Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin? Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır. – Mesnevî-i Nuriye – Zerre

Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır. - Mesnevî-i Nuriye - Zerre
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır. - Mesnevî-i Nuriye - Zerre
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır. – Mesnevî-i Nuriye – Zerre

İ’lem eyyühe’l-aziz! 

Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlâhîde teşhir edilen tezyinâta, kemâlâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki, o güzellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin, o harika nakışlara, ziynetlere tefekkürle hayran olsun. Sonra o sergiden Sâniinin celâline, Mâlikinin iktidar ve kemâlâtına intikal ile Onun azametine secde-i hayret etsin. Bu vazifeyi ifa edecek, insandır. Çünkü, insan gerçi cahil, zulmetli birşeydir, amma öyle bir istidadı vardır ki, âleme bir enmuzeç ve bir nümune olmaya liyâkatı vardır. Hem o insanda öyle bir emânet vedia bırakılmıştır ki, onunla gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdit edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen, küllî bir nevi şuur sâhibi olur ki, Sultan-ı Ezelin azamet ve haşmetinin şâşaasını idrak ediyor.

Evet, mâşukun hüsnü, âşıkın nazarını istilzam ettiği gibi, Nakkaş-ı Ezelînin


âlem: dünya, kâinat, bütün yaratılmışlar
Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
âşık: şiddetli seven
azamet: büyüklük, yücelik
beyan etme: açıklama
binaen: -dayanarak
binaenaleyh: bundan dolayı
celâl: büyüklük, azamet, haşmet
dellâllık: ilân edicilik
enbiya: nebiler, peygamberler
enmuzeç: örnek, fihriste
enzâr-ı âlem: dünyanın bakışları, dikkatler
ihak ve hakikat: asıl, gerçek ve doğru
hakaik: hakikatler, esaslar
hakikat: asıl, gerçek, doğru
haşmet: büyüklük, görkem, azamet
hüsün: güzellik
i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki!
ifa etmek: yerine getirmek
iktidar: güç, kudret
intikal etme: geçme; anlama, kavrama
istidad: kabiliyet, yetenek
istilzam etmek: gerektirmek
kâinat: evren, bütün yaratılmışlar
kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar
küllî: genel, kapsamlı; bütün fertleri içine alan tür
liyâkat: hak etme, lâyık olma
Mâlik: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah
mâşuk: aşık olunan kimse, sevgili
merâtib: mertebeler, dereceler
mücmel: öz, özet
müşahit: tanık, şahit, delil
mütefekkir: varlıklar üzerinde etraflıca düşünüp Allah’a ulaşan aydın, düşünür
mütehayyir: hayrete düşen, hayrete kapılan
mütenezzih: tenezzüh eden, gezen, seyreden
mutlak: kayıtsız, sınırsız
nakış: işleme, süsleme
Nakkaş-ı Ezelî: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde nakış işleyen, varlığının başlangıcı olmayan Allah
nazar: bakış, dikkat
nevi: çeşit, tür
nisbet: ölçü
nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği
nümune: örnek, misal
rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
şâşaa: gösteriş, göz alıcılık, parlaklık
sath-ı âlem: kâinat ve dünya zemini
secde-i hayret: hayret secdesi
sergi-yi İlâhî: Allah tarafından olan sergi
Sultan-ı Ezel: sonsuz otorite ve hâkimiyet sahibi ezelî Sultan, Allah
şuur: bilinç, anlayış, idrak
tafsilât: ayrıntılar, detaylar
tahdit edilme: sınırlanma, sınırlandırılma
tefekkür: varlıklar üzerinde Allah’a ulaşmayı netice verecek şekilde etraflıca düşünme
tenezzüh: gezinti
teşhir etme: sergileme
tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
tezyinât: süslemeler
ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık; Cenab-ı Allah’ın ilâhlığı
vedia bırakılma: emanet edilme, ödünç verilme
ziynet: süs
zulmetli: karanlıklı

rububiyeti de insanın nazarını iktizâ eder ki, hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.

Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin?

Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.

Kezâlik, bu âlemi şu kadar ziynetlerle, nakışlarla tezyin eden Mâlikü’l-Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâli bırakmayacaktır. İşte, câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.


abd: kul
âlem: dünya, kâinat
ârif: bilgide ileri olan, bilen
âzâ: organlar
bilhassa: özellikle
burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt
câmiiyet: kapsamlılık
delâlet etmek: delil olmak, göstermek
dellâl: duyurucu, ilân edici
Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen ve bütün kemâl sıfatların sahibi olan bir Allah
eşya: şeyler, varlıklar
Hakîm: herşeyi hikmetle belirli fayda ve gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah
hâlî: boş, ıssız
Hâlık: her şeyi yaratan Allah
halk-ı eflâk: feleklerin, kâinatın yaratılışı
halk-ı kâinat: kâinatın yaratılışı, yaratılması
hikmet: amaç, gaye, hedef; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılması
i’lem eyyühe’l-aziz: “Ey aziz kardeşim bil ki!”
icad: var etme, yaratma
ihtiyar: dileme, istek, irade
iktizâ etmek: gerektirmek
ille-i gaiye: asıl gaye; elde edilmesi için çalışılan gaye
insan-ı kâmil: mükemmel, olgun insan
istifade: faydalanma, yararlanma
istihsan: beğenme, güzel bulma
keyfiyet: durum, nitelik
kezâlik: bunun gibi
mahlûkat: yaratılmışlar, yaratılmış varlıklar
Mâlikü’l-Mülk: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah
mu’cize: bir benzerini yapmakta başkalarının aciz kaldıkları olağanüstü şey
Muhtar: ihtiyar ve irade sahibi Allah
muntazam: düzenli
müşahit: gören, seyreden, seyirci
müştak: aşık, çok arzulu ve istekli
nakış: işleme
nazar: bakış, dikkat
nefis: bir kimsenin kendisi
rububiyet: Rablık; her bir varlığın yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeylerin verilmesi, onların terbiye edilip idare ve egemenlik altında bulundurulması
Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah
şehadet etmek: şahitlik etmek, delil olmak
semere: meyve, netice
şiddet-i muhabbet: aşırı sevgi
tahsin: beğenme, birşeyin güzelliğini dile getirme
takdir etme: beğeniyi dile getirme
tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde etraflıca düşünme
tehalüf: birbirinden farklı olmak
temasül: birbirine benzeme
tevafuk: uygunluk, denk gelme
tezyin etme: süsleme
vahdet: birlik, teklik
Vâhid: Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı, benzeri ve dengi olmayan ve herşeyi birliğiyle kuşatan Allah
zâlim: zulmeden, acımasız, başkasının hakkına tecavüz eden
Zât: kimse, Allah
ziynet: süs

KAYNAK

Risale-i Nur Külliyatı, Mesnevî-i Nuriye – Zerre, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.5.247

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/mesnevi-i-nuriye/zerre/247

Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze… Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade – Barış Manço

Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze… Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade O'nu düşün O'na sığın O senden öte benden ziyade - Barış Manço

Barış Manço’nun bu çok özel “Benden Öte Benden Ziyade” şarkısında Yaratıcıya ve yarattığı kuluna vurgu yapılmaktadır. Özellikle Yunus Emre’nin “Bir ben vardır bende benden içeru” sözünden esinlenmiştir.

Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze… Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade O'nu düşün O'na sığın O senden öte benden ziyade - Barış Manço
Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze… Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade – Barış Manço

Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze… Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade – Barış Manço

Bu akşam yine garip bir hüzün çöktü üstüme

Hücrem soğuk bir tek sen varsın düşlerimde

Demir kapı yine kapandı ağır ağır üzerime

Kelepçeler yine vuruldu kilit kilit yüreğime

Derin derin soluyorum seni gecelerce

Duvarlara kazıdım ismini her köşeye

Dudakların şeker gibiydi, baldan öte baldan ziyade

Pembe pembe yanakların, gülden öte gülden ziyade

Sabret gönül sabret, sakın isyan etme

Bir gün elbet bitecek bu çile, isyan etme

Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze…

Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade

O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade

Bir sabah elbet güneş de doğacak penceremde

Ama bil ki ateşin hala yanacak yüreğimde

Gözyaşlarım akıp gidecek, selden öte selden ziyade

Bir canım var vereceğim, maldan öte maldan ziyade

Sabret gönül sabret, sakın isyan etme

Bir gün elbet bitecek bu çile, isyan etme

Dört kitaptan başlayalım istersen gel söze…

Orda öyle bir isim var ki kuldan öte kuldan ziyade

O’nu düşün O’na sığın O senden öte benden ziyade

Bir ben var ki benim içimde, benden öte benden ziyade

Bir sen var ki senin içinde, senden öte senden ziyade

Bir ben var ki benim içimde, benden öte benden ziyade

Bir sen var ki senin içinde, senden öte senden ziyade


Bu şarkının yazılmasına ilham kaynağı olan Yunus Emre’nin şiiri

Benden İçeri (Severim Ben Seni)

Severim ben seni candan içeri
Yolum vardır bu erkandan içeri

Beni bende demem bende değilim
Bir ben vardır bende benden içeri

Nereye bakar isem dopdolusun
Seni nere koyam benden içeri

O bir dilber dürür yoktur nişanı
Nişan olur mu nişandan içeri

Beni sorma bana bende değilim
Suretim boş yürür dondan içeri

Beni benden alana ermez elim
Kim kadem basa sultandan içeri

Tecelliden nasip erdi kimine
Kiminin maksudu bundan içeri

Kime didar gününden şule değse
Onun şulesi var günden içeri

Senin aşkın beni benden alıptır
Ne şirin dert bu dermandan içeri

Şeriat tarikat yoldur varana
Hakikat meyvası andan içeri

Dini terk edenin küfürdür işi
Ol ne küfürdür imandan içeri

Unuttum din diyanet kaldı benden
Bu ne mezhep dürür dinden içeri

Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman Süleyman’dan içeri

Geçer iken Yunus şeş oldu dosta
Kim kaldı kapıda andan içeri

Yunus Emre

KAYNAK


LİSE / ORTAÖĞRETİM













Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi. ﴾59﴿ Âl-i İmrân Sûresi, 3/59

Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona "ol" dedi. O da hemen oluverdi. ﴾59﴿ Âl-i İmrân Sûresi, 3/59

Hz. İsa (A.S.)’ın babasız dünyaya gelişine en güzel örnek bu ayette verilmektedir. Çünkü Hz. Adem (A.S.)’da babasız yaratılmıştır.

Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona "ol" dedi. O da hemen oluverdi. ﴾59﴿ Âl-i İmrân Sûresi, 3/59
Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi. ﴾59﴿ Âl-i İmrân Sûresi, 3/59

https://dersdunyasi.net/wp-content/uploads/2022/10/Suphesiz-Allah-katinda-yaratilislari-bakimindan-Isanin-durumu-Ademin-durumu-gibidir-Onu-topraktan-yaratti-Sonra-ona-ol-dedi-O-da-hemen-oluverdi.pdf

Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi. ﴾59﴿ 

Âl-i İmrân Sûresi, 3/59

59

Ayet

 اِنَّ مَثَلَ عٖيسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَؕ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

٥٩

Meal

Şüphesiz Allah katında (yaratılışları bakımından) İsa’nın durumu, Adem’in durumu gibidir: Onu topraktan yarattı. Sonra ona “ol” dedi. O da hemen oluverdi. ﴾59﴿

Tefsir

Hz. Îsâ’nın babasız olarak dünyaya gelmesi, Hıristiyanlığın teolojik esaslarını etkileyen ve mensupları arasında asırlar boyu şiddetli tartışmalara yol açan bir olay olma özelliğini korumuştur. Sûrenin nüzûl sebebi açıklanırken belirtildiği üzere, Necran heyetiyle Hz. Peygamber arasında hıristiyanların inanç esasları konusunda bir tartışma cereyan etmiş, bu tartışma sırasında heyettekilerden kimi Hz. Îsâ’dan “Tanrı’nın oğlu” kimi de “üçün üçüncüsü” şeklinde söz etmişlerdi. İşte bu heyete okunan ve hıristiyanların inançlarındaki yanlışlıkları ortaya koyup bu konulardaki gerçekleri haber veren yukarıdaki âyet-i kerîmelerden sonra burada, Hz. Îsâ’nın bir insan olduğuna ve ilâhî iradenin bu yönde olduğu bilindikten sonra onun babasız dünyaya gelmesinin yadırganacak bir husus olmaktan çıkması gerektiğine, Hz. Âdem örneğine değinilerek dikkat çekilmektedir.

İslâm âlimleri bu âyeti açıklarken, mümin kişi için Hz. Îsâ’nın bu şekilde dünyaya gelmiş olduğunu kabullenmede bir sorun bulunmadığını belirtip başlıca iki hususa işaret ederler: a) Bu, “mümkinât”tandır; yani meydana gelmesi aklen imkânsız denebilecek bir husus değildir. Yüce Allah da bütün mümkinâta kadirdir. Peygamber’in haber verdiği bir hususta müminin tereddüdü olmaz. b) Âyet-i kerîmede işaret edildiği üzere Hz. Âdem’in anasız ve babasız meydana gelmesi kabul edildiğinde, Hz. Îsâ’nın da babasız dünyaya gelmesi kolaylıkla kabul edilir (Râzî, VIII, 48). Âdem’in ana-baba olmadan yaratılmış bulunduğu, hıristiyanlar da dahil insanlığın büyük çoğunluğunca kabul edilen bir gerçektir.

Âyetin başında ve sonunda Allah’ın bir şeyin olmasını murat etmesi halinde hemen meydana geliverdiği ve O’nun kudretini engelleyecek hiçbir güç bulunmadığı noktasında iki olay arasındaki benzerliğe değinilmiş, âyetin ortasında ayrıca Hz. Âdem’in topraktan yaratıldığı belirtilmiştir.

Bunun yanı sıra bazı müfessirler âyeti yorumlarken, Hz. Îsâ’nın babasız dünyaya gelmesi olayını felsefî yönden ve pozitif bilim açısından da izah etmeye çalışmışlardır (bk. Râzî, VIII, 48-49; Reşîd Rızâ, III, 308-310; Elmalılı, II, 1121-1128).

Ancak açıklamaların bir kısmı, bu konularda pozitif bilim terimleriyle söz söyleyenlerin arttığı bir ortamda zihinlerde meydana gelen tereddütleri giderme ve inkârcıların fikirlerindeki çelişkileri ortaya koyan imkân dahilindeki tasavvurları gösterme (meselâ bk. Elmalılı, II, 1126, 1128) veya bilimin ışığında bu ilâhî mûcizeyi evrenin düzenindeki kanunlara yaklaştırarak açıklamaya çalışma (meselâ bk. Reşîd Rızâ, III, 109) amacı taşımaktadır. Fakat kanaatimizce Hz. Îsâ’nın babasız dünyaya gelmiş olmasını izah için bu tür delillere başvurmaya ihtiyaç yoktur. Çünkü bu âyet-i kerîme Hz. Îsâ’nın yaratılışının diğer insanların yaratılış biçiminden farklı olduğuna, Hz. Âdem’i anasız-babasız (topraktan) yaratmaya kadir olan yüce Allah’ın bir başkasını babasız yaratmaya evleviyetle kadir olduğuna, bunun için de sadece “ol” buyruğunun yeterli bulunduğuna dikkat çekerek, başka bir izah aramaya gerek olmadığını ortaya koymuş olmaktadır. Öte yandan söz konusu açıklamaların bir kısmını Meryem sûresinin 17-21. âyetleri ile bağdaştırmak mümkün değildir.

Sonuç olarak şunu söylemek mümkündür: Meryem sûresinin 21. âyetinde belirtildiği üzere ilâhî irade Hz. Îsâ’nın insanlık için bir delil, bir mûcize (âyet) kılınmasını ve babasız olarak dünyaya gelmesini murat etmiştir. Bunun nasıl gerçekleşebileceğini hayret ve –çevresinden gelecek ithamlar sebebiyle– endişe içinde soran ilk kişi de Hz. Meryem olmuştur. Bu soruya verilen cevapta ise, bunun Allah için çok kolay olduğu (Meryem 19/21), yüce Allah’ın dilediğini yarattığı (Âl-i İmrân 3/47) ve bir sonucun meydana gelmesi için “ol” buyurmasının yeterli olduğu belirtilmiş (Âl-i İmrân 3/47, 59) başka açıklama yapılmamıştır. Bu konuda bilgi veren Âl-i İmrân sûresindeki âyetler kümesinin sonunda (60. âyet), “Gerçek rabbinden gelendir, öyleyse kuşkulananlardan olma” buyurularak Resûlullah’ın şahsında bütün müminlerden yüce Allah’tan gelen bilgiye mutlak teslimiyet içinde inanmaları istenmiş, Meryem sûresindeki âyetler kümesinin sonunda da (19/34-35) bu konuda şüpheci davrananlar kınanmış, ayrıca Allah’ın çocuk edinebileceği fikri şiddetle reddedilerek O’nun hükmettiği sonucun sadece “ol” buyruğuna bağlı olduğu tekrar hatırlatılmıştır.

Bu âyet ile 7. âyet arasında bağ kurarak, Hz. Îsâ’nın yaratılışı konusunu yorumlayan Elmalılı’nın bu açıklamalarını şöyle özetlemek mümkündür: Sûrenin başında akıl sahiplerine ve ilimde derinleşmiş kişilere anlatıldığı üzere hak olan vâkıalar ve onları ifade eden âyetler muhkemât ve müteşâbihat şeklinde iki kısma ayrılır. Muhkemât hem duyu organlarıyla hem aklen hiçbir tereddüt duyulmaksızın alınırlar ve onlar kendi kendilerini izah ederler. Müteşâbihat da şüpheye düşmeksizin alınırlar, fakat bunlar kendi kendilerini izah edemezler. Sadece kendilerine uygun muhkem bir misale veya bir kanuna döndürülerek izah ve te’vil olunurlar. Gerçek misali bulunmadıkça yapılan te’viller yanlış olur, yalan olur, aldanmak, aldatmak ve gerçeği tahrif olur. Hz. Îsâ vâkıasına gelince: 1. Hz. Îsâ’nın zâtı, yani böyle bir “beşer”in var olduğu ve yaşamış bulunduğu muhkem bir husustur. Beşikteki çocukluk döneminden yetişkinlik çağına kadar pek çok insan özellikle İsrâiloğulları onu görmüş, onunla konuşmuş, kimi sevmiş, kimi sevmemiş, ama sevsin-sevmesin hepsi yalanlanamayacak bir ifade birliği içinde bu “insan”ın yaşadığına tanıklık etmişlerdir. 2. Hz. Îsâ’nın “İbn Meryem” olduğu, yani Hz. Meryem’den doğduğu da muhkem bir husustur. Tabii ki bu birincisi ile aynı türden bir müşahede değildir. Fakat kabul edilegelen âdetler çerçevesinde herhangi bir şahsın annesinden doğmasına ilişkin bilgiyi sağlayan delil ne ise bu Hz. Îsâ için de böyledir. 3. Hz. Meryem’in bir erkekle cinsel ilişkide bulunmaksızın Hz. Îsâ’nın onun rahminde yaratılmış olması ise, gerçekte imkân dışı sayılamayacak fakat örnekleri görülmediğinden istisnaî, yadırganabilen ve münferit bir olaydır, bu sebeple müteşâbih bir vâkıadır. İşte bu âyet-i kerîmede bu olay, akıl sahiplerinin nazarında kesin olarak sabit bulunan muhkem bir örneğe, aslî bir maddeye, ezel ve ebedde doğruluğu kuşku götürmez bir kanuna bağlanarak gerçek te’vili gösterilmiştir. Dolayısıyla Îsâ insanlığın atası Âdem’e diğer âdemoğullarından daha fazla benzerlik taşıyıp dururken “böyle insan olmaz, olamaz” diye inkâr etmek veya ezelden ebede hiçbir benzeri bulunma ihtimali olmayan mutlak irade ve güç sahibi Allah Teâlâ’ya benzetmeye kalkıp çelişkilere düşmek yahut seviyesiz örneklere bağlayarak iftira yoluna sapmak için hiçbir bilimsel zorunluluk yoktur (II, 1121-1125).

Âyet-i kerîmede “ol” emrinden sonraki merhale için geçmiş zaman fiili kullanılmayıp geniş zaman fiilinin kullanılması Âdem’in oluşum şeklinin göz önüne getirilmesi içindir. Bu gibi durumlarda (meselâ Fâtır 35/9) muzâri fiiline başka türlü mâna verilmesi isabetli olmaz (İbn Âşûr, III, 264). Bu sebeple meâlinde âyete “Sonra ona ‘ol’ dedi ve oluverdi” şeklinde mâna verilmiştir.

KAYNAK:

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/al-i-imran-suresi-3/ayet-59/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-tefsir-1/al-i-imran-suresi-3/ayet-59/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 586-589


Diğer Güzel Sözler paylaşımı için lütfen tıklayınız.

https://dersdunyasi.net/category/guzel-sozler/

Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkar etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler. ﴾14﴿ Saff Sûresi, 61/14

https://dersdunyasi.net/wp-content/uploads/2022/05/Meryem-oglu-Hz.-Isa-A.S.-ve-Havariler-Son-Aksam-Yemegi.pdf

Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere, “Allah’a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler de, “Biz Allah’ın yardımcılarıyız” demişlerdi. Bunun üzerine İsrailoğullarından bir kesim inanmış, bir kesim de inkar etmişti. Nihayet biz inananları, düşmanlarına karşı destekledik. Böylece üstün geldiler. ﴾14﴿

Saff Sûresi, 61/14

https://kuran.diyanet.gov.tr/mushaf/kuran-meal-2/saff-suresi-61/ayet-6/diyanet-isleri-baskanligi-meali-1

Fotoğrafta görünen şeffaf deniz yılanı; ortalama 8 cm uzunluğunda Endonezya civarında yaşıyor. Küçük deniz bitkileri ile besleniyor. Bilim adamları iç organlarının yapısını ve nasıl çalıştığını hala çözebilmiş değil.

Fotoğrafta görünen şeffaf deniz yılanı; ortalama 8 cm uzunluğunda Endonezya civarında yaşıyor. Küçük deniz bitkileri ile besleniyor. Bilim adamları iç organlarının yapısını ve nasıl çalıştığını hala çözebilmiş değil.

Karı – Koca; Zevce – Zevc

Karı – koca; zevc ve zevce ile ilgili Güzel Sözler kategorisi altındaki bu paylaşımda Üstad Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan Lem’alar isimli eserinden Yirmi Dördüncü Lema’nın İkinci Hikmeti verilmiştir. Zevce – Zevc yanı karı ve koca ile ilgili son derece önemli ve çarpıcı tespitler yer almaktadır.

Karı - Koca; Zevce - Zevc

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.319

Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Yirmi Dördüncü Lem’a,

İKİNCİ HİKMET

Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.

Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.

Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.

Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.

Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.

Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.

Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.

Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.


âdi: basit, sıradan
ahali: halk
alâkadar: alakalı, ilgili
aleyhinde: karşısında
bahtiyar: talihli, mutlu
bedbaht: talihsiz, bahtsız
bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarak
binaen: dayanarak
celb etmek: çekmek
ciddî: gerçek
diyanet: dindarlık
dünyevî: dünya ile ilgili
ebedî: sonsuz
esaslı: köklü
fısk: günah
gayr: hariç, başka
hasretmek: yalnız birşeye mahsus kılma, yalnız birşeye kullanma
hayâsız: utanmaz
hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı
hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı
hayvânî: hayvansal, cismanî özellik
hikmet: fayda, gaye
hürmet: saygı
küfüv olmak: denk, uygun olmak
mahsus: has, özel
mehâsin: güzellikler
mesmûât: işitilenler, duyulanlar
mü’min: Allah’a inanan
mübarek: hayırlı
muhabbet: sevgi
mühim: önemli
mukabil: karşılık
mukteza-yı insaniyet: insanlığın gereği
münasebet: bağlantı, ilişki
münasip olmak: uygun olmak
münhasır: ait, sınırlı
mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindar
müttakî: takva sahibi, Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle uyan
muvakkat: gelip geçici
nazar: bakış
payitaht-ı hükûmet: başkent
refika: eş, hanım
refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş
rütbeten: rütbece
saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu olan kadın
şamar: tokat
sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük
şer’an: şeriat hükmünce, dine göre
sırr-ı iman: iman sırrı
tahsis: özel olarak belirleme
takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak
tesettür: örtünme
veyl: yazık
zevc: erkek eş, koca
zevce: eş, hanım

KAYNAK:

Risale-i Nur Külliyatı, Lem’alar, Yirmi Dördüncü Lem’a, İkinci Hikmet, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.

http://www.erisale.com/#content.tr.3.319

Wife Husband
Wife Husband – Karı Koca – Zevce Zevc