Eğitim ve öğretime, bilgi ve bilime farklı bir bakış; MÂNÂ-YI İSMÎ yerine MÂNÂ-YI HARFİ ile bakış. Açık kaynak bir eğitim sitesi. A different perspective on education and teaching, knowledge and science; glance with the LETTER MEANING instead of the NAME MEANING. Open source education site.
Bu sayfada Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavına girecek öğrenciler için ortaokul 8. Sınıf Fen Bilimleri Dersi Canlılar ve Yaşam konu alanı 2. Ünite DNA ve Genetik Kod ile ilgili çıkabilecek sorulara örnekler verilmiştir. PDF olarak indirebilir, çoğaltabilir ve kullanabilirsiniz. Ücretsizdir, herhangi bir telif ücreti ödemenize gerek yoktur.
Liselere Geçiş Sistemi (LGS), Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 2017-2018 eğitim öğretim yılı ile uygulanmaya başlanan ve her yıl yapılan ilköğretimden ortaöğretime geçiş sınavı sistemidir ve Ortaokul 8. Sınıf öğrencileri bu sınava girmektedir.
LGS, TEOG sınavının yerine geçmiştir.
LGS’de çıkan Fen Bilimleri sorularının çözümüne yardımcı olmak üzere bu yaprak testler hazırlanmış ve ücretsiz bir şekilde, öğrencilerin, bu sınava çalıştıran öğretmenlerin özellikle Fen Bilgisi Öğretmenlerinin, velilerin ve idarecilerin kullanımına açılmıştır.
LGS’ye girecek tüm Ortaokul 8. Sınıf öğrencilerimize, onları çalıştıran öğretmenlerine, başta Fen Bilgisi Öğretmenlerine, velilere ve idarecilere dersdunyasi.net ailesi olarak başarılar diliyoruz.
ÖNCE DÜŞÜNELİM, SONRA CEVAP BULMAYA ÇALIŞALIM:
Canlılar ve onlara ait yaşam alanlarında mükemmel bir düzen kurulmuştur.
Bazen bize garip gelen olaylar ve canlılar aslında bu kainattaki mükemmel düzenin bir parçasıdır.
Biyoteknoloji alanındaki gelişmeler de canlılar ve yaşam arasındaki ilişkileri anlamamıza ve yeni düşünme alanlarına ulaşmamıza yardım etmektedir.
Örneğin insanoğluna biyoteknolojik çalışmalar ile canlıların genetik yapısını anlama ve onlara müdahale etme yetkisini ve kabiliyetini kim vermiştir?
İnsanlar bilimsel çalışmalarında bu yetkiyi doğru olarak mı, yoksa yanlış olarak mı kullanmaktadır?
Mevsimler ve İklim / Dünya ve Evren CEVAP ANAHTARI: Bu sayfada Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavına girecek öğrenciler için ortaokul 8. sınıf fen bilimleri dersi dünya ve evren konu alanı 1. ünite mevsimler ve iklim ile ilgili çıkabilecek sorulara verilen örneklerin CEVAP ANAHTARI yer almaktadır. PDF olarak indirebilir, çoğaltabilir ve kullanabilirsiniz. Ücretsizdir, herhangi bir telif ücreti ödemenize gerek yoktur.
Liselere Geçiş Sistemi (LGS), Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 2017-2018 eğitim öğretim yılı ile uygulanmaya başlanan ve her yıl yapılan ilköğretimden ortaöğretime geçiş sınavı sistemidir ve Ortaokul 8. Sınıf öğrencileri bu sınava girmektedir.
LGS, TEOG sınavının yerine geçmiştir.
LGS’de çıkan Fen Bilimleri sorularının çözümüne yardımcı olmak üzere bu yaprak testler hazırlanmış ve ücretsiz bir şekilde, öğrencilerin, bu sınava çalıştıran öğretmenlerin özellikle Fen Bilgisi Öğretmenlerinin, velilerin ve idarecilerin kullanımına açılmıştır.
LGS’ye girecek tüm Ortaokul 8. Sınıf öğrencilerimize, onları çalıştıran öğretmenlerine, başta Fen Bilgisi Öğretmenlerine, velilere ve idarecilere dersdunyasi.net ailesi olarak başarılar diliyoruz.
ÖNCE DÜŞÜNELİM, SONRA CEVAP BULMAYA ÇALIŞALIM:
Her kıştan sonra bahar, yazdan sonra sonbahar gelir.
Mevsimler, iklim ve hava olayları saat gibi tıkır tıkır işletilmektedir.
Acaba mevsimleri, iklimi ve hava olaylarını bu kadar düzenli bir şekilde işleten kimdir ve bu düzeni nasıl kurmuştur?
Bu sayfada; ortaöğretim / lise 11. sınıf Biyoloji dersi 1. ünite 2. bölümde yer alan DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ ile ilgili konunun özeti yer almaktadır.
1.2.1. DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ
Konu Özeti
KAZANIM
11.1.2. Destek ve Hareket Sistemi
Anahtar Kavramlar
eklem, kas, kemik, kıkırdak, tendon
11.1.2.1. Destek ve hareket sisteminin yapı, görev ve işleyişini açıklar.
a. Kemik, kıkırdak ve kas doku açıklanır.
b. Destek ve hareket sisteminin yapısı işlenirken görsel ögeler, grafik düzenleyiciler, e-öğrenme nesnesi ve uygulamalarından yararlanılır.
c. Kemik ve kas çeşitleri açıklanır.
ç. Kıkırdak ve eklem çeşitleri ile vücutta bulunduğu yerlere örnekler verilir. Yapılarına girilmez.
1.2.1. DESTEK VE HAREKET SİSTEMİNİN YAPISI, GÖREVİ VE İŞLEYİŞİ
Konu Özeti
Destek ve hareket sistemi;
kemik,
kıkırdak,
kas
bağ
dokulardan oluşturulmuştur.
Destek ve hareket sistemine;
hareketin sağlanması,
organizmaya destek olunması,
vücudun ihtiyacı olan minerallerin depolanması,
iç organlara ve kaslara bağlanma yüzeyi sağlanması,
önemli iç organların korunması,
vücuda biçim verilmesi ve
kan hücrelerinin üretilmesi
gibi görevler verilmiştir.
Destek ve hareketi sağlamak için iskelet ve kas sistemi birlikte görev yapar.
İSKELET SİSTEMİ
İskelet sistemi, vücudu desteklemek ve kasların tutunması için yüzey alanı sağlamakla görevlendirilmiştir.
İskelet sistemi önemli iç organları zedelenmekten korur.
İskelet sistemi, kemik ve kıkırdak olmak üzere iki çeşit bağ dokudan meydana getirilmiştir.
Embriyoda ikinci aydan itibaren kalsiyum karbonat, kalsiyum fosfat gibi tuzların biriktirilmesiyle kemikleşme süreci başlatılır.
Kemik Doku
Kemik doku hücrelerine osteosit, kemik doku ara maddesine ise osein denir. Osteositler, lâkün denilen boşluklar içinde yer alır ve ince uzantılarla birbiriyle bağlantı kurar.
Kalsiyum karbonat ve kalsiyum fosfat tuzları kemik dokuya sertlik kazandıracak şekilde tasarlanmıştır.
Yaşın ilerlemesiyle kemik dokuda organik madde oranı azaldığı, mineral tuz oranı arttığı için kemiğin sertliği ve buna bağlı olarak da kırılganlığı artar.
Organik kısım olan kollajen lifler ise kemiğe esneklik verir. Çocuklarda kemikler daha esnektir.
Kemik doku kan damarları ve sinirler bakımından da zengindir. Doku yapısına göre kemikler süngerimsi kemik doku ve sıkı kemik doku olmak üzere iki çeşittir.
Süngerimsi kemik doku:
Küçük kemik plakaların arasına boşluk bırakılarak bağlanması nedeniyle gözenekli yapıya sahiptir.
Süngerimsi kemik, böyle bir yapı sayesinde oldukça büyük baskılara dayanabilir şekilde biçimlendirilmiştir.
Süngerimsi kemiğin boşluklarında kırmızı kemik iliği bulunur. Kırmızı kemik iliğinde kan hücreleri üretilir.
Süngerimsi kemik doku
Süngerimsi kemik,
uzun kemiklerin şişkin olan uç kısımlarında ve ilik kanalı çevresinde
yassı ve kısa kemiklerin iç kısmında bulunur.
Sıkı kemik doku:
Kalsiyum karbonat, kalsiyum fosfat gibi tuzların yoğun bir şekilde biriktirilmesi nedeniyle oldukça sıkı ve sert yapıya sahiptir.
Uzun kemiklerin gövde kısmı büyük ölçüde sıkı kemikten oluşturulmuştur.
Sıkı kemikte osteon adı verilen yapı birimleri kullanılır.
Osteon, merkezî bir kanal çevresinde dairesel olarak sıralanmış kemik tabakalar ve tabakaların arasında konumlandırılmış kemik hücrelerden oluşturulmuştur.
Sıkı kemik doku
Osteonun;
ortasındaki kanala Havers kanalı,
Havers kanallarını yatay olarak birbirine bağlayan kanallara Volkmann kanalı
adı verilir
Bu kanallarda sinirler ve kemik dokuyu besleyen kan damarları yer alır.
Kemik dokunun ihtiyaç duyduğu besin ve oksijen kanallardaki kan damarından sağlanır.
Atık ürünler de aynı yolla kana verilir.
Şekillerine Göre Kemik Çeşitleri
Şekillerine göre kemikler;
Uzun kemikler,
Kısa kemikler,
Yassı kemikler
Düzensiz şekilli kemikler
olmak üzere dört çeşittir.
1. Uzun kemikler:
Boyu eninden uzun olan kemiklerdir. Koldaki pazu kemiği ve bacaklardaki uyluk kemikleri uzun kemiklere örnektir.
Uzun kemikler
Uç kısımlarındaki şişkin bölgeler baştır. İki baş arasındaki bölge ise gövdedir. Baş kısımlarının dış kısmı, sıkı kemik doku iç kısmı ise süngerimsi kemik doku yapısındadır.
Gövde kısmı büyük ölçüde sıkı kemikten yapılmıştır. Gövdenin ortasındaki boşlukta ise sarı kemik iliği yer alır. Sarı kemik iliği yalnızca uzun kemiklerin yapısında bulunur. Bol miktarda yağ içerir.
Sarı kemik iliğinde bazı akyuvar hücreleri üretilir.
Uzun kemiklerin baş kısmında kemiğin boyuna uzamasını sağlayan kıkırdak dokudan oluşmuş epifiz plağı vardır. Epifiz plağı; ergenlik döneminin ardından kemikleşir, kemikte ve bireyde boyuna uzama durur.
Kemiklerin dış yüzeyini saran zara periost adı verilir. Periost, bol miktarda kan damarı ve sinir içerir.
Periost, kemiğin enine kalınlaşmasını ve kırılan kemiğin onarılmasını sağlar.
2. Kısa kemikler:
Uzunlukları, genişlikleri ve kalınlıkları birbirine yakın olan kemiklerdir.
Ön kolla el arasında bulunan el bilek kemikleri ve bacakla tarak kemikleri arasında bulunan ayak bilek kemikleri kısa kemiklere örnektir.
Kısa kemikler
Kısa kemiklerin dış yüzeyini periost sarar.
Kısa kemiklerin iç kısmında süngerimsi kemik doku dış kısmında sert kemik doku bulunur.
Yassı kemiklerin dış kısmında periost bulunur. Yassı kemiğin merkezinde kırmızı kemik iliği içeren süngerimsi kemik doku, dış tarafında ise sert kemik doku bulunur.
4. Düzensiz şekilli kemikler:
Belirli bir şekli olmayan, baskılara dayanıklı sağlam kemiklerdir.
Omurlar ve çene kemikleri düzensiz şekilli kemiklere örnektir.
Düzensiz şekilli kemikler
Diğer kemik çeşitlerinde olduğu gibi dıştan periostla kaplıdır.
İç tarafında süngerimsi kemik doku dış tarafında ise sert kemik doku bulunur
İskelet
Yetişkin insan iskeleti 206 kemikten oluşturulmuştur. Bu kemiklerin bazıları birbirine kaynaşmıştır.
İskelet;
Eksen iskeleti2. Üyeler iskeleti
olmak üzere iki ana bölüme ayrılır.
Eksen iskeletinde;
a. Baş, b. Gövde,
iskeleti yer alır.
a. Baş iskeleti,
Kafatası
Yüz kemiklerinden
meydana gelir.
Baş iskeleti
Baş iskeletinde sadece alt çene kemiği hareketlidir.
b. Gövde iskeleti;
Omurga,
Göğüs kemiği
Kaburgalardan
meydana gelir.
Gövde iskeleti
Omurga, boyundan kuyruk sokumuna kadar devam eder. Omurlar arasında kıkırdaktan oluşturulmuş diskler vardır.
Omurgayı oluşturan omurlar;
Baş ve gövdenin hareketini ve vücudun dik durmasını sağlar.
Kaburga ve iç organlara bağlanma bölgesine yerleştirilmiştir.
Deliklerinin üst üste getirilmesiyle omurga kanalı oluşturulmuştur ve içindeki omuriliği korur.
Baş, gövde, göğüs ve karın boşluğundaki birçok organın ağırlığını taşır ve destek olur.
Omurlar yapı ve işlevleri bakımından;
Boyun omurları,
Sırt omurları,
Bel omurları,
Sağrı omurları
Kuyruk sokumu omurları
olmak üzere beş bölümde incelenir. Boyun omurlarının birincisine atlas, ikincisine eksen adı verilir. Sırt omurları, kaburgayla bağlantılıdır.
İnsanda on iki çift kaburga vardır.
Sırt omurlarından çıkan kaburgaların ilk yedi çifti ayrı ayrı, sonraki üç çift, birleştirilerek göğüs kemiğine bağlanmıştır.
Son iki çift kaburganın uçları göğüs kasları arasında serbest bırakılmıştır. Bu kaburgalara yüzücü kaburga denir.
Kaburga göğüs bölgesindeki iç organları koruyacak, destekleyecek ve soluk alıp vermeyi sağlayacak şekilde tasarlanmıştır.
Kaburga kemiklerindeki ilikler kan yapımında önemli bir yere sahiptir.
Üyeler iskeletinde ise;
a. Kol kemikleri,
b. Bacak kemikleri,
c. Üye kemerleri,
yer alır.
a. Kol kemikleri;
pazu,
ön kol,
dirsek,
el bilek,
el tarak,
el parmak,
kemiklerinden oluşturulmuştur.
Üyeler iskeleti; a. Kol kemikleri, b. Bacak kemikleri
b. Bacakta kemikleri;
uyluk,
diz kapağı,
kaval,
baldır,
ayak bilek,
ayak tarak,
ayak parmak,
kemiklerinden oluşturulmuştur.
c. Üye kemerleri,
omuz kemeri
kalça kemerinden
oluşturulmuştur.
Omuz kemerinde
önde köprücük kemiği,
arkada ise kürek kemiği vardır.
Omuz kemeri kol kemiğine eklemle bağlanmıştır.
Kalça kemeri;
oturga,
kalça,
çatı,
olmak üzere üç kemiğin kaynaştırılmasıyla oluşturulmuştur.
Kalça kemeri
Her iki kalça kemeri arkada sağrı omurlarına; önde ise birbirine bağlanır.
Böylece kalça kemerleri arasında leğen boşluğu oluşur.
Kemiklerin birbiriyle birleştirilme yerine eklem denir.
Hareket şekline göre;
oynamaz eklemler,
yarı oynar eklemler,
oynar eklemler,
olmak üzere üç çeşit eklem vardır.
1. Oynamaz eklem
Hareketsiz eklemlerdir. Kafatasını oluşturan kemiklerin arasındaki eklemlerle, sağrı ve kuyruk sokumunda bulunan eklemler oynamaz eklemlere örnektir.
Bu eklemleri birbirine bağlayan kemikler, eklem bölgesinde genellikle testere dişine benzer şekilde girintilerle ve çıkıntılarla birbirine kenetlenmiştir.
Eklemler
Yarı oynar eklem
Hareketleri sınırlıdır. Omurgayı oluşturan omurlar arasındaki eklemler, yarı oynar eklemlere örnektir.
Oynar eklem
Hareketli eklemlerdir. Kolda pazu kemiği ile ön kol kemiği, bacakta ise uyluk kemiği ile kaval kemiği arasındaki eklemler oynar ekleme örnektir.
Ayrıca parmak kemiklerinin arasındaki eklemler de oynar eklemlerdir.
KAS SİSTEMİ
Kaslar, kemiklerle vücuda şekil vermede kullanılmaktadır. Kasların temel görevi, vücudun veya bulundukları organların hareketini sağlamaktır.
Örneğin iskelet kaslarının kasılıp gevşemesi sayesinde konuşma, nefes alıp verme, yürüme, koşma, yüzme gibi çeşitli hareketler gerçekleştirilir.
İstemsiz çalışan düz kaslar, iç organlarımızın hareketini sağlar. Kan, kalp kasının kasılmasıyla tüm vücuda ve akciğerlere pompalanır. Böylece hücrelere gerekli maddelerin ulaştırılması sağlanır.
KAS SİSTEMİ
Kas Doku
Kaslar, kas dokusundan oluşturulmuştur. Kas dokusunda yer alan kas lifleri kas hücresi olarak adlandırılır.
Kas hücreleri özelleştirilmiş hücrelerdir. Kas hücrelerinin zarına sarkolemma, plazmasına sarkoplazma, endoplazmik retikulumuna sarkoplazmik retikulum adı verilir.
Kas hücrelerinde kasılıp gevşemeyi sağlayan aktin ve miyozin proteinlerinden oluşmuş filamentler bulunur. Bu iplikçikler, bir araya gelerek miyofibrilleri oluşturur. Kas dokuda enerji ihtiyacı fazla olduğundan kas hücrelerinin mitokondri sayısı fazladır.
Kas Çeşitleri
Kaslar;
düz kas,
kalp kası,
iskelet kası,
olmak üzere üç çeşittir.
1. Düz kas
İç organların yapısında bulunan düz kaslar, mekik şeklindeki hücrelerden oluşturulmuştur.
Bu hücreler, tek çekirdekli olup aktin ve miyozin filamentler, hücre boyunca düzenli olarak sıralanmadığından düz kaslarda bantlaşma görülmez.
Bu nedenle bu hücrelerden oluşan kaslar, düz kas olarak adlandırılır.
Düz kaslar, yavaş kasılıp yavaş gevşer.
Düz kasların kasılıp gevşemesi, otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir ve bu kaslar istemsiz hareket eder.
Düz kaslar sinirsel, hormonal ve fiziksel uyarılarla kasılır.
Solunum, sindirim, dolaşım, üreme ve boşaltım sistemlerindeki organların yapısında düz kaslar bulunur.
Kas Çeşitleri
2. Kalp kası
Kalbin yapısında yer alır. Silindirik hücreleri dallanma gösterir. Kalp kası hücreleri genellikle tek çekirdeklidir ve çok miktarda mitokondri içerir.
Miyozin ve aktin filamentlerin düzenli diziliminden dolayı kalp kası hücreleri mikroskop altında çizgili görünür. Bu hücreler, çizgili olmaları nedeniyle iskelet kası hücrelerine benzer, hızlı kasılır.
İstemsiz çalışmaları nedeniyle düz kas hücrelerine benzerlik gösterir.
Çalışmaları otonom sinir sistemi tarafından düzenlenir şekilde tasarlanmıştır.
Kalp kası hücreleri otonom sinir sistemi tarafından impuls almadan da kasılıp gevşeyebilir.
3. İskelet kası
Vücutta en çok bulunan kas çeşididir. Bu kaslar, iskelete tutunur. İskelet kaslarının işlevleri, beyin kontrolünde gerçekleşir şekilde tasarlandığı için istemli olarak çalışır.
İskelet kasları, kas boyunca uzanan kas liflerinden oluşturulmuştur. Mikroskop altında çizgili görünür. İskelet kasına çizgili kas da denir. Her bir lif, uzun silindir şeklinde tek bir hücredir.
İskelet kası hücreleri, çok sayıda çekirdek içerir. Çünkü bu hücrelerin her biri embriyonik dönemde çok sayıda hücrenin kaynaşmasıyla oluşturulmuştur.
Bu hücreler, oksijen depolayabilen ve demir içeren miyoglobin pigmenti içerdiğinden kırmızı renkte görünür. İskelet kasları hızlı kasılır ve çabuk yorulur.
Kas Kasılması
Kas lifi çok sayıda miyofibril içerir. Miyofibriller, aktin ve miyozin filamentlerinden oluşturulmuştur. Bu filamentlerin düzenli dizilişlerinden dolayı mikroskopta bakıldığında iskelet kası hücrelerinde art arda tekrarlanan açık ve koyu bantlar görülür.
Tekrarlanan bu bantlarda aktin ve miyozin filamentler, belirli bir düzen içinde konumlandırılarak kasın sarkomer adı verilen kasılma birimlerini oluşturur.
Sarkomer, iki Z çizgisi arasında kalan kısımdır. İnce olan aktin filamentler Z çizgisinde birbirine bağlanıp sarkomerin merkezine doğru uzanır.
Kalın olan miyozin filamentler ise sarkomerin merkezinde birbirine tutunur. Sarkomerdeki bantlaşma incelendiğinde sadece aktin filamentlerden oluşan bölgeye I bandı, aktin ve miyozin filamentlerin birlikte yer aldığı bölgeye A bandı adı verilir. A bandının ortasında sadece miyozin proteinlerinden oluşan, açık renk olarak görünen bölgeye H bandı adı verilir.
Kas Kasılması
Çizgili kaslar, somatik sinir sistemine ait miyelinli nöronlar tarafından uyarılır. Motor sinirler motor liflerini oluşturur ve motor lifler de kasların uyarılmasını sağlar.
Motor sinir hücresiyle kas hücresi arasındaki bağlantı bölgesi motor uç plak olarak adlandırılır. Nöronla taşınan impuls, motor uç plağa gelince nörondan nörotransmitter salgılanmasını sağlar.
Nörotransmitterler sarkolemma üzerindeki Na+ kanallarının açılmasına ve hücreye çok miktarda Na+ iyonunun girmesine neden olur.
Böylece kas hücresi uyarılır ve impuls sarkolemma boyunca yayılır. Bu impuls, sarkoplazmik retikuluma ulaşınca sarkoplazmik retikulumda depolanan Ca+2 iyonları sitoplazmaya salınır. Böylece sitoplazmada Ca+2 iyonları derişimi yükselir. Salınan Ca+2 iyonları, sarkomerde aktin üzerinde konumlanmış olan proteini kaydırarak miyozinin aktine bağlanacağı kısmın açığa çıkmasını sağlar. Aktin filamentler miyozin flamentler üzerinde kayar, kas lifi kasılır.
Motor uç plak
Kasılmış kasın gevşemesi, impuls iletimi kesildiği zaman gerçekleşir. Kasılma tamamlanınca Ca+2 iyonları sarkoplazmik retikuluma aktif taşımayla taşınır böylece gevşeme gerçekleştirilir.
Sarkoplazmada kalsiyum derişimi düşünce aktin üzerindeki protein kompleksi aktifleştirilerek miyozinin aktine bağlanma bölgesinin kapanmasına neden olur ve kasılma durur.
Kasılma fizyolojisi
Miyozinin aktinden ayrılması için ATP’ye gereksinim duyulur. Kasta yeterli ATP olduğu sürece kasılıp gevşeme devam eder.
Kasın kasılabilmesi için gerekli minimum uyarı şiddetine eşik değer denir. Eşik değerin altındaki uyarılar, kas lifinde uyarı oluşturmaz.
Eşik değer ve eşik değerin üzerindeki uyarılar ise kas lifi tarafından aynı şiddette cevaplanır. Bu duruma ya hep ya hiç kuralı denir.
Kasılma evreleri
Çizgili kasların dinlenme durumunda hafif kasılı ve gergin olma durumuna kas tonusu denir. Kas tonusu bilincin açık olduğu durumda mevcuttur. Kasın kasılma sonrası normal durumuna geri döndürülmesine gevşeme evresi denir.
Uyarı alan kasın kasılması ve gevşemesi üç evrede gerçekleştirilir. Bunlar sırasıyla gizli evre, kasılma evresi ve gevşeme evresidir.
Gevşeme anından itibaren kasın tekrar uyarılmasına kadar geçen sürede kas dinlenmektedir. Ancak kas lifi (hücresi), gevşemeye fırsat vermeden kasılması için art arda uyarılırsa kasılı durumda kalır. Bu duruma fizyolojik tetanos (kramp) denir. Bazı kaslar birbirine zıt çalıştırılır. Bu kaslara antagonist kaslar denir. Antagonist kaslardan biri kasılırken diğeri gevşer. Böylece iki farklı yönde dengeli ve hızlı hareket sağlanır. Kolun üst kısmında yer alan pazu kasları antagonist kaslara örnektir.
Fizyolojik tetanos (kramp)
Kas Enerjisinin Sağlanması
İskelet kası ve kalp kası hızlı kasılıp gevşetilir. Kasların kasılmasında da gevşemesinde de ATP kullanılır.
Bu kasların hücrelerinde mitokondri sayısı fazladır. Gerekli enerji öncelikli olarak kas hücrelerindeki ATP’den sağlanır. ATPaz enzimiyle ATP parçalanır ve enerji kullanılır.
İskelet kası hücreleri, kasılmaya başladığında hücrede çok az miktarda bulunan ATP moleküllerini kullanır. ATP molekülleri çok kısa sürede tükenir.
Kas hücreleri, ATP ihtiyacını kreatin fosfat üzerinden sağlar. Kas hücrelerinde mevcut ATP’den daha fazla kreatin fosfat (CP) bulunur.
Enerji ihtiyacı olan kas hücreleri, kreatin fosfat molekülünü parçalayacak şekilde tasarlanmıştır. Açığa çıkan fosfat ile ADP, ATP’ye dönüştürülür.
Kaslar, bu şekilde kreatin fosfatı destek enerji kaynağı olarak kullanır ve yaklaşık 15 saniye kadar ATP ihtiyacı karşılanabilir.
Kas, gevşeyip dinlenmeye geçince reaksiyonun tersi gerçekleşir. Böylece kreatin fosfat yeniden sentezlenir ve depolanır.
Kasta enerji ihtiyacının devam etmesi durumunda kas hücresinde depolanan glikojen molekülü parçalanır böylece glikoz fosfat molekülü açığa çıkar. Bu madde kana geçemez sadece kaslarda yakıt olarak kullanılır.
Glikoz fosfat, kas hücrelerinde ya oksijenli solunumda kullanılarak (öncelikli olarak) ya da laktik asit fermantasyonunda kullanılarak ATP elde edilir.
Laktik asit fermantasyonu sonucunda açığa çıkan laktik asit yorgunluk hissi oluşturur. Laktik asidin küçük bir miktarı pirüvik aside çevrilir ve sonra bütün vücut sıvılarında oksijenli solunumda kullanılır.
Kalan laktik asidin büyük kısmı karaciğerde olmak üzere glikoza çevrilir ve bu glikoz kasların glikojen depolarının yenilenmesinde kullanılır.
İskelet kaslarının kasılması sırasında ATP, kreatin fosfat, glikoz, oksijen, glikojen miktarı azalır; ADP, fosfat, kreatin, karbondioksit, su, laktik asit, ısı miktarı artar.
Tendonlar
Kaslar kemiklere tendonlarla bağlanır. Tendonlar kasları kemiklere bağlayan bağ doku liflerinden oluşturulmuşmuş yapıdır. Tendonlar kasılmaz. Fiziksel gerilmelere karşı dayanıklıdır.
Tendonlar
ETKİNLİK – BUNLARI DA BİLELİM !
Verilen ayetleri, tefsirini ve sonra da metni okuyunuz.
Metinde anlamını bilmediğiniz kelimeler için altta verilen sözlüğe bakınız. Ya da metnin altında verilen internet sayfasına giderek anlamını bilmediğiniz kelimenin üzerine tıklayınız.
Metnin sonunda verilen boş satırlara ayetler, tefsir ve metinle ilgili duygu ve düşüncelerinizi yazınız.
Meal
İnsan görmez mi ki, biz onu meniden yarattık. Bir de bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. ﴾77﴿
Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: «Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?» diyor. ﴾78﴿
De ki: Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı gayet iyi bilir. ﴾79﴿
(Yâsîn Sûresi, 36/77-79).
Tefsir
İnsanın kendi yaratılışı üzerinde düşünmeyi bir kenara bırakıp, küstahça bir tavırla yüce yaratıcının ve peygamberinin bildirdiklerini yalnızca aklıyla yargılamaya kalkışmasının ne kadar çelişkili olduğu bir örnek ışığında ortaya konmaktadır.
Bu örnekte iki nesne (nutfe ve çürümüş kemik) kıyaslanmaktadır. Bunlardan nutfe, Kur’an’daki kullanımlarına göre erkeğin menisi veya döllenmiş hücre (zigot) mânasına gelmektedir. Böylesine önemsiz görünen bir cismin belirli süreçlerden geçtikten sonra yetişkin bir insan haline gelebilmesini sağlayan bir irade ve kudretin yani yaratıcının bulunduğunu kabul eden kişinin –ki başka âyetlerde belirtildiği üzere müşrik Araplar evrenin ve evrendeki varlıkların yaratıcısının Allah olduğunu itiraf ediyorlardı–, işte bu gücün çürümüş kemiğe de can verebileceğini yadırgamaması gerekir.
Ne var ki Resûlullah’ın peygamberliğini ve onun bildirdiklerini, dolayısıyla öldükten sonra dirilme gerçeğini kabul etmemek, sonuç olarak da Allah’ın yanı sıra başka mâbudlara tapma esasına dayalı kurulu düzenlerini sürdürmek için kırk dereden su getiren Mekke müşrikleri, akıllarınca bu tür örneklerden de yararlanarak alaycı ifadelerle çevrelerindekileri etkilemeye çalışıyorlardı.
Tefsirlerde bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak şöyle bir olaya yer verilir:
Müşriklerin önde gelenlerinden biri Hz. Peygamber’e elinde çürümüş bir kemik parçasıyla gelir ve onu ufalayıp, “Böyle un ufak olduktan sonra Allah bunu diriltecek öyle mi?” der. Resûl-i Ekrem de “Evet. Nitekim O seni de öldürecek, sonra diriltip cehenneme atacak!” cevabını verir.
Rivayetlerde Resûlullah’la konuşan kişi ile ilgili olarak Übey b. Halef, Âsî b. Vâil, Ebû Cehil ve Velîd b. Mug^re isimlerinin geçmesi, olayın benzerlerinin birkaç defa meydana gelmiş olması ihtimalini düşündürmektedir (İbn Âşûr, XXIII, 73; rivayetler için ayrıca bk. Taberî, XXIII, 30-31; İbn Atıyye, Abdullah b. Übeyy’in adının zikredilmesini haklı olarak eleştirir; IV, 463-464).
Fakat en çok adı geçen Übey b. Halef’in, isimleri belirtilen diğer kişilerin bulunduğu bir toplulukta, “Muhammed Allah’ın ölüleri dirilteceğini söylüyor, bunu onunla tartışacağım!” dedikten sonra çürümüş bir kemik alıp Resûlullah’a gittiği rivayeti daha mâkul görünmektedir (Zemahşerî, III, 293). Râzî’nin belirttiği üzere önemli olan, özel sebep ne olursa olsun sözün genelinden çıkan mânadır, ki bu da Allah’ın kudretini ve haşri inkâr eden zihniyetin mahkûm edilmesidir (XXVI, 107-108).
79. âyetin son cümlesinde geçen halk kelimesi hem “yaratma” hem “yaratılanlar” (mahlûkat) anlamına geldiği için, bu cümle genellikle bu iki mânayı da yansıtmak üzere şu şekilde açıklanmıştır:
Allah Teâlâ, yaratılanların hepsini bütün ayrıntılarıyla, her birini toplanan ve dağılan parçalarıyla, usulü ve fürûu, içinde bulunduğu durumları, nitelik ve nicelikleri, her türlü özellikleriyle bilir; yaratmanın da her türlüsünü, maddeli-maddesiz, aletli-aletsiz, örnekli-örneksiz, ilkin ve sonra her çeşidini bilir (Elmalılı, VI, 4041).
KUR’ÂN-I HAKÎM ile felsefe ulûmunun mahsul-ü hikmetlerini, ders-i ibretlerini, derece-i ilimlerini muvazene etmek istersen, şu gelecek sözlere dikkat et.
İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın, bütün kâinattaki âdiyat namıyla yad olunan, harikulâde ve birer mucize-i kudret olan mevcudat üstündeki âdet ve ülfet perdesini keskin beyanatıyla yırtıp, o hakaik-ı acibeyi zîşuura açıp, nazar-ı ibretlerini celb edip, ukûle tükenmez bir hazine-i ulûm açar.
Felsefe hikmeti ise, bütün harikulâde olan mucizat-ı kudreti âdet perdesi içinde saklayıp cahilâne ve lâkaydâne üstünde geçer. Yalnız harikulâdelikten düşen ve intizam-ı hilkatten huruç eden ve kemâl-i fıtrattan sukut eden nadir fertleri nazar-ı dikkate arz eder, onları birer ibretli hikmet diye zîşuura takdim eder. Meselâ, en cami’ bir mucize-i kudret olan insanın hilkatini âdi deyip lâkaytlıkla bakar. Fakat insanın kemâl-i hilkatinden huruç etmiş, üç ayaklı yahut iki başlı bir insanı bir velvele-i istiğrabla nazar-ı ibrete teşhir eder. Meselâ, en lâtif ve
âdet: alışkanlık âdi: normal, basit, sıradan âdiyat: alışılmış olan sıradan şeyler beyanat: açıklamalar (bk. b-y-n) cahilâne: cahilce, bilgisizce cami’: kapsamlı (bk. c-m-a) celb etmek: çekmek derece-i ilim: ilim derecesi (bk. a-l-m) ders-i ibret: ibret dersi hakaik-ı acibe: şaşırtıcı ve hayrette bırakan gerçekler (bk. ḥ-ḳ-ḳ) harikulâde: olağanüstü, hayranlık verici hazine-i ulûm: ilimler hazinesi (bk. a-l-m) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması veya yapılması (bk. ḥ-k-m)
umumî bir mucize-i rahmet olan, bütün yavruların hazine-i gaybdan muntazam iâşelerini âdi görüp küfran perdesini üstüne çeker. Fakat intizamdan şüzuz etmiş, kabilesinden cüda olmuş, yalnız olarak gurbete düşmüş, denizin altında olan bir böceğin bir yeşil yaprakla iâşesini görür, ondan tecellî eden lütuf ve keremle bütün hâzır balıkçıları ağlatmak ister. HAŞİYE-1
İşte, Kur’ân-ı Kerîmin ilim ve hikmet ve marifet-i İlâhiye cihetiyle servet ve gınâsı; ve felsefenin ilim ve ibret ve marifet-i Sâni cihetindeki fakr ve iflâsını gör, ibret al!
adem-i intizam: düzensizlik, düzenin yokluğu (bk. n-ẓ-m) âdi: basit, normal, sıradan beyan edilmek: açıklanmak (bk. b-y-n) cami’: kapsayan, içine alan (bk. c-m-a) cihet: yön cüda olmak: ayrı düşmek daire-i muhîta: kuşatıcı, geniş daire ekser: pekçok (bk. k-s̱-r) fakr: fakirlik, ihtiyaç hali (bk. f-ḳ-r) gınâ: zenginlik (bk. ğ-n-y) haşiye: dipnot, açıklayıcı not hatt-ı münasebet: bağlantı hattı, ilgi bağı (bk. n-s-b) hayalât: hayaller (bk. ḫ-y-l) hazine-i gayb: görünmeyen hazine (bk. ğ-y-b) hazine-i ilm-i tevhid: Allah’ın birliğini gösteren ilim hazinesi (bk. a-l-m; v-ḥ-d) hikmet: herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması veya yapılması (bk. ḥ-k-m) i’câz: mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma (bk. a-c-z) iaşe: beslenme, geçim (bk. a-y-ş)
intizam: düzen (bk. n-ẓ-m) intizâmât-ı san’at: san’attaki düzenlilik (bk. n-ẓ-m; ṣ-n-a) intizamsız: düzensiz (bk. n-ẓ-m) kemâl-i nizam ve intizam: mükemmel bir düzen ve tertip (bk. k-m-l; n-ẓ-m) kerem: ikram, bağış, iyilik (bk. k-r-m) kitab-ı kâinat: kâinat kitabı; bir kitap gibi yazılmış bütün evren (bk. k-t-b; k-v-n) küfran: iyilik bilmeme, nankörlük (bk. k-f-r) Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân (bk. ḥ-k-m) Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan: açıklamalarıyla benzerini yapmakta akılları âciz bırakan Kur’ân (bk. a-c-z; b-y-n) lütuf: iyilik, ihsan, bağış (bk. l-ṭ-f) mâbeyn: ara manzum: şiir gibi vezinli yazılmış eser (bk. n-ẓ-m) marifet-i İlâhiye: Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f; e-l-h) marifet-i Sâni: herşeyi sanatlı bir şekilde yaratan Allah’ı tanıma ve bilme (bk. a-r-f; ṣ-n-a)
meşrep: mânevî haz ve feyiz alınan yol, usül mevcut: var olan (bk. v-c-d) mu’cize-i rahmet: Allah’ın rahmet mu’cizesi (bk. a-c-z; r-ḥ-m) münasebet-i mâneviye: mânevî ilişki, bağlantı (bk. n-s-b; a-n-y) muntazam: düzenli, tertipli (bk. n-ẓ-m) müstağni: ihtiyaç duymayan, muhtaç olmayan (bk. ğ-n-y) müteşekkil: meydana gelmiş, oluşmuş müteveccih: yönelmiş necm: kısım, durak; yıldız nevi: çeşit, tür nihayetsiz: sonsuz rabıta: bağ, ilgi sema: gökyüzü (bk. s-m-v) sureten: görünüşte (bk. ṣ-v-r) şüzuz etmek: kural dışı kalmak tazammun: içine alma, içerme tecellî: görünme, yansıma (bk. c-l-y) tefsir etme: açıklama, yorumlama (bk. f-s-r) terkibat: birleşimler, sentezler teşkil: meydana getirme umumî: genel uslûp: ifade tarzı vakıa: olay vezin: şiirdeki ahenk ölçüsü zi’l-ecniha: çok yönlü (bk. ẕi)
Metinle ilgili duygu ve düşüncelerim:
(NOT: Bu bölüme yazmak isterseniz aşağıdaki yorum kutusunu kullanabilirsiniz. Teşekkürler.)
Bu sayfada Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavına girecek öğrenciler için ortaokul 8. Sınıf Fen Bilimleri Dersi Canlılar ve Yaşam konu alanı 2. Ünite DNA ve Genetik Kod ile ilgili çıkabilecek sorulara örnekler verilmiştir. PDF olarak indirebilir, çoğaltabilir ve kullanabilirsiniz. Ücretsizdir, herhangi bir telif ücreti ödemenize gerek yoktur.
Liselere Geçiş Sistemi (LGS), Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 2017-2018 eğitim öğretim yılı ile uygulanmaya başlanan ve her yıl yapılan ilköğretimden ortaöğretime geçiş sınavı sistemidir ve Ortaokul 8. Sınıf öğrencileri bu sınava girmektedir.
LGS, TEOG sınavının yerine geçmiştir.
LGS’de çıkan Fen Bilimleri sorularının çözümüne yardımcı olmak üzere bu yaprak testler hazırlanmış ve ücretsiz bir şekilde, öğrencilerin, bu sınava çalıştıran öğretmenlerin özellikle Fen Bilgisi Öğretmenlerinin, velilerin ve idarecilerin kullanımına açılmıştır.
LGS’ye girecek tüm Ortaokul 8. Sınıf öğrencilerimize, onları çalıştıran öğretmenlerine, başta Fen Bilgisi Öğretmenlerine, velilere ve idarecilere dersdunyasi.net ailesi olarak başarılar diliyoruz.
ÖNCE DÜŞÜNELİM, SONRA CEVAP BULMAYA ÇALIŞALIM:
DNA ve Genetik Kod üzerine yapılan çalışmalar arttıkça canlılar ve yaşam hakkında akıl almaz baş döndürücü bilgilere ulaşılmaktadır.
Binlerce defa büyültüp ancak görebildiğimiz bu küçücük dünyada ne muazzam bilgiler ve yapılar konulmuştur.
Acaba bu bilgiler ve yapılar kim tarafından, niçin konulmuştur?
Görülmeyen bir güç mü; yoksa ne yapacağı belli olmayan tesadüf mü, farkında olmayan sebepler mi, aklı olmayan tabiat mı yapmıştır? Yoksa kendi kendine mi olmuştur?
1.2.1. Büyüme ve gelişme süreçlerinden biri olan ergenlik döneminde fiziksel, duygusal ve sosyal değişimleri açıklar.
a. Ergenlik döneminin sağlıklı geçirilebilmesi için olumlu tutum geliştirmenin önemi belirtilir.
b. Ergenlik döneminde yaşanabilecek sorunlar hakkında tartışılır.
c. Menstrual döngünün sağlıklı geçirilebilmesi ve bu dönemde hijyenin önemi ile ilgili farkındalık oluşturulur.
1. Kur’an-ı Kerimde Menstrual Döngü Nedir?
Meal
Sana kadınların ay halini sorarlar. De ki: O, bir rahatsızlıktır. Bu sebeple ay halinde olan kadınlardan uzak durun. Temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit, Allah’ın size emrettiği yerden onlara yaklaşın. Şunu iyi bilin ki, Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever. ﴾222﴿ (Bakara Sûresi, 2/222)
Tefsir
Medine’de yaşayan müslümanların yahudilerle yakın ilişkileri vardı ve bazı örf ve âdetlerinde Medineliler’in tamamı veya bazı kabileler onlardan etkilenmiş bulunuyorlardı. Bunlardan biri de aybaşı hallerinde kadınlarla ilişki meselesi idi. Yahudiler Tevrat hükümlerine uyarak ay halindeki kadınları pis sayarlar, onlardan her mânada uzak dururlardı. Âdet geçiren kadına dokunan hatta onun yatağında yatan, minderinde oturan kimseleri bile pis sayarlar, yıkanmaları gerektiğine inanırlardı (Levililer, 15). Yahudilerin tesirinde kalan bazı kabileler de âdet halindeki kadınlara buna yakın bir şekilde davranıyorlardı. Hz. Peygamber Medine’ye hicret edince bu durum kendisine vâkıa ve soru şekillerinde intikal ettirildi, gelen âyetler meseleyi çözüme kavuşturdu.
Açıklayıcı hadislerden (meselâ bk. Müslim, “Hayz”, 16) ve uygulamadan anlaşıldığına göre bu âyetlerde geçen “uzak durma ve yaklaşmama” emirleri, bedenlerin birbirinden uzak ve ayrı olmasına değil cinsel ilişkiye yöneliktir. Cinsel ilişkide bulunmamak şartıyla aybaşı halindeki kadın ile kocası arasında başkaca bir sınırlama yoktur.
Âyette geçen ve “rahatsızlık” diye çevirdiğimiz ezâ kelimesi, “aşırı olmayan zarar” mânasında kullanılmaktadır. Allah Teâlâ kadın kullarına mahsus kıldığı aybaşı halini onlar için az da olsa “zarar ve zararlı” olsun diye takdir buyurmamıştır.
Aybaşı hali birleşme kabiliyetini yitiren yumurtaların atılmasını, erkeğin spermi ile birleşecek yeni bir yumurtanın gelmesini beklemek ve aşılanma sonrası beslenmesine zemin olmak üzere kadın rahminin hazırlanmasını sağlayan tabii ve gerekli bir oluşumdur. Bu durumda vücudun dengelerinde bazı değişiklikler yaşanmakta, bu da kadının fizyolojisi yanında psikolojisini de etkilemektedir.
Eski yumurtanın atılması ve rahimin temizlenmesi kan vasıtasıyla olmakta, aybaşı devam ettiği müddetçe rahimden üreme organı yoluyla dışarıya kan atılmaktadır. Bu durumda kadınla cinsel ilişkide bulunulması halinde bundan hem erkeğin hem de kadının çeşitli rahatsızlıklar kapması ve genel olarak rahatsız olmaları, tiksinti duymaları ihtimali galiptir. Hem böyle bir zarara (ezâ) meydan verilmemesi hem de Allah’ın buyruğuna uyarak şehvete karşı direnme imtihanı verilmesi ve irade egzersizi yapılması için “âdet gören kadınla cinsel ilişki” haram kılınmış, bunun dışında kalan ilişkiler serbest bırakılmıştır.
“Temizlenmedikçe” ve “iyice temizlendikten sonra” kayıtları, okuma farkları da göz önüne alınarak yorumlanmış ve hangi temizlenmeden sonra cinsel ilişki yasağının ortadan kalkacağı konusunda farklı hükümler ortaya çıkmıştır. Kanama sona erinceye kadar temasın yasak olduğunda ittifak vardır. Âlimlerin büyük çoğunluğuna göre kanama bitince birleşmenin câiz olması için gusül abdesti gerekir (konuya ilişkin başka ayrıntılar için bk. Yunus Vehbi Yavuz, “Hayız”, DİA, XVII, 51-53).
Kadınlarınız sizin için bir tarladır. Tarlanıza nasıl dilerseniz öyle varın. Kendiniz için önceden (uygun davranışlarla) hazırlık yapın. Allah’tan korkun, biliniz ki siz O’na kavuşacaksınız. (Yâ Muhammed!) müminleri müjdele! ﴾223﴿ (Bakara Sûresi, 2/223)
Tefsir
“Kadınlarınız sizin ekeneğinizdir” cümlesi hem cinsel ilişkinin şekilleri konusundaki hükmün gerekçesidir hem de üreme hadisesinde kadının rolüyle ilgili bir benzetmedir. Doğum yoluyla üreme, insanlığın devamı için Allah Teâlâ’nın koyduğu bir kanundur. İslâm’a göre bunun meşruiyeti (helâl, hukuk ve ahlâka göre geçerli, makbul olması), anne-babanın evlilik içinde birleşmesine bağlanmıştır.
Bilindiği üzere rahimdeki çocuğun (cenin) ilk aşaması, erkeğin spermi ile kadının yumurtasının birleşmesidir. Bu birleşmede sperm tohuma, kadının yumurtası ve rahimi de ekeneğe ve tarlaya benzetilmiştir.
Cinsî birleşmenin yolu ve şekli konusunda insanlık âleminin farklı anlayış, tutum ve uygulamaları vardır. İslâm’a göre meşrû cinsel ilişki, birbiriyle evli bulunan bir kadınla bir erkek arasında olacak (kadın kadına ve erkek erkeğe olamaz); birleşme kadının üreme organından yapılacaktır. Sapık cinsel ilişki (arkadan, anal seks) câiz değildir. İlk dönemde bazı fıkıhçıların yanlış anlamaları tashih edilmiş ve bu konuda da ittifak hâsıl olmuştur (ilgili hadisleri tenkit ve tahlilleriyle görmek için bk. İbn Kesîr, I, 380-389).
Hayız ve lohusalık durumlarında olmayan zevce ile bu sınırlar içinde yapılan cinsel ilişki câizdir, şekil (pozisyon) konusunda bir sınırlama yoktur. “… Hangi taraftan isterseniz oradan varın” cümlesi, cinsî temasın yoluyla değil (çünkü bu tektir ve bellidir) şekliyle (pozisyonlar) ilgilidir. Yahudiler “Kadının üreme organına arka taraftan yaklaşılırsa doğacak çocuk şaşı olur” gibi bâtıl inançlara sahip idiler; âyet bu gibi hurafeleri reddetmektedir (Buhârî, “Tefsîr”, 2/39).
“Tohum” ve “tarla” benzetmesi de cinsel ilişkinin nereden yapılacağına ışık tutmaktadır. Çünkü birleşmenin ürünü olan çocuğu alabilmek için tohum, ürün mahalli olan tarlaya atılır.
Her iki âyetteki “hangi şekilde”, “hangi taraftan” kayıtları hadislerde “Kadının üreme organından olmak şartıyla hangi şekilde olursa olsun” diye açıklanmıştır (Müsned, I, 268; Dârimî, “Vudû’”, 113-114; İbn Mâce, “Nikâh”, 29).
Ca‘ferî-Şiîler’in kadınla, anal seks yapmayı câiz gördükleri söylentisi yaygınsa da muteber kitaplarına bakıldığında bunu câiz görmedikleri ve en azından tahrîmen mekruh saydıkları anlaşılmaktadır (Tabâtabâî, I, 228).
“Kendiniz için önceden hazırlık yapın” cümlesi “Ölmeden önce âhiret hayatı için iyi amellerinizden oluşan yatırım yapın”, “Sizden sonra ailenizi ve davanızı devam ettirecek nesiller yetiştirmeye niyet ve gayret edin” vb. şekillerde yorumlanmıştır. Bunlara, “Eşinizle cinsel ilişki öncesinde ona uygun sözler söyleyin, okşayın, onu ve kendinizi güzel bir temas için hazırlayın, işi aceleye getirmeyin” şeklinde bir yorum ekleyen yazarlar da vardır.
(NOT: Bu bölümde verilen okuma parçalarında anlamını bilmediğiniz kelimeler için sayfa altlarında verilen sözlüğe bakınız. Ayrıca metinlerin altında verilen internet sayfası bağlantısına tıklayarak ilgili sayfaya gidebilir ve anlamını bilmediğiniz kelimenin üzerine gelerek de anlamına bakabilirsiniz.)
Yirmi Dördüncü Lem’a
Tesettür hakkındadır
On Beşinci Notanın İkinci ve Üçüncü Meseleleri iken, ehemmiyetine binaen Yirmi Dördüncü Lem’a olmuştur.
“Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin hanımlarına söyle, (evlerinden çıktıklarında) dış örtülerini üzerlerine alsınlar.” Ahzâb Sûresi, 33:59.
(ilâ âhir) âyeti, tesettürü emrediyor. Medeniyet-i sefihe ise, Kur’ân’ın bu hükmüne karşı muhalif gidiyor. Tesettürü fıtrî görmüyor, bir esarettir diyor. HAŞİYE-1
Haşiye-1
Mahkemeye karşı ve mahkemeyi susturan Lâyiha-i Temyizin müdafaatından bir parça: “Ben de Adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanların hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstûr-u İlâhîyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üçyüz elli sene zarfından geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidâen tefsir eden bir adamı mahkûm eden haksız bir kararı, elbette rûy-i zeminde adalet varsa, o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir.”
Elcevap: Kur’ân-ı Hakîmin bu hükmü tam fıtrî olduğuna ve muhalifi gayr-ı fıtrî olduğuna delâlet eden çok hikmetlerinden yalnız dört hikmetini beyan ederiz.
BİRİNCİ HİKMET
Tesettür, kadınlar için fıtrîdir ve fıtratları iktiza ediyor. Çünkü kadınlar hilkaten zayıf ve nazik olduklarından, kendilerini ve hayatından ziyade sevdiği
asır: yüzyıl âyet: Kur’ân’da yer alan her bir cümle beyan etmek: açıklamak, anlatmak binaen: dayanarak delâlet etmek: delil olmak, işaret etmek düstûr-u İlâhî: İlâhi kural, kanun ecdad: atalar, dedeler ehemmiyet: önem esaret: esirlik, tutsaklık fıtrat: yaratılış, mizaç fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen gayr-ı fıtrî: yaratılışa uygun olmayan hakikatli: gerçek haşiye: dipnot hayat-ı içtimaiye: sosyal hayat hikmet: fayda, gaye
hilkaten: yaratılış gereği hüküm: kural iktidâen: uyarak iktiza etmek: gerektirmek ilâ âhir: sonuna kadar istinaden: dayanarak itikad: inanç ittifak: birleşme, fikir birliği kudsî: kutsal Kur’ân-ı Hakîm: her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân Lâyiha-i Temyiz: mahkemelerce verilen bir kararın kanun ve usul yönünden incelenmesi için verilen dilekçe lem’a: parıltı mahkûm etmek: bir kişiyi cezalandırmak için hüküm vermek
medeniyet-i sefihe: insanları zevk ve eğlenceye yönelten medeniyet; Batı medeniyeti müdafaat: savunmalar muhalif: karşıt, zıt nakzetmek: bozmak nazik: ince, zarif nota: bildiri rûy-i zemin: yeryüzü tasdik: kabul etme, onaylama tefsir: yorumlama; Kur’ân-ı Kerimi mânâ bakımından açıklayan, yorumlayan kitap tesettür: örtünme zarfında: içinde ziyade: çok, fazla
yavrularını himaye edecek bir erkeğin himaye ve yardımına muhtaç bulunduğundan, kendini sevdirmek ve nefret ettirmemek ve istiskale mâruz kalmamak için fıtrî bir meyli var.
Hem kadınların on adetten altı yedisi, ya ihtiyardır, ya çirkindir ki, ihtiyarlığını ve çirkinliğini herkese göstermek istemezler. Ya kıskançtır, kendinden daha güzellere nisbeten çirkin düşmemek veya tecavüzden ve ittihamdan korkar; taarruza mâruz kalmamak ve kocası nazarında hıyanetle müttehem olmamak için, fıtraten tesettür isterler. Hattâ dikkat edilse, en ziyade kendini saklayan, ihtiyarlardır. Ve on adetten ancak iki üç tanesi bulunabilir ki, hem genç olsun, hem güzel olsun, hem kendini göstermekten sıkılmasın.
Malûmdur ki, insan sevmediği ve istiskal ettiği adamların nazarından sıkılır, müteessir olur. Elbette açık saçıklık kıyafetine giren güzel bir kadın, bakmasına hoşlandığı nâmahrem erkeklerden onda iki üçü varsa, yedi sekizinden istiskal eder. Hem tefahhuş ve tefessüh etmeyen bir güzel kadın, nazik ve serîütteessür olduğundan, maddeten tesiri tecrübe edilen, belki semlendiren pis nazarlardan elbette sıkılır. Hattâ işitiyoruz, açık saçıklık yeri olan Avrupa’da çok kadınlar, bu dikkat-i nazardan sıkılarak, “Bu alçaklar bizi göz hapsine alıp sıkıyorlar” diye polislere şekvâ ediyorlar. Demek, medeniyetin ref-i tesettürü hilâf-ı fıtrattır. Kur’ân’ın tesettür emri fıtrî olmakla beraber, o maden-i şefkat ve kıymettar birer refika-i ebediye olabilen kadınları, tesettür ile sukuttan, zilletten ve mânevî esaretten ve sefaletten kurtarıyor.
Hem kadınlarda ecnebî erkeklere karşı, fıtraten korkaklık, tahavvüf var. Tahavvüf ise, fıtraten, tesettürü iktiza ediyor. Çünkü, sekiz dokuz dakika bir zevki cidden acılaştıracak sekiz dokuz ay ağır bir veled yükünü zahmetle çekmekle beraber, hâmisiz bir veledin terbiyesiyle, sekiz dokuz sene, o sekiz dokuz dakika gayr-ı meşru zevkin belâsını çekmek ihtimali var. Ve kesretle vâki olduğundan, cidden şiddetle nâmahremlerden fıtratı korkar ve cibilliyeti sakınmak ister. Ve tesettürle, nâmahremin iştihasını açmamak ve tecavüzüne meydan vermemek, zayıf hilkati emreder ve kuvvetli ihtar eder. Ve bir siperi ve kalesi, çarşafı
Avrupa: (bk. bilgiler) belâ: büyük sıkıntı cibilliyet: yaratılıştan gelen huy, karakter cidden: gerçekten dikkat-i nazar: dikkatle bakmak ecnebî: yabancı esaret: esirlik, tutsaklık fıtrat: yaratılış, mizaç fıtraten: yaratılış açısından fıtrî: doğal, yaratılıştan gelen gayr-ı meşru: helâl olmayan, dine aykırı hâmisiz: koruyucusuz hilâf-ı fıtrat: yaratılışa ters hilkat: yaratılış himaye: koruma hıyanet: ihanet, hainlik ihtar etmek: uyarmak iktiza etmek: gerektirmek istiskal: hoşlanmama, yüz vermeme, küçümseme
ittiham: suçlama kesretle: çoklukla kıymettar: değerli maddeten: maddî olarak maden-i şefkat: şefkat kaynağı malûm: bilinen mâruz: bir şeyin karşısında ve tesiri altında kalma meyil: eğilim, istek müteessir olmak: üzülmek, etkilenmek müttehem: suçlanan nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancı nazar: bakış nazik: ince, zarif nisbeten: kıyasla ref-i tesettür: tesettürün kaldırılması refika-i ebediye: sonsuz hayatta hayat arkadaşı olacak kadın sefalet: perişanlık, yoksulluk
şekvâ etmek: şikâyet etmek semlendiren: zehirleyen, kirleten serîütteessür: çabuk üzülen, çabuk ve kolay etkilenen sukut: alçalma, düşüş taarruz: saldırı tahavvüf: korkuya düşme, korkma tecavüz: saldırı, sataşma tecrübe etmek: denemek tefahhuş: fuhşa girme, ahlâksızlık tefessüh etmek: bozulmak tesettür: örtünme vâki olmak: meydana gelmek veled: evlat, çocuk zillet: hor ve hakir duruma düşme ziyade: çok, fazla
olduğunu gösteriyor. Mesmûâtıma göre, merkez ve payitaht-ı hükûmette, çarşı içinde, gündüzde, ahalinin gözleri önünde, gayet âdi bir kundura boyacısı, dünyaca rütbeten büyük bir adamın açık bacaklı karısına bilfiil sarkıntılık etmesi, tesettür aleyhinde olanların hayâsız yüzlerine bir şamar vuruyor!
İKİNCİ HİKMET
Kadın ve erkek ortasında gayet esaslı ve şiddetli münasebet, muhabbet ve alâka, yalnız dünyevî hayatın ihtiyacından ileri gelmiyor. Evet, bir kadın, kocasına yalnız hayat-ı dünyeviyeye mahsus bir refika-i hayat değildir. Belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayattır.
Madem hayat-ı ebediyede dahi kocasına refika-i hayattır; elbette, ebedî arkadaşı ve dostu olan kocasının nazarından gayrı, başkasının nazarını kendi mehâsinine celb etmemek ve onu darıltmamak ve kıskandırmamak lâzım gelir. Madem mü’min olan kocası, sırr-ı imana binaen, onunla alâkası hayat-ı dünyeviyeye münhasır ve yalnız hayvânî ve güzellik vaktine mahsus, muvakkat bir muhabbet değil, belki hayat-ı ebediyede dahi bir refika-i hayat noktasında esaslı ve ciddî bir muhabbetle, bir hürmetle alâkadardır. Hem yalnız gençliğinde ve güzellik zamanında değil, belki ihtiyarlık ve çirkinlik vaktinde dahi o ciddî hürmet ve muhabbeti taşıyor. Elbette ona mukabil, o da kendi mehâsinini onun nazarına tahsis ve muhabbetini ona hasretmesi, mukteza-yı insaniyettir. Yoksa pek az kazanır, fakat pek çok kaybeder.
Şer’an koca, karıya küfüv olmalı, yani, birbirine münasip olmalı. Bu küfüv ve denk olmak, en mühimi, diyanet noktasındadır.
Ne mutlu o kocaya ki, kadınının diyanetine bakıp taklit eder; refikasını hayat-ı ebediyede kaybetmemek için mütedeyyin olur.
Bahtiyardır o kadın ki, kocasının diyanetine bakıp “Ebedî arkadaşımı kaybetmeyeyim” diye takvâya girer.
Veyl o erkeğe ki, saliha kadınını ebedî kaybettirecek olan sefahete girer.
âdi: basit, sıradan ahali: halk alâkadar: alakalı, ilgili aleyhinde: karşısında bahtiyar: talihli, mutlu bilfiil: fiilen, uygulamaya koyarak binaen: dayanarak celb etmek: çekmek ciddî: gerçek diyanet: dindarlık dünyevî: dünya ile ilgili ebedî: sonsuz esaslı: köklü gayr: hariç, başka hasretmek: yalnız birşeye mahsus kılma, yalnız birşeye kullanma hayâsız: utanmaz hayat-ı dünyeviye: dünya hayatı hayat-ı ebediye: sonsuz hayat, âhiret hayatı hayvânî: hayvansal, cismanî özellik
hikmet: fayda, gaye hürmet: saygı küfüv olmak: denk, uygun olmak mahsus: has, özel mehâsin: güzellikler mesmûât: işitilenler, duyulanlar mü’min: Allah’a inanan muhabbet: sevgi mühim: önemli mukabil: karşılık mukteza-yı insaniyet: insanlığın gereği münasebet: bağlantı, ilişki münasip olmak: uygun olmak münhasır: ait, sınırlı mütedeyyin: dinin emirlerini eksiksiz yerine getiren, dindar muvakkat: gelip geçici nazar: bakış payitaht-ı hükûmet: başkent
refika: eş, hanım refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş rütbeten: rütbece saliha: dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu olan kadın şamar: tokat sefahet: yasak zevk ve eğlenceye düşkünlük şer’an: şeriat hükmünce, dine göre sırr-ı iman: iman sırrı tahsis: özel olarak belirleme takvâ: Allah’ın emirlerini tutup, günahlardan sakınmak tesettür: örtünme veyl: yazık
Ne bedbahttır o kadın ki, müttakî kocasını taklit etmez, o mübarek ebedî arkadaşını kaybeder.
Binler veyl o iki bedbaht zevc ve zevceye ki, birbirinin fıskını ve sefahetini taklit ediyorlar, birbirine ateşe atılmasında yardım ediyorlar.
ÜÇÜNCÜ HİKMET
Bir ailenin saadet-i hayatiyesi, koca ve karı mâbeyninde bir emniyet-i mütekabile ve samimî bir hürmet ve muhabbetle devam eder. Tesettürsüzlük ve açık saçıklık, o emniyeti bozar, o mütekabil hürmet ve muhabbeti de kırar. Çünkü, açık saçıklık kılığına giren on kadından ancak bir tanesi bulunur ki, kocasından daha güzeli görmediğinden, kendini ecnebîye sevdirmeye çalışmaz. Dokuzu, kocasından daha iyisini görür. Ve yirmi adamdan ancak bir tanesi, karısından daha güzelini görmüyor. O vakit o samimî muhabbet ve hürmet-i mütekabile gitmekle beraber, gayet çirkin ve gayet alçakça bir his uyandırmaya sebebiyet verebilir. Şöyle ki:
İnsan, hemşire misilli mahremlerine karşı fıtraten şehvânî his taşıyamıyor. Çünkü mahremlerin simaları, karâbet ve mahremiyet cihetindeki şefkat ve muhabbet-i meşruayı ihsas ettiği cihetle, nefsî, şehvânî temâyülâtı kırar. Fakat bacaklar gibi şer’an mahremlere de göstermesi caiz olmayan yerlerini açık saçık bırakmak, süflî nefislere göre, gayet çirkin bir hissin uyanmasına sebebiyet verebilir. Çünkü mahremin siması mahremiyetten haber verir ve nâmahreme benzemez. Fakat meselâ açık bacak, mahremin gayrıyla müsavidir. Mahremiyeti haber verecek bir alâmet-i farikası olmadığından, hayvânî bir nazar-ı hevesi, bir kısım süflî mahremlerde uyandırmak mümkündür. Böyle nazar ise, tüyleri ürpertecek bir sukut-u insaniyettir!
DÖRDÜNCÜ HİKMET
Malûmdur ki, kesret-i nesil, herkesçe matluptur. Hiçbir millet ve hükûmet
alâmet-i farika: ayırt edici işaret bedbaht: talihsiz, bahtsız caiz olmayan: dinen izin verilmeyen cihet: yön ebedî: sonsuz ecnebî: yabancı emniyet: güven, korkusuzluk emniyet-i mütekabile: karşılıklı güven fısk: günah fıtraten: yaratılış itibariyle gayr: diğer, başkası, yabancı hayvânî: hayvansal hemşire: kız kardeş hikmet: sebep, ince sır hükûmet: idare, yönetim hürmet: saygı hürmet-i mütekabile: karşılıklı saygı göstermek ihsas etmek: hissettirmek karâbet: yakınlık kesret-i nesil: neslin çokluğu
mâbeyn: ara, iki şeyin arası mahrem: nikâh düşmeyen, evlenilmesi haram olan mahremiyet: mahremlik, nikâh düşmeme özelliği malûm: bilinen matlup: istenen, talep edilen misilli: benzeri, gibi mübarek: hayırlı muhabbet: sevgi muhabbet-i meşrua: dine uygun, helâl sevgi müsavi: eşit, denk mütekabil: karşılıklı müttakî: takva sahibi, Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle uyan nâmahrem: nikahlanmanın haram olmadığı kişi, yabancı nazar: bakış nazar-ı heves: arzulu bakış nefis: insanı kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nefsî: nefisle ilgili saadet-i hayatiye: hayat mutluluğu sebebiyet: sebep olma sefahet: zevk ve eğlenceye düşkünlük şefkat: içten ve karşılık beklemeden duyulan merhamet, sevgi şehvânî: şehvetle ilgili, nefsânî arzularla ilgili şer’an: şeriat hükmünce, şeriata göre sima: yüz süflî: alçak, âdi sukut-u insaniyet: insanlığın alçalışı temâyülât: eğilimler tesettürsüzlük: açık saçıklık veyl: yazık zevc: erkek eş, koca zevce: eş, hanım
yoktur ki, kesret-i tenasüle taraftar olmasın. Hattâ Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş:
(ev kemâ kàl.) Yani, “İzdivaç ediniz, çoğalınız. Ben kıyamette sizin kesretinizle iftihar edeceğim.”
Halbuki tesettürün ref’i, izdivacı teksir etmeyip çok azaltıyor. Çünkü, en serseri ve asrî bir genç dahi refika-i hayatını namuslu ister. Kendi gibi asrî, yani açık saçık olmasını istemediğinden bekâr kalır, belki de fuhşa sülûk eder.
Kadın öyle değil; o derece kocasını inhisar altına alamaz. Çünkü kadının—aile hayatında müdir-i dahilî olmak haysiyetiyle kocasının bütün malına, evlâdına ve herşeyine muhafaza memuru olduğundan—en esaslı hasleti sadakattir, emniyettir. Açık saçıklık ise, bu sadakati kırar, kocası nazarında emniyeti kaybeder, ona vicdan azabı çektirir. Hattâ erkeklerde iki güzel haslet olan cesaret ve sehâvet kadınlarda bulunsa, bu emniyete ve sadakate zarar olduğu için, ahlâk-ı seyyiedendir, kötü haslet sayılırlar. Fakat kocasının vazifesi, ona hazinedarlık ve sadakat değil, belki himâyet ve merhamet ve hürmettir.Onun için, o erkek inhisar altına alınmaz, başka kadınları da nikâh edebilir.
Memleketimiz Avrupa’ya kıyas edilmez. Çünkü orada, düello gibi çok şiddetli vasıtalarla, açık saçıklık içinde namus bir derece muhafaza edilir. İzzet-i nefis sahibi birisinin karısına pis nazarla bakan, boynuna kefenini takar, sonra bakar. Hem memâlik-i bâride olan Avrupa’daki tabiatlar, o memleket gibi bârid ve câmiddirler. Bu Asya, yani âlem-i İslâm kıt’ası, ona nisbeten memâlik-i harredir. Malûmdur ki, muhitin, insanın ahlâkı üzerinde tesiri vardır. O bârid memlekette, soğuk insanlarda hevesât-ı hayvâniyeyi tahrik etmek ve iştahı açmak için
ahlâk-ı seyyie: kötü ahlâk âlem-i İslâm kıtası: İslâm dünyasının üzerinde bulunduğu bölge Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun asrî: çağdaş, modern Asya: (bk. bilgiler) Avrupa: (bk. bilgiler) azab: sıkıntı bârid: soğuk câmid: cansız, donuk düello: iki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silâhlı vuruşma emniyet: güven, korkusuzluk esaslı: köklü ev kemâ kâl: veya söylediği gibi evlâd: çocuklar ferman etmek: buyurmak fuhş: çok çirkin, aşağılık, helâl olmayan iş haslet: huy, özellik
haysiyet: özellik hazinedarlık: hazine bekçiliği hevesât-ı hayvâniye: hayvansal hisler, arzular himâyet: koruma altına alma hürmet: saygı iftihar etmek: övünmek inhisar: sınırlandırma, kontrol izdivac: evlenme izdivaç etmek: evlenmek izzet-i nefis: onur, öz saygı kesret: çokluk kesret-i tenasül: neslin çoğalması kıyamet: dünyanın yıkılıp, âhiret hayatının başlaması malûm: bilinen memâlik-i bâride: soğuk memleketler memâlik-i harre: sıcak memleketler merhamet: acıma, şefkat müdir-i dahilî: iç işleri yöneten
muhafaza: koruma, saklama muhit: coğrafî bölge, doğal çevre nazarında: gözünde, düşüncesinde nikâh etmek: evlenmek nisbeten: kıyasla ref’: ortadan kaldırma refika-i hayat: hayat arkadaşı, eş Resul-i Ekrem: Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.) sadakat: bağlılık sehâvet: cömertlik sülûk etmek: yönelmek, bir yola girmek tabiat: insanların genel yapısı tahrik etmek: harekete geçirmek teksir etmek: çoğaltmak tesettür: örtünme tesir: etki vasıta: araç
açık saçıklık belki çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta medar olmaz. Fakat seriütteessür ve hassas olan memâlik-i harredeki insanların hevesât-ı nefsâniyesini mütemadiyen tehyiç edecek açık saçıklık, elbette çok sû-i istimâlâta ve isrâfâta ve neslin zaafiyetine ve sukut-u kuvvete sebeptir. Bir ayda veya yirmi günde ihtiyac-ı fıtrîye mukabil, her birkaç günde kendini bir israfa mecbur zanneder. O vakit, her ayda on beş gün kadar hayız gibi arızalar münasebetiyle kadından tecennüp etmeye mecbur olduğundan, nefsine mağlûp ise fuhşiyata da meyleder.
Şehirliler, köylülere, bedevîlere bakıp tesettürü kaldıramaz. Çünkü köylerde, bedevîlerde, derd-i maişet meşgalesiyle ve bedenen çalışmak ve yorulmak münasebetiyle, hem şehirlilere nisbeten nazar-ı dikkati az celb eden, mâsûme işçi ve bir derece kaba kadınların kısmen açık olmaları, hevesât-ı nefsâniyeyi tehyice medar olamadığı gibi, serseri ve işsiz adamlar az bulunduğundan, şehirdeki mefâsidin onda biri onlarda bulunmaz. Öyleyse onlara kıyas edilmez.
bedevî: çölde yaşayan, göçebe derd-i maişet: geçim derdi fuhşiyat: dinen yasaklanan ve haram sayılan davranışlar hassas: duyarlı hayız: kadınların âdet, kanama hâli hevesât-ı nefsaniye: nefsin hevesleri, arzu ve istekleri ihtiyac-ı fıtrî: yaratılıştan gelen doğal ihtiyaç isrâfât: israflar, lüzumsuz yere kullanmalar kısmen: bir miktar kıyas etmek: karşılaştırmak
mağlûp: yenik düşen mâsûme: masum ve günahsız olan medar olmak: sebep olmak, vesile olmak mefâsid: ahlâkı bozan şeyler memâlik-i harre: sıcak memleketler meşgale: meşguliyet, çalışma meyletmek: eğilim göstermek mukabil: karşılık münasebetiyle: vesilesiyle, sebebiyle mütemadiyen: sürekli olarak nazar-ı dikkat: dikkati celb eden; dikkat çeken nefis: insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nesil: soy nisbeten: kıyasla seriütteessür: çabuk ve kolay etkilenen sû-i istimâlât: kötüye kullanmalar sukut-u kuvvet: kuvvetten düşme tecennüp etmek: sakınmak, uzak durmak tehyiç etmek: harekete geçirmek, heyecanlandırmak tesettür: örtünme zaafiyet: zayıflık, güçsüzlük
Mevsimler ve İklim / Dünya ve Evren CEVAP ANAHTARI: Bu sayfada Liselere Geçiş Sistemi (LGS) sınavına girecek öğrenciler için ortaokul 8. sınıf fen bilimleri dersi dünya ve evren konu alanı 1. ünite mevsimler ve iklim ile ilgili çıkabilecek sorulara verlen örneklerin CEVAP ANAHTARI verilmiştir. PDF olarak indirebilir, çoğaltabilir ve kullanabilirsiniz. Ücretsizdir, herhangi bir telif ücreti ödemenize gerek yoktur.
Ortaokul 8. Sınıf LGS Fen Bilimleri Yaprak TestlerCevap Anahtarı
Bu sayfada Ortaokul 8. Sınıf LGS sınavı ile ilgilenenler ve LGS sınavına girecek öğrencilere yönelik Fen Bilimleri Testleri konusunda yadımcı olacak ücretsiz testler ve cevap anahtarları bulacaksınız.
Türkiye’deki yaygın bir algıya göre iyi bir üniversite okursanız iyi bir iş sahibi olursunuz. İyi bir üniversite okumak için de iyi bir liseye gitmeniz gerekir.
Bu iyi liselere gitmek için de LGS – Liselere Geçiş Sistemi (LGS) ile bir sınava girmeniz gerekir.
Aslında bu çok geniş bir alandır. Adeta fengezegeni olarak bile adlandırabiliriz. Bu sayfada ortaokul 8.sınıf baz alınarak sorular hazırlanmıştır.
İyi bir lise kazanmak için lgs soruları üzerinde ciddi çalışmak gerekir. Burada 8. sınıf test konusunda yeni nesil sorular yer almaktadır, çıkmış sorular ile karşılaştırmalar yapılabilir, lgs soru dağılımı kontrol edilebilir.
Bu sayfadaki 8. sınıf testleri;
Ünite mevsimler ve iklim test,
Ünite dna ve genetik kod test,
Ünite basınç test,
Ünite madde ve endüstri test,
Ünite basit makineler testti bulunmaktadır.
Bu sayfada 6. ünite ve 7. ünite testleri henüz bulunmamaktadır.
Öğretmenlerimizden bu ünitelerle ilgili test çalışması yapan olursa burada yayınlamaktan büyük bir mutluluk duyarız.
Tabii ki iyi bir lise diye kendinizi de fazla kasmamanız ve yıpratmamanız gerekir. Sadece doğal bir şekilde ve sistematik olarak çalışırsanız inanıyoruz ki hedefinize ulaşırsınız. Ancak hedefinize ulaşamazsanız bu dünyanın sonu demek değildir.
LGS Sınavı ile ilgilenenler ve LGS sınavına girecek öğrenciler için
Bu sayfada Ortaokul 8. Sınıf LGS sınavı ile ilgilenenler ve LGS sınavına girecek öğrencilere yönelik yadımcı olacak ücretsiz testler ve cevap anahtarları bulacaksınız.
LGS – Liselere Geçiş Sistemi (LGS)
Liselere Geçiş Sistemi (LGS), Türkiye’de Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 2017-2018 eğitim öğretim yılı ile uygulanmaya başlanan ve her yıl yapılan ilköğretimden ortaöğretime geçiş sınavı sistemidir ve Ortaokul 8. Sınıf öğrencileri bu sınava girmektedir.
LGS, TEOG sınavının yerine geçmiştir.
LGS’de çıkan sorularının çözümüne yardımcı olmak üzere bu testler hazırlanmış ve ücretsiz bir şekilde, öğrencilerin, bu sınava çalıştıran öğretmenlerin, velilerin ve idarecilerin kullanımına açılmıştır.
LGS’ye girecek tüm Ortaokul 8. Sınıf öğrencilerimize, onları çalıştıran öğretmenlerine, velilere ve idarecilere dersdunyasi.net ailesi olarak başarılar diliyoruz.
Osmanlı Son Dönemi Fikir Akımları ve Cumhuriyet Dönemine Yansımaları
BİR ETKİNLİK YAPALIM
Aşağıdaki metinleri okuyunuz ve sondaki soruları cevaplayınız.
Metinleri okurken anlamını bilmediğiniz kelimeler için altta verilen sözlüğe bakınız.
Ya da verilen bağlantıya tıklayarak ilgili internet sayfasına gidiniz ve anlamını bilmediğiniz kelimelerin üzerine tıklayınız.
……………………………………………………………………..
Bu kısım, Müellifin kendi Türkçesidir.
1339 TARİHİNDE,1 MECLİS-İ MEB’USANA HİTABEN YAZDIĞIM BİR HUTBENİN SURETİDİR
Dipnot-1
Milâdi 1922.
…
Âşiren: Bir yolda dokuz ihtimal-i helâket, tek bir ihtimal-i necat varsa, hayatından vazgeçmiş, mecnun bir cesur lâzım ki o yola sülûk etsin. Şimdi, yirmi dört saatten bir saati işgal eden farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede, yüzde doksan dokuz ihtimal-i necat var. Yalnız, gaflet ve tembellik hasiyetiyle, bir ihtimal, zarar-ı dünyevî olabilir. Halbuki ferâizin terkinde, doksan dokuz ihtimal-i zarar var. Yalnız gaflet ve dalâlete istinad, tek bir ihtimal-i necat olabilir. Acaba dine ve dünyaya zarar olan ihmal ve ferâizin terkine ne bahane bulunabilir? Hamiyet nasıl müsaade eder?
Bâhusus bu güruh-u mücâhidin ve bu yüksek meclisin ef’âli taklid edilir. Kusurlarını millet ya taklit veya tenkit edecek; ikisi de zarardır. Demek onlarda hukukullah, hukuk-u ibâdı da tazammun ediyor. Sırr-ı tevatür ve icmâı tazammun eden hadsiz ihbaratı ve delâili dinlemeyen ve safsata-i nefis ve vesvese-i şeytandan gelen bir vehmi kabul eden adamlarla hakikî ve ciddî iş görülmez.
Şu inkılâb-ı azîmin temel taşları sağlam gerek. Şu meclis-i âlinin şahsiyet-i mâneviyesi, sahip olduğu kuvvet cihetiyle, mânâ-yı saltanatı deruhte etmiştir. Eğer şeâir-i İslâmiyeyi bizzat imtisal etmek ve ettirmekle mânâ-yı hilâfeti dahi vekâleten deruhte etmezse, hayat için dört şeye muhtaç, fakat an’ane-i müstemirre ile günde lâakal beş defa dine muhtaç olan şu fıtratı bozulmayan ve lehviyat-ı medeniyeyle ihtiyâcât-ı ruhiyesini unutmayan bu milletin hâcât-ı diniyesini
an’ane-i müstemirre: yerleşmiş, devam eden gelenek âşiren: onuncusu bâhusus: özellikle bizzat: doğrudan cihet: yön, taraf dalâlet: doğru yoldan ayrılma, sapkınlık delâil: deliller deruhte etmek: üstlenmek ef’âl: fiiller, işler farz: Allah’ın kesinlikle yapılmasını emrettiği şey ferâiz: farzlar; Allah’ın yapılmasını kesin olarak emrettiği şeyler fıtrat: yaratılış, mizaç gaflet: duyarsızlık, umursamazlık; Allah’ın emir ve yasaklarına duyarsız davranma hâli güruh-u mücâhid: din için cihad edip çalışan, çaba harcayan kimseler topluluğu hâcât-ı diniye: dinle ilgili ihtiyaçlar hadsiz: sayısız, sınırsız hakikî: asıl, gerçek hamiyet: din ve vatan gibi mukaddes değerleri ve kendi aile ve yakınlarını koruma duygusu ve gayreti hasiyet: özellik hukuk-u ibâd: kul hakları; diyet, tanzimat, borç hakkı gibi özel menfaati ilgilendiren haklar (mülkiyet, sağlık, alışveriş, borç gibi)
hukukullah: Allah’ın hakları; zekât, şer’î cezâlar, keffaretler, farz ibadetler gibi genel menfaatı ilgilendiren haklar; namaz, oruç, zekât, içki, zina kumar gibi emir ve yasaklara uyma icmâ: fikir birliği; bir asırda müçtehid kimselerin dini bir meselede vardıkları görüş birliği ihbarat: ihbarlar, bildirmeler, haber vermeler ihtimal-i helâket: yok olma, mahvolma ihtimali ihtimal-i necat: kurtuluş ihtimali ihtimal-i zarar: zarara uğrama ihtimali ihtiyâcât-ı ruhiye: ruhun ihtiyaçları imtisal etmek: yerine getirmek inkılâb-ı azîm: büyük değişim, dönüşüm istinad: dayanma, güvenme lâakal: en az lehviyat-ı medeniye: medeniyetin haram eğlenceleri, oyunları mânâ-yı hilâfet: hilâfetin anlamı; Peygamberimizin vekili olarak Müslümanların din ve dünya işlerinin tedbirini gören genel başkanlık makamının anlamı mânâ-yı saltanat: Devlet makamının ifade ettiği mânâ, görev
meclis-i âli: yüksek, yüce meclis mecnun: cinnet geçirmiş, deli safsata-i nefis: nefsin safsatası, nefsin saçmalıkları şahsiyet-i mâneviye: belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik; tüzel kişilik şeâir-i İslâmiye: İslâma sembol olmuş iş ve ibâdetler sırr-ı tevatür: tevatür sırrı; bir sözün nesilden nesile, sözüne inanılır büyük bir topluluk tarafından nakledilmesi sırrı, hikmeti sülûk etmek: bir yola girmek, yönelmek, gitmek tazammun etmek: içine almak, kapsamak vehim: kuruntu, olmayan şeyi varmış gibi gösteren düşünce vekâleten: başkasının adına ve yerine hareket ederek, asıl vazifelinin yerine çalışarak vesvese-i şeytan: şeytanın kalbe düşürdüğü şüphe, asılsız kuruntu zarar-ı dünyevî: dünyaya ait zarar zaruriyât-ı diniye: hükümleri açık olan ve dinen yapılması zorunlu olan şeyler
Meclis tatmin etmezse, bilmecburiyye mânâ-yı hilâfeti, tamamen kabul ettiğiniz isme ve lâfza verecek. O mânâyı idame etmek için kuvveti dahi verecek. Halbuki, Meclis elinde bulunmayan ve Meclis tarikiyle olmayan böyle bir kuvvet, inşikak-ı âsâya sebebiyet verecektir. İnşikak-ı âsâ ise
وَاعْتَصِمُوا بِحَبْلِ اللهِ جَمِيعًا 1
âyetine zıttır.
Zaman cemaat zamanıdır. Cemaatın ruhu olan şahs-ı mânevî daha metindir. Ve, tenfiz-i ahkâm-ı şer’iyeye daha ziyade muktedirdir. Halife-i şahsî, ancak ona istinad ile vezâifi deruhte edebilir. Cemaatin ruhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakim olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer fena olsa, pek çok fena olur. Ferdin iyiliği de, fenalığı da mahduttur. Cemaatin ise gayr-ı mahduttur. Harice karşı kazandığınız iyiliği, dahildeki fenâlıkla bozmayınız. Bilirsiniz ki, ebedî düşmanlarınız ve zıtlarınız ve hasımlarınız İslâmın şeâirini tahrip ediyorlar. Öyleyse, zarurî vazifeniz, şeâiri ihyâ ve muhafaza etmektir. Yoksa, şuursuz olarak şuurlu düşmana yardımdır. Şeâirde tehâvün, zaaf-ı milliyeti gösterir. Zaaf ise, düşmanı tevkif etmez, teşci eder.
“Allah’ın dinine ve Kur’ân’a hep birlikte sım sıkı sarılın.” Âl-i İmran Sûresi, 3:103.
Dipnot-2
“Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
Dipnot-3
“O ne güzel dost ve O ne güzel yardımcıdır.” Enfâl Sûresi, 8:40.
bilmecburiyye: zorunlu olarak cemaat: topluluk dahil: iç deruhte etmek: üstlenmek ebedî: sonu olmayan sonsuz fena: kötü, çirkin ferd: kişi gayr-ı mahdut: sınırsız halife-i şahsî: Fahr-i Kâinat (a.s.m.) Efendimizin vekili olarak Müslümanların başkanlığını yapan ve İslâmiyeti korumak ve yaşatmakla görevli olan zâtın şahsı, kendisi hariç: dış hasım: düşman idame etmek: devam ettirmek ihyâ etmek: canlandırmak inşikak-ı âsâ: değneğin bölünmesi, âsânın ikiye ayrılması; “ihtilaf ve ayrılıklarla, birliğin bozularak kuvvetin dağılması” mânâsında bir deyim
İslâmın şeâiri: İslâma sembol olmuş şeyler, iş ve ibâdetler istinad: dayanma, güvenme kâmil: olgun, mükemmel lâfız: söz; kelime mahdut: sınırlı mânâ-yı hilâfet: hilâfetin anlamı; Peygamberimizin vekili olarak Müslümanların din ve dünya işlerinin tedbirini gören genel başkanlık; hilâfetin özü metin: sağlam, kuvvetli muhafaza etmek: korumak muktedir: güçlü müstakim olmak: doğru yolda olmak, istikametli olmak şahs-ı mânevî: tüzel kişilik; belli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik şeâir: İslâma sembol olmuş şeyler, iş ve ibâdetler
sebebiyet vermek: sebep olmak şuur: bilinç tahrip etmek: yıkıp yok etmek tarik: yol tehâvün: önemsememek, hafife almak, aldırış etmemek tenfiz-i ahkâm-ı şer’iye: yürütme; şeriata ait hükümlerin uygulanması, yerine getirilmesi teşci etmek: cesaretlendirmek, gayrete getirmek tevkif etmek: durdurmak vazife: görev vezâif: vazifeler zaaf: zayıflık, güçsüzlük zaaf-ı milliyet: milliyetin zayıflığı, güçsüzlüğü zarurî: zorunlu ziyade: fazla
Bidayet-i Hürriyette şu fikri Jön Türklere teklif ettim, kabul etmediler. On iki sene sonra tekrar teklif ettim, kabul ettiler. Lâkin Meclis feshedildi. Şimdi âlem-i İslâmın mütemerkiz noktasına tekraren arz ediyorum.
Tarih bize gösteriyor ki, İslâm ne derece dine temessük etmişse terakki etmiş, ne vakit dinde zaaf göstermişse tedennî etmiştir. Başka dinde, bilâkis, kuvveti zamanında vahşet, zaafı zamanında temeddün hâsıl olmuştur.
Cumhur-u enbiyanın şarkta bi’seti, kader-i ezelînin bir remzidir ki, şarkın hissiyatına hâkim, dindir. Bugün âlem-i İslâmdaki tezahürat da gösteriyor ki, âlem-i İslâmı uyandıracak, şu mezelletten kurtaracak, yine o histir.
Hem de sabit oldu ki, bu devlet-i İslâmiyeyi bütün öldürücü müsademata rağmen, yine o his muhafaza etmiştir. Bu hususta garba nispetle ayrı bir hususiyete malikiz; onlara kıyas edilemeyiz.
Saltanat ve hilâfet gayr-ı münfek, müttehid-i bizzattır. Cihet muhteliftir. Binaenaleyh, bizim Padişahımız hem sultandır, hem halifedir ve âlem-i İslâmın bayrağıdır. Saltanat itibarıyla otuz milyona nezaret ettiği gibi, hilâfet itibarıyla üç yüz milyonun mâbeynindeki rabıta-i nuraniyenin mâkes ve istinatgâh ve medetkârı olmak gerekir. Saltanatı sadaret, hilâfeti meşihat temsil eder.
Sadaret üç mühim şûrâya bizzat istinat ediyor, yine kifayet etmiyor. Hâlbuki böyle inceleşmiş ve çoğalmış münasebat içinde, içtihadattaki müthiş fevzâ,
Dipnot-1
“Onların işleri, aralarında yaptıkları istişare iledir.” Şûrâ Sûresi, 42:38.
Dipnot-2
“İşlerinde onlarla istişare et.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:159.
(NOT: Bu sayfanın sözlüğü hatalı olduğu için lütfen ilgili internet sayfasına giderek anlamını bilmediğiniz kelimelerin üzerine tıklayarak bakınız. Teşekkürler.)
efkâr-ı İslâmiyedeki teşettüt, fâsid medeniyetin tedahülüyle ahlâktaki müthiş tedenniyle beraber, meşihat cenahı bir şahsın içtihadına terk edilmiş.
Fert tesirat-ı hariciyeye karşı daha az mukavimdir. Tesirat-ı hariciyeye kapılmakla çok ahkâm-ı diniye feda edildi.
Hem nasıl oluyor ki, umurun besateti ve taklit ve teslim câri olduğu zamanda, velev ki intizamsız olsun, yine meşihat bir şûrâya, lâakal kazaskerler gibi, mühim şahsiyetlere istinat ederdi. Şimdi iş besatetten çıkmış, taklit ve ittibâ gevşemiş olduğu halde, bir şahıs nasıl kifayet eder?
Zaman gösterdi ki, hilâfeti temsil eden şu Meşihat-ı İslâmiye, yalnız İstanbul ve Osmanlılara mahsus değildir. Umum İslâma şâmil bir müessese-i celiledir. Bu sönük vaziyetle, değil koca âlem-i İslâmın, belki yalnız İstanbul’un irşadına da kâfi gelmiyor. Öyleyse, bu mevki öyle bir vaziyete getirilmelidir ki, âlem-i İslâm ona itimat edebilsin. Hem menba, hem mâkes vaziyetini alsın. Âlem-i İslâma karşı vazife-i diniyesini hakkıyla ifa edebilsin.
Eski zamanda değiliz. Eskiden hâkim bir şahs-ı vâhid idi. O hâkimin müftüsü de, onun gibi münferit bir şahıs olabilirdi, onun fikrini tashih ve tâdil ederdi. Şimdi ise, zaman cemaat zamanıdır. Hâkim, ruh-u cemaatten çıkmış, az mütehassis, sağırca, metin bir şahs-ı mânevîdir ki, şûrâlar o ruhu temsil eder.
Şöyle bir hâkimin müftüsü de ona mücanis olup, bir şûrâ-yı âliye-i ilmiyeden tevellüd eden bir şahs-ı mânevî olmak gerektir. Ta ki, sözünü ona işittirebilsin. Dine taallûk eden noktalardan, sırat-ı müstakîme sevk edebilsin. Yoksa, fert dâhi de olsa, cemaatin ferd-i mânevîsine karşı sivrisinek kadar kalır. Şu mühim
(NOT: Bu sayfanın sözlüğü hatalı olduğu için lütfen ilgili internet sayfasına giderek anlamını bilmediğiniz kelimelerin üzerine tıklayarak bakınız. Teşekkürler.)
mevki, böyle sönük kalmakla, İslâmın ukde-i hayatiyesini tehlikeye mâruz bırakıyor.
Hattâ diyebiliriz, şimdiki zaaf-ı diyanet ve şeair-i İslâmiyetteki lâkaytlık ve içtihadattaki fevzâ, meşihatın zaafından ve sönük olmasından meydan almıştır. Çünkü, hariçte bir adam reyini, ferdiyete istinat eden meşihata karşı muhafaza edebilir. Fakat böyle bir şûrâya istinat eden bir şeyhülislâmın sözü, en büyük bir dâhiyi de, ya içtihadından vazgeçirir, ya o içtihadı ona münhasır bırakır.
Her müstaid, çendan içtihad edebilir. Lâkin içtihadı o vakit düsturü’l-amel olur ki, bir nev’i icmâ veya cumhurun tasdikine iktiran ede. Böyle bir şeyhülislâm mânen bu sırra mazhar olur. Şeriat-ı garrâda daima icmâ ve rey-i cumhur medâr-ı fetvâ olduğu gibi, şimdi de fevzâ-i ârâ için, böyle bir faysala lüzum-u kat’î vardır.
Sadaret, meşihat, iki cenahdır. Şu devlet-i İslâmiyenin bu iki cenahı mütesâvi olmazsa, ileri gidilmez. Gidilse de, böyle bir medeniyet-i faside için mukaddesatından insilâh eder.
İhtiyaç her işin üstadıdır. Şöyle bir şûrâya ihtiyaç şedittir. Merkez-i Hilâfette tesis olunmazsa, bizzarure başka yerde teşekkül edecektir. Bu şûranın bazı mukaddematı olan cemaat-i İslâmiye teşkilâtı ve evkafın meşihata ilhakı gibi umurun daha evvel tahakkuku münasip ise de, baştan başlansa, sonra mukaddemat
(NOT: Bu sayfanın sözlüğü hatalı olduğu için lütfen ilgili internet sayfasına giderek anlamını bilmediğiniz kelimelerin üzerine tıklayarak bakınız. Teşekkürler.)
ihzar edilse, yine maksat hasıl olur. Daire-i intihabiyeleri hem mahdut, hem muhtelit olan âyan ve mebusanın vazife-i resmiyeleri itibarıyla bilvasıta ve dolayısıyla bu işe tesiri olabilir. Hâlbuki vasıtasız, doğrudan doğruya bu vazife-i uzmâyı deruhte edecek, hâlis İslâm bir şûra lâzımdır.
Birşey mâ vudia lehinde istihdam edilmezse atâlete uğrar, matlup eseri göstermez. Binaenaleyh, mühim bir maksat için tesis edilen Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyeyi, şimdiki âdi bir komisyon derecesinden çıkarıp, meşihattaki devairin rüesasıyla beraber şûrânın âzâ-yı tabiiyesi addetmek ve hariçteki âlem-i İslâmdan, şimdilik on beş, yirmi kadar İslâmın dinen, ahlâken itimadını kazanmış müntehap ulemasını celb eylemek, bu mesele-i uzmânın esasını teşkil eder.
Vehham olmamalıyız. Korkmakla din rüşvet verilmez. Dinin zaafiyeti bahanesine olan müzahraf medeniyete lânet! Havf ve zaaf tesirat-ı hariciyeyi teşcî eder. Muhakkak maslahat, mevhum mazarrata feda edilmez. Ve minallahi’t-tevfîk.
(NOT: Bu sayfanın sözlüğü hatalı olduğu için lütfen ilgili internet sayfasına giderek anlamını bilmediğiniz kelimelerin üzerine tıklayarak bakınız. Teşekkürler.)
İslam Tarihi açısından baktığımızda günümüz İslam Coğrafyasında ve İslam Dünyasında yukarıdaki fikirlerin uygulanabilrliğini tartışınız.
Halifenin artık tek bir şahıs olamayacağı ancak çok yüce bir meclis tarafından bu makamın temsil edilmesi gerektiği fikrine katılıyor musunuz? Neden? Aşağıdaki seçeneklerden birisini seçerek nedenini bir sonraki sayfada verilen boş satırlara yazınız.
Katılıyorum. Çünkü; …… (Lütfen bir sonraki sayfada verilen boş satırlara yazınız.)
Katılmıyorum. Çünkü; …… (Lütfen bir sonraki sayfada verilen boş satırlara yazınız.)