“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

"O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir." İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE.

Cumartesi Derslerinde bu hafta:

"O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir." İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.

konusu işlenmektedir.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi Risale-i Nur Külliyatı Sözler Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE.
“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4. Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 8.

SHORTS

KISA VİDEO

UZUN VİDEO

Yirmi Beşinci Söz

Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi

Birinci Şule

ÜÇÜNCÜ ŞUA

Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın ihbârât-ı gaybiyesi ve her asırda şebâbiyetini muhafaza etmesi ve her tabaka insana muvafık gelmesiyle hasıl olan i’cazdır. Şu Şuaın Üç Cilvesi var.

ÜÇÜNCÜ CİLVE: 

Kur’ân-ı Hakîm, her asırdaki tabakat-ı beşerin herbir tabakasına, güya doğrudan doğruya o tabakaya hususî müteveccihtir, hitap ediyor. Evet, bütün benî Âdeme bütün tabakatıyla en yüksek ve en dakik ilim olan imana ve en geniş ve nuranî fen olan marifetullaha ve en ehemmiyetli ve mütenevvi maarif olan ahkâm-ı İslâmiyeye davet eden, ders veren Kur’ân ise, her nev’e,


âciz: güçsüz, zayıf (bk. a-c-z)
ahbab-ı uhrevî: âhiretteki dostlar (bk. ḥ-b-b; e-ḫ-r)
ahkâm: hükümler (bk. ḥ-k-m)
ahkâm-ı İslâmiye: İslâmın hükümleri (bk. ḥ-k-m; s-l-m)
ayn-ı hakikat: gerçeğin ta kendisi (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
azîm: büyük, yüce (bk. a-ẓ-m)
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, yerinde ve halin ve makamın icabına göre söylenmesi (bk. b-l-ğ)
benî Âdem: Âdemoğulları, insanlık
beşer: insan
dakik: ince, derin
dereke: en aşağı derece
edebiyat-ı ecnebiye: yabancı edebiyat
fen: ilim
hakikat: gerçek, doğru (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hâşâ: asla öyle değil
hikmet: her şeyi yerli yerinde gösteren doğru bilgi (bk. ḥ-k-m)
hikmet-i felsefe: felsefe ilmi (bk. ḥ-k-m)
hitap etmek: konuşmak (bk. ḫ-ṭ-b)
kasıru’l-fehim: anlayışı kısa
Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m)
Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n)
lâtif: güzel, hoş (bk. l-ṭ-f)
maâliyât: yüksek ve derin fikirler
maarif: bilgiler (bk. a-r-f)
makarr-ı ebedî: sonsuz kalınacak yer (bk. e-b-d)
marifetullah: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f)
masumâne: masumca, günahsızca
muhal: imkânsız
muhassala-i mesai: çalışmalardan elde edilen netice
mübalâğa: abartı
mütenevvi: çeşitli
müteveccih: yönelik
netice-i efkâr: fikirlerin sonucu (bk. f-k-r)
nev’: tür
nuranî: nurlu, parlak (bk. n-v-r)
nümune: örnek
rüyet-i cemâlullah: Allah’ın cemâlini görme (bk. c-m-l)
saadet-i ebediye: sonsuz mutluluk (bk. e-b-d)
suret: şekil, biçim (bk. ṣ-v-r)
şe’n: özellik (bk. ş-e-n)
tabakat-ı beşer: insan tabakaları
tanzir etmek: benzerini yapmak (bk. n-ẓ-r)
tereşşuh: sızma
vaki: olmuş, meydana gelmiş
vatan-ı aslî: gerçek vatan olan cennet
vecih: yön, taraf

her taifeye muvafık gelecek bir ders vermek elzemdir. Halbuki ders birdir, ayrı ayrı değil. Öyle ise, aynı derste tabakat bulunmak lâzımdır. Derecâta göre, herbiri Kur’ân’ın perdelerinden bir perdeden hisse-i dersini alır. Şu hakikatin çok nümunelerini zikretmişiz; onlara müracaat edilebilir. Yalnız burada bir iki cüz’ünün, hem yalnız bir iki tabakasının hisse-i fehmine işaret ederiz.

Meselâ, 

لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ     وَلَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوًا اَحَدٌ 

Kesretli tabaka olan avam tabakasının şundan hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak peder ve veledden ve akrandan ve zevceden münezzehtir.

Daha mutavassıt bir tabaka, şundan, İsâ aleyhisselâmın ve melâikelerin ve tevellüde mazhar şeylerin ulûhiyetini nefyetmektir. Çünkü muhal bir şeyi nefyetmek zahiren faidesiz olduğundan, belâğatte medar-ı faide olacak bir lâzım-ı hüküm murad olunur. İşte, cismâniyete mahsus veled ve vâlidi nefyetmekten murat ise, veled ve vâlidi ve küfvü bulunanların nefy-i ulûhiyetleridir ve mâbud olmaya lâyık olmadıklarını göstermektir. Şu sırdandır ki, Sûre-i İhlâs, herkese, hem her vakit faida verebilir.

Daha bir parça ileri bir tabakanın hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak, mevcudata karşı, tevlid ve tevellüdü işmam edecek bütün rabıtalardan münezzehtir. Şerik ve muinden ve hemcinsten müberrâdır. Belki mevcudata karşı nisbeti, hallâkıyettir. Emr-i 

كُنْ فَيَكُونُ 

ile, irade-i ezeliyesiyle, ihtiyarıyla icad eder. İcabî ve ıztırarî ve sudur-u gayr-ı ihtiyarî gibi münâfi-i kemâl herbir rabıtadan münezzehtir.

Daha yüksek bir tabakanın hisse-i fehmi: Cenâb-ı Hak ezelîdir, ebedîdir, evvel ve âhirdir. Hiçbir cihette ne zâtında, ne sıfâtında, ne ef’âlinde naziri, küfvü,


Dipnot-1

“O doğurmamış ve doğurulmamıştır. Ve hiçbir şey Onun dengi değildir.” İhlâs Sûresi, 112:3-4.

Dipnot-2

“(Cenâb-ı Hak) Birşeyin olmasını murad ettiği zaman, Onun işi sadece ‘Ol’ demektir; o da oluverir.” Yâsin Sûresi, 36:82.


âhir: sonra olma (bk. e-ḫ-r)
akran: arkadaşlar, denkler
Aleyhisselâm: Allah’ın selâmı onun üzerine olsun (bk. s-l-m)
avam: halk
belâğat: sözün düzgün, kusursuz, halin ve makamın icabına göre yerinde söylenmesi (bk. b-l-ğ)
cihet: yön, şekil
cismâniyet: bedenle, maddî vücutla ilgili oluş
cüz’: parça, kısım (bk. c-z-e)
derecât: dereceler
ebedî: sonu olmayan, sonsuz (bk. e-b-d)
ef’âl: fiiller, işler (bk. f-a-l)
elzem: çok gerekli
evvel: önce olma
ezelî: varlığının başlangıcı olmayan (bk. e-z-l)
hakikat: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hallâkiyet: yaratıcılık (bk. ḫ-l-ḳ)
hemcins: aynı cinsten olan
hisse-i ders: ders payı
hisse-i fehm: anlayış hissesi
ıztırarî: zorunluluk, çaresizlik
icabî: zorunluluk, mecburiyet
icad: yaratma, var etme (bk. v-c-d)
ihtiyar: irade, dileme (bk. ḫ-y-r)
irade-i ezeliye: ezelî irade (bk. r-v-d; e-z-l)
İsâ: (bk. bilgiler)
işmam etmek: hissettirmek
kesretli: çoğunluk (bk. k-s̱-r)
küfüv: denk
lâzım-ı hüküm: hükmün gereği (bk. ḥ-k-m)
mâbud: kendisine ibadet edilen (bk. a-b-d)
mahsus: has, özel
mazhar: sahip olma (bk. ẓ-h-r)
medar-ı faide: faydaya sebep
melâike: melekler (bk. m-l-k)
mevcudat: varlıklar (bk. v-c-d)
muhal: imkânsız
muîn: yardımcı
murad olunmak: istenmek, kastedilmek (bk. r-v-d)
mutavassıt: orta derecede
muvafık: uygun
müberrâ: uzak, yüce
münâfi-i kemâl: mükemmelliğe aykırı (bk. k-m-l)
münezzeh: arınmış, kusur ve eksiklikten yüce (bk. n-z-h)
nazir: benzer (bk. n-ẓ-r)
nefy-i ulûhiyet: ilâhlığın reddi (bk. e-l-h)
nefyetmek: reddetmek
nisbet: kıyas, oran (bk. n-s-b)
nümune: örnek
peder: baba
rabıta: bağ
sıfât: özellik, nitelik (bk. v-ṣ-f)
sudur-u gayr-ı ihtiyar: isteksiz olarak meydana gelme (bk. ḫ-y-r)
şerik: ortak
tabakat: tabakalar, dereceler
taife: topluluk
tevellüd: doğum, doğma
tevlid: doğurma
ulûhiyet: ilâhlık (bk. e-l-h)
vâlid: baba
veled: evlat, çocuk
zahiren: görünürde (bk. ẓ-h-r)
zevce: kadın eş, hanım
zikretmek: anmak, belirtmek

şebîhi, misli, misali, mesîli yoktur. Yalnız, ef’âlinde, şuûnunda, teşbihi ifade eden mesel var.

 وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى 1

Bu tabakata ârifîn tabakası, ehl-i aşk tabakası, sıddıkîn tabakası gibi ayrı ayrı hisse sahiplerini kıyas edebilirsin.

İkinci misal: Meselâ,

 مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَۤا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ 

Tabaka-i ûlânın şundan hisse-i fehmi şudur ki: Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâmın hizmetkârı ve “veledim” hitabına mazhar olan Zeyd,3 izzetli zevcesini kendine küfüv bulmadığı için tatlik etmiş; Allah’ın emriyle, Resul-i Ekrem aleyhissalâtü vesselâm almış.4 Âyet der: “Peygamber size evlâdım dese, risalet cihetiyle söyler. Şahsiyet itibarıyla pederiniz değil ki, aldığı kadınlar ona münasip düşmesin.”

İkinci tabakanın hisse-i fehmi şudur ki: Bir büyük âmir, raiyetine pederâne şefkatle bakar. Eğer o âmir, zâhir ve bâtın bir padişah-ı ruhanî olsa, o vakit merhameti pederin yüz defa şefkatinden ileri gittiğinden, o raiyetin efradı, onun hakikî evlâdı gibi, ona peder nazarıyla bakarlar. Peder nazarı zevc nazarına inkılâb edemediğinden, kız nazarı da zevce nazarına kolayca değişmediğinden, efkâr-ı âmmede Peygamber (a.s.m.) mü’minlerin kızlarını alması şu sırra uygun gelmediğinden, Kur’ân der: “Peygamber (a.s.m.) merhamet-i İlâhiye nazarıyla size şefkat eder, pederâne muamele yapar. Risalet namına siz onun evlâdı gibisiniz. Fakat şahsiyet-i insaniyet itibarıyla pederiniz değildir ki, sizden zevce alması münasip düşmesin.”

Üçüncü kısım şöyle fehmeder ki: Peygambere (a.s.m.) intisap edip onun kemâlâtına istinad ederek onun pederâne şefkatine itimad edip kusur ve hatîat


Dipnot-1

“En yüce sıfatlar Allah içindir.” Nahl Sûresi, 16:60.

Dipnot-2

“Muhammed, sizden hiçbir erkeğin babası değildir.” Ahzâb Sûresi, 33:40.

Dipnot-3

bk. En-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn 3:239; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid 9:275.

Dipnot-4

bk. En-Nisâbûrî, el-Müstedrek ale’s-Sahîhayn 4:24.


Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun (bk. ṣ-l-v; s-l-m)
ârifîn: irfan sahipleri, İlâhî hakikatlere vakıf olanlar (bk. a-r-f)
bâtın: görünmeyen, gizli
cihet: taraf
ef’âl: fiiller (bk. f-a-l)
efkâr-ı âmme: kamuoyu (bk. f-k-r)
efrad: fertler (bk. f-r-d)
ehl-i aşk: Allah sevgisinde çok ileri dereceye erişenler
evlad: çocuk
fehmetmek: anlamak
hakikî: gerçek (bk. ḥ-ḳ-ḳ)
hatîat: hatalar
hisse-i fehm: anlayış hissesi
inkılâb: değişme, dönüşme
intisap etmek: mensup olmak, bağlanmak (bk. n-s-b)
istinad etmek: dayanmak (bk. s-n-d)
itimad etmek: güvenmek
izzet: şeref, değer (bk. a-z-z)
kemâlât: mükemmellikler, faziletler (bk. k-m-l)
küfüv: denk, uygun
mazhar: erişen, sahip olan (bk. ẓ-h-r)
merhamet-i İlâhiye: Allah’ın merhameti (bk. r-ḥ-m; e-l-h)
mesel: zenginlik, merhamet gibi sıfatlar (bk. m-s̱-l)
mesîl: benzer, eş (bk. m-s̱-l)
misal: örnek (bk. m-s̱-l)
misil: benzer (bk. m-s̱-l)
münasip: uygun (bk. n-s-b)
nam: ad
nazar: bakış (bk. n-ẓ-r)
padişah-ı ruhanî: ruhanî padişah (bk. r-v-ḥ)
peder: baba
pederâne: babaya yakışır şekilde
raiyet: halk
Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) (bk. r-s-l; k-r-m)
risalet: peygamberlik (bk. r-s-l)
sıddıkîn: daima doğruluk üzere ve Allah’a ve peygambere sadakatte en ileride olanlar (bk. ṣ-d-ḳ)
şahsiyet-i insaniyet: insanın şahsiyeti
şebîh: benzer
şuûn: işler, haller (bk. ş-e-n)
tabaka-i ûlâ: ilk tabaka
tabakat: tabakalar
tatlik etmek: boşamak
teşbih: benzetme
veledim: oğlum
zâhir: görünen (bk. ẓ-h-r)
zevc: erkek eş, koca
zevce: kadın eş
Zeyd: (bk. bilgiler)

etmemelisiniz demektir. Evet, çoklar var ki, büyüklerine ve mürşidlerine itimad edip tembellik eder. Hattâ bazan “Namazımız kılınmış” der (bir kısım Alevîler gibi).

Dördüncü nükte: Bir kısım, şu âyetten şöyle bir işaret-i gaybiye fehmeder ki: Peygamberin (a.s.m.) evlâd-ı zükûru rical derecesinde kalmayıp, rical olarak nesli, bir hikmete binaen kalmayacaktır. Yalnız, “rical” tabirinin ifadesiyle, nisânın pederi olduğunu işaret ettiğinden, nisâ olarak nesli devam edecektir. Felillâhilhamd, Hazret-i Fatıma’nın nesl-i mübareki, Hasan ve Hüseyin gibi iki nuranî silsilenin bedr-i münevveri, şems-i nübüvvetin mânevî ve maddî neslini idame ediyorlar.

اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلَيْهِ وَعَلٰۤى اٰلِهِ     1

Birinci Şule, Üç Şua ile hitama erdi.


Dipnot-1

Allahım, ona ve âline rahmet et.


bedr-i münevver: nurlanmış ay (bk. n-v-r)
binaen: -dayanarak
evlâd-ı zükûr: erkek çocuklar
fehmetmek: anlamak
felillâhilhamd: hamd ve övgü Allah’a mahsustur (bk. ḥ-m-d)
Hasan: (bk. bilgiler)
Hazret-i Fâtıma: (bk. bilgiler)
hikmet: gaye, sebep (bk. ḥ-k-m)
hitama ermek: sona ermek
Hüseyin: (bk. bilgiler)
idame etmek: devam ettirmek
işaret-i gaybiye: gelecekte olacak bir olaya işaret (bk. ğ-y-b)
itimad etmek: güvenmek
mürşid: doğru yolu gösteren (bk. r-ş-d)
nesl-i mübarek: mübârek nesil (bk. b-r-k)
nisâ: kadınlar
nuranî: nurlu (bk. n-v-r)
nükte: ince anlamlı söz
rical: adamlar
silsile: zincir, soy ağacı
şems-i nübüvvet: peygamberlik güneşi (bk. n-b-e)
şua: parıltı
şule: ışık

KAYNAKLAR

Risale-i Nur Külliyatı, Sözler, Yirmi Beşinci Söz – Mu’cizât-ı Kur’âniye Risalesi – Birinci Şule – ÜÇÜNCÜ ŞUA – ÜÇÜNCÜ CİLVE, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

https://erisale.com/#content.tr.1.552

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/yirmi-besinci-soz/552


CUMARTESİ DERSLERİ

Amma hikmet-i Kur'âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine "hakkı" kabul eder. Gayede, menfaat yerine "fazilet ve rıza-i İlâhîyi" kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, "düstur-u teâvünü" esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, "rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî" kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. - Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.
Amma hikmet-i Kur’âniye ise, nokta-i istinadı, kuvvet yerine “hakkı” kabul eder. Gayede, menfaat yerine “fazilet ve rıza-i İlâhîyi” kabul eder. Hayatta, düstur-u cidal yerine, “düstur-u teâvünü” esas tutar. Cemaatlerin rabıtalarında, unsuriyet ve milliyet yerine, “rabıta-i dinî ve sınıfî ve vatanî” kabul eder. Gayâtı, hevesât-ı nefsaniyenin nâmeşru tecavüzâtına sed çekip ruhu maâliyâta teşvik ve hissiyat-ı ulviyesini tatmin etmektir ve insanı kemâlât-ı insaniyeye sevk edip insan etmektir. – Cumartesi Dersleri 25. 3. 4.

Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ından; Sözler, Mektubat, Lem’alar, Şuâlar gibi kitaplarından alınarak her hafta Cumartesi günü Cumartesi Dersleri adı altında yapılan ve YouTube’da yüklenen dersler yer almaktadır.

Ayrıca; http://www.erisale.com/#home adresinde ve https://sorularlarisale.com/ adresinde yer alan Risalelerin ekran kaydı yapılmakta ve sitemizde ilgili dersin bulunduğu sayfaya metinler ve sözlük konulmaktadır.

Dersler en son yapılan derslere göre sıralanmaktadır.

CUMARTESİ DERSLERİ

Karı – Koca; Zevce – Zevc

Karı – koca; zevc ve zevce ile ilgili Güzel Sözler kategorisi altındaki bu paylaşımda Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Lem’alar isimli eserinden Yirmi Dördüncü Lema’nın İkinci Hikmeti verilmiştir. Zevce – Zevc yanı karı ve koca ile ilgili son derece önemli ve çarpıcı tespitler yer almaktadır.

Karı - Koca; Zevce - Zevc

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.319

Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Yirmi Dördüncü Lem’a,

İKİNCİ HİKMET

Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.

Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.

Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.


âdi: basit, sıradan
ahali: halk
alâkadar: alakalı, ilgili
aleyhinde: karşısında
bahtiyar: talihli, mutlu
bedbaht: talihsiz, bahtsız
bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarak
binaen: dayanarak
celb etmek: çekmek
ciddî: gerçek
diyanet: dindarlık
dünyevî: dünya ile ilgili
ebedî: sonsuz
esaslı: köklü
fısk: günah
gayr: hariç, başka
hasretmek: yalnız birşeye mahsus kılma, yalnız birşeye kullanma
hayâsız: utanmaz
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
hayvânî: hayvansal, cismanî özellik
hikmet: fayda, gaye
hürmet: saygı
küfüv olmak: denk, uygun olmak
mahsus: has, özel
mehâsin: güzellikler
mesmûât: işitilenler, duyulanlar
mü’min: Allah’a inanan
mübarek: hayırlı
muhabbet: sevgi
mühim: önemli
mukabil: karşılık
mukteza-yı insaniyet: insanlığın gereği
münasebet: bağlantı, ilişki
münasip olmak: uygun olmak
münhasır: ait, sınırlı
mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindar
müttakî: takva sahibi, Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle uyan
muvakkat: gelip geçici
nazar: bakış
payitaht-ı hükûmet: başkent
refika: eş, hanım
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş
rütbeten: rütbece
saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu olan kadın
şamar: tokat
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük
şer’an: şeriat hükmünce, dine göre
sırr-ı iman: iman sırrı
tahsis: özel olarak belirleme
takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak
tesettür: örtünme
veyl: yazık
zevc: erkek eş, koca
zevce: eş, hanım

KAYNAK:

Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Yirmi Dördüncü Lem’a, İkinci Hikmet, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.319

Wife Husband
Wife Husband – Karı Koca – Zevce Zevc