
İ’lem eyyühe’l-aziz!
Sath-ı âlemde kurulan şu sergi-yi İlâhîde teşhir edilen tezyinâta, kemâlâta, güzel manzaralara ve rububiyetin haşmetiyle ulûhiyetin azametine bir müşahit, bir mütenezzih, bir mütehayyir, bir mütefekkir lâzımdır ki, o güzellikleri görsün, o manzaralar arasında tenezzüh etsin, o harika nakışlara, ziynetlere tefekkürle hayran olsun. Sonra o sergiden Sâniinin celâline, Mâlikinin iktidar ve kemâlâtına intikal ile Onun azametine secde-i hayret etsin. Bu vazifeyi ifa edecek, insandır. Çünkü, insan gerçi cahil, zulmetli birşeydir, amma öyle bir istidadı vardır ki, âleme bir enmuzeç ve bir nümune olmaya liyâkatı vardır. Hem o insanda öyle bir emânet vedia bırakılmıştır ki, onunla gizli defineyi bulur, açar. Hem o insandaki kuvvetler tahdit edilmeyerek mutlak bırakılmıştır. Buna binaen, küllî bir nevi şuur sâhibi olur ki, Sultan-ı Ezelin azamet ve haşmetinin şâşaasını idrak ediyor.
Evet, mâşukun hüsnü, âşıkın nazarını istilzam ettiği gibi, Nakkaş-ı Ezelînin
âlem: dünya, kâinat, bütün yaratılmışlar Aleyhissalâtü Vesselâm: Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun âşık: şiddetli seven azamet: büyüklük, yücelik beyan etme: açıklama binaen: -dayanarak binaenaleyh: bundan dolayı celâl: büyüklük, azamet, haşmet dellâllık: ilân edicilik enbiya: nebiler, peygamberler enmuzeç: örnek, fihriste enzâr-ı âlem: dünyanın bakışları, dikkatler ihak ve hakikat: asıl, gerçek ve doğru hakaik: hakikatler, esaslar hakikat: asıl, gerçek, doğru haşmet: büyüklük, görkem, azamet hüsün: güzellik i’lem eyyühe’l-aziz: ey aziz kardeşim bil ki! ifa etmek: yerine getirmek iktidar: güç, kudret intikal etme: geçme; anlama, kavrama istidad: kabiliyet, yetenek istilzam etmek: gerektirmek kâinat: evren, bütün yaratılmışlar kemâlât: mükemmellikler, kusursuzluklar küllî: genel, kapsamlı; bütün fertleri içine alan tür | liyâkat: hak etme, lâyık olma Mâlik: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah mâşuk: aşık olunan kimse, sevgili merâtib: mertebeler, dereceler mücmel: öz, özet müşahit: tanık, şahit, delil mütefekkir: varlıklar üzerinde etraflıca düşünüp Allah’a ulaşan aydın, düşünür mütehayyir: hayrete düşen, hayrete kapılan mütenezzih: tenezzüh eden, gezen, seyreden mutlak: kayıtsız, sınırsız nakış: işleme, süsleme Nakkaş-ı Ezelî: her şeyi san’atlı ve mükemmel bir şekilde nakış işleyen, varlığının başlangıcı olmayan Allah nazar: bakış, dikkat nevi: çeşit, tür nisbet: ölçü nübüvvet-i Ahmediye: Hz. Muhammed’in (a.s.m.) peygamberliği nümune: örnek, misal rububiyet: Rablık; herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması | Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah şâşaa: gösteriş, göz alıcılık, parlaklık sath-ı âlem: kâinat ve dünya zemini secde-i hayret: hayret secdesi sergi-yi İlâhî: Allah tarafından olan sergi Sultan-ı Ezel: sonsuz otorite ve hâkimiyet sahibi ezelî Sultan, Allah şuur: bilinç, anlayış, idrak tafsilât: ayrıntılar, detaylar tahdit edilme: sınırlanma, sınırlandırılma tefekkür: varlıklar üzerinde Allah’a ulaşmayı netice verecek şekilde etraflıca düşünme tenezzüh: gezinti teşhir etme: sergileme tevhid: birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma tezyinât: süslemeler ulûhiyet: ibadete ve itaat edilmeye lâyık olma, ilâhlık; Cenab-ı Allah’ın ilâhlığı vedia bırakılma: emanet edilme, ödünç verilme ziynet: süs zulmetli: karanlıklı |
rububiyeti de insanın nazarını iktizâ eder ki, hayret ve tefekkür ile takdir ve tahsinlerde bulunsun.
Evet, gül ve çiçeklerin yüzlerini güzelleştiren Zât, nasıl o güzel yüzlere arılardan, bülbüllerden istihsan âşıkları icad etmesin?
Ve güzellerin güzel yüzlerinde güzelliği yaratan, elbette o güzelliğe müştakları da yaratır.
Kezâlik, bu âlemi şu kadar ziynetlerle, nakışlarla tezyin eden Mâlikü’l-Mülk, elbette ve elbette o harika, antika, mu’cize manzaraları, ziynetleri, seyircilerden, müşahitlerden, âşık ve müştaklardan, ârif dellâllardan hâli bırakmayacaktır. İşte, câmiiyeti dolayısıyla insan-ı kâmil, halk-ı eflâke ille-i gaiye olduğu gibi, halk-ı kâinata da semere ve netice olmuştur.
abd: kul âlem: dünya, kâinat ârif: bilgide ileri olan, bilen âzâ: organlar bilhassa: özellikle burhan: güçlü ve sarsılmaz kesin delil, kanıt câmiiyet: kapsamlılık delâlet etmek: delil olmak, göstermek dellâl: duyurucu, ilân edici Ehad: her bir varlık üzerinde birliğinin izleri görünen ve bütün kemâl sıfatların sahibi olan bir Allah eşya: şeyler, varlıklar Hakîm: herşeyi hikmetle belirli fayda ve gayelere yönelik olarak mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratan Allah hâlî: boş, ıssız Hâlık: her şeyi yaratan Allah halk-ı eflâk: feleklerin, kâinatın yaratılışı halk-ı kâinat: kâinatın yaratılışı, yaratılması hikmet: amaç, gaye, hedef; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yapılması i’lem eyyühe’l-aziz: “Ey aziz kardeşim bil ki!” | icad: var etme, yaratma ihtiyar: dileme, istek, irade iktizâ etmek: gerektirmek ille-i gaiye: asıl gaye; elde edilmesi için çalışılan gaye insan-ı kâmil: mükemmel, olgun insan istifade: faydalanma, yararlanma istihsan: beğenme, güzel bulma keyfiyet: durum, nitelik kezâlik: bunun gibi mahlûkat: yaratılmışlar, yaratılmış varlıklar Mâlikü’l-Mülk: görünen ve görünmeyen her şeyin gerçek sahibi olan Allah mu’cize: bir benzerini yapmakta başkalarının aciz kaldıkları olağanüstü şey Muhtar: ihtiyar ve irade sahibi Allah muntazam: düzenli müşahit: gören, seyreden, seyirci müştak: aşık, çok arzulu ve istekli nakış: işleme nazar: bakış, dikkat nefis: bir kimsenin kendisi rububiyet: Rablık; her bir varlığın yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeylerin verilmesi, onların terbiye edilip idare ve egemenlik altında bulundurulması | Sâni: her şeyi san’atla ve mükemmel bir şekilde yaratan Allah şehadet etmek: şahitlik etmek, delil olmak semere: meyve, netice şiddet-i muhabbet: aşırı sevgi tahsin: beğenme, birşeyin güzelliğini dile getirme takdir etme: beğeniyi dile getirme tefekkür: Allah’ı tanımayı sonuç verecek şekilde varlıklar üzerinde etraflıca düşünme tehalüf: birbirinden farklı olmak temasül: birbirine benzeme tevafuk: uygunluk, denk gelme tezyin etme: süsleme vahdet: birlik, teklik Vâhid: Zâtında, sıfatlarında, isimlerinde, işlerinde ve hükümlerinde asla ortağı, benzeri ve dengi olmayan ve herşeyi birliğiyle kuşatan Allah zâlim: zulmeden, acımasız, başkasının hakkına tecavüz eden Zât: kimse, Allah ziynet: süs |
KAYNAK
Risale-i Nur Külliyatı, Mesnevî-i Nuriye – Zerre, Söz Basım Yayın Ltd. Şti., Mart 2012, İstanbul.
http://www.erisale.com/#content.tr.5.247
https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/mesnevi-i-nuriye/zerre/247