zikretmek: anmak, belirtmek

inşa edip hayat vermişse O diriltecek.” Onuncu Sözün Dokuzuncu Hakikatinin üçüncü temsilinde tasvir edildiği gibi, bir zat, göz önünde, bir günde yeniden büyük bir orduyu teşkil ettiği halde, biri dese, “Şu zat, efradı istirahat için dağılmış olan bir taburu bir boru ile toplar, tabur nizamı altına getirebilir.” Sen, ey insan, desen, “İnanmam”; ne kadar divanece bir inkâr olduğunu bilirsin. Aynen onun gibi, hiçten, yeniden, ordu-misal bütün hayvânat ve sair zîhayatın tabur-misal cesetlerini kemâl-i intizamla ve mizan-ı hikmetle o bedenlerin zerrâtını ve letâifini emr-i

 كُنْ فَيَكُونُ 

ile kaydedip yerleştiren ve her karnda, hattâ her baharda rû-yi zeminde yüz binler ordu-misal zevilhayat envâlarını, taifelerini icad eden bir Zât-ı Kadîr-i Alîm, tabur-misal bir cesedin nizamı altına girmekle birbiriyle tanışmış zerrât-ı esasiye ve ecza-yı asliyeyi bir sayha ile, sûr-u İsrafil’in borusuyla nasıl toplayabilir, istib’âd suretinde denilir mi? Denilse, eblehçesine bir divaneliktir.

Makam-ı irşadda beyanat-ı Kur’âniye o derece müessir ve rakiktir ve o derece mûnis ve şefiktir ki, şevk ile ruhu, zevk ile kalbi, aklı merakla ve gözü yaşla doldurur. Binler misallerinden yalnız şu

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً     2

ilâ âhir. Yirminci Sözün Birinci Makamında, üçüncü âyet mebhasinde ispat ve izah edildiği gibi, Benî İsrail’e der: “Mûsâ aleyhisselâmın asâsı gibi bir mu’cizesine karşı sert taş, on iki gözünden çeşme gibi yaş akıttığı halde, size ne olmuş ki, Mûsâ aleyhisselâmın bütün mu’cizâtına karşı lâkayt kalıp gözünüz kuru, yaşsız, kalbiniz katı, ateşsiz duruyor?” O Sözde şu mânâ-yı irşadî izah edildiği için, oraya havale ederek burada kısa kesiyorum.


Dipnot-1

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.

Dipnot-2

“Sonra, bütün bunların ardından, kalbiniz yine katılaştı. Sanki taş kesildi, hattâ taştan da katılaştı.” Bakara Sûresi, 2:74.


Aleyhisselâm: Allah’ın selamı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
asâ: baston
Benî İsrail: İsrailoğulları
beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
divane: akılsız, deli
eblehçe: ahmakça
ecza-yı asliye: asıl parçalar (bk. c-z-e)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
envâ: türler, çeşitler
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y)
icad: var etme, yaratma (bk. v-c-d)
ilâ âhir: sonuna kadar (bk. e-ḫ-r)
inkâr: kabul etmeme, inanmama (bk. n-k-r)
inşa etmek: yaratmak, vücuda getirmek (bk. n-ş-e)
istib’âd: inkâr, akıldan uzak görme
istirahat: dinlenme
izah: açıklama
karn: asır, çağ, devir
kemâl-i intizam: tam bir düzenlilik (bk. k-m-l; n-ẓ-m)
lâkayt: ilgisiz
letaif: latifeler, duyular (bk. l-ṭ-f)
makam-ı ifham ve ilzam: karşı tarafı susturma, âciz bırakma makamı
makam-ı irşad: doğru yolu gösterme makamı (bk. r-ş-d)
mânâ-yı irşadî: doğru yolu gösterici mânâ (bk. r-ş-d)
mebhas: bahis, kısım
mizan-ı hikmet: hikmet terazisi (bk. v-z-n; ḥ-k-m)
mu’cizât: mu’cizeler (bk. a-c-z)
mûnis: sevimli, dost
Mûsâ: (bk. bilgiler)
müessir: tesirli, etkili
nizam: düzen (bk. n-ẓ-m)
ordu-misal: ordu gibi (bk. m-s̱-l)
rakik: ince, nazik
rû-yi zemin: yeryüzü
sair: diğer
sayha: sesleniş
Sûr-u İsrâfil: Allah’ın emri ile Hz. İsrafil’in kıyamet kopacağı zaman üfleyeceği boru (bk. bilgiler-İsrafil)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şefik: çok şefkatli (bk. ş-f-ḳ)
tabur-misal: tabur gibi (bk. m-s̱-l)
taife: topluluk
tasvir etmek: anlatmak, ifade etmek (bk. ṣ-v-r)
temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l)
teşkil etmek: meydana getirmek
Zât-ı Kadîr-i Alîm: herşeye gücü yeten ve herşeyi bilen zât, Allah (bk. ḳ-d-r; a-l-m)
zerrât: zerreler
zerrât-ı esasiya: temel zerreler
zevilhayat: canlılar (bk. ḥ-y-y)
zîhayat: canlı (bk. ẕî; h-y-y)

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURETBEŞİNCİ NOKTA, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.512

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/512


CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.
Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir.”

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET.

Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur'âniye en yüksek mertebededir. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.
Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 8.

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

SHORTS

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

BİRİNCİ ŞUA

İKİNCİ SURET: 

BEŞİNCİ NOKTA: 

Beyanındaki beraattir; yani, tefevvuk ve metanet ve haşmettir. Nasıl ki nazmında cezalet, lâfzında fesahat, mânâsında belâğat, üslûbunda bedâat var. Beyanında dahi faik bir beraat vardır. Evet, tergib ve terhib, medih ve zem, ispat ve irşad, ifham ve ifhâm gibi bütün aksâm-ı kelâmiyede ve tabakat-ı hitabiyede beyânât-ı Kur’âniye en yüksek mertebededir. Meselâ:

Makam-ı tergib ve teşvikte hadsiz misallerinden, meselâ Sûre-i

 هَلْ اَتٰى عَلَى اْلاِنْسَانِ 

de beyanatı, HAŞİYE-1 âb-ı kevser gibi hoş, selsebil çeşmesi gibi selâsetle akar, Cennet meyveleri gibi tatlı, huri libası gibi güzeldir.

Makam-ı terhib ve tehditte pek çok misallerinden, meselâ

 هَلْ اَتٰيكَ حَدِيثُ الْغَاشِيَةِ 

sûresinin başında, beyanat-ı Kur’âniye ehl-i dalâletin


Dipnot-1

“İnsan üzerinden öyle bir devir geçti ki…?” İnsan Sûresi, 76:1.

Haşiye-1

Şu üslûb-u beyan, o sûrenin meâlinin libasını giymiş.

Dipnot-2

“Dehşeti herşeyi kaplayan kıyametin haberi sana geldi mi?” Gaşiye Sûresi, 88:1.


âb-ı kevser: Cennetteki Kevser Irmağının suyu
aksâm-ı kelâmiye: sözün kısımları (bk. k-l-m)
bârekallah: Allah ne mübarek yaratmış (bk. b-r-k)
bedâat: benzersizlik, eşsiz güzellik, orijinallik (bk. b-d-a)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
beraat: üstünlük, harika güzellik
beşer: insan
beyan: açıklama, anlatım (bk. b-y-n)
beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n)
beyânât-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
cezalet: güçlü ve akıcı ifade (bk. c-z-l)
dakik: ince
ehl-i dalâlet: doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler (bk. ḍ-l-l)
envar: nurlar (bk. n-v-r)
esrar: sırlar, gizemler
faik: üstün
fesâhat: dilin doğru, düzgün, açık ve akıcı şekilde kullanılması (bk. f-ṣ-ḥ)
fesahat-ı lâfziye: sözün doğruluk, düzgünlük, açıklık ve akıcılık yönlerinden kusursuz olması (bk. f-ṣ-ḥ)
hadsiz: sınırsız, sayısız
harikulâde: olağanüstü
haşiye: dipnot, açıklayıcı not
haşmet: büyüklük, görkem
hikmet: sır, bilinmeyen gizli nokta (bk. ḥ-k-m)
huri: Cennet kızı
huruf/hurufat: harfler
ifham: (he ile) anlatma
ifhâm: (ha ile) delille susturma
insicam: düzgünlük, uyumluluk
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
intizam-ı acip: hayrette bırakan düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
irşad: doğru yolu gösterme (bk. r-ş-d)
lâfz: ifade, kelime
libas: elbise
makam-ı tergib ve teşvik: isteklendirme ve şevklendirme makamı
makam-ı terhib ve tehdit: korkutma ve tehdit makamı
maşaallah: Allah dilemiş ve ne güzel yapmış
meâl: mânâ, açıklama
medar: dayanak, eksen
medih: övgü
mertebe: derece
metanet: sağlamlık
muhal: imkânsız
münasebet-i hafiye: gizli münasebet, ilişki (bk. n-s-b)
nazım: diziliş, tertip ve vezin (bk. n-ẓ-m)
nizam-ı garip: şaşırtıcı düzen (bk. n-ẓ-m)
selâset: sözün akıcı olma hali; ifadedeki âhenk, açıklık, kolaylık ve akıcılık (bk. s-l-s)
selsebil: Cennette tatlı suyu olan bir çeşme
tabakat-ı hitabiye: hitap tabakaları (bk. ḫ-t-b)
tefevvuk: üstünlük
tergib: isteklendirme, teşvik
terhib: korkutma
tesadüf: rastlantı
üslûb: ifade tarzı
üslûb-u beyan: açıklama tarzı (bk. b-y-n)
vaziyet-i huruf: harflerdeki vaziyet
vaziyet-i muntazama: intizamlı, düzenli vaziyet (bk. n-ẓ-m)
zem: kınama, kötüleme

simahında kaynayan rasas gibi, dimağında yakan ateş gibi, damağında yanan zakkum gibi, yüzünde saldıran Cehennem gibi, midesinde acı, dikenli darî gibi tesir eder. Evet, bir zâtın tehdidini gösteren Cehennem gibi bir azap memuru, öfkesinden ve gayzından parçalanmak vaziyetini alması ve

 تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ 

söylemesi, söyletmesi, o zâtın terhibi ne derece dehşetli olduğunu gösterir.

Makam-ı medhin binler misallerinden, başında Elhamdü lillâh olan beş sûrede2 beyanat-ı Kur’âniye güneş gibi parlak, HAŞİYE-1 yıldız gibi ziynetli, semâvât ve zemin gibi haşmetli, melekler gibi sevimli, dünyada yavrulara rahmet gibi şefkatli, âhirette Cennet gibi güzeldir.

Makam-ı zem ve zecirde binler misallerinden, meselâ

 اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ اَخِيهِ مَيْتًا 

âyetinde zemmi altı derece zemmeder, gıybetten altı derece şiddetle zecreder. Şöyle ki: Malûmdur, âyetin başındaki hemze, sormak, “âyâ” mânâsındadır. O sormak mânâsı, su gibi, âyetin bütün kelimelerine girer.

İşte, birinci hemze ile der: Âyâ, sual ve cevap mahalli olan aklınız yok mu ki, bu derece çirkin birşeyi anlamıyor?

İkincisi: يُحِبُّ lâfzıyla der: Âyâ, sevmek, nefret etmek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir işi sever?

Üçüncüsü: اَحَدُكُمْ kelimesiyle der: Cemaatten hayatını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki, böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?

Dördüncüsü: اَنْ يَاْكُلَ لَحْمَ kelâmıyla der: İnsaniyetiniz ne olmuş ki, böyle canavarcasına arkadaşını dişle parçalamayı yapıyorsunuz?


Dipnot-1

“Neredeyse öfkeden parçalanacak!” Mülk Sûresi, 67:8.

Dipnot-2

bk. Fâtiha Sûresi, 1:1; En’âm Sûresi, 6:1, Kehf Sûresi, 18:1; Sebe Sûresi, 34:1; Fâtır Sûresi, 35:1

Haşiye-1

Şu tabiratta o surelerdeki bahislere işaret var.

Dipnot-3

“Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?” Hucurât Sûresi, 49:12.


âhiret: öteki dünya, öldükten sonraki hayat (bk. e-ḫ-r)
amel: davranış, iş
âyâ: acaba
beyanat-ı Kur’âniye: Kur’ân’ın açıklamaları (bk. b-y-n)
cemaat: topluluk (bk. c-m-a)
darî: acı ve dikenli bir ağaç
dimağ: beyin
Elhamdü lillâh: hamd ve şükür yalnızca Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
gayz: öfke
gıybet: başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşma, çekiştirme (bk. ğ-y-b)
haşmetli: büyük, ihtişamlı
hayat-ı içtimaiye: toplum hayatı (bk. ḥ-y-y; c-m-a)
insaniyet: insanlık
kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m)
lâfz: ifade, kelime
mahal: yer
makam-ı medh: övgü makamı
makam-ı zem ve zecir: kötüleme ve yasaklama makamı
malûm: bilinen (bk. a-l-m)
menfur: nefret edilen
rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m)
rasas: kurşun
semavat: gökler (bk. s-m-v)
simah: kulak deliği
tabirat: tabirler, ifadeler (bk. a-b-r)
terhib: korkutma
vaziyet: durum
zakkum: Cehennemde bir ağacın ismi
zecr: sakındırma, yasaklama
zem: kınama, kötüleme
zemin: yeryüzü
ziynetli: süslü (bk. z-y-n)

Beşincisi: اَخِيهِ kelimesiyle der: Hiç rikkat-i cinsiyeniz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı mânevîsini insafsızca dişliyorsunuz? Hiç aklınız yok mu ki, kendi âzânızı kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?

Altıncısı: مَيْتًا kelâmıyla der: Vicdanınız nerede? Fıtratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir halde bir kardeşine karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir iş yapılıyor?

Demek, zem ve gıybet, aklen, kalben ve insaniyeten ve vicdanen ve fıtraten ve asabiyeten ve milliyeten mezmumdur. İşte, bak, nasıl ki şu âyet îcazkârâne altı mertebe zemmi zemmetmekle, i’câzkârâne altı derece o cürümden zecreder.


asabiyeten: milliyet ve soy açısından
âzâ: organlar
beyan etmek: açıklamak (bk. b-y-n)
cihet: yön
cürüm: suç, günah
divane: deli, akılsız
envâ: türler, çeşitler
fevkinde: üstünde
fıtrat: mizaç, karakter (bk. f-ṭ-r)
fıtraten: yaratılış gereği (bk. f-ṭ-r)
gıybet: başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuşmak, çekiştirmek (bk. ğ-y-b)
girif: iç içe girmiş, karışık
gurub: batış
haşir: öldükten sonra yeniden diriltilip Allah’ın huzurunda toplanma (bk. ḥ-ş-r)
i’câzkârâne: benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekilde (bk. a-c-z)
îcazkârâne: az sözle çok mânâlar anlatarak (bk. v-c-z)
ihyâ-yı arz: yeryüzünün diriltilmesi (bk. ḥ-y-y)
insafsızca: vicdansızca
intizam: düzenlilik (bk. n-ẓ-m)
istib’âd: akıldan uzak görme
izale: giderme
kalem-i kudret: kudret kalemi (bk. ḳ-d-r)
kat’î: kesin
kelâm: söz, ifade (bk. k-l-m)
keyfiyet: nitelik, özellik
kıyamet: dünyanın sonu, varlığın bozulup dağılması (bk. ḳ-v-m)
makam-ı ispat: ispat makamı
mazlum: zulme uğrayan (bk. ẓ-l-m)
mezmum: kötü
muhterem: saygıdeğer (bk. ḥ-r-m)
müstekreh: çirkin, tiksinilen, iğrenç
nazar-ı beşer: insanın bakışı, dikkati (bk. n-ẓ-r)
nümune: örnek
rikkat-i cinsiye: kendi cinsinden olana karşı duyulan acıma hissi
sıla-i rahm: akrabayla ilişki halinde olma (bk. r-ḥ-m)
sikke: mühür, damga
şahs-ı mânevi: mânevî kişilik (bk. a-n-y)
tarz: şekil, biçim
temyiz: ayırma
tulû: doğuş
vahdâniyet: Allah’ın birliği, ortağının ve benzerinin olmayışı (bk. v-ḥ-d)
Vâhid-i Ehad: birliği herşeyi kapladığı gibi herbir şeyde de ayrı ayrı görülen Allah (bk. v-ḥ-d)
zecretmek: sakındırmak, yasaklamak
zem: kötüleme, kınama
zemin: yer
zemmetmek: kötülemek

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – BİRİNCİ ŞUA – İKİNCİ SURET, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.1.509

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/509


CUMARTESİ DERSLERİ

Kur'ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. - Cumartesi Dersleri 25. 1. 7.
Kur’ân, kulûbe kut ve gıda ve ukûle kuvvet ve gınâ ve ruha mâ ve ziya ve nüfusa devâ ve şifa olduğundan usandırmaz. Hergün ekmek yeriz, usanmayız. Fakat en güzel bir meyveyi hergün yesek, usandıracak. – Cumartesi Dersleri 25. 1. 7.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ