
Bu kaynak metin, Kur’an-ı Kerim’in cüz’î (özel) olaylar veya durumlar üzerinden küllî (evrensel) hakikatleri nasıl ispat ettiğini inceleyen retorik bir tahlil sunmaktadır.
Metin, Kur’an’ın herhangi bir küçük olayı veya maksadı zikrettikten sonra, bu hadiseyi Esmâ-i Hüsnâ’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) bir tecellisi olarak ele alıp kaide-i külliye (evrensel bir kural) haline getirme metodunu detaylandırır.
Buna örnek olarak, kocası hakkında şikâyette bulunan bir kadının hadisesinin, Allah’ın Semî (hakkıyla işiten) ve Basîr (hakkıyla gören) olduğu gerçeğini kesin olarak kanıtladığı belirtilir.
Ayrıca, Hz. Muhammed’in (A.S.M.) Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya olan cüzi seyahati (Mi’rac) ile meleklerin kanatlı yaratılışı, O’nun Kadir-i Mutlak (her şeye gücü yeten) sıfatının cihanşümul azametini gösterir.
Sonuç olarak metin, küçük hadiselerin dahi Rabb’in kâinatı idare eden azim ve geniş kudretine işaret eden anahtarlar olduğunu savunur.
NotebookLM
SHORTS
KISA VİDEO
UZUN VİDEO
Yirmi Beşinci Söz
Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi
İkinci Şule
İkinci Şulenin Üç Nuru var.
…
İKİNCİ NURU
…
DOKUZUNCU NÜKTE-İ BELÂĞAT:
Kur’ân-ı Hakîm, kâh olur, cüz’î bazı maksatları zikreder; sonra, o cüz’iyat vasıtasıyla küllî makàsıda zihinleri sevk etmek için, o cüz’î maksadı bir kaide-i külliye hükmünde olan Esmâ-i Hüsnâ ile takrir ederek tesbit eder, tahkik edip ispat eder. Meselâ,
قَدْ سَمِعَ اللهُ قَوْلَ الَّتِى تُجَادِلُكَ فِى زَوْجِهَا وَتَشْتَكِۤى اِلَى اللهِ وَاللهُ يَسْمَعُ تَحَاوُرَكُمَا اِنَّ اللهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ
2
Dipnot-2
“Kocası hakkında sana müracaat eden ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitti. Zaten Allah sizin konuşmalarınızı işitiyordu. Muhakkak ki Allah herşeyi hakkıyla işitir, herşeyi hakkıyla görür.” Mücâdele Sûresi, 58:1.
| adem: yokluk, hiçlik cüz’î: küçük, ferdî (bk. c-z-e) cüz’iyat: küçük ve ferdî şeyler (bk. c-z-e) emr-i Rabbânî: herşeyin Rabbi olan Allah’ın emri (bk. r-b-b) esir: kâinatı kapladığına inanılan madde Esmâ-i Hüsnâ: Allah’ın en güzel isimleri (bk. s-m-v; ḥ-s-n) ferman: buyruk hazine-i rahmet: rahmet hazinesi (bk. r-ḥ-m) ima: işaret infisal: azledilme, memurluktan çıkarılma istinbat: bir söz veya bir işten gizli bir mana ve hüküm çıkarma | izn-i İlâhî: Allah’ın izni (bk. e-l-h) kâh: bazen kaide-i külliye: genel kural (bk. k-l-l) kelâm: söz (bk. k-l-m) kıyas: karşılaştırma Kur’ân-ı Hakîm: içinde sayısız hikmetler bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) küllî: büyük ve kapsamlı (bk. k-l-l) lâfız: söz, kelime makàsıd: maksatlar (bk. ḳ-ṣ-d) maksat: kastedilen şey (bk. ḳ-ṣ-d) memur-u musahhar: emre itaat eden memur metâ: kıymetli şey muamelât: işler muamele: davranış, iş muvazzaf: görevli münavebeten: nöbetleşerek | nazir: benzer (bk. n-ẓ-r) neşretmek: yaymak nükte-i belâğat: belâğat inceliği (bk. b-l-ğ) pırlanta-misal: pırlanta gibi sebeb-i azil: memurluktan çıkarılma sebebi semâ: gök (bk. s-m-v) tahkik: doğruluğunu araştırma (bk. ḥ-ḳ-ḳ) tahkir: hakaret, aşağılama takrir etmek: bildirmek tekvir: sarmak, toplamak temsil: kıyaslama tarzında benzetme, analoji (bk. m-s̱-l) zemin: yeryüzü ziya: ışık zulmet: karanlık (bk. ẓ-l-m) |
İşte, Kur’ân der: Cenâb-ı Hak Semî-i Mutlaktır; herşeyi işitir. Hattâ, en cüz’î bir macera olan ve zevcinden teşekkî eden bir zevcenin sana karşı mücadelesini Hak ismiyle işitir. Hem rahmetin en lâtif cilvesine mazhar ve şefkatin en fedakâr bir hakikatine maden olan bir kadının haklı olarak zevcinden dâvâsını ve Cenâb-ı Hakka şekvâsını, umur-u azîme suretinde, Rahîm ismiyle, ehemmiyetle işitir ve Hak ismiyle, ciddiyetle bakar.
İşte, bu cüz’î maksadı küllîleştirmek için, mahlûkatın en cüz’î bir hadisesini işiten, gören, kâinatın daire-i imkânîsinden hariç bir Zât, elbette herşeyi işitir, herşeyi görür bir zat olmak lâzım gelir. Ve kâinata Rab olan, kâinat içinde mazlum, küçük mahlûkların dertlerini görmek, feryatlarını işitmek gerektir. Dertlerini görmeyen, feryatlarını işitmeyen, Rab olamaz. Öyle ise, اِنَّ اللهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ cümlesiyle iki hakikat-i azîmeyi tesbit eder.
Hem meselâ,
سُبْحَانَ الَّذِۤى اَسْرٰى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ اْلاَقْصَا الَّذِى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰيَاتِنَا اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
1
İşte, Kur’ân, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın miracının mebdei olan, Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâya olan seyeranını zikrettikten sonra,
اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ
der. اِنَّهُ daki zamir, ya Cenâb-ı Hakkadır veyahut Peygamberedir.
Peygambere göre olsa, şöyle oluyor ki: “Bu seyahat-i cüz’îde bir seyr-i umumî,
Dipnot-1
“Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” İsrâ Sûresi, 17:1.
| Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m) Cenâb-ı Hak: Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) cilve: yansıma, görünüm (bk. c-l-y) cüz’î: küçük (bk. c-z-e) daire-i imkânî: birşeyin var veya yok olabilme ihtimallerini içine alan daire, kâinat (bk. m-k-n) Hak: varlığı doğru ve gerçek olan, herşeyi hakkıyla yaratan ve her hakkın sahibi olan Allah (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ) hakikat-i azîme: çok büyük gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ; a-ẓ-m) hariç: dışında kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) küllîleştirmek: genelleştirmek, kapsayıcı hale getirmek (bk. k-l-l) | lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f) maden: kaynak mahlûk: yaratık (bk. ḫ-l-ḳ) mahlûkat: yaratıklar (bk. ḫ-l-ḳ) maksat: kastedilen şey, gaye (bk. ḳ-ṣ-d) mazhar: görünüm ve yansıma yeri (bk. ẓ-h-r) mazlum: zulme uğrayan (bk. ẓ-l-m) mebde’: başlangıç Mescid-i Aksa: Kudüs’te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescid Mescid-i Haram: Mekke’de içinde Kâbenin bulunduğu büyük mescid (bk. ḥ-r-m) mirac: Peygamberimizin Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk (bk. a-r-c) Rab: herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah (bk. r-b-b) | Rahîm: sonsuz merhamet ve şefkat sahibi Allah (bk. r-ḥ-m) rahmet: şefkat, merhamet, acıma (bk. r-ḥ-m) Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m) Semî-i Mutlak: herşeyi kayıtsız şartsız işiten Allah (bk. ṭ-l-ḳ) seyahat-ı cüz’î: küçük yolculuk (bk. c-z-e) seyeran: seyahat, gezme seyr-i umumî: umumi, geniş bir yolculuk suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r) şekvâ: şikâyet tesbit etmek: sağlam şekilde yerleştirmek teşekkî: şikâyet umur-u azîme: çok büyük işler (bk. a-ẓ-m) zamir: ismin yerini tutan kelime zevc: eş, koca zevce: eş, hanım zikretmek: anmak, belirtmek |
bir uruc-u küllî var ki, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar merâtib-i külliye-i esmâiyede gözüne, kulağına tezahür eden âyât-ı Rabbâniyeyi ve acaib-i san’at-ı İlâhiyeyi işitmiş, görmüştür” der. O küçük, cüz’î seyahati, küllî ve mahşer-i acaip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.
Eğer zamir Cenâb-ı Hakka râci olsa şöyle oluyor ki: Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip bir vazife ile tavzif etmek için Mescid-i Haramdan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün enbiyaların usul-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Kab-ı Kavseyne kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi. İşte, çendan o zat bir abddir; bir mirac-ı cüz’îde seyahat eder. Fakat bu abdde, bütün kâinata taalluk eden bir emanet beraberdir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendi zâtını, “bütün eşyayı işitir ve görür” sıfatıyla tavsif eder—tâ o emanet, o nur, o anahtarın cihanşümul hikmetlerini göstersin.
Hem meselâ,
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ جَاعِلِ الْمَلٰۤئِكَةِ رُسُلاً اُولۤىِ اَجْنِحَةٍ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَ يَزِيدُ فِى الْخَلْقِ مَا يَشَۤاءُ اِنَّ اللهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
1
İşte, şu sûrede, “Semâvât ve arzın Fâtır-ı Zülcelâli, semâvât ve arzı öyle bir tarzda tezyin edip âsâr-ı kemâlini göstermekle, hadsiz seyircilerinden Fâtırına hadsiz medh ü senâlar ettiriyor. Ve öyle de hadsiz nimetlerle süslendirmiş ki, semâ ve zemin bütün nimetlerin ve nimet-dîdelerin lisanlarıyla o Fâtır-ı Rahmân’ına
Dipnot-1
“Hamd o Allah’a mahsustur ki, gökleri ve yeri yoktan yaratmış, melekleri de ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılmıştır. O, yarattıkları için neyi dilerse onu arttırır. Muhakkak ki Allah herşeye hakkıyla kadirdir.” Fâtır Sûresi, 35:1.
| abd: kul (bk. a-b-d) acaib-i san’at-ı İlâhiye: Allah’ın hayrette bırakan san’at eserleri (bk. ṣ-n-a; e-l-h) arz: yer âsâr-ı kemâl: mükemmellik eserleri (bk. k-m-l) âyât-ı Rabbaniye: Rabbânî âyetler; Allah’ı gösteren ve tanıtan deliller (bk. r-b-b) cihanşümul: dünya çapında, evrensel cüz’î: ferdî (bk. c-z-e) çendan: gerçi enbiya: peygamberler (bk. n-b-e) Fâtır: herşeyi üstün san’atıyla yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r) Fâtır-ı Rahmân: rahmet ve şefkati sınırsız olan ve herşeyi yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; r-ḥ-m) Fâtır-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi olan ve herşeyi harika, üstün sanatıyla yaratan Allah (bk. f-ṭ-r; ẕü; c-l-l) hadsiz: sayısız hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması (bk. ḥ-k-m) | Kab-ı Kavseyn: Cenab-ı Hakka en yakın olan makam; Peygamberimiz Miracda bu makamda bizzat Cenab-ı Hak ile görüşmüştür (bk. ḳ-v-b) kâinat: evren, yaratılmış herşey (bk. k-v-n) küllî: kapsamlı, geniş (bk. k-l-l) mahşer-i acaip: hayret verici şeylerin toplandığı yer (bk. ḥ-ş-r) mecma-ı enbiya: peygamberlerin toplandığı yer (bk. c-m-a; n-b-e) medh ü senâ: övme ve yüceltme melekût: melekler ve ruhlar âlemi (bk. m-l-k) merâtib-i külliye-i esmâiye: Allah’ın isimlerinin büyük ve geniş mertebeleri (bk. k-l-l; s-m-v) Mescid-i Aksâ: Kudüs’te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescid Mescid-i Haram: Mekke’de içinde Kâbenin bulunduğu büyük mescid (bk. ḥ-r-m) mirac-ı cüz’î: küçük bir yükseliş (bk. a-r-c; c-z-e) | mülk: hükmedilen yer, sahip olunan şey (bk. m-l-k) nimet-dîde: nimete kavuşan (bk. n-a-m) râci: ait saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d) semâ: gök (bk. s-m-v) semâvat: gökler (bk. s-m-v) Sidretü’l-Müntehâ: yedinci kat gökte olduğu rivâyet edilen ve Cebrail’in (a.s.m) çıkabildiği en son makam taalluk etmek: ilgilendirmek tavsif etmek: vasıflandırmak, özellikleriyle tanıtmak (bk. v-ṣ-f) tavzif etmek: vazifelendirmek tezahür: belirme, görünme (bk. ẓ-h-r) tezyin etmek: süslemek (bk. z-y-n) uruc-u küllî: küllî, büyük yükseliş (bk. a-r-c; k-l-l) usul-ü din: din prensipleri vâris-i mutlak: mutlak mirasçı (bk. ṭ-l-ḳ) zamir: ismin yerini tutan kelime zemin: yeryüzü |
nihayetsiz hamd ve sitayiş ederler” dedikten sonra, yerin şehirleri ve memleketleri içinde Fâtırın verdiği cihazat ve kanatlarıyla seyr ü seyahat eden insanlarla hayvânat ve tuyur gibi, semâvî saraylar olan yıldızlar ve ulvî memleketleri olan burçlarda gezmek ve tayeran etmek için, o memleketin sekeneleri olan meleklerine kanat veren Zât-ı Zülcelâl, elbette herşeye kadîr olmak lâzım gelir. Bir sineğe bir meyveden bir meyveye, bir serçeye bir ağaçtan bir ağaca uçmak kanadını veren, Zühreden Müşteriye, Müşteriden Zuhale uçacak kanatları O veriyor.
Hem melâikeler, sekene-i zemin gibi cüz’iyete münhasır değiller. Bir mekân-ı muayyen onları kaydedemiyor. Bir vakitte dört veya daha ziyade yıldızlarda bulunduğuna işaret,
مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَ
1
kelimeleriyle tafsil verir.
İşte, şu hadise-i cüz’iye olan “melâikeleri kanatlarla teçhiz etmek” tabiriyle, gayet küllî ve umumî bir azamet-i kudretin destgâhına işaret ederek
اِنَّ اللهَ عَلٰى كُلِّ شَىْءٍ قَدِيرٌ
2
fezlekesiyle tahkik edip tesbit eder.
Dipnot-1
“İkişer, üçer, dörder.” Fâtır Sûresi, 35:1.
Dipnot-2
“Muhakkak ki Allah herşeye kàdirdir.” Fâtır Sûresi, 35:1.
| amel: iş, davranış azamet-i kudret: Allah’ın kudretinin büyüklüğü (bk. a-ẓ-m; ḳ-d-r) cihazat: cihazlar, organlar cüz’iyet: bir kişilik ve ferdiyet (bk. c-z-e) esmâ: isimler (bk. s-m-v) Fâtır: herşeyi üstün san’atıyla yoktan yaratan Allah (bk. f-ṭ-r) fezleke: özet, netice hadise-i cüz’iye: küçük, ferdî hâdise (bk. ḥ-d-s̱; c-z-e) hamd: övgü ve şükür (bk. ḥ-m-d) hâtime: son hayvânat: hayvanlar (bk. ḥ-y-y) isyankârane: isyan ederek kadîr: herşeye gücü yeten (bk. ḳ-d-r) | kâh: bazen küllî: büyük, kapsamlı mekân-ı muayyen: belirli bir mekân (bk. m-k-n) melâike: melekler (bk. m-l-k) münhasır: sınırlı Müşteri: Jüpiter gezegeni nihayetsiz: sonsuz nükte-i belâğat: belâğat inceliği (bk. b-l-ğ) rahmet: şefkat, merhamet (bk. r-ḥ-m) sekene: sakinler, ikamet edenler (bk. s-k-n) sekene-i zemin: yeryüzü sakinleri (bk. s-k-n) semâvî: gökle ilgili (bk. s-m-v) seyr ü seyahat: hareket etme ve gezme sitayiş: övme, medih şedit: şiddetli | şiddet-i tehdit: tehdidin şiddeti tafsil: ayrıntı tahkik etmek: araştırmak (bk. ḥ-ḳ-ḳ) tayeran etmek: uçmak teçhiz etmek: donatmak tesbit etmek: sağlam şekilde yerleştirmek tuyur: kuşlar ulvî: yüce, yüksek umumî: genel ye’s: ümitsizlik Zât-ı Zülcelâl: sonsuz haşmet sahibi ve şanı yüce Zât, Allah (bk. ẕü; c-l-l) zecretme: şiddetle sakındırma zikretmek: anmak, belirtmek ziyade: fazla Zuhal: Satürn gezegeni Zühre: Çoban Yıldızı |
KAYNAKLAR
Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – İkinci Şule – İKİNCİ NUR – DOKUZUNCU NÜKTE-İ BELÂĞAT, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
https://erisale.com/#content.tr.1.573
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/573
CUMARTESİ DERSLERİ

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.
Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.
Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.
CUMARTESİ DERSLERİ
- Nutfeden alâkaya, alâkadan mudgaya, mudgadan tâ hilkat-i insaniyeye kadar olan neş’etinizi görüyorsunuz. Nasıl oluyor ki neş’e-i uhrâyı inkâr ediyorsunuz? O onun misli, belki daha ehvenidir. – Sözler 25.2.2.8.
- Size ve hayvânâtınıza rızkı yetiştirmek için su semâdan geliyor. O suda, size ve hayvânâtınıza acıyıp, şefkat edip rızık yetiştirmek kabiliyeti olmadığından, su gelmiyor, gönderiliyor demektir. – Sözler 25.2.2.7.
- İstidat ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla insan ne istemişse, bütün verilmiş. İnsana olan nimet-i İlâhiye tâdât ile bitmez, tükenmez. Evet, insanın madem bir sofra-i nimeti semâvât ve arz ise ve o sofradaki nimetlerden bir kısmı şems, kamer, gece, gündüz gibi şeyler ise, elbette insana müteveccih olan nimetler had ve hesaba gelmez. – Sözler 25.2.2.6.
- “Hazret-i Âdem’in hilâfet meselesinde melâikelere rüçhaniyetine medar, ilmi olduğu” olan bir hadise-i cüz’iyeyi zikreder. Sonra, o hadisede, melâikelerin Hazret-i Âdem’e karşı ilim noktasında hadise-i mağlûbiyetlerini zikreder. Sonra bu iki hadiseyi, iki ism-i küllî ile icmal ediyor -yani اَنْتَ الْعَلِيمُ الْحَكِيمُ Yani, “Alîm ve Hakîm Sen olduğun için Âdem’i talim ettin, bize galip oldu. Hakîm olduğun için bize istidadımıza göre veriyorsun, onun istidadına göre rüçhaniyet veriyorsun.” – Sözler 25.2.2.5.
- “And olsun ki Biz insanı çamurun özünden yarattık. Sonra onu sağlam ve korunmuş olan anne rahmine bir damla su olarak yerleştirdik. Sonra o su damlasını rahme asılı pıhtılaşmış bir kan olarak yarattık. O pıhtılaşmış kanı bir parça et olarak yarattık. O et parçasını kemikler olarak yarattık. Kemiklere de et giydirdik. Sonra da onu bam başka bir yaratışla inşa ettik. Yaratıcılık mertebelerinin en güzelinde olan Allah’ın şânı ne yücedir!” Mü’minûn Sûresi, 23:12-14. – Sözler 25.2.2.4.
